Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DERSİM-iz Öymen


''biji tirkiye''

Önerilen İletiler

sEYİT RIZA'nın son sözleri ; ” Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, Bu bana dert oldu. Siz de bana diz çöktüremediniz, bu da size dert olsun”

 

 

1937-1938 OLAYLARININ KRONOLOJİSİ

1937-38 Dersim direnişi Kemalist devletin Dersim’i işgal ve dağıtma girişimine karşı bir savunma savaşı olarak patlak verdi.

Direnişe öngelen 1928, 29 ve 31 yıllarında Dersimliler’den birkaç kez silahlarını teslim etmeleri ve başta Alişer olmak üzere Dersim’e sığınmış Koçkiri savaşçılarını iade etmeleri istenir. Bu ısrarlı tehditler ve saldırı hazırlıkları karşısında 1932‘de Dersim’de bir kıpırdanma görülür. Karakollar ve nahiye merkezleri basılır.

25 Aralık 1935‘te Tunceli Kanunu çıkarılır. Bu kanunla birlikte Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilir. Hemen sonra daha önce Birinci Genel Müfettişlik kapsamında bulunan Elazığ, Tunceli, Erzincan ve Bingöl’ü içeren Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kurulur (6 Ocak 1936). Bu genel valiliğin başına Dersim Valisi ve Kumandanı sıfatıyla Abdullah Alpdoğan atanır. Elazığ’da İstiklal Mahkemesi adı verilen bir askeri mahkeme kurulur. Bu mahkeme özel olarak Dersim için teşkil edilir. Tunceli Kanunu’nun geçerlik alanı sadece Dördüncü Genel Valilik kapsamına giren illerle sınırlı kalmaz. Sivas, Malatya, Erzurum ve Gümüşhane illeri de bu kanunun geçerlik alanına dahil edilirler. Böylece Tunceli Kanunu merkezi Dersim olmak üzere Kızılbaşlarla yerleşik tüm sahayı kapsamına alır. Dersim, bu kanunla “Yasak Bölge“ ilan edilir. Ülkeye giriş çıkışlar özel izne tabi tutulur.

Alpdoğan, 1936‘da Dersim’in Amutka, Pulur, Karaoğlan, Sin, Haydaran, Danzig ve Burnak gibi stratejik merkezlerinde askeri kışlalar ve karakollar inşaa ettirmeye başlar. Bu merkezlerden biri de eskiden Mazgirt’e bağlı olan Mamikan (Mameki) köyüdür. Bu köy adı Tunceli olarak değiştirilen Dersim’in yönetim merkezi olarak seçilir.

Demenan aşireti ile bazı Nazımiye aşiretleri kendi bölgelerinde yapımı başlatılan karakollara baskınlar düzenlemeye başlarlar. Çatışma böyle başlar (1936).

Seyit Rıza, askeri vali Alpdoğan’dan tekrar tekrar Tunceli Kanunu’nun iptalini (olağanüstü rejimin lağvını) ve Dersim’in ulusal haklarının tanınmasını talep eder. Alpdoğan’ın buna yanıtı işgalci orduları Dersim’e sürmek olur. Diyarbakır’dan kalkan uçaklar Dersim’e bomba yağdırır. Çatışmalar her tarafa yayılır. Kışın gelmesiyle zorunlu olarak kesilen çatışmalar 1937‘de tekrar başlar.

Kemalist devletin Dersim’e dönük bir stratejisi ve programı vardı. Amacı Dersim‘i kesin şekilde ilhak etmek ve insansızlaştırmaktı. Hazırlıklar çok yönlüydü ve Musul ve Hatay gibi sorunlar nedeniyle bir-iki kez ertelenmek zorunda kalınan Dersim harekatı ancak 1937 yılında başlayabildi.

Kemalist rejimin direnişe öngelen ve bir plana göre yürütülen bu hazırlık süreci gözardı edilirse Dersim direnişinin gerçek nedenleri anlaşılamaz.

İki yıla yayılan bu direnişi işgale öngelen hazırlık evresi dışta tutulursa Türk askeri harekatının evrimine bağlı olarak üç aşamaya ayırarak irdelemek gerekir.

 

 

İŞGAL SÜRECİ

Kahmut köprüsünün yakıldığı 20/22 Mart 1937‘den Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildiği 15 Kasım 1937‘ye kadarki süredir. Bu süreç kendi içinde 20/22 Mart-19 Mayıs, 19 Mayıs-26/28 Ağustos, 26/28 Ağustos-5/15 Eylül ve 15 Ekim-15 Kasım şeklinde bölünebilir. Dersim aşiretleri direnme yanlıları, tarafsızlar ve devletle işbirliği yapanlar (milislik yapanlar) olmak üzere üçe bölünmüştür. Bava, Alişer ve Sahan suikastleri ile Seyit Rıza’nın idamı bu zaman dilimindeki dönemeçlerdir. Seyit Rıza’nın oğlu Bava’nın öldürülmesini (Mart sonudur) takiben yedi kadar aşiret kendi aralarında bir ittifak oluşturup topluca direniş kararı alırlar. Ama bu aşiretlerin sadece birkaçı (Bahtiyar, Yukarı Abbas, Demenan ve Haydaran) bu karara sonuna kadar bağlı kalır. Alınan karara göre her aşiret kendi bölgesini savunacaktır. Yusufanlılar’ın yeminlerini bozarak bu kararı uygulamayışları Türk ordusunun 19 Mayıs günü Kırmızı Dağ hattına dek ilerlemesine yolaçar. Bu ani ve beklenmedik durum direnişin kaderi üzerinde büyük rol oynar. Sivil halk kitlesel halde Kutu ve Kalan derelerine sığınır. Alişer’in öldürüldüğü 9 Temmuz’dan sonra asker hemen her dağın zirvesini ve her vadiyi işgal eder. Bu tarihten Sahan’ın öldürüldüğü 28 Ağustos’a kadar geçen sürede sığınaklarda sivil halktan binlerce kişi katledilir. 28 Ağustos günü Sahan’ın öldürülmesi (Bahtiyar direnişinin kırılması), 1937 direnişinin sonunu işaretler. Tarafsız aşiretler arasına çekilerek onları direnişe çağıran Seyit Rıza sonuç alamaz. Sonraki gelişmeler konusunda farklı versiyonlar mevcut. Ya teslim olmak ya da görüşmeler yapmak üzere gittiği Erzincan’da yakalanıp diğer tutukluların bulunduğu Elazığ‘a götürülür (5/15 Eylül). 15 Ekim-15 Kasım arası yargılamalar ve idamlar tarafından belirlenir.

 

 

SOYKIRIM SÜRECİ

11/12 Haziran 1938‘den 10 Ağustos 1938‘e kadardır. 1938 yılı olayları “yasak bölgeler“ olarak ilan edilen İç Dersim’in neredeyse tümü (Kutudere-Kırmızı Dağ-Sin ve Halvori kuzeyindeki Haçılı Dere hattından Mercan Dağları eteklerindeki Karacakale’ye kadarki bölge) ile Koçan aşiretlerinin bölgesini (Ali Boğazı ve çevresi) boşaltma girişiminin yapıldığı 11/12 Haziran’da başlar. Bu durum 1937 direnişine katılmamış olan adı geçen iki bölgede yerleşik Kör Abbas, Bal, Keçel ve Koçan gibi aşiretlerin çetin bir direnişine yolaçar. Bu direnişler özellikle 22 Haziran’dan itibaren toplu kırımlar yoluyla bastırılır. Bu peryodun (1938 yılının) en önemli olayı adını Dersim’in Laçin aşiretinden alan ünlü Laç Deresi’nde cereyan eder. Laç Deresi’ndeki çarpışmaların en şiddetlisi ise 19-24 Temmuz arasına rastlar.

 

 

 

SÜRGÜN SÜRECİ

10 Ağustos 1938‘den 31 Ağustos 1938‘e kadardır. Bu aralıkta boşaltılmış bulunan bölge halkı ile diğer bölgelerden ayıklanıp toplananlar Batı Anadolu’ya önceden saptanmış yerlere nakledilir.

İki yıla yayılan süreç içinde bazı anlar ayıklanabilir.

1937 yılının kırım zamanı özellikle Alişer’in öldürüldüğü 9 Temmuz ile Sahan’ın öldürüldüğü 28 Ağustos arasına rastlar. Bu aralıktaki en kanlı olaylar 17-18 Ağustos günlerinde Bahtiyar bölgesindeki çarpışmalarda yaşanır. Seyit Rıza’nın pek çok yakını da bu çarpışmada yaşamını yitirir.

1938 yılının kırım zamanı ise 22-28 Haziran arasında (boşaltılmak istenen Kalan bölgesinde Baltalı-kürekli muharebe), 19-24 Temmuz arasında (Laç Deresi’nde) ve 15 Ağustos’ta (Xeç baskını ve Xeç-Zımek toplu kırımı) yeralır.

Katliamın zirvesi 1938 yılının işaret ettiğimiz peryodlarıdır.

Ama 1937‘deki 17-18 Ağustos tarihi de kritik bir tarihtir.

Sonuç olarak, Dersim soykırımını anmak için bir tarih önermek gerekirse akla ilk gelenler 22-28 Haziran, 19-24 Temmuz ve 15 veya 17-18 Ağustos tarihleri olmaktadır.

 

1920’lerin sonları ve 30’lu yılların başlarına ilişkin raporlar, 1937-38 soykırımına öngelen dönemde Dersim’in işgalini tamamlamak ve ülkeyi insansızlaştırmak amacıyla TC devletinin yapmakta olduğu çok yönlü hazırlığın ayrıntılı bir resmini verirler. Dersim aşiretleri, herbirinin sayı ve silah gücü, karşılıklı ilişkileri ve çelişkileri konusunda ayrıntılı bilgilerin yeraldığı Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı kitabı da bu hazırlığın bir parçasıdır. Bu kitap kaynak olarak MAH Raporu ve Birinci Umumi Müfettişlik (1927/8-35) raporlarına dayanıyor.

MAH (Milli Amele Hizmeti), 1927’de kurulmuş Türk istihbarat teşkilatıdır. 1965 yılında adı MİT olarak değiştirilmiştir.

Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı kitabında dönemin İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Başbakanlığa verdiği 18. 11. 1931 tarihli raporunun Ek bölümü Lahika başlığı altında olduğu gibi verilmektedir. Bu Ek, daha o tarihte (1931), hazırlığı yapılan saldırının başarısını takiben Dersim’de kimlerin nerelere sürgün ve iskan edileceğine ilişkin olarak Başbakanlığa sunulmuş bir plandır.

Burada yaklaşık doksan aşiretten 347 önde gelen ailenin (3470 kişi) Batı’ya ve Trakya’ya sürgünü, bunlardan 72 ailenin Tekirdağ’a, 38 ailenin Edirne’ye, 56 ailenin Kırklareli’ne, 65 ailenin Balıkesir’e, 73 ailenin Manisa’ya ve 34 ailenin de İzmir’e iskanı öneriliyor. Nakliye masrafı ve güzargahı bile saptanmış (Bk. JUK’un Dersim kitabı, s. 83-121, 1932).

1938 katliamı Kemalist yönetim tarafından, başta Mustafa Kemal olmak üzere Türk devletinin kurucuları tarafından önceden planlanıp gerçekleştirildi.

Bu kırımın önceden planlanan bilinçli bir stratejinin sonucu olduğunun kanıtları 19. yüzyıl sonlarından beri hazırlanan Dersim Raporları’nda, Türk istihbarat teşkilatı MAH’ın ve askeri müfettişliklerin raporlarında, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda, Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim adlı yayınında, Meclis konuşmaları ve dönemin Türk basınında yeralan haber ve yazılarda apaçık sergilenmektedirler.

Bu belgeler üzerinde çalışılarak hazırlanacak bir dosya ile Dersim soykırımının içyüzü uluslararası kamuoyuna kolaylıkla anlatılabilir. Belli başlı dillere çevrilmesi gerekecek olan bu dosyaya ek olarak Dersim’de herkesçe bilinen toplu mezarları tek tek görüntüleyen ve 37-38 kırımına tanık olan yaşlı kuşağın ve 38 sürgünlerinin öyküsünü kaydeden bir belgesel de düşünmek gerekecektir.

Olayın anlaşılmayacak bir tarafı yoktur.

Osmanlı ve Türk yönetimleri kendi otoritelerini zor kullanarak Dersim’e taşımak istemiş, hatta mümkünse Dersim’i haritadan büsbütün silmek istemiş, Dersim ise buna karşı direnmiştir.

