Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

odisseus

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    132
  • Katılım

  • Son Ziyaret

odisseus tarafından postalanan herşey

  1. odisseus doğum gününüz kutlu olsun!

  2. odisseus

    "HİÇ-BİR-ŞEY"

    Yazılmamış kelimeler varlığından bir şekilde haberdar olduğun "lambadakii cin" gibidir.Uygun bir ortam ve zamanda çıkarılmalıdır.Taşısan taşınmaz,sıkıntı verir..Saklasan mazaallah başkasının eline geçiverir.Her zaman da Aleaddin çıkmayabilir,hayra kullanacak..
  3. odisseus

    NE OLURSA OLSUN YÜRÜYECEĞİM...

    Yaşamanın anlamı : Yürümek...! Ara ara koşulsa da ille de yürümek..! Yürüyebiliyorsan yaşıyorsundur,yaşıyorsan da yürüyebilmelisin.Aksamaya başlayınca düşünmeli yürüyemez hale gelip hele de sürünmeye başlamışsan bir "dilek" dilemelsin.Hem kendin içi hem de yürüyemeyen tüm dostların için.Yürüyebiliyorken yürü ve hatta koşş..!
  4. odisseus

    Bugün, hep ''aşk''tan söz etmek geliyor içimden...

    Aşka ömür biçmişler:18 ay ila 4 yıl arası...Bunun nedeni de aşkın hormonsal olduğu iddiası imiş.Hormonu bilmem ama baharın tetikleyici olduğu konusuda hemfikirim.Sevgililer gününün baharın habercisi olan ilk cemreden bir hafta önceye gelmesi de bu yüzden anlamlı bir tesadüf. Hepinizin sevgililer günü ve baharı kutlu olsun.
  5. odisseus

    YÜZLEŞME

    Yüzleşmenin bir adım ötesi de "kendine vakit ayırmak" tır.Hor kullandığımız günlerin acısını çıkartırcasına hoş davranma zamanı gelmedi mi ?
  6. odisseus

    Niye?

    Birey kendisinden "BİZ" olabilmek için vazgeçer.Çok nadir insan bunu başarmış ya da başardığını sanmıştır.Biz olamadığımızı farkettiğimiz de ise o ait olmaya çalıştığımız toplum bizi başka bir şekilde kendine mal etmiş ve çarklarında öğütmeye başlamıştır bile.Un ufak olmadan kurtulabilmek dileği ile..
  7. Dedi ki : Ne güzel türkülerimiz var.

    Sence de öyle değil mi ?...Türkü Ana..! :)

  8. odisseus

    AFFETMİYORUM

    Şehla Kedi Prens..! Kurbağa prensi aslına öpücük mü döndermişti ?
  9. Bu söylediklerim özellikle bizlere dayatılan ve reçete gibi sunulan listeler ya da basmakalıp reçeteler içindir.Elbette kişiye göre şartlar değişmekle beraber hemen hemen her şart için idi söylediklerim.Zira birileri için yapılmış hazır reçeteler yerine olması gerekenleri kendimiz için en iyi yine kendimiz biliriz.Ayrıca bu bildiğimiz şeyleri yapmamanın bedeli yapmaktan daha ağırdır.Ömür boyu beynimizin bir yerinde işkence eder bize.Bir defa ölmek mi,yoksa ömür boyu işkence mi ? Amaaa burada bir ayrıntı daha var..! Bu bedeli yalnız bizi ilgilendiriyorsa yine sözlerimin arkasındayım.Fakat bedeli bizle beraber başkaları da ödeyecekse ve pahalı bir bedelse buna hakkımız yok işte.Kendimizi kurtaralam derken başkalarını cendereye atmak hele de rızaları dışında...Bu asla olmamalı bence. Saygılarımla.
  10. hoplayıve çekirge zıplayıve çekirge bıdıbıdıbıdı çekirge nasıl? :))

    eee sonra o öyle deyince sen de böyle deyince öteki ne dedi?

  11. odisseus

    YENİLGİ

    Kısaca onu da diyebiliriz,ölüm faktörlerinin hepsi.
  12. :)) o giriş müziği...final için de bir şey bul,Sardunyam.
  13. dırın, dırın, dırındırındırındııııırııııın dırırırın :)))

