Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Biraz Bilim üzerine;

 

Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne "tasarım" kelimesini geri getirdi. 1960'ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça "ince ayar" yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar. Evrende hayatın var olmasının, kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler.

İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis, bu ince ayardan şöyle söz etmektedir:

(Evrendeki) bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda
hayret verici bir ince ayar
görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, "mucize" kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor.

 

Big Bang'in patlama hızı:

Evrenin oluşum anı olan Big Bang'de kurulan dengeler, evrenin tesadüfen oluşamayacağının göstergelerinden biridir. Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü, matematiksel fizik profesörü Paul Davies'e göre, Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.11 Stephen Hawking de, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder:

Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi.

 

Dört kuvvet:

Bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"in -yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- iletişimi ve dengesi sayesinde, evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar meydana gelir. Bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptirler. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu kuvvetler arasındaki hassas dengeyi şöyle açıklamaktadır:

Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneşimiz'den bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı. Diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır. Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom olamazdı. Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu. Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı. Hayat da olmayacaktı.

 

Gök cisimleri arasındaki mesafeler:

Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki dengeleri şöyle açıklamaktadır:

Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.

Yerçekimi:

- Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu.

- Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı.

 

Güneş'e uzaklık:

- Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi.

- Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı.

 

Yerkabuğunun kalınlığı:

- Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi.

- Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu.

 

Dünya'nın kendi çevresindeki dönme hızı:

- Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu.

- Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı.

 

Dünya'nın manyetik alanı:

- Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu.

- Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu.

Albedo etkisi: ((Yeryüzü tarafından emilemeden geri yansıyan güneş ışığı))

- Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi.

- Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu.

 

Atmosferdeki oksijen ve azot oranı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı.

- Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı.

 

Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı.

- Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi.

 

Ozon tabakasının kalınlığı:

- Eğer daha fazla olsaydı: Yeryüzü ısısı çok düşerdi.

- Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı.

Sismik (deprem) hareketleri:

- Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu.

- Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi.

 

Dünya'nın ekseninin eğikliği:

Dünyanın ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı.

 

Güneş'in büyüklüğü:

Güneş'in yerinde daha küçük bir yıldızın var olması, Dünya'nın aşırı derecede soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya'nın sıcaktan kavrulmasına neden olurdu.

 

Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi:

- Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu.

- Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu.

 

Ay ile Dünya arasındaki mesafe:

- Eğer biraz daha yakın olsaydı, Ay Dünya'ya çarpardı.

- Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi.

- Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay'ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü. Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya'da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu.

- Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu. Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi.

 

Dünya'nın ısısı ve karbon temelli yaşam:

Yaşamın temeli olan karbon elementinin varlığı belli sınırlarda kalan sıcaklığa bağlıdır. Karbon, aminoasit, nükleik asit ve proteinler gibi yaşamı oluşturan temel organik moleküller için gereken bir maddedir. Dolayısıyla hayat, ancak karbon temelli olarak var olabilir ve bunun için de mevcut sıcaklığın en az -20 0C en çok +120 0C olması gerekmektedir. Nitekim Dünya'nın ısısı tam bu aralıktadır.

 

Yukarıdaki anlatılan Bilimsel bulgılar sonucu sebep sonuç ilişkileri göz önüne alırsak Bilim somutluğu tesbit etmiş oluyor..Yaşadığımız yerkürede yaşamımızı sağlayacak ve devam ettirecek bu dengeli düzenin herhangi birinin sapması sonucu yaşam olamayacığını göz önüne alırsak burada sorulacak soru NEDEN ? tesadüf ? İlahi bir güç ?

 

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. [bakara 21-22]

 

İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler yollar meydana getirdik. Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler. [Enbiya 30-31-32-33]

 

Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik. Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik. Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. [Hicr 19-20-21-22]

 

Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır. [Rad 2-3-4]

 

 

 

ayet.jpg

 

 

Embriyonun Rahme Tutunması

 

 

Hücre kümesi hamileliğin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için uygun bir yere yerleşmelidir. Öyle bir yer seçilmelidir ki, bu yer hem korunaklı hem de dokuz ay sonra doğumun gerçekleşebileceği niteliklerde bir yer olmalıdır. Ayrıca bu yerleşme yeri bebeğe besin sağlayacak olan annenin kan damarlarına yakın bir yerde de olmalıdır. Bu iş için en uygun yer elbette ki rahim duvarıdır.

İşte fallop tüpünden rahme doğru ilerleyen embriyo da, bunun bilincinde bir şekilde hareket eder. 3-4 gün boyunca içinde bulunduğu fallop tüpünün herhangi bir noktasında durup buraya tutunmaya çalışmaz. Rahme ulaşmadan tutunduğu herhangi bir noktanın, varlığını devam ettirmesine izin vermeyeceğini bilir. Rahme kadar ilerler; burada rahmin duvarlarında kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeyi bulur ve buraya tutunur. Toprağa atılan tohumların bir yandan filizlenip bir yandan da kök salmaları gibi, embriyo da bir yandan büyümesini devam ettirir, bir yandan da besin sağlayacağı dokunun derinlerine doğru ilerleyerek kendisine yeni besin kanalları üretir.

Burada önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Embriyonun kendisi için en uygun yeri seçebilmesi başlı başına bir mucizedir. Beginning of Life kitabının yazarı G. Flanagan bu olaydaki olağanüstülüğü şöyle vurgulamaktadır:

"Bir hücre yığını nasıl olur da böyle hayret verecek derecede "ileri görüşlü" bir seçim yapabilir?"

