Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bediüzzaman ve Nur Cemaati


ahirzaman

Önerilen İletiler

.................

ben bana manevi bağlarla bağlı olana bağlıyım.yoksa kardeşim olsa benden olmadıkça bana ne.

dedim ya zulme uğrayan kimse ben onun yanındayım ama onun dinine bakmam söz konusu değil. buda sizden farkımız.

 

bu vatan Türkü, kürdü, çerkezi, ermenisi v.s.... hepsinin içlerinden vatanperver ve sağduyulu insanların gayretleri ile kurulmuştur. hainin dini olmaz milliyetide olmaz. onlar toplum dışındadır asalaklardır. bugün vatan tehlikeye düşerse yine vatanperverler koşacaktır birileride işbirlikçilik yapacaktır.

 

 

 

din yoksa ortada birleştirici bir unsur bulamazsınız.

............

 

kendinizi kandırmayın. İslam aleminde iktidar uğruna kanlar döküldü, şeyh said ayaklanmasında müslüman Türklerin kanını dökerken hangi dinden bahsedersiniz. din çıkar kapısı yapılmıştır bu peygamberin vefatından sonra başlamıştır.

 

 

 

Sekiz yıl süren İran Irak savaşındaki "birleştirici unsur din", hiç etkisini gösteremedi.

 

 

ayrıca yine kerkükte binlerce masumun kayıtlarını tapudan silmeye varan bir maymun iştihasını , arkasına yine ne idüğü belirsiz ABD yi alarak tatmin ett mi?EVET etti ,tüm bunları yaptı. ve bak sardunyam ben bunlara neden karşıyım , senin imalı ifadende olduğu gibi asılları kürt bile olsa, dinimin düşmanlarıyla abi kardeş olup, müslüman kanına girmelerinden karşıyım.

 

ima ettiğim şeyi anlamışsınız da ne demek istediğimi anlamamışsınız o peşmergeler kürt asıllı müslümanlar değilmi, kanına girdikleride Türk asıllı müslüman değilmi? hani din birleştiriciydi...

 

bir kısım insanlar üzerlerine vazife olmadığı halde kendileri gibi düşünmeyip kendileri gibi yaşamayanları kafir sayarken yine soruyorum hangi birleştiricilikten sözediyorsunuz?

 

 

sorduğunuz soruya ne deyim. ne oldu da birden tarz değiştirdiniz. ben sordum size HZ. Ali'yi katledenler müslüman değillermiydi? verdiğiniz cevaba bakın onlarda arabtı. :excl: e hani dinin birleştiriciliği? Ali'yi bile caminin içinde sırtından bıçaklayanlar müslüman değillermiydi? sonunda geldiniz sözüme hainin milliyeti ve dini olamaz ********* onlar o yüzden birleştirici unsur millet olmaktır ama ondan da önce insan olmaktır.

 

 

amaç vatana bağlılıksa sardunyam , için ferah olsun senin karşında, bu vatanı siz olmasanızda kanın son damlasına kadar tıpkı atalarımın ç.kalede yaptığı gibi savunacak bir ; ERKEK OĞLU ERKEK var.

ne yani sardunyam değilmiyiz? aşkolsun be :)

 

bu vatanı savunmak için erkek olmak gerekmez. vatan sevmenin cinsiyeti olmaz. siz olmasanızda ne demek. kafadan bizi yok sayabiliyormusunuz? biz sizi hiç yok saymadık oysa, ilginç bir bakış açısı...

Sayın gılgames, baştada söyledim vatan sevmeninde, dindar olmanında cinsiyeti olmaz. siz erkekçe seversiniz ben kadın gibi. bunların arasında fark yoktur olursa o da samimiyet farkıdır.

Birincisi üslubunuz argolaşıyor. Hiç hoş değil.

laf kalabalığı ile de anlatılmıyor bunlar. meselenin aslı budur. önce vatan ve millet olacaksın. mazlumlar arasında da din ayrımı yapmak insana yakışmaz...

 

burası Türkiye Cumhuriyeti varisleride bu ülkede barış ve kardeşlik içinde yaşamayı seçenlerdir....

bölücüler asla varis olamaz....

 

bencede konuyu uzatmayalım......

 

Kadınlarımız, kadınlarımız... İstiklal kahramanı kadınlarımız... Erkeğin tükendiği bir zamanda "vazife bize de taalluk eder" diye adeta yerden biten kadınlarımız...

 

 

Arkadaşlarıma katkım;

 

Tüm ulusların savaşsız kardeşçe ve barış içinde yaşamaları, insan değerine önem verip, evrensel ahlak altında birleşmekle mümkündür. Dinler birleştirici unsur olamaz.

 

Barışçı görüşlerinden dolayı, sevgili Sardunya, Frozen, Tan_vakti arkadaşlarıma teşekkür ederim. :clover::clover::clover:

 

İyi dileklerimle

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 123
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Sayın gılgameş,

 

bak güzel kardeşim , uslubumu bırak bir kenara, ben erkekoğluerkeğim yine söylüyorum...bu argo bir ifade değildir ! sen öyle anlamak istiyorsun...

 

"Ben erkekeoğlu erkeğim" deyimi hiç kimse inkar edemezki bir övünme deyimidir.

"Kadın gibi erkeksin" deyimi de "yoz" kültürde bir yerinme deyimidir.

"Ben Erkekoğlu Erkeğim" deyiminin de yoz kültür olduğunu iddia ediyorum.

 

Bu farklı anlayış, maalesef bize inançlardan (tüm dinler) gelmektedir.

Musevilikte kadınların erkeklerin geçtiği sokakta oturmaları dinden çıkmalarına sebep olmaktadır.

Hakeza müslümanlıktada kadın ikinci sınıf vatandaşlarımızdır. (hükümleri biliyoruz)

 

Bilim görüşlü/ahlaklı birisi olarak ben aksini iddia ediyorum.

İspatlandığı üzere, kadınların daha dayanıklı ve daha sabırlı olmaları onların daha fazla kahramanlığına delalettir.

 

Kurtuluş savaşındaki Nene Hatun, Adile Hala, Kara Fatma, Hatice Hatun bazı erkeklerden dahada kahramanca davranmışlardır.

Dince yasaklanmamış olsa idi, çok daha da fazla kadın kahramanlarımız çıkacaktı.

 

Yine bunlara da "laf kalabalığı" dememek kaydıyla seni;

"Kahramanlık samimiyeti konusunda Kadın ve Erkeklerimiz farksızdır."

Görüşünü kabullenmeye çağrıyorum.

Aksi takdirde kadınları küçümseyip dışladığın açığa çıkacaktır.

 

Selamlar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın gılgameş,

"Ben erkekeoğlu erkeğim" deyimi hiç kimse inkar edemezki bir övünme deyimidir.

"Kadın gibi erkeksin" deyimi de "yoz" kültürde bir yerinme deyimidir.

"Ben Erkekoğlu Erkeğim" deyiminin de yoz kültür olduğunu iddia ediyorum.

 

Bu farklı anlayış, maalesef bize inançlardan (tüm dinler) gelmektedir.

Musevilikte kadınların erkeklerin geçtiği sokakta oturmaları dinden çıkmalarına sebep olmaktadır.

Hakeza müslümanlıktada kadın ikinci sınıf vatandaşlarımızdır. (hükümleri biliyoruz)

 

Bilim görüşlü/ahlaklı birisi olarak ben aksini iddia ediyorum.

İspatlandığı üzere, kadınların daha dayanıklı ve daha sabırlı olmaları onların daha fazla kahramanlığına delalettir.

 

Kurtuluş savaşındaki Nene Hatun, Adile Hala, Kara Fatma, Hatice Hatun bazı erkeklerden dahada kahramanca davranmışlardır.

Dince yasaklanmamış olsa idi, çok daha da fazla kadın kahramanlarımız çıkacaktı.

 

Yine bunlara da "laf kalabalığı" dememek kaydıyla seni;

"Kahramanlık samimiyeti konusunda Kadın ve Erkeklerimiz farksızdır."

Görüşünü kabullenmeye çağrıyorum.

Aksi takdirde kadınları küçümseyip dışladığın açığa çıkacaktır.

 

Selamlar..

kadın islamla alabileceği en güzel yeri almıştır.bunun ifratı kadını putlaştırmak,ilk çağlar ve anaerkil sistemlerde ki gibi.tefritide kadını mal olarak görüp,soyup soğana çevirip vitrinlerde sergilemektir,şimdi yaptığımız gibi.

oysa islam kadına en güzel yeri ona kadından çok insan olarak bakmakla,insan olarak değerlendirirken erkeklerle bir kefeye koymakla yapmıştır,ama kadın olarak değerlendirirken bunu yapamazdı,zira fıtrata ters ve aykırı olurdu,su su olarak güzeldir,suya sen neden ateş gibi yakmıyorsun denilmez,kadını erkekleştirmeden fıtratına aykırı düşürmeden verebileceği en güzel yeri vermiştir islam,onu vahye muhatab kılmış,öğrenme,araştırma hakkını, özgürce seçim yapabilme hakkını vermiştir.kadın tarihte hiç bu kadar güzelleşmemiş,sistem hiçbir zaman böyle güzel yerine oturmamıştı.vesselam

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bak güzel kardeşim , uslubumu bırak bir kenara, ben erkekoğluerkeğim yine söylüyorum...bu argo bir ifade değildir ! sen öyle anlamak istiyorsun...bu yani

 

ayrıca imamı Alinin katlini başta söyleyen sendin , şimdi hilafet mücadelesi konusunu nerden soktun araya, hilafet mücadelesi geleneksel ümeyye oğullarıyla ilgili bir konudur. onun katledilmesi çok daha başkadır.iyi oku.

