Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:
Sayin dogrucudavut

 

Lazcada soylenemiyor olablir ama lazca sanirim kurtce uzerinde daha bir fazla duruldu haa Zugasi Berepe guzel yapmamismi lazca soylemekle bence cok guzel yapmis cunku yasaklar ozentileri kendileriyle beraberinde getirir ve halki o yasaga cignemesini egimler nitekim suanda turkiyedede bu yasanmaktadir... Ne mutlu turkum sozunu elbette daha once konustuk ve sizinle ayni fikirde oldugumuda ozaman belirtmistim Eger dikkatli okusaydiniz ben bu soruyu suhedaya yoneltmistim milliyetciyim diyip arkasindan ne mutlu turkum diyeneyi referans olarak gostermesi bana gore yanlis Milliyetciysen saygi duyulur sebeplerini belirtir yada belirtmezsiniz bu sizi ilgilendirir ama nemutlu turkum diyene sozunu referans gostererek savunma benim fikrimce yeterli bir neden degildir her ne mutlu turkum diyene milliyetci degildir..

saygilar

 

Sn. Yakışıklı,

 

O yasak saçma bir yasaktı zaten daha önce de söylemiştim. Kürtçe üzerinde fazla durulması da terör bölgesinde olmalarındandır. Yoksa çok net hatırlıyorum mesela o dönem İstanbulda otobüslerde, trende falan gayet yüksek perdeden Kürtçe konuşuluyordu, kimse de bir şey demiyordu ( gürültüden başı şişenler hariç ), tutuklananı da görmedim. Biliyorsunuz adab-ı muaşeret kurallarında başkasının yanında anlamadığı bir dil konuşmak da ayıptır, insana kendi hakkında konuşuluyor zannı verebilir, küfür mü ediyorlar gibi... :) , bu anlamda rahatsız olanlar da olmuş olabilir, yaşlı amcalar gibi...

 

Ne mutlu Türküm sözünün de, hem Türk hem de Kürtlerden bazıları tarafından yanlış anlaşılabildiğini de daha önce söylemiştim ve en bariz örnek olarak da başbakanımızı vermiştim. Eğer milliyetçilikten anladığınız Atatürk milliyetçiliği ise de bu söz o anlamda milliyetçiliği tanımlayan bir sözdür. Sanırım Sn. Şuheda da bu anlamda söylemiştir.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sayin Dogrucudavut

 

Ataturk milliyeciligi altinda malesef ulkemizde her onune gelen kendi cikarlari dogrultusunda milliyetciligi savunmaktadir ve sundanda eminimki 70 milyonun 90% Ataturkun milliyetciligini bilmemekte bildigini sanar ama sorsan ilk soyleyecegi sey turkculugu savunmak olacaktir ve onlarin mentalitelerine gorede ne mutlu turkum demeyen turk degildirki buda bana gore cok sacma cunku insanin icindeki milli duygulari illaki disa vurmasi gerekmiyor nihayetinde ulkemizde goruyoruz ne mutlu turkum deyipde ardindan cevrilen ali cengiz oyunlarini.. Bana gore insanlarimiz gecmiste yaptigimiz hatalarla yuzlesmekten kaciniyor hata biz insanlara mahsustur onemli olan bu hatalarimdan bireyler olarak ders cikarmaktir ... buyuksehirlerde 70 millet bir arada yasamakta hangi birini uyaracaksinizki mesela biz avrupada bangir bangir turkce konusuyoruz bize ters bakanlara cevap veriyoruz bizim yaptigimiz nekadar dogru onlarin yaptiklari nekadar yanlis tartisilir elbette hatta.. Bir defasinda otobuste iken bir kiz geldi otobuse biner binmez bagira bagira konusuyor konusmak ne kelime resmen agza alinmayacak kufur ediyor bir erkek olarak ben oyle kufur etmemisimdir bugune kadar ama ikaz eden olmadi bu sadece onun ailesinin verdigi terbiyeyle alakalidir yoksa herkes istedigi dilde konusmakta ozgurdur benim dusunceme gore bu bir kurt icinde gecerlidir turk icinde laz icinde kisaca tum insanlar icin gecerlidir

Gönderi tarihi:
Sevgili suheda...

Ve Sayın Dogrucudavut....

.

.

.

Saygılar...

DİPNOT...

 

 

İyi de Sn. Dipnot, biz de bunları anlatmaya çalışıyoruz zaten. Sağolun siz toparlamışsınız ama bir önceki yazınızda değişen, globalleşen(!) dünyada, evrensellikten, kardeşlikten, milletlerüstü, milletlerötesi gibi post modern kavramlardan bahsedip, sözü mikromilliyetçiliğe ve Kürtlerin haklarına getirmişken şimdi ulusal solu savunuyorsunuz.

 

Sizce, Atatürk milliyetçiliğinde size ters gelen nedir, vermek istediğiniz mesaj nedir, pek anlaşılmıyor. Biraz daha açabilirmisiniz, belki de aynı şeylerden sözediyor, aynı şeyleri savunuyoruz. :) Saygılar.

Gönderi tarihi:
Sayin Dogrucudavut

 

Ataturk milliyeciligi altinda malesef ulkemizde her onune gelen kendi cikarlari dogrultusunda milliyetciligi savunmaktadir ve sundanda eminimki 70 milyonun 90% Ataturkun milliyetciligini bilmemekte bildigini sanar ama sorsan ilk soyleyecegi sey turkculugu savunmak olacaktir ve onlarin mentalitelerine gorede ne mutlu turkum demeyen turk degildirki buda bana gore cok sacma cunku insanin icindeki milli duygulari illaki disa vurmasi gerekmiyor nihayetinde ulkemizde goruyoruz ne mutlu turkum deyipde ardindan cevrilen ali cengiz oyunlarini.. Bana gore insanlarimiz gecmiste yaptigimiz hatalarla yuzlesmekten kaciniyor hata biz insanlara mahsustur onemli olan bu hatalarimdan bireyler olarak ders cikarmaktir ... buyuksehirlerde 70 millet bir arada yasamakta hangi birini uyaracaksinizki mesela biz avrupada bangir bangir turkce konusuyoruz bize ters bakanlara cevap veriyoruz bizim yaptigimiz nekadar dogru onlarin yaptiklari nekadar yanlis tartisilir elbette hatta.. Bir defasinda otobuste iken bir kiz geldi otobuse biner binmez bagira bagira konusuyor konusmak ne kelime resmen agza alinmayacak kufur ediyor bir erkek olarak ben oyle kufur etmemisimdir bugune kadar ama ikaz eden olmadi bu sadece onun ailesinin verdigi terbiyeyle alakalidir yoksa herkes istedigi dilde konusmakta ozgurdur benim dusunceme gore bu bir kurt icinde gecerlidir turk icinde laz icinde kisaca tum insanlar icin gecerlidir

 

Sn. Yakışıklı,

 

Ben Türk dili dışındaki dillerin kağıt stünde yasak olduğu 80 döneminden İstanbul için örnekler verdim. Aynı yazımı Kürtçe yerine Arapça, Lazca koyarak da okuyabilirsiniz. Yani, o dönem dil yasağının terör bölgesi dışında uygulanmadığını gösterdim. Bugün de zaten herkes özgürce istediği dili konuşuyor, buna engel olan da yok. Atatürk milliyetçiliği yerleşmelidir, milletin %100'ü bunu anlamalıdır, anlatmalıyız. Bu çok zor bir şey değil, Ne Mutlu Türküm Diyene! Bu kadar basit. Burda ırksal bir atıf,gönderme yok. Madem Almanyadan örnek verdiniz, bir örnek de benden: Almanyada tanıdığım bir çok Macar kökenli, Polonya kökenli, Çek kökenli insan Almanız diyor. :)

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Almanyada tanıdığım bir çok Macar kökenli, Polonya kökenli, Çek kökenli insan Almanız diyor.

Aksi halde Amerika diye birşey kalmazdı. Amerikadaki herkes Amerikanım demese de hepsi kökenine tutunmaya çalışsa, Amerikanın işi bayağı bir zordu!

 

Bunlar ihanet tuzakları, bunlar satılmışlık, bunlar piyonluk, taşeronluk... Başka hiç bir şey değil! Ele veriri talkını, kendi yutar salkımı oyununu göre göre bu kadar da oltaya, yeme gelinmez ki! Bu kadar da her yeme atlamaya hazır beklenmez ki! Atladıkları her yemde boğazlarına iğne takıldı, hâla yeme atlıyorlar. Kullanılmak ruhlarına işlemiş bunların. Töre diye diye, ağa boyunduruğunda maraba olmak genlerine kadar girmiş. Başka açıklaması yok!

Gönderi tarihi:
Sevgili suheda...

Sizin milliyetçi olduğunuzu biliyoruz...

Fakat en önde giden olduğunuzu bilmiyorduk...

Bunu da öğrenmemiz iyi oldu...

Neden?...

Çünkü; Milliyetçilikte önde giden birine birkaç soru sormamız nacizhane hakkımızdır diye düşünüyorum...

 

Şimdi...

Biliyorsunuz...

Devlet tarihi bir olgudur...

Kent-devleti ve imparatorluklar gibi, millî devletler de tarihi olgulardır...

Dolayısıyla, milli devletler de değişmektedir/değişecektir; nitekim değişmektedir/değişecektir de...

Buradaya kadar doğrumuyuz...

Bana göre doğruyuz...

Global anlamda düşünelim şimdi...

Yine biliyorsunuz...

Birleşmiş Milletler gibi

- "milletlerarası" (international, yani aslında 'milli devletlerarası') örgütler ile birlikte varolmaya başlayan

- "milletlerötesi" (transnational, yani 'milli devletler ötesi') veya

- "milletlerüstü" (supranational, yani 'milli devletler üstü') oluşumlarla birlikte devlet niteliği taşımayan öznelerin de milletlerarası ilişkilerde ortaya çıkması gibi organize olgularla bugün karşı karşıyayız...

Bu durumda...

Türkiye halkının dünya halklarıyla, evrensel özgürlük ve adalet değerinin evrensel yurttaşlık anlayışıyla bütünleştirilmesine işaret eden bir yeni oluşumlar baktığımızda (Ki Milliyetçilik Alahine)...

1- Irkçılıkla uyumlu olan karşıtı "negatif milliyetçiliğe" tercih edilecek anlamına gelmeyecekmi sizce...

2- Ya da; Türkçülüğü her ne ırk ve azınlık olursa olsun Türk olmaya zorlamak gibi bir düşünce ile ya da ya da "millî menfaâtlerimizi de mi savunamayacağız!" türü yakınmalarla popülerliğini sürdürmeye devam mı edeceksiniz...

