Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

OSMAN ÖCALAN’DAN ŞOK AÇIKLAMALAR


nail_amudi

Önerilen İletiler

Yazı için teşekkürler DoğrucuDavut...

 

Bazı arkadaşlar hop oturup hop kalktılar! "Her kürt pekakalıdır" dedik diye... Eh işte, kast-ı kelamımız neye işaretmiş açıkça yazmışsın, (taşısanda) emeğine sağlık, tekrar teşekkürler....

 

* * *

 

DKP sini (Demokratik Kuşdili Partisi) kurmadan önce tavsiyem şudur, biriniz avrupayı arşınlasın. Ayrılıkçı düşüncenizi paylaşın. Onlar sizi ABFONU adı altında bi güzel fonlarlar... Bu sayede gönüllü bulamazsanızda, parayla, olmadı dayak zoruyla epeyce bir yandaş bulursunuz... Eh işte ses duyurmak içinde biray eylem yapmak şarttır... Hele hele "kedi severler" derneğine yapılacak olan saldırı kesin kez ses getirecektir... Sonrada bir elinizde para, diğer elinizde zopa, "seçin uleyn bizi" dersiniz, dediğiniz gibin doğruca meclise! Sonra?... Yav salla kuşdilini milini, oturmuşsun yerine, yap ithalatı-ihracatı, ver ihaleyi, süpür parsayı... değilmi? -_-

 

Hem her Kürt PKK lıdır diyorsunuz

 

Sonra bu ülkede Kürtler cumhurbaşkanı, başbakan oluyor diyorsunuz,

 

KÜRTÇE TÜRKİYE'NİNDE TANIDIĞI RESMİ BİR DİLDİR... bununla ilgili cevap neden gelmiyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 186
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Önce dil konusuna bir yanıt verecegim:Hıcbır dil sıralamsında yeri olmayan sadece yerel bir nitelıge sahip bilimsel olarak bile kanıtlanmamıs bir dil secmeli olarakda olsa okutulamaz buna ragmen yinede üzerinde düsünülebilir.

 

Diger konuya yani birlikte yasamak istemeyene ben yasatırım dayatmasına..

Bunada birsoru ile sizden yanıt almaya calısacagım.

Kaba kuvvetle olmaz demıssınız,bunun anlamı Kürtlere ayrı bır statü ve hatta özerklik verilsinmi,yani bu mu sizin cözümünüz?

 

 

saygılarla

 

KÜRTÇE TÜRKİYE'NİNDE TANIDIĞI RESMİ BİR DİLDİR... bununla ilgili cevap neden gelmiyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hem her Kürt PKK lıdır diyorsunuz

 

Sonra bu ülkede Kürtler cumhurbaşkanı, başbakan oluyor diyorsunuz,

 

KÜRTÇE TÜRKİYE'NİNDE TANIDIĞI RESMİ BİR DİLDİR... bununla ilgili cevap neden gelmiyor

 

 

DoğrucuDavut un, aşiretler ve feodal yapı ile alakalı yazısını okursanız; bu sistemin altından kaçabilenlere, diğer kalanların "Türk" dediğini; ve sistemin içinde yer alan bireyin, istesede istemesede yaşadığı sürece pekakaya yardım ve yataklık (dolaylıda olsa) ettiğini göreceksiniz...

 

kürtçe resmi olarak bir dil değildir, kült olarak tanınmıştır... Tıpkı Uşak bölge ağzı gibi..

 

* * *

 

Sürekli karşılıklı soru yerien, yazılanlarda gördüğünüz yanlış/hata üzerine alıntılayıp; bu doğru değildir demenizi beklerdim. Aksi halde bu yazılanları doğru kabül etmiş olmuyormusunuz?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

DoğrucuDavut un, aşiretler ve feodal yapı ile alakalı yazısını okursanız; bu sistemin altından kaçabilenlere, diğer kalanların "Türk" dediğini; ve sistemin içinde yer alan bireyin, istesede istemesede yaşadığı sürece pekakaya yardım ve yataklık (dolaylıda olsa) ettiğini göreceksiniz...

 

kürtçe resmi olarak bir dil değildir, kült olarak tanınmıştır... Tıpkı Uşak bölge ağzı gibi..

 

* * *

 

Sürekli karşılıklı soru yerien, yazılanlarda gördüğünüz yanlış/hata üzerine alıntılayıp; bu doğru değildir demenizi beklerdim. Aksi halde bu yazılanları doğru kabül etmiş olmuyormusunuz?

 

sn simalyildizi

 

Türkiye yeni IRAK ı tanımadı mı?

 

Irak ın resmi dili ne? ARAPÇA VE KÜRTÇE dolayısıyla

 

Türkiye resmi olarak tanıdığı bir devletin 1.resmi dilleri (arapçayla beraber 1.resmi dildir Irakta, eşit statüdedir, 2004 te kabul edildi...) ARAPÇ A VE KÜRTÇEYİ DE tanımış oluyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sn simalyildizi

 

Türkiye yeni IRAK ı tanımadı mı?

 

Irak ın resmi dili ne? ARAPÇA VE KÜRTÇE dolayısıyla

 

Türkiye resmi olarak tanıdığı bir devletin 1.resmi dilleri (arapçayla beraber 1.resmi dildir Irakta, eşit statüdedir, 2004 te kabul edildi...) ARAPÇ A VE KÜRTÇEYİ DE tanımış oluyor

 

Burada ince bir siyasi ayak oyunu var. Biz Irak ı tanıdık ama tanımamızın peşinde de böyle bir karar alındı! Kim tarafından? ABD nin atadığı kürt yöneticiler tarafından. Ha eğer bu şekilde kürtçeyi legal hale getireceksek, o halde aşağıdaki habere göre de kürtistan zaten kurulmuş durumda... Eh o halde madem bu ülke kürtçeye ve kürdistana izin vermiyor; derim ki "hadi, doğruuu k.ıraka" B)

 

* * *

 

Irak Anayasası Kürtçe’yi terfi ettirdi

 

Irak’ta 8 Mart’ta kabul edilen geçici Anayasa, Kürtçe’yi eskisinden çok daha güçlü bir statü ile resmi dil statüsüne taşıdı.

 

NTV-MSNBC

 

11 Mart 2004— ‘Kürdistan’ adıyla resmen bir bölge kurulmasının yanısıra, Kürtçe artık güney komşumuz Irak’ın Arapça ile eşdeğer resmi dili oldu. Böylelikle “Türkiye’nin tanıdığı ülkelerin birinci resmi dilleri” arasına Kürtçe de giriyor

 

Faik Uynaık - NTV-MSNBC

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Süheda,

 

önce dayatılan bir lehçe olarak ifade ettiğiniz,sonra ''kuş dili'' ile ''ne idüğü belirsiz'' bir dile dönüştürdüğünüz Kürtçe,emin olun ki dün ne kadar sıcaksa bugün de o kadar sıcaktır,dün ne kadar benimse bugündür de o kadar benimdir.Ve sizi rahatsız edecek ama dün ne kadar dünya dilleri arasında yeri baştacımız iken bugün başımızın tacından öte,kendimizden bir candır...annelerimizin konuştuğu o dili ne kadar yok sayarsanız sayın,kaybeden olmayacaktır;kazanan olacaktır...herşeye rağmen varolmakla...

 

ayrıca ''kuş dili'' mücadalenizde de yolunuz açık olsun;dikkatli olun...ayağınıza takılacak prangalar sizi yolunuzdan çevirmesin...Saygılar!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Burada ince bir siyasi ayak oyunu var. Biz Irak ı tanıdık ama tanımamızın peşinde de böyle bir karar alındı! Kim tarafından? ABD nin atadığı kürt yöneticiler tarafından. Ha eğer bu şekilde kürtçeyi legal hale getireceksek, o halde aşağıdaki habere göre de kürtistan zaten kurulmuş durumda... Eh o halde madem bu ülke kürtçeye ve kürdistana izin vermiyor; derim ki "hadi, doğruuu k.ıraka" B)

 

* * *

 

Irak Anayasası Kürtçe’yi terfi ettirdi

 

Irak’ta 8 Mart’ta kabul edilen geçici Anayasa, Kürtçe’yi eskisinden çok daha güçlü bir statü ile resmi dil statüsüne taşıdı.

 

NTV-MSNBC

 

11 Mart 2004— ‘Kürdistan’ adıyla resmen bir bölge kurulmasının yanısıra, Kürtçe artık güney komşumuz Irak’ın Arapça ile eşdeğer resmi dili oldu. Böylelikle “Türkiye’nin tanıdığı ülkelerin birinci resmi dilleri” arasına Kürtçe de giriyor

 

Faik Uynaık - NTV-MSNBC

 

Kürtçe resmi dil değil diyerek neden olayı manipule ediyorsunuz o zaman...

Bir gün gelecek IRAK parçalanacak Kürdistan kurulacak, Türkiye de Kürdistan'ıda tanıyacak...

Elimizi çabuk tutup gerekli demokratik açılımları yaparak,yepyeni bir sivil anayasayla

Türkiye'de yaşayan Kürt'lerin Türkiye'ye bağlılığını arttırmalıyız...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kürtçe resmi dil değil diyerek neden olayı manipule ediyorsunuz o zaman...

Bir gün gelecek IRAK parçalanacak Kürdistan kurulacak, Türkiye de Kürdistan'ıda tanıyacak...

Elimizi çabuk tutup gerekli demokratik açılımları yaparak,yepyeni bir sivil anayasayla

Türkiye'de yaşayan Kürt'lerin Türkiye'ye bağlılığını arttırmalıyız...

 

Yok.. buna hiç gerek yok... Zaten kurula(n)cak olan kürdistan şimdiden iç çatışmalar noktasına doğru gidiyor. Destekleyen aşiret reisleri kendilerinin sonunun geldiğini anlamaya başladılar ve zeminden, derinden barzani-talabani çiftine karşı hazırlanıyorlar. Bir yanda ABD ci kürtlerle, diğer yanda sonlarının geldiğini bilen kürtler arasında gerginlik tırmanıyor... Biz, zaman içinde yaşancak olan (kesin) k.ırak iç hesaplaşmalarının sonunda, kendilerini Türkiye ye bağlamak isteyen ve ilhak olmak isteyen kürtlerin oluşmasını bekliyoruz.. hem öyle uzun soluklu filan değil, çok az zaman sonra en çok 2-3 yıl içinde bu sonuca varacağız..

 

Nasılmı?

 

Bugüne kadar ABD mali destekli proğram, zaman içinde BD nin düştüğü mali sıkıntılardan dolayı bir kenara itilecek... para msluğu kapanınca zaten fitil ateşlenmiş olacak...

 

* * *

 

Bu arada burası Türkiye Cumhuriyeti, Irak değil... Resmi dil kavramına gelince; Ahmedi kürtçesi K.Irak kürtçesimidir???

 

Önce "hangi kürtçe" sorusuna da cevap vermekte fayda var değilmi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

KÜRTÇE TÜRKİYE'NİNDE TANIDIĞI RESMİ BİR DİLDİR... bununla ilgili cevap neden gelmiyor

 

 

Kürtçe ( Kurmançi lehçesi ) resmi bir dil değildir. Irakın resmi dilleri arasına Sorani lehçesi girmiştir. Eğer Irakta Kürdistan kurulursa bunun resmi dili Sorani lehçesi olacaktır.

 

Bu durum şunlara benzer;

 

Samoyetçe resmi bir dil değildir, Fince, Estonca resmi bir dildir.

 

Bretonca resmi bir dil değildir, İngilizce resmi bir dildir.

 

Tuvaca resmi bir dil değildir, Özbekçe resmi bir dildir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yok.. buna hiç gerek yok... Zaten kurula(n)cak olan kürdistan şimdiden iç çatışmalar noktasına doğru gidiyor. Destekleyen aşiret reisleri kendilerinin sonunun geldiğini anlamaya başladılar ve zeminden, derinden barzani-talabani çiftine karşı hazırlanıyorlar. Bir yanda ABD ci kürtlerle, diğer yanda sonlarının geldiğini bilen kürtler arasında gerginlik tırmanıyor... Biz, zaman içinde yaşancak olan (kesin) k.ırak iç hesaplaşmalarının sonunda, kendilerini Türkiye ye bağlamak isteyen ve ilhak olmak isteyen kürtlerin oluşmasını bekliyoruz.. hem öyle uzun soluklu filan değil, çok az zaman sonra en çok 2-3 yıl içinde bu sonuca varacağız..

 

Nasılmı?

