Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 "Herkes yargılanmalı". İyi ama hangi yargıyla? Şu an ki yargının tarafsızlığına güveniyorsan yargılansın. Bu bir. Sözünü esirgemeyen bir hukukçu olan Askeri Yargıtay Onursal Üyesi Ali Fahir Kayacan dün acı bir değerlendirmede bulundu: “İstanbul’da 8 normal ağır ceza mahkemesi 9 da özel yetkili mahkeme var. Bu durum bile her şeyi gösteriyor. Özel yetkili mahkemeler özel suçlara bakılması için kuruldu. Sonuçta görüldü ki hükümete yönelik en küçük bir hareket özel yetkili mahkemelere çekiliyor. Yargının çivisi çıktı. Bana göre Türkiye’de yargı artık bitti!” Erdoğan dostuma; "Herkes yargılanmalı". İyi ama hangi yargıyla? Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Bir tarafın yaptıklarına gözlerini kapayamazsın... Herkese eşit yaklaşmalıyız... Yıllardır bu hukukla binlerce insanı ASANLAR, İŞKENCEDEN GEÇİRENLER AYNI YOLUN YOLCUSU OLUYORLAR.... Anlatamadım galiba. Binlerce insanı asanlar işkenceden geçirenler elbette cezasını çeksin ona bir şey diyen mi var? Hukuk herkes içindir. Daha önce belirttiğim gibi herkes yargılanabilmeli. Hangi hukukla onu zaman gösterecek. Daha zaman nasıl gösterecek? Dört yıla yaklaştı henüz içerdekilerin suçu bile belli olmadı. İktidara muhalefet olanlar uydurma bahanelerle içeri atılıyor. Bunları, asan kesimle, işkenceci kesimle nasıl bağdaştırabiliyorsun? Hani darbe, Hani Örgüt? Nerdede asma, nerede işkence. Gazeteciler mi, profesörlerm mi, aydın insanlar mı astı kesti? Çifte standarları yok etmeliyiz. Çifte standartların asıl sizler farkında olmalısınız. İktidar yanlılarına, mesela deniz feneri için hukuk çalışıyormu? İktidara kazandıran muhtıracılara neden hiç dava açılmaz? Ayrıca bu etiketleme sevdası bu forumda hiç mi hiç bitmiyor. Herhangi bir üye doğru gördüğü (Kendisine göre) bir şeyi belirtti mi bazı üyeler hemen etiket takmaya çalışıyor.. Etiketleme filan yok. Bunu nereden çıkardın? Mantıklı olup olamama var? Yargıyı siyasallaştıran yasalara evet diyenleri eleştirmek mi etiketlemek? İktidar haricinde tüm kurumlar yargının siyasallaştığını, yargının bittiğini söylediğinde, karşıt düşünürleri etiketlemiş mi oluyorlar? Eleştiri olmasın mı? Yanlış yaptınız/yapıyorsunuz denmesin mi? Mesela, doğru bir mantıkla, şu andaki hukukun çifte standartta olmadığını söyleyebilirmisin? Söyleyemiyorsan, yanlış düşündüğünüzü belirttiğimizde etiketlemiş mi oluyoruz? Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Dokunulmazlik zirhini bildigim kadari ile tüm AKP milletvekilleri,AKP yandaslari,Cumhurbaskani tasimaktadir. Sayın politika, bu saatten sonra dokunulmazlığın kaldırılması da bizim istediğimiz adaleti getirmez, artık geçmiş olsun. Bir de İlker Başbuğ un yüce divan da yargılanması gerekir diye CHP nin söylemi var. Eğer CHP bunu kabul ederse AYM nin yapısını bildiği halde böyle bir şeye rıza gösterirse onlardan da şüphe duyarız. Benim dikkatimi çeken bu tutuklamayla birlikte bazı bakanlar masumiyet karinesinden söz etmeye başladılar. Üç yıl insanlar hücrelerde yatarken kimsenin aklına masumiyet karinesi gelmiyordu ben de AKP nin böyle bir şeyden haberi yok zannediyordum ama bildikleri ortaya çıktı yani bile bile hukuku çiğniyorlarmış. Bu yandaş medyaya bir sorum var. Tokat da askerlere saldırı olunca anında askeri suçlayan açıklamalar yaptınız. Aynı asker 35 sivili öldürünce sahip çıkma gereği duydunuz. Yahu arkadaş ne değişti de askeri savunma gereği duydunuz, hangisi doğru? Bu iki olay birbirinin tamamen tersi, biri doğruysa diğeri yanlış. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Bir tarafın yaptıklarına gözlerini kapayamazsın... Aynı şeyi siz de yapamazsınız. Herkese eşit yaklaşmalıyız... Yıllardır bu hukukla Evet, herkese eşit yaklaşılması gerekir, politikacılara da yaptıklarının hesabı sorulmalı. Neymiş, dönem sonu dokunulmazlığı kalkıyormuş ondan sonra mahkemeye çıkabilirmiş. Hangi dönem sonu, adam politikayı meslek edinmiş, koltuğa yapışmış kalkamıyor. Hukuk aynı olsa bile ki bir çok kanun da değiştiğinden aynı değil, uygulayanlar farklı olunca çok değişik sonuçlar çıkabiliyor. Mesela milyarları hiç edenler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken prof.lar, gazeteciler, siyasetçiler, askerler niye 3 yıldır tutuklular? Bunun mantıklı bir açıklaması olamaz, bu ancak çifte standart olarak açıklanabilir. Ayrıca bu etiketleme sevdası bu forumda hiç mi hiç bitmiyor. Bitmez çünkü ülke ikiye bölünmüş durumda ya iktidardan yanasındır ve her türlü hukuk ihlallerine rağmen destek veriyorsundur ya da bu çifte standarda karşısındır. Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2012 Sayin Yilmaz yazdiklarinizda haklilik payi cok yüksek katiliyorum ancak Ilker Basbug'un tutuklanmasi öyle siradan bir olay gibi gösterilemez,kimse dokunulmaz degildir diyerek bu tutuklamanin asil perde arkasini gözlerden kacirmak isteyenlere, ben, amaclarinin "kimsenin dokunulamaz olmasi"olmadigini rahatlikla söyleyebilirim.Kimse dokunulamaz degildir sloganini ileri sürerek hic kimse Ilker Basbug'un tutuklanmasi gerekliydi gibi gayriciddi bir yorumla gecistiremez. Ilker Basbug'un tutuklanmasi Türkiye'nin gelecegini cok yakindan ilgilendirir.12 Eylül darbesinin acilarinin intikamini, Türk Ordusunun tasviye edilmesinde bulanlar yanlis yoldadirlar. Ilker Basbug bir planin ilk asamasidir.Hic düsünen oldumu acaba;neden TARAF Gazetesi bu kadar korkusuzca ve cüretkar bir sekilde Türk Ordusuna ve Cumhuriyete onun kurucusuna saldirmaktadir?Arkasinda hangi güc var ki bu kadar rahat ve pervasizca yazilar yazabilmektedir.Basilmamis kitabin yazarini tutuklayan gücler nasil oluyorda Türkiye'nin temel taslarini yerinden oynatan bir gazeteye göz yummaktadirlar.Veya sadece CHP'li oldugu icin 180 yil hapsi istenen Izmir Büyüksehir Belediye Baskani'na bakarak Diyarbakir Belediye Baskani Baydemir hala görevindedir?Veya neden TARAF gazetesi