 

kafanızı bir '' milliyet'' lafına takmışsınız gidiyor, başkasını göremiyorsunuz.EĞER MİLLİYTEÇİLİK bu vatanı kürdüyle lazıyla tümden sevmekse , kusura bakma bunu kendine hasredemezsin.ben senin iki misilin milliyetçiyim.ama dünya sizden ibaret değil, unutmayın ,bunu görün artık.

 

ayrıca milliyetçiliğini bir '' ermeniyi'' misal vererek çok güzel ifade ettin zaten.

 

bunca sözünden sonra neyi savunuyorsun.

 

 

Anlayabilmeni beklemedim zaten Ermeni bile olsa eğer o kendine Türkiye cumhuriyeti vatandaşıyım diyorsa başımın üstünde yeri var. sen benden daha çok milliyetçi olamazsın ama bu lafı sakın başka anlama getirme neden olamazsın biliyormusun? çünkü sende vatanı bütünüyle kucaklayacak "din" ayrımı yapmadan severek yürek yok.

 

erkekoğluerkek olunca ne oluyor daha mı çok milliyetçi oluyorsun daha mi çok dindar oluyorsun işte bak cinsiyetlere göre bile ayrım yapıyorsun. bu forumda tek erkekoğluerkek sen misin? kendine yüklediğin bu payeler de ne?

 

dünden beri ben neyi anlattım sen ne anladın. ben vatanın evladını kökenine göre ayırmadım dinine görede ayırmadım. ermeni şerefli bir şekilde bu vatan için mücadele edebiliyorken edemeyen sözde dindarlardan kıymetlidir. çünkü o sözde dindarlar damat feritler gibi Allah'a yalvarırlar Yunan gelsin bizi kurtarsın diye.

 

dünya benden ibaret değil böyle bir iddiam olmadı ki yoksa sen kendinden ibaretmi sanıyorsun? hatta İslamıda siz sahipleniyorsunuz. açıkça görülen şudur ki siz ayrılıkçı insanlardansınız.

 

hilafeti neden soktum araya anlamadın mı? iktidar kavgası İslam içinde yaşanmadı mı diye sormak için.

 

bilimselci güzel dost bende sana teşekkür ediyorum kocaman yüreğin için. :clover:

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

milliyetçiliğin menfisini müsbetini anlayamayan arkadaşlar,buyrun,bir kerede ön yargısız okuyun.

....İşte, medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidâl tanır. Cemaatlerin râbıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir. Gàyesi hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bâzı lehviyât’tır.

Halbuki, kuvvetin şe’ni, tecavüzdür. Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, tecavüzdür. İşte, şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber, beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip, seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.

Ammâ hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı kuvvet yerine hak’kı kabul eder. Gàyede, menfaat yerine fazîlet ve rızâ-i İlâhî’yi kabul eder. Hayatta, düstur-u cidâl yerine düstur-u teâvün’ü esas tutar. Cemaatlerin râbıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabul eder. Gàyâtı, hevesât-ı nefsâniyenin nâmeşrû tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyât-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. Hakkın şe’ni ise, ittifaktır. Fazîletin şe’ni, tesânüddür. Teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dinin şe’ni, uhuvvettir, incizabdır. Nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.

İşte, medeniyet-i hâzıra, edyân-ı sâbıka-i semâviyeden, bâhusus Kur’ân’ın irşâdâtından aldığı mehâsinle beraber, Kur’ân’a karşı, böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.

 

 

 

Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda.Şahit gösteriyorum ki, ben ferman-ı katîsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevî firenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslam içine atmış; ta tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar. Madem böyledir; hey efendiler! Herbir hadiseyi bahane tutup, bana sıkıntı vermeye sebep nedir acaba? Şarkta bir nefer hata etse, garbda bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek veya İstanbul’ da bir esnafın cinayetiyle Bağdat’ta bir dükkancıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nevinden, her hadise-i dünyeviyede bana sıkıntı vermek hangi usûl iledir? Hangi vicdan hükmeder? Hangi maslahat iktiza eder?

 

İslam, Cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. [Mana îtibariyle hadîs olup, bu hususta birçok hadis vardır. Mesela, "İslam dîni kendinden önceki batıl davranış ve adetleri kökünden söküp atar." (Keşfü’l -Hafa,1:127)]

 

 

Ey efendiler!

Ben, herşeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat, Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslamiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası olduğundan, bana Kürd diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakîki ve civanmert bin Türk gençlerini işhad edebilirim.

Hem, heyet-i hakimenin ellerinde bulunan otuz-kırk kitabımı, husûsan İktisat, İhtiyarlar, Hastalar Risaleleri’ni işhad ediyorum ki; Türk milletinin beşten dört kısmını teşkil eden musîbetzede, fakirler ve hastalar ve dindar müttakîler taifelerine bin Türkçü kadar hizmet eden o kitaplar, Kürdlerin ellerinde değil, belki Türk gençlerinin ellerindedirler.

Heyet-i hakimenin müsaadesiyle, bizi bu belaya sokan ve hükûmetin mühim bazı erkanını iğfal eden ve milliyetperverlik perdesi altında entrikaları çeviren mülhid zalimlere derim:

Ey efendiler! Benim hakkımda tesbit edilmeyen ve tesbit edilse dahi bir suç teşkil etmeyen ve suç olsa bile yalnız beni mes’ul eden bir madde yüzünden, kırktan fazla Türkün en kıymettar gençlerini ve en muhterem ihtiyarlarını, büyük bir cinayet işlemişler gibi bu belaya atmak, milliyetperverlik midir? Evet, sebebsiz böyle işkenceli tevkife düşenler içinde Türk gençlerinin medar-ı iftiharı olacak bir kısım zatlar var ki; uzaktan kıymetini hissedip, ona yalnız bir selam veya îmanî bir risale göndermemle, onu bir cani gibi çoluk ve çocukları içinden alıp bu belaya atmak milliyetçilik midir? Ben ki, sizin nazarınızda yabanî millettenim diyorum; bu mevkuf olan civanmert ve muhterem Türk gençleri ve ihtiyarları içinde öyleleri var ki, onların bir tanesini, kendi milletimden yüz adama değiştirmem. İçinde öyleleri var ki, on sene bana zulüm eden memurlara, beş seneden beri onların hatırları için, o zalimlere bedduayı bıraktım. Ve onların içinde öyleleri var ki, alî seciyelerin en halis nümûnelerini o alicenap Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle gördüm. Ve Türk milletinin sırr-ı tefevvukunu onlarla anladım. Ben, vicdanımla, mevcud ve çok emarelerle temin ederim ki; eğer bu masum mevkuflar adedince vücudlarım bulunsaydı veyahut onların umûmuna gelen her nevî meşakkatlerini alabilseydim, kasem ederim ki, müftehirane, o kıymettar zatlara bedel çekmek isterdim. Benim bunlara karşı bu hissim, onların kıymet-i zatiyeleri içindir; yoksa şahsıma karşı faidesi dokunması değildir. Çünkü, bir kısmını yeni görüyorum. Bir kısmı, belki o benden faide görmüş, ben ondan zarar görmüşüm. Fakat binler zarar görsem, yine onların kıymeti nazarımda tenzîl etmez.

İşte, ey Türkçülük dava eden mülhid zalimler! Türk Milletinin medar-ı iftiharı olabilecek bu kadar zatları gayet adi ve ehemmiyetsiz bahaneler ile-sizin tabirinizle-benim gibi bir Kürd yüzünden perişan etmek, tezlîl etmek milliyetçilik midir? Türkçülük müdür? Vatanperverlik midir? Haydi, o insafsız vicdanınıza havale ediyorum.

İşte mahkeme-i adile, onların masumiyetini anlamakla çoklarını tahliye etti. Eğer ortada bir suç varsa, o suç benimdir. Onlar, ulüvv-ü cenablarından, benim gibi garib bir ihtiyar hocaya soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyîz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin ahirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba, dünyada, böyleleri böyle bahanelerle muaheze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bunun yanında Türkçe mealini de yazsaydınız daha anlaşılır olacaktı. hakikatten anlamak için elimize osmanlıca (aslında hangi dil bilmiyorum) bir sözlük almamız gerekecek sanıyorum. ama önyargısız anladığım kadarıyla. milliyetçiliğin avrupadan İslama sıçradığından söz etmişler. Ve de çok yanılmışlar. Avrupa olmadan önce de Türkler hun Türklerinden beri belki daha da eski millet olmuşlardır. Bir sürü devletler kurmuşlardır.