İşte Devlet-Dersim çatışmasının kökeninde yatan budur

Merkezi otoritenin zora başvurması ve askeri seferleri doğal olarak kendisini savunmak zorunda kalan Dersimli’nin direnişiyle karşılaştı.

Bu şekilde başlayan Devlet-Dersim çatışması 1938 soykırımına dek devam etti.

Dersim davası işte bu süreçte gündeme oturdu ve yabancı bir gücün işgal ve imha girişimlerine karşı birbirini izleyen kendisini savunma amaçlı bir seri direniş içinde, özellikle 1916 veya 1918 yılı sonrasında giderek ulusçu ifadeler kazandı.

İşte benim Dersim direnişleri çağı dediğim bu evrededir ki Dersim kavramı Dersim-Kızılbaş halkının ve onun özgürlük sorununun ortak ve genel adına dönüştü.

Dersim, 1938’de bir soykırımla ve toplu sürgünlerle düşürüldü ve adı da daha 1936 yılından itibaren Tunceli olarak değiştirilip başında askeri sömürge valileri olan olağanüstü bir rejimle yönetilmeye başlandı. 1938 Eylül’üne gelindiğinde toplu direniş bastırılmış, bütün Dersim TC hükümeti tarafından 10 yıl için (1938-48) “Yasak Bölge“ ilan edilmiştir.

Bu 10 yıllık programa dördüncü harekat denebilir Bu zaman zarfında yoğun bir Türkleştirme programı uygulanır. Resmi ağızlar Dersim meselesinin bittiğini ilan ederse de dağlara sığınanların oluşturduğu gerilla birimlerinin (yerel dilde Qol) mücadelesi 1946 affına dek sürer.

1923-46, Doğu’nun kolonileştirilmesi, elkonan zenginliklerinin Batı’ya taşınarak 1950‘lerden itibarenki sınai gelişme için ilkel sermaye birikiminin sağlandığı dönemidir. Türk devletinin temelleri de bu aynı süreçte atıldı.

Tanzimat döneminde başlatılan ve 1930‘lu yıllarda sürdürülen Dersim Raporları serisinde TC devletinin Dersim’i sömürgeleştirme, Türkleştirme ve dağıtma politikası açıkça görülebilir.

Örneğin 1930‘ların başında hazırlanmış bir raporda (Büyük Erkanı Harp Reisi’nin Mütalaaları) Dersim’de “Yüksek idare memurlarına adeta koloni idarelerindeki selahiyet verilmeli“, “Dersim evvela koloni (sömürge) gibi nazarı itibara alınmalı“ (akt. Dersim, T.C. Dahiliye vekaleti Jandarma Umum Kumandanlığı, s. 218-19) şeklinde ifadelere rastlanmaktadır.

1923-46 arasında işgal ve siyasi ilhak, 1950 sonrasında ise ekonomik ilhak gerçekleştirildi. Böylece Dersim ve Kürdistan zor yoluyla TC yönetimi ve pazarına entegre edildiler.

Tunceli Kanunu, Genel Valilik, Yasak Bölge uygulamalarının 1948/49‘larda artık sona erdiği düşünülürse de, işgal (işgalin kendisi zor ve terördür) ve başka biçimler altında olağanüstü rejim biçimi halen devam etmektedir. Dersimli yaklaşık yetmiş yıldır şu ya da bu biçim altında askeri-faşizan olağanüstü rejimlerle yönetilmektedir.

Son olarak bir noktaya daha işaret etmeliyim.

Dersim’de karşı karşıya gelenler vahşi kapitalist ve sömürgeci bir uygarlık ile Morgan’ın deyişiyle Eski Toplum (Komünal Toplum)’du. Dersim’in yakın çevresi bir derebeylik rejimi ile kuşatılmıştı. Bu doğru. Ama iç kesimlerde, yani eski ve esas Dersim’de, asker, polis, yasa, mahkeme tanımayan, kısaca devlet nedir bilmeyen bir sosyal örgütlenme mevcuttu. Toplumun hücresi yerel dilde ezvete adı verilen Dersim gensiydi. Yönetim biçimi, değerleri, hukuku tamamen farklıydı. 1938’de bir soykırımla sona erdirilen cemi, cemaati, kendine özgü hukuku ile bu Dersim Komünü’ydü. Başka deyişle bir ilkel demokrasi ya da sosyalizmdi. Yıkılan Dersim gensi ve ona dayalı Dersim Komünü’nün incelenmesi önemli bir konudur. Şimdilik diyeceğim, sonraki Dersimli kuşakların kitlesel halde sosyalizme yönelişinde Türk Solu’ndan önce, kendileri farkında olmasalar bile içinden çıktıkları bu toplumun, önceki kuşaklar tarafından kendilerine aktarılan geleneğin önemli rol oynadığıdır.

 

 

1937-38 KATLİAMININ KRONOLOJİSİ

 

25 Aralık 1935

Tunceli Kanunu çıkarıldı ve Dersim adı Tunceli olarak değiştirildi.

 

6 Ocak 1936

Elazığ merkezli Dördüncü Genel Valilik kuruldu ve başına sömürge valisi yetkileriyle General Abdullah Alpdoğan atandı. Dersim’de stratejik merkezlerde kışla ve karakol inşaasına başlandı. Ardından gelen karakol baskınlarının nedeni işgal ve soykırım hazırlıklarını önlemekti.

 

 

1937 YILI OLAYLARI (İSMET İNÖNÜ'NÜN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ

 

20/22 Mart 1937 (Kahmut Olayı)

1936‘da başlatılıp kış nedeniyle ara verilen kışla-karakol inşaası 1937 Mart’ında devam ettirilince, kesintiye uğrayan direniş de Karakol baskınları tarzında yeniden başladı. S. Rıza’nın köyü ve çevresi bombalandı. Türk askeri kaynakları ve Dersim’in hafızasının kaydettiği 1937 yılının ilk olayı 20-21 veya 21-22 Mart 1937 gecesi saat 11‘de Pah-Kahmut bucaklarını bağlayan Harçik Suyu üzerindeki tahta köprünün Demenanlılar ve Haydaranlılar tarafından yakılması ve civardaki karakola baskındır. Naşit Uluğ’a göre Dersimli büyük eylemleri genellikle 22 Mart sabahı başlatır, çünkü bu tarih güneşe tapılan devirlerden kalma bir inanç gereği kutsaldır, ilkbaharın da başlangıcıdır. Onun sözünü ettiği Dersim takvimindeki Newe Marti olmalıdır.

 

26-27 Mart veya 26 Nisan 1937

Seyit Rıza’nın oğlu Bıra İbrahim (Bava), babası adına askeri harekatın durdurulmasını talep etmek üzere gittiği Hozat dönüşünde Kırgan köyü Deşt’te misafir olduğu evde uyurken öldürülür. M. Nuri, bu siyasi cinayeti Alpdoğan’ın adamı Binbaşı Şevket’in adamlarının örgütlediğini yazar.

 

S. Rıza, misilleme olarak Kırgan aşiretinin merkezi Sin bucağını ve karakolunu basar. Ordu, Kırgan aşireti eşliğinde saldırıya geçer. Böylece S. Rıza ve aşireti ile Bahtiyar aşireti de başlamış bulunan çatışmalara katılırlar. Çatışmalar fiilen toplu bir direnişe dönüşür. Aşiretler arasında genel bir birlik kurulamaz. Sadece Yukarı Abbas, Bahtiyar, Ferhad, Karabal, Yusufan, Demenan ve Haydaranlar’dan oluşan toplam 7 kadar aşiret kendi aralarında direniş için ittifak kurup Halvori-Vank civarında yemin ederler ve topluca direnişe geçerler. Alpdoğan, aşiretler arasında birleşmeleri engellemek, direniş kararı alan S. Rıza liderliğindeki yedi aşireti tecrit etmek için çabalar. Bu amaçla söylentisi dolaşan boşaltma ve sürgün kararını yalanlamaya, saklı tutmaya özen gösterir. Ajanları dolayımıyla aşiretlerarası kavgaları körükler, direnişin önderlerini ortadan kaldırmak için çalışır. S. Rıza ile bir toprak meselesi yüzünden anşlaşmazlığı bulunan yeğeni Rehberi ve çetesini kendisiyle işbirliğine ikna edip kullanır. Rehber, verilen görevleri yerine getirdikten sonra onu da öldürtür.

 

Nisan 1937

Askeri birliklere baskınlar. Direniş sürüyor.

 

1-3 Mayıs

Mazgirt’e ve Mazgirt Köprüsü’ndeki birliklere saldırı. Sabiha Gökçe’nin de katıldığı 15 uçaklık bir filo Zel, Kırmızı Dağ, Yukarı Bor (Keçizeken) çevrelerini bombalar.

 

8 Mayıs

Genelkurmay, Dördüncü Genel Valiliğe 8 Mayıs’ta genel tenkili (Bor/Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşacak hücüm harekatını) başlatması emrini iletir.

 

19 Mayıs

Yukardaki emir üzerine 25. Alay Kırmızı Dağ zirvesini bir saldırıyla işgal eder, tespit edilen Nazımiye-Kırmızı Dağ-Sin-Karaoğlan hattına ulaşır. Bu saldırı için 19 Mayıs gününün seçilmiş olması dikkat çekmektedir. Bu saldırının başarısı Yusufanlılar‘ın ittifak yeminini bozup direnmeyişlerine, dahası orduya destek olmalarına bağlanmaktadır. Bu ani ilerleme savaş alanındaki sivil halkın Kalan ve Kutu derelerindeki sığınaklara yerleştirilmesine neden olur. Aşiretlerin çoğu tarafsız, bir bölümü devletten yanadır. Direnenler küçük bir azınlıktır. Üstelik ittifakçıların bir bölümü saf değişmiştir.

 

26 Mayıs

Bahtiyar köylerine ordu baskını ve bu bölgede önceden boşaltıldığı görülen Resikan, Gözerek, Varuşlar, Çökerek ve Çat köylerinin yakılması.

 

Mayıs Sonu ve Haziran Başı

Haydaran, Demenan ve Yusufanlılar’dan bazıları teslim olur.

 

18 Haziran

Başbakan İnönü Elazığ’a gelerek sürmekte olan harekatı görüşür.

 

22 Haziran

Ordu birlikleri Zel, Bokir, Sıncık, Aziz Abdal dağlarını işgal ederler. Dersimli her dağ zirvesi, her bir vadi için, kısacası ülkesinin her karış toprağı için çetin bir direniş sergilerse de işgal ordusunun 19 Mayıs’ta ulaştığı hattı daha da içerilere (kuzeye) taşımasını engelleyemez. Direnişçi köyler yakılır, sürülere elkonulur.

 

Haziran veya Temmuz

Asker Tujik Dağı’nı işgal eder. Bu dağın eteğindeki İksor Vadisi’nde sığınaklarda bulunan çoğu kadın ve çocuk sivil halktan binlerce kişiyi imhaeder. Mağaraların girişi betonla kapatılarak veya ağzında ateş yakıp içine boğucu duman verilerek binlerce sivil yokedilir. Bu sırada can havliyle dışarı fırlayanlar vurulur. Kısacası İksor vadisinde tam bir katliam olur.

 

9 Temmuz 1937

Dersim ulusal hareketinin S. Rıza’dan sonraki en önemli önderi Alişer, eşi Zarife’yle birlikte Rehber ve çetesi tarafından öldürülür. Sekiz-dokuz kişilik bu çeteye Hıde Pırço (Pırço’nun oğlu Hıdır) da katılır. Alişer ve eşinin kesik başları Elazığ’daki “Dersim Fatihi“ Abdullah Alpdoğan‘a yollanır.

 

17-18 Ağustos

Bahtiyar mıntıkasında (Tokmakbaba-Titenik-Sarıoğlan üçgeninde) çetin çarpışmalar. S. Rıza’nın ikinci eşi, büyük oğlu Şeyh Hasan, üç torunu ve bin kişilik kuvveti bu çarpışmada katledilirler. Bazı kaynaklar bu çatışmaların Koçan mıntıkasında yaşandığını söylerse de bu doğru görünmüyor.