 

Bugüne kadar ABD mali destekli proğram, zaman içinde BD nin düştüğü mali sıkıntılardan dolayı bir kenara itilecek... para msluğu kapanınca zaten fitil ateşlenmiş olacak...

 

* * *

 

Bu arada burası Türkiye Cumhuriyeti, Irak değil... Resmi dil kavramına gelince; Ahmedi kürtçesi K.Irak kürtçesimidir???

 

Önce "hangi kürtçe" sorusuna da cevap vermekte fayda var değilmi?

 

Burası T.C. doğru ama Kürtçeyi RESMİ DİL olarak tanıyan da T.C.

 

PANİK YOK BİZ KARDEŞİZ

 

Dillerin gelişimi, resmi dil statüsüne terfi etmeleriyle doğru orantılı.

Resmi dil olarak kullanımı, dilin yaygınlığını beraberinde getirdiği gibi, dilin standardizasyonu, yazım kurallarının oluşturulması gibi artçı getirileri de oluyor.

 

Resmi dil, ekonomik anlamda da bir değer ifade ediyor.

O dili bilenler resmi kurumlarda iş bulabiliyor, ya da onu öğrenmek başka etnik gruplar için avantajlı hale geliyor.

 

Sovyetler Birliği içinde birçok yerel dilin, tarihlerinde ilk kez alfabe ve yazım standardı geliştirmelerine izin verilmesi, buralarda yaşayan halkların dillerinin kültürel anlamda terfi etmesine yardımcı olmuş, bu diller geçen zaman içinde edebi ve bilimsel değerlerini artırmışlardı.

 

Bugünkü Rusya Federasyonu içindeki otonom bölgelerde ve bağımsızlığını kazanan eski Sovyet devletlerinde, pek çok yerel dil standardize edilmiş şekilde yer alıyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Simalyıldızı,

 

yazdıklarınızı okudum;okuduğum her satırda yine siyasete bulaştırılanları gördüm...PKK veya DTP ile değil;JİTEM veya KONTGERİLLA ile değil sadece ''insan'' olma noktasında yaşananlara bakmak gerek.Peki bu siyaseti,siyasete bulaştırılanlar, diyerek yaşananlardan soyutlayabilir miyiz?Tabi ki hayır.O zaman gelin biraz da madalyonun öbür yüzünden tüm yaşananlara bakalım.

 

ben kitaplardan örnek verdim;onların anlattıklarından...orada insan var;hemde bizim kaderimizi yaşamayan,çok farklı olan.Bakın bunun altını özellikle çizmek gerek;herşeyi ile bizden farklı olan insan!Özellikle Yaşar Kemal dedim;çünkü onun insanı savaşta insan öldürmek zorunda kalan,ama her öldürdüğünde eksilendi.Savaşta ölümü kurtuluş olarak gören,savaştan sonra da kendi içinde savaşı yaşayan.Aziz Nesin dedim;çünkü onun insanı gözü doymayan,ne olduğu belli olmayan ''sürüler yığınına'' dönüştürülendir.

 

insan yaşamı bu çelişkiler üzerinde kurulu iken,her insan yaşadıklarını yaşatırken ve herkes aynı dünyada farklı dünyaları yaşarken,biz hangi hakla kalkıp tüm insanların bize benzemesini isteyebiliriz.Yada hangi hakla herkesin dediğimiz ölçütlerde hareket alanı belirlemesini bekleyebiliriz?

 

bu insani olan nokta;bir de buna bireyin yaşadıklarını ve insan psikolojisinde ki etkiye verilen tepkiyi koyalım.

 

gelelim siyasi anlayışlarımıza...

 

ben kendi yaşadıklarımdan bahsedeyim biraz.

 

ben doğuda doğdum...çocukluktan bana kalanlar ne oynadığım oyuncak bebekler ne de bindiğim bir bisikletin acemi şaşkınlığı var.Bana kalan her daim patlayan bombalar,bize çevrilen silahlar,karanlıkla beraber ölümü her daim bize hatırlatan kurşun sesleri,sabaha kadar kapımızı vuranlar,tehdit edenler...pencerelerin önünde soluksuz kalışımız,sabahaın ilk ışıklarında evimizi aramaya gelen askerlerin anlamadığımız bir dilde ki öfkeleri ve o ışıkla beraber ablukaya alınan yaşamlarımız...ben 11 yaşındayken,bana doğrulan namluyu unutmadım;babamın beni korumaya çalışırken ölümle burun buruna gelişini unutmadım...

 

unutmadıklarımı yazayım mı daha?PKK gençecik çocuklarımızı alıp götürmesinler diye onları saklayışlarımızı,bir taraftan ekmek isteyen PKK diğer taraftan ekmek vermekle suçlayan devlet görevlilerimiz...biz tarafsız iken taraf tutmak zorunda oluşumuzı unutmadık...

 

bana lütfen kimse siz bunu istedini demesin,feodalizmden dem vurup,kaderinizi siz yazdınız argümanlarına kaçmasın.Bunu söyleyen bu kadere yabancı olandır.Neden PKK diye sormayın,neden feodalizm diye haklılaşmayın.Bu bir oyun,oynanan ve insan kanıyla tüccarlığa dönüşen.Neden herkes PKK var derken neden kimse ''bu PKK hala neden var'' diyemiyor.Neden DTP ve iradesini yok sayma yerine,bu ülkede DTP'nin yerini alamayan siyasi arenada ki basiretsizlikten kimse bahsetmiyor.

 

ve Diyarbakır'da yaşanırken faili meçhuller,Şemdinlide devlet adına bomba patlatırken birileri;neden kimse bu terörü terörden saymadı.Bu ülkenin doğusunda çok şey yaşandı.PKK vurdu,kırdı.DTP adımıza konuşan tek siyasi parti oldu;diğer partiler için Kürtler araç olmaya devam etti.

 

Köyler yakıldı,koruyucular ellerinde devletin silahı,üstüne vazife olmayanda ahkam kesildi.Jitemciler ortalığı kasıp kavururken,kimin ne yaptığı alanenken, neden diye sorulmadı;neden hala bu kirli oyunlar.

 

Feodalizm denir adına;aşiret sistemi.Bu sistem bugün ne kadar etkilidir bu coğrafyada;tartışılır.Ama bunun dünü tartışılamaz.Düşünün;ağaya ve şeyhlere bırakılan kaderler.Ne kadar büyük ayıp.Devlet otoritesini güçlendirmeye çalışırken neden halk ağanın yanında yer aldı diye savunulurken o hakkettiniz anlayışı...yine sorulmadı;neden halk buna mecbur bırakıldı.

 

madalyonun iki tarafına bakmak gerek;yananları,yakanları da aynı taraktan geçirmek gerek...Kürtleri anlamanın yolu,insanı anlamakta geçer...saygılar!

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kürtçe ( Kurmançi lehçesi ) resmi bir dil değildir. Irakın resmi dilleri arasına Sorani lehçesi girmiştir. Eğer Irakta Kürdistan kurulursa bunun resmi dili Sorani lehçesi olacaktır.

 

Bu durum şunlara benzer;

 

Samoyetçe resmi bir dil değildir, Fince, Estonca resmi bir dildir.

 

Bretonca resmi bir dil değildir, İngilizce resmi bir dildir.

 

Tuvaca resmi bir dil değildir, Özbekçe resmi bir dildir.

DİYORSUN Kİ; Kürtçe ( Kurmançi lehçesi ) resmi bir dil değildir

 

Peki o zaman Kurmanci Lehçesi hangi dilin lehçesi, buna bir cevap verirmisin çünkü sen lehçe demişsin Kurmanci ye

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ben kendi yaşadıklarımdan bahsedeyim biraz.

 

ben doğuda doğdum...çocukluktan bana kalanlar ne oynadığım oyuncak bebekler ne de bindiğim bir bisikletin acemi şaşkınlığı var.Bana kalan her daim patlayan bombalar,bize çevrilen silahlar,karanlıkla beraber ölümü her daim bize hatırlatan kurşun sesleri,sabaha kadar kapımızı vuranlar,tehdit edenler...pencerelerin önünde soluksuz kalışımız,sabahaın ilk ışıklarında evimizi aramaya gelen askerlerin anlamadığımız bir dilde ki öfkeleri ve o ışıkla beraber ablukaya alınan yaşamlarımız...ben 11 yaşındayken,bana doğrulan namluyu unutmadım;babamın beni korumaya çalışırken ölümle burun buruna gelişini unutmadım...

 

unutmadıklarımı yazayım mı daha?PKK gençecik çocuklarımızı alıp götürmesinler diye onları saklayışlarımızı,bir taraftan ekmek isteyen PKK diğer taraftan ekmek vermekle suçlayan devlet görevlilerimiz...biz tarafsız iken taraf tutmak zorunda oluşumuzı unutmadık...

 

Kürtleri anlamanın yolu,insanı anlamakta geçer...saygılar!

 

 

Sn. mavi olmayan gökyüzü nick inizin neden böyle olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum

 

BÜTÜN SAVAŞLARDAN,BARIŞA ENGELLİ ÇIKIYORUZ

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

DİYORSUN Kİ; Kürtçe ( Kurmançi lehçesi ) resmi bir dil değildir

 

Peki o zaman Kurmanci Lehçesi hangi dilin lehçesi, buna bir cevap verirmisin çünkü sen lehçe demişsin Kurmanci ye

 

Şöyle anlatayım tekrar ediyorum. Kırgızca ( Türkçenin lehçesi ) resmidir ama bu Tuvacayı( Türkçenin lehçesi ) resmi bir dil yapmaz.

 

Ya da İngilizcenin ( Angskson dilinin lehçesi ) resmi olması, Bretoncayı ( Angskson dilinin lehçesi ) resmi bir dil yapmaz.

 

Aynı şekilde Soraninin (Kürtçenin lehçesi-ben demiyorum b.adamları diyor )resmi olması, Kurmançiyi (Kürtçenin lehçesi-ben demiyorum b.adamları diyor resmi bir dil yapmaz.

 

Örnekler çoğaltılabilir.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn. mavi olmayan gökyüzü nick inizin neden böyle olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum

 

BÜTÜN SAVAŞLARDAN,BARIŞA ENGELLİ ÇIKIYORUZ

 

Ve Sevgili Evdeyokuz;bizler her barışı savaş ile taçlandırıyoruz...bunları ne zaman yazarsam;birileri çıkıp duygu sömürüsü dedi;farkında olunmalı ki...insan duyguları ile vardır ve eğer o duygular korkuyla terbiye edilmişse;asıl suçlu olan kendini terbiyeci zannedenlerdir.

 

ayrıca;

 

davulun sesi uzaktan hoş geldiğinden falan değil,davulun zahmetini davulcu çektiğinden...lütfen başkalarının yaşadıklarına kendimiz olan pencereden bakmayalım...saygılar!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Simalyıldızı,

 

yazdıklarınızı okudum;okuduğum her satırda yine siyasete bulaştırılanları gördüm...PKK veya DTP ile değil;JİTEM veya KONTGERİLLA ile değil sadece ''insan'' olma noktasında yaşananlara bakmak gerek.Peki bu siyaseti,siyasete bulaştırılanlar, diyerek yaşananlardan soyutlayabilir miyiz?Tabi ki hayır.O zaman gelin biraz da madalyonun öbür yüzünden tüm yaşananlara bakalım.

 

ben kitaplardan örnek verdim;onların anlattıklarından...orada insan var;hemde bizim kaderimizi yaşamayan,çok farklı olan.Bakın bunun altını özellikle çizmek gerek;herşeyi ile bizden farklı olan insan!Özellikle Yaşar Kemal dedim;çünkü onun insanı savaşta insan öldürmek zorunda kalan,ama her öldürdüğünde eksilendi.Savaşta ölümü kurtuluş olarak gören,savaştan sonra da kendi içinde savaşı yaşayan.Aziz Nesin dedim;çünkü onun insanı gözü doymayan,ne olduğu belli olmayan ''sürüler yığınına'' dönüştürülendir.

 

insan yaşamı bu çelişkiler üzerinde kurulu iken,her insan yaşadıklarını yaşatırken ve herkes aynı dünyada farklı dünyaları yaşarken,biz hangi hakla kalkıp tüm insanların bize benzemesini isteyebiliriz.Yada hangi hakla herkesin dediğimiz ölçütlerde hareket alanı belirlemesini bekleyebiliriz?

 

bu insani olan nokta;bir de buna bireyin yaşadıklarını ve insan psikolojisinde ki etkiye verilen tepkiyi koyalım.

 

gelelim siyasi anlayışlarımıza...