3- Günümüzde milliyetçiliğin bilinçli siyasi tasfiyesini içeren kozmopolit bir dünyâ demokrasisi için mücâdele edecek toplumsal-siyâsî hareketlerin gücü karşısına nasıl duracaksınız...

Saygılar...

DİPNOT..

Sevgili suheda...

Ve Sayın Dogrucudavut...

Hiç şüpheniz olmasın ki...

Bizler Atatür Milliyetçiliğinin ne olduğunu ve 'NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE' sloganının ne anlama geldiğini çok iyi biliyoruz...

Benim anlatmaya çalıştığım konu değişen dünya koşullarında günümüz Milliyetçiliği kavramının altını doldurmaktır..

Yoksa milliyetçilik artık ezberin çok üzerindedir...

 

Gelelim şu Milliyetçilik kavramının özüne...

Türkiye'de ulusalcı (milliyetçi) hareketler içinde hangi akımlar yer alıyor?...

1990 sonrasına baktığımız zaman sol, sosyal demokrat, merkez, merkez sağ gibi düşünce yelpazesi içinde bulunan milliyetçiler (ulusalcılar) yokmudur...

Vardır...

Hayrıca...

“Siyasal İslam” boyutunda Milli Görüşçülerin, “Batı karşıtı ve antiemperyalist dokusu içinde” milliyetçiliğin de belli ölçüde, dolaylı olarak bulunduğunu da görüyoruz...

Peki...

Burada kritik ayrım ne?...

Kritik ayrım şu...

- Soldan sağa şöyle bir bakarsak her yelpazede “kendisini milliyetçi (ulusalcı) olarak tanımlayan” pek çok çevre var...

Demekki herkesin kendine göre bir milliyetçilik anlayışı var...

Sorun ne peki...

Sorun şu...

Değerli arkadaşlar...

Gerçek ulusalcıları (milliyetçileri) ayırt edebilmek için, “emperyalizm karşısındaki duruşlarına bakmak gerekir”... ___ Bir sosyal demokrat, Türkiye üzerindeki emperyalist baskıya ses çıkarmıyorsa “ben ulusalcıyım demek hakkı olamaz”.

___ Merkez sağda bir siyasi parti BOP’u görmemezlikten geliyorsa “milliyetçiliği, fırsatçılıktan başka bir anlam taşımaz/taşıyamaz"...

___ Hele kimi çevrelerin “hukuk dışı yollarla iktisadi ve siyasi güç sağlamak amacı ile” milliyetçiliğin arkasına saklanmaları düpedüz sahteciliktir....

Süreç içinde siyasal İslamda ve sermaye çevrelerinde olduğu gibi milliyetçiliği (ulusalcılığı) kullanan naylon milliyetçiler çıkabilir. Bu tür çıkar amaçlı sahte milliyetçiler yanında, “El Kaide’nin üretilmesi gibi” Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’de üretilmiş “sahte milliyetçiler” de vardır.

Sahte milliyetçileri sıralarsak...

__1- 12 Mart darbesini yapan Amerikancı paşalar, “Amerikancı soğuk savaş milliyetçileriydiler”...

__2- 12 Eylül’ü hazırlayan “Amerika’nın çocukları”, (Bunlar kendilerini milliyetçiler olarak pazarladılar ve 12 Eylül “naylon milliyetçilerinin amacı”, 1961 Anayasası’nı ve katılımcı demokrasiyi ortadan kaldırarak gerçek milliyetçiliğin yolunu kesmekti...

Bunda çok başarılı oldular:

Neler yaptılar...

__1- Siyasal İslamın yolunu açarak cemaatlerin, tarikatların sisteme egemen olmasına yol açtılar.

__2- Uluslararası sermayeyi, onun ortaklığında eğitimden siyasete, sistemin ortasına Özal’la birlikte yerleştirdiler.

1990 sonrasında milliyetçi (ulusalcı) hareketler tekrar gelişmeye başladı. ABD ve AB olağanüstü bir saldırganlıkla, “adeta Türkiye’de sivil darbe yaparcasına” baskıya başladılar...

Peki hedef...

Hedefte, ulusalcılar (milliyetçiler) bulunuyor. Kimler kullanılıyorlar; işbirlikçi siyasal İslam, kimi sermaye çevreleri, kapitalist liberaller ve tabii bölücüler.

2008’de Türkiye, Batı’nın kuşatması altındadır. Türkiye’nin ele geçirilmesi için gerçek milliyetçilerin tasfiye edilmesi gerekiyor ve bunuda yapmaya başladılar...

Hayrıca şu BOB denen illetin de önündeki en büyük engel yine ulusalcılardır...

Tüm bu oyunlara karşı 2008’de Türkiye, emperyalizmle yüzleşmektedir.

Tekrar edelim;

Milliyetçilik kavramını günümüz dünya konjüktüründe ve emperyal emeller karşısndaki oyunlarıyla yeni boyut kazanmakta ve bu konudaki gelişmeler ülkemiz için olumlu bir yapı sergilemektedir...

O nedenle?...

Sizlere minik bir tavsiye...

Lütfen milliyetçiliği dar kalıplarda ve dar anlamlarda değerlendirmeyiniz...

Biliyoruz ki...

Sömürgecilerin karşısındaki en önemli güç milliyetçilerdir (ırkçılık ve şövencilik değil)...

Bu nedenle onları tasfiye etmek için her şeyi yaparlar ve yapacaklardır da...

Bu 70 milyonun sorunu...

Lütfen dikkat...

 

Saygılar...

DİPNOT...

 

 

İyi de Sn. Dipnot, biz de bunları anlatmaya çalışıyoruz zaten. Sağolun siz toparlamışsınız ama bir önceki yazınızda değişen, globalleşen(!) dünyada, evrensellikten, kardeşlikten, milletlerüstü, milletlerötesi gibi post modern kavramlardan bahsedip, sözü mikromilliyetçiliğe ve Kürtlerin haklarına getirmişken şimdi ulusal solu savunuyorsunuz.

 

Sizce, Atatürk milliyetçiliğinde size ters gelen nedir, vermek istediğiniz mesaj nedir, pek anlaşılmıyor. Biraz daha açabilirmisiniz, belki de aynı şeylerden sözediyor, aynı şeyleri savunuyoruz. :) Saygılar.

 

Sn Dogrucudavut...

Ulusal sol'u savunduğumu ben belirtmedim...

Sanıyorum siz öyle bi kanıya vardınız...

Diğer taraftan sorduğunuz sorular var...

Evet sizi anlıyorum...

Fakat yukarıdaki yazılarımdan da anlaşılacağı üzere..

Önemle anlatmaya/vurgulamaya çalıştığım bir nokta var...

Gelişen dünya konjüktüründeki hızlı farklılaşmalar (ekonomik, sosyal, kültürel vb.)...

''ulusalcılığın/milliyetçiliğin'' , süreç içinde kendini nasıl ifade edeceği ile yakından ilgilidir...

Ben sadece düşüncelerimi belirttim...

Fakat bunların mantıklı cevaplarını birlikte bulacağız...

Saygılar...

DİPNOT...

Gönderi tarihi:
Aksi halde Amerika diye birşey kalmazdı. Amerikadaki herkes Amerikanım demese de hepsi kökenine tutunmaya çalışsa, Amerikanın işi bayağı bir zordu!

 

Bunlar ihanet tuzakları, bunlar satılmışlık, bunlar piyonluk, taşeronluk... Başka hiç bir şey değil! Ele veriri talkını, kendi yutar salkımı oyununu göre göre bu kadar da oltaya, yeme gelinmez ki! Bu kadar da her yeme atlamaya hazır beklenmez ki! Atladıkları her yemde boğazlarına iğne takıldı, hâla yeme atlıyorlar. Kullanılmak ruhlarına işlemiş bunların. Töre diye diye, ağa boyunduruğunda maraba olmak genlerine kadar girmiş. Başka açıklaması yok!

 

 

Bir açıklama daha sunayım izninle değerli arkadaşım;

 

o boyundurluğa alışan insanlar o aşiretlerden o törelerden en çok canı yanan insanlar...

 

ne yaparsın;birileri sürekli uyuman için çaba sarfedirken,elinden olmayanlar seni onlara mecbur bırakıyor,

 

elin kolun çözülüyor zulmün karşısında...

 

saygılar!

Gönderi tarihi:

01 Kasım 2008 - Serdar YEŞİLIRMAK [Arşivi]

 

Kürtler Gerçekten de İçe Kapanıyor mu?

 

13 Ekim 2008 tarihli Milliyet gazetesinde Devrim Sevimay’ın söyleşi konuğu olan Mustafa Sönmez bazı tespitlerde bulunarak, “Kürt meselesi”nin geldiği son aşamayı kendince dile getirmeye çalışmıştır.

 

Mustafa Sönmez’in bazı tespitleri doğru olmakla birlikte bazılarında abartı, bazılarında gerçeklerin farklı yorumlanması bazılarında ise eksik bilgi bulunmaktadır. Ama bu demek değildir ki söz konusu kişinin tespitleri gözden uzak tutulmalı. Böyle düşünürsek, daha önceki yıllarda söz konusu olan sorunda düşülen hatalara düşmemiz kaçınılmazdır.

 

 

 

Bugün gelinen noktada Mustafa Sönmez’in söz konusu röportajda dile getirdiği en yerinde tespit, oldukça abartılı bir üslupla süslenerek sunulmasına rağmen, “aşağılarda inanılmaz ayrışmalar başlıyor, buna çok dikkat edin” tespitidir. Bu tespit üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını düşünen herkes başını iki elinin arasına alıp, en ince ayrıntısına kadar düşünüp taşınmalı, beyin fırtınaları yapmalı ve farklı da olsa karşı görüşleri de dikkate alarak analizler yapmaktan kaçınmamalı.

 

 

 

Son zamanlarda ülkenin farklı coğrafyalarında meydana gelen bazı ferdi olaylar medya tarafından oldukça abartılarak servis edilmektedir. Mesela Ayvalık Altınova’da geçekleştirilen olayların arka planında neler yatmakta, buna pek değinilmedi. Ne oldu da 30 yıldır orada bir arada yaşayan insanlar böyle “vaka-yi adiye”den bir hadise karşısında böyle birbirine girdi? Bunun en önemli nedeni DTP&PKK fitnesidir. Çünkü olaydan bir-iki ay evvelinde DTP Ayvalık’ta yoğun katılımlı bir konser düzenlemiş ve konserde Apo posterleri ve bölücü türküler söylenmiş hatta bu yüzden bazı DTP yöneticileri mahkemeye sevk edilerek tutuklanmıştır da. Bu yörelerde yıllardır bulunan Kürt kökenli kardeşlerimiz barış içerisinde yaşamlarını sürdürürken, söz konusu siyasi fitneler yüzünden zor durumda kalmaktadırlar.