 

28 Ağustos

Bu sıralarda direnişe S. Rıza ve Sahan önderlik etmekteydiler. S. Rıza Bahtiyarlılar arasında bulunuyordu. Direnişçi 6 aşiret reisinden yakalanmamış olan sadece bu ikiliydi ve Alpdoğan onların peşindeydi. 28 Ağustos günü direnişin önemli bir önderi olan Bahtiyarlı Sahan, General Alpdoğan tarafından satın alınan üvey kardeşi Pırço oğlu Hıdır tarafından uyurken öldürülür. Gövdesinden ayrılan başı Hozat’taki Türk kumandanına teslim edilir. Rehber’in çetesinden olan hain Hıdır, Hozat dönüşünde Sahan’ın kardeşi veya amcasıoğlu tarafından öldürülür.

 

 

5-13/15 Eylül

S. Rıza Erzincan’a giderken veya gittiğinde yakalanır. Bir söylentiye göre yakalandığında komşu illere kaçmaya çalışıyordu. Bir diğerine göre kaçma girişimi yoktur. Kendi kararıyla Erzincan jandarmasına teslim olmuştur. Bir başka yoruma göre Erzincan valisi aracılığıyla görüşmeye çağrıldığı Erzincan’da beraberindekilerle birlikte tutuklanır. Bazı yaşlılara göre gittiği Pülümür yöresinde ihbar edilip yakalatılmış ya da bu ihbar üzerine gidip teslim olmuştur. Kaynaklarda Eylül’ün 5‘inde veya 10‘unda yakalandığı yazılıdır. Seyit Rıza’nın yakalandığı haberini 13-14-15 Eylül tarihli Tan, Kurun, Ulus gibi gazeteler vermektedir. Yakalanışına ilişkin ilk haber 13 Eylül tarihli gazetelerde çıkar. Türk basını ve yetkilileri ondan “Dersim’in en ileri ve son sergerdesi“ diye sözederler. Seyit Rıza’nın yakalanması üzerine Mustafa Kemal, İsmet İnönü, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay Abdullah Alpdoğan’a bu başarısı nedeniyle kutlama mesajları gönderir, bunu Alpdoğan’ın tarihi bir başarısı olarak tanımlarlar.

 

Ekim ayı ortaları

S. Rıza Erzincan’dan Elazığ’a götürülüp orda toplanmış bulunan diğer Dersimli esirlerle birlikte (toplam 58 kişi oldukları anlaşılıyor) askeri mahkemede Dersim’i isyana teşvikten ve bu isyana katılmaktan dolayı yargılanır.

 

15 Kasım

Ekim ayı ortasında başlayan sözde yargılama 15 Kasım’da biter. 14 kişi beraat eder. Seyit Rıza da dahil 7 kişi idama, 37 kişi ağır hapis cezalarına mahkum edilir. 15 Kasım’da Seyit Rıza (1860/62-1937) ve diğer altı kişi Elazığ Buğday Meydanı’nda şafakla birlikte infaz edilirler. Bu altı kişi, S. Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin, Kamer Ağa’nın oğlu Yusufanlı Fındık, Şeyhan reisi Uşe Seydi, Demenan reisi Cebrail veya oğlu, Kureşanlı Hasan ve Haydaranlı Kamer Ağa’dırlar. Seyit Rıza’yı bizzat götüren ve infazları izleyen İhsan Sabri Çağlayangil’in aktardığına göre Seyit Rıza’nın son sözleri şunlardı:

 

Ewlade Kerbelayme

 

Be xetayme

 

Ayıvo, zılmo, cinayeto.

 

Kente girmeye cesaret edemeyen Mustafa Kemal, bu sırada Elazığ garında infazların bitmesini beklemektedir.

 

Bu idamlarala birlikte 1937 yılı direnişi sona erer.

 

Zamanın Başbakanı İsmet İnönü (İso Ker), Seyit Rıza ve beraberindekilerin idamı üzerine verdiği demeçte, “Dersim meselesini ortadan kaldırdık...Dersim müşkilesinden kurtulduk“ derken, Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi, “Tarihe Gömülen Dersim’e Dair“ başlıklı 18 Kasım 1937 tarihli yazısında, “Senelerden beri adına Dersim denilen mesele tarihin ummanına katılmış ve ebeddiyen ölmüştür“ demektedir.

 

 

1938 YILI OLAYLARI (CELAL BAYAR'IN BAŞBAKANLIĞI DÖNEMİ)

 

2 Ocak

Dördüncü Genel Valiliğin Munzur-Merho-Mercan dereleri arasındaki bölgeyi ve Kalan Deresi havzasını boşaltma kararı ve bu kararı uygulama girişimi. Bunun üzerine Ovacık’tan gelen yedi jandarma devletin o tarihe kadar gizli tutulan asıl amacını ve 1937 direnişine katılmamış olmakla yaptıkları vahim yanlışı yeni farkeden Kör Abbas, Keçel ve Bal aşiretlerinden direnişçiler tarafından Mansul Uşağı Köyü’nde öldürülürler. Ardından Mercan Karakolu basılır. Bu sırada iki asker daha öldürülür. 1938 Ocağının başında sıranın kendilerine geldiğini anlayan adı geçen bölge aşiretleri ittifak halinde direnme kararı alırlar. “Askeri içimize sokmayalım, silahlanalım, ittifak yapmazsak hepimizi tek tek kıracaklar“ diyerek direnişe geçerler. 1937‘deki Kahmut Köprüsü baskını nasıl kasıtlı olarak birinci askeri harekatın sebebi gibi gösterildiyse, Mansul Uşağı Olayı da bazı kaynaklar tarafından 1938‘deki İkinci harekatın nedeni gibi sunulmaya çalışıldı. Her iki olay da TC ordusu tarafından birer bahane gibi kullanıldılar. 1938‘deki ikinci harekat çevre illerden orduların aktarılması ve diğer hazırlıklar nedeniyle, daha da önemlisi dış dünyanın tepkisini çekmeyecek daha uygun bir fırsatın kollanması sebebiyle ancak 11-12 Haziran’da başlar.

 

11-12 Haziran

İkinci harekatın (1938 harekatı) başlangıcı. Her taraftan Dersim’e giren TC orduları Kalan-Merho-Mercan vadilerindeki halkı boşaltmayı amaçlar. Burası, Buyer Bava-Mahmunut Gediği-Birman Gediği-Keller Komu-Katır Tepe-Koçgölbaşı-Badikan-Karasakal noktaları arasındaki bölgedir. Yani Munzur-Mercan dağlarının hemen dibindeki İç Dersim’in en kuzey bölgesidir. Zel ve Kırmızı dağlar hattının kuzeyi de harekatın kapsamına alınır. Kısacası 38 harekatının asıl hedefi Asıl/Eski Dersim‘dir, Kalman Ocağı’dır. Böylece yerinden yurdundan edilmek istenen İç Dersimli bir ölüm dirim savaşına girişir.

 

19-22 Haziran

Boşaltılmak istenen diğer bölge Ali Boğazı ve çevresidir. 19-22 haziran günlerinde bu bölgede oturan Koçan grubu aşiretleri (Koç, Şam, Resik) de direnişe geçerler. 19 Haziran’da Amutka Karakolu kuşatılır ve çevredeki Türk birliklerine saldırılır. Çarpışmalar 22 Haziran’a dek sürer. 22 Haziran’da Koçan aşiretleri Ali Boğazı’na sığınmak zorunda kalırlar. Uçak filoları Ali Boğazı’na bomba yağdırır.

Ali Boğazı’ndaki çarpışmalarla ilişkili bir Dersim deyişinde şöyle denir:

 

Kureyşanlılar’ın Şeyhan kabilesi ile Yukarı Abbas aşireti Koçanlılar’ı desteklemek için direnişe geçerler. Böylece direniş doğusu ve batısıyla tüm Dersim’e yayılır.

 

24-30 Haziran

24 Haziran günü İç Dersim’deki Dolu Baba (Tujik) işgal edilir. Ordunun köylerini ateşe verip halkını boşaltmaya çalıştığı Kırgat, Boduk, Midrik, Mitgel, Hotar, Ariki, Tenkali, Meraş, Keçeler köyleri ve Hikü mezrasının silahsız sivil halkı balta ve küreğe sarılır. Baltalı kürekli bu muharebe 28 Haziran’da kanla bastırılır. 29 Haziran’da Karasakal zirvesi işgal edilir. Reşat Hallı’nın verdiği rakkama göre 11-12 Haziran’dan 29 Haziran’a kadar tam 60 köy boşaltılır ve yakılır. Köyler ve ormanlar ateşe verilir, hayvanları dahil halkın nesi varsa “ganimet“ (ganimet, düşmandan ele geçirilen mala denir) olarak gaspedilir, sivil halk ve direnişçiler kurşuna dizilmek veya batıya sürülmek üzere “esir“ (düşmanın ele geçirdiği insanlar) edilip belirli noktalarda toplanır.

Başbakan Celal Bayar, 29-30 Haziran 38‘de TBMM’de yaptığı konuşmada “ordularımız pek yakın zamanda...Dersim mıntıkasının sakinlerini tamamen kaldıracak ve bu meseleyi esasından kesecektir

 

Temmuz

2 Temmuz‘da asker Ahpanos, İksor ve Tujik dağına hücum eder. Çetin bir muharebenin sonucunda Tujik zirvesi işgal edilir. Kaçış yolları kapatılıp bir uçak filosu eşliğinde tek çıkış yolu olarak kasıtlı şekilde açık bırakılan Kalan Deresi’nde kırım yapılır. Devletin “haydut“ diye sözettiği 3 direnişçi kendilerini uçurumdan atarlar. 14-16 Temmuz’da Kalan ve Demenan direnişçilerinin imhasına çalışılır. Mağaralar ayrı ayrı abluka edilir. Kalan Deresi ve Demenan mıntıkası kasıp kavrulur. Ardından İç Dersim’de 1938‘deki zorlu muharebelerin ağıtlara konu olan en ünlüsü, Laç Deresi (Dere Laçinu) muharebesi olur. Laç Vadisi’ndeki çarpışmaların en şiddetlisi 19-24 Temmuz günleri arasında yeralır. Dersim’in en namlı silahşörleri Laç’ta birlikte dövüşür

TC ordusunun hedefi direnişin son sığınağı olan Laç Deresi’ni ele geçirmekti. Üç dört koldan kuşatılan Laç Deresi inatla direnir. Sonunda direniş kırılırsa da sade halk arasında direnişçilerin intikamlarını fazlasıyla aldıkları inancı yaygındır: “Ma hefe xo quret, hefe tayine ki serra quret“.

Halk, direnişçilerin tüfeklerinin arkasında yiğitçe düştükleri için onur duymaktadır: Mordem uyo ke pe tıfonge hode bımıro!

Direniş kırıldıktan sonra vadinin tabanındaki mağaralar ve kayalıklar kuşatılır. Top ve makinalı ateşi ve tahrip kalıpları atılarak bu mağaralar içindekilerle birlikte imha edilir. Dışarı fırlayanlar vahşice öldürülür. Kimisi kendisini Munzur Suyu‘na atarak intihar eder. 19-24 Temmuz arasındaki çarpışmalarda Laç’ta 216 direnişçi katledilir. Kırık Mağara’da dinamitle imha edilmekten korkan ve R. Hallı’ya göre aralarında Demenan’ın en önemli kolbaşılarından Hese Gewe ile Demenan reisi Cebrail Ağa’nın oğlu Hüseyin’in de bulunduğu 42 direnişçi teslim olur.

Ardından 27-30 Temmuz günleri arasında Mameki ve Erzincan tugayları ile Haydaran bölgesine yönelinir. Vartinik, Göldağı, Zel Dağı, Hengırvan, Zağge, Aşağı Rabat, Kutu Deresi girişi, Kerenko, Karasakal ve Buyer Bava’yı kapsayan tüm bölge kuşatılır.

 

1-10 Ağustos

Kuşatılan Haydaran bölgesindeki tüm direnişçiler mağaralarda sıkıştırılır. 100‘den çok direnişçi öldürülür. 2-3 Ağustos’ta mağara ve kaya kovukları aranır. Çok sayıda direnişçi ve hayvan imha edilir. Hayvanlar ve eşyalar müsadere edilir. Direnişçi köyler yakılır.

Ardından sıra genel bir taramaya gelir.