 

ben kendi yaşadıklarımdan bahsedeyim biraz.

 

ben doğuda doğdum...çocukluktan bana kalanlar ne oynadığım oyuncak bebekler ne de bindiğim bir bisikletin acemi şaşkınlığı var.Bana kalan her daim patlayan bombalar,bize çevrilen silahlar,karanlıkla beraber ölümü her daim bize hatırlatan kurşun sesleri,sabaha kadar kapımızı vuranlar,tehdit edenler...pencerelerin önünde soluksuz kalışımız,sabahaın ilk ışıklarında evimizi aramaya gelen askerlerin anlamadığımız bir dilde ki öfkeleri ve o ışıkla beraber ablukaya alınan yaşamlarımız...ben 11 yaşındayken,bana doğrulan namluyu unutmadım;babamın beni korumaya çalışırken ölümle burun buruna gelişini unutmadım...

 

unutmadıklarımı yazayım mı daha?PKK gençecik çocuklarımızı alıp götürmesinler diye onları saklayışlarımızı,bir taraftan ekmek isteyen PKK diğer taraftan ekmek vermekle suçlayan devlet görevlilerimiz...biz tarafsız iken taraf tutmak zorunda oluşumuzı unutmadık...

 

bana lütfen kimse siz bunu istedini demesin,feodalizmden dem vurup,kaderinizi siz yazdınız argümanlarına kaçmasın.Bunu söyleyen bu kadere yabancı olandır.Neden PKK diye sormayın,neden feodalizm diye haklılaşmayın.Bu bir oyun,oynanan ve insan kanıyla tüccarlığa dönüşen.Neden herkes PKK var derken neden kimse ''bu PKK hala neden var'' diyemiyor.Neden DTP ve iradesini yok sayma yerine,bu ülkede DTP'nin yerini alamayan siyasi arenada ki basiretsizlikten kimse bahsetmiyor.

 

ve Diyarbakır'da yaşanırken faili meçhuller,Şemdinlide devlet adına bomba patlatırken birileri;neden kimse bu terörü terörden saymadı.Bu ülkenin doğusunda çok şey yaşandı.PKK vurdu,kırdı.DTP adımıza konuşan tek siyasi parti oldu;diğer partiler için Kürtler araç olmaya devam etti.

 

Köyler yakıldı,koruyucular ellerinde devletin silahı,üstüne vazife olmayanda ahkam kesildi.Jitemciler ortalığı kasıp kavururken,kimin ne yaptığı alanenken, neden diye sorulmadı;neden hala bu kirli oyunlar.

 

Feodalizm denir adına;aşiret sistemi.Bu sistem bugün ne kadar etkilidir bu coğrafyada;tartışılır.Ama bunun dünü tartışılamaz.Düşünün;ağaya ve şeyhlere bırakılan kaderler.Ne kadar büyük ayıp.Devlet otoritesini güçlendirmeye çalışırken neden halk ağanın yanında yer aldı diye savunulurken o hakkettiniz anlayışı...yine sorulmadı;neden halk buna mecbur bırakıldı.

 

madalyonun iki tarafına bakmak gerek;yananları,yakanları da aynı taraktan geçirmek gerek...Kürtleri anlamanın yolu,insanı anlamakta geçer...saygılar!

 

 

Sayın Gökyüzü;

 

Yazılarınızın bir kaç önemli noktası hariç tamamı doğru! O noktalarda yalan değil, sadece eksik.. Bakın altını çizerek söylüyorum, biz zaten oradaki insanların perişanlığını görmezden filan gelmiyoruz. Amacımız o insanları yok saymak falan da değil! Aynı şeyleri konuşmayalım, hani kürtlerin kullandığı bir deyim vardır "yedi keçi kesmişiz"... Öyle bir noktadayız ki, elimize en gelişmiş tıp araçlarını alsak, tek tek DNA örneklerimizle insanları ayırmaya kalksak bile mümkün değil ayıramayız.. Karışmışız!!

 

Şimalyıldızı, o bölgede uzun süre kaldı! Güvenlik gücü olarak, öğretmen olarak, ticaret yaparak!

 

Sizin bu anlattıklarınızın çoğu benzerine şahit oldum. Ancak, yaşadığınız sitede aranmakta olan bir hırsız yada katil varsa, polis tamamen o siteyi abluka altına almak zorundadır. Aranan dışında yardım ve yataklık yapanları da bulmak için. Yani kusura bakmayın ama, emniyet görevlilerinin elinde her hangi bir cihaz yok, “bu masum”, “bu suçlu” diye ayırt edebilecek… Dolayısıyla yapılan bir operasyon, o bölgedeki herkezi potansiyel suçlu yapar! Amaç, zaten suçlu ile masumu ayırmak… Siz otoyolda gidiyorsunuz. Polis alkol kontrolü yapıyor. Diyor ki “cihaza üfleyin”. Siz ömrünüzde hiç alkol almamış bile olsanız, ancak üfleyerek masumiyetinizi kanıtlarsınız. “Ben neden kontrol ediliyorum” diyerek sıyrılamazsınız. Bunun dünya üzerinde olması ihtimali bile yoktur. Bence siz çok fazla taraflı bakıyorsunuz. Empati yapın!

 

Ben görevdeyken empati yapıyordum, çoğu kez suistimal edilmiş olsada; benim doğam ısrarla böyle davranmaya mecbur ediyordu. Ancak herkes aynı olamaz, doz ve dozaj bireyin yaşadığı olaylar, aldığı eğitim ve görev baskıları ile değişebiliyor…

 

Kapınız çalınıyor! Polis sizi yaka paça alıyor. Zanlısın diyor. Eğer masumsan neden direniyorsun ki? “Tamam” dersin ve uyum sağlarsın. Aksi durum, zaten güvenlik güçlerinin gözünde sizi “potansiyel suçlu” olarak gösterecektir. Ki durumun aile yada çocukların gözü önünde olması bir şey ifade etmez. (Bkz: Kürtçülüğü destekleyen ABD nin Irak ta yaptığı direnişçi avı). Dünya üzerinde suç savaş sistemi budur! Daha iyi bir formülünüz varsa benle paylaşın, inanın bu paylaşımınız gerekli yerlere iletilecektir. Hemde ısrarla…

 

* * *

 

O bölgede hala can ciğer görüştüğüm arkadaşlarım var. Benle görüştükleri için sıkıntı yaşayanlar da var. Daha 2 yıl öncesinden başlayarak Midyat lı bir elemanım oldu. Personel ihtiyacım var, mail ile ilanda bulundum. 50 ye yakın iş başvurusu oldu. Bir çocuk çıktı geldi. Bozuk bir Türkçe ile iş istedi. "İstanbul a yeni gelmişem, iş lazımdır!" dedi. Onca insan içinde bu çocuğu tercih ettim. Hatta tamam hadi kalk işinin başına geç dedim...

 

Eğer o bölge insanına karşı önyargılı olsam; o çocuk kapımdan bile giremez!! Net olan birşey var. Yeni gelmiş. Bozulmamış. Hala MERT! Böyle bir durumdaki çocuğu itmek, o hep şikayet ettiğimiz pisliklerin içine bir insanı da itmek olacaktı. Beni hiç mahcup etmedi. Her yaz 3 ay gibi bir süre bizim yanımızda çalışır, sonra köyüne dönüp öğrenimine devam eder.

 

Benim ısrarla söylemeye çalıştığım, bireylerin yerel dil yada şivelerinin her insana özerk olacak şekilde, eğitim/öğretim sistemi ve resmi kurumların içinde olamayacağıdır. Siz Türkiye de yaşayan İngilizlere yada Almanlara göre resmi evrak tanzimini gördünüz mü? Tüm yazışmalar, kararlar, mahkeme kararları Türkçe çıkar, yeminli tercümanlık büroları bunları gerekli olan dile çevirir ki devlet o tercümelerin altını bile imza etmez. Tüm yükümlülük bu bürolara aittir. Bir devletin (eğer köklü ise) tek bir dili olur. 2-3 dili resmi dil ilan eden devlet zaten KUKLA dır.. Devlet olamayacağı gibi, refah, huzur yada başarıda sağlayamayacaktır.

 

* * *

 

Sorunun kaynağına siyasi bakmayın demişsiniz ama sorunun temel kaynağı zaten siyasi hatalar değil mi?

 

Aksi bir durumda o bölgede terör olmazdı. Sürekli örneklerimde size bazı ilçe isimleri veriyorum. Yunak, Cihanbeyli, Kulu, Yeniceoba... nüfus yoğunluğunda %70-80 lere varan kürt çoğunluğu var buralarda. Hala kendi içlerinde sürekli kürtçe konuşurlar. Hiçte yasak falan uygulanmamıştır. O ilçelerde olan suçlar, her yerde olan bilindik klasik suçlardır. Aydın, Denizli gibi illerin içinde görev yapmış Jandarma, polis veya adli görevli personel, gördükleri tüm işlenmiş "suç" kapsamında ne yaşamışlara, aynen bu ilçelerde bunları görürler... Sadece bölücü, ayrılıkçı yada devlet düşmanlığı suçları bu bölgede yoktur! Hatta halk oluşmasına izin bile vermez. Cihanbeyli nin 2 tane mimli köyü hariç ki bu köylerde cami bile yoktur...

 

Şimdi, aynı ırk tan ve dilden olan ama farklı muamele gören bir halktan bahsediyoruz...

 

Sizinle kavga etmeye başlasak. Yumruklaşmaya başlasak... bu yıllarca sürse! Kimin daha önce ne yaptığı yada kimin haklı/haksız olduğu kaybolup gidecektir. Eğer Türkiye de kürtleri yok etme planları olsaydı, kürt sait ayaklanması bunun için yeterli bir sebep olur, çoktan kürt diye tek kelime kalmazdı.. buna inanın yapılırdı. İnsan olmanın sınırları, başka insanların birliği olan devletinin bekasını zorlayınca BİTER! Bu defa başka şeyler gündeme gelir... Daha önce yapılan ermeni tehcirini düşünün. Aynı şeyle muhatap edilmemeleri, bizim için, sizin öneminizden kaynaklanmaktadır.

 

* * *

 

Doğuya her gidişimde, sürekli gözlerim! İnsanların (EVDEYOKUZ un yaptığı gibi kasti bayrak açmaları), ezikliklerinin ve ezilmişliklerinin tepkisi olarak taktıkları yaftaları incelerim. Gözlem yaptığım yerde insanlarla konuşurum. Siyasi, dini, ekonomik konularda özel(!) sorular sorarım. Bu bana, verilen empozelerin niteliğini ve dozajını gösterir. Elbette bu ölçütlere, Adana ABD Büyük Elçisi nin bölgedeki ziyaret zamanları, gönderdiği yardım(!) elemanlarının ziyaret zamanları, seçimler, AB fonu ile ilgili gelişmeler, devlet içinde büyük görev değişikliklerinin olduğu zamanlardaki değişikliklerin yansımasını da gösterir…

 

Elimde iki prototip var. Mardin, Hakkari ve Diyarbakır illeri ve ilçeleri ile, Konya nın Yunak, Cihanbeyli, Kulu ve Yeniceoba ilçeleri…

 

Nufüs oranları neredeyse aynı!

 

Tarım arazisi neredeyse aynı!

 

Sanayi yatırımı neredeyse aynı!

 

Bölge dışı iş bulma (yurt dışı veya batıya göç) oranları aynı!

 

Eğitim, sağlık hizmeti, yol v.b. yatırımlar; doğuya göre Konya ilçelerine çok çok az!

 

Devletle ilişki, ticaret, halk içinde girift ve ezik olmadan yaşama olarak Konya ilçeleri %95 e yakın daha önde!

 

Ama şikayetleri! Tıpkı Kayseri/Develi insanı, Malatya/Pötürge insanı, Niğde/Bor insanı, Mersin/Mut insanı, Konya/Ermenek isanı, Denizli/Çat insanı.. gibi.. Hiç farkları yok inanın. Tümü de daha fazla yaşamsal kolaylık, daha fazla devlet desteği, daha fazla rahat hayat istemekte. Hepimiz istemekteyiz…

 

 

Bunlar yani anlattıklarım çok yüzeysel şeyler. Tek başıma, sadece zamana bağlı gözlemlerim. Ama turist gibi değil. 2 günlük seyahatler değil bunlar.

