Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 “Hükümetin birden bire ortaya çıkan Güneydoğu’ya olan hizmetlerini ilerletme isteği, aslında yabancıların buraya olan ilgisi sebebiyle oluştu. Bu bölgeye ciddi yatırımlar yapılarak, su getirilerek yabancıya satmayı istiyorlar. Bu sebeple de toprak fiyatları artıyor. Fiyatların artmasıyla da burada Türk çiftçisi kalmayacak. Bundan sonra o yörede yabancı çiftlikler göreceğiz. Suriye sınırındaki 216 bin dönüm mayınlı arazinin temizlenmesi de yabancı şirketlere verilecek. Hükümet tarafından Güneydoğuyu yabancılaştırma hareketi resmen başlatılmıştır” Diyarbakır Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın GAP ile ilgili olarak Diyarbakır’da bugün yapacağı açıklamaların tarihi nitelikte olacağını söyledi. CHP Muğla Milletvekili Gürol Ergin ise “Hükümetin birden bire ortaya çıkan Güneydoğu’ya olan hizmetlerini ilerletme isteği, aslında yabancıların buraya olan ilgisi sebebiyle oluştu. Bu bölgeye ciddi yatırımlar yapılarak, su getirilerek yabancıya satmayı istiyorlar. Bu sebeple de toprak fiyatları artıyor. Fiyatların artmasıyla da burada Türk çiftçisi kalmayacak. Bundan sonra o yörede yabancı çiftlikler göreceğiz. Suriye sınırındaki 216 bin dönüm mayınlı arazinin temizlenmesi de yabancı şirketlere verilecek. Hükümet tarafından Güneydoğuyu yabancılaştırma hareketi resmen başlatılmıştır” dedi. * * * Gürol Ergin’in bahsettiği Güneydoğu’yu yabancılaştırma hareketinin yasal alt yapısını, hükümet 5 Ekim 2004 tarihinde Resmi Gazete’de “Milletlerarası Anlaşma” başlığı altında yayınladı. Konu, sadece bu sütunda gündeme getirildi! Anlaşma, dönemin Tarım Bakanı Sami Güçlü’nün daveti üzerine, 14-15 Temmuz 2004 tarihlerinde, Türkiye’yi ziyaret eden İsrail Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert ile imzalanan mutabakat zaptının onaylanması hakkındaki karar idi! Mutabakatın 12’nci maddesinde şöyle deniliyordu: “İsrail tarafı, İsrail firmalarının ilgilendiği GAP projelerinin 2005 yılı bütçesinde uygulamaya konulmasını Türk yetkililerden talep etmiştir.” Mutabakatın, 15’inci maddesinde ise özellikle GAP bölgesinde İsrail firmalarının hangi alanlarda nasıl çalışacağı tespit ediliyordu. Tayyip Erdoğan, son Amerika gezisinden dönerken, uçakta, gazetecilere önemli bilgiler vermişti. Erdoğan, Yahudi lobisi ve kendilerini “Dünya Hükümeti” gibi gören 12 kişilik Global Stratejik Komite’nin beyni Henry Kissinger ve onun halefi olan Richard Hollbroke ile yeni görüşmüştü. Sıcağı sıcağına, uçaktaki gazetecilere, GAP’ın eksik kalan yatırımları için yaklaşık 10 milyar dolara ihtiyaç olduğunu anlatan Erdoğan, bu sorunu Körfez sermayesi ile aşmayı düşündüklerini söylemişti Erdoğan, Fatih Altaylı’nın Teketek programında da GAP’a 10 milyar dolar yatırım yapılması gerektiğini, bu yatırımla GAP’ın ayağa kalkacağını belirtmişti. Yahudi lobisinin bir numaralı gündem maddesi GAP olmuştu! * * * 2006 yılı Kasım ayı başında Şanlıurfa’da “İkinci GAP Buluşması” düzenlendi. Harran Üniversitesi’ndeki toplantıda GAP İdaresi Başkanı Muammer Yaşar Özgül, Yusuf Kürkçüoğlu’nun sorusu üzerine “Sulama projeleri için 8 milyar dolar, diğer yatırımlar için 14 milyar dolar olmak üzere 22 milyar dolara ihtiyaç var” demişti. Demek ki Erdoğan rakamları eksik veriyordu. Yabancı Sermaye Derneği Başkanı Şaban Erdikler ise 9 GAP iline, yabancı yatırımcıyı çekmek için Batı ülkelerinde bilgilendirme turuna çıkacaklarını açıkladıktan sonra, YASED’in sonbahar resepsiyonunda Erdoğan’ın kendileriyle özel olarak görüştüğünü ifade ederek, “Sayın Başbakan bizden, GAP’ta yatırım konusunda yabancı ve yerli yatırımcıya dönük çalışmalarda bulunmamızı istedi” demişti Erdikler, dünyanın en büyük şirketlerinin başkanlarının katıldığı Uluslararası Yatırım Danışma Konseyi toplantısının dördüncüsünün Mart 2007’de yapılacağını, toplantıda GAP yatırımlarının “özel bölüm” olacağını da bildirmişti. * * * Bilindiği gibi Uluslararası Yatırım Danışma Konseyi üyeleri, daha çok ABD ve İngiltere merkezli şirketlerden oluşuyor ve çoğu Yahudi sermayesidir. Bunları davet eden de Erdoğan’dır. Erdoğan’ın bugün GAP ile ilgili olarak milli bir proje açıklaması sürpriz olur. Çünkü, özelleştirme adı altında, Türkiye’nin nesi var nesi yoksa küresel sermaye dedikleri Yahudi sermayesine satmış durumdadır. Sıra GAP’a gelmiştir! Alıntı
Φ haveran Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 Bekir COŞKUN [email protected] Bay tersine... NE derse tersine... Diyelim ki Başbakan, "İşçi kardeşlerimizin 1 Mayıs’ı emek ve dayanışma günü kutlamaları için karar almış bulunuyoruz" dediği an, işçilerin 1 Mayıs’ta dayak yiyeceklerini anlamışımdır. Nitekim "Çiftçimizin artık yüzü gülecek" dedikten sonradır ki ana tarım ürünlerimizin ithali açıldı ve çiftçiler traktörlerini galericilerin önüne götürüp sattılar. "Şimdi sıra üniversitelerin iyi çalışmasında" dediğinde üniversiteler, "Şimdi de Merkez Bankamızın yerini düzeltiyoruz" dediği zaman Merkez Bankası karıştı. "Genel Sağlık Sigortası ile iş hayatında reform yapıyoruz" dediği an, insanlar 1.5 yaşındaki çocuklarının elinden tutup onu "frezeci ustası" yapmaya gittiler. "En az üç çocuk doğurun" demesi, Anadolu’dan İstanbul’a gelenlere, "Bu kadar çok kalabalık olmaz, vize uygulayalım" önerisinden hemen sonraya denk gelir. "Şimdi hep birlikte doğayı koruyacağız" dedikten hemen sonradır; ormanların kesilip yerine otel yapılmasına ilişkin yasanın yürürlüğe girmesi... * Ne derse tersine... "Şimdi bilin bakalım yapmamız gereken hakikaten önemli neye sıra gelmiştir..." "....?" "Hortumları kesmeye..." İşte; torbayla altın toplama düğünlerinin, 14.5 yaşında şirket sahibi olmanın, likit yumurta ve mısır gevreği işinin, gemiciliğin, damada ihalesiz ve kamu bankalarının parası ile gazete-TV kapatma sürecinin başlama tarihidir bu "hortumları kesme" sözü. * "Yargının bağımsızlığı için reform yapmaya sıra geldi" dedikten sonra ne çıktı?.. Yargı krizi... Çünkü yargıçlar; yargı bağımsızlığının, yargının AKP’lileştirilmesi olduğunu anladılar. Tıpkı, "Laik Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda Anayasa’yı düzeltiyoruz" dedikten hemen sonra "Türban serbestisi getiren Anayasa düzeltmesi" yapıldığı... Ya da "Bu noktada düşünce özgürlüğünde sıra..." dedikten sonra yazarların sabaha karşı evlerinden toplatıldığı gibi... Ben bakarım: Ne dedi?.. Ne dediyse tersine... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 27 Mayıs , 2008 Herşeyin sağlamasının mümkün olduğunun kanıtı bir yazı Alıntı
Φ odisseus Gönderi tarihi: 1 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 1 Haziran , 2008 Satılan ve satılacak bu yerlerde çalışacak ucuz genç işçilere ihtiyaç vardır.Halihazırda mevcudu vardır ama ilerisi için ne olur ne olmaz diyerek"en az üç çocuk yapılmalı"empozesi ile gelecek nesilleri de garantiye almışlardır.Yani insan ticareti de tamamlanmak üzeredir. Alıntı
Φ Yayamaz Kayımca Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Fethullah Artık Dön... Dönecekti ama birden vazgeçti!.. Dönüş tarihi 8 ya da 11 Nisan’dı ... Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Fethullahçıların tüm planlarını bozdu... Daha önceleri yazdım... Fethullahçılar Güneydoğu’yu kuşattılar tam anlamıyla... Diyarbakır’da “Işık Odaları” açılıyor; Batman, Malatya, Van, Gaziantep, Şanlıurfa gibi kentler “Fethullahçılar” tarafından kuşatılıyor. Ben Fethullah’ın ABD’den Türkiye’ye hemen dönmesini istiyorum... Hoca, 10 yıldır yurt özlemi çekiyor... Hemen İstanbul’a gelsin, Altunizade’deki konutuna yerleşsin; Hakan Şükür’le öpüşüp koklaşsın; işlerini buradan yönetsin!.. Fethullah, ABD’den dönerse, Ergenekon olayı da açıklık kazanır. Belki bizim bilmediğimiz gerçekler ortaya çıkar... Sahi şu Ergenekon’a ilişkin ayrıntılar nedir, iddianame ne zaman hazırlanacak, çok merak ediyorum... Benim Ergenekon’a bakışım çok açık, daha önce yazdım, yineleyeyim: “Bu işin sonuna dek gidilmeli, karanlıkta hiçbir şey kalmamalı!..” Ergenekon’da ilk gözaltı ve tutuklamalar on ay önce olmadı mı? Oldu! Ardından ikincisi geldi, sonra üçüncüsü!.. Peki iddianame neden hazırlanmıyor? Bilmiyorum!.. 