devlet parasiyla finanse ediliyordu.Bu bana, Menderes'in,Atatürk'e karsi yazi yazmasi icin sair Necip Fazil'a örtülü ödenekten para vermesini hatirlatti. Ilker Basbug'un tutuklanmasi ile ilgili Emekli Tuggeneral Nejat ESLEN'in Wikileaks Belgelerine dayanarak 5 Genelkurmay Baskani tutuklanacak demesi gerceklesmektedir. Bu Genelkurmay Baskanlari sirasiyla:Org.Necdet Torumtay,Org.Ismail Karadayi,Org.Hüseyin Kivrikoglu,Org.Yasar Büyükanit ve Org.Ilker Basbug'dur. Torumtay öldü,Ilker Basbug'un tutuklanmasi aslinda bu liste üzerinde bir manipülasyondur daha dogrusu sasirtmacadir yani listeye göre hareket etmiyoruz izlenimini vermektir.Torumtay,Özal'in Irak'a girelim istegi üzerine istifa etmistir.Ismail Karadayi Amerika'nin etki alani icinde olan bölgeye 35 bin Türk askerini göndermis ve kukla devleti dagitmistir.Kivrikoglu ve digerleri ABD'nin PKK ile iliskisini ortaya cikarmislardir.Basbug Iran ile isbirligi yaparak PKK'ya darbe üstüne darbe indirildigini ifade etmistir.Bütün bu olusumlar ABD'nin bölgedeki stratejik cikar ve planlarina ters düsüyordu.Türk Ordusu icindeki milliyetci ve Avrasya'ci generaller saf disi edilmeliydi.Bunun anlami;Daha üc genelkurmay baskaninin tutuklanacak olmasidir.Nagehan Alci'nin "Büyükanit tutuklanmalidir"diye kocasinin yolunda feryad etmesinin ardinda ABD cikarlarina ters düsenlere olan kin vardir.Yasemin Congar'in nerde yetistigi sir degildir.Ahmet ve Mehmet Altan'in Kürt cikarlari icin gazetecilik yaptiklari gizli degildir. Ilker Basbug'un tutuklanmasini ideolojik olarak alkislayanlar muhakkak olacaktir.Kisisel duygularinin esiri olanlar, kendi ordularinin emperyal güclerin taseronlari tarafindan esir alinmasini, tasviye edilmesini alkislarlar. saygilarla Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 Başbuğ'u paçasından çekiştiren gelenek… 08.01.2012 “Türkiye’de bir kültür çatışması var. Bence bu çatışma imam hatipliler ve Harbiyeliler arasında. Bu çatışmanın nedeni de, bu insanların dünyaya bakış ve eğitim farklılıklarından kaynaklanıyor. Biz askeri okullarda önce lise, ardından harp okulunda Atatürk milliyetçisi olarak yetiştiriliyoruz. Subay çıktığımızda vatanı korumak için gerektiğinde ölmek üzere yemin ediyoruz. Tüm askeri okullarda öğrenciler endoktrine edilir. Bir de diğer tarafa bakalım; imam hatipliler... Cumhuriyet, Harbiyeli için ne anlama geliyor, imam hatipli için ne anlama geliyor? Burada sosyolojik bir olay var. Bu araştırılmalı. İmam hatipli ve Harbiyeli arasındaki değer çatışmasını aşabilecek bir payda bulunursa Ergenekonlar olmaz…” Bu sözler, İlker Başbuğ’un Harbiye’den devre arkadaşı olan emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’e ait. 1962 yılında Başbuğ ile birlikte Harbiye’den mezun olan Eslen, 2009’da Tempo dergisi için Selin Ongun’un sorularını yanıtlarken Ergenekon sürecini askerin merceğinden bu sözlerle özetliyor. Bu sözleri, bütün bir cumhuriyet tarihini şekillendiren geleneğin AKP iktidarı dönemine rastgelen bölümünde yargılanması olarak da okuyabilirsiniz. Bu gerçekten uzun yazıyla tahammülünüzü zorlarken Başbuğ özelinde bu geleneği ve sivillerin bu gelenekle nasıl eklemlendiğini anlatmaya çalışacağım. Başbuğ’un hikâyesi, Eslen’in çarpıcı bir şekilde ifade ettiği TSK geleneğinin çarpıcı görüntülerini sergileyerek Silivri’ye ulaşmış bulunuyor. Manastır’da doğan bir baba ve ailesi Manastırlı olan bir annenin çocuğu olarak 1943 yılında Afyonkarahisar’da doğmuş İlker Başbuğ. O geleneğin zihni coğrafyasında çok sevilen ifadeyle, “suyun öte yanından” geliyor. Selin Ongun’un Cemal Subaşı ile birlikte 2008 yılında Tempo dergisi için yazdığı portreye göre, İl Özel İdaresi’nde çalışan Baba Süleyman Bey, son günlerinde oğlunu göremez. Zira vereme yakalanmıştır ve hastalığın küçük İlker’e bulaşması en büyük korkularıdır. Babasını kaybettiğinde henüz yedi yaşındadır. Anne Makbule Hanım, eşini kaybettikten sonra bir süre daha Afyon’da kalır. Başbuğ, eski Cumhurbaşkanları Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer ile eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın da mezun olduğu Afyon Lisesi’nin orta bölümüne kayıt yaptırır. Anne Makbule Hanım, Afyon’da birlikte yaşadıkları annesini kaybedince kardeşlerinin yanına, İstanbul’a taşınmaya karar verir. Başbuğ henüz 12 yaşındadır. Kuzguncuk’a yerleşirler. Başbuğ, Kuzguncuk’a gezmeye gelen Kuleli Askeri Lisesi öğrencilerinin “fiyakalı” kıyafetlerinden etkilenir. Karar verilir, Başbuğ sınava girer ve Kuleli Askeri Lisesi’ni kazanır. Oğlunu Şark görevlerinde bile yalnız bırakmayacak Makbule Hanım, Kuleli sınavını kazandığı haberini alınca “Oğlum kurtuldu” diye dualar eder. İki 22 Şubat, iki İlker Başbuğ Kuzguncuk ve Kuleli yıllarını Kara Harp Okulu (Harbiye) izleyecektir. Harp Okulu’ndaki devre arkadaşlarından biri, halen 2. Ergenekon davasında yargılanan Hurşit Tolon’dur. Dönemin Kara Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir’in 1960 darbesinden sonra yönetimin sivillere devredilmemesi yolunda ordu içinde girdiği çatışmalar, öğrencileri arasında bulunan Başbuğ’un üzerinde de iz bırakır. Daha sonra idam edilecek olan cuntacı Aydemir, 22 Şubat 1962’de Harp Okulu Komutanlığı’ndan alınarak tutuklanır. Rastlantıya bakın ki, “ikinci 22 Şubat vakası”nda Başbuğ Genelkurmay Başkanı’dır. 22 Şubat 2010’da aralarında eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ı da kapsayan büyük gözaltı dalgası üzerine TSK’da görevli 13 orgeneral ile 2 oramiral Başbuğ başkanlığında Genelkurmay’da toplandı. 