 

inanın çok gereksiz bir yazı bana göre. milliyetçilik vatana ve millete sahip çıkmaktır satmamaktır. düşmanla işbirliği yapmamaktır. ırkçılık değildir. Fatihin ve Atatürk'ün torunlarıyız biz. Ceddimiz ırkçı değildi. Ama milli ve dini bütün değerlerinde sahip çıkmasını da bilirdi. Ümmet olmak inandığımız dine mensup olduğumuzu gösterir milliyetçi olmakta doğduğun ve mensubu olduğun vatana ve millete bağlılıktır. Birinden birini tercih etmek zorunda değiliz. İkisinin yeri ayrı. Ben Türk asıllı bir müslümanım ve Muhammet ümmetiyim.

 

Gerisi sizi alakadar etmez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

milliyetçiliğin menfisini müsbetini anlayamayan arkadaşlar,buyrun,bir kerede ön yargısız okuyun.

....İşte, medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede nokta-i istinâdı kuvvet kabul eder. Hedefi menfaat bilir. Düstur-u hayatı cidâl tanır. Cemaatlerin râbıtasını unsuriyet ve menfî milliyet bilir. Gàyesi hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bâzı lehviyât’tır.

.....

.....

.....

.....hocaya soba yakmak, su getirmek, yemek pişirmek ve kendime mahsus bir risalemi tebyîz etmek gibi cüz’î işlerimi sırf lillah için yapmışlar ve benim hatırım için hatıra defterim hükmünde olan o iki risalemin ahirlerinde, bir hatıra olmak üzere imzalarını atmışlar. Acaba, dünyada, böyleleri böyle bahanelerle muaheze edecek bir kanun, bir usûl ve bir maslahat var mı?

 

Ya komediye bak yaa... Bana gitmiş kimin fikrini kanıt getirmiş... Kardeşim, sen daha Hakk nedir onu bilmiyorsun, bide Milliyetçiliğin ne olduğunu mu senden yada tarikinden öğrencem? Ön yargılarından kurtulması gereken sensin arkadaşım; Zira insanlar arasında temel bir ayrım gözeten sensin... Oysa biz Din, Dil, Irk, Renk gibi ayrımlar yapmıyoruz... Sense en başta Din ayrımı yapıyorsun... Sanırım Fikri Gelişimde kimlerin daha ileride olduğu apaçık ortada... Daha az önce Bayram namazında hoca bile vaaz verdi bu konuda... düşün yani, adam dedi ki; "İslam sevmeyi emreder, kim olursa olsun komşun açken tok yatamazsın. Dünyanın neresinde olursanız olun, dünya bir gemidir ve bir tarafından su alırsa o gemi batar... Kim olursa olsun haksızlığa uğruyorsa ve onun bunu görmesine göz yumuyorsan o geminin batmasına göz yumarsın..." valla bizim hoca Nurcu değil, benim izlediğim Tasavvufu da izlemiyor, ama işte Allah söyletiyor kardeşim Hakk olanı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Buraya said-i kürdi'nin ırkçı, ayrılıkçı cuhuriyet karşıtı ve hiç bir zamanda anlaşılmayacak, farsça,arapça, kürtçe kelimelerden oluşan deyişlerini koymanız, hiçbirşey ifade etmiyor.

 

Okumak isteyenler, o sitelere girip zaten okuyor. Buraya taşıyıp (kopyalayıp) yer işgal etmenin hiç bir anlamı yok.

 

Açıklamalarından dolayı Sardunya ve Pantheaa'ya teşekkür ederim.

 

Selamlar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam derki: her türlü bölücülük şeytandandır. Allah birlik olmanızı ister ve öyle emreder.

 

biz her türlü bölücülüğü şeytani buluyoruz. ve büyük zat Hz. Ali bile milli değerler konusunda çok hassas davranmıştır. ve şu sözü çok bilinir.

 

kendinize yapılan kötülükler affedin ama vatana ve millete yapılanları asla.

 

millet olmak zorundayız ve her türlü bölücülüğe rağmen bunu binlerce yıldır başardık Allah'ın izniyle yine böyle devam edecek. şimdiki saldırı milli değerlerimize ve görüyoruz ki Atatürk'ün ilkelerinden biri olan milliyetçilik te saldırılardan nasibini almakta. diğer bütün ilkeleri gibi. ne tesadüf değil mi? :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ama şu unutulmamalı ki, Milliyetçilik dine karşı değildir... Sağcılık yada solculuk değildir... dincilik ya da dinsizlik değildir... Milliyetçilik sadece ve sadece vatanperverlikle alakalıdır... Kurtuluş savaşına katılan her zümreden inan göz önüne alınırsa bu daha iyi anlaşılır sanıyorum... Kimisi bu ülkeye din bağıyla kimisi başka bir bağla bağlı olabilir... herkes Milliyetçilik altında birleşmelidir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ya komediye bak yaa... Bana gitmiş kimin fikrini kanıt getirmiş... Kardeşim, sen daha Hakk nedir onu bilmiyorsun, bide Milliyetçiliğin ne olduğunu mu senden yada tarikinden öğrencem? Ön yargılarından kurtulması gereken sensin arkadaşım; Zira insanlar arasında temel bir ayrım gözeten sensin... Oysa biz Din, Dil, Irk, Renk gibi ayrımlar yapmıyoruz... Sense en başta Din ayrımı yapıyorsun... Sanırım Fikri Gelişimde kimlerin daha ileride olduğu apaçık ortada... Daha az önce Bayram namazında hoca bile vaaz verdi bu konuda... düşün yani, adam dedi ki; "İslam sevmeyi emreder, kim olursa olsun komşun açken tok yatamazsın. Dünyanın neresinde olursanız olun, dünya bir gemidir ve bir tarafından su alırsa o gemi batar... Kim olursa olsun haksızlığa uğruyorsa ve onun bunu görmesine göz yumuyorsan o geminin batmasına göz yumarsın..." valla bizim hoca Nurcu değil, benim izlediğim Tasavvufu da izlemiyor, ama işte Allah söyletiyor kardeşim Hakk olanı...

eğer başkalarının fikirlerini çarpıtmadan kendi fikirlerimizi açıklarsak daha iyi olur.ben fikri bir ayrımdan bahsedereken sen tutuyorsun insani bir ayrıma giriyorsun,bir kafir aç olsa ben ona yardım etmeyinmi diyorum,hayır zaten en büyük açlık iman açlığıdır.benim bu konuda inanamayanları doyuracak harika yazılarım oldu bu forumda.eğer gerçekten senin dediğin gibi inanmayanlara yaşama hakkı tanımayan biri olsaydım hiç yazmazdım bu forumda gider islami bir forumda yazardım,ama belki birilerine faydam olur diye burdayım,bazı insanlar vardır,zekaları o kadar geri olur ki söylemek istediğin hakikati bir türlü anlamayıp üstelikte yanlış anlar ve senin fikirlerini sana çarpıtarak sunarlar.hiç böyle kimseleri tanıdınız mı? :D

tanımayın,tavsiye etmem.

ikincisi ben dinler arasında bir ayrımda gözetmem ,onu söyleyim. bana göre incil tevrat muharref değildir.tevrattan da incildende önemli bölümler okudum,ve sembol,mecaz ,istiare mantığıyla bakınca bir muharreflikte göremedim açıkçası.ama bizim kur-anı anlamadığımız gibi yahudi ve hristiyanlarda o kitapları anlamamış olabilir ve bu yüzden yanlış işler yapanlarda vardır,kimsenin günahının bekçisi olamam.ama hakk bildiğimide söylerim,eğer incil ve tevrat muharref olsaydı kur-an ikide bir onları referans vermezdi.kur-an'ın pek çok kez kınadığı ehli kitap; kur-ana karşı kafirlerle işbirliği yapan ehli kitaptır."yahudileri dost edinmeyin"ayetinin siyak sibakına bakılırsa ,yani baş ve sonuna,bütünlüğüne bakılırsa; o yahudilerin islama karşı kafirlerle işbirliği içinde olan yahudiler olduğu anlaşılır.yoksa dindar ve masum kitap ehli kastedilmez orda.ama maalesef bugün en büyük zaafiyetimiz,ortaçağ tefsircilerini aşamayıp,kur-anı güzel bir arap edebiyatıyla inceleyemiyor olmamızdır.halbuki o sonsuz manaların ambalajı o dilin mantığında gizlidir,ta ki anlaşılsın,yoksa hurafe sanılır,ve o gözle bakılmayınca buda normaldir,şimdi hiç edebiyat bilmeyen adama tutup şahane bir eser versen onun aptallığından eserinde paha biçilmez kıymeti sukut eder.peki suç eserdemidir?hayır .bilakis onu anlamayan kilitli beyinlerdedir.