 

10-31 Ağustos (“Üçüncü Askeri Harekat“)

Bu harekat toplama, toplu halde kurşuna dizme ve 1931‘de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın raporunda planlanan Batıya toplu sürgünün hayata geçiriliş safhasıdır. Bu tarihler arasında Dersim’in her tarafında aynı anda başlatılan ve amacı “girilmemiş hiç bir yer bırakmamak“ olan genel bir operasyon yapılarak ‘yasak bölgeler‘in içinden ve dışından en az 5-7 bin kişinin (aşiret reisleri, kolbaşılar, seyitler ve aileleri) batı illerine nakli ve iskanı başlatılır. Dördüncü Genel Müfettişliğin önerisi ve içişleri Bakanı’nın onayı ile yerleşime yasaklanan, sürgün ve iskanı kararlaştırılan bölgeler iki adettir: 1-Kutudere-Kırmızıdağ-Haçılıdere hattından Mercan dağları eteğindeki Karacakale’ye kadarki bölge, 2-Ali Boğazı ve çevresi, yani Koçan bölgesi.

Bu sırada her yanda terör estirilir. 12 Ağustos’ta bir uçak filosu Ali Boğazı’nı bombalar. 13 Ağustos’ta Kırmızı Dağ çevresindeki çatışmalarda 300 direnişçi öldürülür. Aynı gün Ali Boğazı ve Tağar Deresi tabanındaki harekatta komlar yakılır, hayvan sürüleri gaspedilir. 14 Ağustos’ta 83 Demenanlı ve Haydaranlı direnişçi öldürülür. 15 Ağustos’ta Laç Deresi tabanında yeni bir tarama yapılarak 281 Demenanlı ve Haydaranlı öldürülür. Batıya nakledilmek üzere toplanan Yusufanlılar’ın 149‘u imha edilir. 15 Ağustos’ta Zımeq ve çevresinde çok sayıda direnişçi (“asi“) imha edilip köyleri yakılır. Batıya sürülmek üzere insan avına çıkan 41. Tümen Deşt yöresindeki köylerde direnişle karşılaşır. Direndikleri ve direnişçilere yataklık ettikleri gerekçesiyle Zımek/Zımbık, Xeç, Kirnik ve Bornak köylerinden 395 kişi öldürülür. Şıxmamed aşiretinin merkezi Hiç (Xeçe) köyüne bir gece baskını yapılarak top-mitralyöz ateşi ve süngüyle toplu kırım yapılır. Hiç ve Zımek toplu kırımı işte bu sırada, 15 Ağustos günü yapılmıştır. Yine 15 Ağustos günü Çukur ve Pah civarındaki taramada çok sayıda Haydaranlı imha edilir. 31 Ağustos’ta yeni bir tarama hareketiyle esir edilmiş olan binlerce kişi kafileler halinde Batıda saptanan yerlere sevkedilirler. Hozat’a getirilen Karaca seyitleri ve halkı makinalı tüfeklerle katledilir. Sanırım Sarı Saltıklı Seyit Seyfi Dede de bu olayda öldürülür. Böylece 31 Ağustos’ta askeri harekat tamamlanır.

 

 

 

Toplu Kırımların Yapıldığı Mevkiler

 

Ali Boğazı

Hozat Kışlası Civarı

Lolan Taneri

Zımek Köyü

Sin

Inciga

Heç Köyü (Xeçe, Hopik mevkii)

Çemişgezek altındaki dere

Tekke Köyü

Sıçan Gediği

Çelemuru Deresi (Ağdatlılar taranır)

Pertek

Laç Deresi

Muhundu

Çukur Köyü

Pah

Kalosan Deresi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Yediden yetmişe Dersim Kürtlerini kestiler"

Dersim'de yaşananları dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil böyle anlatmıştı...

 

16.11.2009 14:33

Dersim’de yaşananlar CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’in büyük tepki toplayan açıklamalarıyla bir kez daha gündemde…

 

Öymen’in ''Dersim isyanında analar ağlamadı mı? Kimse 'analar ağlamasın, mücadeleyi durduralım' dedi mi?" sözleriyle yeniden gündeme getirdiği Dersim’de yaşananları bir de dönemin Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil’in ağzından hatırlayalım… Çağlayangil 1986’da verdiği röportajda masum insanların fare gibi zehirlendiğini şöyle anlatıyor…

 

KANLI BİR HAREKET

“.....Tercümana Kürtçe anlattı. Tercüman bize tercüme etti. [Kürt adam şöyle dedi] ‘Beyanatınız bizi duygulandırdı. Vereceğiniz isimler üzerinde inceleme yaptık. Üç tanesi hariç bunları size teslim etmeye karar verdik.’ Abdullah Paşa bu üç tanenin kim olduğunu sordu. İçlerinden biri bu kadın. Bir tane de başka adam var. Abdullah Paşa bu üç kişinin istisna edilmesine razı olamayacaklarını, bu üç kişinin de teslimi gerektiğini kabul ettiklerini beyan etti ve bu üç kişinin istisnasının sebebi sordu. Kürt büyük bir samimiyetle dedi ki: ‘Bir adamın bir kocası olur dedi. Siz bir hareket yapıyorsunuz. Bu hareket gelir geçer. Buraları yine Kürt ağalarına kalır. O zamanlar bize zulüm ederler. Bizi kurtaramazsınız siz. Siz bütün Dersim’e hâkim olsanız, oraya devlet otoritesi girse zaten biz ağaya kul olmalıyız. Ama siz yoksunuz, bizim daimi muhatabımız ağa olduğu için ve kudret de onda olduğu için ve bunlar da şeyh olduğu için, din büyükleri olduğu için, size değil onlara itaate, sizin değil onların söylediğini yapmaya mecburuz.’

 

KABUL ETMEDİLER

Abdullah Paşa, şimdiye kadar bu işin böyle olduğunu, fakat hükümetin bundan sonra kararlı olduğunu, Dersim’i de yurdun öbür parçaları gibi hükümetin otoritesinin cari olduğu ve hükümetin üstünde tek bir otoritenin bulunmadığı yer yapmakta kararlı olduğunu, ağaların lafına kapılmamasını, meseleyi tekrar tezekkür etmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Sonra biz geri döndük. Yani meclise. Neticeyi söylüyorum. Bunlar kabul etmediler.

 

MAĞARALARA ZEHİRLİ GAZ ATILDI

Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. Dersim davası da bitti. Hükümet otoritesi de köye ve Dersim’e girdi. Dersim böyle bitti. Bugün Dersim’e rahatça gidebilirsiniz. Jandarma da gider siz de gidersiniz. Yalnız son zamanlarda bilhassa sınırlarda dış tesirlerden Kürtlerin bağımsızlık hareketi başladı. Kürtlerin bir bölümü Türkiye’de, bir bölümü İran’da....”

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazık ki ne yazık..

 

Dersim, Zilan deresi, Muğlalının 33 kurşunu..

 

Her zaman söylerim gene tekrar edeyim: Faşizm genetiktir..

 

Öymengillerin bu katliamı savunması buna en güzel kanıttır..

 

Dersim kürt değil ama faşizmin, ırkçılığın genetik olduğunu kimse söyleyeceğinizi biliyor olmalısınız. Adamlar devrim yapıyolar o dönemde, halkı eşit konuma koymaya çalışıyorlar. Amma bi kesim yani dersim çıkıp -biz şeyhlerle aşiretlerle yaşayacağız, özerk ayrıcalıklı olacağız. diyo. Hemde koçgiri isyanında halkı katleden kılıç artıklarını kolluyorlar. Devrim bu devrim. Çinlisi, fransızı, amerikalısı, kübalısı, rusu gelse aynını yapardı. Şeyhi aşiret reisini canı pahasına koruyan, onlarla birlikte can verir. Devrim ne gerektirmişse o yapıldı, o kadar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bakın ne dersimliler nede Kürt halkı orada aşiret reislerinin amacını ve başkaldırıyı savunmuyorlar,o dönemde bu başkaldırıyı bastırırken sivil halka çoluk çocuk demeden yapılan katliamdır sorun olan,öyleki munzur çayı kan akmıştır,mağaralara doldurulan insanlara gaz verilmiştir,içlerinde Sabiha Gökçen'inde bulunduğu hava birlikleri çoluk çocuk demeden her gördüklerini bombalamışlardır ve şimdi Öymengiller Kürt sorununun çözümü için aynı şeyi öneriyorlar yani bölgeyi,bölge insanını katletmeyi teklif ediyorlar, zannediyorlarki o bölgede sivil halka gelecek en ufak bir zararda Türkiyenin herhangi bir yeri güvenli olacak,neyse bırakalım onlar öyle sansınlar....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Onur Öymen'in sözleri yüzde yüz doğrudur. Nasıl işgalci Yunan karşısında geri adım atılmadıysa, nasıl devleti parçalamak isteyen isyanlar karşısında geri adım atılmadıysa, nasıl suç örgütleri karşısında geri adım atılamazsa, bunların hepsi aynı kategoridedir. Bunlarla müzakere edilmez, mücadele edilir.

 

Kılıçdaroğlu oldukça gelecek vaadeden bir siyasetçi idi. Fakat onun da etnik damarının çektiği ortaya çıkmış bulunuyor. İstanbul belediye başkanı olamayışı yerinde olmuş demek ki. Oysa olmasını istemiştim. Fakat her işte bir hayır vardır derler, demek doğruymuş.

 

Bu olay CHP deki bir çatlağı da ortaya çıkarmış oldu. Etnik ve mezhep ayrımı yapacak olanlar bence de bu partide bir gün daha durmasın, bu işin erbabı bir kaç parti var, birinden birine iltihak etsinler, yakışır.

 

Aklı başında, aydın Alevilere saygım sonsuzdur. Onlar devletin laikleşmesinin sürmesinden ve diyanetin, din derslerinin kaldırılmasından yanadırlar. Öyle dinciliğin ekmeğine yağ sürüp, caminin yanına cemevi, imamın yanına dede katıp diyanetin zaten iyice şişmiş olan bütçesini ve din istismarını bir kat daha katlamaktan yana olmazlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdilik diyeceğim, sonraki Dersimli kuşakların kitlesel halde sosyalizme yönelişinde Türk Solu’ndan önce, kendileri farkında olmasalar bile içinden çıktıkları bu toplumun, önceki kuşaklar tarafından kendilerine aktarılan geleneğin önemli rol oynadığıdır

 

Hiç sanmıyorum ki gerçekten sosyalizme inanan bir kesim feodalizmin peşinden gitsin. Onu savunsun. Seyit Rıza gibi kendi çıkarlarını korumak için halkı kullanan bir kişiyi özgürlük savaşçısı ilan etsin.

 

Dersim olaylarının sonuçlanış şekli tabi ki de çok feci olmuştur. Binlerce can gitmiştir. Ama bu feci sonuç o isyanların çıkışını kesinlikle haklı kılmaz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazık ki ne yazık..

 

Dersim, Zilan deresi, Muğlalının 33 kurşunu..

 

Her zaman söylerim gene tekrar edeyim: Faşizm genetiktir..

 

Öymengillerin bu katliamı savunması buna en güzel kanıttır..

 

Dersim'de tüm yaşananları sadece bir ağanın baş kaldırısı olarak görenler;

 

Bilmezler ki;Dersim ile aynı dili konuşamayan otoritenin ağaları nasıl da arkalarına aldığını.

 

Bilmezler ki;Seyit Rıza ile açıklanamayacak bir Dersim isyanının anlamını...

 

Bilemezler;anlayamazlar...kadın,çocuk demeden katledilen insanların acısını.Sürgün edilen insanların çaresizliğini nasıl hissedebilirler ki!

 

Faşizm genetik değildir;hastalıktır.

 

Genetik olan işleyen sistemin yalanları ve o yalanları yüceltenlerin yanılgıları.

 

Öymen'e teşekkür ederim.Bize yine Dersim'i ve kendi zihniyettiğini hatırlattığı için.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hiç sanmıyorum ki gerçekten sosyalizme inanan bir kesim feodalizmin peşinden gitsin. Onu savunsun. Seyit Rıza gibi kendi çıkarlarını korumak için halkı kullanan bir kişiyi özgürlük savaşçısı ilan etsin.

 

Dersim olaylarının sonuçlanış şekli tabi ki de çok feci olmuştur. Binlerce can gitmiştir. Ama bu feci sonuç o isyanların çıkışını kesinlikle haklı kılmaz.

Katılıyorum size sayın Mouchette,

 

tunceli'de nevruzu bahane ederek olaylar başlatılmış,daha sonra içerde devleti temsil eden herşeye saldırılmıştır. isyan esnasında tam 14 gün bağımsızlık ilan edilmiş, devletin tüm bürokratlarını kesilmiş(evet koyun gibi keşmişlerdir), tam bir tabur askerini şehit edilmiştir.