23 Şubat’ta yapılan toplantı, generallerin, Balyoz darbe planı iddialarına ilişkin gözaltılardan duydukları rahatsızlığı tek cümlelik yazılı açıklamayla hissettirme kararıyla sonuçlandı. O açıklama, şu cümleden ibaretti: “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmekte olan bir soruşturma kapsamında ortaya çıkan ciddi durumu değerlendirmek üzere, bugün Genelkurmay Başkanlığı Karargahında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bütün Orgeneral ve Oramirallerin katılımı ile bir toplantı icra edilmiştir.” Toplantıya katılan çok sayıda generalin bugün kendilerinin de Ergenekon sürecinde sorgulandıklarını hatırlatarak devam edelim. İlker Başbuğ, Harbiye’den sonra orduya katıldı, kurmay subay olarak girdiği Harp Akademileri’ni birincilikle bitirdi, yıllar süren dış görevleri nedeniyle “diplomat subay” olarak da anıldı. Darbe heveslilerine karşı Hilmi Özkök’le davrandı Peki, komuta kademesine çıktığında nasıl bir Başbuğ görüyoruz? Soruyu, Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olmasından hazzetmeyen selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun son dakika manevrasını da hatırlayarak cevaplamamız gerekiyor. “28 Şubat gerekirse bin yıl sürer” diyen Kıvrıkoğlu, sivil otoriteye fazla tabi bulduğu Özkök’ü Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda yalnız bırakmamak için, emekliliğini bekleyen dönemin Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman’ı, geleneklere aykırı biçimde son anda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na taşır. Ancak Yalman’ın, bu süreçte Şener Eruygur ekibine göre daha dikkatli davrandığı da bir gerçektir. Başbuğ, AKP’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimleri sırasında işte bu atmosferde Genelkurmay Başkanı olan Hilmi Özkök’ün karargâhındaki kilit isimlerden biriydi. Balyoz darbe planı iddiaları ve dönemin MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un “Gelen mektuplara bakarsanız, 1. Ordu ihtilale hazır” dediği zamanı kapsayan bu dönemde, Başbuğ, darbe hevesine kapılan generallere direnen Özkök’ün en güvendiği isimler arasındadır. Bu durumu, Özkök’ü AKP hükümetiyle ilişkilerinde zor duruma düşürmek isteyen generallerin sızdırdığı bazı belgelerin soruşturulmasında Başbuğ’un üstlendiği rolden de izleyebiliyoruz. Örneğin Başbuğ, Özkök’ün henüz son biçimini vermediği Genelkurmay’ın Kıbrıs planının Cumhuriyet’ten Mustafa Balbay’a sızdırılması üzerine devreye giren isimdir. Balbay’ın günlüklerinde, Başbuğ’un, Özkök’ü hükümete karşı zor durumda bırakmak isteyen ekibin sızdırdığı planı kimlerden aldığı konusunda yaptığı sorgulamaya ilişkin uzun bir bölüm de yer alıyor. Başbuğ’un, bu dönemde darbe planıyla suçlanan generallerden uzak durduğu biliniyor. Bu durumu, “Zaten Genelkurmay Başkanlığı sırasına girmiş bir generalin olağan rasyonalizmi” diye değerlendirenler olabilir, ancak ne olursa olsun, gerçek budur. İşte bu kompozisyonun ardından Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ’un, Hilmi Özkök’ün vizyonunun aksine, TSK iç kamuoyuna fazla duyarlı ve dolayısıyla fazla yalpalayan bir çizgi izlediğine tanık oluyoruz. Başbuğ’un, Genelkurmay Başkanlığı’ndaki zikzaklı çizgisi, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” ve “Balyoz darbe planı” iddiaları üzerine yaptığı açıklamalarda açık seçiktir. Gelin bu iki olayda Başbuğ’un nasıl bir çizgi izlediğini hatırlayalım. Komutan ‘kâğıt parçası’ dedi, Genelkurmay geri aldı! AKP ve Gülen cemaatini parçalamak için komploya varan bir dizi senaryo içeren “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” 12 Haziran 2009'da Taraf gazetesinin manşetinden “AKP ve Gülen'i bitirme planı” başlığıyla yayımlandı. Habere göre, Genelkurmay Harekât Başkanlığı'na bağlı 3. Destek Şube Müdürü Deniz Kurmay Kıdemli Albay Dursun Çiçek'in imzasını taşıyan plan, Nisan 2009'da hazırlanmıştı. Belgenin fotokopisi üzerinden inceleme yapan Genelkurmay Askeri Savcılığı, haberin yayınından 12 gün sonra, “şu ana kadar elde edilen deliller değerlendirildiğinde ele geçirildiği iddia edilen belgenin, Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir biriminde hazırlanmadığına ilişkin bir kanaate varıldığını” bildirdi. Askeri savcılık “kovuşturmaya yer olmadığına” karar vermişti. Başbuğ, Taraf'ın yayınından 13, Askeri Savcılığın kararından da 1 gün sonra, 26 Haziran 2009'da düzenlediği basın toplantısında, sadece bu soruşturmanın sonucuna değinmekle kalmadı, şu ifadeleri kullanmakta da bir sakınca görmedi: “Türkiye neredeyse iki haftadır Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın elinde bulunan, yürüttüğü hazırlık soruşturması neticesinde ulaşmış olduğu kararla ortaya çıkan bir kâğıt parçası etrafında gereğinden fazla enerjisini tüketmiştir. Şu anda elimizde olan hukuki anlamda bir kâğıt parçasıdır... Biz bu kâğıt parçasının birileri tarafından TSK’yı yıpratma ve karalama amacıyla hazırlandığını değerlendirmekteyiz. İstanbul Başsavcılığı'ndan istiyoruz, diyoruz ki, bu belgenin gerçek olmadığı noktasından hareketle bu kâğıt parçası kimler tarafından, ne amaçla hazırlandı? Bunu bulun.” Başbuğ'un bu sözlerinden sonra, 16 Ekim'de bir subayın orijinal belgeyi Ergenekon savcılarına gönderdiği ve Genelkurmay'daki 35 bilgisayarda gerçeğin ortaya çıkmaması için “temizlik yapıldığını” ihbar ettiği kamuoyuna yansıdı. Savcılara gönderilen ıslak imzalı belge Albay Dursun Çiçek'in imzasıyla karşılaştırılmak üzere Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Kurum, 4'e karşı 7 oyla imzanın Çiçek'e ait olduğu kararına vardı. Bu kararın ardından orijinal belge, bir kuryeyle 16 Şubat 2010'da Genelkurmay Askeri Savcılığı'na gönderildi. Belgeyi Jandarma Kriminal Laboratuvarı'nda inceleten Askeri Savcılık, “ıslak imzanın Dursun Çiçek'in eli ürünü olduğu” yolundaki kuvvetli bulgularla karşılaştı. Elde edilen “yeni deliller” üzerine Askeri Savcılık 1 Mart 2010'da tekrar ifadesini aldığı Çiçek'in tutuklanmasını talep etti. Ancak daha önce sivil mahkemece iki kez tutuklanan, ancak yapılan itirazlar üzerine ikisinde de serbest bırakılan Çiçek'in tutuklanması talebi askeri mahkemece reddedildi. Genelkurmay Başkanlığı da, Askeri Savcılığın kararıyla aynı gün, 1 Mart 2010 akşamı saat 20:50'de internet sitesine koyduğu bilgi