 

 

* * *

 

bana lütfen kimse siz bunu istedini demesin,feodalizmden dem vurup,kaderinizi siz yazdınız argümanlarına kaçmasın.Bunu söyleyen bu kadere yabancı olandır.Neden PKK diye sormayın,neden feodalizm diye haklılaşmayın.Bu bir oyun,oynanan ve insan kanıyla tüccarlığa dönüşen.Neden herkes PKK var derken neden kimse ''bu PKK hala neden var'' diyemiyor.Neden DTP ve iradesini yok sayma yerine,bu ülkede DTP'nin yerini alamayan siyasi arenada ki basiretsizlikten kimse bahsetmiyor.

 

İşte can alıcı soru(lar) budur…

 

Önce DTP acaba o bölge insanının sorunlarını mı çözecek, yoksa mevcut sorunları daha çözümsüz kılacak bir noktaya mı taşıyacak? Diye sormak istiyorum…

 

Bölge halkı için faydalı bir parti yada vekil aramaktansa, bence, “Türkiye için faydalı ve verimlisi var mı?” diye sormak gerek! Hepimiz aynı şeyden şikayetçiyiz. Hepimiz VAROLMA MÜCADELESİ veriyoruz. Ama bunun yolu ÖZERK yada AYRILIKÇI fikirden geçmez. Zira birliktir, güce güç katan…

 

Sizi alıp, Fransa da polis yada jandarma yapmak isterdim. Öylece salıp, Fransa nın varoşlarında suçlu avına çıkmanızı isterdim. Ne demek istediğimi ancak o zaman anlardınız! Zira, onca ülkeden onca farklı dilde insanlarla ve kültürlerle kaynaşmak bir yana ayırt etme şansınız bile olmaz. Burada (haklı olarak) beklentiniz, suçlu avında, bu insanlar içindeki masumların yardım ve destek vermeleridir.. Değimli?

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Siyasetten öte siyasi olan hatalar,

 

ödenen bedeller;verilen canlar,düşman kılınanlar ve siyasi olan hatalar,

 

ödenen bedeller,maddi olarak blokelenmiş bir yarın,manevi olarak yok edilmiş aydınlık bir yarın ve yine siyasi olan hatalar...

 

tüm yazdıklarımızdan aklımda kalanlar...ve yine siyasi olan hatalar;darbede bunu söylemiştik;''yahu hiç mi hırsızın sıçu yok''

 

değerli arkadaşım,be burada zaten Kürt vatandaşlarımız tümden haklı demedim;tümden haksız diyemeyeceğim gibi...

 

yalnız şunu demek istedim;anlamak gerek,görmek gerek ve dediğiniz gibi empati gerek.O empatide evi soyulan olmak da var hırsız olmak da var;her haliyle ondan olmak.

 

doğuda kalmanız,zaten şahit olduklarınız ve yazdıklarınızla kendini çok iyi gösteriyor.Bakın ben köyde oturan amcalarıma giderken;onların hemen yanıbaşında yıkıp yakılan lojmanları kim neden yakar diye çok düşünmüşümdür;tıpkı köyler neden yakılır diye düşündüğüm gibi.

 

bakın iki taraflı;aynı anda yakan aynı anda yakılmamsı için çırpınan.

 

şunu da belirteyim ki;ben asla halkı her konuda haklı çıkarmam.Halk derken genel anlamda.Yani kendi iradesini bir çuval unla satmayı alışkanlık haline getirenler benim için bir irade değildir artık;ama onu bir bir çuval unla satılacak iradeye getirenleri de masum bulmam.

 

foedalizmi,toprak ağalığını burada tartışırken hep şunu söyledim;bunu koruyan,taşıyan bir noktaya kadar o halktır;ama bu noktaya getiren sadece bu halk değildir.

 

buna ekleyecek çok şeyim var,değerli arkadaşım;ama kelimeleri yorgunluktan toparlayamıyorum...yarın dönersem çok iyi olacak...saygılar!

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Özümsenmesi gereken bir yazı...

 

Bizimle, konumuzla, sorunlarımızla direk alakalı... ATAM ın nasihatlerini hatırlamak ve uygulamak, bizi bu keşmekeşlikten çıkarmaya yetecektir.

 

Saygılarımla

 

* * *

 

 

 

ATATÜRK'ÜN DEMOKRASİ ÜZERİNE SÖZLERİ

 

 

- Bizim İdare şeklimize bir ad koymamış bulunmamızı, içimizden eleştirenler var!..Bunlar "Bu idare, demokrat bir idare midir, sosyalist bir idare midir, yani şimdiye kadar okuduğumuz kitaplarda adı konmuş, tanımı yapılmış idare şekillerinden hangisine girer?" buyurdular...

 

DOĞRU!.. Kitaplarda adı konmuş, tanımı verilmiş yönetimlerden hiç birine benzemez bir idaredir!. Gelgelelim, MİLLİ HAKİMİYET'i, MİLLİ İRADE'yi gerçekleştiren biricik İDARE de budur!.. Bu nitelikte bir yönetimdir!. İDARE şeklimizi adlandırmamız gerekirse, HALK İDARESİ diyebiliriz!.. HALK HAKİMİYETİ deriz!.. Söyleyin efendiler, çekinmeden!.. HALKÇILIK deyin!..

 

DEMOKRASİ'ye benzemiyormuş!... SOSYALİZM'e benzemiyormuş!..

 

Efendiler!.. Biz, BENZEMEMEK'le, BENZETMEMEK'le gurur duyarız!.. Çünkü BİZ BİZE BENZERİZ, efendiler!.. (1.12.1921)

 

- (İDARE SİSTEMİMİZ) HAKİMİYET'İ KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLET'İN ELİNE VEREN BİR İDAREDİR, dedim.. Gerçekten bugün DÜNYA yüzünde MİLLET HAKİMİYETİ'ni bu kadar kesin sağlayıp, böyle açık belirten başka bir idare yoktur!.. (27.1.23)

 

Başka idareler ne kadar ilerlemiş, gelişmiş olursa olsun eksikleri ve boşlukları o kadar çoktur ki!...Günün birinde bizimkine benzer bir idareye ulaşabilmek için yeni ve önemli değişiklik yapmak zorunda kalacaklardır!.. (27.1.23)

 

- DEMOKRASİ prensibinin en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli, CUMHURİYET'tir!..

 

HÜKÜMET'in nasıl olması mevzuubahs olabilir. DİN'İN ESASLARI'nda İDARE'nin ne gibi noktaları intiva etmesi lazım geleceği musarrahtır: ADALET, MEŞVERET, ULÜLEMRE İTAAT!.. Bizim HÜKÜMETİMİZ tamamen BU ESASLARI İHTİVA EDİYOR!..(16.1.23) (1)

 

İdare usulümüz KAYITSIZ ŞARTSIZ HAKİMİYET'ine sahip olan halkın, mukadderatına bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir... TÜRKİYE DEVLETİ bir HALK DEVLETİ'dir, HALKIN DEVLETİ'dir!..

 

İDARE ve HAKİMİYET MİLLET'in tümüne aittir ve ait olmalıdır!. DEMOKRASİ prensibi MİLLİ HAKİMİYET şekline dönüşmüştür!.. DEMOKRASİ esasına müstenit hükümetlerde HAKİMİYET halka, halkın çoğunluğuna aittir... DEMOKRASİ fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. DEMOKRASİ fikri mukavemet edilemez bir kuvvet ve cereyan halini almıştır... (2)

 

DEMOKRASİ esas itibariyle SİYASİ MAHİYETTE'dir!.. DEMOKRASİ bir SOSYAL YARDIM, veya İKTİSADİ TEŞKİLAT sistemi DEĞİLDİR!.. DEMOKRASİ MADDİ REFAH meselesi de DEĞİLDİR!.. Böyle bir nazariye, vatandaşların SİYASİ HÜRRİYET ihtiyacını uyutmayı amaçlar!.. BİZİM BİLDİĞİMİZ DEMOKRASİ, BİLHASSA SİYASİDİR!.. HEDEFİ, MİLLETİN İDARE EDENLER ÜZERİNDEKİ MURAKABESİ SAYESİNDE, SİYASİ HÜRRİYETİ TEMİN ETMEKTİR!.. (3)

 

- BOLŞEVİZM'e gelince, yurdumuzda bu doktrin için her halde bir zemin mevcut değildir... Çünkü gerek DİNİMİZ ve ADETLERİMİZ, gerekse SOSYAL TEŞKİLATIMIZ onun bize mal edilmesine tamamen ELVERİŞSİZDİR... TÜRKİYE'DE NE büyük KAPİTALİSTLER VARDIR, NE DE milyonlarca SANATKAR VE İŞÇİ!.. Diğer taraftan bir TOPRAK davası ile karşı karşıya değiliz... Nihayet sosyal bakımdan DİNİ PRENSİPLERİMİZ bizi BOLŞEVİZM'in kabulüne mecbur bırakacak şekilde değildir... TÜRK MİLLETİ eğer icab ederse onunla mücadeleye hazırdır. (4) (1919)

 

Bütün RUS milleti içinden işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık, ekonomik esaslara dayanan KOMÜNİST PARTİSİ adı altında birleşerek bir diktatörlük vücuda getirmişlerdir... Gayelerinde MİLLİ değildirler... Kişisel HÜRRİYET ve EŞİTLİK tanımazlar. HALK EGEMENLİĞİ'ne saygı göstermezler... İçte çoğunluğu zor ve baskı ile görüşlerine itaate mecbur ederler... Dışta kendi prensiplerini yaymaya çalışırlar.

 

Halbuki HÜKÜMET kurmaktan amaç, evvela FERDİ HÜRRİYET'in teminidir!.. BOLŞEVİK hükümet şeklinde İSTİBDAT mahiyeti görülmektedir... Bir cemiyeti, bir kısım insanların görüşlerinin zorla esiri ve zebunu yaşatmak şekline TABİİ ve MAKUL bir hükümet sistemi nazarıyla bakılamaz.

 

- İHTİLALCİ SİYASİ SENDİKALİZM teorisyenleri her türlü siyasal kuruluşları yalnız kendi menfaatleri lehine çalıştırmak ve nihayet siyasi kuvvet ve hakimiyeti ellerine geçirmek isteyen İŞÇİ gruplarıdır... Bunlar amaçlarını zorla elde etme fırsatını beklerken, zaman zaman GENEL GREVLER yaparak, hükümet adamları üzerinde etkili oluyorlar. (5)

 

Bu takdirde seçim MİLLET fertleri tarafından DEĞİL, GRUPLAR tarafından ve bu grupların sahip oldukları MENFAAT oranında vuku bulacaktır... MECLİS'te bu gruplardan bir kaçı birleşip İKTİDAR mevkiine geçince, yalnız kendi menfatlerini temine çalışacaklardır... Buna kim mani olacaktır?..

 

- Bizim HALKIMIZ MENFAATLERİ BİRBİRİNDEN AYRILIR SINIFLAR halinde DEĞİL, aksine VARLIKLARI ve çalışmalarının sonucu BİRBİRİNE LAZIM OLAN SINIFLARDAN İBARETTİR!.. Bu dakikada dinleyicilerim ÇİFTÇİLER'dir, SANATKARLAR'dır, TÜCCARLAR'dır ve İŞÇİLER'dir... Bunların hangisi bir diğerine karşı olabilir?.. Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye, çiftçinin tüccar ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muntaç olduğunu kim inkar edebilir?.. Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını temenni ettiğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmaktadır. Refah içinde ve memnun olarak çalışmaktadır... Ve BÜTÜN BU saydığımız SINIFLAR aynı zamanda zengin olmalıdır... Ve HAYATIN GERÇEK TADINI TADABİLMELİDİR Kİ, ÇALIŞMAK İÇİN bir KUDRET VE KUVVET BULABİLSİN! (6)

 

- Bir MİLLET'te güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kaabiliyetli kahramanlar bulunabilir... Ne var ki, öyle insanlar yalnız başına hiç bir şey olamazlar!.. Bunların bir DEĞER ifade edebilmeleri için HALKIN bir DUYGUSUNUN, halkın bir İRADESİNİN YAPICISI, SÖZCÜSÜ, TEMSİLCİSİ olmaları gerekir!.. (7)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

- Bir MİLLET'te güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kaabiliyetli kahramanlar bulunabilir... Ne var ki, öyle insanlar yalnız başına hiç bir şey olamazlar!.. Bunların bir DEĞER ifade edebilmeleri için HALKIN bir DUYGUSUNUN, halkın bir İRADESİNİN YAPICISI, SÖZCÜSÜ, TEMSİLCİSİ olmaları gerekir!.. (7)

 

Paylaşım için teşekkürler :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şebnem Arkadaşım bilgi öbeğinde yazılarını çok sıkı takip ettiğim değerli bir kalemdir. Her zaman ders alacağımız kelimeler sarfeder; ki aşağıdaki kopyelediğim yazısında da olanca açıklığıyla çok düşündürücü dersler vermiş....