 

buna karşın devletin bu kalkışmaya yanıtı sert olmuştur. yeni kurduğu taze bir cumhuriyetin kendini korumak için çok sıkı tedbirler aldığı doğrudur.

isyancılardan öldürülen miktarı hakkında o zamanki nüfus kayıtları esas alındığında, onbinlerce kişinin öldürüldüğ iddiaları tutarlı gözükmemektedir.

 

nedense hiç kimsenin aslında konuşmadığı "isyan". sadece bastırılış şekli tartışılıyor, orada günlerce ilan edilen "sözde bağımsızlık"tan falan bahseden yok.

 

 

 

Saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

- I -

Sus - sus - sus - ama nereye kadar sus!?

İsteyen, istediği kadar görmezden gelebilir, fakat yeryüzünde gerçekleşmiş devrimlerden kendine özgü olanlar arasında Türk Ulusal Devrimi'de önemli ve özel bir yer tutar.

1774'de bağımsızlık ile sonuçlanan Amerikan Devrimi, İngiliz sömürgeciliğine karşıydı.

Kolonizasyon, Federalizme dönüştürüldü.

Hemen sonraki yüzyıl içerisinde gerçekleşen iç savaş ve katledilen binlerce Amerikalı da kölelik düzenini ortadan kaldırmaya/sürdürmeye yönelik bir savaştı.

Fakat Amerikan Devrimi, Feodalizme karşı savaşacak güçlü bir olgu yaşamadı.

Fransız Devrimi, elinden Amerika gibi bir sömürgesi ister istemez çıkan ve bu yüzden vergileri artıran Krala ve onun adamlığını yapan Feodal Beylere karşı halk önderliğinde girişilen bir hareketti.

Kralı ve Feodal Beyleri taraf edinen hiç kimse sağ bırakılmadı, halk kendi derebeylerini, kendisi kesti.

Devrimin kendi evlatlarını yediğinin defalarca örneğinin görüldüğü en önemli olgu idi.

Giyotinlerde kellesi uçan devlet adamının, düşün insanının, vatandaşın haddi hesabı yoktur.

Devrim yapanlar ve kelle alanlar, sonra kelle verdi...

O kelleleri alanlar da sonra kendi kellelerini verdi.

Ama Fransız Devrimi Ulusalcı da olsa, Aydınlanmayı idealize etse de, başka bir devletin Emperyalizmine ve Sömürgeciliğine karşı olmadı.

Rus Devrimi'nde Kraliyet ailesinden tutun Çar'ı destekleyen en küçük birime kadar kimse sağ bırakılmadı.

Meşhur Anastacia hikayesi bile doğdu, çizgi filmi bile yapıldı.

Ama Rus Devrimi ne kadar Emperyalizm karşıtı olsa da Emperyalist bir başka devletin sömürüsüne karşı gerçekleşmedi.

Buna karşın en acımasız katliamlardan da geri kalmadı.

Çin Devrimi de çok farklı değildi...

Ne kadar öteleseniz de Türk Ulusal Devrimi de en az bunlar kadar önemli bir Devrim sürecidir.

Bunlardan farklı olarak hem Emperyalizme karşı ve hem de Feodalizme karşı verilmiştir.

Siz, bir Devrim yapmak niyetindeyseniz, bunu kökten yaparsınız.

Ayrıcalık bırakmazsınız.

Dersim...

Dersim ile ilgili açılmış tüm siteleri inceleyin...

Sanki gurur duyulacak bir şeymiş gibi, yapısının Aşiretlere dayandığından söz edilir ve bu yapısını tüm baskılara rağmen kahramanca! koruduğu! ile övünülür!

Abartılır...

Efendim neymiş, Dersim'in özel bir yönetim şekli varmış Osmanlı'dan beridir...

Ocaklık ve Yurtlukmuş...

Ha bir de Özerkmiş...

Osmanlı'nın bir kere çok değişken bir yapısı var Eyalet sisteminde.

Osmanlı ülkesinin her tarafı en temelde Ocaklık ve Yurtluktur, sadece Dersim değil...

Özerklik mi?

Mısır, Eflak, Boğdan, Trablus'da özerktir...

Aşiret mi?

Suriye'den tutun Balkanlara kadar klan klan, kabile kabile her türlü topluluk yaşamaktadır.

Neymiş Dersim'in özerkliği, kendine haslığı?

Osmanlı Mekke'ye her sene kendisi para aktarıyordu:

Ben, ayrıcalık denirse, buna derim...

Başkent, başkent olmayan bir yere para aktarıyor hazineden!

Var mı ötesi ayrıcalığın, özerkliğin...

Aşiret sistemi nedir peki?

En başta, onun üzerinde bir devlet kurmuş olsanız bile, kafa yapısı şöyledir Aşirette:

"Sen devlet kurmuşsun belki ama ben koskoca aşiretim ya hu! Sen de kimsin?".

Yani efendim, kendi o ortaçağa ait ilkel hakimiyet anlayışının üzerine bir anlayış tanımayan kafa yapısı...

Siz bir üst-çağdaş toplumsal bağ tanımlıyorsunuz ve Aşiret şöyle diyor yine de:

"Ama ben de Aşiretim yaf!"

Boynunda boncuk var yani...

Ve bu sistem halkını sömürüyor abi...

Daha geçenlerde gördünüz televizyonda, halk, topraklarına konan Ağa'yı protesto ediyordu...

Daha beteri var o zaman ve halk, eziliyor olmasına rağmen

Dünya da eşi benzeri görülmemiş bir sadakat/koşullanmışlık/güdülmüşlük örneği göstererek:

"Yok ya hu biz ağamızı, aşiretimizi koruyacağız" diyor...

O televizyonda gördüğünüzü yapamıyor yani...

Kabullenmişlik, sinmişlik, razı oluş var...

Hatta sıkı sıkıya korumacılık var halkın kendisinde...

Ya hu sen ne diyosun?

Çağdaş Medeniyet seviyesi diyoruz!

Feodalizmin yok edilmesi diyoruz!

Ağa-Paşa düzeninin halkı sömürmemesi diyoruz!

Değil Dersim, en ücra yerdeki halk ile en bilinen yerdeki halkın haklarının ve ayrıcalıklarının eşit olması diyoruz!

Halkın, mecliste eşit bir şekilde temsili diyoruz!

Halka Aşiret reisi olmayı hangi hakla elinde bulundurduğu belli olmayan bir kesimin ilgasından ve ellerinde tuttukları hakların halka tesliminden söz ediyoruz!

Ya hu egemenliği halka vermek yolunda 600 yıllık Padişahlık ve 400 yıllık Halifelik makamlarını bile yok etmiş,

Bunu gerçekleştirmek yolunda belli kafaları kesmekten gözünü sakınmayacak bir Devrim'den söz ediyoruz...

Bütün toplumun egemenlik anlayışını, egemenlik kültürünü değiştirmiş ve değiştirmeyi ilke edinmiş bir Devrim'den söz ediyoruz...

Var kalmak ve bu egemenliği kurmak için ya ölmeyi ya da bağımsız olmayı tek seçenek edinmiş bir Devrim'den söz ediyoruz...

Halkın büyük bölümünün, kendi egemenliğini, kendi azim ve kararı ile,

İlim gereğidir diye değil de, kendi öz hakkı olduğu için,

O yönetme gücünü yüzlerce yıl zorla ve güçle elinde bulunduran hakimlerden

Yine zorla ve güçle kendi eline aldığı bir Devrim'den söz ediyoruz...

Buna rağmen hala "Yok efendim, biz, bildiğin aşiretiz yaa! Sen de kimsin" diyen,

Güya ama çok da nostaljik! ve sempatik! bir biçimde Aşiret sistemini yaşatmakta kararlı ve inatçı olan Dersim'den söz ediyoruz!

Dışarıya karşı Emperyalist güçler ile savaşmış,

İçeriye karşı önce Padişahlık ve sonra Aşiretler gibi tarihin ortaçağ karanlığına gömülmesi gereken yapılarla çatışmış

Ve bir Devrim süreci olarak bu ikisine birden mücadele veren ilk Devrim örneği özelliği gösteren bir Devrim'den söz ediyoruz...

Dersim'deki Aşiretlere bakın...

Hemen çoğu Osmanlı'da da sorun çıkarmış olan, uyum sağlayamamış olan Aşiretlerdir...

Halkına diyeceğim yok açıkçası...

Yavuzdan beridir Alevilere karşı sürdürülen kıyımların mağduru bir halk...

Hem de Kürtleştirsinler diye üzerilerine salınan, bugün her nasılsa savundukları! fakat o zamanlar onları yok eden, Sünni/Şafii Kürtlerin/Aşiretlerin ve Osmanlının boyunduruğundaki bir halk...

Yüzlerce yıl bu korku ve komplekslerle yaşamış bir halk...

Zamanında onları asimile etmenin Osmanlı Kuklalığını yapan Kürt Aşiretleri

Bugün Kürt Etnik Milliyetçiliğine bürünerek, onların haklarını savunuyor! sözde...

Hiç boşuna gerilmeyin...

Bizzat en yakınım, o Dersim'in bağrından gelmiş birisidir...

Ve bizzat kendi ağzından duyuyorum;

Dersim İsyanı sonunda yaşananlardan, bugün Kürtçülerin nasıl nemalandıklarından

Nasıl da onurları kırılarak rahatsız olduklarını...

Ee tabii ki küçük Ceylan'ın cansız bedeninden nemalanan zihniyet,

Bilge köyü katliamında, kameralar karşısında, ağıt yakan adama "-bundan devlet suçludur, devlet yapmıştır- de" diyerek sufle veren zihniyet,

Dersim'in bu yaşantısından mı nemalanmayacak?

Elbette ki nemalanacak!!!

Hem de en cafcaflı demokrasi naraları atarak...

Neyse...

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ağalık-Paşalık rejimini yıkmak için, halkı egemenliğe ortak etmek için, Padişahtan tutun Aşiret reislerine kadar bir egemenlik aracı ve hakimi bırakmamak için mücadele veriyor.

Dersim'e kamusal yapılandırmalar sağlamak istiyor.

Kamu hizmetleri gönderiyor.

Aşiretler onlara geçit vermiyor.

Gönderilen hizmetler yok ediliyor.

Kamu görevlileri öldürülüyor...

Oraya askeri birlikler kuruyorsunuz:

Askerleri katlediyorlar...

İnat...

"Yok efendim, sen devletsen devletsin... Ben ki koskoca Aşiretim... Sen de kim oluyorsun?"

Ve halkı boyunduruğuna alan bu kalburüstü kesim,

O halkı, bugün Kürt Etnik Milliyetçilerinin ve Statükocularının yaptığı gibi komplekse sürüklüyor:

"Aman efendim, bu devlet bizim kültürümüzü yok etmek istiyor, asimile etmek istiyor!"

Bu devlet, Mardin'de ya da bilmem neredeki aşiretlere neden dokunmuyor peki?

Onların kültürlerini neden yok etmek istemiyor?

Onları uyum sağlamış olmalarından olmasın sakın bu?

Bazı yapılardan vazgeçebilmiş olmalarından olmasın?

Ulusal Birlikteliğe, kendi Kürtlüklerini koruyabilerek ve geliştirebilerek katılabilmiş olmalarından olmasın sakın bu?

İstiklal Madalyası kazanan bir sürü Kürt Aşireti var,

Onlara niye kastedilmedi hiç?

Kürtlüklerini tümüyle korudukları halde neden İstiklal Madalyası verildi onlara?

Onlar neden Kürtlüklerini kaybetmediler?

Onlar nasıl uyum sağlayabildiler?

Devletçi ve PKK'cı Aşiret ayrımını araştırın...

Anlarsınız ne demek istediğimi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

-II-

Neyse...

Sen kamu hizmeti götürmeye çalışıyorsun Dersim'e,

Adamlar yıkıyor...

Sen çabalıyorsun...

I-ıh...

İzin vermiyorlar...

Aynen bugünkü süreç gibi...

Bundan nemalanacak olan Aşiret reislerinin kandırmacılıkları da aynı:

"Bizim haklarımızı bize bırakın"

Aynı sözler abi...

Nedir o haklar?

Osmanlının onlara verdiği Yurtluk!, Ocaklık!...

Devlet içinde, ayrıcalıklı bir devlet: Aşiret...

Hala çağdaş toplumların geride bırakmış olduğu o statükonun, o ilkel toplum yapısının, o aşiret kültürünün korunması talebi...

O uyumsuzluğun devam ettirilmesi talebi...

Hak dediği, Osmanlının yani yıkılmış biz düzenin o halka değil, o aşiretin reisine tanıdığı ayrıcalıklar...