12 Eylül 1980 sonrası sıkıyönetim döneminde 2 bin 500 sanıklı DİSK davasının iddianamesi 15-16 ayda bitirilmişti. Fethullahçılar, dinciler, Soros’un çocukları, Amerikan mızıkacıları, ******** takımı şimdilerde “laikçi faşist” sloganıyla TV ekranlarında boy gösteriyorlar... Arkalarında ise Avrupalı destekçileri... *** Olli Rehn, Joost Lagendijk, Javier Solana, Cem Özdemir, Dimitrij Rupel... Bu beyler AKP’ye, Fethullahçılara koşulsuz destek veriyorlar... Bu ülkenin yurtseverlerini, demokratlarını, gerçek aydınlarını “laik faşistler” olarak görüyorlar... CHP ve Deniz Baykal ise hedefte... İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu, Doğu Perinçek gözaltına alındıklarında dilleri tutulan bu beyler, “*****”, “Tayyip - AKP” gündeme geldiğinde bülbül gibi şakıyorlar. Damat Lagendijk, Fethullahçıların Avrupa’daki işlerini izleyen Cem Özdemir... Yaptıkları açıklamaları alt alta koyup okuyun, şaşıracaksınız... Bunlar Türkiye’yi yönetiyor, yargıya kafa tutuyorlar... Lagendijk, Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan hakaret etme yürekliliğini kimden alıyor, söyler misiniz? Cumhuriyet mitinglerine katılan milyonlarca aydınlık yüzlü, laik demokrat insanımızı “Ergenekon çetesi” olarak gösteren düşünce, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu CHP’yi de “darbeci, baskıcı, ulusalcı” olarak değerlendiriyor. Bu bir oyundur!.. İnsanları “darbeci - çeteci - laik faşist” diye suçlamak Fethullahçıların ortaya attığı bir slogandır... Para gücü Fethullahçılardadır bugün. Sabah ve atv olayını eşelediğinizde Fethullahçı gücü görebilirsiniz. Burada Deniz Baykal ve CHP’ye de bir çift sözüm olacak... İç çekişmeler bitmeli, kısır döngü çatışmaları durmalıdır. CHP, demokrat ve solcu kimliğini ortaya koymalıdır. Gün “sol”da birleşme, dayanışma, kardeşlik günü olmalıdır... Dinci ve tarikatçı yapılanma Türkiye’yi kuşatıyor... *** Türkiye’yi yönetmeye kalkışan, tarikatçıları - Fethullahçıları, AKP’yi “demokrasinin ve özgürlüklerin simgesi” olarak gören, Anayasa Mahkemesi’ne hakaretler yağdıran Olli Rehn, Joost Lagendijk neden bu ülkeyi işgal eden “Çokuluslu Altın Avcıları”na karşı tepki koymazlar... Kaz Dağları’nı, Tunceli’yi, Erzincan’ı, Kaçkarlar’ı, Eşme Kışladağı’nı, Madra Dağları’nı işgal eden, çevreyi kirleten, zehirleyen “Çokuluslu Altın Avcıları”nı bağırlarına basarlar... Çünkü tarikatçı - Fethullahçı sermaye onların sağ koludur Türkiye’de... Bu öykü biraz uzundur... Sırası geldikçe anlatacağım!.. HİKMET ÇETİNKAYA Cumhuriyet Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2008 Belkide ölmüştür ama saklıyorlardır Dönecek hepimizi hidayete erdirecek ahir zaman peygamberi Her sene kutlu doğum haftasını birilerine peygamberin doğum günü diye yutturan şahsiyet... ********** Hıyanet-i vataniye Dinleme skandalı buzdağının sadece tepesidir. Devlet içinde örgütlenmiş cemaate bağlı çete, tüm kritik kişi ve kurumları yıllardır dinlemektedir. Şimdi CHP Genel Merkezi veya Paksüt olayı patlayınca büyük medya işin vahametinin farkına vardı. Türkiye'nin bölünmesi ve yönetiminin bir başka yapıya devredilmesi ihalesine talip olan bu yapı artık bir başka evreye geçti. Şemdinli'de başlayan süreç, psikolojik harpteki en mühim unsur medya penetrasyonunun genişlemesi, organize ekonomik güç ve siyaset yapıcı odaklar üzerindeki etkileri tartışmasız bir etkiye kavuştu. Ancak bu etkin güç kendi içinde de, nedense erken bir şekilde, iktidar kavgasına tutuştu. Sızan bilgiler Köşk-iktidar eksenindeki gerilimin cemaatin İstanbul ayağındaki tepe imamlar arasında da benzer bir gerilime yol açtığı yolunda. Cemaatin güvenlik ve istihbaratının oldukça genç bir imama teslim edilmesi özellikle emniyette sıkıntı yaratmış. Koskoca daire başkanları dizlerinin üzerinde bu çocuğa tekmil veriyor, bu da hoş karşılanmıyormuş. Elbette bunlar karşı istihbaratta olabilir ama nihayetinde Ankara ve İstanbul mahfillerinde bunlar konuşuluyor. Burada önemli olan şey şu: Ülkede derin bir ideolojik kriz var. AKP ve başta Erdoğan hedefte ancak ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. İstihbarat savaşları kaynağı itibarıyla karşı olamayacakları, bu sebeple de çaresizlikle izledikleri bir boyuta ulaştı. İktidar açısından bu yapıya sahip çıkmaktan veya en azından mahcubiyetle susmaktan başka yol var mı? Tersini yaptıkları anda bakanların bile özel yaşantıları; bilinen ama belgesi şimdilik saklı olan rezaletleri teker teker dökülüverir. Ez cümle yıllardır göz ardı, kulak ardı edilen iddia gerçek oldu. Devlet ele geçiriliyor. Belki son aylarındayız. Burada hedefe türbanın konması ve yığınların karşıya alınmasi siyasi miyopluğun karinesidir. Olan biten çok açıktır. Bir çete vardır. Ve bu çete ortaya çıkartılıp hiyaneti vataniye ile yargılanmalıdır. Bu süreçte ona destek olan ve göz yuman tüm unsurlarıyla birlikte... Geç olmadan... Neden geç olmadan? Zira bunu yapacak olan yapının hedefte olduğunu; yargının ne denli yıpratıldığını görmüyor musunuz? serdar akinan Alıntı
Φ haveran Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 8 Haziran , 2008 Yılmaz ÖZDİL Arşidük Bence Senato olmaz. Lordlar Kamarası lazım. * Malum, yabancı değiliz o kavrama. "Alırsın Ford, olursun Lord!" Belediye otobüsündeki Fordçuları da Avam Kamarası’na koyarsın... Al sana ikili sistem! * Şaka bir yana, İngiltere Kraliçesi bizim Cumhurbaşkanı’na "şövalye" nişanı taktığında, başımıza böyle bir şey geleceği belliydi aslında... Kayseri Şövalyesi. First Lady. Bartın Dükü. Çorum Kontu. Giresun Markizi. Malatya Baronu. Hakkári Düşesi. Afyon Kaymağı. (Creme de la creme manasında...) * Bolu Beyi, Manisa Tarzanı, Denizli Horozu, Erzincan Tulumu, Karaman’ın Koyunu, öbür kamaraya... * Yasama Yürütme Yargı. Atos Portos Aramis. Haşim Kılıç da, Dartanyan. İsmiyle müsemma derler... Kılıç lafı oradan geliyor. * Meclis İdare Amiri? Don Kişot. * Anayasa’yı da Alexandre Dumas’ya yazdırırsın, olur biter. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 9 Haziran , 2008 Bekir COSKUN [email protected] Karşı devrimin ayak sesleri… ANLAMIYORSUNUZ: AKP kendi rejimini kuruyor. Bu bir karşı devrimdir. Bizim medyada yer alan ve uzun uzun tartışılan, eleştirilen, yakınılan, devlete yakışmadığı söylenen, bir sürü patırtı kopartılan her şey vardır bunun içinde. Devlette türbandan en az üç çocuğa… İçki yasağından kadrolaşmalara… Yazarların-çizerlerin sabaha karşı yataklarından alınmalarından generallerin sindirilmesine kadar… Tümü karşı devrimin parçalarıdır. Bu bir çatışma… Erbakan'ın o ünlü "Kanlı mı olacak, kansız mı olacak?" tespitinden "Kansız" olanını deniyorlar. O kadar… * Her şey vardır bunun içinde: Yargıyı sindirmek de, telefonları dinlemek de… Tüm olupbitenler; Türkiye'nin boynuna dolandırılmak istenen zincirin halkalarıdır. Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın, "Türkiye'de Müslüman çoğunluğun dini özgürlüğünü yaşayamadığını" söylemesi de asla bir gaf ya da sıradan bir laf değildir. Hem özlemlerinin, hem niyetlerinin ifadesidir. Hem de kararlılıklarının… * Söyler misiniz; Diyanet İşleri'ne dört bakanlık bütçesi kadar para ayıran, okuldan çok camisi, kütüphaneden çok Kuran kursu olan, her cumhuriyet okuluna karşılık iki tarikat kolejine sahip Türkiye'de "Müslüman çoğunluğun yaşayamadığı özgürlük" nedir?.. Nedir eksik olan?.. Dışişleri Bakanı sıkılmadan bakanı olduğu devleti yabancılara böyle ispiyonluyorsa… Nedir eksik bulduğu?.. * Çünkü henüz amaçladıkları ve yürüdükleri rejime tamı tamına varabilmiş değiller. Eksiği var. Bunun çatışmasıdır bu. Bu karşı devrimdir, karşı devrim… Niçin anlamıyorsunuz ****************************************************** TUZ KOKTU MU? Soru : Bir Ülkede TUZ ne zaman kokar? Cevap : Muhalefet YARGININ tarafsızlığından ve bağımsızlığından umudunu kestiği zaman! *-Yargıya olan güven sarsılmamalıdır…* *-Şimdi yargıya saldıranlar;yarın hesap verirken bu yargı size de gerekecek! * *********** ANLAYANLAR VE ANLAMAYANLAR! Anlayana (ya da) Anlamayana!.. Günün mana ve önemine binaen… 1-Bu Anlayana (ya da) Anlamayana…. NAZİLER onu götürmeye geldiklerinde, kilisedeki papaz şöyle demişti…. Önce Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım, arkasından aydınları götürdüler, sesimi çıkarmadım sonra "muhalefeti" götürdüler, sesimi çıkarmadım peşinden Çingeneleri götürdüler, sesimi çıkarmadım, peş peşe demokratları, sosyalistleri, liberalleri götürdüler…. sesimi çıkarmadım, En sonunda beni götürmeye geldiklerinde ses çıkartacak kimse kalmamıştı…" 2-Bu da Anlamayana (ya da) Anlayana… Dış destekli,ithal malı FAŞİST postallarının çamuru,yarın senin de üzerine sıçrarsa sakın ŞİKAYETÇİ OLMA!… "batılılar geldiklerinde bizim elimizde topraklarımız onların elinde incil vardı, gittiklerinde bizim elimizde incil onların ellerinde topraklarımız vardı" bize uyarlayalım topraklarımıza karşılık elimize tutuşturulan türban+rejim tartışması+dinci dinsiz kavgası+suistimal Alıntı