 

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe...

 

* * *

 

 

TÜRK-KÜRT FEDERE DEVLETİ

 

 

1960'lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi; Ortadoğu ülkelerinde de ulusalcı akımlar yükselmiş, ulusal bağımsızlıktan yana olan yönetimler, halkın desteğiyle başa gelmiştir. Bu yönetimlerin ilk işi; Amerikan ve İngiliz petrol şirketlerini topraklarından kovmak olmuştur.

 

Petrol üreten Arap ülkelerinin Amerika ve İngiliz güdümünden çıkıp, kendi başlarına hareket etmeleri ise; bu iki emperyalist ülke için kabul edilemez bir durumdur. Bu yüzden yüzyıllardır oynadıkları oyunu tekrar hayata geçirme kararı aldılar. Etnik ve dini karışıklıklar çıkartmak. Gerek Amerika gerekse İngiltere; Türkiye'yi Osmanlı hayaline ikna edebilirlerse, bu konuda atacakları adımlarda başarılı olacaklarının bilincindeydiler. Bu amaçla Ortadoğu'da Türkiye'nin desteğiyle, Kürtleri ayaklandıracak ve ulusalcı yönetimleri devirebileceklerdi.

 

 

 

Amerika'nın yardımıyla iktidar koltuğuna oturan S. Demirel; kendisine verilen ulus devleti yıkıp, Türk-Kürt Federasyonu kurma görevini; Genel Kurmay tarafından Hükümete verilen bir brifingde dile getirince, ordunun tepkisi çok sert olmuş ve Demirel bu yüzden Amerika'nın planlarını uygulayamamıştır.

 

 

 

O günleri; bir dönem Başbakan Yardımcılığı ve MİT Müsteşarlığı görevlerini de üstlenmiş olan Sadi Koçaş; anılarında şu şekilde dile getirmiştir: "Amerika CIA'in klasik yöntemleriyle başa getirdiği, S. Demirel'den buna karşılık; İran, Irak ve Türkiye Kürtlerini Federe bir Cumhuriyet halinde Türkiye'ye bağlama hedefleri için, çalışması isteğinde bulunmuştur. Başbakan Demirel; bu teklifi brifingde –hem de topraklarımız muazzam bir şekilde büyüyecek- diye dile getirdiğinde; askerin şiddetli reaksiyonu karşısında teklifi reddetmek zorunda kalmıştı."(Cengiz Özakıncı)

 

 

 

Amerika'nın Türkiye'den istediği; Irak'a girip K. Irak'ı, İran'a girip K. İran'ı işgal etmesi ve kendi topraklarına katması idi. Buna karşılık ulus devlet yapısından vazgeçmeli ve federasyona yönelmeliydi. Federasyon ise; zayıf ve Amerika'ya tamamen bağımlı bir merkezi yönetime emanet edilecekti. Ayrıca; Kürt nüfusunu ve Türk Ordusunu kullanılarak Ortadoğu'ya tekrar hakim olacaklardı.

 

 

 

1980'lere geldiğimiz zaman da emperyalist ülkelerin; Türkiye, Ortadoğu ve Kürtler hakkındaki düşüncelerinde bir değişme olmamıştır.

 

 

 

1982 yılında Amerikalı Yahudi düşünür Oded Yinon'un planı çerçevesinde, Ortadoğu'nun; Türkiye desteğiyle etnik ve dini yönden parçalanmasının, eyaletlere bölünmesinin; İsrail için hayati önem taşıdığından söz edilmektedir. 1982 yılında Dünya Siyonist Örgütüne bağlı Enformasyon Dairesi tarafından basılan raporda; istenilen bölünmüşlük şu şekilde yazılmıştır: "Irak'ın güneyinde bir Şii devleti, Kuzeyde Musul civarında Kürt devleti, Bağdat civarındaysa bir Sünni devlet kurulmalı. İsrail için; Irak'ın bölünmesi, Suriye'nin bölünmesinden çok daha ivedidir." Bu raporun 2003 yılında Amerika tarafından hayata geçirildiğini sanırım söylememe gerek yok.

 

 

 

Yahudi Dilbilimci Naom Chomsky'nin 2002 yılında İstanbul ve Diyarbakır (Diyarbakır saplantısı sadece AB üyelerinde yok anlaşılan) verdiği konferansta dile getirdiği; "Ulus devlet modeli tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de baskılara ve dayatmalara neden olmuştur. Bunu özerklik ile kırabiliriz. Kürtlerin yaşadığı bölgelerin özerklik statüsü kazanması gerekmektedir." söylemi ile; İsrail'in 1982 yılında; kendi varoluşunu güvenceye almak için rapor haline getirdiği ve 2003 yılında hayata geçirdiği Irak işgali aynıdır.

 

 

 

Türkiye'deki ulus devleti yıkmak ve Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek için; gerek Amerika gerekse onun tüm politikalarını destekleyen Avrupa Birliği sürekli olarak Kürt nüfusu ve sözde önderlerini kullanmıştır. Bu amaçla 1979 yılından beri özellikle İsrail tarafından Türkiye'de etnik incelemeler yapılmakta ve Türkiye'nin İsrail ve Amerika müttefikliğinden vazgeçmesi durumunda, ellerinin altında sorun çıkartacak bir güç olarak bulundurmak amacıyla Kürtlere yakınlık göstermektedirler.

 

 

 

S. Demirel'in, T. Özal'ın hatta K. Evren'in dile getirdiği; "eyalet düzenine geçiş" söylemlerine -12 Eylül askeri yönetimi dönemi de dahil- her zaman karşı olan Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı; bu sefer PKK kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin; S. Demirel'in Amerika'nın dayatması ile "Türk-Kürt Federe Cumhuriyeti" isteği ile; A. Öcalan'ın dile getirdiği; "Türkiye'de Kürt sorununa çözüm; Osmanlı Eyalet Sistemidir" söylemi aynıdır.

 

A. Öcalan ve PKK; Amerika tarafından sosyalist söylemlerden vazgeçmeleri, Ortadoğu'ya ve Türkiye'ye hakim olan "din" motifine sarılmaları karşılığı, destekleneceklerinin sözünü almalarının akabinde, A. Öcalan; kendisini Anadolu Federe İslam Devleti Başkanı ve Halife olarak ilan eden Cemalettin Kaplan'dan destek aramış, hatta işi "Bizim mücadelemiz Müslümanların aradığı Asr-ı Saadet'e yakın bir biçim ortaya çıkarabilir. İslam'a en yakın hareket biziz." demeci bile vermiştir.(19 Temmuz 1994 Milliyet)

 

 

 

1965 yılında S. Demirel'in dile getirdiği Türk-Kürt Federe Cumhuriyeti, I. Körfez savaşında T. Özal tarafından hayata geçirilmek istenmiştir. Kendisi de Kürt kökenli olan Özal'ın amacı;

 

K. Irak'a girip Kürt bölgelerini işgal etmek ve Türkiye topraklarına katarak ulus devleti yok edip iki milletli federasyona geçmekti. Türkler ve Kürtler arasında yıllarca sürecek bu savaşı engellemek uğruna; dönemin Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay istifa etmek zorunda kalmıştır.

 

 

 

Güneri Civaoğlu 1991 Körfez Savaşında Amerikalı bir yarbayla Ortadoğu haritasının önünde yaptığı söyleşiyi Milliyet gazetesinde şöyle yazmış: "Musul ve Kerkük Vilayetlerinin olduğu bölgeyi gösteren yarbay; savaşın biteceğini, Saddam'ın çökeceğini, bölgedeki başıbozukluktan yararlanacak Kürtlere, bu bölgede devlet kurdurulacağını, Türkiye Amerika'nın müttefiki olmaktan vazgeçerse, Türkiye'den de toprak taleplerinin olacağını dile getirdi. Kürtlerin silahı yok ki dediğimde; Saddam'ın silahları onların olacak dedi." 1991 Körfez Savaşında değil ama 2003 yılındaki Irak işgalinde yarbayın söylediği her şey gerçekleşti. Türkiye teskereyi geçiremeyince PKK devreye alındı ve K. Irak'ta üslenmelerine ve Türkiye'de terör eylemleri gerçekleştirmelerine izin verildi.

 

 

 

Başbakan Erdoğan'da daha 1993 yılında Osmanlı Eyalet sistemi ve Kürtlere özerklik verilmesine sıcak baktığını dile getirmiştir. "II. Cumhuriyet Tartışmaları" isimli kitapta kendisine sorulan "ülkede yaşayan bazı gruplar milli yapı içinde olmak istemezse ne olur sorusuna; kararı halkın vereceğini, Kürtler biz ayrı yaşamak istiyoruz, bağımsızlık istiyoruz derlerse ne olacak sorusuna ise; Osmanlı Eyalet sistemi benzeri bir şey yapılabilir" diye cevap vermiştir. Ulus devlet yerine; eyalet sistemini tercih eden Başbakan Erdoğan'ın Emniyet Müdürü; bir bilgilendirme toplantısında ulusalcılığı terör kapsamına alarak, ulus devleti yıkma girişimlerinde, Amerika'nın devlet içindeki yapılanmada ne kadar yol aldığını göstermiştir.

 

 

 

Bugün Amerika'yı ve Avrupa Birliğini; kurtarıcı ve bir çeşit -özgürlük savaşlarına destekçi- olarak görenlerin ne büyük bir yanılgı içinde olduğunu görüyorsunuz.

 

Emperyalizme hizmet için; demokrasi maskesi takan bu kişi ve kuruluşlar da çok iyi bilmektedir ki; bağımsız ve özgür bir Kürdistan hayalden öte bir şey değildir. Bu hayallerine engel olarak gördükleri ve nefretle andıkları, terörist saldırılarla kayıplar verdirdikleri Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde, Amerika güdümlü Türk-Kürt savaş yaşanmamıştır. Amerika'nın, İsrail'in ve Avrupa Birliği ülkelerinin; Kürtlerin özgür ve bağımsız bir devlet kurmalarını desteklemek gibi bir niyetleri yoktur. Onlar maalesef Kürtleri; Ortadoğu'da petrol yataklarına bekçi, Türkiye'de ise istedikleri her an küçük bir kıvılcımla iç çatışmalar yaratabilecekleri ve sürekli bir kaosun hakim olduğu federasyona dönüştürmek için kullanmaktadır.

 

 

 

Ülkemizde bir takım yanlışlıklar yapılmış olabilir. Ancak şurası da bir gerçek ki; Ortadoğu'da hiçbir Kürt; Türkiye'de olduğu kadar özgür değildir. Federasyon ya da özerklik; Kürtlere bugün olduğundan daha fazla özgürlük sağlamayacaktır. İşte bu yüzden emperyalistlerin bu isteklerine karşılık; Türklerin ve Kürtlerin; federasyon ya da eyalet sistemini değil; aksine ulus devlet modelinin devam etmesi gerektiğini, birlik ve bütünlüğümüzü bozmalarına izin vermeyeceğimizi dile getirmesi gerekmektedir.

 

 

 

ŞEBNEM ÖZBEK

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.....

 

Sorunlar ve olaylar, yıllardır varlığını sürdürüyordu. Sadece belli zamanlarda gündemin alt sıralarına itiliyor, kimi zaman gündemin ilk sırasına çıkıyordu. Ama her durumda varlığını sürdüren sorunlar ve olaylardı.

Tıpkı ekonomik sorunlarda olduğu gibi, tıpkı bireysel/kişisel sorunlarda olduğu gibi, siyasal sorunlar da çözülmedikleri sürece sürekli "ötelenen" sorunlar olarak varlıklarını sürdürürler. "Anı yaşamak", "soyut gelecek için somut bugünden vazgeçmemek" mantığı ile, gelişen ve çözülmesi zorunlu hale gelen her sorun "ötelen"miş ve "ötelen"diği sürece bir yana atılmış, unutulmuştur. Ama varlıklarını sürdürdükleri için, her an yeniden kendisini "varlaştırma"nın koşulları içinde olmuşlardır.

Bugün PKK "sorunu", Kürt "sorunu" ve nihayetinde "laiklik" sorunu, sürekli "ötelenen" sorunlar olarak ülkenin gündemini sürekli belirleyen sorunlar durumundadır. Çözülmedikleri, nihai olarak çözümlenemedikleri sürece, varlıklarını sürdürecek, yeni çatışmalar ortaya çıkartacaklardır.