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile yitirdiği ve böylelikle halkın her kesiminden insanla aynı statüye düştüğü hakları...

Ayrıcalıkları...

Sanırsınız ki, Dersimli ağalar beyler hak isterken, halkının haklarını istiyordu...

Maşallah, hepsi birer William Wallace mübarek...

Dersim İsyanı'nı bütünüyle halkçı, özgürlükçü, demokratik ve devrimci bir hareket sanırsınız...

Yok abi, alakası yok...

O isyan, bütünüyle, oradaki o ilkel Aşiret yapısının korunması için çıkmış

Ve bu uğurda o aşiret reislerinin halkı bile bile katlettirdikleri bir isyandır...

Hakkın hukukun ne olduğunu iyice tanımlamak, bilmek lazım...

Dersimli ağalar beyler, o katledilen halkı, sizin/bizim umursadığımızın binde biri kadar bile umursamıyordu.

Mağaralara soktukları, mağaralara girmekten başka çare bırakmadıkları o halkı,

Paravan, tampon olarak kullanıyorlardı...

Dersimli...

Gariban...

Ağası ve yandaşları korkutuyor adamları:

"Aman ha! Ben sizin ağanızım, ben ne dersem o olur. Bu adamlar bizi yok etmek isteyecekler!"

Halk koyuluyor ağasının peşine...

Bırakmıyor peşini...

Kültürü öyle bir kere...

Bırakamaz...

Devletin karşısında iki seçenek var:

Ya o ayrıcalıkları tanıyacak o ağalara beylere...

Ya da halkı da gözden çıkaracak...

Bakın;

Acı ama gerçek...

Dersim de Ağasının kandırması ile ölen insanlar için vicdanımız sızlamıyor değil...

Orada ölen insanlar için kanamıyor değiliz...

Sanmayın ki masum insanların katledilmelerinden hoşnutuz...

Bakın, "katledilmeleri" diyorum:

Savaşta ya da terörde silahsız halk ölmüşse, katledilmiş demektir...

Değil devlet, babam da yapsa böyledir bu...

Bugün daha 17-19 yaşında, neyin ne olduğunu bilmeden kandırılmış, eline silah tutuşturulup birilerini öldürmeye yollanmış...

Ama bunun sonucunda ölmüş olan genç de katledilmiştir, merak etmeyin...

Bu ifadeyi, terörle mücadelede aktif görev alan insanlar söylüyor ya hu üzülerek,

"Ama ne yazık ki çatışıyorsun, yoksa o seni öldürecek, için acıyo 18 yaşındaki cesetle karşılaşınca" diyor...

Fakat şu var:

Katledilmiştir ama karşısındaki askere, onu katletmesinden başka çare bırakmış mıdır?

Onu öldürmeseler, o onları öldürüyor...

Dersim'de değil 50.000, değil 90.000...

10 masum kişi bile ölmüş ise bu elbette ki katliamdır...

Bunun savunulacak bir yanı yok...

O savaşımda kundaktaki bebekler katledilmiş midir?

Hadi babası silah sıkıyor da, bebeği niçin katlediyorsun?

Bunun hesabı elbette sorulmalı...

Hesabını sormamak da insanlıktan değildir zaten...

Susmak, insanlık değildir...

Ancak şu da var:

Haksız yere katledilmiş o bebeğin hesabını, haklı olarak sorarken,

O Aşiretlerin statükosunu, oraya giden askerleri ve kamu görevlilerini katletme pahasına koruyan ve korurken de canını kaybeden kimseleri de araya sıkıştırmayın lütfen...

Sıkıştırırsanız, o kundaktaki bebeğe bu sefer siz haksızlık etmiş olursunuz...

Peki devlete başka çare bırakılmış mıdır?

Devlete, o statükoyu yıkmak için bir çare bırakılmış mıdır?

Veya o statüko başka nasıl bozulabilirdi?

Götürdüğünüz kamu hizmetleri yakılıp yıkılıyor...

Halkın her tabakası aynı vergiyi verirken, bir kesim "biz gökten zembille indik, vermeyiz" diyor...

Halkın her tabakası askerlik hizmeti görürken, bir kesim "biz kutsanmışız, gitmeyiz" diyor...

Kurduğunuz askeri birlikler katlediliyor, yok ediliyor, yakılıyor...

Adamlar, Ülkenin bütünlüğünün göbeğinde, güya "Bağımsızlık" ilan ediyorlar!

Hangi devlet izin vermiş şimdiye kadar böyle bir eyleme?

Hangi devlet tanımış?

"Aman efendim, tam da göbeğimde bağımsızlık ilan ettin, bak ne de yakıştı, alnından öperim ben senin" diyen var mı?

Bana örneğini ve çaresini gösterin...

Bu yapı nasıl yok edilebilirdi?

Bana çıkıp da:

"Aman efendim, siyasetçilerin hiç mi suçu yok, ağalık sistemini onlar da sürdürmedi mi, nemalanmadılar mı?" demeyin...

Sene 1937-1938...

1950lerden söz etmiyoruz...

Hatay'ın Anavatan'a katılması süreci...

2. Dünya Savaşı'nın hemen öncesi...

ve devletin, bütün aşiret yapısını yok etmeye kararlılıkla yöneldiği,

Egemenliği halka teslim etmekte kararlı olduğu dönemlerden...

Dersim, eğer bir kanın hesabını soracaksa

Bunu öncelikle, devlete başka çare bıraktırmayan o Aşiret yapısından ve o yapıya dayalı kültüründen,

Ağaya teslimiyeti öngören o kültürden ve kafa yapısından sormalı...

Ve bunu yapabildikten sonra devlete haklı ve hakkı olarak diyecek ki:

"Bak ben hesabımı sordum, hesabımı gördüm... Şimdi sıra sende, söyle bakalım sen neler yaptın ya da yapmadın... Hadi o statükoyu korumak için canını seve seve verenler ya da silah sıkanlar bir yana ama hiçbir şeyden habersiz bebeğin canının alınması emrini kim neden verdi? Ne istedi?"

Burada sorsak, birçok tartışmacı arkadaş hemen söyleyecektir ki:

"Aman efendim, aşiret yapısına biz de karşıyız..."

Hiç birbirimizi ve kendimizi kandırmayalım efendim...

Zerre kadar karşı değilsiniz...

Aşiret yapısının kendi hukuku ve dünya görüşü vardır.

Töredir bu...

Berdel'den tutun, Başlık parasına kadar...

Kan davasından tutun, tüm kültürel özelliklerine kadar hepsi bir bütündür...

Düğün dernekten, takı merasimine kadar...

Bir çocuğun nasıl yetiştirildiğinde, dünya görüşüne kadar hepsi...

Aşirete dayalı bir kültürden geliyorsanız,

O kültürün öngördüğü kafa yapısına ve geleneklere sahip olursunuz her açıdan...

Örneğin, eşitlikçi olursunuz ama kökeni Kürt olanlara daha bir eşit! olursunuz...

Yeterince açık ve net...

Sen aşiret yapısına karşıysan,

O yapıdan kaynaklanan bütün sorunları, parçalanmışlıkları da kabul edeceksin...

Sen Devrimci isen,

Toplumunun bu kültürel ve toplumsal aksaklıklarını kabul edebilecek kadar cesur olacaksın...

Sen Aydın isen,

Toplumunun bu yapıdan kurtulup, daha modern bir toplumsal bağı benimsemesi ve kendi öz kültürünü geliştirebilmesi için çaba harcayacaksın...

Aşiret yapısına sözde karşı olup,

Kantin Devrimcisi olup,

Kahvehane Aydını olup,

Üstüne o yaşananları dramatize edip

O statükoyu savunduğunda,

Çelişki ve kafa karışıklığı diyoruz biz buna

En iyi niyetle...

Dersim'i doğru okumak lazım...

Dersim sadece işine gelenlerin güdümünde, onların anladıkları ya da anlamak istedikleri gibi yorumlanabilecek bir olay değildir...

Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Ulusal Devrimi'nin en acı ve en kötü deneyimidir...

Ancak Ulusal Devrimin amacını ve kararlılığını da ortaya koyan en belirgin örneklerden sadece birisidir...

Ahmet Taner Kışlalı'nın bir sözü vardır:

"Eğer Türkiye'de bir Din Devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal'e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.Eğer Türkiye'nin bir bölgesini ayırıp ırkçı bir devlet kurmak peşindeyseniz, Mustafa Kemal'e saldırmanın elbette ki tutarlı bir yanı vardır."

Eğer Türkiye'de Türk Ulusal Devrimi'ni ve Çağdaş Uluslar Seviyesine çıkabilmeyi hala sindirememiş bir kesimden iseniz,

Dersim Olayı'na tek taraflı bakıp, Türkiye Cumhuriyeti'ni tek suçlu olarak ilan etmeniz elbette ki tutarlıdır...

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bir Devletin Devam ve Bekası, Adaletle mümkün olur.

Hz. Ali (r.a.)

 

Egemenliği, ağadan - paşadan - aşiret reisinden alıp halka teslim etmek kadar daha adil, daha eşitlikçi bir anlayış ve uygulama daha yoktur sanıyorum.

Dolayısı ile dediğinize katılıyorum.

Bir devletin bekası, ayrıcalık isteyen aşiret reislerinin ellerindeki yönetim ve egemenlik erkinin alınıp, halka teslim edilmesi ile sağlanacak olan adil yapı ile mümkün olur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dersim katliamini mesrulastirmak icin cok aydin gecinip olan biteni simdide asiret reislerinin üzerine atmaya basladik. Madem devlet orada asiret reisleri tarafindan kiskirtilan isyana karsiydida kac tane asiret yok edilmis acaba? Kac tane asiret reisi öldürülmüs ve halk ta bu sayede kurtulmus?

 

Herkesin bildigi tek gercek Dersim'de silahli, silahsiz, kadin erkek, yasli genci ve hatta cocuk dahi ayirmadan suclu sucsuz kacamayan herkes öldürüldü. Sonrada bildigimiz asimile politikalarinin geregi olarak bölge halkinin bir kismi Türk bölgelerine, anadoluya göce zorlandi.

 

CHP'nin gercek yüzü son olaylarla tamamen su üzerine cikmistir. Cok yakinda marjinal parti olmaktan asla kurtulamayacaklar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dersim katliamini mesrulastirmak icin cok aydin gecinip olan biteni simdide asiret reislerinin üzerine atmaya basladik. Madem devlet orada asiret reisleri tarafindan kiskirtilan isyana karsiydida kac tane asiret yok edilmis acaba? Kac tane asiret reisi öldürülmüs ve halk ta bu sayede kurtulmus?

 

Herkesin bildigi tek gercek Dersim'de silahli, silahsiz, kadin erkek, yasli genci ve hatta cocuk dahi ayirmadan suclu sucsuz kacamayan herkes öldürüldü. Sonrada bildigimiz asimile politikalarinin geregi olarak bölge halkinin bir kismi Türk bölgelerine, anadoluya göce zorlandi.

 

CHP'nin gercek yüzü son olaylarla tamamen su üzerine cikmistir. Cok yakinda marjinal parti olmaktan asla kurtulamayacaklar.

 

Kimse birşeyi meşrulaştırmak peşinde değil.

Ortada var olan şey:

Devrim gerçekleştirmiş olan,

Benzer isyanlardan dolayı dili yanmış olan,

Örneğin, Şeyh Said isyanı ile Musul ve Kerkük'ü kaybetmiş olan,

Bu isyan yüzünden de Hatay'ın topraklara katılması süreci tehlikeye girmiş olan Yeni Türk Devletinin

Zaten meşru olan bir hakkını gerçekleştirmiş olmasıdır...

 

Zaten meşru olan bir eylemi, tekrar tekrar meşrulaştırmak gibi bir çabaya da girişilemez...

 

Siz istediğiniz kadar kabullenemeyebilirsiniz.

Gerçekler ortadadır, açık ve nettir...

 

Dilinize "Asimile Politikası"nı dolayıp durmuşsunuz.

Yine Dersim'de halkı bu söylemler ile arkasına alan ve kandıran ağaları andırıyor bu söyleminiz.

 

Peki madem devlet Asimile politikası güdüyordu;

Halkı, bulundukları bölgeden dağıtma kararları niçin sadece o isyanların çıktığı bölgelerde uygulandı da

Diğer, isyan çıkmayan bölgelerde uygulanmadı?

Bir devlet, bir kitleyi asimile edecekse, bunu topyekün yapar.