Φ adımrecep Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2008 Gönderi tarihi: 20 Haziran , 2008 Hırlayan bürokrasi Geçenlerde bir yorumcu, Anayasa Mahkemesi'nin 5 Haziran'da verdiği kararla rejimin değiştiğini söylüyordu. AYM'nin Anayasa'yı çiğneyerek aldığı kararla, demokrasiyi terk edip yargıçlar iktidarına geçmiştik. Olay böyle de yorumlanabilir. Gayet makul. Ama gelin başka bir açıdan da bakalım: İddiam şu: Rejim değişmedi, rejimin maskesi düştü. Yani Türkiye'deki siyasi rejim zaten böyleydi; şimdilerde apaçık görünür oldu. Herkes biliyor: Ülkedeki iktidar yapılanması çift başlı. Bir yanda halkın oylarıyla biçimlenen sivil siyaset var, diğer yanda ise bürokratik elit. Bürokratik elit, siyasete diyor ki: "Sen ekonomiyle uğraş. Pastayı büyüt. Daha fazla vergi topla. O parayla bana lojman yap. Altıma otomobil çek. Maaşımı, ek ödeneklerimi, harcırahımı artır. Silah alacağım; bana para ver. Ama bu parayı harcama şeklime karışma, denetleme, sorma. Kıbrıs meselesine karışma; ben orada çözüm istemiyorum, gerilimi sürdüreceğim. Kürtleri döveceğim, barıştan filan söz edip kafaları bulandırma. Avrupa Birliği'ne de fazla yanaşıp canımı sıkma. Tamam mı?" İşte sivil siyaset bu çerçevenin dışına çıktığı anda bürokrasi dişlerini göstermeye başlıyor. Isırmaya kalkışıyor. Çoğu zaman da başarıyor. Böylece rejimin ne mene bir şey olduğunu, temel özelliklerini, nasıl çalıştığını bizzat yaşayarak kavrıyorsunuz. Halbuki bizzat yaşamayı beklemeye gerek yok. Çünkü siyasi anılar, tarih ve sosyal bilim çalışmaları bunun örnekleriyle dolu. Ne var ki iktidara gelenler bu gerçeği hep unutuyor. "Halka dayanıyorum, meşruiyetim var; beni ısıramaz" diyorlar. Sonuç: Paçasını kurtaran pek az. Emre Aköz Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 27 Haziran , 2008 İranlı bir bayanın mektubu BİR İRANLININ MEKTUBU Sevgili Türk dostlarım ve kardeşlerim, Devrim sırasında devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip, daha sonrada ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab'ın anısına... Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden bizim 30 sene kadar önce yaşadığımız o talihsiz ve karanlık günün Türkiye içinde yaklaşıyor olduğunu görmem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. Türban yasasının mecliste onaylandığı tarihin İran islam devriminin olduğu güne denk gelmesi kalbimde bunun ilahi bir güçten gelen uyarı fişeği olduğu hislerini uyandırdı ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. Biliyorum hepiniz kalbinizde karanlığın otoritesini hissettiniz. Karanlık otorite gelmeden hissettirdi yaklaştığını. İran İslam devriminden 1 hafta kadar önce Türkiye'ye gecen, uzun bir süre burada yasayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden ve hâlihazırda bu ülkede felsefe öğretmenliği yapan bir İranlıyım. Atatürk'ün aydınlık Türkiye'sini çok seviyorum ve yüreğim kan ağlayarak İran'da 'O gün' gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye'de görüyorum. Yobaz karanlığında hunharca katledilen kız kardeşim anısına sizlere yalvarıyorum ki, sakın olmaz demeyin! Sakın Türk Ordusu olduğu sürece olamaz demeyin çünkü aşağıda anlatacağım gibi o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. Bizim ailemiz İran'da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. Devrimden 1 ay önce bize bile söyleseler idi 1 ay sonra durum bu olacak diye biz bile güler geçerdik, 'delimisin?' diye sorardık belkide. Belki de Derdik ki 'Şah'ın bu güçlü ordusunu nasıl yeneceklerde Şeriat karanlığını getirecekler?'. Sizlere önce İran İslam devriminin nasıl geliştiğini kısaca anlatmak istiyorum çünkü Türkiye'deki gelişmelerle çok büyük benzerlikler mevcut. İRAN İSLAM DEVRİMİNİ BAŞARIYA GÖTÜREN AYAKLAR: 1- Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla onların safına çekildi. Beyinleri yıkandı ve fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. (ÇOK FAKİRLEŞEN TÜRK HALKINA DA AYNI ŞEYLER YAPILIYOR) 2- Hep demokrasi ve özgürlük dendi. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. (TÜRKİYE'DE HEP DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK DİYORLAR) 3- Emir komuta zincirinde yapılanmış olan din adamları halkı kontrol altına aldı. (BAŞI ABD'DE YAŞAYAN MALUM TARİKAT'IN YAPILANMA BİÇİMI OLAN 'ABİ' YAPILANMASI BU EMİR KOMUTA ŞEKLİDİR VE DEVRİMİN EN ÖNEMLİ AYAKLARINDAN BİRSİ BU EMIR KOMUTA YAPILANMASIDIR. BU EMİR KOMUTA YAPILANMASI DEVRİMİN HALK ORDUSUDUR VE DEVRİM SIRASINDA BU EMİR KOMUTA ÇOK KISA ZAMANDA ÇOK BÜYÜK KİTLELERE EGEMEN OLUR.) 4- Kargaşa ortamında askeri Kışlalar basıldı. Ellerinde Kur'an ile kışlalar ele geçirildi. (BU AYAĞA ÇOK DİKKAT EDELİM ÇÜNKÜ DEVRİM SIRASINDA TÜRK SILAHLI KUVVETLERİNİ ELE GEÇİRMENİN EN ANAHTAR AYAĞI BUDUR.) Türk silahlı kuvvetleri bildiğim kadarı ile 600-800,000 kişiden oluşan bir kuvvettir. Yanlız unutulmaması gereken gerçek bu ordunun ancak %0.1 (BindeBir) lik bir bölümü rejimin muhafızıdır. Yani harb okullarında eğitim görmüş subaylar ancak bu kadardır. Geri kalan %99.99 er rejim muhafızı değildir. Onlar emirlere göre hareket eden vücut parçalarıdır. Beyin olan ise az sayıdaki subaylardır. İran devriminde kargaşa ortamında kışlaları basan yobazların ellerinde Kur'an ile erleri geçerek direnen subay ve komutanları katlettiler. Burada kilit nokta ellerinde Kur'an ile harekete gecen büyük halk kitlelerine karşı erlerin silah kullanmakta zorlanacağı gerçeğidir. Zaten kullansalar bile cahil ve beyni yıkanmış halk öyle bir kudretle kışlalara saldırmıştır ki sonunda kışlalar teslim alınmıştır. O askerin açtığı ateş sonucu halktan çok ölen olmuştur ama sonuçta bir noktada erler silah bırakmak durumunda kalmışlardır. Erin kendi başına alacağı savaş üstünlüğü düşmana karşıdır. Ama büyük kitleler halinde ve ellerinde kur'anlarla üzerine gelen kendi halkına karşı bu kararlılığı göstermesi mümkün olamaz. Yani er buna bir noktadan sonra direnmez ya da direnemez. Çünkü o er karşısındakinin karanlık bir devrim yapacak olan insanlar olduğunu bilecek bilinçte de değildir, kaybedeceği aydınlığın ne olduğunu da. Bunu bilecek olan sadece subaylardır. Ve kanlarının son damlasına kadar savaşacak olanlar da bu konuda aydınlanmış Türk subaylarıdır. Ama yukarda bahsettiğim uzre onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teşkil ederler. Yani devrimin asil savunucusu Türk ordusunun tümü değildir, sadece subay kademesidir ve erlerin durduğu ve etkisizleştirildiği noktada o subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktır. İran'da ordu bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. 'Er düşman işgali durumunda durmaz ve etkisizleştirilemez, sonuna kadarda savaşır, ama büyük bir kudretle gelen kendi halkı karşısında durabilir.' Şu aşamada aldıkları bu büyük ivme ve arkalarındaki çok büyük güçler ile onları normal yollardan durdurmak çok zor olacaktır. Ve bunların durdurulmadan hareket edeceği her gün ivme ve güçlerini artıracak ve işi zorlaştıracaktır. Silahlı kuvvetler ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. Sonra geç olabilir. Silahlı kuvvetlerin şu veya bu neden ile eli kolu bağlı ise ki öyle görünüyor bu durumda silahlı kuvvetler 'O GÜN' geldiğinde kışlalarını nasıl muhafaza edeceğinin planını çok iyi yapmalıdır. Çünkü kilit bu noktadır. Silahlı kuvvetler etkisiz hale getirilemediği müddetçe devrim başarıya ulaşamaz. Bu nedenle her askeri kışlaya normal erlerin haricinde kışlaları kanının son damlasına kadar savunacak 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ' oluşturulmalı ve bunların böyle büyük bir halk hareketine karşı erlerden önce devreye girip, erler şaşkınlıklarını üzerlerinden atana kadar çatışmaya girmeleri sağlanmalı ve burada kazanılacak vakit ile gerideki subaylar erlerin dağılmasının önüne geçmelidir. Yani ordunun esas gücü ve gövdesi olan erlerin kontrolü kesinlikle kaybedilmemelidir. İran ordusunun böyle bir hazırlığı olmadığı için ****** avlandı. Oluşturulacak olan 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ' yobazlar ile çatışırken, erlerde üzerlerindeki şaşkınlığı atacaklar ve subayların organizasyonu ile çatışmalara destek vereceklerdir. Oluşturulacak 'ÖZEL CUMHURİYET DEVRİM MUHAFIZLARI BİRLİKLERİ' çok özel eğitilmeli ve de Atatürk'e ve devrimlerine canı pahasına savunacak şekilde inanmış olmalıdırlar. Aksi halde başarısızlık kaçınılmazdır. Çünkü en son Lübnan'da gördüğümüz uzre davasına inanmış bir kaç yüz Hizbullah Militanı dünyanın en iyi ordularından birisi olan İsrail ordusunu ağır zayiatlarla yenilgiye uğrattı. Sevgili dostlar ve kardeşler, elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım çünkü aydınlığı savunmak durumunda olan sizler İran'ın geçtiği bu karanlık tüneli anlamak durumundasınız. İran'ın bu acı tecrübesi sizlerin uyanık olması için bir şans olur umarım. Aşağıdaki birinci linkte İran'ın devrimin hemen öncesi görüntüleri ile hemen sonrası görüntülerini bulacaksınız. Orada göreceğiniz uzre İran devrim öncesi belki şu anki Türkiye'den bile daha modern. Yani olmaz, olmaz demeyin. İkinci linkte ise Devrim lideri Humeyni'ye kadınların şiir okuması. O linki vermemin nedeni ise o koltukta bir gün bugün ABD'de ikamet eden malum cemaatin başı olan şahsın oturabileceği ihtimalidir. Acı ama sanki tarih tekerrür ediyor. Benim çok sevgili kız kardeşim Mehtab anısına yapabileceğim bu kadar. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım. Ama sizin geride kalan, aydınlık yarınlar bekleyen kızlarınız, kardeşleriniz, çocuklarınız ve Mehtab'larınız için yapabileceğiniz çok şeyler var karanlık 'O Gün' çökmeden önce Atatürk Türkiye'sine... Yapabileceğiniz ilk şey bu mektubu bildiğiniz, tanıdığınız insanlara ulaştırarak daha fazla insani uyandırmak olabilir. O acı çok büyük acı sevgili kardeşler, anlatmak istemiyorum içinizi karartmamak için ama sevgili kardeşim Mehtab keşke bu dünyaya gelmemiş olsa idi de 'O gün' o acı sonu yaşamamış olsa idi o karanlık ve pis yobaz şehvetinin pençesinde. Allah sizleri ve Atatürk Türkiye'sini korusun o yobaz karanlığının sevgili kardeşim Mehtab'a gösterdiği acı sondan. Anlatamıyorum onu yobazların nasıl katlettiğini, elim varmıyor yazmaya, dilim gitmiyor anlatmaya.... Mohsen Yazd YUKARIDAKİ UYARIYI SİZLERE ULAŞTIRMAYA ÇALIŞAN YAZARIN KENDİ NOTLARI BİLGİ VE GÖRÜŞLERİNİZE TAKDİM EDİLMİŞTİR: İran, sözüm ona devriminin ilk başlangıcını erkeklerdeki değişimle oluşturmuştur. İlk önce kısa kollu gömlek giyilmesi yasaklanmış ve hemen ardından da sakal bırakma mecburiyeti, getirilmiştir. Humeyni Paris'teki sürgününden İran'a döndüğünün ilk haftasında 5.000 evet matematiksel olarak 5.000 hava subaylarını kurşuna dizmişler veya idam etmişlerdir. Böylece sadece İran Hava Kuvvetleri gücü yok edilmemiş aynı zamanda Ordu mensuplarının diğer subaylarına da müthiş bir sindirme-ses çıkarmama mesajı verilmiştir. Şimdi gelelim en korkunç ve insanlığın hiçbir sayfasıyla en ufak bir ilgisi olmayan bölümüne: Humeyni'nin gelişi ile beraber, subaylar sokak ortalarında katledilirlerken bir yandan, laik düşünceli ve İran'ın geleceğini garanti altına alacak genç kızlar-anne adayları hapislere atılmış ve bu hapishanelerde bulunan Humeyni-İslamcı-Dinci mahlûklar, zorla ailelerinin ellerinden kopartılarak zindanlara atılan bu genç İran'lı kızlara ilk önce tecavüz etmişler ve sabahın ilk saatlerinde ise idam ederek öldürmüşlerdir. Bu genç kızların idam edilmeden önce tecavüz edilmelerinin sebebi ise, onların 'kızlıklarını' kaybettikten sonra öldürülmeleri ve böylece (sadece kendilerinin) inandıkları Tanrı'nın cennetine gidemeyeceklerini iddia etmişlerdir. Böylece idam edilen genç İran neslinin sayıları on binlerin üzerinde olduğu görgü tanıkları ve bazı zindan gardiyanları tarafından itiraf edilmiştir. İşte İslam'ın size getirmeye söz verdiği 'devrim' ve laiklik karşıtı-Atatürk düşmanlığının gerçek yüzü budur. Yaşananların gerçek olup olmadığını, sizler de mi yaşayarak öğrenmek istiyorsunuz? Hayır diyorsanız, günümüz iktidarının ve onların yardakçılarının, 'postal yalayıcı' ifadesini kullanıp sözünün bile arkasında duramayanların, Laik Türkiye düşmanlığını açıkça yürüten vatan hainlerinin oyunlarını bozunuz. ABD ve AB kölesi olan ancak doğrudan kişisel menfaatler peşinde koşmaktan başka bir şey yapmayan BOP eş-başkan-ları ve onların uzantılarına inanmayınız. İslam bile Arapları 'adam' edememişken, dincilerden iman beklemek, boş çabalardan başka bir şey değildir. GEÇ OLMADAN- İRAN GİBİ OLMADAN HAREKETE GEÇİN. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 4 Temmuz , 2008 Dengir Mir Mehmet Fırat'ı üç gündür izliyor ve dinliyoruz. 'Atatürk devrimleri toplumda travma yarattı' sözlerine gelen tepkilere karşılık vermeyi sürdürdü. Fırat, gazetecilerin soruları üzerine şöyle dedi: ' Devrimler kötü demedim, ama bir gecede tekke ve zaviyeler kapanmadı mı? Şeyhülislamlık sona ermedi mi? Dünyanın her yerinde devrimler böyle yapılıyor. Türkiye'de de bir travmaydı. Bu konuda konuşanlar eğer bunların tamamını okuduysa ben Meclis'in ortasında *********... Okumadan konuşuyoruz' (Taraf, 25.06.08,s.10) Özellikle, AKP'ye taraf Kemalist cumhuriyete muhalif olanların kendisine taraf seçtiği Taraf gazetesinden alıntı yaptım. Haklısınız Dengir Bey, okumadan konuşuyorsunuz. Bilgi olmadan fikir üretenlerle ne yazık ki aynı safta yer aldınız. Eğer Türk devrim tarihini okumuş olsaydınız, şimdi *********** demek zorunda kalmayacaktınız. Müsaadenizle yanlışlarınızı ben düzelteyim. Ben kim miyim? Laik Kemalist cumhuriyetin 30 yıllık öğretmeniyim ve 10 yıldan fazladır da üniversitelerde ' Türk Devrim Tarihi' dersi de okutmaktayım! Yani söz söyleme hakkım var! İçinize sindiremediğiniz Kemalist devrimler bir gecede olmadı. Hepsinin planı projesi vardı ve uzun yıllara dayanan düşüncenin ürünüydü. Bu nedenle sizin sandığınız gibi, halkın üzerinde travma yaratmadı. Ancak, doğrusu bazılarında yarattı. Kimlerde mi? Halife padişahta ve onun çevresindeki İngiliz işbirlikçisi hainlerde. Başka kimlerde? Dini kazanç kapısı yapanlarda. Başka kimlerde? Laikliği içine sindiremeyenlerde. Daha Erzurum Kongresi günlerinde (Temmuz 1919). Mazhar Müfit Kansu'ya 'yaz çocuk' der. Ve not defterine savaştan sonra, cumhuriyeti kuracağız diye başlar, sırasıyla tüm devrimleri alt alta dizer. Mazhar Müfit de ona inanmaz! Ama yıllar sonra ' kaçıncı maddedeyiz çocuk!' dendiğinde ayıkır. Mahcubiyetten kıpkırmızı olur. Çünkü onda utanma duygusu vardır. Başka bir öyküyü Sovyet Elçisi Aralov'dan dinleyin; belki, o zaman, kimlerin travma geçirdiğine siz de ayıkırsınız. 'Daha taarruzdan önce yanında bulunduğum sırada Mustafa Kemal Paşa: Kadınların kurtuluşu için bir savaş açacağını, ilk öğretimi geniş ölçüde yayacağını, millî ekonomiyi, sanayii, köy ekonomisini, kültürü geliştireceğini söylemişti...' (S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, çev. Hasan Ali Ediz, s.225-226) Yine Aralov'un anılarıyla sürdürüyorum, asıl travmatik kısmı burası... Gazi 2 Nisan 1922 tarihinde yanında Sovyet Elçisi Aralov ile birlikte Konya'dadır. 'O gece iki medreseyi ziyaret ettik. Kanlı, canlı hemen hepsi de genceceik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cüppeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşayı selamladılar. Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan, Medrese sayısını artırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca, medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti. Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek sesle, sertçe: ' Ne o, dedi. Yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!..' Mustafa Kemal konuşurken gözleri daha korkunç bir hal alıyordu: ' Bu **** askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!' Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükûmet başkanı onları paylamıştı. Mustafa Kemal Paşa bize dönerek: 'Hadi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı. Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.' Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı: 'Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Herşeyden önce onların malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, neredeyse üçte ikisi, belki daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşam kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.' Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti. Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine, Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi. Bu devrimci adım, sunbaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay, son günlerin en çok üzerinde durulan bir konusu haline gelmişti.' (S.İ.Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, çev. Hasan Ali Ediz, s.104-106) Travma geçirenler, birinci meclisin muhalifleridir. İskilipli Atıf Hoca ile bugünkü laiklik düşmanlarıdır. Travma geçirenler, kadının çarşaftan, peçe arkasından kurtuluşunu içini sindiremeyenlerdir. Menemen'de Kubilay'ın başını kesen Nakşi şeyhi müridleridir. Başka kimdir? Mustafa Kemal'i idama mahkum eden Şeyhulislam'dır! İnsanlık tarihinin en önemli komutan ve devlet kurucularından olan Mustafa Kemal'i, ötekilerden ayıran en önemli niteliği aslında devrimciliğidir. İhtilalden devrime evriliş, hem kararlılık hem de olağanüstü cesaret ister. Bu büyük dahî de bu iki nitelİğinİ birleştiğini görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti'ni öteki cumhuriyet örneklerinden ayıran temel özellik, 'egemenliğin tanrıdan alınıp bireye verilmesi, kuldan vatandaş, ümmetten millet yaratılması; bunun da laik düşünce sistemi üzerine oturtulmasıdır.' Yani aklın egemen kılınmasıdır. Sosyal yaşantıyı düzenleyen devrimler laiklik eksenine oturtulmuştur. Kılıç Ali'nin anılarında okursunuz; Gazi'nin, Meclis kürsüsünden bir milletvekilinin laikliğin tanımını isterken, alaycı üslupla sorduğu soruya verdiği yanıtı belleklerden çıkarmamak gerekiyor: 'Adam olmak, demektir, hocam, adam olmak!' Gazi Mustafa Kemal, kendisinden sonraki meclisler gibi, kararları halkın önünden kaçırarak, gece yarıları almadı. Dengir Fırat burada yanıldı! Herkes bilgi sahibi olsun, hiç kimse eşek gibi anırmasın insan gibi konuşsun. (şuan Ergenekon soruşturmasından içeriye alınan Erol Mütercimler'in son yazdıklarından) Alıntı
Misafir birce Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2008 İzmir'i Almadıkça O İş Bitmez!" Baykal, İzmir ile Türkiye'nin kaderinin iç içe örüldüğünü belirterek, "Türkiye'yi fethetmek isteyenler orayı burayı alırlar ama yetmez, İzmir'i almadıkça o iş bitmez" dedi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, İzmir ile Türkiye'nin kaderinin iç içe örüldüğünü belirterek, "Türkiye'yi fethetmek isteyenler orayı burayı alırlar ama yetmez, İzmir'i almadıkça o iş bitmez" dedi. İnciraltı semtindeki Turkuaz tesislerinde düzenlenen 9 Eylül Cumhuriyet ve Demokrasi Platformu'nun "Önce İzmir, Adım Adım Türkiye" konulu toplantısına katılan Baykal, toplantının herhangi bir siyasi parti toplantısıyla karıştırılmaması gerektiğini, bu anlayış içinde olmadıklarını belirtti. Tüm Anadolu'nun İstanbul değil İzmir işgal edildiğinde "işgal ediliyoruz" duygusuna ulaştığını, bu kent kurtulmadan da hiç kimsenin kurtuluşu hissetmediğini kaydeden Baykal, şunları söyledi: "Türkiye ile İzmir'in kaderi iç içe örülmüştür, ayrılmaz. İzmir çok özeldir. Türkiye'yi fethetmek isteyenler orayı burayı alırlar ama yetmez, İzmir'i almadıkça o iş bitmez. İzmir alınmadıkça hiçbir başarı onları tatmin etmez. İzmir dimdik ayaktaysa bu ülkede umut var demektir. Türkiye'ye yönelik hesapları, niyetleri olanlar, 'İzmir'i istiyorum' derler. İsterler de kimin adına, ne adına isterler? İzmir orada duruyor. İzmir laik, demokratik cumhuriyetin kalesi olarak duruyor. Kimin adına istiyorsun? İzmir'i istemek kolay da almak o kadar kolay değil. İzmir'i alan almış. İzmir'i Mustafa Kemal 9 Eylülde almış bir kere. Ondan mı alacaksın?" Platform toplantısında MHP, DP, ANAVATAN, Genç Parti ve İşçi Partisinden temsilcilerin de bulunduğunu, bunun mutluluk verici olduğunu kaydeden Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü: "Gün, Türkiye'ye sahip çıkma günüdür. Herkes bu sorumluluk duygusu içindedir. Buraya geldikten sonra artık birbirimizle farklılığımızı sürdürme ısrarını kimsenin bundan sonraya taşıma hakkı yoktur. Hepimiz bunu bileceğiz. Birbirimize değer vereceğiz, saygı göstereceğiz. Hep beraber el ele vereceğiz, önce Türkiye'ye sahip çıkacağız. Türkiye'ye yönelik tehlikeyi bertaraf edeceğiz. Sonra gerisi gelir." Alıntı
Φ Yorgun_Demokrat Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 İnsanın doğru bir yolda ilerleyip ilerlemediğini arada sırada kontrol etmesi gerekir. Başkalarını bilmiyorum ama benim bu konuda bir ölçüm vardır. Eğer tartıştığınız kişiler, yalandan başka bir şey söyleyemiyorlarsa, doğru yoldasınız demektir. Ben size bir iki örnek vereyim. Biz Ergenekon çetesiyle ilgili çeşitli belgeler yayınlıyoruz ve bu çetenin bütün bağlantılarının ortaya çıkmasını istiyoruz ya... Bizim bu yaklaşımımıza gelen cevaplar ne? Psikolojik savaş elemanı gibi çalışan gazetecilerin hakkımızda söyledikleri. Bir tanesi, bizim gazetenin Zaman Gazetesi’nin matbaasında basıldığını söyledi. Basılabilir de, neticede bir yerde bastıracağız bu gazeteyi. Ama söylediği yalandı. Sadece bizim gazetenin künyesine bakması yeterdi gerçeği görmesi için. Orada yazıyor gazetenin hangi matbaada basıldığı. Ama o yalan söylemek istiyordu ve utanmıyordu. Bir tanesi, bu gazetenin sahibinin “çocuğunu” parasızlık yüzünden kolejden alıp devlet okuluna verdiğini yazdı... Hâlbuki gazetenin sahibi iki kardeşin de çocuğu yok. Bir başkası, genç kuşağın en ilgi çekici edebiyatçılarından biri olan, bizim gazetenin yazarlarından Leyla İpekçi’nin “Amerika’ya Fethullah Gülen’in bursuyla” gittiğini yazdı. İpekçi açıklama yaptı. “Hayatımda Amerika’ya gitmedim.” Yalanı söyleyen utandı mı? Yoo... Zaten bu çocukların “görevli” olduklarından kuşkulanmamın nedeni bu inanılmaz arsızlıkları... Bu kadar utanmazca davranabilmek için “görevli” olmak gerekiyor bence... Ancak özel bir eğitimle insan bütün vicdanını ve utanç duygusunu böylesine kaybedebilir çünkü. Bizim gazetenin “Fethullahçılar’dan” para aldığını da ileri sürdüler. Böyle bir para aldığımıza dair “belge” değil, en küçük bir kuşku yaratacak “bağlantı” göstersinler gazeteyi kapatacağız... Bunu söyledik. Bizim bu söylediğimize bir cevap verebildiler mi?.. Hayır. Yalan söylemeye devam ediyorlar mı? Evet. Niye peki? Yalandan başka sığınacakları bir yer yok çünkü. Geçen gün de ayda 30 milyar maaş aldığımı okudum. Yılda 360 milyar lira ediyor. Bu parayı bir yerde harcıyor ya da biriktiriyor olmalıyım. Benim ayda bu kadar para aldığımı kanıtlayan herkese bu parayı da, bundan sonra kazanacağım bütün paraları da bağışlayacağım. İşte zengin olma fırsatı. Böyle biri çıkacak mı? Hayır. Niye yalan söylüyorlar? Yalan söylemekten başka ne yapabilirler ki? Sadece bu adamlar değil, “sureti haktan” görünen bazı eski dostlar da bizim için “para kaynaklarını açıklasınlar” diyorlar. “Para kaynağı,” bu gazetenin sahipleri... Epeyce zorlanıyorlar... Bu zor durumda sadece Mehmet Betil yardım etti, gerekirse de ortak olacak... Başka bir kaynak olduğunu gösterin, gazeteyi kapatalım. Benim söylediklerimin doğru olmadığını gösteren tek bir belge ya da tek bir “işaret” bulun, bir daha gazetecilik yapmayayım. Bu yazdıklarımdan sonra yalanlarından vazgeçecekler mi? Sanmam... Çünkü görevleri yalan söylemek... Ve utanmamak. Şimdi bizi böyle yalanlarla geriletmeyi aklından geçirenlere söyleyeyim. Biz, böyle yalanlarla gerilemeyiz. Bütün hesaplarımız açık. Siz, cesaretiniz yetiyorsa kendi gazetelerinizin ve patronlarınızın hesapları hakkında aynı açıkyüreklilikle yazsanıza... Batırılan bankaların, kendi bankasından kendi şirketine aktarılan paraların, devlet eliyle zenginleşmenin hesabını versenize. Kendi patronlarınızın paraları nerelerden bulduğunu açıklasanıza. Birinizin bile böyle bir yazı yazmaya yüreği yetmez. Patronlarınıza “parayı nerden buldun” diye soramazsınız. Onlar da zaten açıklayamaz. Hadi, bütün gazete patronları hesaplarını açıklasın... Biz varız... Siz var mısınız? Yetiyor mu cesaretiniz? O yazıları basan patronlarınızın cesareti yetiyor mu? Cesaretleri yetiyorsa, hodri meydan. Siz yalancısınız... Dürüst tek kelime yazma yeteneğiniz ve gücünüz yok. Şimdi bizimle ilgili yalanlara açıklık getirdiğimize göre... Üç günden beri sorduğum ve bir türlü kimseden cevabını alamadığım soruyu bir daha sorayım. Zamanında Susurluk’a karşı çıkan gazetelerle yazarlar şimdi neden Ergenekon’u savunuyorlar? Susurluk’un varlığı konusunda onları ikna eden kanıt neydi ki o kanıtı Ergenekon için bulamıyorlar? İşte bu soruya cevap veremiyorlar. Bütün bu yalanlar da bu soruya verilemeyen cevabı saklamak için zaten. Ahmet Altan Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Yorgunum Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var yinede yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına düşmanlarım ulaşamazlar... Yorgunluk değil,sevgi,umut...Hoşgeldin sevgili arkadaşım Alıntı