  14. Yukarıda yazılanlar da dahil bize sunulan her türlü "liste" den uzaklaşıp,içimizden geldiği gibi dürtülerimizin akışına bırakıvermek kendinimizi...Ne döngü kalır ne kısırlık...Bedeli ne olursa olsun,değer.
  15. Döngülerden kurtulmak Hayatınızda bir şeyleri değiştirmek ister bir türlü bunu gerçekleştiremiyorsanız aynı döngüleri tekrar tekrar yaşıyorsunuz demektir. Binlerce yeni yol düşledim. Uyandım ve yine eski yoldan yürüdüm. Çin Atasözü Hayatınızda bir şeyleri değiştirmek istediğiniz çok olmuştur değil mi? Bunların bir listesini yaptınız mı? Yeni yıl yaklaşırken yıl sonunda yapılan listeler var ya, işte ondan bahsediyorum: Sağlıklı beslenmek, 5 kilo vermek, düzenli spor yapmak, hobilere vakit ayırmak, tiyatroya gitmek, stresten uzak durmak, sigarayı bırakmak... Bir koca yılı devirmeye az kalmışken, kendi listenize baktığınızda burada yazdıklarınızdan kaçını içselleştirdiğinizi ve sizin olduğunu fark ettiniz. Kendinizi bu konuda başarılı sayabilir misiniz? Yaptıklarınız için sizi tebrik ederim. Ama ben sizlerle yapamadıklarınızı konuşmak istiyorum. Her yıl listenizde yazan ama bir türlü gerçekleşemeyenler hakkında konuşmak istiyorum. Dönme dolabı bilirsiniz, sürekli döner durur ve hep aynı yere gelir. Biz de bazen yaşadığımız olaylar karşısında aynı döngüleri yaşarız. Döner dururuz ama döndüğümüzün farkında değilizdir. Hayatımıza giren insanlar bile bu dönme dolabın parçasıdır. Hep serseri erkekleri hayatınıza çektiğinizi, ciddi bir ilişkinizin olmadığını düşünmüşsünüzdür, değil mi? Sonra şaşırarak fark edersiniz ki sizinleyken hep sorunlu olan erkek arkadaşınız sizden ayrıldıktan sonra mükemmel ilişkiler yaşar. Ya da bir işte yaşadığınız sıkıntılar yüzünden iş değiştirirsiniz ama bir süre sonra yeni iş yerinizde de aynı sıkıntıları yaşamaya başlarsınız. Ne oluyor? Siz dev bir mıknatıssınız ve istemediğiniz her şeyi üzerinize mi çekiyorsunuz? Dev mıknatıs bana istediklerimi getirir misin? Sürekli yaşadığınız benzer deneyimler olduğunda kendinize sormanız gereken “ burada fark etmem gereken nedir? “ olmalıdır. Döngüler bizim istemeden sürekli yaşadıklarımızdır. Döngülerinizi fark etmek ve bunlardan kurtulmak için öncelikle kendinize yaşadıklarınızın sizin tercihleriniz olup olmadığını sorun. İsteğiniz dışında olan her şey döngünüzün bir parçasıdır. Döngülerimizi ise alışkanlıklarımızla besleriz. Döngülerinizden kurtulmak için o zaman öncelikle düşüncelerinizi değiştirmeniz gerekiyor. Düşünce nedir? Düşünce dediğimiz şey yoğunlaştırılmış enerji partikülleri yani parçalarıdır. Hepimiz günde 50 veya 60 bin kadar düşünce üretiriz. Bu düşüncelerin çoğunun da farkında olmadığımızı da söyleyebiliriz, değil mi? O zaman bu düşüncelerin kontrolü de bizim alışkanlıklarımızdadır. Alışkanlıklarımızın ana merkezi yani bilinçaltımızdan otomatik olarak oluşan bu düşünceler, bizim yaşadıklarımızı oluşturur. Dikkat edilmesi gereken nokta yaşamınızda yer almasını istediğimiz her şeye düşüncelerinizle şekil verebilecek olmamızdır. Evrende benzer enerjiler birbirini çeker. Ne düşünüyorsanız sonunda o düşündüklerinizle karşılaşırsınız. Gene bir örnek üzerinden gidecek olursak: Erkek arkadaşımızın bizi kıskandığını düşünmemiz, bir süre sonra onun bizi kısıtlaması, kıyafetlerimize karışması anlamına gelir. Erkek arkadaşımızın bizi kıskandığını düşünmek bizim düşünce alışkanlığımızdır. Düşüncenin sonunda oluşan kıskanan erkeklerle beraber olmaksa bizim döngümüzdür. Döngülerden nasıl kurtuluruz? Yani dev mıknatısımızın bize istediklerimizi getirmesi için ne yapmalıyız? Döngülerden çıkmak için öncelikle yeni düşüncelere açık olmalıyız. Sürekli aynı şeyleri düşünerek, farklı şeyler oluşturamayız. Kısa bir liste yapacak olursak; 1-Her gün hayatınıza yeni bir şeyler katın, 2-Farklı tatlar, farklı hisler içinde uyanın. 3-Sürdüğünüz kokuda, yaptığınız makyajda farklılık olsun. 4- İşe gittiğiniz yolu değiştirin. 5- Daha önce dinlemediğiniz tarz bir müzik dinleyin. 6- Uzun zamandır, görmediğiniz bir arkadaşınızla buluşun, onunla farklı konulardan bahsedin… Çin atasözünün dediği gibi her gün yeni yollardan yürüdüğünüzü düşler ama sıra uygulamaya geldiğinde gene eski bildiğiniz yoldan yürürseniz, döngülerinizden kurtulamazsınız. Yeniliğin size kattıklarından biri de size hissettirdiği farklılık duygusudur. İçinizde hissettiğiniz o farklılık duygusu sizi tazeleyecek, zinde tutacaktır. Her an kendinizi taşıdığınız yeni zeminlerde başka duygular hissedeceksiniz. Bu şekilde de aynılığı bir tarafa bırakıp, monotonluktan, bildik duygulardan kurtulacaksınız. Unutmayın ki yeni döngüler yaratabilmek için an’da olmaya, an’da kalabilmek için de tazelenmeye, yeni olmaya ihtiyacınız var. Dönme dolaptan inip, özgürce kırlarda koşmanız dileğiyle, Sevgiyle yazdım, Saba Deniz Yaşam Koçu