Öyle taksit taksit yapmaz.

Nüfusun dağıtılmasına bakın;

Şeyh Sait isyanı çıkmış, ardından o isyanı destekleyen aşiretler dağıtılmış...

Dersim isyanı çıkmış, ardından o isyanı destekleyen aşiretler dağıtılmış...

Ağrı isyanları çıkmış, ardından o isyanı destekleyen aşiretler dağıtılmış...

 

Dersim İsyanı, kim ne derse desin, elindeki Aşiret Gücünü ve zamanında edinmiş olduğu ayrıcalıkları kaybetmeyi göze alamayan Aşiret Reislerinin ve onların kandırdıkları, korkuttuklar ve bu sayede siper olarak kullandıkları kitlenin neden olduğu bir isyandır.

 

O Aşiretler dağıtılmayacaktı da ne yapılacaktı?

"Ya ben bu isyanı bastırdım ama bu habire isyan çıkarmayı adet edinmiş olmanıza ve istediğiniz ayrıcalıklarınızda ısrar etmenize ve sizi dağıtmadığımda yine isyan çıkaracağınızı biliyor olmama rağmen, ileride bakkalci adlı bir arkadaş sırf rahatsız olmasın diye sizi dağıtmayacağım"mı diyecekti devlet?

 

O aşiret yapısını sürdürmeye göz mü yumacaktı?

 

Dersim'in deneyimleri bellidir.

Osmanlı bile o yapıya yönelik girişimlerde bulunmuş, fakat dağıtmadığı için hep isyanlar tekrar etmiştir.

Demek ki tek çözüm, o aşiretleri, o halkı dağıtmaktır.

 

Diyorum size, orada o yapıyı bozmanın başka çaresi var idiyse, gösterin...

 

Devrim yapılıyor diyoruz...

Neymiş efendim;

Dersim, eskiden Ocaklıkmış, Yurtlukmuş...

Kendisine has bir yapısı varmış...

Hadi hemen gidelim, o nostaljiyi koruyalım!

Devrim mi yapılmış;

Geçmişten gelen ilkel aşiret yapıları yok mu edilecekmiş,

Egemenlik ağadan, paşadan alınıp halkın kendisine mi teslim edilecekmiş,

Aşiret Reisinin elindeki topraklar, o topraklara emek veren halka mı verilecekmiş,

Aşiret Reisinin sömürdüğü halk, özgürlüğüne ve egemenliğine mi kavuşacakmış...

Hiiiç önemi yok...

Yeter ki o nostalji yaşasın...

Ne de olsa taa eskiden beri özerkmiş ya orası, öyle de kalıversinmiş efendim, ne var yani...

Altı üstü Dersim kadarcık bir yer yani...

Orası da ayrıcalıklı oluversin, di mi?

Oldu canım...

 

Derdiniz;

Var olan statükoyu korumak,

Halkın özgürleşmesini değil de egemenliğin aşiretlerde olması durumunun sürdürülmesini savunmak ise

Bu konuda söylediklerinizde elbette ki tutarlısınız...

Fakat haklı değilsiniz...

 

 

Kim ne derse desin;

Ortada,

Egemenliği halka teslim etmek uğruna yüzlerce yıllık padişahlık ve halifelik makamlarına bile son verebilmiş,

Dini güdümün ve sömürünün sona erdirilmesi için bin yılı aşkın kökenleri bulunan tekke ve zaviye geleneğine bile son verebilmiş

Bir Devrim bulunmaktadır...

 

Halkı, yönetimde egemen kılmak için, Aşiretlere ve o statükoyu sürdürmek için canını ortaya koyanlara da prim verecek değildir.

Hiçbir Devrim de bunu yapmış değildir.

Ne Fransızlar acımışlardır statükoculara, ne Ruslar...

Siz çocuk oyuncağı sanıyorsunuz sanırım Devrim'i...

Öyle güllük gülistanlık değildir...

Acı ve kanlı bir yüzü elbette ki var...

 

Demiyorum ki, orada "katledilmiş" bebeklerin hesabı sorulmasın...

Demiyorum ki, orada "katledilmiş" masum insanlar varsa hesabı sorulmasın...

Fakat o yapı yıkılmalı idi arkadaşlar...

O yapıyı canı pahasına savunan insan ile o bebeği bari aynı kefeye koyup da

O bebeğin hakkını sorarken, o aşiret yapısını dramatize etmeyin, sömürmeyin...

Dersim Harekatının şiddetini eleştirebilirsiniz ve hesabını sorabilirsiniz...

Fakat o yapının bozulmasının nedeni ne ırkçılıktır, ne asimilasyondur, ne soykırımdır...

Kendinizi kandırmayın...

O halkın dağıtılmasının tek nedeni;

O ilkel aşiret yapının kırılmasının tek çaresinin bu olmasıdır...

Dersim'in tarihine bakın, bundan başka bir gerçeklik göremezsiniz...

 

Haberiniz yok mu?

Devrim, kendi çocuklarını bile yer...

Bakın modern toplumsal yapıların patlama noktası, esin kaynağı olan Fransız Devrimi'ne...

Görürsünüz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

CHP özüne rücu etti’ yani açıkçası (Takke Düştü,Kel Göründü)

 

CHP’ye göre, nasıl ki emperyal ordulara karşı bir Kurtuluş Savaşı yürütüldü ise Dersim ve diğer olaylarda da görüldüğü gibi, iç düşmanlara karşı da benzer bir savaş yürütülmesi gerekiyordu. Bu mantığa göre; Kürtler, Aleviler ve diğer tüm farklılıklar, zaten potansiyel olarak iç düşmandırlar. Ve eğer devletin dayattığı tek tip kalıbı reddederlerse, korkunç katliamlarla bastırılmaları işin doğası gereğidir. Söylediklerinin anlamı şudur: ‘Kürt sorunu konusunda da aynı yöntem kullanılmaya devam edilmelidir. Kesinlikle, diyaloga-barışçıl ve siyasal çözümlere karşı her türlü müdahale yapılmalıdır. Bu müdahaleler; talepler, bastırılıncaya kadar devam etmelidir.’ Açıktır ki; bu zihniyet, tek parti döneminin otoriter zihniyetinin ta kendisidir. CHP’nin sosyal demokrasiden bağlarını tamamen kopardığını yıllardan beri biliyorduk. Fakat, bu kadar açık-seçik bir şekilde özüne rücu ettiğine biz de ilk kez tanık olduk.”

şimdide bizlere gerici diyenler,asıl gericilik olan bu örümcek kafalıları bize savunmaya çalışıyorlar....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

anladığımız kadarı ile bazılarımız "söz konusu devrim ise gerisi teferruattır","devrim yapılacaksa her yol mubahtır" düsturunu şiar edinmiş.

 

ne güzel.

 

bu soruyu ya şimdi sorucağız ya da sonsuza dek susacağız.(cevap verilme mecburiyeti yoktur)

 

malumunuz forumda ateşli bir biçimde savunulan akp iktidarının yeşil devrimi

 

akp her yolu deniyor-muş

akp hak hukuk gözetmiyor-muş

akp muhalifleri gazla zehirlemesede hapse atıyor-muş vs.

 

ee o halde ne kendinizi paralıyorsunuz, adamlar devrim yapıyor.

devrimde her yol mubah ise nedir itiraz ?

sana yapıldığında işgaldir, suçtur, yazıktır-günahtır

başkasına yapıldığında devrimdir, legaldir, gereklidir

 

Bu ne yaman çelişki anne ? (kulakların çınlasın ahmet kaya)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sapla samani birbirine karistirma özelligi belirli bir kesime özgü davranislardir.Mustafa Kemal'in yaptigi devrimi,AKP'nin bölücü siyaseti ile bir tutmak alisilagelmis hastaliklardan biridir.Ve öyle bir hazimsizlik var ki adini koymasalarda acik acik söylüyorlar.Bu devletle sorunlari olanlar hep olmustur,devletle sorunlu olmak devleti yikmayi gerektirmez.Devletle sorunlari olanlarin söylemeye cesaret edemeseler bile Lozan ile sorunlu olduklari asikardir.Lozanla sorunlari olanlarin neden hep demokrasi,insan haklari kavramlari arkasina saklandigini biliyoruz bu nedenle bunlari önemsemeyi abesle istigal olarak görüyorum.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

anladığımız kadarı ile bazılarımız "söz konusu devrim ise gerisi teferruattır","devrim yapılacaksa her yol mubahtır" düsturunu şiar edinmiş.

 

ne güzel.

 

bu soruyu ya şimdi sorucağız ya da sonsuza dek susacağız.(cevap verilme mecburiyeti yoktur)

 

malumunuz forumda ateşli bir biçimde savunulan akp iktidarının yeşil devrimi

 

akp her yolu deniyor-muş

akp hak hukuk gözetmiyor-muş

akp muhalifleri gazla zehirlemesede hapse atıyor-muş vs.

 

ee o halde ne kendinizi paralıyorsunuz, adamlar devrim yapıyor.

devrimde her yol mubah ise nedir itiraz ?

sana yapıldığında işgaldir, suçtur, yazıktır-günahtır

başkasına yapıldığında devrimdir, legaldir, gereklidir

 

Bu ne yaman çelişki anne ? (kulakların çınlasın ahmet kaya)

Anladığınız kadarıyla ne kadar anlamlandırabildiğiniz ortada...

Yazdıklarımın ne kadarını anlamlandırabildiğinizi tartışmıyorum bile...

 

Tek söyleyeceğim şey;

"Devrim için her yol mübahtır" diyen bir kimsenin, iletimin şu alıntısındaki ifadeyi dile getiremeyeceğidir:

 

Demiyorum ki, orada "katledilmiş" bebeklerin hesabı sorulmasın...

Demiyorum ki, orada "katledilmiş" masum insanlar varsa hesabı sorulmasın...

Fakat o yapı yıkılmalı idi arkadaşlar...

O yapıyı canı pahasına savunan insan ile o bebeği bari aynı kefeye koyup da

O bebeğin hakkını sorarken, o aşiret yapısını dramatize etmeyin, sömürmeyin...

Dersim Harekatının şiddetini eleştirebilirsiniz ve hesabını sorabilirsiniz...

Fakat o yapının bozulmasının nedeni ne ırkçılıktır, ne asimilasyondur, ne soykırımdır...

Kendinizi kandırmayın...

O halkın dağıtılmasının tek nedeni;

O ilkel aşiret yapının kırılmasının tek çaresinin bu olmasıdır...

Dersim'in tarihine bakın, bundan başka bir gerçeklik göremezsiniz...

 

İfadeleri işinize geldiği gibi eğip bükmeyin...

Ben masum insanların hesabı sorulmasın mı dedim?

Öldürülenlerin hepsi, öldürülmeyi haketmiştir mi dedim?

 

Hatta önceki iletime bakarsanız, öldürülmüş o bebeklerin ve masum insanların katledilişlerinden

Hem Aşiret Ağalarının ve hem de o emri verenlerin ya da vermek zorunda kalanların sorumlu olduğunu açıkça ifade ettim...

İnsanları, söylemedikleri ile itham etmenin etik olmadığını düşünüyorum...

 

Benim karşı çıktığım şey;

O öldürülmüş insanların masumiyetine sığınıp,

Dersim isyanını çıkaranları haklı kılmaya,

O isyanın toplumsal ve örgütsel nedenlerini haklı kılmaya,

O yapının dağıtılma amacını ve Devrimi haksız kılmaya çalışmak,

Yani statükocu davranmaktır...

 

Yazdıklarım ve ifadelerim oldukça açık ve nettir...

 

Ne yazık ki Devrim'in kanlı bir yüzü vardır...

 

Ayrıca sizin örneklediğiniz yapı bir "Devrim" değil "Karşı Devrim"dir...

Örnek verecekseniz, bari gerçek bir Devrim örneği verin de doğru olsun...

 

Artık vicdanınız çerçevesinde istediğiniz anlama sokabilirsiniz söylediklerimi;

Bunu sizin samimiyetiniz belirler...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Anladığınız kadarıyla ne kadar anlamlandırabildiğiniz ortada...

Yazdıklarımın ne kadarını anlamlandırabildiğinizi tartışmıyorum bile...

 

Tek söyleyeceğim şey;

"Devrim için her yol mübahtır" diyen bir kimsenin, iletimin şu alıntısındaki ifadeyi dile getiremeyeceğidir:

 

anlattığınız kadarı ile ne kadar anlatabildiğiniz ortada

yazdıklarınızın ne anlattığını bencede tartışmaya gerek yok.