Flanagan'ın dikkat çektiği bu nokta çok önemlidir. Bu önemi açıklamak açısından öncelikle şöyle bir örnek verelim. Yeni yürümeye başlayan bir bebeği daha önce hiç görmediği, kendisinden milyonlarca kat daha büyük bir binaya koyduğunuzu düşünün. Ve bu binanın içinde kendisi için en uygun ortamın bulunduğu odayı bulmasını bekleyin. Küçük bir bebek böyle bir şeyi gerçekleştirebilir mi? Elbette gerçekleştiremez. Henüz akledebilecek bir yaşta olmayan, tecrübesi, bilgi birikimi bulunmayan bir bebeğin bunu yapması nasıl imkansızsa, vücut gibi karanlık bir boşluk içinde bırakılan birkaç santimetrelik bir et parçasının da kendisi için en uygun, en rahat, en güvenlikli bir yeri bulması o derece, hatta daha da imkansızdır.

Üstelik embriyo henüz bir insan bile değildir. Unutmayın ki embriyo dediğimiz varlık en fazla birkaç yüz (o an için) hücreden oluşan, kulağı, gözü, beyni, eli, kolu olmayan bir et parçasıdır. Ama embriyo, olağanüstü bir tanıma yeteneği sergileyerek, kendisi için en uygun yer olan rahme yerleşmektedir.

 

İnsanın yaratılışındaki mucizevi olaylar burada bitmemektedir. Bir insanın varoluşunun her aşaması, içiçe geçmiş bir mucizeler zinciri şeklindedir. Buraya kadar döllenen yumurta hücresinin nasıl çoğaldığından ve gelişmesi için gerekli olan yeri nasıl bulduğundan söz ettik. Ancak bu aşamada karşımıza bir soru daha çıkmaktadır: Birbirinin tıpatıp aynı olan hücrelerden oluşan ve bir yere tutunmasını sağlayacak özel bir kancası veya benzeri bir organı olmayan embriyo nasıl olup da rahim duvarına tutunmaktadır?

Embriyonun rahim duvarına tutunurken kullandığı yöntem son derece dikkat çekici ve karmaşık bir sistemdir. Embriyonun en dış tabakasındaki hücreler, "hiyaluronidaz" adı verilen bir enzim salgılarlar. Bu enzimin özelliği, -daha önce sperm konusunda da bahsettiğimiz gibi- rahim duvarı dokusundaki asit tabakasını (hiyalüronik asit) parçalayabilmesidir. Bu, embriyoyu oluşturan hücrelerin, rahim dokusunu bozarak içeri girmelerini kolaylaştırır. Bu sayede bir kısım embriyo hücreleri rahim hücrelerini yiyerek derinlere doğru ilerler ve rahim duvarına sıkı sıkıya gömülmüş olurlar.

91.jpg

Fallop tüpünün yardımıyla rahme ulaşan hücre topluluğu (blastosit) rahim duvarına tutunur. Yuvarlak bir cisim görünümünde hiçbir kancası ya da tutunacak başka bir çıkıntısı vs. olmayan hücre topluluğunun rahme tutunmayı başarması bir yaratılış mucizesidir. Embriyonun bu işlemi başarmasını sağlayan, dış tabakasındaki hücrelerin (trofoblastlar) salgıladıkları enzimdir.

Embriyonun yaşamak ve gelişmek için sürekli olarak oksijene ve besine ihtiyacı vardır. İşte bir insanın ilk hücrelerinden oluşan embriyo, bu ihtiyaçlarını 9 ay boyunca tutunacağı bu noktadan karşılayacaktır.

Embriyonun kendisi için en uygun olan noktayı bulması ve oraya tutunması gerektiğini tespit edebilmesi biraz önce de belirttiğimiz gibi oldukça şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü sadece bir hücre topluluğu olan bu minik et parçası bu davranışıyla ihtiyaçlarını hesaplama ve buna göre hareket etme yeteneği sergilemektedir. Ancak embriyonun bu tutunmayı nasıl gerçekleştireceğini de biliyor olması ve bazı hücrelerinin bu tutunma işlemi için özel bir yeteneğe sahip olması daha da şaşırtıcı bir durumdur. Embriyonun akıl ve irade kullanarak, rahim duvarındaki hiyalüronik asiti analiz edip bazı hücrelere bunun yapısını bozacak hiyaluronidaz enzimini salgılatmaya başlaması kesinlikle mümkün değildir.

92.jpg

1. resimde rahimde kendine yer arayan 1 haftalık embriyo görülüyor. Uygun bir yer bulduğunda embriyo rahim duvarındaki dokuları parçalar ve buraya gömülür. (2-3) Rahim duvarına sıkıca yerleşen embriyo oksijen ve besin gibi ihtiyaçlarını buradan karşılamaya başlar. (4)

Daha önce de belirttiğimiz gibi bu soruya bir insanın bile -eğer kimya konusunda özel eğitim görmemişse- cevap vermesi imkansızdır. Oysa embriyonun bazı hücreleri hem bu kimya bilgisine sahiptir, hem de bu kimya bilgisini kullanarak üretim yapmakta ve varlığını sürdürebilmesi için hayati bir işlemi gerçekleştirmektedir. Üstelik bu olağanüstü işlemleri tek bir embriyo değil, bugüne kadar yaşamış olan ve şu an yaşayan tüm insanları oluşturan embriyolar yerine getirir. Her insanın oluşumunun ilk aşaması olan embriyo, mucizevi bir biçimde her seferinde doğru yeri bulur ve oraya tutunur.

Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi embriyonun oluşumunda ve embriyoyu barındıran hücrelerin geçirdikleri değişimlerde çok açık bir plan ve şuur vardır. Tam gerektiği anda fallop tüpünü oluşturan hücreler değişim geçirmekte, tam gerektiği anda embriyonun dışını saran hücreler enzim (hiyaluronidaz) salgılamaya başlamaktadırlar. Bu açık plan ve şuur insan vücudunda gerçekleşen bu işlemlerin üstün bir aklın kontrolü altında gerçekleştiğini göstermektedir...

 

Soru NEDEN ? tesadüf ? ilahi güç ?

 

Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6)

 

Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir. Hac 5

 

 

Anne Sütü;

 

 

Anne Sütü İle Diğer Besin Maddeleri Arasındaki Farklar

Anne sütü yerine başka besin maddeleri kullanmak bebeğin ihtiyacını tam olarak karşılayamaz. Örneğin diğer besin maddelerinden hiçbiri bebeğin bağışıklık sistemi için gerekli olan antikorları içeremez.