  16. Teknoloji yerinde kullanılmadığı zaman gerçeklerden ve hayattan uzaklaşmanın aracı oluyor.Öyle ki zamanla gerçek hayata tamamen yabancılaşıyor ve ortaya çıkmaya korkar hale geliyoruz.Her geçen gün sayıları artan "fobi"lerimiz de bunun göstergesi.
  17. Maskelerden çıplaklığa Kendinizi eve kapatacaksınız ve sizin yerinize yaşaması için modern robot kopyanızı göndereceksiniz. Böyle bir şey var mı? Ben müsait değilim benim yerime müsfettem pardon suretim baksın! Böyle bir şey var mı? Kendinizi eve kapatacaksınız ve sizin yerinize yaşaması için modern robot kopyanızı göndereceksiniz. Kavga edeceksiniz ama canınız yanmayacak, öpüşeceksiniz ama onunla değil suretiyle, koşacaksınız ama terlemeyeceksiniz. Bu sayede daha az yorulacak, daha az kırılacak, daha az duygularınızın farkında olacaksınız. Bir yaşam ki her şeyi içinde barındıracak ama hiçbir şey gerçek olmayacak, gerçeğe yakın dahi olmayacak. Kendinizi yarattığınız maskelerin arkasına gizleyeceksiniz. Bir çizgi roman kahramanı olacaksınız, kendi hayatınızı en iyi ifade etmek istediğiniz şekilde resmedeceksiniz, içinde her şey olacak ama siz olmayacaksınız. Nereye kadar, ne için? Hafta sonu “Suretler” filmine gittim, gidenleriniz ilk satırları okuyunca takıldığım yerleri anlamışlardır. Çıkarın maskelerinizi Bugün maskelerin belki daha ileri teknoloji ile suretlerin arkasına saklanarak aslında hayatımızdan ne kadar çok şeyi kaçırdığımızı, suretlerimizden, maskelerimizden kurtularak neler kazanabileceğimizden bahsetmek istiyorum. Siz ne zaman maskeler takarsınız? Korkularınız nedir? Nelerden gizlenirsiniz? Kendinizi deşifre etmekten neden kaçınırsınız? Korkularınızdan bahsettiğinizi duyar gibiyim, maskelerin, kıyafetlerin, statülerinizin sizi koruduğunu düşünüyorsunuz. Oysaki ben size hayatta en çıplak halinizle yıkılmaz, devrilmez, ezilmez, büzülmez, kırılamaz, incitilemez, yok edilemez olmak mümkündür diyorum. Merak ediyorsunuz değil mi, işte sihirli iksiri: Siz izin vermezseniz kimseler kıramaz, bükemez sizi, eğer siz kendinizi bir porselen bebek görmüyorsanız; Siz istemezseniz kimseler üzemez sizi, hayatta duruşunuz beklentisizse elinizden gelenin en iyisi her zaman yapmış olmanın bilincinde ama olanı da olduğu gibi kabul ediyor ve olanın hayrınıza olduğunu idrak edebiliyorsanız; Kimseler öncelikle de kendiniz incitemez sizi, siz an ve an gelişmekte olduğunuzu, şu an yapabildiğinizin, olabildiğinizin en mükemmel haliniz olduğunun farkındaysanız; Siz devrilmezsiniz, eğer hayattaki duruşunuz dengeliyse, egolarınızın esiri olmadıysanız, O zaman ne kadar farklı görünüyor etraf değil mi? Birilerinin önünde çırılçıplak bedeninizle durmanın, ruhunuzu bile soymanın ne demek olduğunu hissedebiliyor musunuz? Birden bire kara bulutların yerine beyaz bulutlar geliyor, güneş gene dağların arkasından çıkıyor. Ve bu aydınlıkta bütün maskeler düşüyor. Çıplaklık en doğal haliniz oluyor. Sevgiyle yazdım, Saba Deniz Yaşam Koçu
  18. Rüyalar bilinçdışına itilmiş bir arzunun görsel gerçekliğidir ve bulmacalar şeklide inşa edilirler zihinde. Ve kesinlikle bir mesaj içerirler. ********************************************************************** Bilim, rüyaları labaratuara getirip somut tahliller yapmaya başladığı zaman,beraberin de bir çok bilinmeyini de çözmüş olacaktır.O zamana kadar : Hayırdır inşallah...Gündüz niyetine...!
  19. Freud soruları yanıtlıyor Psikanalizin babasının ölümünün üzerinden 70 yıl geçti. Psychologies Dergisi, Freud rolüne bürünen üç psikiyatrla konuştu. Sinem Dönmez Cumhuriyet/Haftasonu 23 Eylül’de Freud’un ölümünün üzerinden tam 70 yıl geçmiş olacak. Psikanalizin babası, bugün günlük hayatımızda, özel ilişkilerimizde anahtar olan tabu, ego, bilinçdışı gibi kavramları ortaya çıkardı. Psikanaliz de Freud da hep eleştirildi. Psikanalizin işe yaramadığı, uzun sürdüğü, Freud’un her vakayı sekse bağlaması gibi... Psychologies Dergisi Eylül sayısında Freud’u “konuşturdu.” Freud rolüne bürünen 3 psikiyatr Freud’un gözünden bugünü ve psikanalizi değerlendirdi. Söz Freud’da... Hataları meşrulaştırıyorlar - Siz henüz 1900’de psikanalizi buldunuz. Şu an neler gözlemliyorsunuz? Bir zamanlar uğruna savaş verdiğim ‘çocuklukta cinsellik’, ‘bilinçdışına itme’, ‘Oidipus kompleksi’ gibi kavramlar artık günlük hayatın içinde kullanılan, alışıldık kavramlar haline gelmiş. O kadar ki insanlar zayıf yönlerini, hatalarını da ‘ben’lerine bağlıyor. Gerek cinsel isteklerini tatmin konusundaki ısrarcılıkları, başarı konusundaki hırsları, yalnızlıkları, onların narsistik bir bakış açısına sahip olmalarına da yol açıyor. Herkes derin bir ‘ben’i olduğunu düşünüyor ve kibirleniyor. Uygun olmayan tüm davranışlarını ise ‘bu ben değilim, bilinçaltımın suçu’ diyerek kendilerini meşru gösteriyor. Her sorunun ilacı var - Bilinçaltından bahsetmek artık moda haline de geldi. Bilinçdışı her zaman vardı. Her zaman da olacak. Bilinçdışı insanın psikolojik sorunlarının ortaya çıkmasını sağlayan bir alandır. Rüyalar, unuttuğumuz anılarımız, dil sürçmelerimizin tamamı bilinçaltının alanında. İnsan var olduğu sürece de hayatı bilinçaltı tarafından yönetilecek. - Peki rüyalar? Rüyalar bilinçdışına itilmiş bir arzunun görsel gerçekliğidir ve bulmacalar şeklide inşa edilirler zihinde. Ve kesinlikle bir mesaj içerirler. - Yeni nevroz türleri ortaya çıktı mı? Uçak ve hız fobisi gibi fobiler çıktı ortaya. Ama yeni bir nevroz? Hayır. Buna karşılık toplumda bozulma ve anormallik olarak kabul edilen her şey değişiyor zamanla. Bir zamanlar anormallik olarak kabul edilen şeyler zamanla normal karşılanmaya başladı. Örneğin homoseksüellik. Ben bunun ahlaki bozulmalardan biri olduğunu asla düşünmemiştim. Ancak toplum bu durumu bir hastalık olarak gördü. Başlangıçta hastaların isteği üzerine tedavi etmeye çalıştım ancak çabalarımın boşuna olduğunu farkettim. - Depresyon çağımızın hastalığı ama siz adını bile anmadınız... Bu doğru değil. Depresyon her zamam ilgilendiğim bir konuydu ama adına depresyon demiyordum. Daha ağır biçimleri içinse bildiğiniz gibi melankoli terimini kullanıyordum. - Siz nevrozlar ilaçla tedavi edilebilir demiştiniz. Ama bugünün antidepresanlarını ön görmemiştiniz herhalde? Nevrozların ilaçla tedavisi mümkün demiştim. Ama her zaman değil. Eğer ilaçlar zor zamanları geçirmeye yardımcı oluyorsa, kaygının etkilerini yok ediyorsa, hastalığın gelişeceği durumlarda çalışmayı kolaylaştırıyorsa tedavi etmez. Ayrıca kapitalist toplumun ilaç endüstrisi kar etsin diye yeni psikolojik ilaçlar icat edeceğini öngöremedim. Her psikolojik soruna tekabül eden bir ilaç var artık. - Sürekli olarak psikanaliz bitti dense de hala yaşıyor. Neden? Psikanaliz her zaman eleştirildi. Benim için yeni bir durum değil Ancak hâlâ kaygı gibi pek çok fenomenin en tatmin edici açıklaması psikanalizde. Ben kelimelerin gücüne inanıyorum. Kelimelerle insanı ağlatabilir, güldürebilir, onu ölümcül şekilde yaralayabilir, unutamayacağı bir mutluluk verebilirsiniz. Sadece dil sayesinde kaygıya iten bir durumu çözebilirim. - Peki neden psikanaliz durmadan saldırıya uğruyor? Çünkü insan hayatında cinselliğin durduğu yeri önemseyen tek söylem psikanaliz. Sözcükler ve cinsellik arasında bir bağ var. Saklı ama çok derin. Bu öfkeyi, bu nefreti insanların hala cinsel arzularını sorgulamaktan kurtulamadıklarına bağlıyorum. Ehlileştirilemeyen bir arzudan söz ediyorum. Karanlık ve rahatsız edici. Bu yanımızı görmek korkutuyor bizi.
  20. Bir de derler ki : İnsanlarımızda terapiste gitme alışkanlığı yok....Tüm bunları okuduktan sonra,gel de huzur içinde kapa gözlerini,terapistin koltuğunda.
  21. İki psikoterapistin dertleşmesi Yalom, “Grup Psikoterapilerinin Teori ve Pratiğini Giriş” isimli çaplı yapıtında insanı bütünüyle bir insan olarak ele almaya çalışır. Ancak Yalom da insanın metafizik boyutlarını takdirde yetersiz kalır Ali Rıza Bayzan´ın makalesi Irvin D. Yalom, Amerika’da Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri profesörü. Ancak Yalom bir dinazor değil. İnsanı adeta bir eşya ya da gelişmiş bir hayvan olarak ele alan klasik yaklaşımlara karşı varoluşçu ve insancı bir çizgiyi savunuyor. Bilim-insanı oluşunun yanı sıra bir de sanatçı yönü var. Klasik psikanalizi sorgulayıp yargıladığı romanı Divan bunun için yeterli bir kanıt. Klasik psikanaliz pozitivist bir bilim anlayışına dayalı olarak insanı indirgemeci olarak ele alan Freud’un kurduğu bir sistemdir. Freud, insanın tüm davranışlarını doğuştan getirilen kural tanımaz cinsellik ve saldırganlık dürtülerinin ailede ve toplumda bastırılması sonucu oluşan bilinçaltından kaynaklandığını ileri sürer. Buna göre Freud insanı salt bir biyolojik bir varlık olarak tanımlamaktadır. Yalom, “Grup Psikoterapilerinin Teori ve Pratiğini Giriş” isimli çaplı yapıtında insanı bütünüyle bir insan olarak ele almaya çalışır. Ancak Yalom da insanın metafizik boyutlarını takdirde yetersiz kalır. Yalom, “Aşkın Celladı” adıyla çevrilen çalışmasında, ruh hastası olarak tanımlanan ama gerçekte daha çok rûhunu arayan insanlarla yaptığı psikoterapi görüşmelerini sunuyor. “Nietzsche Ağladığında” ise olağanüstü derecede farklı bir roman: Burada Yalom, Nietzsche aracılığı ile varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade gibi kavramlarını ele alıyor. Yalom’un aslında Tasavvuf’un bir karikatürünü