 

İfadeleri işinize geldiği gibi eğip bükmeyin...

Ben masum insanların hesabı sorulmasın mı dedim?

Öldürülenlerin hepsi, öldürülmeyi haketmiştir mi dedim?

 

Hatta önceki iletime bakarsanız, öldürülmüş o bebeklerin ve masum insanların katledilişlerinden

Hem Aşiret Ağalarının ve hem de o emri verenlerin ya da vermek zorunda kalanların sorumlu olduğunu açıkça ifade ettim...

İnsanları, söylemedikleri ile itham etmenin etik olmadığını düşünüyorum...

 

kimsenin bir şeyi eğip bükdüğü yok. bir kimseye cevap yazıyor isek ya ismini(nick) kullanırız yada bu iletide olduğu gibi alıntı yaparız

üstünüze alındığınıza göre yazdıklarınızda baskın olarak "devrim varsa..." ifadesini anlatmaya çalışmışsınız aksi olsaydı üstünüze alınmamanız gerekirdi.

 

 

Ayrıca sizin örneklediğiniz yapı bir "Devrim" değil "Karşı Devrim"dir...

Örnek verecekseniz, bari gerçek bir Devrim örneği verin de doğru olsun...

 

 

gerçek devrim sahte devrim ayrımı nasıl oluyor ? gerçek devrimde atatürk hologramı, renk değiştiren mürekkep filan mı var ?

 

 

Artık vicdanınız

evet vicdanımız

bu ülke, ait olduğu ırk kendi tercihi bile olmayan 12 yaşındaki çocuğa bir şarjör mermi boşaltmış kolluk kuvveti için "canını savunuyordu", "o da taş atmasaydı" diyebilen vicdanlara sahip.

o günde çoluk çocuk gözetmeden aynı b*ku yedi bu devlet otoritesi bu günde, o günkü zihniyetle bu günkü zihniyet arasında bir fark olduğunu zannetmiyorum

sorun bakalım vicdanınıza "ben hangi taraftayım" diye

cevaplasın.

 

konuyu uzatmanın da alemi yok

o günün cevabı bu günde saklı

bu gün olduğu gibi o günde devlet baba kürt oğluna bak kürt oğlum, laik-türk oğlum ne kadar akıllı bir sözümü iki etmiyor sende kardeşin gibi ol dedi

kürt oğlu ise yok istemez kalsın dedi baba önce kendisi uğraştı sonrada laik-türk kardeşi düşman etti

bütün mesele üniter devletin doğu halkına diş geçirebilme uğraşı

devrimMUŞ yersen!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eğer Türkiye'de Türk Ulusal Devrimi'ni ve Çağdaş Uluslar Seviyesine çıkabilmeyi hala sindirememiş bir kesimden iseniz,

Dersim Olayı'na tek taraflı bakıp, Türkiye Cumhuriyeti'ni tek suçlu olarak ilan etmeniz elbette ki tutarlıdır...

 

Devrim demek baska bir halki zorla Türklestirmek degildir. Cagdas olmakta asla irkcilik ve asimilasyonculukta degildir.

 

Dersim katliamiyla "devrim" ve "cagdasligin" ne alakasi varki? Hakkini arayan her vatandasa ve toplumlara bir kilif uydurmak cok kolay.

 

Hicbir akli basinda bir insan cagdasliga ve devrimcilige karsi gelmez. Ama devrimcilikte asla irkcilik ve baska uluslari inkar etmek degildir. Burada elma ile armutu birbirine karistirip konunun yörüngesini degistirmeye hic gerek yok. Dersim katliamiyla bölgede "devrimmi" yapildi? Eger öyleyse, nerede toprak reformu? Sakin Kürt'ler asiretlerin arkasinda oldu demeyin gene. Madem ordu Dersim'e cikartma yapti ve cagdaslik icin asiretlerin etkisini yok etmeye gittiyse, nerede bu cagdaslik? Asiretler yokmu edildi orada? Bu aynen Amerikanin Irak'a demokrasi ve özgürlük getirisine benziyor. Dersim katliamindan sonra ve öncesinde devlet neden toprak reformu yapmadi doguda? Hicbir zaman halk kendisini ezeni desteklemez. Dolayisiyla doguda asiretler hala varligini sürdürüyorsa bu devletin onlara vermis oldugu destekten kaynaklaniyor, bölge halkinin onlara kölelik yapmak istediklerinden degil.

Türkiye'de Türk kelimesinden baska bir kelimeyi icine sindiremeyenler var. Sorunda buradan kaynaklaniyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

anladığımız kadarı ile bazılarımız "söz konusu devrim ise gerisi teferruattır","devrim yapılacaksa her yol mubahtır" düsturunu şiar edinmiş.

.

.

.

Bu ne yaman çelişki anne ? (kulakların çınlasın ahmet kaya)

 

 

Bunlarınki Ben yaptım oldu mantığıdır....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gandi lakaplı Kemal Kılıçdaroğlu, Öymen’in Dersim gafını Meclis’te alkışladı. Ardından Tunceli’de Öymen’e “Gereğini yap” dedi. Şimdi de “O iş artık bitti” demekle yetiniyor.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir günü diğerine uymuyor. Meclis sıralarından CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen'in Dersim katliamını haklı gösteren sözlerine alkış tutan Kılıçdaroğlu, Tunceli'de istifa çağrısı yapmıştı. CHP grubuna katılmayarak protesto yaptığı düşünülen Kılıçdaroğlu, sanılanın aksine sadece yorgunmuş.

 

CHP'li Onur Öymen'in demokratik açılıma muhalefet etmek için verdiği “Dersim'de analar ağlamadı mı” örneği kamuoyunda büyük tepkiyle karşılanmıştı. Öymen'e tepki gösterdiği düşünülen Kılıçdaroğlu'nun son açıklaması da tepki görecek cinsten.

 

BU BİR PROTESTO DEĞİLDİ

 

“Dersim'de analar ağlamadı mı?” dediği için Öymen'e istifa çağrısı yapan Kılıçdaroğlu, dün Meclis'te kendisine yöneltilen sorulara partisiyle ilgili bir problemi olmadığı yönünde cevap verdi. Grup toplantısına katılmamasının sessiz protesto ya da istifa edeceği şeklinde yorumlandığı yönündeki soruları cevaplayan Kılıçdaroğlu, annesini kaybettiğini hatırlatarak, “Bu bir protesto değildi, yorgundum gelemedim” dedi. İstifa edip etmeyeceğine yönelik soruya ise “Yok öyle birşey. Partimlede de küskünlüğüm yok. O iş artık bitti. Misyonumuz partiyi zayıflatmak değil, güçlendirmek” yanıtını verdi.

 

KATLİAM ONA ANLATILMIŞTI

 

1937-1938 Dersim olaylarını anlatırken “Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler” diyen eski bakanlardan İhsan Sabri Çağlayangil'in bu sözleri kendisi de Tuncelili olan Kemal Kılıçdaroğlu'na anlattığı ortaya çıktı. Ses kaydı internet sitelerinde bulunan röportajı iddiaya göre Kılıçdaroğlu eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aracılığıyla 1987 yılında Çağlayangil'in Bursa'daki evinde yaptı. İddia sahibi Tunceli eski Baro Başkanı avukatı Hüseyin Aygün bu bilgiyi bizzat bir yıl önce Tunceli'ye gelen CHP'li Kemal Kılıçdaroğlu'ndan duyduğunu söyledi.

 

'Vekil kalmak derdindeler'

 

Bir dönem CHP Genel Sekreterliği yapan ve özellikle seçim anketleriyle gündeme gelen Tarhan Erdem, Onur Öymen'in sözlerinin ardından partide yaşananlar için “CHP'nin hali yürekler acısı. Tekrar milletvekili olmak istedikleri için kimse muhalefet etmiyor” dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Laf ola beri gele,agizlarina pelesenk etmisler.Ülkeyi bölme cabalarini hak arama cabalari,karsi müdahaleyide susturma eylemi olarak lanse etmekten yorulmadilar.

Sunu herkesin bilmesinde yarar vardir özellikle,demokrasiyi,insan haklarini sakiz gibi kullananlarin bilmesi gerekir ki;Türkiye'de yasayan hicbir etnik kökeni hickimse ic düsman olarak görmemektedir;bu ic düsman tanimlamasi sadece belirli amaclari olanlarin daha dogrusu art niyetli olanlarin kullandigi ve Türk ulusuna mal etmeye calistigi bir tanimlamadir yani yavuz hirsiz hesabi!

Türkiye'ye vatandaslik bagi ile bagli olan herkes esittir.Bu esitligi, ülkenin cikarlarina aykiri davrananlar,ülkeyi ayristirmaya, bölmeye calisanlar icin kabul etmeyi beklemek ihanetle isbirligi yapmak demektir.Bu ülkede belirli bir kesim daha dogrusu Kürtcülük yapan kesim tarih boyunca dis güclerle isbirligi yaparak,hak ve hukuk yalanlarinin arkasina siginip toprak kapma sevdasinda olmustur.Bu sevda icin heryolu mübah saymis kan dökmekten cekinmemis,karsi güc kullananlari ise fasistlikle suclayip zeytinyagi gibi su yüzüne cikmaya calismislardir.Bunlarin disinda Türkiye Cumhuriyeti Devletinde hicbir etnik azinliga karsi güc kullanilmamistir.Tarihi carpitarak biryerlere varmaya calismak bulanik suda balik avlamaya benzer.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kimsenin bir şeyi eğip bükdüğü yok. bir kimseye cevap yazıyor isek ya ismini(nick) kullanırız yada bu iletide olduğu gibi alıntı yaparız

üstünüze alındığınıza göre yazdıklarınızda baskın olarak "devrim varsa..." ifadesini anlatmaya çalışmışsınız aksi olsaydı üstünüze alınmamanız gerekirdi.

İletinizi bana gönderme yaparak yazdığınız bellidir.

Sizin ve Bakkalci'nin iletilerindeki söylemlere yeterli yanıtı zaten vermiş bulunuyorum.

Aynı şeyleri tekrar edip, asıl konuyu uzağa ötelemenin alemi yok.

İletilerinizin, konunun başından beridir söylenen; fakat altı, gerçeklikler ile doldurulamayan ifadelerdir.

 

Olay, Devrim gerçekleştirmiş ve egemenliği halka mal etmek amacında olan bir devlet karşısında

Hala ilkel bir toplumsallaşma örneği gösteren aşiretlerin,

Kendilerinin kayırılma ve ayrıcalıklarının sürdürülmesi koşullanmışlıklarının katılaşmasına verilen

Meşru bir karşılıktan ibarettir.

 

Daha önceki yazdıklarım oldukça açık ve nettir.

 

Siz bunu istediğiniz kılıfa bürüyerek tanımlamaya çalışabilirsiniz.

 

Devrim'in ne olup olmadığı oldukça açık ve nettir.

Muhammed Peygamber'in gerçekleştirdiğinden tutun, Çin Devrimi'ne kadar

Hangi Devrim'i ele alırsanız alın,

Farklı birşey göremezsiniz...

 

Karşı Devrim'in ise ne olduğu bellidir.

İran'ın Gerçekleştirdiği sözüm ona "İran İslam Devrimi", tam anlamı ile bir Karşı Devrim'dir.

Devrim, yalnızca var olan, ancak çökmekte olan sistemin çökertilip, yerine yenisinin kurulması değil;

Aynı zamanda çağdaş, ilerici ve modern bir yapının da kurulması demektir.

 

Kürt Aşiretlerinin ve bu kaynaklı o itaatkar yönetim kültürünün statükosunu savunabilen kimse de Devrimci değildir.

 

Arkadaş bana sormuş ki;

"Devlet neden aşiretleri kaldırmadı" diye...

Bunun nedeni çok açık:

Kürtler'in o kastettiğiniz kesimi (hepsi değildir);

Dersim'de aşiret reislerinin güdümünde yaşayan halk nasıl ki o reisler ve o sistem için canlarını verebilmişlerse

Aynı boyundurukta/kültürde yaşamak için, aynı kararlılığı!/rızayı göstermiştir de ondan...

Uygarlaşmayı ve egemenliği kendi ellerine alabilmeyi kavrayamamışlardır da ondan...

 

Söylemlerinizin yeterli verimlilikte olmadığını ve bundan hareketle, tartışmanın bundan sonrasının da bana bir verim sağlayamayacağını düşünüyorum.

Size iyi tartışmalar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.