notunda, “yeni deliller elde edildiğini” ve Çiçek'in hakkındaki “kovuşturmaya yer olmadığı” kararının kaldırıldığını duyurdu. Genelkurmay Başkanı Başbuğ, sahte olduğunu iddia ettiği ve “fitne-fesat ürünü” dediği belge hakkındaki sözlerini, 8 ay sonra Genelkurmay Başkanlığı'nın resmi internet sitesinde tekzip etmişti! Balyoz’u lanetledikten sonra ‘olay ciddi’ dedi Başbuğ, benzer bir rotayı Balyoz planıyla ilgili haberlerle ilgili olarak izledi. “Balyoz darbe planı” adı altında tartışılan belgelerin yayımı, Taraf gazetesinde 20 Ocak 2010 Çarşamba günü “Fatih Camii bombalanacaktı” manşetiyle başladı. Genelkurmay Başkanlığı'ndan 21 Ocak'ta yapılan açıklamada, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın T24’e yaptığı açıklamanın aksine, 1. Ordu’da düzenlenen seminerin “iç değil dış tehdide karşı hazırlanan harekât planlarını geliştirmek ve eğitim” amacıyla düzenlendiği belirtildi. Genelkurmay açıklamasında, “Bu plan seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değildir Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmektedir” denilerek darbe planı haberleri kesin olarak reddedildi. İlker Başbuğ da, 25 Ocak 2011’de, Genelkurmay Karargâhı'nda düzenlenen Kazım Karabekir'i anma toplantısında “Balyoz” haberleri konusunda açıklamalar yaptı. Tartışmalı plan semineri belgelerinin, üzerinden 7 yıl geçmesi nedeniyle yönetmelikler gereğince imha edildiğini, ancak Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın bir inceleme başlattığını belirten Başbuğ, Balyoz planında geçen “cami bombalama” gibi iddialar için ağır sözler sarf etti: “Biz askere ne dedirttiriyoruz biliyor musunuz? 'Allah, Allah' diye askere taarruz ettiriyoruz. Yani şimdi ben size soruyorum, vicdansızlara soruyorum. 'Allah, Allah' diye askerine hücum ettiren, taarruz eden bir ordu, nasıl Allah'ın evi camiye bomba atmayı düşünür. Vicdansızlıktır. Lanetliyorum bunları. Bu kadar vicdansızlık olur mu? (...) Bugün de bu ordunun Mehmetçiği, 'Allah, Allah' sesleri ile eğitimde düşmana taarruz ediyor. 'Allah, Allah' sesleri ile eğitim yapıyor. Talimnamemizde var. Ya böyle bir ordu, böyle bir ordunun kişileri çıkacak, Allah'ın evi camilere bomba atacak, oradaki dini ibadetini yapan kişilere şey yapacak. Lanetliyorum. Yine bu ordunun kişileri çıkacak kendi uçağını v.s. bilmem ne yapacak. Lanetliyorum. Türk ordusunun da bir sabrı var... Siz bu ordunun tümünü nasıl böyle itham edersiniz? Hiç mi vicdanınız yok, yapanlara söylüyorum.” Başbuğ'un, aynı açıklamada “bir hafta içinde sonuçlandırılıp kamuoyuyla paylaşılacağını” duyurduğu Kara Kuvvetleri'nin incelemesi konusunda bugüne kadar bir açıklama yapılmadığını not edelim. Başbuğ’un bu açıklamasına rağmen, Balyoz planına sahne olduğu öne sürülen seminerin yapıldığı dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “Muhatap (1. Ordu'nun bağlı olduğu) Kara Kuvvetleri Komutanı'dır” diyerek, o sırada bu koltukta oturan emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ı işaret etti. Yalman da Özkök'e “Hilmi Paşa haklıdır, o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı ben olduğuma göre muhatap da benim” cevabını verdi. Yalman'ın bu açıklamayı eklediği ilginç not, ''O dönemde İlker Paşa da (Başbuğ) benim kurmay başkanımdı. O nedenle o da konuyu yakından bilir...'' olmuştu. Yalman, topu, Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan Başbuğ’un önüne atmıştı. Başbuğ, “kâğıt parçası” çıkışından sonra “lanetliyorum” çıkışında da farklı bir frekansın eşiğine gelmişti. Nitekim, 14 Mart 2010'da Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila'ya verdiği demeçte, Balyoz konusunda önemli bir manevra yaptı. Başbuğ 6 hafta önce “lanetliyorum” dediği Balyoz planı için bu kez “Olay ciddidir ve bugüne kadar belki yaşanan olayların Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki etkisi açısından en önemlilerinden birisidir. Ve en ciddilerinden birisidir” demişti. Başbuğ ve personelinin psikolojisi Sonuçta Başbuğ, Ergenekon sürecinin iki köşebaşı olan İrtica ile Mücadele Eylem Planı ve Balyoz darbe planı iddiaları konusunda ilk açıklamalarının tam aksi istikamette bir noktaya düşmüştü. Peki neden? Hilmi Özkök’ün karargâhında darbeci eğilimlere karşı mesafesini koruyan Başbuğ Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda karargâhı tarafından yanıltılmış mıydı, yoksa bazı belgeleri örtbas etme çabası içinde miydi? Bilmiyoruz, Başbuğ’un yargılandığı dava bu soruların cevabı açısından büyük bir önem taşıyor. Ancak Başbuğ’un, TSK geleneğinin menzilinden çıkmakta zorlandığını ve iç kamuoyuna karşı açıklamalar yaparken çelişkiye düştüğünü görüyoruz. Misal, avukatı, tutuklandığı gece “kâğıt parçası” açıklamasını neden yaptığı sorusuna Başbuğ’un “personelinin psikolojisini” de gerekçe gösteren bir yanıt verdiğini açıkladı. İnternet Andıcı davasında tutuklanan Başbuğ’un, 1990’ların sonundan itibaren kurulmaya başlanan ve sayıları 46’yı bulan, bazılarında AKP hükümetinin doğrudan hedef alındığı internet sitelerini, Taraf gazetesinin 4 Şubat 2009’daki haberi üzerine öğrenince kapattırdığını açıkladı. Böylece Başbuğ, Genelkurmay Başkanı olduktan yaklaşık beş ay sonra bu sitelerden haberdar olduğunu ve kapattırdığını söylemiş oluyordu. Ancak, İnternet Andıcı davası iddianamesine konu olan 4 internet sitesinin kuruluşunun, eski siteler kapatıldıktan hemen sonra gündeme gelmesi ve Genelkurmay İkinci Başkanı’na kadar ulaşan paraflarla sürecin devam ettirilmesi, andıçta imzası olmadığını vurgulayan Başbuğ’un en hafif ifadeyle basiretsizliğini gösteriyor. Askerdeki akıl tutulmasının nedeni için ilginç bir yorum Peki, askerde, o dönem için ikinci kez tek başına iktidara gelecek kadar seçmenden kuvvetli bir destek almış hükümeti hedef alacak internet siteleri kurmak kadar akıl tutulması yaratan şey ne olabilir? Darbe hedefine kilitlenen gözlerin önündeki engelleri, ülkedeki gerçekleri