Bebekler için klasik bir besin maddesi olarak düşündüğümüz inek sütüyle kıyasladığımızda anne sütünün üstünlüğü daha iyi anlaşılmaktadır. İnek sütünde insan sütünden daha fazla miktarda kazein bulunur. Kazein pıhtılaşmış (mayalanmış) sütte bulunan bir proteindir. Bu madde midede daha büyük parçacıklara ayrılır, yani sindirimi zorlaştırır. Bu yüzden inek sütünün sindirimi anne sütüne oranla daha zordur. Bu maddenin anne sütünde az miktarda bulunuyor olması bebek için bir kolaylıktır.

Bu iki süt amino asitlerin bileşimi açısından da birbirinden farklıdır. Bu farklı bileşim inek sütüyle beslenen bebeklerin plazmasında toplam amino asit miktarının daha fazla, bazı amino asitlerin aşırı yüksek, bazılarında ise yetersiz düzeyde olmasına yol açar. Bunun da hem merkezi sinir sistemi üzerinde olumsuz etkileri vardır, hem de fazla protein içeriği böbreklerin yükünü artırmaktadır.

Anne sütünü farklı yapan bir diğer özellik de içerdiği şekerdir. Anne sütünde ve inek sütünde laktoz isimli aynı tip şeker bulunur. Ama insan sütündeki laktoz miktarı (litrede 7 gr) inek sütünden (litrede 4.8 gr) daha fazladır. Ayrıca inek sütünün pıhtılaşmış büyük parçacıkları ince bağırsaktan çok yavaş geçerler. Bu da son derece gerekli olan su ve laktozun büyük ölçüde ince bağırsağın ilk bölümünde emilmesine neden olur. Anne sütünün pıhtılaşmış parçaları ise incebağırsağı kolayca geçerler ve su ve laktoz kalın bağırsağa ulaşır. Bu şekilde insanlar için çok yararlı olan, içinde yararlı bakterilerin geliştiği bir bağırsak yapısı oluşur. İnsan sütünde bol miktarda laktoz bulunmasının ikinci faydası ise sinir sistemindeki önemli yapılarının oluşumunda rol oynayan "serebrozit" adlı maddenin birleşmesini sağlamasıdır.

Anne sütündeki ve inek sütündeki yağ miktarları da hemen hemen aynı olmasına rağmen bu yağların nitelikleri farklıdır. Anne sütündeki linoleik asit bebeğin besinlerle alması gereken tek yağ asididir.

Anne sütünü farklılaştıran bir başka özellik de içindeki tuz ve mineral oranıdır. İnek sütünde insan sütünden çok daha fazla tuz ve mineral bulunur. Örneğin inek sütünden hem kalsiyum, hem de fosfor oranı yüksektir. Ama bunların birbirine göre oranı o kadar farklıdır ki, bebeğin kalsiyum metabolizması bundan olumsuz etkilenir. Dolayısıyla hayatının ilk günlerinde bebeğe inek sütü verilmesi, kanındaki kalsiyum düzeyinin düşmesine ve bazı bozukluklara yol açar.

Bundan başka insan sütünde demir % 50 oranında mevcuttur. İnek sütünde ise bu oran daha düşük olduğu için inek sütüyle beslenen bebeklerde demir eksikliğine bağlı kansızlık ortaya çıkar.

Vitamin değeri de anne sütünü bebekler için vazgeçilmez yapan bir diğer konudur. Anne sütü ve inek sütü içerdikleri vitamin açısından da birbirlerinden oldukça farklıdır. Her iki sütte de A vitamini aynı oranda olmasına rağmen E, C ve K vitamini anne sütünde daha fazladır. D vitamini de yine anne sütünde bebeğe yetecek kadar bulunur.

 

Anne Sütü Bebeği Her Aşamada Korur

Anne karnındaki korunmuş ve mikropsuz alandan çıkıp dünyaya gelen bebek, dış dünyada birçok mikropla savaşmak zorundadır. Anne sütünün en önemli özelliklerinden biri de bebeği enfeksiyonlara karşı korumasıdır. Anne sütünden bebeğe geçen koruyucu hücreler (antikorlar), bebeğin daha önceden hiç tanımadığı mikroplarla adeta bilgisi varmış gibi savaşmaya başlamasını sağlar. Özellikle doğumdan sonraki ilk birkaç günde salgılanan ve "kolostrum" adı verilen sütte bol miktarda bulunan antikorlar koruyucu etkilerini doğrudan gösterirler.

Anne sütünün bebeğe hafif enfeksiyonlardan çok ağır enfeksiyonlara karşı sağladığı bu koruma, özellikle ilk birkaç ayda büyük önem taşır ve emzirmenin süresi ile orantılı olarak yararı artar.

Anne sütünün bebeğe olan faydaları her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bilimin anne sütü ile ilgili yeni keşfettiği gerçeklerden biri ise bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca

beslenmesinin son derece faydalı olduğudur.

 

Buradaki soru da NEDEN ? tesadüf ? ilahi bir güç ?

 

Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." (Lokman Suresi, 14)

 

 

Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz! Mümin 58

 

Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir. Enfal 22

 

Belki inkârdan dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. A-raf 174

 

Halen tesadüfse;

Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.Secde 13

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı'ya ait olan onlarca sıfat arasından en güçlü ikisi üzerinde duralım.

 

1. Alim-i Mutlak: Geçmişte ve gelecekte olacak olan her şeyi bilmek.

2. Kadir-i Mutlak: Her şeyi değiştirmeye, her olaya müdahale etmeye gücü yetmek.

 

Bu iki özelliğin bir yaratıcı da bulunması imkansızdır. Zira birbirine zıttır, çelişkidir.