çizmeye çalıştığı söylenebilir yukarıda andığımız yapıtlarında. Kim bilir, Yalom tümüyle yüreğinin sesini dinleyebilse neler yazardı. Divan, varoluşçu-insancı bir psikoterapistin kaleminden varoluşçu-insancı psikoterapi ile klasik psikanaliz arasındaki med-ceziri ironik bir şekilde ele alan bir roman. Daha derinlerde ise modern-postmodern perspektiflerin çatışmalarını ve çelişkilerini izlemek mümkün. Divan’da Yalom, Freud’un çizgisinden giden psikanalistlerin ipliğini pazara çıkarıyor, iç yüzlerini deşifre ediyor. Yalom’un en çok vurguladığı konular pek çok psikanalistin hastalarını hem cinsel hem de ekonomik açıdan kullanılmaları, hem hastalarına hem de birbirlerine karşı ikiyüzlü davranmaları, varoluşsal problemleri çözememeleri... Divan’ın en çarpıcı bölümlerinden birisi iki psikoterapistin birbiriyle dertleşmesi. Birisi romanın baş kahramanlarından Ernest, klasik psikanaliz ile varoluşçu-insancı terapiler arasında med-cezirler yaşayan iyi niyetli bir psikanalist, diğeri onun yakın dostu modern uygarlıktan olabildiğince uzak duran ve klasik psikanalizi hararetle sorgulayan marjinal bir psikoterapist, Paul. Şimdi bu söyleşiden bir bölüme kulak verelim: "Ama bak", diye devam etti Ernest, "senin şu iki terapiste birden giden hastan var ya... Hopkins´deyken n´apardık hani hatırlasana-iki ayrı gözetim terapistine aynı hastayı anlatır, ikisinin hiçbir konuda mutabık kalamadığını gördükçe gülerdik kendi kendimize. Bu da aynı işte. İki terapistle ilgili hikayen çok ilginç geldi bana." Ernest elindeki çubukları masaya bıraktı. "Acaba diyorum... benim de başıma gelir mi? Sanmam. Hastanın ne zaman doğru söylediğini anlarım ben, bundan kesinlikle eminim. Bazen başlangıçta şüpheler olabilir, ama bir an gelir, artık ondan sonra hakikatte ortak olduğumuza dair en ufak şüphe kalmaz." "Hakikatte ortak olmak-güzel söz, Ernest, ama ne demek? Hastaysa bir ya da iki yıl boyunca aralıksız çalışırsın, sonra öyle bir şey olur veya bir yerden öyle bir şey duyarsın ki, hasta hakkında bildiğin bütün her şeyi yeni baştan değerlendirmen gerekir; hastaya yıllarca bireysel terapi uygularım, sonra grup terapisine alırım onu ve gördüklerim karşısında nutkum tutulur. Aynı insan mıdır ikisi? Bana göstermediği ne kadar çok yönü varmış meğer. Üç yıldır", diye devam etti Paul, "gördüğüm bir hasta var, çok zeki bir kadın, otuz yaşlarında, kendiliğinden -benden kesinlikle hiçbir zorlama gelmeden- babasıyla ilgili ensest anıları hatırlamaya başlamıştı. İşte, bir yıl kadar bunun üzerinde çalıştık ve senin tabirini kullanacak olursak, hakikatte ortak olduğumuzdan şüphem kalmadı. Anıların geri geldiği o dehşet dolu aylar boyunca onun elinden tuttum, babasıyla bu konuda yüzleşmeyi denedikten sonra yaşanan aile faciaları boyunca Ona destek oldum. Oysa şimdi -belki medyadaki fırtına harekâtı doğrultusunda- bu ilk anılarından şüpheye düşmeye başladı. "Vallahi doğrusunu istersen, ben serseme döndüm artık. Hayal nedir, hakikat nedir, hiç fikrim yok. Üstelik bir de bu kadar kolay gaza geldiğim için beni eleştirmeye başladı kadın. Geçen hafta rüyasında ana-babasının evinde görmüş kendini. Goodwill marka bir kamyon gelip evi temellerinden yıkmaya başlıyormuş. Ne diye gülüyorsun?" "Goodwill´in ´iyi niyet´ anlamına geldiğini düşündüm de. Bil bakalım kim bu kamyon? Üç hakkın var?" "Tamam. Bunun esrarengiz bir yanı yok. Kamyonla ilgili çağrışım yapmasını söylediğimde, dalga geçer gibi rüyanın adını söyledi bana: Yardımsever Dost Yine Elini Uzattı. Senin anlayacağın rüyanın mesajı şu: yardım ediyormuş gibi yaparak ya da yardım ettiğime inanarak ben, onun evini ve ailesini ta temelinden sarsıyorum." "Besle kargayı..." "Aynen. Ve kendimi savunmaya çalışmak gibi de bir aptallık ettim. Burada senin kendi anılarını analiz ettik, deyince de, her anlattığına inanacak kadar saf olduğumu söyledi bana. "Hem", diye devam etti Paul, "belki de haklıdır. Belki de çok safız biz. Hastaların kendi hayatlarındaki hakikati dinleyelim diye bize para verdiği düşüncesine öyle alışmışız ki, yalan söyleyecekleri hiç aklımıza gelmiyor. Geçenlerde bir araştırma yapıldığını duydum, pskiyatristler, bir de FBI ajanları, yalanı doğrudan ayırma konusunda çok beceriksizmiş. Şu ensest tartışması da iyice tuhaflaşıyor... beni dinliyor musun, Ernest?" .... (Ernest:) Sana yeni hastamdan bahsetmiştim değil mi- kendimi tam anlamıyla açığa vurma konusundaki büyük deneyimde kullandığım hastadan? Neyse, geçen hafta ikinci seansa geldi ve bir ara onu okuyamadım... birbirimize çok uzaktık... sanki aynı odada değilmişiz gibi. Sonra hukuk fakültesindeyken sınıf birincisi olduğunu anlattı ve birden bire gözyaşlarına boğulup mutlak bir dürüstlük sergilemeye