Φ Yorgun_Demokrat Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Yorgunum Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var yinede yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına düşmanlarım ulaşamazlar... Yorgunluk değil,sevgi,umut...Hoşgeldin sevgili arkadaşım Hoşbulduk, sağol arkadaşım, hoş karşılaman için... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 18 Temmuz , 2008 Ahmet Altan ın yazısımıdır DOĞRU olan yazı Ya bırakın arkadaşlar, onca yalan dolan yazının ardından kalkıp birde YAZILMAMIŞ şeyleri yazılmış gösterip kendini aklama çalışıyor Akşam akşam güldürdünüz benide! Taraf Gazetesi ne karşı olan gazeteleri didik didik hergün okurum (ki bu sayede yönümde belli oluyor), bu yazılardan bir tanesine bile raslamadım. Ama Zaman Gazetesi nin yazamadığı(!) şeyleri için Taraf Gazetesi ne destek olduğunu çok iyi bilmekteyim... hemde Ahmet Altan ın ağzından!!!!! Hep merak ediyorum, Ahmet Altan, bir zamanlar babası ile askerler arasında olup bitenin intikamını almak için daha ne taklalar atacak? Alıntı
Φ Yorgun_Demokrat Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Ahmet Altan ın yazısımıdır DOĞRU olan yazı Ya bırakın arkadaşlar, onca yalan dolan yazının ardından kalkıp birde YAZILMAMIŞ şeyleri yazılmış gösterip kendini aklama çalışıyor Akşam akşam güldürdünüz benide! Taraf Gazetesi ne karşı olan gazeteleri didik didik hergün okurum (ki bu sayede yönümde belli oluyor), bu yazılardan bir tanesine bile raslamadım. Ama Zaman Gazetesi nin yazamadığı(!) şeyleri için Taraf Gazetesi ne destek olduğunu çok iyi bilmekteyim... hemde Ahmet Altan ın ağzından!!!!! Hep merak ediyorum, Ahmet Altan, bir zamanlar babası ile askerler arasında olup bitenin intikamını almak için daha ne taklalar atacak? Ne olursa olsun, hastalanmış yakınlarınıza, dostlarınıza kızmayın. Onlar için üzülün. Onlar cinayetlerin zavallı kurbanları için üzülmeseler de... Ahmet Altan Alıntı
Φ mavi olmayan gökyüzü Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Ahmet Altan ın yazısımıdır DOĞRU olan yazı Ya bırakın arkadaşlar, onca yalan dolan yazının ardından kalkıp birde YAZILMAMIŞ şeyleri yazılmış gösterip kendini aklama çalışıyor Akşam akşam güldürdünüz benide! Taraf Gazetesi ne karşı olan gazeteleri didik didik hergün okurum (ki bu sayede yönümde belli oluyor), bu yazılardan bir tanesine bile raslamadım. Ama Zaman Gazetesi nin yazamadığı(!) şeyleri için Taraf Gazetesi ne destek olduğunu çok iyi bilmekteyim... hemde Ahmet Altan ın ağzından!!!!! Hep merak ediyorum, Ahmet Altan, bir zamanlar babası ile askerler arasında olup bitenin intikamını almak için daha ne taklalar atacak? İnanın ki sabah sabah bu uslüp beni de güldürttü.Yani sırf doğrulamak ve yalanlamak için Taraf gazetesini didik didik ettiniz ha!Kutlarım sizi... Alıntı
Misafir ali0_1 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Bu yayının ne olduğunu ben de çözemedim bir türlü; temkinliyim bu konuda... Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Taraf Gazetesi nin Tarafı nedir? Kime, neden hizmet etmektedir? Bu vesile ile Altan biladerlerin patronları(!) ve kalem oynatıcıları belki biraz aralanır.... * * * Taraf çalışanları gazeteden ayrılıyor. Ayrılan personel, "gazetenin çizgisi ve haberleri yalan üzerine kurulduğundan, bu şekilde MESLEK AHLAKINI İCRA edemiyeceğimizden ayrıldık" dedi. Son 1 ayda 20 personel istifasını verdi ve iş aktini sonlandırdı. Bu konuda Ahmet Altan personele "konu para ise çok yakında çok büyük paralar gecelek(! nereden, nasıl, neden?), biraz daha sabırlı olsanız sektörün en fazla maaş alan insanları oalcaksınız" dediği iddia edildi. YeniÇağ, 14 Temmuz 2008 * * * NEDEN TSK HEDEF? Yasemin Çongar, Aksiyon'daki röportajında TSK'yı neden hedef aldıklarını anlattı. 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesi Çongar'da, onların jargonuyla travma yaratmış anlaşılan. "Amerikan Merkezî Kuvvetler Komutanlığı askerleri gemide bekliyordu Türkiye üzerinden Irak'a geçmek için. Son anda savaş planları bozuldu" diyor Çongar, "Amerika'nın çıkarları Irak'ın bölünmemesinden yana. Yine o çıkarlar, Irak'ın bugünkü federal yapısını koruyarak Türkiye ile sağlam ilişkiler kurmasını gerektiriyor." Ahmet Altan da Zaman'a konuşurken TSK'nın Kuzey Irak operasyonuna şiddetle karşı çıkıyor ve şöyle diyor: "Bunun bedelini kim ödeyecek? Onlar mı, çocuklar mı?" Yine Yasemin Çongar, "Genç Siviller"in düzenlediği bir panelde "Ergenekon sadece toplum düşmanı değil, dünya düşmanı bir örgüt" diyordu, "Türkiye'yi dünyadan koparmaya çalışıyor." Kimden? Çongar'ın yanıtı şöyle: "Başta Avrupa Birliği'nden, ABD'den ve diğer ülkelerden de." TSK DÜŞMANLIĞI, TARAF İÇİNDE DE TARTIŞMA YARATTI Taraf'ın yayınları gazetenin kadrosu içinde de tartışma yarattı. Mayıs ayı içinde bazı muhabirler gazeteden istifa etti. 27 Mayıs 2008 tarihli Gerçek Gündem internet sitesinde "Ahmet Altan'a istifa şoku" başlığıyla yer alan habere göre istifacılar arasında Alev Er de vardı: "Taraf Gazetesi'nin yayın politikasına dayanamayan yedi kişi ilişiğini kesti. Taraf Gazetesi'nin Fethullah Gülen-Abdullah Gül hayranlığı çalışanlarını da bıktırdı. Gazetenin yedi çalışanı yönetime istifasını sundu. Gazetecilerin ayrılma gerekçesinin 'yayın politikası' olduğu öğrenildi…" "Bize böyle bir gazete yapılacağı söylenmemişti" diyordu ayrılanlar. "Demokrat, sivil, özgürlükçü bir gazete yapılacaktı. Ancak 17 Mayıs günü Deniz Gezmiş hakkında (ırkçı-yabancı düşmanı) diye bir yazı basıldı. Herkesin kafası karıştı. Biz de bu tablo içinde görünmek istemedik." Bir başkası şöyle konuşuyordu: "Fethullah Gülen ve Abdullah Gül yanlısı gazete yapılıyor. Belgesiz bilgisiz bir şekilde TSK karşıtı haberler yer alıyor. Bunu anlatmaya çalıştık. Ama kimse dinlemedi." Haziran başında ise bir kısım Alkım Kitabevi üyeleri "sola ve devrimci değerlere karşı kampanya başlattığı için" üyeliklerinden istifa ettiler. "Biz artık niyetin ne olduğunu anlamış bulunuyoruz" diyordu istifacılar, "Vakit, Yeni Şafak, Zaman gibi bir yayın olacaksa Taraf gazetesi, kimsenin tuttuğu yok. Ancak net olarak açıklasın, Truva atını kimse oynamasın!" İSRAİL KONSOLOSLUĞU'NDAN TARAF'A ZİYARET Yalnızca Amerikan Konsolosluğu değil Taraf için kollarını sıvayan. Gerçek Gündem adlı internet gazetesi, 8 Temmuz günü Taraf Gazetesi'ni İsrail Konsolosluğu'nda görevli bir kadın ile bir erkeğin ziyaret ettiğini yazdı. Ziyaretçilere üç de koruma eşlik etmişti. Haberde şu satırlara yer verildi: Taraf'ın İstanbul Kadıköy'deki bürosunu ziyaret eden İsrail konsolosluğu yetkilileri, binaya zırhlı bir araçla geldi. Taraf'taki gazetecilerin Gerçek Gündem'e verdiği bilgiye göre, İsrail yetkilileri önce Yasemin Çongar'la ardından ise Ahmet Altan'la görüştü. Ziyaretçiler, Altan ve Çongar, daha sonra hep birlikte yemeğe çıktılar. Yasemin Çongar'ın başka görevleri de var Taraf için ta Amerika'dan getirilen Yasemin Çongar, "Milliyet'in önerdiği tepe yöneticilik teklifini de bağımsız gazetecilik yapabilmek adına reddettiğini" anlattı orda burda. Ayrıca onun görevi gazetecilikle, hatta Taraf'la sınırlı değildi. 2 Haziran 2008 tarihli Aksiyon'da şöyle diyordu Çongar: "Batı artık Türkiye ile ilişkilerini tamamen devlet üzerinden değil, iş dünyası ve sivil toplum üzerinden de kurmaya başladı. Sadece İstanbul ve Ankara'yla değil, Anadolu ile de temas ediyorlar artık. Taraf için döndüğümden beri 7 ay içinde birkaç kez Güneydoğu'ya gittim, Orta Anadolu'yu 10 yıl aradan sonra gördüm…" Çongar'la kol kola gördüğümüz isimlerin başında Yıldıray Oğur geliyor. Oğur, "Genç Siviller" adlı örgütün başkanı. Soros'tan besleniyor, Türkiye'de de "turuncu devrim" denemesine hazırlanıyorlar. Adları daha yeni duyulmuştu ki, Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığına getirilir getirilmez Yıldıray Oğur'u köşkte konuk etti. Oğur, Genç Siviller'in simgesi olan kırmızı Convers marka ayakkabı hediye etti Cumhurbaşkanı'na; "asker postalını protesto" anlamı taşıyordu Gül'e verilen hediye. *** Taraf'tan ayrılan gazeteci Mahmut Hamsici'yle yapılan bir söyleşi AKP'nin yolsuzluğunu yazdırmadılar. Altan gazeteciliği bilmez, cahildir." Önce Radikal'in kültür servisi ve kitap ekinde çalışırken haksız yere işten çıkarılan ve gazeteyle mahkemelik olan, ardından Taraf gazetesindeki muhabirliğini bu gazetenin "malum çizgisi" dolayısıyla sonlandıran gazeteci arkadaşımız Mahmut Hamsici'yle, bu gazetelerin mutfağında olup bitenleri ve basın emekçilerinin karşılaştıkları sorunları konuştuk. Ekin Bildirgesi: Belli bir misyonla çıkma azmindeki Taraf Gazetesi'nde, "derenin suyunun nereden