 

 

 

Pekâlâ, terörün en yoğun dönemlerinde Batı illerine göç eden bu kardeşlerine kucak açan Türk halkına ne oldu da bu ülkede böyle tahammül sınırlarını zorlayan ve genetiğinde-geleneğinde mevcut olmayan bu tür linç olaylarına temayül ve itibar gösterdi? O zamanlar Türk halkında şöyle bir inanç vardı: “Devlet PKK ile gerektiği gibi mücadele etmektedir ve bizlere ihtiyaç yoktur”. Aynı Türk Milleti bugün gelinen süreçte şöyle düşünmektedir: “Devlet PKK terörü konusunda yetersiz ve çaresiz durumdadır ve PKK’nın yaptığı yanına kar kalmaktadır”. İşte Türk Milleti’ni bu saçma sapan tepkilere, linç olarak nitelendirilen olaylara sürükleyen ve tahammülsüzlüğe sevk eden bu bilinçaltı durumudur.

 

 

 

Aynı söyleşide dile getirilen “Tarım işçilerine bakın, eskiden köyler de yaşarlardı. Çukurova’ya veya fındığa köylerden giderlerdi” tespiti de yanlış bir tespittir. Çünkü Çukurova’ya pamuk toplamaya giden vatandaşlar artık GAP’ın etkin hale getirilmesi ile Şanlıurfa’da pamuk toplamaktadırlar. Adana’da artık pamuk ekim alanları da yok denecek kadar azalmıştır. Yani Çukurova’ya gitmemelerinin nedeni bu kadar basittir. Ekonomist birisinin bunu bilmemesi ise hazindir! Fındığa gitmemesi meselesi ile tamamen yanlıştır. Mustafa Sönmez yaz aylarında bölgeden çalışmaya gidenlerin en fazla tercih ettiği Adana ve Elazığ güzergâhlarında bulunan tesislerde birkaç saat otursa işçileri taşıyan onlarca 21, 63, 72 ve 47 plakalı minibüsün geçtiğini kendi gözleri ile görebilir. Yani bu iddia tamamen boştur.

 

 

 

Mustafa Sönmez’in dile getirdiği “Kürt mahalleleri ayrışması. Böyle bir şey ile ilk kez karşılaşıyoruz” tespiti de eksik ya da çarpıtılmış bilgiden kaynaklanıyor. Çünkü söz konusu sorun zaten Mersin, İzmir, Adana ve İstanbul’un bazı mahalle ve sokaklarında zaten uzun zamandır mevcut idi. Ancak bu durum sosyolojik ve psikolojik açıdan incelendiğinde Kürt mahallesi diye adlandırmanın sağlıklı bir tespit olmadığını düşünüyorum. Çünkü Diyarbakır’dan Adana’ya göç eden bir aile orada hemşerilerinin ya da akrabalarının bulunduğu mahalle ya da sokakları tercih etmektedir. Bu süreç sonucunda bir süre sonra bakıyorsunuz ki o mahalle Diyarbakırlıların çoğunlukta olduğu bir mahalle halini almış. Bu durumdan rahatsız olan mahallede yaşayan farklı etnik unsurlar da yavaş yavaş söz konusu mahalleyi terk etmeye başlamaktadır. Bu ve benzeri durumlar göç alan bütün illerde görülmektedir. Bazı göç alan illerde Sivaslılar mahallesi, Trabzonlular mahallesi, Mardinliler mahallesi şeklinde görülür iken, bazılarında ise Doğulular mahallesi, Karadenizliler mahallesi şeklinde görülen bu durum; etnik unsurların çoğunluğuna göre de Laz mahallesi, Göçmenler mahallesi ya da Kürt mahallesi şeklinde adlandırılmaktadır. Söz konusu realiteden hareket ederek bunu “gettolaşma” benzeri bir olgu ile açıklayıp ve Türk Milleti’nin tarihinde hiçbir zaman olmayan linç kültürüne bağlamak her halde iyi niyetli bir yaklaşım olmasa gerek.

 

 

 

Mustafa Sönmez söz konusu yargıya varırken, sonuçta Kürtlerin başka mahallerde yaşamalarının çok zor olduğuna bunun nedeninin de etniklik dolayısı ile güvenlik olduğuna işaret etmek istiyor. Türk Milleti’nin geleneğinde bulunan aşiret, boy ve benzeri gurup yaşantısının şehirlerde benzer bir şekilde uygulanmaya çalışmasından çok öteye gitmeyecek bu olgunun bu derece dramatikleştirilerek verilmesi gerçeklerden uzak bir tespittir. Son olarak şunu belirtelim ki, gerçekler daha iyi anlaşılsın. Bugün Adana’nın birçok mahallesinde bir arada yaşayan Şanlıurfalı kardeşlerimiz aynı mahallenin sokaklarında aşiret aşiret yaşamakta ve bunu yaparken Şanlıurfa’daki yaşantılarını Adana’da da sürdürmeyi amaçlamaktadırlar.

 

 

 

Mustafa Sönmez, “Kürtler artık Güneydoğu’ya kapanıyor” şeklinde bir tespit yapıyor ve bunu istatistiksel verilere dayanarak Güneydoğu’nun artık göç vermediğine dayandırıyor. Rakamlar üzerinde söz konusu tespiti değerlendirdiğimizde böyle bir sonuca varabiliriz; ancak daha önceki göç istatistiğini içeren zaman diliminde Güneydoğu’da neler olup bitiyordu, bunları bilmeden yorum yapmaya çalışmak bizi hataya sevk eder. Söz konusu zaman diliminde Güneydoğu’nun birçok noktasında PKK terörünün bir sonucu olarak binlerce köy ve mezra boşaltılmıştır. Boşaltılan yerleşim merkezlerinden yüz binlerce insan daha güvende olacaklarını ve geçimlerini sürdürebileceklerini düşündükleri insan batı illerine göç etmiştir. Bu olay söz konusu zaman diliminde bölge illerinden yapılan göç oranının yüksek çıkmasındaki en önemli faktördür.

 

 

 

Yıllar sonra bölgede huzur ve güven ortamı tekrar tesis edildikten sonra batı illerine yapılan göçler yoğun olarak sadece ekonomik gerekçe ile yapılan göçler şeklinde olmuştur. İstatistiklerdeki farkın en önemli farkı budur; değilse Güneydoğu’dan yapılan göçlerin durduğu gibi bir durum söz konusu değildir.

 

 

 

Bir başka iddia ise geri dönüşlerin başladığı ile ilgilidir. Bu iddia nispeten doğrudur, ama geri dönüşler hiçbir şekilde batıda güvenliklerinin kalmadığı ya da etnik temelli ayrımcılığa uğranılması ile ilgili değildir. Nedenine gelince, bölge illerinden batı illerine göç eden vatandaşlarımızın tamamına yakını “vasıfsız” olarak nitelendirebileceğimiz kişilerden oluşmakta idi. Bu insanlar yerleştikleri batı illerinde birçok sektörde uzmanlaşma imkân ve fırsatını buldular. Mesela Antalya’da bir sebze serasında işçi olarak çalışan birisi zamanla bu işin bütün aşamalarını öğrenerek seracılık alanında uzmanlaşmıştır. Bu uzmanlığını da göç ettiği illerde kendi imkânları ile kurduğu seralarda göstererek eski çalıştığı iş yerinden daha fazla para kazanma imkânına sahip olmuştur. Bu örneği yüzlerce sektörde verebiliriz. Batı illerine vasıfsız işçi olarak giden bu vatandaşlarımız buralardaki uzmanlaştıkları iş alanlarını Güneydoğu’nun birçok noktasında sürdürmek amacıyla “tersinden göç” olayını gerçekleştirmektedirler.

 

 

 

Geri dönüşler ile ilgili gözden kaçan bir başka husus da bölgede huzur ve güvenlik ortamının yeniden sağlanmasıdır. Bölgeden yapılan göçlerin oranının 90’lı yıllarda çok fazla olmasının en önemli nedenleri arasında güvenlik kaygılarını gösterebiliriz. O yıllarda Güneydoğu bölgesinde yaşayan ve maddi durumu gayet yerinde olan insanlarımız huzuru batı illerinde aramışlardır. İşte örgütün faşist baskılarının azaldığı bu dönemde bazı vatandaşlarımız tekrar eski yerleşim merkezlerine dönmüşlerdir. Geri dönüş olarak ifade edilenlerin azımsanamayacak orandaki bir oranını bu vatandaşlarımız oluşturmaktadır.

 

 

 

Bütün bunların dışında bir de “tutunamayanları” sayabiliriz. Büyük umutlarla batı illerine göç eden vatandaşlarımız buralarda umduğunu bulamayıp “köye dönüşlere” izin verilmesinden de faydalanarak yeniden eski yerleşim yerlerine dönmeyi tercih etmişlerdir

 

 

 

Mustafa Sönmez’in dikkat çektiği “Kürtlerin içine kapanması” olayının gerçek boyutları büyük oranda bunlardan ibarettir. Ama bu demek değildir ki Batı illerinde yaşayan Kürt kökenli insanlar üzerinde birtakım baskılar ya da şüpheler bulunmamaktadır. Bunun aksini iddia etmek sorunu daha da kangren haline getirmekten öteye hiçbir işe yaramayacaktır. Ama bunun madalyonun iki yüzüne de bakmak lazım gelmektedir. Şöyle ki, geçtiğimiz günlerde DTP Eş Başkanı Ahmet Türk vahim bir açıklama yaparak, Kürt kökenli vatandaşlarımızı büyük bir töhmet altına soktu. 21 Ekim 2008 tarihinde Diyarbakır’da PKK lideri Abdullah Öcalan’a yapıldığı iddia edilen “fiziksel baskı”yı kınamak amacıyla yaptığı açıklamada aynen şunları söylemiştir: “Bugün bizleri buraya toplayan neden PKK lideri sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan fiziksel şiddettir. Öcalan’a dönük geliştirilen her türlü politikanın Kürt halkına yönelik olduğu, oradaki en ufak onur kırıcı, irade kırıcı uygulamanın Kürtlerin onurunu kırmaya yönelik olduğunu biliyoruz.” “…Kürtlerin iradesi olarak gördüğü ve her türlü saldırıda anında refleks göstererek iradesini beyan ettiği sayın Abdullah Öcalan’a yapılan bu uygulama gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukukidir.” Şimdi bu açıklama karşısında adeta dut yemiş bülbüle dönen merkezi medyanın köşe yazarları yıllardır şunu haykırmıyorlar mı idi: “bütün Kürtleri PKK ile aynı tutan anlayış ülkeyi böler”. Bu sözlere biz de katılıyoruz, ama samimiyet dairesinde… Çünkü bu Kürt kökenli insanlarımızın PKK ile aynı kefeye konulması yanılgısını oluşturanlar aslında bölücü örgüt yandaşlarının ve onların taşeronlarının da kendisidir. Ahmet Türk’ün bu açıklamayı yapmasının hemen ardından aynı gün CNN Türk’te canlı yayında konuşma yapmasına imkan verilmesi bunun en önemli ve en taze kanıtıdır. Mevcut olan bu Kürt=PKK algısına provokatörlerin de katkıları sonucunda Batı illerinde yaşayan kendi halindeki Kürt kardeşlerimize bakışlar biraz daha sertleşmektedir. Bu bir realitedir; yalnız bu durumu bertaraf edecek olan da yine Kürt kökenli kardeşlerimizdir. DTP Eş Başkanı Ahmet Türk bu açıklamayı yaptığında kendilerini Kürt=PKK nitelendirmesinin dışında gören Kürt kökenli vatandaşlarımız bunun böyle olmadığını haykırmalı idiler ki batıda yaşayan vatandaşlarımız görmeliydi bunu. Bu şekilde olduğu takdirde insanlarımız Kürt ile PKK’nın ayrı şeyler olduğunu çok daha iyi algılayacaklardır.