 

Her şeyi bilen bir Tanrı, her şeyi biliyorsa eğer başka bir şey yapamaz, hiçbir şeyi değiştiremez. Dolayısıyla her şeyi bilmek ve her şeyi bilmekle olacaklar dışında hiçbir şeye gücü yetmez duruma düşmüştür. Böyle bir durum onun Kadir-i Mutlak sıfatının geçersiz olduğunu göstermektedir.

 

Olaylar bildiğinin dışında başka şekilde gelişiyorsa, bildikleri olmuyor, onları bilmiyor demektir. Bu da Alim-i Mutlak sıfatının olmadığını gösterir.

 

Bir örnek:

İnançlara göre, Tanrı her şeyi yaratandır. Yarattıklarının de gelecekte ne olacağını ne yapacağını bilendir.

 

Zamanı geldiğinde Adem’i yaratacağını ve meleklerin ona secde etmesini isteyeceğini, ama Şeytan'ın bu emre karşı gelip kendisine isyan edeceğini bilendir. Eğer Tanrı bunu biliyorduysa, şeytanın başka bir davranış sergilemesi, Adem'e secde ederek Tanrı'yı şaşırtması mümkün değildir.

 

Şu durumda çelişkiyi anlamak çok basit: Allah, şeytanın Adem’e secde etmeyeceğini biliyorken, şeytanın Adem’e secde ederek Allah’ı şaşırtma imkanı var mıydı? YOKTU !.. Eğer bunu yapma imkanı var idiyse, Allah her şeyi bilmiyor, demektir. Bu da Alim-i Mutlak sıfatının olmaması demektir.

 

Eğer bunu yapmaya imkanı yok idiyse, şeytan Tanrının isteği doğrultusunda görevini yerine getirmiştir. Tanrı, zamanı geldiğinde görevini yerine getirecek olan şeytanın bu davranışını, şeytanı yarattığı andan itibaren bilmekle, gelecekteki bu davranışı değiştiremez. Gücü yetmez duruma düşmüştür. Bu da Kadir-i Mutlak sıfatının olmaması demektir.

 

Orta çağda insanlar, kafalarına göre bir yaratıcı yaratır, ona bir takım sıfatlar yakıştırırlar. Ama orta çağ kafasıyla da bu sıfatların birbirinin ZIDDI olduğunu bilemezler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

meraba,

 

Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”

 

Bu ayetten ne anlam çıkarabilirsiniz..?

 

1. si; irdelenecek yazı benim yazım. Okudunsa hakkında fikir yürütmeliydin..

2. si; Soru sorup cevap almayı çok istiyorsan söyleyeyim.

 

Şeytan tanrıya; "Beni azdıran sen oldun. Madem öyle, işte böyle" diyor. Yazımı doğruluyor. Şeytanın şeytan olmasının sebebi Tanrı. Yani bilgisi dahilinde. (!)

 

Tanrı kötü olabilir mi? Kötülük yapan insan bile istemeyen insanlık, kötülük yapan Tanrı'yı ne yapsın?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Burada AZDIRMA fiili geçmekte asıl olan sorgulanması gereken bunun nasıl oluşu..

 

7:11 - Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı..

 

7:12 - (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın."

 

7:13 - (Allah) buyurdu: "Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın

 

7:14 - (İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver."

 

7:15 - (Allah) buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin."

 

7:16 - "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım."

 

7:17 - "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın."

 

38:75 - Allah: "Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.

 

38:76 - İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

 

buradaki kırmızı işaretler sana İnsanoğlunda olan bir şeyi hatırlattımı ? KİBİR

 

Allah insan özelliği olan Kibri şeytana sonradan vermiş burada seçimi şeytana bırakmış ya emrolunduğu gibi ya secde edecek veya kibirlenecek aynı bizdeki gibi..

 

Asıl olan Din neyi emredip neyi yasaklamakta bunun sorgusu değilmi? Din Kötülüğü emredip İyiliği mi yasaklıyor ?

 

Allahın varlığı bilimsel olarak yukarıda bir nebze açıkladık,Bilim binlerce yıldır var olan evrendeki olayların bazılarının ispatını gerçekleştiriyor yani olmuş,olan,olmaya devam eden.Bu ispatlar sonucu çıkan tek şey muazzam bir düzenin var oluşu bu sistematik düzen İnsanoğlunun yaşaması için gerekli olan herşeyin olması gerektiği gibi oluşu ne eksik ne fazla,şimdi bilimsel baktığında bunların tümüne nasıl olurda tesadüf diyebiliriz..?

 

Protein oluşumunun bilimsel açıklaması karşısında tesadüfün imkansız olduğunu Bilim söylemekte..

 

Olasılık hesapları, tasarım ile tesadüf şıklarından hangisinin daha tutarlı olduğunu anlamamız için bize objektif matematiksel veri sunmaktadır. Proteinlerin yapısı, olasılık hesaplarının kolayca uygulanmasına olanak tanımaktadır. Her canlı hücre proteinlerden oluşur. Proteinler gerek enzim olarak gerek diğer vazifelerle hücrelerdeki faaliyetleri gerçekleştiren temel birimlerdir. Hücre ile fabrika arasında kurulan analojide, proteinler makineye karşılık gelmektedir. Proteinler amino asitlerin arka arkaya gelmesiyle oluşurlar. Canlı bünyesinde 20 tane amino asit kullanılarak protein oluşur. Bu 20 amino asidin belirli bir sırada olması proteinin oluşması için mutlak şarttır. Amino asitlerin arka arkaya rastgele gelmesiyle oluşan proteinoitler ile hücrede belirli bir vazifesi olan proteinler arasındaki fark çok büyüktür. Amino asitler sol-elli ve sağ-elli amino asitler olarak ikiye ayrılır. Amino asitlerin rastgele bileşimi olan proteinoitler, her iki tür amino asitten oluşuyorken, proteinler sadece sol-elli amino asitleri ihtiva ederler. Bundan daha önemlisi proteinler belirli vazifeyi yapmak için belirli bir dizilimde olmalıdır. Ortama belli bir enerjinin verilmesiyle amino asitlerin proteine dönüşme olasılığı, dinamitle patlatılan tuğlaların üst üste düşerek bir ev oluşturması kadar düşüktür.16