ayrıca ben hergün dua ederken bütün insanlık için dua ediyorum ve çoğu zamanda inanmayan insanlar için dua ediyorum,onların o karanlıklı halini bende yaşadım biliyorum ve iman edip mutlak bir huzura kavuşmalarını benden daha çok kimse isteyemez.bu halde elimden geleni ardıma koymam,sonuna kadar bu can bu bedenden çıkıncaya kadar anladığım, tahkiki bir şekilde idrak ettiğim Hakkı anlatmaya çalışırım.var sen anlatma ,ama beni durduramazsın.selam ile..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ama şu unutulmamalı ki, Milliyetçilik dine karşı değildir... Sağcılık yada solculuk değildir... dincilik ya da dinsizlik değildir... Milliyetçilik sadece ve sadece vatanperverlikle alakalıdır... Kurtuluş savaşına katılan her zümreden inan göz önüne alınırsa bu daha iyi anlaşılır sanıyorum... Kimisi bu ülkeye din bağıyla kimisi başka bir bağla bağlı olabilir... herkes Milliyetçilik altında birleşmelidir...

bak sana söyleyim,iyi bir dindar dinine bağlı olduğu gibi milletinede bağlıdır,milletini kanının son damlasına kadar savunur,ama ırkçılık ve bölücülük yapmaz hiçbir şekilde,yani bazılarının yaptığı gibi kürtlere yada başka bir ırktan olan ama aynı millette yaşadığımız kardeşlerimize yan gözle bakmaz

işte milliyetçiliğin müsbeti budur,üstadında anlattığı budur.siz bunun nesine karşısınız.yada samimi bir şekilde soruyorum sizin milliyetçilik tarifiniz nedir?sardunyama sordum,biz vatanımızı milletimizi HAKK için severiz,siz ne için seversiniz?diye.dalga geçer gibi cevap verdi.oysa bana yüzbinkere sorulsa ,bundan bir 20 yıl sonrada sorulsa ben aynı cevabı veririm"ben vatanımı ,milletimi sonsuz kemalat sahibi rabbim için severim"ona inandıkçada seveceğim.çünkü herşey onun varlığıyla değerini buluyor,her gerçek, gerçeklerin gerçeğiyle zeminine oturuyor.yani hani HAKK derizya.işte kendimize,ailemize ,milletimize olan sevgimiz bu sevgiyle ebedişleşiyor,ve sarsılmaz bir hal alıyor.bugün moda milliyetçi takılalım,yarın başka takılırız değil yani..hakk için,ebeden ,daima..bilmem anlatabildimmi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Buraya said-i kürdi'nin ırkçı, ayrılıkçı cuhuriyet karşıtı ve hiç bir zamanda anlaşılmayacak, farsça,arapça, kürtçe kelimelerden oluşan deyişlerini koymanız, hiçbirşey ifade etmiyor.

 

Okumak isteyenler, o sitelere girip zaten okuyor. Buraya taşıyıp (kopyalayıp) yer işgal etmenin hiç bir anlamı yok.

 

Açıklamalarından dolayı Sardunya ve Pantheaa'ya teşekkür ederim.

 

Selamlar..

 

ırkçı ayrılıkçı bir kelime göster al başımı götür.iddia ediyorum hadi buyur ırkçı ayrılıkçı bir kelime göster.cumhuriyet karşıtıymış,bu yazdığım cümlelerden birinde bunları bul ve göster.cumhuriyetin nesine aykırı olduğunuda belirt.

biz sizin fransızca üslubunuza alıştıkya sizde alışırsınız kürtçe ,farsça ve arapçadan ziyade adı osmanlıca olan bu deyişlere...alışırsınız çünkü bütün dünyanın okuduğu bu müstesna kitapları bir gün merak edip elinize almak zorunda kalacaksınız.

saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Güzelde siz öteki alemin kanunlarini neler oldugunu ayetlere bakarakmi izafe ediyorsunuz, yoksa burdaki gibi birfigil yasayarakmi anlatiyorsunuz bu bir sorun teskil edmiyormu.

sevgili lena

seni anlamakta güçlük çekiyorum,neye ve kime karşı yazdığını o yazının altına cevap yazarak daha iyi anlarız sanıyorum,herkesin fikirlerine saygı duyuyorum,teist yada ateist ,yeterki samimi bir şekilde anlayalım ve çarpıtmayalım....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

... ... ...yada samimi bir şekilde soruyorum sizin milliyetçilik tarifiniz nedir?sardunyama sordum,biz vatanımızı milletimizi HAKK için severiz,siz ne için seversiniz?diye.dalga geçer gibi cevap verdi.oysa bana yüzbinkere sorulsa ,bundan bir 20 yıl sonrada sorulsa ben aynı cevabı veririm"ben vatanımı ,milletimi sonsuz kemalat sahibi rabbim için severim"ona inandıkçada seveceğim.çünkü herşey onun varlığıyla değerini buluyor,her gerçek, gerçeklerin gerçeğiyle zeminine oturuyor.yani hani HAKK derizya.işte kendimize,ailemize ,milletimize olan sevgimiz bu sevgiyle ebedişleşiyor,ve sarsılmaz bir hal alıyor.bugün moda milliyetçi takılalım,yarın başka takılırız değil yani..hakk için,ebeden ,daima..bilmem anlatabildimmi?

 

Arkadaşım, peki İmanlı bir Kürt ile Kafir bir Türk olarak iki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı getirilse karşına, ikisinden hangisini seçerdin acaba... Ayrıca son derece Mutedil/Ilımlı gördüm seni? Oysa önceki yazılarında köpürüyordun kinini? Bence bu son üslubuna devam et, daha güzel... Bide gördüm ki, Hakk'tan Görmenin ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlamışsın sanırım... Ancak şu var ki, Milliyetçilik bizim için moda değildir, bu konuda çok yanılıyorsunuz... Bu Milliyetçilikle alakalı bir Konu açtık ve CYRANO arkadaşında katkısı oldu, isterseniz bi göz atın Milliyetçilik neymiş ne değilmiş... Biz Milliyetçilikten ne anlıyoruz anlarsınız belki...

 

bazı insanlar vardır,zekaları o kadar geri olur ki söylemek istediğin hakikati bir türlü anlamayıp üstelikte yanlış anlar ve senin fikirlerini sana çarpıtarak sunarlar.hiç böyle kimseleri tanıdınız mı?

 

Arkadaşım Bizi (yada beni) Geri zekalı olarak atfedebilirsin, ki muhtemelen bu şekilde bi yazıyı ben yazsayydım, ceza yerdim... Ama hiç merak etmeyin ben senin ne yazdığını ve ne dediğini çok iyi anlıyorum ve görüyorum... Burada Cumhuriyeti sevdiğinizi söyleyip Atatürk'e açıktan laf çarptığınızı da gördük... Bu Vatana saygı duyuyor alabilirsiniz, ancak Sevmeseniz bile Atatürk'e saygı duymadığınız sürece, sizin ve diğer kimselerin Vatan Sevgisinden duyduğum şüphe hep baki kalacaktır... Çünkü bu topraklar, Nurcuların yada Said Nursi'nin "Deccal" dediği Atatürk ve "Deccal'in Yolundan Gidenler" dediği atalarımız sayesinde kuruldu... En azından benim gördüğüm Nurcuların samimiyetine inanabilmem için, hepsiyle tekrar konuşmam ve Fikirlerinin değiştiğini anlamam gerek, ancak hepsi Atatürk'e Deccal diyor... ve sizinde aksini söylediğinizi görmedim... En azından Atatürk hakkındaki, Nursi'ye bağlı görüşlerinizin ne olduğunu söylemediniz. Gerçi bi ipucu verdiniz bir keresinde ama, yeterli olmadı... O yüzden bana burada Cumhuriyet sevgisiymiş, Vatan sevgisiymiş falan... Milliyetçilikten bahsetmeyin efendim... Milliyetçilik bir ateştir ve insanın içine girdimi sönmek nedir bilmez merak etmeyin... Moda değildir yani... Siz Hakk için seviyorsunuz ancak biz de farklı bir sebepten Milliyetçi değiliz... Nursi'nin de milliyetçi olduğunu gördüm ya, artık gam yemem sanırım :):):) Atatürk'e Saygı duymadan Türkiye Türk Milliyetçisi sayılamazsınız arkadaşım, kaldı ki zaten değilsiniz öyle değil mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

konuları ve sözleri çarpıtmada kimler usta çok iyi anlaşılıyor aslında. ve bence en tehlikeli olan insanlar açıkça söyleyemediğini üstü örtülü söyleyip mesajı iletmek istedikleri yere iletenlerdir.

 

osmanlının çöküşünü inceleyin nasıl başladı sebebler nelerdi... bugün osmanlının yaşadıklarını Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığını göreceksiniz.

 

Ülkemizde Atatürk'e ve onun bütün ilkelerine açıktan ya da gizli saldırılar olmakta.

 

Cumhuriyetçilik... Bu kimliğin oluşmasında, kul nitelikli insanların yurttaş-birey niteliği kazanması önemli bir noktadır. birileri yıkmak istiyor bunu gizli ve aleni yapıyor...

 

laiklik... Laiklik, devletin dini düşünce ve dini kuruluşların etkisinden bağımsız olması, ve genel olarak düşünce özgürlüğü anlamına gelmektedir.bunuda birileri yıkmak istiyor gizli ve aleni yapıyor...