 

 

 

Aslında PKK’nın amaçladığı da tam da Kürtlerin Güneydoğu’ya kapanması “entegrasyonun” yavaşlaması mümkünse ortadan kalkmasıdır. Bunun için ne lazım geliyor ise yapmaktadır. Terör gerçekleri ile uzaktan yakında alakası olmayan sade vatandaşı bu gayya kuyusunun içine çekmeyi amaçlayan “araç kundaklama” eylemi bu hedefin en önemli araçlarındandır. Terör gerçeğine çok uzak olan vatandaş bir sabah uyandığında bakıyor ki uzun emeklerin sonucunda alabildiği arabası yakılmış, ekmeğini temin ettiği kamyoneti yakılmış. İşte bu vatandaşımız Güneydoğu kökenli herkesi “terörist” olarak görmekten alıkoyamayacaktır kendisini… Bu süreç sonunda oluşan bu önyargılar yıllarca devam edecek yara açacaktır ilişlilerde. Bunu bilen PKK sık sık bu tür eylemlere başvurmaktadır. Etno-faşist terör örgütü PKK, Kürt kökenli kardeşlerimizin belleklerinde de kendi yarattığı bu ayrılık tohumlarını yeşertmeye çalışarak sonu uçurumla bitecek senaryosunu uygulamaya koymaktadır.

 

 

Bütün bu değerlendirmelerden sonra aydın diye nitelendirilen kimselerden ricamız şudur ki lütfen etno-faşist örgüt PKK’nın değirmenine su taşımayınız. Bilmediğiniz konular üzerinde yorumlar yaparak, eksik bilgilerle, çarpıtılmış gerçeklerle insanlarımızın duygularını istismar etmeyiniz. Ara sıra da olsa mensubu bulunduğumuz yüce Türk Milleti’nin çıkarları doğrultusunda hareket ediniz.

Gönderi tarihi:

Kürtleri ayaklandiran güclerin arkasinda AB var.Avrupa birligi Türkiyeyi hazmedecek gücte degildir,Türkiye sinirlari ve konumu itibariyle AB nin stratejileine uygun degildir,önce Kürtlerin Türkiyeden koparilmasi gerekir,cünkü Türkiye o zaman ufalacak ve ortadogu ile siniri kalmayacaktir.Bugün Kürtleri kullanan gücler yarin Kürtleri hice sayacak olan güclerdir.Kürtleri kullanan diger bi güc ise Israildir.Israil kendi güvenligini saglayabilmek icin bölgedeki güclü devletleri saf disi biakacak siyasetler izlemektedir.Iran ve Türkiye güclü ülkelerdir ve Israil icin bir güvenlik sorunu olusturmaktadilar.Irak bölücü Kürtlerin oyunlariyla bölünmüs ve Iraki yönetenler Israil yandasi isimlerdir.Tükiye ve Iranin bölünmesi Israilin stratejik cikarlarina uygundur.

DTP nin telasi yaklasan yerel secimlerde AKP ye parsayi kaptimamaktir.Bu nedenle cok tehlikeli oyunlara basvurmaktadir,eger DTP aklini nbasina toplamazsa olacak olan olaylarin sorumlulugundan kendini kurtaramiyacak ve ilk hesap verecek olanlar kendileri olacaktir.

Sirtlarina *artik yeter*yazili gömlek giyerek devlete isyan edenler Tük halkinin birgün öyle bir gömlek giyme geregini duymadan gercekten *YETER ARTIK*diyebileceginide hesaplamak zorundadirlar.Bu ülkeyi kimse hediye etmedi Türk milletine,bu ülke kanla kuruldu gerekirse yine o kana ihtiyac duyulur.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Bütün bu değerlendirmelerden sonra aydın diye nitelendirilen kimselerden ricamız şudur ki lütfen etno-faşist örgüt PKK’nın değirmenine su taşımayınız. Bilmediğiniz konular üzerinde yorumlar yaparak, eksik bilgilerle, çarpıtılmış gerçeklerle insanlarımızın duygularını istismar etmeyiniz. Ara sıra da olsa mensubu bulunduğumuz yüce Türk Milleti’nin çıkarları doğrultusunda hareket ediniz.

 

Bunun yolu Mustafa Sönmez'e katılmaktan mı geçer?

Gönderi tarihi:

85 yıllık Cumhuriyetimizin eksiklikleri...

Her nedense Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güne kadar süregelen yöneticileri,

85 yıllık süreçte;

Kürtleri,

Alevileri

Ve Lozan Antlaşması gereğince azınlık olarak kabul edilen diğer vatandaşlarını “ileride sorun çıkartırlar, başımızı ağartırlar” kaygısını hep taşıdılar / taşımaktadırlar...

Ne yazıkki bu kaygılarından dolayı, asimle etme çalışmalarını her zaman ön planda tutmuşlardır.

Son dönemlerde yaşananları şöyle bir değerlendirdiğimizde...

Demokratik cumhuriyeti oluşturmakla bir çok önemli sorunun çözülmesi mümkün olduğu halde,

Her nedense yetkililerin bunu yapmayarak, ülkeyi bölünme eşiğine getirmelerini hala anlamış değilim!...

Kürtlerin ayrılma isteklerinin olmamakla birlikte,

(ki siz ne derseniz deyin ayrılma istekleri de olabilir...)

Bölünmenin Kürtlerin yararına değil, tam tersi zararına olduğunu herkesçe bilinmektedir...

Ki bunun da yüzlerce nedenleri vardır...

Ancak,

Üzülerek görmekteyiz ki...

Kendi iç sorunlarını dış güçlere havale etmenin hatası sonucunda ve Kürtlerin iradesi dışında bölünme gerçekleşirse, ona da hazırlıklı olmak durumundadırlar...

Umuyor ve diliyorum ki, böyle bir durum gerçekleşmez.

 

Son olarak...

Bir ülkenin yönetimi sadece isminin cumhuriyet olması hiç bir işe yaramaz / yaramamaktadır...

Bütün dünyada Cumhuriyet sisteminin evrensel kuralları vardır ve bunlardan en önemlisi, olmazsa olmaz şartlarından bir tanesi Demokrasinin tüm kurallarıyla işlenmesidir...

Hak ve özgürlüklerin demokrasi çerçevesinde kullanılmasıdır...

Bu çerçevede...

Başta Kürtler olmak üzere,

Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmalıdır...

Ve artık Demokratik bir cumhuriyet sistemine acilen gereksinim vardır...

 

Saygılar...

DİPNOT...

Gönderi tarihi:

Değişik Bakış ile Kürtler

 

20. yüzyılda belkide hiçbir topluluk hakkında Kürtler kadar çok yazı yazılmamıştır. Araştırma yapılmamıştır. Kürtler’in kökenleri, dili, dini, diğer kültürel özellikleri bu denli didik, didik edilmemiştir. Bu yüzyılda Kürtler hakkında binlerce eser yazılmıştır. Son 10 yılda Türkiye’de sadece bu satırların yazarının kütüphanesinde biriken kitap sayısı 1000’i bulmuştur. Yayınlanan dergi sayısının çeşidi onlarca, çıkan sayılar ise yüzlerce olmuştur.

Kürtlüğe ilk ilgi Rusya kaynaklıdır. V. Miorsky, B. Nikitin, Jaba gibi Rus kürdologlar konuyu iyi araştırmak için Urumiye ve Erzurum konsolosluklarında bile görevlendirilmişlerdir. Ruslar, 1856 Paris Antlaşması ile sıcak denizlere boğazlar yolu ile inme umudunu kaybedince hemen 1860’da St. Petersburg Üniversitesi’nde bir Kürdoloji bölümü kurmuşlar Jaba, Nikitin, Bazinin ve Minorsk’i Kürtlüğü İncelemek için görevlendirmişlerdir.

General Maslofsky Rus projesini şöyle anlatır. “Rusların bu uğurdaki gerçek niyet ve ülküleri Fırat boylarında Rus-Kazakları ile Mujiklerini yerleştirmek, yani buralarda Kırım ülkesi, Kuban boyları ve Karadeniz’in doğusu gibi Ruslaştırarak, İskenderun ile Basra Körfezi’ne çıkmaktı.”(1)

B. Nikitin Kürt tarihi ile ilgili olarak; “Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz bir çok noktayı karanlıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde ancak bazı varsayımlar öne sürmemize imkan veriyorsa, antropolojide bize bu konuda fazla yardımcı olamayacaktır” diyor: Yani Kürtler’in kökeninin belirsiz olduğu, tartışmalı olduğu vurgununu yapıyor.

Nikitin gibi Minorsky’ninde Kürtler hakkında yazdıkları bazı Kürtler tarafından bayrak gibi algılanır. Ama bakın Minorsky; “Kürtlerin menşei meselesinin hallini, Kürt, ananeleri ve İslam kaynakları kolaylaştırmamaktadır.” diyerek Kürtlerin kökeni konusunda çok iddialı konuşmamak gerektiğini yazıyor. “Kürtlerin Kökeni” kitabı ile Kürtler arasında önemli bir ün edinen İhsan Nuri bile kitabında Kürtlerle, Kürtlerin ataları kabul edilen Medler hakkında bir ilişki kurmanın tarihsel zorluklarında bakın nasıl sözediyor: “Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Medistan’ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur?” Kemal Burkay’da, tıpkı İhsan Nuri gibi; Araplar’ın fethinden önce Kürt Tarihi, sanatı ve diğer kültürel özellikleri hakkında yeterli bilginin mevcut olmadığını ifade ediyor.