göremeyecek kadar körleşmesi mi? “Hayır” diyor aynı söyleşide Nejat Eslen ve askerin darbeyi ikame edecek yöntemler bulması gerektiğini bakın nasıl anlatıyor: “TSK’nın mademki cumhuriyeti korumak gibi anayasanın verdiği çok ciddi bir görevi var, bu görev için bir strateji geliştirmek gerek. Bu da askeri müdahaleyi gerektiren bir strateji olmamalı. Bu anlamda, bugün TSK’nın hem soğuk savaş sonrası döneme adaptasyon, hem de bu görevi askeri müdahaleler dışında halletme konusunda yeterli bir hazırlığının, stratejisinin olmadığını düşünüyorum. Bu bocalamalar bundan kaynaklanıyor. TSK, bu ciddi gelişmeleri bir strateji ile karşılamadığı için meseleler bireyselleştiriliyor. Bireyleştirildiğinde de işin tadı kaçıyor. Oysa hem uluslararası ortam, hem de iç ortam çok dinamik. Böyle bir ortamda çok akıllı olmak, aklı da tedbirlere yansıtmak gerekiyor.” Hükümeti de hedef alan internet siteleri kurmak böyle bir strateji arayışının sonucu olabilir! Ancak gerekçe olursa olsun, temel neden, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yönetenleri şekillendiren “Cumhuriyet bizden sorulur” geleneğidir. Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda çok zikzaklı bir rota izleyen İlker Başbuğ’u paçalarından çekiştirenin de bu gelenek olduğu görülüyor. Başbuğ’a bakarken gazetecileri unutmayın Peki Türkiye’nin demokrasi sorununu bu gelenekten ibaret sayabilir misiniz? Hasan Cemal’in “Türkiye’nin asker sorunu, aynı zamanda bir sivil sorunudur” sözünü hatırlatarak, “Hayır” diyelim. Zira Türkiye, demokrasiyi derinleştiremeyen bir sivil zihniyet sorunu da yaşıyor. Sorumlulukları nedeniyle elbette hesap vermesi gereken bir Genelkurmay Başkanı’nı yargılamayı ancak “silahlı terör örgütü kurma” suçlamasına dayandırmak da… Anayasa değişikliği ile kaldırılmış devlet güvenlik mahkemelerini yasayla “özel yetkili mahkemeler” adı altında geri getirmek de… Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının görevleriyle ilgili suçlardan dolayı sadece Yüce Divan’da yargılanabilecekleri Anayasa’da açıkça yazıyorken İlker Başbuğ’u özel yetkili mahkemeye çıkarıp tutuklamak da bu zihniyetin sorunu. O zihniyetin coğrafyası sağdan sola, merkezden uca çok geniş bir alanı kapsıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Bombadan tesirli kitaplar var” sözünü, CHP’nin anayasa profesörü de olan Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un “Asker kâğıttan kaplanmış” diye sızlanışını hatırlayın… Hopa’da çevre eylemi yapanları da, parasız eğitim isteyen öğrencileri de, puşi takan üniversiteliyi de “silahlı terör örgütü üyesi” diye tutuklayan bir düzen, aynı kadrajın içine Genelkurmay Başkanı’nı da koyunca demokratikleşmiş olmuyor. “Terör örgütü kurmak”la da suçlanan Başbuğ tutuklanmadan birkaç saat önce, sadece yazdıkları yüzünden “terör örgütü üyesi olmak”la suçlanan gazetecilerin tahliye taleplerinin bir kez daha reddedildiğini unutmayın. Evet, askeri paçalarından çekiştiren ve harp okullarındaki eğitim sürecini tepeden tırnağa gözden geçirmeyi gerektiren bir gelenek var. Ve bu ülkenin sivilleri o geleneğe eklenip demokrasiyi paçalarından çekiştirmeyi sürdürüyor!.. Doğan Akın Alıntı
Φ kontrolyön Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 İlker Başbuğ'un tutuklanmasına hiç şaşırmadım. Başbuğ'un kullanmadığı şans "Takdir yüce Türk milletinindir." Tutuklandıktan sonraki ilk sözü bu olmuş İlker Başbuğ'un... Yüce Türk milletinin onunla ilgili takdirini çoktan yaptığının bile farkında değil. Eğer milletin takdiri apaçık ortada olmasaydı, bu tutuklamanın zaten yapılamayacağını; yapıldıysa milletin onunla ilgili değerlendirmesi kesin olduğu için yapılabildiğini de anlamıyor. Zaten, onun asıl sorunu anlamamak... 2009'da Genelkurmay Başkanı olduğunda, ne yaşadığı ülkenin içinde olduğu büyük değişimi anlayabildi ne toplum-ordu ilişkilerinde yaşanan değişimi hatta ne de yönettiği ordunun içinde yaşanan değişimi... Eğer anlasaydı, her şey farklı olabilirdi. İki yol İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanı olduğunda önünde iki yol vardı: Birinci yol, Türkiye'de askeri vesayet rejiminin artık geleceği olmadığını, ordunun darbeci geleneğini sürdürmenin imkansız olduğunu görüp kendine orduyu "Yeni Türkiye"ye adapte edebilmek için gereken iç transformasyonu gerçekleştirme misyonu biçebilirdi. İkinci yol ise, vesayeti sürdürmek gibi nafile bir çabanın peşinden gitmekti... İlk göreve geldiğinde hükümet de kamuoyu da birinci yolu seçeceği konusunda umutluydu. Onun gerçeği kabul edip orduyu demokrasilere yakışan bir ordu haline getirmeye yönelmesi, ordunun bu geçiş sürecini daha az acıyla atlatmasını da sağlayacaktı. Hükümet de böyle yumuşak bir geçişten yanaydı ve Başbuğ'a bir şans tanıdı. Ordunun kendi kendini temizlemesi ve bir dönemi kapatması için bir şans... Ama o bu şansı kullanmadı. İkinci yolu seçti. Eğer biraz vizyonu olsaydı, Büyükanıt'ın İnternet Muhtırası ile denediği son atağa halkın verdiği tepkiyi görür ve vesayeti sürdürmek gibi nafile bir hedefin peşinden gitmezdi. Daha ayağının tozuyla yaptığı ilk "halkla iletişim" toplantısında darbe günlükleri ve 2003-2004'teki darbe girişimleri konusunda kendisine sorulan soruyu "Genelkurmay arşivlerinde böyle bir belge yoktur"diye kestirip atarak belli etti seçtiği yolu. Ardından sökün eden İrticayla Mücadele Eylem Planı, Balyoz Planı, internet sitelerinin ortaya çıkışı, Kafes Planı'yla birlikte kendi geleceğini de çizmiş oldu. Bütün bu olaylarda oynadığı rol ve aldığı tutumla parça parça mahkûm oldu halkın vicdanında. Bugün olan sadece "Yüce Türk milletinin" vicdanında verilen gıyabi kararın mahkeme tarafından vicahiye çevrilmesidir, başka da bir şey değil. Bir türün yok oluşu Başbuğ'un tutuklanışına bir türün yok oluşu diyebiliriz. Bu karar, darbeci general tipinin tarih oluşunun tasdikidir. Bu karar, 27 Mayıs 1960'da açılan bir parantezin kapanışıdır. Bundan