Canlılarda 55 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Ferrodexin (Clostridium pasteurianum’da bulunur) proteini gibi kısa sayılan proteinlerin yanı sıra 6049 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Twitchin (Caenorhabditin elegans’da bulunur) proteini gibi uzun proteinler de vardır.17 Olasılık hesaplarına örnek olması için insan vücudunda bulunan, 584 amino asitli orta büyüklükteki Serum Albumin proteinini ele alalım. Bu proteindeki amino asitleri sırf sol-elli olmasının olasılığı şöyle hesaplanır:

Bir amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½

İki amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½

 

 

Üç amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½ x ½

584 amino asidin sol-elli olma olasılığı: (½)584

 

Ayrıca tüm amino asitler, protein zincirindeki diğer amino asitlerle birleşmek için peptid bağı denilen kimyasal bir bağ kurmak zorundadırlar. Oysa doğada, amino asitler arasında kurulabilecek başka kimyasal bağ türleri de vardır; peptid bağlar ve diğer bağlar kabaca eşit ihtimalle kurulur. 584 amino asitli Serum Albumin proteini için 583 tane peptid bağı gereklidir. Bunun olasılığı şöyle gösterilebilir:

İki amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½

Üç amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½

Dört amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½ x ½

584 amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: (½)583

 

Bu tek proteinin amino asitlerinin, sırf sol-elli olması ve de peptid bağı yapmasının olasılığı ise şöyledir:

(½)584 x (½)583 = (½)1167 (Yaklaşık) (1/10)351

 

Bu olasılığın tesadüfen gerçekleşmesinin matematiksel olarak imkânsız olduğunu şöyle düşünerek anlayabiliriz: Evrendeki 1080 proton ve nötronu, fotonlarla ve elektronlarla toplarsak 1090‘dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin yaşı olan 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dakika x 60 saniye = 473.040.000.000.000.000 saniye; evrenin başından şu ana kadar geçen zamanı ifade eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 1018 saniye diyebiliriz. Bu iki sayıyı çarparsak 1090 x 1018 = 10108 eder. Bu sayı, evrendeki her proton, nötron, elektron ve foton, evrenin her saniyesi bir deneme yapmış olsalar, oluşacak deneme sayısıdır.19 Saniyede yapılan denemeleri en yüksek kimyasal hız olan 1012 (bir trilyon) olarak alırsak; 10108 x 1012 = 10120 eder, oysa 584 amino asitli bir proteinin sırf sol-elli amino asitlerden kurulu olması ve peptid bağı oluşturması gibi basit iki aşamanın oluşma olasılığı 10351‘de 1′dir. Bu, bütün uzayın elektron, proton, nötron ve fotonlarının her biri canlılardaki 20 amino asitten birine dönüşselerdi ve evrenin oluşumundan itibaren her biri saniyede 1012 deneme yapsalardı bile; tek bir 584 amino asitli proteinin amino asitlerini, sol-elli olarak oluşturmaya ve peptid bağı yapmaya imkân bulamayacaklarını gösterir. Bu sonuç gerçekten çok ilginçtir. Kopernik devrimi ile dünya, evrendeki merkezi yerini kaybetmiştir ama dünyamızda ancak mikroskopla görülebilen bir canlıda bile binlercesi olan proteinlerin tek bir tanesinin en sıradan özelliklerinin tesadüfen ortaya çıkması için tüm evrenin tüm maddesini seferber etmemiz bile bu proteinin nasıl oluştuğunu açıklamaya yetmemektedir. Biyolog Steven Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve bu proteinin amino asit uzunluğunda 10300 olası form olabileceğini, bu olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10280 gram olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 1055 gram olduğunu söyler.20 Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne kadar imkânsız olduğunu gösterir.

 

Proteinlerin amino asitlerinin doğru sırada olması protein açısından hayati öneme sahiptir. Serum Albumin proteini için bunun olasılık hesabı şöyledir:

Bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20

İki amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20

Üç amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20 x 1/20

584 amino asidin doğru yerde olma olasılığı (1/20)584 (yaklaşık) (1/10)759

 

Proteinlerin amino asit dizilimlerinde belli bir bölgenin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu bölgenin dışındaki amino asit değişimlerinin önemsenmemesi gerektiği söylenebilir. Bu yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir. Fakat son protein çalışmaları, aktif olmayan bölgedeki birkaç değişikliğin de proteinin fonksiyonunu kaybetmesine sebep olduğunu göstermiştir. Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde, gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız hayati özellikler olasılığa dâhil edilirse; o zaman ise olasılık daha da düşer.

 

Amino asitlerin doğru sırada olmasının olasılığını daha önceden elde edilen 10351‘de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir proteinin hem sol-elli amino asitlerden oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının, hem de amino asit dizilimini doğru oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu da 10351 x 10759 = 101110‘da 1 gibi, olasılık olarak imkânsız kabul edilen bir sayıya denk gelmektedir; matematikte genelde 1050‘de 1′den küçük olasılıklar bile imkânsız olarak kabul edilir.

Doğal seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar için geçerli olabilir. Oysa en basit canlı formu bile proteinler olmadan canlı olamaz. Daha canlı vasfına sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için doğal seleksiyon mekanizması geçerli değildir. İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrimle analoji kurularak doğal seleksiyon mekanizması uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle der: “Doğal seleksiyon daha iyi olanın yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri öngörür ve bu yüzden seleksiyon, bu sistemlerin orijininin açıklamasını veremez.” Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması imkânsız görülen dağların bayırlarının aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru olduğunu söylemiştir. Oysa canlılık oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın varlığını savunmak olanaksızdır. Yani, materyalist-ateist Evrim Teorisi anlayışının, gösterilen olasılık sorununu aşmaya yarayabilecek bir mekanizması yoktur. Tek alternatifleri, tasarıma karşı tesadüftür; bahsedilen olasılıklar için ise tesadüfün alternatif olması matematiksel açıdan imkânsızdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşım seninle tarışıcakmıyız, yoksa Net'ten kopyaladıklarını mı okuyacağız? Böyle tartışma mı olur? Kendine ait fikir varsa yaz. Bir cümle dahi olur. Merak etme özlü sözler her şeyi anlatır..