Kürtlere ısrarlı tarih oluşturma çabaları çok parlak sonuçlar oluşturmamıştır. Çünkü bu konuda araştırma yapanların çabası Kürtlüğü binlerce yıl öncesine götürmek ve Mezopotamya coğrafyasında Kürtlere bir tarih bulmaktır. Halbuki, her etnik kimlik belirli bir dönemin ve belirli şartların oluşturduğu bir olgudur. Tarihin belirli bir döneminde farklı bir çok toplumsal yapı belirli şartlar altında toplumsal harman oluş surecinden geçerek yepyeni bir etnik kimlik oluşturabilir. Tarihte Etiler, M.Ö 200 li yıllarda, Hunlar M.S. 4.5. yüzyılda oluşmuş etnik kimliklerdir. Bugün bunlar toplumsal olarak tarihe mal olmuşlardır. Silinmiş gitmişlerdir.

Kürtlere ilgi, Ruslar’dan sonra tarihi olarak Batılı büyük güçler tarafından olmuştur. Geleceğe yönelik planlarında tesadüflere yer bırakmak istemeyen Batılılar hazırlık olmayı kendilerine ilke edinmişlerdir. Onlar işe, dünyann başlıca petrol yatakları olan Orta Doğu’nun etnik haritasını en ince detaylarına kadar araştırmakla başlamışlardır.

Türk, Fars, Arap dışında kendi denetimlerine tabi yeni bir toplumsal gücün Orta Doğu’da olması kendileri için gereklidir. Orta Doğu’da oynanacak satrançta böyle bir taş hayati önemde olabilir. İşte bu yeni unsuru keşfetmek için ilk yol ve en masum, barışçı yol “bilim aşkı ile yanıp tutuşan” sosyologları, antropologları yani araştırmacıları bölgeye yığmaktır. Kürt milliyetçileri ise, “mal bulmuş mağribi” misali bu araştırmacıların ardından ütopyalarını oluşturmaya çalışırlar.

Sonuçta; bu maksatlı, dışarıdan belli bir amaç için yönlendirilen duygusal çabalar sosyal bilimlerin şaşmaz, taviz vermez nesnel yaklaşım ilkeleri karşısında yenik düşer.. Ortada varsayımları aşmayan birbirleriyle ve zaman zaman kendi ile çelişen çok farklı “tezler” ortaya çıkar. Ve hala Kürtlerin kökeni aydınlatılmadı. Nikitin’in, Bazinin’in, Minorsky’nin, Bruniessen’in v.s. tezlerinin hem Kürtçülüğü savunanlara, hem Türkçülüğü savunanlara, hem Zazalığı savunanlara, hem karşı tezlere referans oluşturmasının sırrı burada aranmalıdır. Bu yoğun çalışmalar, iyi ayıklanmak ve bilimsel nitelik gözeterek yine de önemli veri birikimlerini sağlamayı gerçekleştirmiştir. Doğru sonuç çıkarmak sağlıklı bakış açısına bağlıdır.

Kürtler’de, Osmanlı’dan bugüne kalan mirastır.Kürtler’in tarihini bir kısım yazarlar Mezopotamya’da 5.000 yıllık geçmişe götürür. İlk Kürt ya da Kürdistan adının, Mısır Firavunları’nın yazılarında görüldüğü, Zebur’da, Tevrat’ta görüldüğü, Babil’in çamur tabletlerinde okunduğu, Ksenefon’un “Onbinler’in Dönüşü”nde “Karduhi” adına rastlandığı bilinenler arasındadır.

Kürtler’in tarihi konusunda 3 görüş vardır. Bunlardan birincisi; Kürtler’in 5 bin yıldır Mezepotamya’da yaşayan bir halk olduğu, atalarının da Medler olduğu savunur. Bu düşünce bazı Batılı Kürdologlar tarafından ve Kürt siyasileri tarafından savunulur. Bu konuda ikinci geniş; Kürt diye bir halk yoktur. Kürtçe diye bir dilde yoktur. Kürtçe’nin varlığına dayanarak Kürtler’in varlığı ispatlanmaya çalışılıyor. Kürtçe diye bir dil yoktur. Kırmanci, Sorani, Gorani gibi bazı kabile dilleri var. Her dil ille de etnik bir kimlik olmadığına göre Kürt diye bir etnik kimlik te yoktur. Ya da dil sayısı kadar etnik kimlik var ise Kürtçe diye bir dil yoktur. Kurmanciye, Goraniceye, Soraniceye, Dimiliceye v.s. ayrı etnik toplum demek gerekir. Bu diller boy, aşiret v.s. dilleridir. Kürtler daha milliyet, millet, ulus v.s. olmuş bir toplum değildir. Millet, milliyet v.s. oluşumu öncesi toplumlardır. Kürtçe denilen dil; Farsça ve Arapça’dan oluşmuş bir lisandır. Kürtler önce Rus daha sonra da Batılı güçlerin manipüle ettikleri bir toplumdur. Alfabesi, sözlüğü, yazım kuralları v.s. bile batılı Kürdoloji Enstitüleri tarafından oluşturulan bir lisandır. Alfabesi, sözlüğü, yazılı edebiyatı, yazılı tarihi olmayan bir dildir. Her şey Batılıların talebine göre oluşturulmaktadır.

Bu konuda üçüncü görüş ise; Kürt diye bir toplum yoktur. Batılı araştırmacılar Kürt dedikleri Zağros kavmine ve Mezopotamya ülkesine bağlama saplantısı vardır. Kürtlükle ilgili pek çok veri başka bir coğrafyayı Asya Steplerini göstermektedir. Örneğin; Yenisey Elegeş anıt taşında Alp Urunga “Ben Kürt İlhanıyım” diye dünyaya seslenmektedir. Prf. Dr. Aydın Taneri bu düşünce tarzını yazdığı kitabın başlığına taşımak suretiyle; “Türkistan’lı Bir Türk Boyu Kürtler” demiştir.(1)

Bu tartışmalar basınımızda son 100 yıldır yapılıyor. Toplumumuzda önemli tahribatlarda yapmıştır. Bu nedenle çok kan kaybıda olmuştur. Kürtler’in Kürtlüğü-Türklüğü artık geçmişte kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde oluşan konsept sonucu Kürtler’in “Kürt” olduğu devleti temsil eden en yetkili ağızlardan da ifade edilmiştir. Süleyman Demirel Başbakanlığı döneminde Diyarbakır ziyaretinde; “Kürt realitesini tanıyoruz. Kürtler 1. sınıf vatandaştır” derken, Mesut Yılmaz’da başbakanlığı sırasında AB görüşmeleri ardından bir Diyarbakır ziyareti sırasında; “Avrupa Birliği”nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diye ifade etmiştir.

Kürtçe, AB uyum yasaları Kopenhag kriterleri çerçevesinde “anadilde yayın” kapsamında Kürtçe’nin kırmançi lehçesinde ilk yayınını 9 Haziran 2004 de TRT’de yapmaya başladı. Aynı kapsamda; Çerkesçe, Arapça, Boşnakça ve Zazaca yayında başlamış bulunuyor.

KÜRTLER’DE DİN

Kürtler’in dini yapısını incelerken 2’ye ayırarak incelemek gerekir. Bunlar;

1) Sûnni (Şafii+Hanefi Kürtler)

2) Alevi Kürtler

3) Hıristiyan Kürtler

Sûnni Kürtler’i, Şafi ve Hanefi Mezhebi diye bölmek gerekir. Sûnni Kürtler toplam Kürtler’in %70’ini oluşturuyor. Şafii Kürtler ise Sünni Kürtler’in %80’ini oluşturuyor. Alevi Kürtler denilen Kürtler toplam Kürt nüfusun %30’unu oluşturuyor. Ama bu kesim Kürt olmaktan çok Kürtçe’yi 1. dil ya da 2. dil olarak konuşan kesimdir. Sosyologların ve Alevi toplumunun kanaat önderlerine göre, Kürtçe konuşan Aleviler Osmanlı’da Yavuz S. Selim-Şah İsmail arasında olan Çaldıran Savaşı’ndan sonra can güvenliği nedeni ile Kürt bölgelere 1516 lardan sonra zorunlu göç eden Türkmen Alevilerdir. Süreç içinde önce Kürtçe öğrenilmiştir ardından ise yüzyıllar sonra kürtleşmişlerdir. Aleviliği kabul eden Kürte tarihsel olarak rastlamak olanaksızdır. Kürtleşen toplumsal kesimdir.

Bu durumu; P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar” kitabında; “Bugün Kürtleşmiş gruplar arasında önceden bir Türk kimliğine sahip olduğunu hatırlayan veya bir Türk kimliği atfedebilecek olanlarda vardır.” Dedikten sonra, “Ayrıca Kürtler’in Türkleştiği durumlara dair belgelerde mevcuttur.” Diyor. Tunceli ve Erzincan yaylalarında hala kenar-göçer bir aşiret olarak yaşayan Şavak Aşireti için ise; “Tunceli’de yaşayan ve farklı bir kültüre sahip yarı göçebe bir grup olan Şavak bir çeşit Kurmanca konuşur, fakat konuştukları dil Kurmanca konuşan diğer insanlar tarafından anlaşılamaz, lehçeleri çok benzer olanlar bile aynı güçlüğü” yaşarlar.” tesbitini yapmıştır.

Alevi Kürtler denilen kesimin son yüzyıldır Şafii Kürtler ile hiçbir toplumsal ilişkisi nerede ise yoktur denilirse abartı sayılmaz. Şafii İslam, İslam dininin en katı yorum tarzıdır. Şafii Kürtler; Ağalık, Şeyhlik sistemenin en katı olarak yaşadığı yörelerdir. Tutucu feodal ilişkiler olan Ağalık-Şeyhlik sistemi ile İslam’ın en katı yorumu olan Şafiilik birleşince daha tutucu bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Alevilik ise, İslam’ın en hümanist en liberal en özgürlükçü yorumudur. Bu iki yorumun birbiri ile barışık yaşaması çok zordur.

Bu nedenle Aleviler ile Şafiiler’in diyalogu nerede ise hiç yoktur. Evlilikler nerede ise asla olmuyor. Olanlar ise başarısız oluyor.