böyle harp okullarında yetişmekte olan teğmen adayları artık kendilerini "geleceğin Türkiye'sinin perde arkasındaki gerçek yöneticileri" olarak görmeyecekler, böyle hayaller kurmayacaklar. Genç subaylar halkın siyasi tercihlerinden "rahatsız" olmanın hadleri olmadığını kabullenecek. Ordu komutanları, omuzlarındaki yıldız sayısının onları yargı önünde hesap vermekten koruyamayacağını bilecek ve ona göre ayağını denk alacak. Ordu kendi görev alanına çekilecek ve o görevini iyi yapamadığı zaman da eleştirilmeye alışacak. Genelkurmay başkanları siyasi iradenin emrinde oldukları gerçeğini sineye çekecek. Kimse cumhuriyetin asıl sahibi ve bekçisi olduğu zehabına kapılmayacak. Tabii daha epey çalkantı yaşayacak, epey zaman ve emek harcayacağız. Ama içine girdiğimiz bu süreçten asla geri dönüş yaşanmayacak. Türkiye çatlattığı kabuğun içine bir daha girmeyecek. Son olarak, bir Genelkurmay başkanının tutuklanışı karşısında üzüntüye kapıldığını, bunun hazin bir tablo olduğunu söyleyenlere de bir çift sözüm var: Asıl üzüntü verici olan şimdiye kadar yaşanan tabloydu. Hükümeti yıkma planları yapmakla suçlanan bir generalin elini kolunu sallaya sallaya dışarıda dolaşmasıydı üzücü olan. Hukukun elinin kimilerine yetişemediğini gözümüze sokan o tabloydu. Buna üzülmeyenlerin mahkemenin kararına üzülmelerini anlayabilmek, demokrasiye değer veren hiç kimse için mümkün değildir. Gülay GÖKTÜRK - Bugün gazetesi Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 'Başbuğ'u öldürmek istediler' İnternet Andıcı'ndan tutuklanan Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ'un yakınında yer alan kurmayından çarpıcı açıklama: '' İlker Paşa 2008'de İzmir'de bombalı saldırıdan kurtuldu.'' İstanbul- Takvim gazetesinden Ergün Diler'in haberine göre, önceki gün bu sütuna taşıdığımız Genelkurmay'ın KOZMİK isminin sözleri büyük ilgi gördü. En fazla da tutuklanıp Silivri'ye gönderilen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ hakkında söyledikleri tartışıldı. Gelen birçok soruya cevap yetiştirmeye çabalarken İlker Başbuğ'la çok yakın çalışan bir asker bana ulaştı. "Yazdıklarınız tamamen doğru. Ancak eklemem gereken önemli noktalar var. Bunu yapmazsam vicdanım rahat etmez" dedi... Şaşırmıştım. "HAYIR" deme lüksüm yoktu... Buluşma noktasına gidinceye kadar soracaklarımı bir kez daha gözden geçirdim. Ama yine de bana ulaşan ismin neler söyleyeceğini çok merak ediyordum. Araçtan indikten sonra kalabalığı yara yara bize ayrılan masanın başına geldim. Birkaç dakika sonra Genelkurmay'da çok önemli trafiği idare eden isim karşımdaydı. Beklediğimden daha sıcak bir tanışma oldu. Havadan sudan soruların uçuştuğu o ilk dakikalardan çok korkardım. Yine öyle olacağını zannettim. Ama karşımdaki insanın fazla vakti yoktu. Hiç vakit kaybetmeden konuya girmek ister bir hali vardı. Ben de bunu değerlendirip BODOSLAMA daldım... Bana söylemek istediğiniz çok önemli NOKTALAR nedir? Ergenekon ve Balyoz gibi çok önemli davalarda vatandaşın kafası karışık. Herkes aslında NELER OLUP BİTTİĞİNİ merak ediyor. Ama içerideki ve dışarıdaki bazı odaklar bu haberlerin ENFLASYONUNU yaratarak asıl hedefi gizlemeye çalışıyorlar. Yani kurunun yanında yaşı da ateşe atmak istiyorlar... Yani! Bakın size şimdiye kadar kimsenin bilmediği bir sırrı vermek istiyorum. Tarih 21 Ağustos 2008'di.. Saat sabah 07.45'ti... İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olarak atanmasına 1 hafta vardı. Bu tarihten kısa bir süre önce bazı gazetelere İlker Paşa'nın AĞLAMA DUVARI'nda fotoğrafları servis edildi. Amaç görevi almasını engellemekti. Ama bu tutmamıştı. Gazeteler bunu es geçmişlerdi. Zaten daha sonra Mescid-i Aksa fotoğrafları da olduğu ortaya çıkmıştı... Neyse devam edelim... Biz, bir gün önce, yani 20 Ağustos'ta emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün evine ziyarete gittik. İlker Paşa, Özkök'ü sever sayardı. Onun uyarılarını çok dikkate alırdı... 21 Ağustos sabahı İzmir'i bilenler için tanıdık bir nokta olan YAĞHANELER'den salınıp Yeşillik Caddesi'nde ilerliyorduk. İstikamet Havaalanı'ydı. Etrafta işine gücüne koşturan insanlar dışında yabancı bir olgu yoktu. Birdenbire önümüzdeki bir ARABA büyük bir gürültüyle patladı. Ortalık savaş alanına döndü. Hedef İlker Paşa'ydı. Saldırıda 16 polis, asker ve sivil yaralandı. Ancak patlamada bir albayımız şehit düştü. Bunu sakladık. Basınla paylaşmadık. Anlayacağınız İlker Paşa'nın Genelkurmay Başkanı olmasından çok rahatsız olanlar vardı. Başbuğ, Hilmi Paşa'nın ikinci başkanıydı... Bunu da unutmayın... Böyle bir saldırıyı saklamayı nasıl başardınız? Öyle olması gerekiyordu. Üzerimize düşeni yaptık. Olayın büyümesini engelledik. 22 Ağustos tarihli gazetelerde ADİ bir olay gibi yansıtıldı... Peki saldırıyı gerçekleştirenler kimdi? Başbuğ bunları biliyor muydu? Şimdi size yine tamamen yanlış bilinen bir noktayı daha anlatacağım. Ne olur iyi dinleyin... Aradan bir süre geçmişti... Saldırı unutulmuştu... Tarihler 4 Eylül 2008'i gösteriyordu. Gazeteler "Başbuğ destekli Kandıra ziyareti" manşetiyle çıktı... Oysa olayın perde arkası hiç böyle değildi. Gerçek tamamen farklıydı... Başbuğ Paşa, Korgeneral Galip Mendi'yi Ergenekon'dan tutuklanan Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'u ziyarete yolladı. Bu ziyaret kamuoyunda paşalara destek olarak algılandı ve sunuldu. Böylelikle, taktiksel bir adımla TSK bazında ve kamuoyu nezdinde gaz aldı. Ancak ziyaretin amacı bambaşkaydı. Çünkü suikast ERGENEKON işiydi. Başbuğ her detayı biliyordu. Onların güvendiği bir isim olan Mendi'yle masaj yollayıp GÖZDAĞI verdi. Bunu açıklayamam ama GÖZDAĞI çok ciddiydi... Zaten daha sonra geri adım attılar... Ordu içinde büyük mücadele vardı yani... Efendim olmaz mı!... Bakın BALYOZ toplantıları İstanbul'da BİRİNCİ ORDU'da yapılırken, DARBE planlarını DEŞİFRE edip HİLMİ PAŞA'YA yollayan İlker Paşa'dır... Yani