 

Tanrıda bahsettiğim İki sıfat bir arada bulunurmu? Buna cevap ver. Alıntı yapmadan.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Amerikayı keşfetmeye gerek yok ki..Bilim adamları incelemişler ispat etmişler şimdi sana proteinin tesadüf olarak ortaya çıkmadığını kanıtlamam için bilim adamı mı olmam lazım ? çalışmalarımı burada yayınlamam mı gerekiyor ki senin tartıştığın kişinin sözü geçerli olsun (burayı bir yerden hatırlıyorum sanırım keza bilimi savunan sizdiniz..bilimsel döküman koymak neden rahatsızlık verdi anlamadım..

 

Geçelim bunu. Hep söylüyorum bilgi üzerine odaklan.

 

Bilimsel bilgileri görmeye gerek yoktur. Çünkü onlar onlarca ve daha fazla bilim insanları tarafından denenmiş. Bilim kurulunca kabul edilerek yasalaşmıştır. Bununla bile son bulmaz. Yeni teknoloji geliştiğinde, yeni aletlerle aynı sonuç alınmalıdır. Alınmazsa o bilgi yenilenir. Bunu artık tekrarlayıp durmayalım. Özümleyelim.

 

 

Aksini söylemiyorsan sorun ne? O zaman "İspatsız her şey boştur" söylediğinin arkasında ol. Mesela tartıştığımız "yaratıcı, ruh, melek, şeytan, soyut" kavramların birer varlık olduklarını bana ispat et. İspat bilimdir. Bilimden gayrısı da yalandır.

 

 

 

Konu ne? Allah yoktur.. Bilimsel olarak canlı yaşamının temeli proteinin bile tesadüf olmadığı ispatlanıyormu? Evrenin muhteşem bir ahenk içinde olduğu ispatlanıyormu ? Bütün bunlar Bilimsel sonuçlara dayanarak Tesadüf olma olasılığı olmadığının göstergesi değilmi ? ve bunların İnsan olgusu için olduğunun işareti değilmi ? İlahi bir kudretin varlığı 1400 küsur sene önce indirlen bir kitapta bahsediliyor ve daha önce indirilen kitaplarda.. bu İlahi varlığa ister Allah de ister Yaratıcı istersen Tanrı de ama bu İlahi varlık sizide kainatıda ben yarattım diyorsa ve sen hayır diyebiliyorsan karşı tezi Bilimsel olarak ortaya koyacak olan sensin keza ortada bir iddia var ve bu iddiaları ortadan kaldıracak hiç bir bilimsel kanıt yoktur..

 

Bizim en büyük delilimiz Kur'andır ve orada Allah meydan okuyor;

 

De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler.

 

meydan okumaya karşılık ispat gerekir..Allahın varlığını görmek için sadece fiziksel görme duyusu gerekmez bu bilimsel olarak fotosentez olayına bakarakta anlayabilirsin..Bütün bilimsel işaretler onun varlığını işaret ediyor aksi olarak tesadüfi diyerek bilimsel bir açıklama olmaz..

O zaman biz neyi konuşuyoruz..

 

Sorunun cevabına gelirsek,

 

evet her ikiside mevcuttur aksi olsaydı adaletsizlik olurdu şöyleki; Şeytanı göremiyoruz lakin bu ayette bize nüfuz ettiği bildiriliyor..

 

7:17 - "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın."

4:120 - Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildi

20:120 - Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?"

50:16 - Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız

114:4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden.

114:5 - O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.

 

Görünmez bir düşmanla nasıl baş edilebilinir..? İlahi bir güçle

 

8:43 - Hani o vakitler Allah sana uykunda (rüyanda) onları az gösteriyordu. Eğer Allah sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat Allah böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir.

 

Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten size su indirmişti.

 

İyi ve kötü olgusunda şeytan kötüleri vesvese vererek azdıracak iyi taraf ilahi güçten mahrum kalacak bu adil olurmu? değiştirme hususuda buradandır sonuçta savaşın seyri değişmiştir..

 

Peki Allah herşeyi biliyor ve herşeyi değiştirebiliyorsa bu özelliklere sahipken bizimle oyun mu oynuyor? diye de sorabilirsin..

 

 

Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık...

 

Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.

 

Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır..

 

Buradaki ayetlerde bir vaad vardır ''Cennet'' buna ulaşmanın yoluda Allahı tanımak emir ve yasaklarına uymak sabretmekten geçmektedir.Aynı bizim dünyada bir şeyi elde edebilmek için verdiğimiz mücadele ve sınavlar sonucunda da aldığımız ödül..farkı yok gibi ne dersin..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

#2461 Nolu iletime cevap verdin. ama senin anlattıklarının benim iletimle hiç bir alakası yok. Eğer cevap vereceksen, yazımı alıntıla altına görüş bildir.

 

Böyle olmayıp kafana göre konu yazacaksan ben yokum. Başkasını cevapla o zaman.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı'ya ait olan onlarca sıfat arasından en güçlü ikisi üzerinde duralım.

 

1. Alim-i Mutlak: Geçmişte ve gelecekte olacak olan her şeyi bilmek.

2. Kadir-i Mutlak: Her şeyi değiştirmeye, her olaya müdahale etmeye gücü yetmek.

.

.

.Orta çağda insanlar, kafalarına göre bir yaratıcı yaratır, ona bir takım sıfatlar yakıştırırlar. Ama orta çağ kafasıyla da bu sıfatların birbirinin ZIDDI olduğunu bilemezler.