Hanefi Kürtler, Hanefi İslam anlayışından kaynaklanan bir özellik olması nedeni ile Şafiiliğe kıyasla daha liberal bir İslami anlayıştır. Hanefi olan Kürtler’in daha çok Kürtleşen Hanefi Türkmenler olduğu savı var. Toplumsal ilişkiler ve Kültürlerin birbirini etkilemesi sonucu Kürtleşen Türkler’in direk Şafiiliği benimsemeyip Hanefiliği muhafaza ettikleri söz konusu cemaat tarafından savunulmaktadır.

KÜRT NÜFUSU

Batı ve Türkiye kamuoyunda Kürtler denilince en çok nüfus sayıları merak ve tartışma konusudur. Türkiye’deki diğer azınlık nüfusların yaptırım gücü zayıfır. Türkiye’de Türkler’den sonra en büyük nüfusu Kürtler oluşturuyor. Kendi aralarında ise Şafii Kürt nüfusun oranı en yüksek orandır. Şafii Kürtler tüm Kürtler’in % 70’ini, Hanefi Kürtler tüm Kürt nüfusun % 10’unu, kendilerine Alevi diyen nüfus %20’sini oluşturur. Hıristiyan yani Yezidi Kürt sayısı orana giremeyecek kadar küçüktür.

1965 Genel Nüfus sayımında Kürt Nüfus; 2.219.502 dir. 1982 de Genel Nüfus sayımına göre; 3.800.000 dir. 1984 de; Genel Nüfus Sayımına göre; 6.200.000 dir. Bugün il ilçe köy düzeyinde HADEP, DEP, DEHAP’ın seçimlerde aldığı oylara göre v.s tahminen, 9-10 milyon arası Kürt nüfus bulunuyor. Bu oranın içinde 1 milyon civarında da Zaza nüfus bulunuyor.

İllere göre dağılım ise şöyledir: Şafii Kürtlerin veHanefi Kürtler’in nüfusları; Van, Hakkari, Ağrı, Siirt, Bitlis, Batman, Şırnak, Muş, Diyarbakır, Urfa illerinin nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. Bir kısmında bu oran %70-80 civarındadır. Kars, Mardin, Bingöl, Erzurum, Elazıg, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Maraş, Tunceli, Erzincan, Sivas’ta ise seyrek olarak bulunuyor.

Tunceli, Erzincan, Sivas’ta Şafii Kürt hiç yoktur. Osmanlı dönemindeki sürgünler nedeni ile; Cihanbeyli, Haymana, Kulu, Tokat gibi ilçelerde de vardır. Son yıllarda ki göçler nedeni ile ise; Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere, Bursa, Adana, Antalya ve Mersin’de çok önemli bir Kürt nüfus bulunmaktadır. Bu iller dışında seyrekte olsa bazı illerde de vardır.

Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuşan nüfus ise; Tunceli, Erzincan, Sivas, Elazığ, Malatya, Antep, Maraş, Bingöl il merkezlerinde ve Elbistan, Pazarcık, Kürecik, Akçadağ, Sarız,Çayırlı, Tercan gibi ilçelerde bulunuyor. Kürtçe konuşan ya da Zazaca konuşan Alevi sayısı ise yaklaşık 1 milyon civarındadır.

Güneydoğu illerinden Batı illerine İstanbul, Ankara, İzmir hatta Antalya, Adana, Mersin gibi illere gelen Kürt nüfus kısa zaman sonra bölgede yapılan seçimlerde gösterdiği siyasal davranışı göstermiyor. Bölgede “Kürtçü” bilinen partiye oy verdiği halde Batıdaki kentlere göçtükten sonra aynı davranış görülmüyor. Oylar başka partilere gidiyor.

Kürtler’de grup kimliğini oluşturan ortak koşul etnik kimlikten ziyade dinsel hatta mezhepsel kimliktir. Etnik kimlik ikinci planda kalır.Örneğin; seçimlerde geleneksel Şafii Kürt seçmen, önce dinimin partisi diye ifade ettiği Refah-AKP çizgisi, sonra milliyetimin partisi diye ifade ettiği etnik kimliğe öncelik vermektedir. Kürt bölgesinde feodalizm ağırlıklı olarak kendini toplumsal hayatta hissettirmektedir. Bölgede merkezi otoriteden çok mahalli otorite olarak ağanın otoritesi hakim olan otoritedir. Mahalli otorite olarak “Ağalık Sistemini” karşısına alan merkezi otorite temsilcisinin adeta yönetim şansı yoktur. Tüm bölgedeki düzenleme adeta bölgedeki bu “denge” üstüne oluşturulur.

Osmanlı döneminde bu durum “ağalık-şeyhlik” lehine daha hakimdi. Cumhuriyetle birlikte kısmen bu otorite sarsıldı. Osmanlı’da tüm mülk Allah adına padişahındı. Özel mülkiyet yoktu. Ama bu kural Güneydoğu bölgesi için bir istisna teşkil ediyordu. Bu bölgede Aşiret reisi olan ağalara, şeyhlere gerektiği zaman Osmanlı sarayı toprakları babadan oğula miras yolu ile geçmekte dahil verliyordu. Bu bölgede tımar sistemi uygulanmıyordu. Osmanlı sarayı Kürt feodallerine adeta rüşvet dağıtıyordu. Kürt feodalleride bölgede Osmanlı’nın adeta ileri karakolu idiler.

Kürt feodalleri Osmanlı’dan elde ettiği bu ayrıcalıklar nedeni ile Cumhuriyet’i benimsemedi. Cumhuriyete karşı Osmanlı’nın yanında yer aldı. Osmanlı’da kurulan Hamidiye Alayları kurulacak Kürt devleti için ordu oluşturuyordu. Kürtlere devlet yönetimini öğretiyordu. Bazı Kürt ağalarının çocukları Londra’da okutuluyordu. Kürt Teali Cemiyeti İngilizler’in desteklediği örgütlediği işbirlikçi bir örgüt idi.

Kürt feodalleri ile laiklikten demokrasiden, insan haklarından, kadın-erkek eşitliğinden ve kanun önünde eşitlikten yana olan Cumhuriyet yönetimi arasında kan uyuşmazlığı vardı. Başta Kürt Teali Cemiyeti kanalı ile hilafeti saltanatı, şeriatı savunan Kürtler, Cumhuriyet kurulunca da yaptıkları isyanlarla Cumhuriyet karşıtlıklarını sık sık gösterdiler.

Cumhuriyet yönetimine karşı, 1925’de Şeyh Sait önderliğinde Bingöl’de ardından Raçkotan ve Raman’da, Sason’da, Ağrı’da, Mutki’de, Bicar’da ayaklandılar. Asi Resul, Tendürik, Savar, Zeylan, Oramar ayaklanmalarıda bu ayaklanmaları izledi. Yaklaşık 20 ayrı ayaklanma ile Kürt feodalleri emperyalizme, işbirlikçilerine ve Osmanlı sarayı artıklarına karşı mücadele eden Kuvay-i Milliye ordusuna karşı ayaklandılar.

Cumhuriyet’e karşı gerçekleşen bu ayaklanmaları o günkü dünya siyaset tablosundan ayrı düşünmemek gerekir. Sadece Şeyh Sait isyan Türkiye’ye Musul-Kerkük Petrollerini kaybettirmiştir. Bu ayaklanmalar hala paylaşılamayan Orta-Doğu petrol yataklarının hakimiyetini elde etme yarışından başka birşey değildir. Bugünden düne bakıldığında aradan geçen 80 yıldan sonra yine başa dönülmüş bulunuluyor. Değişen sadece hakimiyet mücadelesi veren güçler dengesi oluyor.

Osmanlı döneminde Kürtler Türkler’den daha imtiyazlı bir toplumsal kesimdi. Türkler “edraki bi idrak” iken Kürt feodallerinin tapu hakkı vardı. Türk bölgelerinde mülk Allahın ama Kürt ağalarının hakimiyetinin olduğu yerlerde mülk ağanındır.

Cumhuriyet yönetimine karşı Kürt feodallerinin en büyük tepkisi kanun önünde eşitliği kabul etmemeleridir. Onlar Osmanlı’daki imtiyazlarının devamını istiyorlardı. Bu nedenle “Toprak Reformu”na, Doğu’ya kadın-erkek eşitliğinin, eğitimin, yolun, suyun, okulun, seçme ve seçilme hakkının özgürce kullanılmasına hep karşı oldular. Cumhuriyet vatandaşlarına kanun önünde eşit olma ilkesini getirdi ve uyguladı. Kamuoyunun bildiği gibi 1. TBMM’nin üçte biri Kürt milletvekillerinden oluştu. Bu oran adeta gelenekselleşti. Bugünkü TBMM’nin de üçte biri Kürt kökenli milletvekillerinden oluşmuş bulunuyor. Şimdiye kadar kurulan 50’yi aşkın TBMM hükümetinde yüzlerce Kürt kökenli milletvekili bakan olmuştur. Şu andaki Başbakan baş danışmanı Cüneyt Zapsu 1925 deki isyanın elebaşısı Şeyh Sait’in torunudur. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve 10’a yakın bakan Kürt kökenlidir. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Malatya’lı olup Kürt kökenlidir. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan Özal Malatyalı ve Bülent Ecevit Kürt kökenlidir. Türkiye’de önemli bir sermayedar kesim Kürt kökenlidir. Halis Toprak, Ağa Ceylan, Tatlıcılar v.s. bunlardan sadece bir kaçıdır. DEP’li Ahmet Türk Güneydoğu’da Mardin’de “Kanco Kale” denilen malikanesinde 5 bin özel koruması ile korunan şatosunda yaşıyor. DYP eski milletvekili Sedat Bucak ve aşiretinin 15 000 silahlı adamı bulunuyor.

Tüm bunlara karşın Kürt eksenli siyaset ile seçimlere katılan HADEP, DEP, DEHAP adları %10 Kürt nüfusun ancak %4’ünü alabilmektedir. Özellikle kentlere göçen Kürtler, Kürt eksenli siyaset yapan partiye oy vermede ekonomik davranıyorlar. Alınan oy; genel seçimlerde 1,5 milyon yani, %4’ü %5’i geçmiyor. Bu sonuçlarda bu tür siyasallaşmaya halkın ilgisinin ölçüsü sayılabilir. Toplam Kürt Nüfus 10 Milyon ise bu oran yaklaşık % 10’u sayılır. Yani Kürtlerin yüzde 90'ı Kürtleri desteklemiyor.