Sorun, sorunları "öteleme" anlayışı, "öteleme" ile "unutma" alışkanlığıdır. Sorunun, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, ulusal sorun olup olmamasının önemi yoktur. Önemli olan, sorunun doğru saptanması ve çözümlenmesidir. Bu yapılmadığı sürece, her yapılan "öteleme", sorunu geçiştirmek, bir süreliğine gündemden uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermez.

Gerek laiklik sorunu, gerek Kürt sorunu (genel çerçevesi ile ifade edersek "ulusal sorun"), emperyalist-kapitalist ülkelerin gelişiminin tarih-öncesinde yer alan sorunlardır.

Gerek laiklik, gerek ulusal sorun, burjuvazinin feodalizme karşı mücadele sürecinde çözümlenmiş ve çözümlenmesi zorunlu olan sorunlar olarak ortaya çıkmıştır. Genelleştirirsek, bu sorunlar, burjuva demokratik devrim sorunudur ve bu devrim gerçekleşmediği sürece çözümlenmemiş olarak varlıklarını sürdürürler.

Burjuva toplumu için laiklik "iç" birliği, ulusal sorun "dış" birliği ifade eder. Her ikisi, ne denli birbirinden ayrı ve ayrıksı görünürse görünsün, bir bütün oluştururlar. Biri olmadan öteki olamaz.

Laiklik, feodalizmin, feodal kurumların, özel olarak da dini kurumların devlet düzeninin dışına çıkartılmasıdır.

Ulusal sorun ise, yine feodal yerel devletçiklerin tasfiyesi, merkezi bir devletin oluşturulması ve bu devlet sınırları içinde burjuvazinin bütünüyle egemen olması demektir.

1789 Fransız Devrimi'yle başlayan ulusal-devletlerin oluşması ve gelişmesi süreci, tümüyle feodalizmin tasfiyesi ve burjuvazinin egemen sınıf olarak ortaya çıkmasının tarihidir.

Burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı ülkemizde ise, burjuvazi, kendi iç dinamiği ile gelişen bir kapitalizmin ürünü olmamıştır. Burjuvazi iç dinamikle gelişen kapitalizmin ürünü olmadığı gibi, kapitalizme geçiş süreci gecikmiş ve Batı-Avrupa ülkelerinin emperyalist aşamaya geçtikleri bir tarihsel döneme kalmıştır. Gerek emperyalist ülkelerin burjuvazisinin devrimci niteliğini yitirmiş olmaları, gerekse dış dinamikle gelişen kapitalizmin ürünü olan yerli (işbirlikçi) burjuvazinin kendi devrimini yapmaya "muktedir" olamayışı, kaçınılmaz olarak tarih-öncesinde kalmış sorunları (laiklik ve ulusal sorun) çözümsüz bırakmış, sürekli "öteleme" içinde geçiştirmiş ve günümüze kadar taşımıştır.

Bu yüzden, sorunların gerçek ve kalıcı çözümü, ülkenin demokratik devrimini tamamlamasına bağlıdır.

Bu, PKK'nin "globalizme" adapte edilmiş "demokratik cumhuriyet projesi"nin de, "laik cumhuriyet"in de gerçekliğidir.

Ancak, burjuva demokratik devrimi, ne kadar tamamlanmamış olarak kalmışsa da, her durumda, içinde yaşanılan tarihsel süreçte burjuvazi tarafından gerçekleştirilmesi olanaksız bir devrimdir. Bilinmesi, unutulmaması ve altı çizilmesi gereken gerçek, burjuvazinin devrimci niteliğe sahip olmadığıdır. Dışa bağımlı kapitalizmin ürünü olan "yerli" burjuvazinin işbirlikçi niteliği de, bu tarihsel gerçeğin yanına konulduğunda, ülkemiz için, bu sorunların çözümünü gerçekleştirecek olan demokratik devrimin işçi sınıfının omuzlarına yüklendiği açıktır.

Yıllardır söylediğimiz gibi, sorun, işçi sınıfının öncülüğünde, işçilerin, köylülerin ve küçük-burjuvazinin birleşik mücadelesiyle demokratik devrimin (ki bu niteliği ile "demokratik halk devrimi" halini alır) tamamlanması sorunudur.

"Devrim" sözcüğünü ulu orta kullanmayı seven, ama gerçek bir devrimden söz edildiğinde "tüyleri diken diken" olan küçük-burjuva aydınlarının, Kürt sorunu karşısında "siyasal çözüm", "demokrasi içinde çözüm", "barışçıl çözüm" vb. adını verdikleri her türlü "çözüm", tarih-öncesinde kalmış bir diğer sorunun, laikliğin etkisi ve gölgesi altında çözümsüzlükten başka bir şey değildir.

Laik ve demokratik bir cumhuriyet, bir devrim sorunudur. Mevcut düzenin topyekün değiştirilmesi sorunudur. Böyle bir değişimin nesnel koşullarının olması dışında, bu değişimi geçekleştirmek isteyen öznel güçlerin varlığını öngerektirir. İşte bu topyekün değişimi isteyen ve bu değişimi gerçekleştirmek için mücadele eden öznel güçlerin varlığıdır ki, toplumun bir bütün olarak bir araya gelmesini, birlikte ve topyekün olarak sorunların çözülmesini sağlayabilir. Kürt sorunu, kapitalist gelişmenin tarih-öncesinde kalmış sorundur. Yani kapitalistleşme sürecine geç ve dış dinamikle girmiş bir ülkenin sorunudur. Batı-Avrupa ülkelerinde 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında çözümlenmiş olan ulusal sorunlar, ülkemizin tarihsel gelişimi içinde "ötelenmiş" sorundur. Bu, "gecikmiş burjuva demokratik devrim" koşullarında ulusal sorun (Kürt sorunu), bir tarafın "istemi"nin "üstten" kabul edilmesiyle çözümlenir bir sorun değildir. Bir başka ifadeyle, "devletin elitleri"nin ya da "sivil-askeri bürokrasinin", yahut "statükocuların" ikna edilmesiyle, ikna edilemedikleri yerde "yenilgiye" uğratılmasıyla çözümlenemez.

En basit gerçek, "statükocu" ya da "devlet elitleri", Kürt sorunu karşısında ne denli milliyetçi ve şovenist olurlarsa olsunlar, laiklik konusunda da o denli jakobendirler. AKP "medya"sının ve ideologlarının dillerinden düşürmedikleri "statükocu"ların, "devlet elitleri"nin ya da "derin devletin", Kürt sorunuyla "yenilgiye" uğratılmaları, aynı zamanda laik-cumhuriyetin "sahipsiz" kalmasına yol açacağı da açıktır.

Ne laiklik demokratik bir ortam yaratır, ne Kürt sorununun "yukardan aşağıya çözümlenmesi" demokratik bir cumhuriyetin kurulmasına yol açar. Her ikisi de, toplumsal çelişkileri daha da sertleştirerek, kimi durumda onlarca yıl sürecek bir çatışmayı, kanlı bir süreci başlatabilir.

Ortak amaçlar için bir araya gelmiş ve ortak amaçlar için mücadele eden insanlardır ki, ortak ve bileşik bir yaşamı, toplumsal oluşumu ve devlet düzenini oluşturabilirler. Bu olmadığı sürece, bir tarafın iradesinin diğer tarafa zorla kabul ettirilmesi durumu ortaya çıkar ki (ki Kürt sorunu olarak zaten mevcuttur), ulusal sorunların her türlü "zor" yoluyla çözümlenmesinin olanaksız olduğu gerçeği ile çatışır.

Bir başka tarihsel ve nesnel gerçek de, ulusal sorunların, feodalizme karşı burjuvazinin "birleşik pazar" oluşturma zorunluluğu temelinde köylülüğün toprak istemi ile çakışmasıdır.

Bu çakışma nedeniyle, burjuva demokratik devriminde, burjuvazi köylülüğü yedekleyebilmiş ve kendi askeri gücü haline getirebilmiştir. Çok açık tanımıyla, ulusal sorun, aynı zamanda bir köylü sorunudur ve köylülük tarafından "toprak sorunu" olarak algılandığı ölçüde milliyetçilik sorunudur. Her durumda, milliyetçilik, burjuvazinin "birleşik pazar" isteminin ideolojisidir. Dolayısıyla köylü kitlelerinin "toprak istemi"yle birleşerek, onları burjuvaziye yedekler.

Burada söz konusu olan, "ulus"un "ortak çıkar"larının savunucusu olarak ortaya çıkan burjuvazidir.

Burjuvazi ise, küçük, orta ve büyük burjuvazi olarak farklı kesimlere bölünmüştür. Genel ifade içinde burjuvazi sözcüğü, her durumda büyük burjuvaziyi, yani sanayici kapitalist ile tarım burjuvazisini içerir. Tüccar ise, sanayici kapitalistin "dağıtım" işlerini gören "kapitalist tüccar" olduğu ölçüde, burjuvazinin bir parçasını oluşturur.

Ancak, gerek küçük, orta ve büyük burjuvazi olarak burjuvazinin farklı kesimleri, gerekse sanayici kapitalist ile tarım ve ticaret burjuvazisinin çıkarları belirli sürelerle ve belirli amaçlar çerçevesinde birbiriyle çakışır. Çakışmanın olmadığı her durumda, bu kesimler arasındaki çelişkiler keskinleşir ve burjuvazinin değişik kesimleri birbirleriyle kıyasıya mücadeleye girerler.

Sanayici kapitalist ile tarım burjuvazisi, doğrudan doğruya "toprak"la ilişki içindedirler. Sanayinin kuruluşu bir "toprak" gerektirdiği gibi, ücretli işçinin bu "toprak"larda yaşıyor olması gerekir. Bu "toprak"lar, sürekli ve istikrarlı olarak var olmalıdır. Aksi halde, ne sanayici kapitalist, ne tarım burjuvazisi, belirsiz, tartışmalı ve sürekli el değiştiren "toprak" parçasına yatırım yapmaz.

Ticaret burjuvazisi ise, belli ölçülerde ülke iç pazarında sanayi ve tarım burjuvazisine bağımlı olsa da, "uluslararası ticaret"in gelişmesine bağlı olarak, kendisini ulusal bir temel üzerinde çalışmaya "mahkum" etmez. Özellikle emperyalist aşamada "yerli" ticaret burjuvazisi, işbirlikçi-sanayi burjuvazisinin dışa bağımlı yapısının getirmiş olduğu uluslararası mal dolaşımı içinde yer aldığından, kozmopolitik niteliği çok daha fazladır. Ancak bu "kozmopolitizm", emperyalist burjuvazinin (ki 1990'lardaki söylemle "globalizm") sermaye ihracı temelinde ulusal sınırları ve ulusal devletleri aşan, onların "dar" çerçevesi içinde hareket etmekten uzaklaşan, özcesi "çokuluslu" şirketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte "uluslar-üstü" niteliğinden farklıdır.

AKP'nin çıkarlarını temsil ettiği "feodal-tacir"ler ise, bir yandan ticaret burjuvazisinin "uluslararası" hareketi içinde yer alırken, diğer yandan "ümmetçi" bakış açısıyla "kozmopolitik" bir bakış açısına sahiptir. Sanayi burjuvazisi ne denli "toprak" temelinde üretimle ilgiliyse, feodal-tacir, sadece "toprak dışı" mal ticaretiyle ilgilidir. Özellikle iç pazarın başka ulusal sermayeler tarafından denetim altına alındığı koşullarda (emperyalist sermaye), feodal-tacirler için uluslararası mal ticareti yaşamsal öneme sahip olur. Bu da onların "toprak dışı" (ex-territorial) ilişkiler içinde olmasını getirir.

Bugün, Kürt sorunu karşısında AKP'nin (onun temsil ettiği şeriatçı sermaye kesimlerinin) "toprak dışı kültürel özerklik"e yönelik "çözüm" önerilerinin temelinde feodal-tacirlerin ticari ilişkileri ve bundan doğan zihniyetleri egemendir.

AB üyeliği sürecinde yaşandığı gibi, "AB üyeliği"nin her türlü "ulusal" sınırların, "ulusal değerlerin" ve hatta "ulusal bayrak"ın öneminin olmadığı bir "birlik" anlamına geldiği şeklindeki propagandalar ne denli gerçeğe aykırıydıysa, bugün AKP'nin feodal-tacir zihniyetinin, ümmetçilik temelindeki "kürt sorununa çözüm"ü de o denli gerçeğe aykırı bir propagandadır.