 

milliyetçilik... Bu milliyetçilik ırkçı bir yapıda değildir; yurtseverlikle sınırlıdır. şimdi de moda bu ilkeyi yıkmak önce anlamsız kılmak, içini boşaltmak ve insanları"ümmet ve millet" olmak arasında tercih yapmak zorunda bırakıyorlar...

 

halkçılık... Halkçılık, Türk vatandaşlığı olarak ifade edilen bir fikre dayanır. üstteki mesele burada da aynı...

 

devletçilik... devletçilik ilkesini de devletin, ülkenin genel ekonomik faaliyetlerinin düzenlenmesi ve özel sektörün girmek istemediği veya yetersiz kaldığı ya da ulusal çıkarların gerekli kıldığı alanlara girmesi anlamında yorumlamaktadır. Ancak, devletçilik ilkesinin uygulanmasında, devlet yalnızca ekonomik faaliyetlerin temel kaynağını teşkil etmemiş, aynı zamanda ülkenin büyük sanayi kuruluşlarının da sahibi olmuştur. bugün devlet bütün kamu mallarını ve şirketlerini yabancılaştırıyor... yani sermaye yabancı oluyor devlet güç kaybediyor...

 

devrimcilik... Bu ilkenin anlamı Türkiye'nin devrimler yaparak geleneksel kuruluşlarını modern kuruluşlarla değiştirmiş olmasıdır.bugün ülkemizin yenilikler yaparak devrimlerine devam etmesinin önü kesiliyor. "devrim" kelimesinin içi boşaltılıyor...

 

Yani sonuç olarak dikkat ettiğimizde Atatürk'e neden ve nasıl saldırdıkları ortada. Aslında saldırıya uğrayan Atatürk te değil Türkiye'nin kendisidir. Ama bu ülkeyi yıkmanın, sömürgeleştirmenin, yıpratmanın, bölmenin yolu Atatürk'e saldırmaktan geçiyor. Çünkü emperyalist sömürü düzenine baş kaldıran başka bir müslüman lider yoktur. Olmadığı için emperyalizmden beslenenler önce onun ilkelerini yok etmek istiyor. Sıkıştıklarında bu ilkelere bağlıymış gibi yapabiliyorlar. Ama bu yol samimiyetten geçer. Burada tanıdığım çok insan var sohpet ettiğinizde Atatürkçü geçinirler ama nedense bu meselelerin hiç biriyle ilgili suya sabuna dokunur yazılar yazmazlar. Ya korkarlar, ya samimi değiller ya da bu ilkelere gerçekten inanmıyorlar.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Birileri sadece milletini sevip milleti için çalışırken,başka birileride himmetini daha geniş tutup hem milletini,hem bütün insanlığı hatta bütün canlıları seviyorsa bunun neresindedir kötülük?

çünkü insan kendi milletini zaten sever,tıpkı kendi yuvasını sevk-i tabii şeklinde sevdiği gibi,,ama eğer kendi yuvasına olan sevgisi mahallesi için,ilçesi için çalışması ve onlarıda sevmesine engel oluyorsa bu ilkel ve nefsani bir sevgi olur.beni anlamıyor musunuz yoksa anlamamakta ısrar edişiniz altında başka nedenler mi arayayım.saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

bedüizzaman said nursi

s.jpgaid Nursi yakın geçmişimizde yetişmiş en büyük İslam alimlerinden ve fikir adamlarındandır. 1873'te Bitlis'in Hizan ilçesine bağlı Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Genç yaşta edindiği dini ve pozitif bilimlerdeki derin bilgisi, devrin ilim çevreleri tarafından kabul görmüş, küçük yaştan itibaren dikkati çeken keskin zekası, kuvvetli hafızası ve üstün kabiliyetleri dolayısıyla "Çağının eşsiz güzelliği" anlamına gelen "Bediüzzaman" sıfatıyla anılmaya başlanmıştır.

 

Bediüzzaman Said Nursi, Doğu'nun en acil ihtiyacı olarak gördüğü eğitim problemini çözmek için din ve eğitim bilimlerinin birlikte okutulabileceği ve Medreset-üz Zehra ismini verdiği bir üniversite kurulmasını sağlamak için 1907'de İstanbul'a gelmiştir. Derin bilgisiyle buradaki ilim çevresine de kendini çok kısa süre içinde kabul ettirmiş, çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yayınlatmış, hürriyet ve meşrutiyet tartışmalarına katılarak hükümete destek vermiştir.

 

Dönemin hükümeti, Said Nursi'nin üniversite ile ilgili dilekçesine ilgi göstermemiştir. Hatta İstanbul'daki ilim adamlarının, talebelerin, medrese hocalarının ve siyasetçilerin ona olan ilgisinden rahatsız olmuş, Bediüzzaman'ın önce akıl hastanesine daha sonra da hapishaneye gönderilmesini sağlamıştır.

 

Said Nursi'nin serbest bırakılmasından kısa süre sonra 23 Temmuz 1908'de II. Meşrutiyet ilan edilmiş. Bu dönemde Bediüzzaman meşrutiyet ve hürriyet kavramlarının İslamiyet'e aykırı olmadığını anlatmak için İstanbul'da çeşitli yerlerde konuşmalar yapmış, Doğu'daki aşiret reislerine Bediüzzaman imzasıyla telgraflar çekmiştir. Yayınladığı bu makaleler ve yaptığı konuşmalarda yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, 1909'da 31 Mart olayına karıştığı iddia edilerek haksız ithamlarla tutuklanıp, idam talebiyle yargılanmış, ancak beraat etmiştir.

 

Bediüzzaman bu olaydan sonra tekrar Doğu'ya dönmüş, I. Dünya Savaşında talebeleriyle milis kuvvet oluşturarak savaşa katılmıştır. Gönüllü alay komutanı olarak büyük yararlılıklar gösterdiği I. Dünya Savaşında Rusya'da esir düşmüş, üç yıl süren esaret hayatının sonunda Sibirya'daki esir kampından kaçarak İstanbul'a gelmiştir.

 

İstanbul'da devlet büyükleri ve ilim çevreleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Dar-ül Hikmet-i İslamiye (İslam Akademisi) azalığına tayin edilmiştir. Buradan aldığı maaşla kendi kitaplarını bastırarak parasız olarak dağıtmaya başlamıştır. Said Nursi daha sonra İstanbul'un işgali sırasında işgalcilerin gerçek niyetlerini ortaya koyan Hutuvat-ı Sitte (Şeytanın Altı Desisesi) isminde uyarıcı bir broşür hazırlamış, bu hareketi, İngiliz işgal kuvvetleri komutanının emriyle ölü veya diri ele geçirilmek üzere aranmasına sebep olmuştur. Milli mücadeleyi savunmuş ve destek olmuştur. Bu hareketleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisi'nin beğenisini kazanmış ve Ankara'ya davet edilmiştir. 1922'de Ankara'ya geldiğinde devlet merasimiyle karşılanan Bediüzzaman, kendisine yapılan Şark Umumi Vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet İşleri Başkanlığı tekliflerini reddetmiştir.

 

Said Nursi 1925 yılında Şeyh Said isyanı çıktığında, olayla hiçbir ilgisi olmadığı halde, Van'da inzivaya çekilmiş olduğu yerden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla ilçesine sürgüne götürülmüştür. Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı'nın büyük bir kısmını burada yazmıştır.

 

Nur Risalelerini önlerindeki en büyük engel olarak gören çevreler, 1934 yılında daha yakından kontrol edebilmek amacıyla Said Nursi'nin Isparta'nın merkezine getirilmesini istemiştir. 1935 yılında ise polisler burada da çalışmalarına devam eden Said Nursi'nin oturduğu evde arama yapmış ve bütün kitaplarına el koymuştur. Bediüzzaman emniyete götürülerek sorgulanmış, ancak suç unsuru bir şeye rastlanmayınca serbest bırakılmıştır. Ancak birkaç gün sonra, yeni tutuklamalarla birlikte Said Nursi ve Risale-i Nurlar hakkında soruşturma başlatılmış, Bediüzzaman ve 120 Nur talebesi askeri araçlarla Eskişehir Hapishanesine gönderilmiştir.

 

Bediüzzaman, vatana ihanet iddiasıyla yargılandığı dava süresince tutuklu kalmıştır. Daha sonra ise Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği kararla, Said Nursi'ye 11 ay hapisle birlikte Kastamonu'da mecburi ikamet; on beş talebesine de altışar ay hapis cezası verilmiştir.

 

Polis gözetimi altında mecburi ikamet için Kastamonu'ya getirilen Said Nursi, 1943'te Isparta savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanmıştır. Ağır hasta olmasına rağmen Ankara'ya oradan da trenle Isparta'ya getirilmiştir. Risale-i Nur ile ilgili davaların Denizli'deki davayla birleştirilmesi üzerine ise Denizli'ye sevk edilmiştir. Denizli hapsi yine tecrit altında başlamış, çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Sonrasında ise 1944'te verilen beraat ve tahliye kararına rağmen, dönemin hükümeti Said Nursi'nin Afyon'un Emirdağ ilçesinde zorunlu iskana tabi tutulmasını emretmiştir.