 

 

Öncelikle Allah'ın sıfatları konusunda yanlış bir bilgiye sahip olduğunuzu belirteyim.

Allah'ın Alim sıfatı; Her şeyi ilmiyle kuşatan, Kadir sıfatı ise her şeye gücü yeten manasındadır. Onun için bir çelişki söz konusu değildir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı'ya ait olan onlarca sıfat arasından en güçlü ikisi üzerinde duralım.

 

1. Alim-i Mutlak: Geçmişte ve gelecekte olacak olan her şeyi bilmek.

2. Kadir-i Mutlak: Her şeyi değiştirmeye, her olaya müdahale etmeye gücü yetmek.

.

.

.

Orta çağda insanlar, kafalarına göre bir yaratıcı yaratır, ona bir takım sıfatlar yakıştırırlar. Ama orta çağ kafasıyla da bu sıfatların birbirinin ZIDDI olduğunu bilemezler.

#2461 Nolu iletime cevap verdin. ama senin anlattıklarının benim iletimle hiç bir alakası yok. Eğer cevap vereceksen, yazımı alıntıla altına görüş bildir.

 

Böyle olmayıp kafana göre konu yazacaksan ben yokum. Başkasını cevapla o zaman.

 

Biraz daha ayrıntı detay;

 

Geçmişte ve gelecekte olacak olan her şeyi bilmek.

 

(Rabbin, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman, melekler, “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?" dediler. “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini [neye yaradıklarını, ilmini, sanatını] öğretti, sonra meleklere, “Siz de biliyorsanız söyleyin” buyurdu. Melekler, “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur”dediler. Âdem’e, “Her şeyin ismini [ne işe yaradığını] söyle buyurdu. Âdem de, hepsini söyleyince, Rabbin, “Ben göklerde ve yerde, görülmeyen, gizli açık her şeyi bilirim demedim mi” buyurdu.)

 

Burada Adem as.daha yaratılmamışken Melekler “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler mi yaratacaksın?" sorgusu Allahın gelecekte olan herşeyi bildiğinin göstergesidir..

 

 

“Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı.„

(Fetih Suresi, 27)

 

Dikkat edilirse ayette, Mekke’nin fethinden önce gerçekleşecek bir başka fetih de haber verilmektedir. Gerçekten de ayette haber verildiği gibi müslümanlar önce, Yahudiler’in elinde bulunan Hayber Kalesi’ni fethetmişler, daha sonra da Mekke’ye girmişlerdir. Bu da gelecekten haberdir..

 

“Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. “Dünyanın en alçak yerinde”. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir.„

(Rum Suresi, 1-4)

 

Kuran’ın gelecek hakkında verdiği haberlerden biri de Rum Suresi’nin hemen başındaki ayetlerde yer alır. Bu ayetlerde Bizans İmparatorluğu’nun bir yenilgiye uğradığı, ama çok kısa bir zaman sonra tekrar galip geleceği bildirilmiştir..

 

Her şeyi değiştirmeye, her olaya müdahale etmeye gücü yetmek.;

 

12/21- O'nu satın alan Mısırlı kişi hanımına dedi ki: “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” İşte böylece biz Yûsuf’u o yere (Mısır’a) yerleştirdik ve ona (rüyadaki) olayların yorumunu öğretelim diye böyle yaptık. Allah işinde galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

 

Yusuf suresinin tamamını buraya eklemedim keza kızıyorsun bu yüzden tamamını okumanı tavsiye ederim güzel bir örnek teşkil eder..

 

 

8:43 - Hani o vakitler Allah sana uykunda (rüyanda) onları az gösteriyordu. Eğer Allah sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat Allah böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir.

 

Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten size su indirmişti.

 

Burada da Allah müdahil oluyor..

 

Şimdi gelelim asıl noktaya anlayamadığın işe;

 

10/54- (O gün) zulmetmiş olan herkes, eğer yeryüzündeki her şeye sahip olsa, kendini kurtarmak için onu fidye verir. Azabı gördüklerinde, için için derin bir pişmanlık duyarlar. Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.

 

11/101- Biz onlara zulmetmedik. Fakat onlar kendilerine zulmettiler.

 

16/111- Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün

 

16/33- (O kafirler) kendilerine ancak meleklerin veya senin Rabbinin helâk emrinin gelmesini bekliyorlar. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 

2/281- Öyle bir günden sakının ki, o gün hepiniz Allah’a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık yapılmayacaktır.

 

21/47- Kıyamet günü için adalet terazileri kuracağız. Öyle ki hiçbir kimseye zerre kadar zulmedilmeyecek. (Yapılan iş) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirip ortaya koyacağız. Hesap görücü olarak biz yeteriz.

 

22/10- (Ona), “İşte bu kendi ellerinin önceden işledikleri yüzündendir. Allah kesinlikle kullara zulmedici değildir” (denir.)

 

23/62- Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazla yük yüklemeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitab vardır. Onlar zulme, haksızlığa uğratılmazlar.

 

26/208- Biz hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helak etmedik.

 

26/209- Bu bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.

 

29/40- Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 

3/182- “Bu, kendi ellerinizin (önceden yapıp) gönderdiklerinin karşılığıdır.” Allah, kullara asla zulmedici değildir.

 

36/54- O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.

 

Kusura bakma biraz fazlaca oldu ama inan daha yarısını bile yazmadım,Bu ayetleri vermemdeki sebep Allahın adaletli olduğu zulmedici olmadığı herkesin kazandığının karşılığını vereceğini adaletle hükmedeceğini söylemesidir..Peki nasıl oluyorda herşeyden haberdar olan değiştirebilen bir yaratıcı adaletten bahsediyor ne anlamı var..?