Hilmi Paşa'nın güvendiği KURMAY BAŞKANI... Bu çok önemli... Ayrılığın fotoğrafı buradadır... İyi görülmesi lazım... Peki Hilmi Paşa evden sefertası ile yemek getiriyordu. Başbuğ da buna benzer şeyler yaptı mı? Yapmadı. Kendisi çok dikkatliydi. Zaten Koşaner Paşa ile çalıştı. Bir anlamda şanslıydı. Hilmi Paşa'nın etrafı ateş çemberiydi. Yakın tarihin en zor dönemleriydi o günler... Tabii bir de Başbuğ siyaset tarafından destekleniyordu. Hatırlayın, Başbakan Erdoğan'ın "PASLAŞIYORUZ" sözleri manşet olmuştu. Günlük yaşayınca bunları unutuyoruz tabii... Peki ne olacak sizce? Süreç nasıl işleyecek? Şahsen işin bir tarafı beni mutlu ediyor... HASDAL ve SİLİVRİ'de onca üst rütbeli subay yatıyor. Hepsinin ifadeleri alınıp tutuklandı. Ancak hiçbirinin mahkemede söyledikleri sızmadı. Ama İlker Paşa'nın söyledikleri basınla paylaşıldı. Birilerinin vicdanı bu tutuklamadan dolayı rahatsız. Bunu böylece gidermeye çalışıyorlar. Ben devletin ADALETİNE güvenirim. Güvenmek zorundayız da... Umutluyum anlayacağınız... Sizce amaç ne olabilir? Neden tutuklanmıştır? İlker Paşa kesin olarak DARBECİ değil. Eğer darbeci ise çıkıp HİLMİ PAŞA'nın bunu açıklaması gerekir. Bakın kendisi SİLİVRİ'de TEK BAŞINA kalmayı tercih etti.. Neden? Çünkü darbeci diye araya mesafe koyduğu isimlerle birlikte olmaz da onun için... Hasan Iğsız'ı mı kastediyorsunuz? İsim vermeme gerek yok. Ancak TOKAT'ta 7 şehit verdiğimiz saldırıdan sonra içerideki PAŞALARDAN biri Başbuğ'un üzerine yürüyüp "Burada benim borum öter" demiştir... Bunu bilenler bilir... Kim bu isim? Söyleyemem. En azından şimdilik... Ama Paşa'nın BALIKESİR'de geniş katılımlı bir açıklaması vardı. Bakın o fotoğrafa. Eksik olanı görmek zor değil... Şunu çok merak ediyorum. BALYOZ planı sızınca Başbuğ bir açıklama yapmıştı. Çetin Doğan'ı koruduğunu düşünmüştüm. Neydi o? O konuşma metinlerini tek tek inceleyin. "Benim ordum böyle bir şey yapmaz" diyor... Yani bu düşüncede olanları kendisinden saymıyor... Ama iyi dinlemezseniz bunu görme şansınız yok... Ya bizim ve sizin bilmediğiniz başka suçları çıkarsa? Ben çıkmayacağını biliyorum. Ama ülkenin DEMOKRATLAŞMASI açısından tutuklama hayırlı oldu. Herkesin HUKUKUN içinde kaldığı bir Türkiye büyür... Zaten amaç ORDU-MİLLET ELELE felsefesini baltalamak... Bakın Osmanlı'dan beri ne zaman HALK-ORDU birlikte oldu, devlet büyüdü... Bunu engellemek için birçok GRUP işin içinde... Ama Türkiye büyük devlet. Bunu da aşacaktır... Son sorum... Bu tutuklamadan sonra asker hükümete nasıl bakıyor? Asker YASALAR içinde kalacak. Kalmalıdır. İnanın ORDU, Erdoğan'la birlikte... Bu cümle size BASİT görünebilir ama içeriği ve anlamı büyüktür... İnanıyorum ki yakın zamanda Erdoğan askeri tamamen arkasına alarak BÜYÜK TÜRKİYE'yi yaratacak... Zaten tarihsel sorumluluğumuz üzerimize geliyor... Bundan kaçamayız. Vermek istediğiniz bir mesajınız var mı? Bakın içeride OYUN çok. Vatandaş bunu bilmiyor ve görmüyor. Bütün büyük devletler içeride eskisi gibi at koşturamıyor. Biz 1000 yıldır buradayız. Onlar düşünsün... Bazen canımız yansa da bu kutsal mücadeleden biz galip çıkacağız... Unutmayın MUVAZZAF SUBAYLAR ilk kez Başbuğ döneminde tutuklandı. Emine Hanım'ın GATA'ya alınmamasına ilk tepkiyi "KEŞKE YAŞANMASAYDI" diyerek İlker Paşa gösterdi... Bülent Arınç'ın "Hilmi Paşa çizgisine yakın" sözlerini de unutmayın... 9 Ocak 2012 - Cumhuriyet Haber Portalı Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 9 Ocak , 2012 İnanın ORDU, Erdoğan'la birlikte.. Zaten tüm bunlar onun için oluyor. İlker Başbuğ un tutuklanmasına şaşırdım çünkü çok da ulusal bir politika izlemedi. Taviz tavizi getirir derler, kozmik odalara girilmesine izin verirseniz, insanlar gece yarıları birer birer alınırken hiç bir tepki vermezseniz bir gün sıra size de gelir. Normalde sıra size geldiğinde diğerlerinden de ses çıkmaması gerekir ama bu sefer öyle olmadı ve büyük bir tepki geldi. Buna tepki veren Ana Muhalefet in liderine de bağımsız yargıyı etkilemekten soruşturma açıldı. Ne güzel, iktidar hariç herkese soruşturma açılıyor, herkese dokunulabiliyor, YAŞASIN DEMOKRASİ! Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Ordu bizim Ordumuz..Hükümet bizim Hükümetimiz..Devlet bizim devletimiz..yani üçüde AYNI DEĞERLERİMİZ.. Peki abi..ne oldu bu milletede Ordu taraftarı..Hükümet taraftarı..yok efendim devletçi oluverdik..ve değerlerimizi böldük parçaladık.. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hiç kimseye FAYDA sağlamaz.. Şimdi gelelim asıl çözülmesi gereken soruna.. Ne olacek benim gibi Emeklinin hali.. :) Herkes bıraksın felsefeyi..yazsın benim gibi kendi halini..hali güzel olanlarda yazabilir.. Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Ordu bizim Ordumuz..Hükümet bizim Hükümetimiz..Devlet bizim devletimiz..yani üçüde AYNI DEĞERLERİMİZ.. Peki abi..ne oldu bu milletede Ordu taraftarı..Hükümet taraftarı..yok efendim devletçi oluverdik..ve değerlerimizi böldük parçaladık.. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hiç kimseye FAYDA sağlamaz.. Şimdi gelelim asıl çözülmesi gereken soruna.. Ne olacek benim gibi Emeklinin hali.. Herkes bıraksın felsefeyi..yazsın benim gibi kendi halini..hali güzel olanlarda yazabilir.. Vaziyet-i Umumi benim halim memleketin hali üç gündür kabızım; dışarı çıkamıyorum. ne geğiriyor, ne *****biliyorum. içim gırtlağıma kadar ***! her zamanki gündelikçi kadın iki kız yollamış yerine, acemi şeyler etrafımda dolanıp duruyorlar. zaten başım dönüyor, yemekten içmekten kesildim. boyuna lağman yaptırıyorum, ****** fitil sokuyorum. bunlar yetmezmiş gibi dışarıda sokak inşaatı yeniden başladı, matkaplar gırla... kendimi intihar edeceğim bir gün! (Can Yücel) Alıntı