geldiği" Fethullahçılar diye açıkça "speküle" edilirken, bu durum çalışanlar tarafından nasıl karşılanıyor? Somut ilişkileri siz nasıl gözlemlediniz? Mahmut Hamsici: Belli bir muhalif politik duruşu olan bir basın emekçisi için böylesine "misyoner" bir kurumda çalışmak son derece gerilimli bir ruh halini ortaya çıkarıyor. İstediğiniz kadar "profesyonel" davranmaya çalışın ve kafa emekçisi olduğunuzun bilincinde olun, rahatsız oluyorsunuz. Gerilimin bir nedeni de her ne kadar temel gazetecilik ahlak ilkelerinizi korusanız da çevrenizde sizin o kurumda bir emekçi olarak değil o dokunun parçası olarak algılanmanız oluyor. Açıkçası gazetenin "organik olarak" Fethullah Gülen hareketi veya Soros grubu destekli olduğuna dair somut bir ilişki gözlemedim. Yalnız Gülen hareketine yakın emniyetçilerden gazeteye bilgi sızdığını, bu kesimlerden Yeni Şafak, Zaman gibi gazetelere gönderilen belgelerin "son derece kritik belgeler" olduğunda Taraf'a "paslandığını", hareketin gazetenin maddi açıdan zorda olduğu bir dönemde reklam verdiğini biliyorum. Zaten doğrudan bir ilişki olup olmaması bence hiçbir şeyi değiştirmiyor, neye hizmet ettiğine baktığınızda zaten her şey ortaya çıkıyor. Burada ılımlı İslamcı çizginin önünü açan, ABD ve AB'ye sevda duyan, bölgemizdeki "renkli devrimlere" özenen bir liberal yayın anlayışı var. Ekin Bildirgesi: Basında çalışanların genelde maruz kaldığı ekonomik sorunlar, "patron tarafı"nın asgari ücret vb. kağıt üzerindeki "kaçak oyunları", Taraf'ta da yaşandı mı? Mahmut Hamsici: Hem de göz göre göre yaşandı. Önce sigortaların yapılması geciktirildi. Tüm çalışanlar "sadece birkaç aylık böyle olacak" denilerek asgari ücret üzerinden sigortalı yapıldı. Başta vaat edilen yemek fişleri birkaç ayın sonunda devreye sokuldu. Maaşların geç ödendiği oldu. Bunun ötesinde Anadolu'nun çeşitli yerlerinden Taraf'a da çalışan muhabirlere ve yurtdışı muhabirlere tek kelimeyle zulüm edildi. Çoğuna anlaştıkları ücretler verilmedi. Hatta aralarında onlarca yazı göndermelerine karşın hala hesabına hiç para yatırılmamış muhabirler bulunuyor. Yani ortada büyük bir hırsızlık çarkı var ki gazetenin editörleri ve bazı yöneticileri de patronun bu tutumundan rahatsızdılar. Ancak yöneticilik ağırlıklarını koymak yerine bir süre sonra durumu kanıksadılar. İşin daha kötüsü ise bu konularda tepki gösteren az sayıda kişi olarak arkadaşlarımızın arasında yalnız kalmamızdır. Ekin Bildirgesi: Gazetenin yazı işleri toplantılarında "Deniz Gezmiş yazısı" vb. Taraf'ın taraf olduğu konularda aklında çarpıcı tartışmalar var mı? Mahmut Hamsici: Taraf'ta çalışan gazetecinin arasında medya ortamındaki muhalifliklerini koruyan az sayıda insanın da var olması sebebiyle yazı işleri toplantılarında genel yayın yönetmeni ile servis sorumluları arasında sürekli gerilim oluyordu. Genelde gazeteye AKP'ye destek verir konuma düşmesi ve sürekli Ergenekon davası ve Genelkurmay ile ilgili belge yayımlanması nedeniyle eleştiriler yöneltiliyordu (ki bu başta olmak üzere yönetimle yaşanan gerilimlerin sonu benim de içinde bulunduğum bir grup gazetecinin daha fazla dayanamayıp istifa etmesiyle sonuçlandı). Ahmet Altan ise kendisini "başka alanlardan güzel haberler getirin onları da yayımlayalım" diyerek savunuyordu ancak muhabirlerin özel haber yapması için olanaklar sağlanmıyordu. Büroda masa başında haber üretmeleri isteniyordu her şeyden önce. Ayrıca farklı konulardaki iddialı özel haberleri önemsemiyorlardı. Bunun üzerine bir süre sonra muhabirler de farklı alanlara yönelmekten vazgeçiyordu. Bir örnek vermek gerekirse Ergenekon davası ve Genelkurmay ile ilgili birçok haberi yayımlanmış bir muhabir arkadaş, bir AKP'li belediyede yapılan yolsuzlukla ilgili özel bir haberi gazeteye getirmiş ve bir türlü yayımlanmayınca bu tür bir haberi bir daha hazırlamamıştı. Deniz Gezmiş yazısı tartışması ise açıkçası tam benim istifa ettiğim döneme rastlıyor. Ekin Bildirgesi: Gazeteci klişesiyle "haber patlatmak" için ne tür tartışmalar yaşanıyordu? Gazeteye gelen ya da bazı seçilmiş gazetecilere fısıldanan "özel istihbarat"lar (paşaların konuşmaları, telefon kayıtları, Dağlıca raporu vb.) toplantılarda açıkça ele alınıyor muydu, gizli mi tutuluyordu? Mahmut Hamsici: Bu haberlerin önemli bir bölümü toplantılarda ele alınıyordu. Ancak birçok "patlatılacak haber" için "içeride" özel toplantılar da yapılıyordu. Burada eleştirilmesi gereken esas hususun Taraf'ın kısmen Nokta dergisinin de yaptığı gibi Türkiye'de zaten yozlaşmış olan iyi gazetecilik anlayışını daha yozlaştırmak olduğunu düşünüyorum. Eğer iyi gazetecilik "belge patlatmaktan" ibaret olsaydı Türkiye'nin en iyi yayın organının Aydınlık gazetesi-dergisi olması gerekirdi. Tabii ki "patlatılan belgelerin birçoğu" önemli. Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesi açısından ciddiye alınması gereken çok önemli bilgiler bunlar ve kamuoyunun bunlardan haberdar olması da hayırlı. Ancak habercilik amacıyla bunları yayımlama anlayışı farklıdır, Taraf'ın yaptığı gibi tetikçilik yapmak, devlet içindeki kesimlerin demokratikleşmeyle hiçbir ilgisi olmayan iç hesaplaşmasında bir tarafın önünü açacak şekilde misyon üstlenmek farklıdır. Ekin Bildirgesi: Yasemin Çongar, Ahmet Altan sence gazeteci mi ya da nasıl gazeteciler? Mahmut Hamsici: Çongar ve Altan'ın gazeteci olup olmadıkları konusunda fikir belirtmek genç bir gazeteci olarak benim boyumu biraz aşabilir ancak gazetecilikleriyle ilgili kişisel gözlemlerimi aktarabilirim. Gazeteciliğe kendi baktığım yerden değil, ana akım medya ortamında kabul görmüş ortalama başarı standartlardan bakıldığında dahi Ahmet Altan'ın son derece beceriksiz bir gazeteci olduğunu düşünüyorum. Ki zaten kendisi Taraf ortaya çıkana kadar uzun süredir gazetecilik yapmıyordu. Gazeteyle kurduğu ilişki yalnızca köşe yazısı yazmaktan ibaretti. Altan'ın gazeteciliği kendi fantezilerini gerçekleştirmekten ibarettir. İlk aylarda Alev Er fiili olarak genel yayın yönetmeniyken iki kere izin kullanmıştı ve ikisinde de Ahmet Altan "hat kaçırmıştı"!. Genel Yayın Yönetmeni olmasına karşın hiçbir yöneticilik becerisi olmadığı gibi Evo Morales'i Meksika Devlet Başkanı zannedecek kadar da özünde cahil biridir. Zaten toplamda bakıldığında Taraf yalnızca sızdırdığı belgelerle gündeme gelen bir gazete. Bu tür haberler dışında gazetenin her hangi bir sayfasında iddialı, özel bir habere rastlayamazsınız. Yasemin Çongar'ın ise politik çizgine son derece uzak olmakla birlikte yine yukarıda belirttiğim ortalama başarı standartlardan bakıldığında Altan'dan farklı olarak gazetecilik yeteneklerinin yüksek olduğunu düşünüyorum. Politik eleştirilerimizi saklı tutalım, Çongar haberi yakalama konusunda iddialı, haberden heyecanlanan, haberi zenginleştirmek için koşturmaktan çekinmeyen, ayrıntılara dikkat eden, kendini sürekli geliştirme gayretinde, muhabirlik ruhunu koruyan, aktif biri. Ayrıca bir yönetici olarak Altan gibi faşizan bir karaktere sahip değil, alttan gelen eleştirileri en azından dinleyen, önemseyen biri. Ekin Bildirgesi: Radikal'den işten atılan gazetecilerden biri olarak kazandığınız davayla ilgili geldiğiniz noktayı nasıl değerlendiriyorsun? Bir "kazanım" mı, medya çalışanlarının birlikte hareket edememesinden kaynaklanan "sürüncemeli bir süreç" mi? Mahmut Hamsici: Aslında her ikisi de… Öncelikle hukuki ve psikolojik anlamda çok ciddi kazanım çünkü her ne kadar yalnızca beş kişi dava açmış olsak da, davayı kazanmış olmamız 41 gazetecinin Radikal'den haksız sebeplerle işten atıldığını kanıtladı. Doğan grubu açısından bakıldığında hali hazırda ana akım medyada çalışan gazeteciler için "kötü örnek olduk." Bundan sonra işçi kıyımı mekanizmalarını işletenlerin daha "yaratıcı olmaları", mevcut hukuki yapıya uygun yeni bahane kılıfları aramaları gerekiyor. Bizim atılmamıza karşı Ankara'da gazetenin önünde bir eylem organize etmeleri atılmalarında önemli rol oynayan Adnan Keskin ve Soner Arıkanoğlu'nun işe iade davalarını kazanmış olmaları ise "hakkını arama" kadar "haksızlığa uğrayan iş arkadaşının yanında olmanın" medya ortamında da bir anlamı olabileceğini ortaya koydu. Tabii ki medya çalışanlarının birlikte hareket edememesinden kaynaklanan moral bozucu bir yanı vardı sürecin. Ancak Türkiye'de medyadaki çalışma ortamındaki özel sorunları kabul ettiğinizde hayal kırıklıklarınız biraz daha azalıyor. Kanımca medya çalışanlarının örgütlenmesini savunan bir gazetecinin; medya çalışanlarının birçok kafa emeği sektörüne kıyasla daha fazla olmak üzere sınıf bilincinden uzak olduklarını, bireyci anlayışın ve kendini aşırı önemseme duygusunun iyice komik boyutlarda bulunduğunu, yine birçok benzer sektöre nazaran çok daha ciddi bir kültürel bozulma yaşandığını kabul etmesi gerekiyor. Ekin Bildirgesi: Eklemek istediklerin? Mahmut Hamsici: Taraf gazetesi toplumsal muhalefetin kafasını karıştırdığı için belli kesimlerden büyük tepki topluyor. Ancak diğer yandan kendi "taraftarlarını" yanına toplayan gazete, sol liberalizmin tüm politik zaaflarını teşhir etmek açısından emek güçlerine büyük bir fırsat sunuyor. Sol liberalizmin AKP yandaşlığı, dinci gericilik olgusunu kabullenmemesi, demokratikleşmenin Türkiye'nin iç aktörleriyle değil ABD ve AB yakasından geleceğine inancı, elitizmi, işçi düşmanlığı, sol düşmanlığı… bunların hepsini Taraf'ın hem sayfalarında hem de çalışma düzeninde bulmak mümkün. http://www.ekinbildirgesi.com/yazilar/article.php?storyid=16 * * * En derin sevgi ve saygılarımla; *** Şimalyıldızı Alıntı