 

Bediüzzaman burada hükümet binasının karşısında bir odaya yerleştirilerek gözetim altına alınmıştır. Camiye gitmesine bile müsaade edilmediği, devamlı takip ve gözleme tabi tutulduğu Emirdağ sürgünü, Denizli hapishanesindekinden bile çok daha ağır ve zor şartlar altında geçmiştir. Bu dönemde, hukuki yollarla Bediüzzaman'ı etkisiz hale getiremeyen muhalifleri onu zehirleyerek öldürme yoluna gitmişlerdir. Hayatı boyunca yirmi üç defa denenecek bu teşebbüslerin üçü Emirdağ sürgününde gerçekleşmiştir.

 

Bu zulümler yaşanırken Bediüzzaman'ın talebeleri tarafından Risale-i Nurlar çoğaltılmış ve böylece Kuran tebliğinin geniş kitlelere yayılması sağlanmıştır. Özellikle de teksir makinelerinin kullanımıyla birlikte bu çalışmalar daha da hızlanmıştır.

 

1944'te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının Yargıtay tarafından onaylanmasıyla birlikte Bediüzzaman serbest bırakılmıştır. Ancak Risale-i Nurlar'ın her geçen gün yaygınlaşarak insanlara ulaşması dönemin hükümetini rahatsız etmeye başlamıştır. Ocak 1948'de Said Nursi ve on beş talebesi evlerinden ve işyerlerinden alınarak Afyon hapishanesine gönderilmiştir. Ancak tüm bu ağır ve zor şartlara rağmen Bediüzzaman eserlerini yazmaya devam etmiştir.

 

Aralık 1948'de Said Nursi hakkında 20 ay ağır hapis cezası kararı verilmiş, ancak karar temyiz edilmiş ve Bediüzzaman lehine bozulmuştur. Ancak Yargıtay'ın bu kararına rağmen Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı uzatarak 20 aylık sürenin cezaevinde geçmesini sağlamıştır. Hak etmediği cezanın süresini tutukluluk haliyle dolduran Said Nursi, Eylül 1949'da serbest bırakılmıştır. Fakat Ankara'dan gelen bir emirle bu sefer de Afyon'da mecburi iskana tabi tutulmuş ve Emirdağ'a ancak Aralık ayında dönebilmiştir.

 

Bediüzzaman'a 1951'de Emirdağ'da, bundan hemen bir yıl sonra da İstanbul'da, Gençlik Rehberi adlı kitabı nedeniyle birer dava daha açılmıştır. İstanbul'da yapılan duruşmada mahkeme lehte karar vererek davayı sonuca bağlamıştır.

 

Ocak 1960'ta Ankara'ya girmesi polis tarafından engellenen Bediüzzaman buradan Isparta'ya gitmiştir. Bu dönemde ağır hasta olan 83 yaşındaki Said Nursi, daha sonra talebeleriyle birlikte Urfa'ya gitmiştir. Burada, yürüyemeyecek kadar rahatsız olan Said Nursi'nin yerleştiği otele gelen polisler, İçişleri Bakanının emriyle Bediüzzaman'ı Isparta'ya geri götürmeye çalışmışlardır. Said Nursi bu baskılar sürerken Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

 

YUSUF MEDRESESİ'NDE EĞİTEN VE EĞİTİLEN İSLAM BÜYÜĞÜ

Tarih boyunca birçok Müslüman, Allah yolunda yaptıkları faydalı çalışmaların, Allah'ın tek ilah olduğunu anlatmalarının karşılığında inkarcı kesimler tarafından hapisle cezalandırılmıştır. Ama onların hapiste bulunmalarının nedeni bir suç işlemeleri, kanunlara karşı gelmeleri değildir. Müslümanların güzel ahlakı insanlar arasında hakim kılmasından ve dolayısıyla kendi kötülüklerinin ortaya çıkacağından, kötülüklerden elde ettikleri çıkar ve menfaatlerin yok olacağından korkanlar, Müslümanlara hep iftiralar atmışlar, halkı ve resmi mercileri onlara karşı kışkırtmışlardır.

 

Benzer olaylar Bediüzzaman'ın yaşamı boyunca da sık sık tekrarlanmıştır. Kendisi ve talebeleri Kuran ahlakını anlatmak için halisane bir çaba yürüten, mevki ve makam hırsı olmayan, siyasetten özellikle uzak duran, imansızlık akımlarına karşı insanları Kuran'ın sunduğu barış ve huzur ortamına davet eden, devletin bütünlüğüne ve milli ve manevi değerlerine zarar verenlere karşı mücadele eden kimseler olmalarına rağmen hep asılsız ve çirkin iftiralarla itham edilmişlerdir. Bunun sonucunda ise haklarında soruşturmalar başlatılmış ve yıllarca hapiste tutulmuşlardır. Her defasında ise aklanmışlar ve hiçbir suçlarının olmadığı görülmüştür. Ancak bu esnada tutuldukları hapishaneler onlar için birer Yusuf Medresesi olmuş, manevi dereceleri, samimiyetleri, kararlılıkları, birbirlerine olan bağlılıkları, ihlasları pekişmiş, güçlenmiştir.

 

Bediüzzaman'ın maruz kaldığı uygulamalar, kendisine atılan iftiralar Kuran ayetlerinin birer tecellisidir. Hayatı kısaca gözden geçirildiğinde dahi Kuran'da aktarılan ve salih müminlerin karşılaştıkları olayların çok benzerlerini yaşadığı ve bu olaylara karşı Kuran'da haberleri verilen güzel ahlaklı müminler gibi davrandığı açıkça görülebilir. Bu nedenle Bediüzzaman'ın hayatına kısaca bakmak, bugüne örnek olması açısından da faydalı olacaktır.

 

 

Bediüzzaman'ın Yusuf Medresesi'ndeki Hayatı

 

Bediüzzaman'ın hayatının büyük bir bölümünün hapishanelerde, sürgünde, gözaltında geçmesi onun ve talebelerinin inançlarında ne kadar kararlı ve sabırlı olduklarını göstermiştir. Devletin ve milletin çıkarları için hizmet etmeye kendilerini adamış olmalarına rağmen, bazı çevrelerce hep devlete zarar vermeye çalışmakla suçlanmışlardır. Bu çevreler iftiraları ile, daima devletin ve milletin yararını düşünen bu insanları, halkın gözünde zararlı insanlar olarak göstermeyi ve onları küçük düşürmeyi amaçlamışlardır. Örneğin, bu çevreler sahip oldukları yayın organları ve benzeri vasıtalarla, Said Nursi ve talebelerini gizli ve dine dayalı cemiyet kurmak, rejime karşı çıkmak ve Cumhuriyet'in temel ölçülerini yıkmaya davranmakla suçlamışlardır. Bunun üzerine tevkif edilerek Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'ne çıkarılmak üzere Said Nursi ile birlikte 120 Nur talebesi, o dönemin bazı yazarlarının anlattığına göre, "sanki ihtilal çıkarmışlar gibi kamyonlarla elleri kelepçeli olarak" Eskişehir'e götürülmüşlerdir.

 

Bu arada belirtmekte fayda bulunmaktadır ki, tüm bu olaylar esnasında Türk polisi ve Türk askeri daima vicdanlı davranmış, Bediüzzaman'a ve Nur talebelerine karşı samimi ve anlayışlı bir tavır göstermişlerdir. Bazı dinsiz çevrelerin kışkırtmaları ve yarattıkları infial nedeniyle onlar görevlerini yerine getirmek zorunda kalmışlar, ama hakkın yanında olduklarını ifade etmekten de çekinmemişlerdir. Örneğin Bediüzzaman ve 120 talebesini Eskişehir'e götürmekle görevli askeri müfrezenin kumandanı kelepçelerini çözerek ibadetlerini rahatça yerine getirmeleri için onlara imkan tanımıştır.

 

Bir başka önemli İslam mütefekkiri olan Necip Fazıl Kısakürek Son Devrin Din Mazlumları isimli kitabında Bediüzzaman'ın ve Nur talebelerinin gözaltına alınmaları ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir:

 

Baskında Bediüzzaman ve talebelerine ait herşey ele geçtiği halde, ortada itham medarı olabilecek hiçbir şey yoktur. Böyleyken kendisini beraat ettirmiyorlar da idamlık bir ithamın teselli mükafatı halinde, 15 talebesiyle beraber hapse mahkum kılıyorlar. 105 talebe de beraat kararı alıyor." 1

 

Eskişehir Mahkemesi Bediüzzaman'a, Kuran-ı Kerim'den bazı ayetleri tefsir ettiği için 11 ay hapis cezası vermiştir. Eskişehir hapsi sırasında Bediüzzaman oldukça zor günler geçirmiştir. Onu ayrı bir hücrede tecrit etmişler ve türlü zorluklar yaşatmışlardır. Bu hapis sırasında Bediüzzaman'a uygulanan muamelelerden bazı örnekler çeşitli kaynaklarda şöyle aktarılmıştır:

 

</a>120 talebesiyle Eskişehir hapishanesinde bulunan Said Nursi tam bir tecrid içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine çeşitli zulüm ve işkenceler yapılıyor. Talebelerinden Zübeyir Gündüzalp'in anlattığına göre 12 gün yemek verilmiyor."2

 

Zaten bize idam mahkumu gözüyle bakıyorlardı. Hiçbir ziyaretçi bırakmıyorlardı. 'Siz de idam olacaksınız bunlarla konuşursanız' diyorlardı. Geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi.