Φ Radya Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Vaziyet-i Umumi(Can Yücel) Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Herkes isin girgirinda.dinciler dini bayramlarina bir yenisini eklediler.ordunun teslim alinma bayrami diye.bayram ediyorlar...ve sonra da birbirimize soruyoruz ne olacak bu gidisin sonu diye. saygilarla Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Başbuğ'u paçasından çekiştiren gelenek… Nejat Eslen bir general omus ama eger hala Imamhatiple Harbiye'nin arasindaki farki cözemeyip bunun üzerinden Ilker Basbug'a yüklenerek Bugün denilen dinci gazetelere yazma gerekcesi veriyorsa bence onun gibilerin yüzünden Türk ordusu bugünkü durumdadir.O ve Hilmi Özkök gibileridir orduyu satanlar. Imamhaitp demek cumhuriyet düsmanligi demektir,harbiye ise cumhuriyeti savunmaktir,bunu eger Nejat Eslen hala anlamamissa bunda bir bit yenigi vardir. saygilarla Alıntı
Φ tülvent Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Yazar Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Hurşit Tolon da tutuklandı 2. Ergenekon davasında savcı, tutuksuz yargılanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un tutuklanmasını talep etti. Tolon yeniden tutuklandı. Soruşturma sırasında tutuklanan Tolon, sağlık sorunları gerekçesiyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. İstanbul- İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nde oluşturulan küçük salonda görülen ikinci Ergenekon davasının 148. duruşmasına başlandı. Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, dava kapsamında tutuksuz yargılanan emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un tutuklanmasını talep etti. Mahkem heyeti talebi kabul etti. Hurşit Tolon yeniden tutuklandı. 10 Ocak 2012- Cumhuriyet Haber Portalı Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 sağlık sorunları gerekçesiyle tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Demek ki sağlık sorunu kalmamış. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Ordu bizim Ordumuz..Hükümet bizim Hükümetimiz..Devlet bizim devletimiz..yani üçüde AYNI DEĞERLERİMİZ.. Bu herkes için böyle değil. Ordu, herkesin ordusu değil; hükumet, herkesin hükumeti değil ve malesef devlet de herkesin devleti değil. Bu nedenle herkes taraf olduğu tarafa hak veriyor. Emekliye gelince, emeklemeye devam, çünkü tüm emekli, işçi, memur, işsiz, öğrenci, atanamayan öğretmen halinden memnun ki AKP ye oyunu arttırarak oyuna devam dedi. Onlar da oynamaya devam ediyorlar, gece yarıları milletin vergileriyle aldıkları maaşlara %100 zam yaptıkları halde sıkılmadan düğün, bayram, misafir diyerek bir güzel de kılıf buluyorlar. Üç kuruşa talim eden emekli ve asgari ücretli de onları haklı görebiliyor. Alıntı
Φ Odris Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Stalkes... bana kısaca rua deyin Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Ve bana hukuk sistemini anlatıyorlar... Güleyim mi yoksa ağlayayım mı!!!! bilemiyorum. Bence ne ağla ne de gül dostum. Anlatılanları anlamaya çalış. Bizler, epeyce bilinmeyenleri yazdık, sorular da sorduk sağlıklı cevap gelmedi. Şunu yazan sensin: "Başbuğ'da yargılansın Erdoğan'da" Sana tartışmanın tüm özetini sordum. Dedim ki: Hangi yargıyla? Başbuğ yargılansın dediğin yargının bağımsız olduğuna inanıyormusun? Ama cevap gelmedi.. Cevap yerine; "Ve bana hukuk sistemini anlatıyorlar... Güleyim mi yoksa ağlayayım mı!!!! bilemiyorum." yazmışsın. Bu mu cevap? Sorularımıza sağlıklı cevap alabilirsek suç isnatlarının da sağlıklı olup olmadığı, nereden geldiği ortaya çıkacak. Unutmayalım başlık "Başbuğ tutuklandı". Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Herkes yargılanabilmeli diyorum bende. Halen aynı ezber.. Yargının herkesi yagılamasını isteyen, çalışan bir mantık, elbet yargının tarafsız, bağımsız olmasını da ister. Bir soru sorduk. Madem aynı fikirdesin, soru senin için de geçerli: "Başbuğ yargılansın dediğin yargının bağımsız olduğuna inanıyor musun?" Zor bir soru da değil. İki taraftan da bir kelimelik.. Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Bilimselci.. İnsanları hangi krıterlere göre YARGILIYORUZ..diyelimki Yargıç sensin..ne yapıyorsun..HAKİM sınıfın değer yargıları ile yargılıyorsun..hukuk diye yutturulan bu hap,captagondan daha uyuşturucu.. Gelelim T.C ye.. Güç,el değiştirdi..hakimiyet; düşüncesi(inanç yönündeki..)bize göre değişik olanlara geçti..güç artık inançları bize basit gelenlerin elinde..olay budur..bu güç yargınında,basınında,ordununda,halkında üzerindedir..bir dönem önce olduğu gibi yani.. Bu işler ne zaman düzelir biliyormusun Bilimselci.. Ne zaman avukat olmaz hakim olmaz savcı olmaz..bu saydığım mesleklere ihtiyaç duyulmayan bir dünya olur bu gezegen.ne zaman İNSAN,lar bireysel olarak hem savcı hem hakim hemde suçlu olarak kendini görür ve yargılar..işte o zaman tarafsız Yargı vardır denilebilir..fazla ütopik olmadı sanırım.. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 fazla ütopik olmadı sanırım.. Ne münasebet dayıcığım, ütopya olmadı tabiki. Köleci toplumu terketmek yakın geçmişin ütopyasıydı, modern ücretli köleciliği terk te şimdinin ütopyası. Ama bilimsel. Ezberci insanlar için bilimsellik her daim ütopyadır. Teşekkürler Dayı. Harfiyyen katılıyorum. Alıntı
Φ Dayı Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 dayı işte..anlatıyor kafasına göre.. bir anlayan çıktımı, göz yaşları sel olup akıyor rakı kadehine su diye..Eywallah dayım..ben teşekkür ederim.. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Gönderi tarihi: 10 Ocak , 2012 Yukarıdakini tekrar etmekten başka bir şey kalmıyor bize belki okunur... Okunuyor anlaşılıyor ama, senin ne dediğin de bir belli olsa... Gah diyorsun ki: "AYNI FAŞİST YÖNTEMİ KULLANANLAR TARAFINDAN YARGILANACAKLAR... " Hem de diyorsun ki: "Başbuğ da yargılansın." Eee, "Faşist yargı" dediğin yargının, Başbuğ'a isnat ettiği suçlama yargı'mı oluyor şimdi sence? Bir soru daha sana.. Yazı puntosunu büyültmeye gerek yok. Yeter ki doğru mantık kullanılsın.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.