başladı. Geçmişe ilişkin büyük pişmanlıklardan bahsetti. Ayağına gelen bütün büyük kariyer fırsatlarını teptiğini, bunun yerine evlenmeyi tercih ettiğini, ama evliliğinin de çok geçmeden karabasana dönüştüğünü anlattı. Sana söylemiştim, ilk seansta da abisinden ve küçüklüğünde ondan gördüğü cinsel suistimalden -yani olası suistimal- bahsederken tam olarak aynı şey olmuştu, o zaman da yine birdenbire dürüst davranmaya başlamıştı. "Her seferinde yüreğimde duydum söylediklerini... yani, gerçekten birbirimize değiyorduk, anlıyor musun? Öyle bir şekilde değiyorduk ki birbirimize, dürüst olmamanın hiçbir yolu yoktu artık. Aslında tam da son seanstaki o andan sonra hakikate inanılmaz bir şekilde bağlı kaldı... dikkat çekecek kadar içten bir tarzda konuşmaya başladı... cinsel tatminsizliğinden... birileriyle yatamazsa çıldıracağından falan bahsetti." "Bakıyorum bir çok ortak yönünüz var." "Yaa, yaa. Ben de oradan gidiyorum zaten. .... (Ernest:) İki gün önce hastam Eva öldü-sana ondan bahsetmiştim-tıpkı onun gibi bir karım olmasını isterdim, ya da annem. Yumurtalık kanseriydi, hatırladın mı? yaratıcı yazarlık dersleri veriyordu. Harikulade bir kadındı." "Hani rüyasında babasını görmüş de, adam ona "Benim gibi evde oturup tavuk çorbası içme-Afrika´ya git, Afrika´ya´ diyormuş, o kadın mı?" "Evet. Bak onu unutmuştum. Evet, ya, Eva o işte. Onu özleyeceğim. Bu ölüm çok acı veriyor bana." "Bu tip kanser vakalarıyla nasıl çalışıyorsun bilmiyorum. Nasıl dayanıyorsun, Ernest? Cenazesine gittin mi?" "Hayır. Çizgiyi orada çekiyorum işte. Kendimi korumam, bir tampon bölge oluşturmam lazım. Kabul ettiğim ölümcül hasta sayısına da bir sınır koyuyorum. Bir hastam var; psikiyatrik sosyal hizmet görevlisi, onkoloji kliniğinde çalışıyor ve yalnızca kanser hastalarıyla ilgileniyor-her gün sabahtan akşama kadar. Çok acı çekiyor kadın." "Yüksek riskli bir iş bu, Ernest. Onkoloji uzmanları arasındaki intihar oranını görüyor musun? Psikiyatristlerinki kadar yüksek! Bu işe devam etmek için mazohist olması lazım insanın." " O kadar da karanlık bir tablo değil, canım," diye cevapladı Ernest. "İnsana kazandırdığı şeyler de var. Ölmek üzere olan hastalarla çalışıyor ve terapi yapıyorsan, kendi kendinin değişik parçalarıyla ilişki kurabiliyorsun, önceliklerini yeniden sıralıyor, ufak tefek şeyleri dert etmemeyi öğreniyorsun-terapi saatlerinden sonra genellikle kendim ve hayatımla ilgili olarak daha olumlu bir hissiyat içinde olduğumu biliyorum ben. Demin bahsettiğim sosyal hizmet görevlisi beş yıl süreyle çok başarılı bir analizden geçmiş, ama ölmekte olan hastalarla çalışmaya başlayınca bir sürü yeni araz çıkmış ortaya. Mesela rüyalarında hep ölüm korkusu var. "Geçen hafta en sevdiğim hastalardan bir ölünce olağanüstü bir şey oldu. Rüyasında, benim yönettiğim bir komite toplantısına katıldığını görmüş. Bana bir takım dosyalar getirmesi gerekiyormuş ve bu sırada da yere kadar inen, kocaman ve açık bir pencerenin önünden geçecekmiş. O bu kadar büyük bir tehlikeye girmekteyken benim kayıtsız davranmama çok sinirlenmiş. sonra birden fırtına çıkmış; ben grubun başına geçip herkesi metal bir merdivenin başına toplamışım, yangın merdiveni gibi bir şey. Hepsi çıkmaya başlamış ama son basamağa gelince bir de bakmışlar, merdiven tavanda son buluyor, gidecek yer yok. Gerisin geri aşağı inmişler." "Başka türlü söyleyecek olursak," dedi. Paul, "ne sen ne de bir başkası onu koruyabilecek, ya da ölüme giden bu hastalıktan kurtarabilecek." "Tam olarak öyle. Ama benim asıl anlatmak istediğim, bu kadın beş yıl analiz gördüğü halde ölüm teması hiç yüzeye çıkmamış daha önce". "Bana terapiye gelen hastalarda da hemen hemen hiç çıkmıyor". "Oysa bunun peşine düşmek lazım. Daima yüzeyin altında gezinen bir şeydir bu". "Peki kanser konusuyla bu kadar uğraştıktan sonra sen ne alemdesin. Ernest? Yeni arazlar çıkıp duruyor diyorsun-ufukta yeni bir terapi dönemi olabilir mi?" "Ölüm korkusuyla ilgili kitabı bu yüzden yazıyorum ya. ... (Paul:)Şu yeni hastayla kendini dışa vurmak için yaptığın deneyi hemen özetle bana. Nasıl biri bu kadın?" "Tuhaf biri. Son derece zeki, becerikli, ama anlaşılmaz derecede naif. Kötü bir evliliği var-bu evlilikten kurtulabileceği bir noktaya getirmek isterdim onu. Birkaç yıl önce boşanmak istemiş, ama bu arada kocası prostat kanserine yakalanmış, şimdi adam ölene kadar ondan ayrılamayacağına inanıyor. Daha önceki terapileri içinde bir tek Doğu Kıyısı´nda bir psikiyatristten gördüğü etkili olmuş. Ve -bak bunu iyi dinle, Paul- adamla cinselliğe dayanan, uzun süreli bir ilişki yaşamışlar! Birkaç yıl önce ölmüş adam. Çok b.ktan iş, kadın bu terapinin kendisini iyileştirdiği konusunda ısrarlı- adamın iyi niyetli olduğuna yeminler ediyor. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Terapistiyle cinsel ilişkiden yarar gördüğünü iddia eden bir hasta tanımamıştım hiç. Sen tanıdın mı?" "Yarar mı görmüş? Eh, terapistin abazanlıktan kurtulmasına yararı olur tabii de- hasta açısından daima kara haberdir bu!" "Nasıl dersin ´daima´ diye? Daha bir dakika önce bir vakada yararlı olduğunu söyledim sana. Olguların bilimsel gerçeğin önünü kesmesine için vermeyelim lütfen!" "Haklısın, Ernest. Düzeltiyorum. Nesnel olmaya çalışmam lazım. Bir bakalım, bir düşünelim. Geçen yıl bilirkişi olarak katıldığın dava geldi de aklıma-Seymour Trotter´dı, değil mi? O da hastasının yarar gördüğünü iddia ediyordu, kadını tedavi etmeyi başarmasının tek yolu buymuş. Ama tam bir narsistti o herif, belanın tekiydi, kim inanır ona? Yıllar önce bir hastam vardı, yaşlı bir terapiste gidiyormuş ve adamın karısı ölünce birkaç kez yatmış onunla. ´Merhametten düzüştüm´ diyordu. Bunun özel olarak ne acı verdiğini ne de fayda sağladığını iddia etmişti-ama ille de birinden birini seçmek gerekiyorsa, olumsuzdan ziyade olumlu etkisi olmuş. "Tabii", diye özüne devam etti Paul, "hastalarıyla böyle ilişki kurduktan sonra onlara evlenen birçok terapist de var. Onları da hesaba katmak lazım. Bu konuda hiçbir veri yok elimizde. O evliliklerin akıbetini kim biliyor ki? Belki bizim sandığımızdan çok daha başarılı oluyorlardır! Gerçek şu, elimizde hiç veri yok. Sadece olumsuz örnekleri biliyoruz. Bir başka deyişle sadece payı biliyoruz, paydayı değil." "Çok garip," dedi Ernest, "hastam da tam olarak böyle söylemişti-kelimesi kelimesine." "Ee tabii, çok açık: Sadece olumsuz örnekleri biliyoruz, ama bu örneklerin ait olduğu toplam vaka sayısını bilmiyoruz. Belki böyle bir ilişkiden gerçekten yarar sağlamış olan bir sürü hasta vardır, ama biz duymuyoruz! Niye sessiz kaldıklarını tahmin etmek de zor değil. Bir kere, bu herkesin içinde konuşulacak türden bir şey değil, İkincisi, belki yarar gördükleri için artık terapiye gelmiyorlar, biz de onlardan haberdar olamıyoruz. Üçüncüsü, eğer bu olumlu bir deneyim olmuşsa, hasta, terapist aşığını korumak için sessiz kalacaktır. "İşte Ernest, bilimsel gerçekle ilgili sorunun cevabı. Böylece bilime olan vefa borcumu ödemiş oluyorum. Fakat bana kalırsa, terapist ile hasta arasında seks, ahlaki bir sorunudur; bilimin, ahlaksızlığın ahlaki olduğunu kanıtlaması da hiçbir şekilde mümkün değil. Ben, hastayla seks yapmanın ne terapiyle ne aşkla ilgisi olduğuna inanıyorum-bu hastanın sana yalan söylemesi için bir neden yok ki!" ... (Paul:)"Ne kadar açığa vuruyorsun kendini?" "Daha saydam olmayı öğrenmeye başladım, ama yine de istediğim gibi gitmiyor. Yani benim düşündüğüm gibi değil." "Niye değil?" "Vallahi ben daha insani daha varoluşsal bir ifşaat peşindeydim-´bak işte birlikte varoluşun gerçekleriyle yüz yüze geliyoruz´ diyebileceğimiz bir şey düşünmüştüm. Onunla, aramızdaki ilişkiyle, benim kendi endişelerimle, onunla paylaştığımız temel kaygılarla ilgili anlık duygularım üzerine konuşabileceğimi sanmıştım. Ama o derin ya da anlamlı denebilecek hiçbir şeyden bahsetmiyor; bunların yerine fuzuli şeyler dayatıp duruyor bana: Benim evliliğim, kadınlarla çıkmam falan." "Sen nasıl cevap veriyorsun peki?" "Yolumu bulmaya çalışıyorum. Doğru cevaplar vermek ile onun taşkın merakını tatmin etmek arasında ayrım yapmaya çalışıyorum." "Ne istiyor ki kadın?" "Rahatlamak istiyor. İnsan hayatındaki berbat durumlardan biri içinde sıkışıp kalmış, ama genellikle meseleyi çok dar bir açıdan ele alarak cinsel doyumsuzluğunu takıntı haline getiriyor. Ciddi bir cinsel açlık içinde. Her seans sonunda bana sarılma adeti çıkardı." "Sarılma mı? Sen de karşılık veriyor musun?" "Niye vermeyeyim? Ben, bütünlüklü bir ilişki geliştirme deneyi yapıyorum. Sen münzevi hayatı sürdüğün için gerçek dünyada insanların sık sık birbirlerine dokunduklarını unutmuş olabilirsin. Cinsel nitelikli bir sarılma değil ki. Cinsel olanını bilirim." "Ben de seni bilirim. Dikkatli ol, Ernest." "İçin rahat etsin, Paul. “Anılar, Rüyalar ve Derinlemesine Düşünceler”de Jung´un, ´terapist her hasta için yeni bir terapi dili icat etmelidir´ dediği bölümü hatırlar mısın? Üzerinde düşündükçe bu sözler daha da güçlü geliyor bana. Bence Jung´un psikoterapi konusunda ettiği en ilgi çekici laf, yalnız onun da bunu yeterince ileri götürdüğünü sanmıyorum, meselenin her hasta için yeni bir dil ya da hatta yeni bir terapi icat etmek olmadığını, asıl önem taşıyanın icat olduğunu görememiş bence! Yani burada asıl önemli olan, terapist ile hastanın birlikte çalıştıkları, içtenlikle icatlar yaptıkları süreçtir. Alıntıdır.
  22. odisseus