Uzun yıllardır her uluslararası toplantıda Türkiye’den Kürtlerle ilgili olarak; Kürtçe yayın ve Kürtçe anadili öğrenebilmesi için öğrenme hakkı isteniyordu. Mayıs 2004 de devlet televizyonu ve radyosu ile yayın başladı. Yaklaşık bir yıldır da Kürtçe kursları açıldı. Ama ne yazık ki, ne Kürtçe öğretmek için açılan dershaneler yeteri kadar öğrenci bulabildi. Ne de TRT’nin TV ve radyo kanalı ile başlattığı Kürtçe ve Zazaca yayın yeterli ilgiyi topladı.

Batman’da bile açılan Kürtçe kursuna 480 kişilik dersaneye 80 kişilik öğrenci kayıt yaptırdı. Dersane öğrecisizlikte kapanmak üzere bulunuyor. Bu durum bu talebin halktan kaynaklanmadığını, halkın somut durumuna hitap etmediğini kabul edene de etmeyene de göstermiş oldu. Demek ki talep önemli ölçüde siyasi bir talepmiş, ya da küçük bir azınlığın talebi olduğunu gösteriyor. İngilizce kursu açılmış olsaydı daha çok talep olacağı tartışmasız bir olgudur.

KAYNAKLAR

Nitikin, Kürtler 1995 İstanbul

Bazinin, Kürt Tarihi 1992 İstanbul

Minorsky, Kürtler 1978 İstanbul

İ. Beşikçi Bütün Kitapları 1995 Ankara

Kemal Burkay, Kürt Tarihi 1996 İstanbul

Yalçın Küçük, Kürtler Üstüne Tezler, 1988 Ankara

Kürt İsyanları (Genel Kurmay Belgeleri 3 Cilt) 1992 İstanbul

P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar

M. Bayrak, Kürdoloji Belgeleri, 1997 Ankara

M. Bayrak, Alevilik ve Kürtler 1997 Ankara

Birikim dergisi S. 71. 72

Gönderi tarihi:
85 yıllık Cumhuriyetimizin eksiklikleri...

 

Her nedense Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güne kadar süregelen yöneticileri,

85 yıllık süreçte;

Kürtleri,

Alevileri

Ve Lozan Antlaşması gereğince azınlık olarak kabul edilen diğer vatandaşlarını “ileride sorun çıkartırlar, başımızı ağartırlar” kaygısını hep taşıdılar / taşımaktadırlar...

Ne yazıkki bu kaygılarından dolayı, asimle etme çalışmalarını her zaman ön planda tutmuşlardır.

 

Sn. dipnot, tarihi biraz farklı kaynaklardan da okursanız, daha Kurtuluş savaşında sorun çıkarttıklarını anlarsınız. Asimilasyon dediğiniz şeyin de sadece bu sorun çıkartanlara uygulanan bir tedbir olduğunu görürsünüz. Kürtler enetegre olamamışlardır bunun nedeni de dinin etkisidir.

 

Son dönemlerde yaşananları şöyle bir değerlendirdiğimizde...

Demokratik cumhuriyeti oluşturmakla bir çok önemli sorunun çözülmesi mümkün olduğu halde,

Her nedense yetkililerin bunu yapmayarak, ülkeyi bölünme eşiğine getirmelerini hala anlamış değilim!..

Kürtlerin ayrılma isteklerinin olmamakla birlikte,

(ki siz ne derseniz deyin ayrılma istekleri de olabilir.)..[/color])

 

Olabilir tabii. Ancak bunu açık açık, mertçe söylemeleri gerekir yoksa demokrasinin, AB, ABD'nin arkasına saklanarak değil.

 

 

Bölünmenin Kürtlerin yararına değil, tam tersi zararına olduğunu herkesçe bilinmektedir...

Ki bunun da yüzlerce nedenleri vardır...

Ancak,

Üzülerek görmekteyiz ki...

Kendi iç sorunlarını dış güçlere havale etmenin hatası sonucunda ve Kürtlerin iradesi dışında bölünme gerçekleşirse, ona da hazırlıklı olmak durumundadırlar...

Umuyor ve diliyorum ki, böyle bir durum gerçekleşmez.

 

Bunu ne Türkler ne de Kürtler ister, iç sorun dediğiniz şeyler de tartışmaya açık konulardır, bu konuda kesinlik yoktur.

 

Son olarak...

Bir ülkenin yönetimi sadece isminin cumhuriyet olması hiç bir işe yaramaz / yaramamaktadır...

Bütün dünyada Cumhuriyet sisteminin evrensel kuralları vardır ve bunlardan en önemlisi, olmazsa olmaz şartlarından bir tanesi Demokrasinin tüm kurallarıyla işlenmesidir...

Hak ve özgürlüklerin demokrasi çerçevesinde kullanılmasıdır...

Bu çerçevede...

Başta Kürtler olmak üzere,

Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmalıdır...

Ve artık Demokratik bir cumhuriyet sistemine acilen gereksinim vardır...

 

Saygılar...

DİPNOT...

 

Döndük dolaştık aynı yere geldik, Sn.Dipnot, 'Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmalıdır..' ne kadar muğlak bir ifade, lütfen biraz açın diyeceğim ama açamayacağınızı biliyorum. :)

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
85 yıllık Cumhuriyetimizin eksiklikleri...

Her nedense Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güne kadar süregelen yöneticileri,

85 yıllık süreçte;

Kürtleri,

Alevileri

Ve Lozan Antlaşması gereğince azınlık olarak kabul edilen diğer vatandaşlarını “ileride sorun çıkartırlar, başımızı ağartırlar” kaygısını hep taşıdılar / taşımaktadırlar...

Ne yazıkki bu kaygılarından dolayı, asimle etme çalışmalarını her zaman ön planda tutmuşlardır.

Son dönemlerde yaşananları şöyle bir değerlendirdiğimizde...

Demokratik cumhuriyeti oluşturmakla bir çok önemli sorunun çözülmesi mümkün olduğu halde,

Her nedense yetkililerin bunu yapmayarak, ülkeyi bölünme eşiğine getirmelerini hala anlamış değilim!...

Kürtlerin ayrılma isteklerinin olmamakla birlikte,

(ki siz ne derseniz deyin ayrılma istekleri de olabilir...)

Bölünmenin Kürtlerin yararına değil, tam tersi zararına olduğunu herkesçe bilinmektedir...

Ki bunun da yüzlerce nedenleri vardır...

Ancak,

Üzülerek görmekteyiz ki...

Kendi iç sorunlarını dış güçlere havale etmenin hatası sonucunda ve Kürtlerin iradesi dışında bölünme gerçekleşirse, ona da hazırlıklı olmak durumundadırlar...

Umuyor ve diliyorum ki, böyle bir durum gerçekleşmez.

 

Son olarak...

Bir ülkenin yönetimi sadece isminin cumhuriyet olması hiç bir işe yaramaz / yaramamaktadır...

Bütün dünyada Cumhuriyet sisteminin evrensel kuralları vardır ve bunlardan en önemlisi, olmazsa olmaz şartlarından bir tanesi Demokrasinin tüm kurallarıyla işlenmesidir...

Hak ve özgürlüklerin demokrasi çerçevesinde kullanılmasıdır...

Bu çerçevede...

Başta Kürtler olmak üzere,

Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmalıdır...

Ve artık Demokratik bir cumhuriyet sistemine acilen gereksinim vardır...

 

Saygılar...

DİPNOT...

Sayin Dipnot benim anlamadigim biz nasil bir cumhuriyetle yönetiliyoruz fasist bir cumhuriyetlemi, yoksa seriatci bir cumhuriyetlemi yoksa laik bir cumhuriyetle mi herseyden önce bize nasil bir cumhuriyet emanet edildi? Sömürgeci ve yayılmacı emperyalistlerin isgalini, isyanları, ihanetleri, nice yoksunluk ve güclükleri gögüsleyerek ölüm kalım savaşı vererek yok tan var edilerek emanet edilmedimi bu laik cumhuriyet bu laik cumhuriyetde süregelen yöneticileri bizler secmiyormuyuz yoksa bilmedigimiz kisilermi seciyor? yoksa egitim düzeyimize göremi yada laik oldugumuz sekildemi yönetiliyoruz... bu eksiklikler temelinden nerden kaynaklaniyor? yoksa laik cumhuriyetimizin pesini birakmayanlarin yüzünden yerli yerine bir türlü oturtanadigimizdanmi kaynaklaniyor.. pesimizdekiler? pesimizde yok yok en basta kendimiz? pkk si ermenisi emperyalistler onlar zaten bir hayel...

 

cok uluslu devlet taniminida cikaran avrupalilar degilmi sonra cok ulusu birak Etnik kökeni zengin olmayan bir egemen ülke gösterirmisin? Ülkemizde yasayan Aleviler etnik kökenmidir yoksa alevi Türklerin senin deyiminle etnik köken veya senin deyiminle azinlik olmamalari icin illahin sunnilige mi terfi etmeleri gerekiyor bu ülkede size göre???

 

bu ülkenin kaygilari demissin? osmanlinin üzerine kurulan ülkemizin ne sartlarda kuruldugunu kisaca izahat ettik zannederim kurulduktan sonrada nelerle karsilasabilecegimizi izahat eden Atamizin söylediklerinide tekrar yazmanin anlamida yok! bizlerde kendi elimizle olmayan azinliklar yaratirsak bir düsünmek lazim...

 

nelerle karsilasiyoruz? kimler laik cumhuriyetimizi saldirmaktadir, bunlarin farkina varmamak olabilirmi,, cumhuriyetimiz kuruldugundan beri üzerimizde ucan akbabalarida saymaya da gerek yok... bu cografyada cirit atan her kösesini bu dönemdede dün oldugu gibi? kana bulamaya calisan emperyalisleride izahat etmeye gerek yok bu dönemde ne kadar bagimsiz oldugumuz sorgulanirken bunuda izahat etmeyede gerek yok zannederim! birazda bagimsizligimiza hedef alan cikislara yönelmekte yarar var diye düsünüyorum...

Gönderi tarihi:
Sn. dipnot,

Döndük dolaştık aynı yere geldik, Sn.Dipnot, 'Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmalıdır..' ne kadar muğlak bir ifade, lütfen biraz açın diyeceğim ama açamayacağınızı biliyorum. :)

 

Saygılar.

 

Sn. Doğrucudavut...

 

'Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmaladır' şeklindeki düşüncemin muğlak olduğunu belirtiyorsunuz...

Olabilir, Demokrasiye olan bağlılığımdan ve inancımdan dolayı düşüncelerinize saygı duyarım...

 

Kürt dili meselesine gelirsek...

Malum konu ile ilgili birkaç soru/cevap...

(Umarım anlaşılır...)

Kürtlerin tahrihsel bir geçmişi var mı?...

Var...

Yazılı ve sözlü edebiyatları varmı?...