 

Eskişehir Hapishanesi'nden tahliye olan Bediüzzaman Kastamonu'da karakol karşısında bir evde oda hapsine alınmıştır. 8 sene sonra gelen Denizli Mahkemesi 20 ay hapis cezası vermiş, daha sonra Bediüzzaman Emirdağ'a mecburi ikamete yollanmıştır.

 

Bütün bu olaylar sırasında sayısız işkence ve eziyete maruz kalmış, defalarca zehirlenmiştir. Son derece yaşlı ve hasta olan Bediüzzaman, özellikle soğuk, nemli ve havasız hücrelerde tutulmuştur. Hapishane günlerindeki hatıralarını Said Nursi şöyle anlatmaktadır:

 

Pek basit bahanelerle kışın en şiddetli soğuk günlerinde beni tutuklayarak büyük ve gayet soğuk iki gün sobasız bir koğuşta tecrid içinde hapsettiler. Halbuki ben küçük odamda günde birkaç defa soba yakarken ve daima mangalımda ateş tutarken, zafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. 4

 

Bediüzzaman sözlerinin devamında, önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi, çektiği bu sıkıntıları hafifleten tesellinin mahkumların İslam'a girmeleri olduğunu söylemektedir.

 

 

Bediüzzaman'a Yapılan Suçlamalar

 

Dini ve manevi değerlerin yaygınlaşmasından hoşnut olmayan çevreler Said Nursi için de daimi taktiklerini uygulamışlar ve Bediüzzaman'ın hayırlı çalışmalarını engellemek için tüm halkı ve resmi mercileri ona ve Nur talebelerine karşı kışkırtacak şekilde bir karalama kampanyasına başlamışlardır. Dönemin muhalif gazeteleri Bediüzzaman ve talebeleri aleyhinde propaganda ve uydurma yazılar yayınlamışlardır. Bazı şahıslar, hayali iftira senaryoları için parayla tutulmuşlardır. Ancak her defasında mahkemeler Bediüzzaman'ı ve arkadaşlarını tüm bu suçlamalardan beraat ettirmiş, çocukların dahi anlayacağı basit ve acemice iftiralara tevessül edenler kendilerini kamuoyu nezdinde küçültmüşlerdir.

 

Bu çevrelerin düzenledikleri iftira ve saldırılar incelendiğinde hemen hepsinin tarihte müminlerin karşılaştıkları iftiraların birer benzeri oldukları görülmektedir. En başta "dini istismar ediyor" olmak üzere, "çevresindekileri kandırıyor", "sapkındır", "delidir", "ona uyanlar cahil kesimdir" suçlamaları... Bunlar Kuran'da defalarca dikkat çekilen, müminlere yöneltilen iftira ve suçlamalardan bazılarıdır.

 

Her mümin Kuran'daki, "Biz hangi ülkeye bir uyarıcı korkutucu gönderdikse, mutlaka oranın refah içinde şımaran önde gelenleri: 'Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz' demişlerdir." (Sebe Suresi, 34) ayetinde de belirtildiği gibi kavmin önde gelenlerinin tepkisiyle karşılaşmıştır ve karşılaşacaktır. Bu, Allah'ın değişmeyen bir kanunudur ve bu tepkilere maruz kalmak müminlerin doğru yolda olduklarının açık delilidir.

 

Kuran'ın yüzlerce ayetinde anlatılan bu suçlama ve saldırıların Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin yaşamlarında da tecelli etmesi, izledikleri yolun doğru ve verdikleri mücadelenin etkili olduğunun açık bir göstergesidir. Bu olaylarla, Kuran ahlakı yolunda mücadele veren bütün müminler karşılaşacaklardır. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:

 

Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Bakara Suresi, 214)

 

Münafıkların musallat olması

 

Bediüzzaman'ı ve talebelerini durdurmak için kullanılan yöntemlerden birisi de, bu halis insanların arasına iki yüzlü kişilerin sokulmasıdır. Bu kişilerin görevi Bediüzzaman ve talebeleriyle ilgili gelişmeleri din düşmanlarına bildirmek ve daha sonra bu çevrelerin etkisi altındaki basında bu insanlar hakkında aleyhte yazılar çıkmasını sağlamaktır.

 

Bunun örneklerinden birisi 1964 yılında Cumhuriyet'te yayınlanan "İnanç Sömürücüleri" isimli yazı dizisidir. Kendisini dindar olarak gösterip, Nur talebeleri arasına sızan, defalarca Bediüzzaman'ın yanında bulunan Yılmaz Çetiner isimli şahıs, daha sonra bu mümin topluluğu hakkında akıl almaz iftiralar ortaya atmıştır. Bediüzzaman bir sözünde aralarına giren bir casusu şu şekilde anlatır:

 

Hem bir dessas casus adam, Risale-i Nur talebeleri aleyhinde çalışıyordu ki, onları hapse attırsın. Bir gün -serbest olarak- "Ben bir ipucu bulamadım ki, bunları hapse soksam. Eğer bir ipucu bulsam, onları hapse sokacağım." diye ilân ettiği vakitten iki gün sonra bir iş yapıp, Risale-i Nur talebeleri yerinde, o adam iki sene hapse girdi. 5

 

Bediüzzaman, kendisine karşı düzenlenen bütün bu komplo, saldırı ve iftiralara rağmen yürüttüğü mücadeleden hiçbir taviz vermemiştir. Ona yapılanlar kendisinin ve talebelerinin şevkini ve kararlılığını artırmaktan başka bir şeye yaramamıştır. Kuran'da vaat edildiği gibi inkar edenlerin tuzakları boşa çıkmıştır. Allah inkarcıların tuzaklarının boşa çıkacağını ayetlerinde şöyle bildirir:

 

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)

 

Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. (Saffat Suresi, 171-172)

 

Bediüzzaman tarih boyunca Allah yolunda zulüm görmüş samimi müminlerden biridir. Ancak bilinmelidir ki, bir müminin hayatı boyunca karşılaştığı her zorluk, her sıkıntı, işitmekten hoşlanmayıp da işittiği her söz ve her iftira o müminin hayrınadır. Mümin tüm bunlara sabır gösterip, tevekkül ettikçe onun cennetteki mekanı daha da genişler, daha güzelleşir, makamı daha da artar. Dünyada ise Allah müminlere üstünlük vaat etmiştir. Bu nedenle inkarcılar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar yaptıkları boşa gider. Hatta onlara cehennem azabı olarak geri döner.

 

Bediüzzaman'ın yanısıra İmam-ı Azam, İmam-ı Ahmed, İbn-i Hanbel gibi İslam büyükleri de başta Yusuf Medresesi olmak üzere birçok sıkıntı, işkence ve zulme maruz kalmışlar, "tutuklanarak", "sürülerek", "baskı altına alınarak" engellenmeye çalışılmışlardır. Bediüzzaman, Yusuf Medresesi'nde bulunan ve çeşitli zorluklara göğüs geren İslam alimleri için şöyle der:

 

Hem kalbime geldi ki, madem İmam-ı A'zam gibi en büyük müçtehidler hapis çekmiş ve İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel gibi bir büyük mücahide, Kur'an'ın bir tek mes'elesi için hapiste pek çok azap verilmiş. Ve şikayet etmeyerek tam bir sabır ile sebat edip o mes'elelerde sükut etmemiş. Ve pek çok imamlar ve alimler, sizlerden pek çok ziyade azap verildiği halde, tam bir sabır içinde şükredip sarsılmamışlar. Elbette sizler, Kuran'ın birçok hakikatleri için pek büyük sevap ve kazanç aldığınız halde pek az zahmet çektiğinize binler teşekkür etmek borcunuzdur.6

 

SONUÇ

 

Kuran'da haberleri verilen peygamberlerin ve geçmişte yaşamış olan salih müminlerin hayatlarına baktığımızda hep zorlu bir mücadele, sürekli bir ölüm veya yurtlarından ve evlerinden sürülme tehdidi, iftiralar, suçlamalar ve alayla karşılaşırız. Çünkü onlar Allah'ın emrine uymuşlar ve sadece dini kendileri yaşayarak kalmamış, imkanlarının ulaşabildiği en son noktaya kadar insanlara dini ve güzel ahlakı anlatmışlardır. Bu samimi ve ciddi çabalarının sonucunda ise birçok insanın imanına vesile oldukları gibi, daha çoklarının da düşmanlığını kazanmışlar ve dönem dönem zorluklarla dolu bir hayat yaşamışlardır.