Φ SimalyildiziNet Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Güzel ve NET bir yazı! Sabırla okuyun arkadaşlar. * * * Bülent Esinoğlu Ahmet Altan Taraf gazetesinde bir iç savaşın içinde olduğumuzu ifade ederek, bu iç savaşta Kemalizm'in kökünün kazınacağını belirtiyor. İki hafta içinde "korkunç" bir olayla karşılaşacağımızı müjdeliyor. İç savaşın tanımını yapan Ahmet tarafları belirtirken düşman olarak Kemalistleri hedefe koymuş. Tamam, anladık düşman Kemalistler. Peki, siz kimsiniz? Kim adına savaş veriyorsunuz? Sizin söylemediğinizi biz söyleyelim. Amerika'nın iradesi adına savaşıyorsunuz. Bütün Kemalistler adına ben cevap verme yetkinse sahip değilim. Ama şunu söyleyebilirim. Gerçekten bir savaşın içindeyiz. Bu savaşın Taraf'ları şunlar; Amerika, AB, PKK, Haçlı irtica sizsin tarafınızdadır. Milliyetçiler, yurtsever solcular Kemalistlerin yanındadır. Korkarak savaşanlar kazanamazlar. Daha kendi tarafının adını bile doğru dürüst söyleyemeyenler hiç savaşamazlar. Demokrasi lafının arkasına saklanarak savaş falan yapamazsınız. Savaş korkakların işi değildir. Bırakın onu başkaları yapsın. Sana Kemalizm ile savaş talimatını veren emperyalist odakların bildiği ama senden sakladığı bir şey var. Kemalizm Çanakkale'dir. Kemalizm Kurtuluş Savaşıdır. Kemalizm Bağımsızlıktır, Laikliktir, Milliyetçiliktir, Devrimciliktir, Devletçiliktir. Bu savaş 84 yıl önce başladı. Kazanıldı. Şimdi Amerika'nın iradesini temsil edenler tarafından yeniden başlatıldı. Yeniden kazanılacaktır. Evet, emperyalizm ile savaş aynı zamanda bir iç savaştır. Emperyalizmin ******** ile vatanseverler arasındaki bir savaştır. Bu savaşta ölenler ABD iradesi için öleceklerdir. Kemalistler ise vatanları için öleceklerdir. Vatanı için ölenlere "şehit" deniyor. Amerika'nın iradesi için ölenlere ne isim vereceğiz? Biz Kemalistler savaş istemiyoruz. Hukuk ve o savunur gibi yaptığınız demokrasiyi hazmedeceksiniz. Tayyip siyasete atıldıktan sonra 16 siyasi parti kapatıldı. Neden o zaman bir tek cümle etmediniz. Şimdi Amerikan iradesine meydan okundu diye yerinizden zıpladınız? Mustafa Yıldırımın ifadesi ile söyleyeyim. Demokratik Padişahlık olur mu? Untmayın Hitler de seçimle iktidara gelmişti. Evet, Savcı bir iradeye müdahale etmiştir. Bu milletin iradesi değildir. Amerika'nın Türkiye'deki iradesine müdahale edilmiştir. Ilımlı İslam ile Amerikan iradesinin yanında yer alanlar elbette yargılanacaktır. Alıntı
Φ Yorgun_Demokrat Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Bütün bu yazıların cevabı en yukarda Ahmet Altan'ın tarafından veriliyor, zira o sorduğu soruların cevabını alamıyor, neden acabaa..? Çünkü Dürüst Değiller... Alıntı
Φ Senyour Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Bütün bu yazıların cevabı en yukarda Ahmet Altan'ın tarafından veriliyor,zira o sorduğu soruların cevabını alamıyor, neden acabaa..? Çünkü Dürüst Değiller... Eywallah Alıntı
Φ Yorgun_Demokrat Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Mustafa Kemal, Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını “Kürdiye Cumhuriyeti” koysaydı, kendisi de Meclis kararıyla “Atakürt” adını alsaydı... Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına “Kürt” deneceği için hepimiz “Kürt” sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay Meydanı’na, Kordon’a “Ne mutlu Kürdüm diyene” pankartları asılsaydı... “Kürdiye’de” Türk olmadığı, herkesin aslında Kürt olduğu söylenseydi, kendilerini Türk sananların aslında “deniz Kürdü” oldukları iddia edilseydi... Kürtlerin “yedi bin yıllık” bir tarihi bulunduğunu, Anadolu’nun esas sahiplerinin Kürtler olduğunu, Moğolların, Hunların, Etrüsklerin aslında Kürtlerin atası sayıldığını, Osmanlıdaki Kürt paşalarının kahramanlıklarını derslerde okusaydık. Teoman, Cengiz, Atilla, Osman gibi isimler almamız yasaklansaydı, Berfin, Beruj, Tiruj, Nevruz gibi isimler almak zorunda kalsaydık... Türkçe televizyon kurulması yasak edilseydi, bütün televizyon yayınları Kürtçe yapılsaydı... Romanlarımızı, hikayelerimizi, şiirlerimizi Kürtçe yazmak zorunda kalsaydık, yalnızca Kürt şarkıları dinleseydik, gazetelerimizi Kürtçe çıkarsaydık... Okullarımızda yalnız Kürtçe okutulsaydı ve Türkçe okutulması yasaklansaydı... “Biz Türküz, bizim bir tarihimiz, bir dilimiz var” dediğimizde sorgusuz sualsiz hapislere atılsaydık. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Bursa’da, Edirne’de polis sürekli olarak bizi izleseydi, “özel timler” bizim “Kürdiye Cumhuriyeti’ni” parçalamak isteyen “ayrılıkçılar olmamızdan” kuşkulanıp hepimize sürekli “suçlu” muamelesi yapsaydı, sırf Türk olduğumuz için hakaretlere uğrasaydık. 12 Eylül darbesinden sonra bütün batı bölgesindekiler hapishanelere doldurulsa, inanılmaz işkencelerden geçirilse, boğazlarına kadar çamurların içine battıkları hücrelere konsa, tazyikli sularla iç organları perişan edilse, azgın köpeklerle bacakları parçalansaydı... Evlerimiz basılsa, ayrılıkçı “Türk teröristlere” yardım ettiğimiz iddialarıyla apartmanlarımız yakılsa, biz evimizden bir eşya bile alamadan çıkarılıp, Diyarbakır’a, Hakkari’ye sürgüne gönderilerek, çadırlarda yaşamak zorunda bırakılsaydık... Biz Türkler buna razı olur muyduk, “işte hepiniz Kürdiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak birer Kürtsünüz, ayrıca Türklük diye niye tutturuyorsunuz, isterseniz başbakan bile olabilirsiniz” sözlerini bir hakkaniyet işareti olarak kabul eder miydik? Yoksa, Türk kimliğimizin, dilimizin, kültürümüzün, bu ülkenin “eşit” vatandaşları olarak kabul edilmesinde ısrarcı mı olurduk? Bu ülkenin Türk ve Kürt vatandaşları var ve tarih “Türk” çizgisinden yürümüş, bugün bizim “Türk” olarak kabul edemeyeceklerimizi Kürtlerin kabul etmesini istemişiz, bu yersiz istek sonunda patlamış, ülke önce teröre arkasından bir iç savaşa yuvarlanmış. Türkiye’nin bu kanlı karmaşadan “demokrasiyle” ve Kürt vatandaşların “kimliklerinin” kabulüyle kurtulacağına inanan insanlar, bu düşüncelerini dile getirdiklerinde, bizim yöneticilerle taraftarları hep aynı soruyu soruyor: - Nedir demokratik çözüm, nedir Kürt kimliği? Biz Türkler, bir “Kürdiye Cumhuriyeti’nde” yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi. Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit oldugunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemeye değer mi? Değmez diyenler “demokrasi” istiyor işte. Demokrasiyi getirmek çok mu zor zanaat..? Ahmet Altan 17-4-1995, Milliyet Gazetesi Alıntı
Φ AKHENATON Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 Gönderi tarihi: 19 Temmuz , 2008 - Nedir demokratik çözüm, nedir Kürt kimliği? Biz Türkler, bir “Kürdiye Cumhuriyeti’nde” yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi. Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit oldugunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemeye değer mi? Değmez diyenler “demokrasi” istiyor işte. Demokrasiyi getirmek çok mu zor zanaat..? Ahmet Altan 17-4-1995, Milliyet Gazetesi[/font][/size] Kürt kimliği diye bir kimlik yoktur , soyunu inkar eden kürtler ve Türkiyenin güçlenmesini istemeyen amerikan işbirlikçileri vardır, torbadan çekip ne tarih yazılır nede düşünce oluşturulur. demokrasi , amerikaya hizmet etmek demek değildir. savunulan demeokrasi örneği ile ilgili dünya üzerinde bir tek örnekleme yapılamaz. çünkü amaç demokrasi değil sevr dir. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.