    YENİLGİ

    Yenilgilerden tecrübe,tecrübelerden olgunluk,olgunluklardan yaşlılık oluşur.Tam oldum derken...Bakarsın ki bahçeye girmişler,meyve toplayıcıları..!
  23. odisseus

    KISIR DÖNGÜ

    Havada çevirdiğimiz kovanın içindeki su dökülmez,zira "yerçekimi" ile "merkezkaç kuveti" birbirine eşittir.Ama onu kuvetle attığımız zaman hem fırlar gider hem de gittiği yerde serbestçe dökülür.Niçin mi ? Çünki ona dengeyi bozacak ilk hız uygulamışızdır ve o sayede dönüp durmaktan kurtulmuştur.İşte kısır döngülerden kurtulmanın yolu da bu "ilk hız"ı nerede bulabileceğimizi keşfetmekten geçer.Tabii kurtulmak istiyorsak..!
  24. Mükemmelliyetçi erkekleri,süper sendromlu kadınlarla buluşturup,birleştiren bir organizasyon olmalı.Çocukları birer dünya harikası(!)olur herhalde.
  25. Süper Kadın sendromu Kariyer, sosyal aktiviteler, ev işleri derken ideal bir anne ve eş olma yolundaki tehlike ‘Süper Kadın Sendromu’na dikkat! Süper Kadın sendromuyla ilgili her şeyi öğrenin ve kendine güvenen mi yoksa süper kadın sendromunda mı olduğunuzu bulun. Kim bu süper kadın? Çevrenize şöyle bir bakın. Bir yandan işyerinde da¬ha iyi bir kariyere ulaşmak için yoğun çaba sarf ederken, bir yandan da sosyal etkinlikler arasında mekik dokuyan kadınlar mutlaka var. Bu kadınlar aynı zamanda evlerindeki tüm gereksinimleri eksiksiz karşılarken, çok iyi bir eş ve anne olmak için de yoğun çaba sarf ederler. Her rolün üstesinden gelen ve pek çok alanda başarıya imza atmış kadınlar, çoğumuzun imrendiği ve olmak istediği bir model. Oysa bu tip kadınların çoğu aslında günümüzde hızla yaygınlaşmaya başlayan "Süper Kadın Sendromu"nun etkisi altındalar. Üstelik, bu sendromdan yakınan kadınlar sanılanın aksine mutlu olmadıkları gibi, zamanla gelişen ruhsal sıkıntılarla da baş etmek zorunda kalıyorlar. Biz de, Formsante dergisinin konuyla ilgili International Hospital’dan psikiyatri uzmanı Dr. Muzaffer Uyar'le yaptığı röportajı sizlerle paylaşmak istedik. 30'lu yaşların sorunu Süper kadın sendromu genellikle 30''lu yaşlardaki kadınları etkisi altına alıyor. Psikiyatri uzmanı Dr. Muzaffer Uyar'a göre, Ülkemizde kadınlar genellikle 20'li yaşlarda evleniyorlar ve toplumun yüklediği iyi bir ev hanımı, iyi bir eş ile iyi bir anne misyonunu yerine getirmekten büyük bir mutluluk duyuyorlar. Ancak 30'lu yaşlara geldiklerinde gerek edindikleri hayat tecrübeleri, gerekse kişiliklerinin oturmaya başlaması sonucu, artık kendileri için de bir şeyler yapma ihtiyacı hissediyorlar. Ayrıca, yazılı ve görsel olarak bakımlı, formda, meslek sahibi ve aktif bir sosyal yaşamı olan kadınların daha çok tercih edildiği yönünde imalar da kadını etkiliyor. Tüm bu faktörlerin etkisiyle kadınlar kendini “güvende" hissetme ihtiyacı duymaya başlıyor. Bunun sonucunda pek çok alanda kendini ispat etme sürecine giriyor! Amaç; bulundukları çevreye yenik düşmemek ve daha fazla saygı görmek... Kimileri agresif bir tutum sergilerken, kimileri ise edilgen bir yol izleyerek isteklerini dolaylı yollardan gerçekleştirmeye çalışıyor. Bazıları da çözümü her işin üstesinden gelebilen süper kadın modeli oluşturmakta buluyor. Yani, süper kadın sendromu aslında, özgüven sorunu yaşayan ve çevresine güven duymayan kadınların geliştirdikleri bir davranış modeli. Psikolojik sorunlar gelişebiliyor! Bu tip kadınlar, mükemmeliyetçilik duygularını ve yüksek standart beklentilerini aile bireylerine de yansıtmaktan kendilerini alıkoyamıyorlar. Örneğin eşinin daha iyi bir kariyer yapması, daha iyi giyinmesi ve pek çok sosyal etkinliğe katılması konusunda sürekli baskı kuruyorlar. Bu baskı kimi kadınlarda sadece aile bireyleriyle sınırlı kalırken, kimilerinde işyerindeki arkadaş ve komşulara kadar uzanabiliyor. Kadının bu davranışları zamanla hem ailesi hem de iletişim kurduğu diğer insanlarla ilişkilerinin bozulmasına yol açıyor. Bunların yanı sıra, sendromun etkisi altındaki kadınlar genellikle zor ulaşılabilir hedeflere sahip oluyorlar. Yoğun koşuşturma arasında hem fiziksel hem de ruhsal olarak yıpranan, baskıcı tutumu nedeniyle çevresiyle de ilişkisi bozulan bu kadınlarda zamanla depresyon, anksiyete ve panik atak gibi psikolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Nasıl tedavi ediliyor? Psikiyatri Uzmanı Dr. Muzaffer Uyar, ''süper kadın sendromu"nda, medikal tedavi ve psikoterapi yöntemiyle oldukça başarılı sonuçlar elde edildiğine dikkat çekiyor. Depresyon, panik atak ya da anksiyete gibi hastalıkların geliştiği durumlarda, öncelikle medikal tedaviye başvuruluyor. Ruhsal hastalıkların ortaya çıkmadığı durumlarda ise psikoterapi yöntemi yeterli oluyor. Dr. Muzaffer Uyar, toplumun yüklediği ya da kendi üstlendiği sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirmeye çalışırken bunalan süper kadın sendromlulara "Her şeyin en iyisini yapmak zorunda değilsiniz. Bazı misyonları reddedin" önerisinde bulunuyor. Psikoterapide nasıl bir yol izlendiğine gelince... Kadına, her şeyi başarmak gibi bir zorunluluğu olmadığı, kendini artıları ve eksileriyle kabul etmesi yönünde telkinlerde bulunuluyor. Daha makul hedef ve beklenti arayışı içine girmesi sağlanıyor. Ulaşmak istediği hedefler, önem derecesine göre sıraya konuluyor. Bu tip telkinler sonucunda kadın kendini daha güvende hissediyor ve çevresinden gelen yüksek beklentilere de karşı koyabilecek gücü kendinde bulabiliyor. Hangi kadın tipisiniz? Kendine güvenen kadın tipi Kapasitenizin sınırlı olduğunu kabul ediyorsanız, Olaylara ve kişilere karşı objektif bir tutum sergiliyorsanız, Kendinizi diğer bireylerden üstün ya da agresif olmak zorunda hissetmiyorsanız, Her şeyi en iyi şekilde değil, yapabileceğiniz ölçüde ve yeterli düzeyde gerçekleştirmeye çalışıyorsanız, İçinizden geldiği gibi davranıyorsanız, kendinize güvenen bir kadınsınız. Süper kadın sendromu tipi Üstlendiğiniz tüm rolleri en iyi şekilde gerçekleştirmeye çalışıyorsanız, Agresif bir tutum sergiliyorsanız, İçinizden geldiği gibi davranamıyorsanız, Pek çok alanda başarılı olmak istiyorsanız, Kendinizi ve çevrenizdeki insanları yüceltme ihtiyacı hissediyorsanız, Sürekli üst standartlara sahip olmak istiyorsanız, Bir şeylerle meşgul olmadan duramıyorsanız, süper kadın sendromu'nun etkisi altında olabilirsiniz. ALINTIDIR.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.