 

Bu zorluklara göğüs geremeyenler, peygamberlerin gösterdiği güzel ahlakı, sabrı ve hamiyet-i İslamiye'yi gösteremeyenler ise "geride kalanlar"dan olmuşlar, dünya hayatına razı olarak ahiretlerini dünya için satmışlardır.

 

Ancak unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek vardır: Allah tüm zorlukları iyilerin ve kötülerin, temizlerin ve pislerin, samimilerin ve sahtekarların, iman edenlerin ve dinsizlerin birbirlerinden ayırt edilmeleri için yaratır. Zorluklar karşısında Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlakı gösterenler Allah'ın dostudurlar ve Allah dünyada ve ahirette dostlarına yardımını ve desteğini müjdelemektedir. Allah'ın bir ayetinde bildirdiği gibi "her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır".

 

Kuran'da bildirilen bu müjdenin yanı sıra, Allah, müminlere kurulan tuzakları mutlaka bozacağını, o tuzakların sahiplerini büyük bir bozguna uğratacağını, inkar edenlerin müminlere hiçbir şekilde zarar veremeyeceklerini bildirmektedir. Bununla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

 

... Allah, kafirlere mü'minlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez. (Nisa Suresi, 141)

 

Hani o inkar edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

 

Müminlerin yaşadıkları zorlukların ardından daima güzellik, hayır ve bereket gelmiştir. Örneğin Hz. Yusuf hapisten çıktığında Mısır'ın hazinelerine yönetici olarak tayin edilmiştir, Allah Hz. Nuh'u ve inananları zulmeden kavimlerini helak ettikten sonra bereketli bir yerde konaklatmıştır, Hz. Musa'ya ve kavmine işkencelerde bulunarak onları yok etmek için uğraşan Firavun'un kendisi denizde boğularak yok olmuştur. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise kendisine kurulan tuzaklardan ve ölüm tehditlerinden sonra inananlarla birlikte hicret etmek mecburiyetinde kalmıştır. Ancak ardından Allah kendisine ve müminlerin üzerine rahmetini ve bereketini yaymış, müminler büyük bir güç kazanarak kötülerin ittifakını yenilgiye uğratmışlardır.

 

Allah, dünyada herkese yaptığının karşılığını gösterecektir; salih müminleri de mutlaka üstün kılacaktır. Ancak asıl karşılık sonsuz ve asıl hayatımız olan ahirettedir. Her insan, er ya da geç mutlaka bir gün ölecektir. Herkes hiç beklemediği bir anda ölüm meleği ile karşılaşacak ve işte o an, her insan gerçeği tüm çıplaklığı ile görecektir. Herkes şundan emin olmalıdır ki, dünya hayatına razı olanlar, zorluklardan kaçanlar, keyiflerinin peşinden gidenler, rahatlarını bozmaktan kaçınanlar, istek ve arzularını Allah'ın rızasına tercih edenler, gelecek endişesi ile, haksız yere hapse atılmaktan veya sürülmekten korkarak dinlerini, ibadetlerini terk edenler ölüm meleklerini gördüklerinde hiç de dünya hayatında yaşadıklarına sevinemeyeceklerdir. Bu insanlardan hiçbiri, "İyi ki dünya hayatımda yan gelip yatmışım, dünya zevklerinin peşinde koşmuşum. Bunlar da yanıma kar kaldı" diyemeyecektir. Diyemediği gibi, tüm bu yaptıkları onda tarifi ve geri çevrilmesi imkansız bir pişmanlığa neden olacak, hiçbir zaman hissetmediği kadar büyük bir yürek acısı ve çaresizlik hissi duyacaktır. Allah inkarcıların ahiretteki pişmanlıklarını şöyle bildirmektedir:

 

Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: "Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü'minlerden olsaydık." (Enam Suresi, 27)

 

Kitabı sol eline verilen ise; o da, der ki: "Bana keşke kitabım verilmeseydi. Hesabımı hiç bilmeseydim. Keşke o (ölüm herşeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı." Güç ve kudretim yok olup gitti." (Hakka Suresi, 25-29)

 

Tüm hayatını Allah için yaşayan, Allah'ın rızasından vazgeçmediği için hayatının büyük bir bölümünde zulüm gören, zorluk yaşayan, hep öldürülme tehlikesi altında kalan, insanlardan incitici ve alaycı sözler işiten, iftiralara uğrayan, hatta hapis yatan bir mümin ise ölüm meleğini gördüğünde tüm hayatı boyunca yaşadığı zorluklar için büyük bir sevince kapılacaktır. Hatta kitap boyunca anlattığımız gibi mümin, zorluklarla karşılaştığı anda da çok büyük bir sevinç ve umut yaşar; çünkü tüm dünyadaki zorlukların sonunun hayır olduğunu, Allah'ın mutlak bir kolaylık ve üstünlük vereceğini bilir. Üstelik burada yaşadığı zorlukların ahirette de bir güzellik ve kat kat artırılmış nimetler olarak karşısına çıkmasını şiddetle umar. Bu nedenle inkar edenler, zorluk anında müminlerin tavrına şaşırır, onların neşesine ve gücüne, ümitvar yaklaşımlarına hayret ederler. Çünkü onlar müminlerin Allah'tan, onların ummadığı şeyleri umduklarını bilmezler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Saidi Nursiyi onun kitaplarini okuyarak veya onun gibi olanlarin degerlendirmelerine bakarak anlatirsaniz haliyle onun ne kadar büyük birisi oldugunu sanacaksiniz.Karsit görüste olanlarin yazdiklarini ve tarihi belgeleri ortaya koymaniz lazim ki objektif bir degerlendirme yapabilesiniz.Banada sorsaniz bende kendimi Kral olarak gösteririm.

Saidi Nursi hakkinda yazilmis cok güvenilir kaynaklar var ki ona verilen degerin ne kadar yanlis oldugunu belgeliyorlar.Saidi Nursiye karsi olanlari Kemalistler olarak gösterenlerdir Saidi Nursiyi göklere cikartanlar.

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

Yukarıdaki mesajlarda geçen din birleştirici değildir nasıl oalbilirki gibi ifadeler çok üzücü ve kanıtlamak amacıyla verilen örnekler çok manasız....

 

efendim neymiş kürt pkk lı müslüman şunu yapmış başka bir müslümanda bunu yapmış iran böyle yapmış ırak böyle yapmış....

 

bunların hiçbiri ele alınamaz çünkü bu davranışlar müslüman tarafından yapılmış olsada İslamiyeti bağlaaz o onların kendi hatalarıdır.....

Birleştiricilik İslamiyete olur Müslümanlarda da olması gerekir müslüman geçinenlerin uymaması kendi ikiyüzlülükleridir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

ESSELAM ALEYKUM konu başlığı BEDİÜZZAMAN ve NUR CEMAATİ =RİSALE-İ NUR çünkü BEDİÜZZAMAN'ın hayatının meyvesi onu onla anlarsın BEDİÜZZAMAN VE NUR CEMAATI RİSALE-İ NUR dan ibarettir ve NUR CEMAATİNİN hareket tarzı RİSALE-İ NUR daki pirensiplere göredir. BEN ŞAHSEN BİLMEDİĞİM YANİ OKUMADIĞIM BİR HAREKET TARZINI ARAŞTIRMADAN ELEŞTİRMEYİ DOĞRU BULMUYORUM AMMA OKUMA FIRSATINIZ VAR İSTEDİĞİNİZ YERDEN TEMİN ETME İMKANINIZ VAR İSTİYEN ARAŞTIRIP ELDE EDEBİLİR VESSELAM "İKRA"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

selam muhacirin teklifi hoş ve geçerli çünkü ne yazıkki bizim toplumumuzda bir bilgisi olmadığı halde fikir beyan etme tarzı var o yüzden eleştirilen eser vekişinin hayatı iiiii araştırılmalı araştırlınınca anlaşılacakkki yapmış olduğu mücadele tarihte eşine nadir rastlşanılacak cinsten

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

nur cemaati ve nurculuk ilginç konular.Yıllardır onların içinde yaşıyorum malesefki! Said Nursi'yi takip eden bu insanlar gece yarısı zorla namaz kıldıran(belki inanmıyrm neden kılmak zorundayım ki!)Zorla kitap okutmalar zorla kapatmalar gecenin bir yarısı uyandırıp Tanrı'ya dua etmeler... Toplantılarından birinde bana somut örnekler verin diye atılmıştım. Onu geçtim sırf Tanrı dedim diye görmediğim muamele kalmadı. İnsanı dinden soğutan yobazları ve onun arkasından gelen insanları hangi tutanakla savunuyorsunuz gerçekten ilginç... Onların arasından sıyrıldığıma gerçekten memnunum. Umarım insanlar gerçekleri bir an önce görür....Dönem insan beynini yıkama olmuş. Bizlerde kör! Ne zaman uyanacak bu insanlık. Manevi duyguları sömüren insanlardan ne beklenebilir ki? Tanrı'yı yok eden de insanlardır var edenlerde. Bırakın insanlar inanmak istediğine inansın. Nurculuğun çökmesi dileğiyle....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.