Bugün DTP'nin son kongresinde "resmileştirilen" "demokratik özerklik" ile AKP'nin feodal-tacir zihniyeti arasında büyük bir yakınlık ortaya çıkmıştır. Bu yakınlık, bir "taraf"ın "özerklik" istemine denk düşerken, diğer "taraf"ın laiklik karşıtı eyleminde Kürt halkını yedekleme istemine denk düşmektedir.

AKP "medya"sının ve ideologlarının yoğun propagandası altında, bugün için Kürt sorununun "özerklik" temelinde çözümünün karşısındaki tek engel "kemalist"ler, "ulusalcılar", faşist milliyetçiler ve "Türk" silahlı kuvvetleri olarak sunulmaktadır. Kürtler arasında büyük taraftar bulan bu propaganda, Kürt sorunun çözümünde AKP'yi "tek umut" haline getirdiği ölçüde, PKK'nin varlık koşullarını da tehdit edecek niteliktedir.

AKP'nin amacı, bu propaganda temelinde Kürt sorununu ticarileştirerek "ötelemek"tir. "Öteleyebildiği" ölçüde Kürtler arasında "tek umut" olmayı sürdürebilecek ve yerel seçimler sayesinde bunu "seçim zaferine" dönüştürecektir. "Ötelenmiş" ve ticarileştirilmiş Kürt sorunu, "terörün sonu" olarak sunularak, AKP'nin devlet aygıtı üzerindeki egemenliğini kalıcı hale getireceği hesaplanmaktadır.

Yapılacak olan tek şey, ticari ilişkilerle yeni işbirlikçiler yaratmak, mevcut Türkiye oligarşisinin Kürt işbirlikçilerinin elindeki "serveti" yeni işbirlikçilere dağıtmak (Uzanlar vb. olaylarında olduğu gibi), Kürt ticaretini ve tüccarını "gençleştirmek"ten ibarettir.[1]

Tüm bu ilişki ve çelişkiler içinde, Kürt ulusal sorununun gerçek ve kalıcı tek çözümü, ülkenin demokratikleştirilmesi, bunun için demokratik halk devriminin yapılması, bağımsız ve demokratik bir Türkiye'nin yaratılması olduğu bir kez daha açığa çıkmaktadır.

Ancak devrimciler, Marksist-Leninistler, ne denli ulusal sorunun "ulusların kaderlerini tayin hakkı" temelinde[2], ama demokratik halk devrimin gerçekleştirilmesiyle çözüleceğini söylerlerse söylesinler, "taraflar" her durumda kendi çıkarlarını azamileştirme ve tek yanlı olarak gerçekleştirme peşindedirler. Kürt solunda yer alanlar, onlarca yıl öncesinde "ayrı örgütlenme" yolunu seçerek, birleşik ve ortak bir mücadelenin sürdürülmesinin koşullarını ortadan kaldırmışlardır. Bu yüzden, bugün, ne kadar birlik ve ortak mücadeleden söz edilirse edilsin, "taraf"lardan birisi on yıllar öncesinden "tercih" ettiği bir yolda gitmeyi sürdürdüğü sürece, Kürt ulusal sorununun gerçek ve kalıcı çözümüne ulaşılmayacaktır. Ulaşılmadığı ölçüde, "orta yolcu" her türlü "çözüm" önerileri taraftar bulmayı sürdürecektir. Bunlar ise, sadece sorunu "ötelemek"ten başka bir sonuç vermeyecektir. Yine de, birleşik ve ortak bir demokratik halk devrimi mücadelesi örgütlemekten başka seçenek yoktur. Ve bunun yolu ise açıktır(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Gökyüzü;

 

Alıntılamış olduğunuz bu yazı, bilimsel ispatlar, global dünyanın gerçeği ve ulus-devlet modellemesindeki hataları kapsasa da eksiktir. Yön ve bilinç aktarmaktan çok, belli bir noktada kilitlenmiş bir yaşam sağlayıp, tek yolun ayrılıkçılıktan geçtiğine işaret etmektedir... Ki objektir bir anlatım değildir!

 

Hangi ülke yada ırk içinde olursa olsun, "milli burjuvazi" oluşmadığı sürece, o ülke mutlaka içinde bulunan ve dış destekli "satılmış burjuvazi" nin yönetiminde olacaktır. Bizler, bugün, Sabancıları, Koçları, Uzanları "dıi güdümlü burjuvazi" görmekteyken; aynı şekilde feodal sistem argümanları da aslında satılmış burjuvazinin bilimsel tanımı yapılmamış şeklidir.... Örnek, kürt burjuvazisinin yaşadğı yer batıdır, yatırımları da batıdadır!

 

Bilinen asıl Türkiye gerçeği (Rahmetli Kemal Sunal filmleri net örnektir); toprak reformunun geciktirilmesi ve bunun sonucunda da "para"nın birikimi yada hükmedilmesi azınlıkta kalan kapitalist burjuvazisinin eline geçmesidir... Ne 1950 lerde İsmet İnönü, ne de 1960 larda Menderes hükümeti; bu sorunu çok iyi bildiği halde asla dile getirmemişlerdir.

 

Bugün, 1980 başröl oyuncularının hala federasyondan bahsetmesi ama ısrarla "toprak reformu" yapmamasındaki asıl neden, ne kürt halkını düşünmektir, ne de başka birşey; sadece ve sadece ağababalarının top yekün sömüreceği geniş arazi taleğlerini dile getirmeleridir..

 

Bahsedilen "çözüm" argümanlarında, demokratik denilen ama asla demokratik olmayan talepler, yine çözümsüzlük getirecektir. Ki çözüm isteyen kürtlerin aslında çözümsülük talep ettiklerinin en açık örneğide budur.

 

Toprak reformu neler sağlayacaktır? En başta, birey olarak, taşra insanlarının ana mesleği olan tarım işini birilerine kul-köle olmadan yapmasını sağlayacaktır. Bu, aynı zamanda insanlarının toprak köklerine daha çok sarılmalarını, dolayısıylede çalışan-kazanan bir gurubun daha çok kazanmak adına kendini geliştirmesine ön ayak olacaktır. Hatta "sorun" denilen şeyle uğraşan bile olmayacaktır.

 

Türkiye nin sorunlarından bir tanesi "toprak reformu"dur!

 

Ancak, açıkça itiraf etmek gerekirse, ne üreten ne de tüketen değildir kazanan... Tamamen her türlü rantın, sömürünün, kazancın biriktiği asıl argüman "komüsyoncular"dır.

 

Halk devrimini bu ülke zaten yaptı! Ancak, bir devrimi yapmak ile bu devrimi yaşatmak çok farklı şeylerdir. Bizler hala şekilcilikle yoğrulmaya devam ettiğimiz sürece, isimler altında ezildiğimiz sürece, aslında elimize bu "çelik çomak oyunu"nu verenler hala en üst düzeyde rantlarını kalkındırmaktayız...

 

Ben açıkça kürtlerin istikbal için gerçek manada çözüm üretme derdinde olduklarını sanmıyorum...

 

Eğer amaç bölge kalkınması ve bölge gelirinin artması olsaydı; Diyabakır/Bismil7Cumhuriyet Köyü zaferinin peşine düşer, bu zaferin diğer köylerde de kazanılmasını sağlarlardı! Kaldıki "zafer" diye tanımladığım bu "halk özgürlüğü", "kendi kazancına sahip olma" gibi baş kaldırıları, Cumhuriyet Tarihininde örnek olacak bir çabasıdır... Kim bu zaferin peşine düştü? Neden bu zafer dalga dalga büyümedi?

 

Ne tür bilimsel açılımlar yaparsanız yapın, doğanın kanunu, tür kendi varlığını sürdürmek için illede en güçlü olma noktasında savaş verecektir. Zaten kapitalizmin ana çıkış noktasıda budur. Güçlünün kazandığı ama türün devamının sağlandığı bir sistem...

 

Bugün çoğu devrimci geçinenin hayranlıkla izlediği Çin yükselişinde de, aslında kendi insanının kanının ve emeğinin son derece katı yöntemlerle sömürülmesiyle ortaya çıktığı hiç gündeme getirilmez. Sonuçta tüm "izm"le biten oluşumlar, fikirler, sistemler; tamamen dünya isanının sömürülmesi üzerinedir. Bence tümüde özetle "emperyalizm"dir.

 

Sorunların ötelenmesi, görmezden gelinmesi yada bastırılması, sadece belli bir zümreye yapılan yaptırımlar değildir. Bu tespit tamamen yanlı bir anlatım olduğunun zaten açık göstergesidir. Anlatılan tüm uygulamalar tüm Türkiye için geçerlidir. Tüm halkın sorunları ötelenmektedir. Bugün demokrasi türküsü çalanların, gerçek anlamda bireyin hak, hukuk ve özgürlüğünü mü hayal etmektedir? Aynı şekilde kürtlerin önder seçtiği ve çözüm haritası çizenlerde tamamen kürtleri sömürme üzerine bir oyun sahneye koymuyorlarmı?

 

O halde problem nasıl aşılır!

 

Bu mantıkla, ortada zaten aşılmaması şeklinde üretilmiş bir problem vardır. Bu taleplerle herhangi bir problemin çözülmesi de mümkün değildir. Dünya gerçeği böyledir. Federe devlet sistemlerinde dil, hukuk, devlet hizmeti "denk"tir. Özerklik sadece belli bir bölgenin yerel yada kamu yönetimlerinde yine o bölge insanının söz sahibi olmasından geçer. Başka her hangi bir özerk tanımlamada yoktur. olması da mümkün olmaz. Bkz:Alman Federe Devleti...

 

Hem geç kalmışlıktan bahsedip, hemde eldeki mevcut örnekleri görmezden gelerek olmayacak taleplerde bulunmak; zaten emperyalist ve sömürücü zihniyetlere hizmet etmek demektir...

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BAĞIMSIZ KÜRT DEVLETİ PROPAGANDASI

 

 

Atsız; aşağıda okuyacağınız makaleyi yazdığında yıl 1967 idi. Düşmanın son 40 yıl içerisinde nereden nereye geldiğini göstermesi bakımından ibretlik bir vesikadır. Atsız’ın, -bu makaleyi yazdığı için- ömrünün son 1 yılını hapiste geçirmiş olduğu da hatırlanırsa, Türkçülük düşmanlığının son dönemde artırılmasını da daha iyi anlayabiliriz. TTK

 

 

 

Farsların gayet geri ve iptidaî bir kolu olup İran, Türkiye ve Irak’ta yayılmış bulunan Kürtleri bir devlet ve millet durumuna getirmek yolundaki istekler epey eskidir...

 

 

Bütün iptidaî topluluklarda olduğu gibi Kürtlerde de yabancı devletlerin kışkırtmasıyla başlayan bu hareket Kürt çoğunluğu arasında değil, onların zengin ağa sınıfı ile okumuşları arasında itibar görmüştür. Çünkü bağımsız bir Kürdistan’tan faydalanacak unsur bunlardır. Kurulacak Kürdistan’da idareci ve yüksek sınıf olacaktır.

 

 

Birinci Cihan Savaşı sonunda ortaya çıkan “Kürt Teâli Cemiyeti”, Osmanlı Devletinin kendisinden sayarak yüksek makamlara getirdiği Kürtler tarafından kurulmuştu. Dergileri yayınlanıyordu.

 

Mütareke yıllarında Kadıköy Sultanisi’nde okurken Arapça ve Siyer-i Nebî hocamız olan Mihri Efendi, Kürt milliyetçisi olduğu için bize Türklük ve Türkçülük aleyhinde propaganda yapar, Kürt dergileri dağıtırdı. Bir gün: “Sakın Türk’üm demeyin. Öteki unsurları gücendirirsiniz. Osmanlıyım diyin” diye öğüt vermişti. Dağıttığı dergilerin birinde Kürtlerin Asurlular neslinden geldiği yazılıydı. Kürtleri öven bir manzumede de “sularla dağların kibr-i gururundan doğan Kürtler” diye bir mısra vardı.

 

 

Tabiî bütün bunlar köksüz, iptidaî bir cemaat olmanın verdiği zavallılıktan doğuyordu. Zencilerin, kendilerini eski Mısır medeniyetini yaratan insanların torunları diye görmek istemeleri gibi Kürtler de Asurluların soyundan geldiklerini iddia ederek biraz itibar kazanmaya çalışıyorlardı. Fertlerdeki aşağılık kompleksinin bir takım atıp tutmalara sebep olması gibi bunlar da sularla dağların kibrinden ve gururundan doğduklarını hayal ediyorlardı.