 

Anlamı şudur,İblise kibir verilince kibire kapılıp kendini üstün görerek Allahın emrine uymayarak isyan etmiştir yalnız dikkat edersen bu iblisin seçimidir Allahın değil Allah burada sadece iblise kibir duygusunu vermiştir aynı insanoğluna verdiği gibi seçim kimin iblisindir..Bizdekide durum aynı seçimi biz yaparız,iyi veya kötü.Burada Allahın adaleti bizleri uyarması Peygamber,kitap vasıtasıyla;

 

7:35 - Ey Âdemoğulları! Size içinizden peygamberler gelip âyetlerimi anlattıklarında, kim Allah'tan korkar ve kendini düzeltirse, işte onlar için korku yoktur. Onlar

üzülmeyeceklerdir de.

 

6:130 - (Allah) "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" deyince onlar: "Kendi aleyhimize şahidiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve kendilerinin kâfir olduklarına şahitlik ettiler.

 

Dedik ya seçim bizim diye bunu nasıl yapıyoruz insanın karar verme mekanizması beynidir aklıdır,aklıyla düşünüp karar verir Kur'an da akılı işaret edip düşünmeye teşvik etmektedir;

 

3:190 - Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır.

 

6:32 - Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?

 

8:22 - Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir.

 

3:65 - Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz?

 

2:179 - Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz.

 

11:51 - "Ey kavmim! Bu iş için sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratana aittir. Artık akıllanmayacak mısınız?"

 

Bunlar gibi nice ayetler vardır.Sonuçta seçim bize ait kendi özgür irademizle..Peki soru şu olabilir madem Allah benim cehenneme gideceğimi biliyor neden beni yarattı bana sordumu bu adil değildir diyebilirsin;

 

Hani Rabbin Âdem oğullarından, onların sırtlarından zürriyyetlerini çıkarıb kendilerini nefslerine şâhid tutmuş, «Ben sizin Rabbiniz değil miyim?» (demişdi). Onlar da: «Evet, (Rabbimizsin), şâhid olduk» demişlerdi. (İşte bu şâhidlendirme) kıyamet günü «Bizim bundan haberimiz yokdu» dememeniz içindi.

 

 

Burada önemli olan konu, Allah’ın ruhlardan söz aldığı “Kalübela” dediğimiz anlaşmanın ne olduğudur. Bu konuda alimlerin görüşleri özetle şöyledir:

 

Bazı müfessirler, misakın “temsil” ve “istiare” yoluyla bir ilâhî irşat olduğunu söyleyerek şöyle derler: “Bu bir benzetmedir. İnsanların, Allah’ın rububiyetini tanımaya muktedir bir kabiliyette yaratılmış olmaları, bir bakıma, şahit tutulmaları olarak değerlendirilmiştir.”

 

Tefsir âlimlerinin büyük çoğunluğu ise, hem ilâhî hitabın, hem de ruhun verdiği cevabın sembolik değil, hakiki olduğu görüşündedirler. Bu görüşü son asrın müfessirlerinden Mehmed Vehbi Efendi şöyle dile getirir: “Akıl ve hayat vermeksizin lisan-ı hâlle cevap vermek ihtimalleri varsa da, daha doğru olanı, akıl, hayat ve nutuk verdi, halıkıyetine ve rububiyetine delalet edecek delilleri gösterdi... Onlar da suali fehmedip (anlayıp), akılları idrak ederek lisanlarıyla söylemek suretiyle cevap verdiler.”

 

Yani bir anlamda ruhlara Allah dünya hayatını sınavı herşeyi anlatmakta kendilerinden söz almakta..

 

Toparlayacak olursak bu dünyada yaptığımız herşey kendi özgür irademiz sonucudur bu da kişiyi bağlamaktadır önemli olan ise Allahı tanımaktan geçer bunun içinse indirdiği Kitabı okumak gereklidir..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

ya varsa halimiz ne olacak bi düşünelim ihtiyatı elden bırakmayalım mesela 900 metre yüksekte uçan bir helikopter düşünelim eğer ihtiyatı elden bırakırsak yani allah yoktur dersek o yapıştığımız ipten elimizi bırakmış oluruzki nereye düşeceğimizi allahtan başka kimse bilmez.

 

Yani senin dediğine göre yaşanan kazaların ardında birilerinin ipi ellerinden bırakmış olmaları yatıyor...

Düşmekte olan bir helikopterde bahsettiğiniz ipe sıkı sıkı sarılın bakalım onu düşmekten kurtarabilecek misiniz?

Burada ipi tutmaktan çok pilotun sol tarafındaki Kolektif kumanda manivelasını bırakmaması gerektiğini bilmekte ve anlamakta fayda var. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Düşmekte olan bir helikopterde bahsettiğiniz ipe sıkı sıkı sarılın bakalım onu düşmekten kurtarabilecek misiniz?

 

insanin psikolojik durumunun madde ve metalara etki ettigi bugun incelemelerde aciga cikmaktadir ;

 

insanin olumsuz ruh halinde iken evindeki ciceklerin erken solmasi ; siddetli gecimsizligin hukum surdugu ortamlarda suyun buzlukta duzensiz kristalleserek donmasi vs gibi bulgular sasirticidir : ))

 

insan icindeki inanca gore ve inancindaki ara ara olusan catlaklara gore surekli tam karsiligindaki ecrini alir ..

 

 

 

bunu islamiyete yormuyorum ; ama bilimsel gelismeler insanin inanma kapasitesini ortaya koyuyor ...

 

inanmak ve inanmanin ortaya cikardigi o tanimsiz ve ortak kabul edilen guc, bilimsel deneylerle sabittir ..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

inanmak ve inanmanin ortaya cikardigi o tanimsiz ve ortak kabul edilen guc, bilimsel deneylerle sabittir ..

 

Bilimsel deney değil de istatistiki olarak bakarsak, bilen insaninanan insandan çok daha yapıcı ve başarılıdır. Bak istersen teknolojiye ve insan sağlığı için yapılanlara..

 

İnananlar ise "allahuekber" nidaları ile günde yüzlerce kafa kesiyorlar. İnancın getirisi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.