 

Millî zaferden sonra bütün vatan hainleriyle birlikte Kürtçüler de sinmiş, Mihri Efendi de sakalını kazıtarak avukatlığa başlamıştı. Atatürk’ü öven bir yazısını hatırlıyorum.

 

Bugün Kürtçülük safsatası yine hortlamıştır. Yalnız Millî Güvenlik Kurulu’nun değil, herkesin bildiği gibi Türkiye’de bağımsız Kürdistan kurmak isteyen bir güruh vardır. Bunlardan bir takımı Milli birlik Hükümeti zamanında tutuklanmış, sonra delil yetersizliğinden ve aflardan faydalanarak salıverilmiştir. İçlerinden bir tanesi senatör seçilmiş, fakat Amerika’ya kaçarak kürtçülük yapmaya başlamıştır.

 

 

Kürtçüler, açıkça kürtçülük yapamayacakları için davalarını “Türkiye’nin doğusu davası” haline öne sürmekte ve Türkiye’nin doğusunun da “Türk” olduğunu unutmuş gözükmektedirler. Şimdilik yaptıkları başlıca iş, bir Türk davasının mevcut olduğu hakkındaki yayınlarıdır. Bu yayınla doğunun Kürt ülkesi ve Kürtlerin de mühim bir millet olduğu umumi efkâra kabul ettirmek istemektedir.

 

 

İstanbul’un mühim gazetelerinden olan Yeni Gazete’nin 1967 Mart sayılarında “Barzani’nin Karargahında” başlığı ile çıkan bir tefrika bu bakımdan dikkate değer.

 

 

Tefrikayı yazan, Doğan Kılıç Şıhhasananlı adında Alevi bir Kürt’tür. Uzun yıllar Amerika’da kalarak yetiştirildikten sonra Türkiye’ye dönmüş ve kürtçülük yapmaya başlamıştır. Özel konuşmalarında bu propagandaya tanık olanlardan biri Ötüken Yazı İşleri Müdürü Mustafa Kayabek, biri de Ankara’da Kimyager İsmail Hakkı Gökhun’dur. Doğan Kılıç Şıhhasananlı, son defa Elbistan’daki bir saz şairleri toplantısını kürtçülük ve Alevilik toplantısı haline getirdiği için tutuklanmış olan kişidir.

 

 

Yeni Gazete’de 8-29 Mart 1967 tarihleri arasında da devam eden tefrika, Barzani’yi ve hareketini anlatmaktan ziyade kürtlük ve kürtçülük yapmak gayesiyle kaleme alınmıştır. Çünkü bu tefrikada “Mareşal (!) Mustafa Barzani” bir devlet başkanı olarak tanıtılmaktadır. Bu devletin valileri, kumandanları, milli emniyet teşkilatı, mahkemeleri, okulları, kanunları ve her şeyi vardır. Hareket tamamiyle milli bir harekettir ve Hırıstiyan Kürtler de bu hareketin içindedir. Barzani’nin yanındaki Kürtler’den bazıları Türkiye Kürtleridir.

 

 

Tefrika bittikten sonra şu hükme varılabilir ki bunu okuyan Türkiyeli bir Kürt, bu masallara biraz inandığı takdirde kendi devletine hizmet için Barzani’nin yanına gitmek arzusu pekala duyabilir.

 

Doğan Kılıç, kürtçülük düşüncesine kendini o kadar kaptırmıştır ki 8 Mart tarihli tefrikaya kendisinin, iki Kürt muhafızla birlikte çekilmiş bir resmini koymaktan nefsini alamamıştır. Bu resimde Doğan Kılıç da Kürt kılığında ve elinde tomson olduğu halde gözükmektedir. Zaten Barzani gibi komünist ülkesinde yetiştirilerek komünist usulü çetecilik yapan bir adamın dağlardaki karargâhına kadar giderek onunla konuşabilmesinin kerâmeti herhalde Doğan Kılıç’ın şahsiyetinin Barzani’ye güven vermesidir.

 

 

Bu tefrika her bakımdan bir kürtçülük propagandasıdır demiştik. Delilleri şunlardır:

 

 

Barzani, Mao-çe-tung kadar büyük bir gerillâcıdır. (8 Mart tefrikası)

 

 

İran, Irak ve Türkiye’nin bazı parçaları Kürdistan’dır. Mesela Barzani, İran Kürdistanı’nda Mahabat Kürt Cumhuriyetini kurmuştur... (8 Mart tefrikası). Irak Kürdistanı’nda soyadı yoktur. (17 Mart tefrikası). Türkiye’de Türkmen sülâleleri Kürdistan’ı işgal etmişlerdir (11 Mart tefrikası).

 

 

Barzani’nin eşkiyalarından İsa Suvar “Zaho kahramanı” (11 Mart tefrikası, İsa Bey “kuzey kolordu kumandanı” (19 Mart tefrikası), Ahmet Salih “Kerkük valisi” (25 Mart tefrikası), Sıddık Emin “Gıleha bölgesi ikinci merkez kumandanı”dır (25 Mart tefrikası).

 

Görülüyor ki, Barzani eşkiyalarının hiçbir zaman yaklaşmadığı bir Türk şehrine Kürt vali(!) tayin etmek gönüllerinde yatan arslanı göstermektedir. Kuzey Kolordusu kumandanı, Milli Emniyeti, mahkemesi olduktan sonra neden Kerkük valisi olmasın? Barzani'nin belki Hakkari, Van, Diyarbakır valileri ve merkez komutanları da vardır ama Doğan Kılıç nezaketinden dolayı onlardan bahsetmemiştir.

 

 

Ayrıca, yalnız güneylerdeki Irak kuvvetleriyle çarpışan bu Kürtlerin bir de kuzey kolorduları bulunması, kuzeylerdeki Türklere karşı niyet ve maksatlarını açığa vurması bakımından ilgi çekicidir. Bundan başka, sırf Irak ordusunun beceriksizliği yüzünden dağlarda tutunmayı başaran bir eşkıya reisini milli kahraman diye tanıtarak Kürtçülük propagandası yapmak Türkiye’deki Kürtçülüğü körüklemek olacağı için hükümet bunun üzerine eğilmelidir. Çünkü gaye ve karakter bakımından 1967’nin Molla Mustafa Barzani’si ile 1925’in Silvanlı Şeyh Said’i arasında hiçbir fark yoktur. İkisi de bağımsız Kürdistan davası peşindendirler. Şeyh Said’i İngilizler kışkırtmıştı. Molla Barzani’yi de Ruslar kışkırtıyor. Kürt bağımsızlığı, perdenin göstermelik tarafıdır. Perdenin arkasında yabancı devletlerin çıkarı vardır ve Kürtler maşadan başka bir şey değildir. Farzı muhal bağımsız olsalar bile Türk’e ihanet edip de ayrılan Araplar’ın başına gelenlerin daha korkuncu Kürtlerin başına gelecektir. Kürtlere göre çok kalabalık, medeni ve mazisi olan Arapların durum Kürtlerin gözünü açmalıdır. Araplar, Yahudilere yenilseler de ortadan kalkmazlar. İptidaî, mazisiz ve azlık Kürtler ise yarın medeni ve teşkilatı Ermenilerin karşısında yok olup giderler

 

.

Doğan Kılıç Şıhhasananlı, Amerika’da kaldığı süre içinde herhalde modern propaganda usullerini iyi öğrenmiş olmalıdır. Çok fakir bir malzemeye dayanmasaydı daha çok başarı sağlayacağı muhakkaktı. 9 Mart 1967 tarihli tefrikada silahlı, güzel bir kız resmi var. Çekik gözleri, çıkık elmacıklarıyla bu kız Orta Asya Türk’ü olduğu derhal anlaşılan bu kız resminin altındaki açıklamalardan Margaret adında Hırıstiyan bir Kürt olduğunu ve savaşlarda büyük kahramanlık gösterdiğini, adının cihana yayıldığını öğreniyoruz. Hepsi iyi ama bu kızın Kürt olduğuna dair noter senedi veya Anayasa Mahkemesi kararı getirseler yine kimse bu kızın Kürt olduğuna inanmaz. Çünkü o tipik bir Özbek veya Kırgızdır. Böyle Kürt, hele böyle güzel Kürt olmaz. İstanbul’daki on binlerce Kürt vatandaşımızı göre göre Kürtler hakkında görgüye dayanan bir kanaatımız olduğu için Margaret’in Kürt olduğuna inanmakta mazuruz. Olsa olsa Moskoflar tarafından Barzani’ye sekreter diye verilen bir ajan kontrolcu olabilir.

 

Bizim burada Doğan Kılıç’tan öğrendiğimiz en mühim bir husus Şafiî, Şiî ve Hıristiyan Kürtlerin birlikte çalışıp mücadele ettikleridir. Bunu bizim yobazlara ithaf ediyorum. Şamanî, Musevî ve Hıristiyan Türkler şöyle dursun, Şiî Türkleri bile reddeden bu kaba softaların nasıl bir gaflet, cehalet ve hamakat içinde bulundukları bir kere daha ortaya çıkmış oluyor.

 

Şıhhasananlı’nın tefrikası savcılık tarafından ele alınmalıdır. Türkiyeli Kürtlerden bazılarının Barzani’nin yanına gitmesi herhalde şöylece geçiştirilecek bir olay değildir. Barzani’nin elindeki silahların nereden sağlandığı meselesi de ayrı bir konudur. Irak ordusundan alınmıştır diye kestirip atmak büyük bir kavrayışsızlık olur. Son yıllarda Almanya’dan kaçak olarak sokulan silahların Irak sınırına kadar gittiği hakkında bir takım söylentiler duyuldu ve bazı kaçakçılar gazetelere geçti. Bunların üzerinde durulmuyor mu, bilmiyoruz. Duruyorsa yalnız durulmakla mı kalınıyor, yoksa tedbirleri de alınıyor mu?

 

 

27 Mayıs 1960’tan sonraki aşırı hürriyetlerin ve idarî gevşekliklerin, Türkiye’yi her hareketin yapılabileceği bir ülke haline soktuğu yolundaki kanaati değiştirmeli. Basın hürriyeti milletin manevîyatını çökertmeye kadar varacak mıdır? Bunların üzerine dikkatle eğilmeli. İmkansız ise Meclis ve Senato harekete geçmelidir. Çünkü hürriyet için hürriyet olmaz. Hürriyet, milletin saadeti içindir.

 

 

Milleti batırmaya yarayacak bir hürriyet, korunma çaresi olmayan âsumâni bir beladan başka bir şey değildir..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bize gerçek bir ırkçı ve faşist olan adamları Milli Kahraman olarak sunmayın boşuna. Yazdıkları ve söyledikleriyle milliyetçilikten ve vatanseverlikten ne anladığını ortaya koyan bir adamı. Milliyetçi diyede sunmayın.

 

"Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

 

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır.

 

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerideki düşmanlarımızdır.

 

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

 

Tanrı yardımcın olsun"

 

Hüseyin Nihal Atsız...

 

Evet yukarıdaki alıntı. Nihal Atsız'ın Türklükten ve milliyetçilikten ne anladığını ortaya koyuyor. Bu alıntı Hitler'in kavgam kitabından millet adları değiştirilerek alınmamıştır. Atsız'dan alınmıştır.

 

Faşizmi ve Irkçılığı , "milliyetçilik" diye yutturmaya kalkmayın. Zira ikisi aynı şey değil. Ben şahsen Çeçen asıllı olarak kendimi türk milletinin "iç düşmanı" olarak hissetmiyorum. Türk Milletininde, ne çeçenleri, ne lazları, ne arnavutlar, ne pomakları, ne kürtleri, ne çerkesleri nede diğer adı sayılanlaı "iç düşman" olarak gördüklerinide düşünmüyorum.

 

Türk milletinin böyle Naziler Türkiye'yi işgal edince kimlerin idam edileceğinin listesini hazırlayan. Elinde Hitler'in kendisine Almanya'dan özel olarak gönderdiğini söylediği, aslında doktorların hamile kadınların doğum öncesi kemiklerini ölçtükleri pergelle milletin kafatasını ölçüp "siz yüzde şu kadar Türksünüz. Siz yüzde şu kadar dönmesiniz" diye notlar veren. Memleketin pırıl pırıl bugün büyük mirası olan aydınlarına vatan haini diyen linç ettirmeye çalışan, gazete binalarını yakan, kendisi ve fikirleri yüzlerce yıl öteden dünyayı takip eden eski nazi bozuntusu sözüm ona milliyetçilerin zırvalarına hiç itibar etmediğini ve etmiyeceğindende eminim.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.