Var

Bir dili varmı?...

Var...

Bir kültürü varmı?...

Var...

Tarihsel süreç içerisinde yarattığı değerleri var mı?...

Var...

En az 200 yıllık bir mücadele tarihi var mır?...

Var...

Son 30 yıldır kesintisiz mücadele tarihinde oluşturduğu değerler Kürtler açısından Kürtlerin vazgeçilmezleri gerçeğini oluşturmuşmudur...

Tabiki oluşturmuştur...

 

Bu gerçekleri görmemek, yok saymak bence ülkesel ve toplumsal bir sorun, bir yara ve hala akan kan olmayı sürdüreceği bilincidir...

Daha da ötesi insanlık ayıbıdır...

Bu ayıp bizim ve bunu çözecek olanda Kürt aydınıyla, Türk aydınıyla, Vatandaşıyla, İşçisiyle, köylüsüyle, yöneticisiyle, devletiyle bizleriz...

(Arap dilini camilerde, Yabancı bütün diller okullarda serbest bırak Kürtçeden kork... Muğlak olan budur bence...)

Eğer bunlar muğlaksa...

Mutlaka meşkuk'tandır ...

 

Saygılar...

DİPNOT...

Gönderi tarihi:
(Umarım anlaşılır...)

Kürtlerin tahrihsel bir geçmişi var mı?...

Var...

Yazılı ve sözlü edebiyatları varmı?...

Var

Bir dili varmı?...

Var...

Bir kültürü varmı?...

Var...

Tarihsel süreç içerisinde yarattığı değerleri var mı?...

Var...

En az 200 yıllık bir mücadele tarihi var mır?...

Var...

Son 30 yıldır kesintisiz mücadele tarihinde oluşturduğu değerler Kürtler açısından Kürtlerin vazgeçilmezleri gerçeğini oluşturmuşmudur...

Tabiki oluşturmuştur...

 

Bu gerçekleri görmemek, yok saymak bence ülkesel ve toplumsal bir sorun, bir yara ve hala akan kan olmayı sürdüreceği bilincidir...

Daha da ötesi insanlık ayıbıdır...

Dünyada birilerin mücadele tarihi icin en iyisi biz kendi tarihimizi feda edelim bitsin! zaten böyle giderse zaten kökten tarih olacagiz biz Irak da degiliz ki tepemizde sadece ABD otursun? 200.birak 400.birak 600.yüz senedir davalarindan vaz gecmeyenler var...

Gönderi tarihi:
Sn. Doğrucudavut...

 

'Tüm halkların kendi dilini ve kimliğini özgürce her alanda kullanabilme özgürlükleri sağlanmaladır' şeklindeki düşüncemin muğlak olduğunu belirtiyorsunuz...

Olabilir, Demokrasiye olan bağlılığımdan ve inancımdan dolayı düşüncelerinize saygı duyarım...

 

Kürt dili meselesine gelirsek...

Malum konu ile ilgili birkaç soru/cevap...

(Umarım anlaşılır...)

Kürtlerin tahrihsel bir geçmişi var mı?...

Var...

Yazılı ve sözlü edebiyatları varmı?...

Var

Bir dili varmı?...

Var...

Bir kültürü varmı?...

Var...

Tarihsel süreç içerisinde yarattığı değerleri var mı?...

Var...

En az 200 yıllık bir mücadele tarihi var mır?...

Var...

Son 30 yıldır kesintisiz mücadele tarihinde oluşturduğu değerler Kürtler açısından Kürtlerin vazgeçilmezleri gerçeğini oluşturmuşmudur...

Tabiki oluşturmuştur...

 

Bu gerçekleri görmemek, yok saymak bence ülkesel ve toplumsal bir sorun, bir yara ve hala akan kan olmayı sürdüreceği bilincidir...

Daha da ötesi insanlık ayıbıdır...

Bu ayıp bizim ve bunu çözecek olanda Kürt aydınıyla, Türk aydınıyla, Vatandaşıyla, İşçisiyle, köylüsüyle, yöneticisiyle, devletiyle bizleriz...

(Arap dilini camilerde, Yabancı bütün diller okullarda serbest bırak Kürtçeden kork... Muğlak olan budur bence...)

Eğer bunlar muğlaksa...

Mutlaka meşkuk'tandır ...

 

Saygılar...

DİPNOT...

 

 

Alıntıladığım yazıları okursanız bu tarihin, edebiyatın, kültürün yapay bir şekilde oluşturulmaya çalışıldığı gerçeğini de görürsünüz.

Bu bir uluslaştırma sürecidir.

Olabilir, gayet normal. Bizim de (etnik Türklerin ) tarihimiz uluslaşma adına yapay bir şekilde oluşturuldu diyebilirsiniz. Ama bu da doğru olmaz ?

Neden mi?

Atatürk'ün tarih anlayışının, ayağı bu topraklara basan bir anlayış ve Hititleri de, Lidyalıları da, Frigleri de, Kilikyalıları da, Urartuları da kapsadığını da görebilirsiniz.

Yani,

ortak bir kader ve ülkü birliği için, anadoluya ait ortak bir tarih anlayışı.

Yani,

Türklük şemsiyesi altında ortak bir kültür anlayışı.

Halay da bizim, horon da bizim, zeybek te, trakya karşılaması da, çiğ köfte de bizim, keşkek te, büryan kebap ta bizim, iskender de, denmiştir.

O dönemde ulus olmaktan çok uzak ortaçağı yaşayan bir halk görürüz anadoluda. Kürtler de bunlardan farklı değildi o dönemde.

Ayrıca, kurtuluş savaşında, Yunanlılar Ankaraya kadar gelmişken, İngiliz desteğiyle Sivasta ayaklanma çıkaran bir halk var o dönem.

Musul görüşmesi sırasında din elden gidiyor diye çıkan, elimizi zayıflatan bir Şeyh Sait gerçeği var ortada... bunları cezalandırma olayına asimilasyon yada soykırım diyemezsiniz....

 

Herneyse, her ne olduysa oldu ve Kürtler bu uluslaşma sürecinin dışında kaldı. Bu gerçek!

Üstüne üstlük,

bir çok dış güç eliyle, her açıdan çabaları ile ( tarih yazmak, alfabe yapmak, dilini toparlamak vb.) ve bazı siyasilerimizin hatası yüzünden,

bir KÜRT ULUSU yaratıldı sonuçta...

 

Bunun Arap dili ile, İngilizce ile falan pek bir alakası yok. Korkan da yok.

 

Şimdi, bana,

duygusallığa kaçmadan, mantıklı ve bilimsel olarak iki ayrı ulusun bir arada yaşayabilmesininin nasıl olacağını muğlak olmadan, meşkuk(belirsiz) yollara sapmadan açıklarmısınız, lütfen!

Nedir?

 

-Ana dilde eğitim mi?

 

-Seçmeli ders mi ?

 

-Kürtçe TV mi?

 

-Kürtçe kitap, dergi mi ?

 

-Kürtçe askerlik mi ?

 

-Kürtçe mahkeme mi ?

 

-Kürtçe üniversite mi ?

 

-Kürtçe otobüs mü ? Minibüs mü? Uçak mı ? Gemi mi ?

 

-Hepsi birden mi ?

 

-İkinci resmi dil mi ?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Sevgili Dipnot,

 

Aslında sorunu çok net bir şekilde ifade etmişsiniz;sadece Türkiye Cumhuriyeti demek yetmiyor;Cumhuriyet'in neresinde olduğumuzu sorgulamak tek çıkış yolu.

 

Arkadaşlarımız yazdıklarınıza tepki göstermişler,gösterebilirler,saygı duyarım.Yalnız bu tepkiyi gösterirken,sorgulamayı bir tarafa bırakıp hemen savunmaya geçmişler.

 

Şunu herkes kabul etmeli;demokrasi desek de laik desek de;ülkemiz ne demokratik ne de laik.Laik olan bir ülke de daha bizler vicdanı sorguluyoruz.Demokratik olan bir ülke de biz hala askeri konuşuyoruz.

 

Kim,nerede,nasıl durmalı.

 

Demokrasinin olmadığı bir yerde,demokrasi nasıl işler?

 

Demokrasinin olmadığı yerde,demokrasinin araçları ne işe yarar?

 

İlk soruyu geçtim;ikinci sorunun cevabına bir örnek...partilerimiz...ne işe yarıyorlar?

 

Gelelim ''sonradan oluşturulan Kürt ulusu'' açıklamalarına...

 

Osmanlı Devlet'ine dönmakte büyük yarar var...

 

Osmanlı devleti,kendi içerisinde birçok etnik kimliği barındırmasına rağmen,yediyüz yıllık bir tarihe sahiptir.

 

Peki bu Osmanlı ile ilgili midir tamamen yada şöyle sorayım,bu sadece Osmanlı'nın başarısıyla mı açıklanır?

 

Tabi ki hayır.

 

Bu dönemin getirisidir.

 

Ne zaman ki milliyetçilik dalgası sardı dünyayı,o zaman Osmanlı bitişe doğru yol aldı.

 

Kürtler bu milliyetçilik dalgasının dışındaydı.

 

Osmanlı Devleti içerisinde ciddi bir nüfuza sahip olan Kürtler,Milli mücadale döneminde de kendilerini hissettirmiştir.

 

Peki neydi Kürtler'i milliyetçiliğe sürükleyen!

 

İster katılın ister katılmayın;ısrarla vurgulanan Türk kimliği.

 

Efendi Türkler,bir dili tanımak ülkenin bölünmesi demek değildir;sadece hak ve hukuk olsun...demokrasi olsun.Azınlık değil insan hakkı olsun.

 

Doğrucudavut,Kürt Dili,Kürt kimliği...vs bunlar denildiği gibi sadece birilerinin işine gelen değildi;sadece Kürtlerin kendilerini görmesi ile ilgili de olabilir.

 

Dipnot,çözüm herkesi aynı evde tutmak ile çözülür demişti önceki iletilerinde...

 

Çözüm çocuklarımızı barıştırmak...çözüm demokrasi...işleyen,anlaşılır kılan,ortak payda da buluşturan demokrasi...

 

Gönderi tarihi:
Demokrasinin olmadığı bir yerde,demokrasi nasıl işler?

 

Demokrasinin olmadığı yerde,demokrasinin araçları ne işe yarar?

 

...partilerimiz...ne işe yarıyorlar?

 

Sn. Mavi, mesela, demokrasisinden övgü ile söz ettiğimiz Almanlar uluslaşma sürecini bizden çok önce yaşamışlar, sanayileşmeyi, burjuva devrimlerini yapmışlarr, bazı kavramları, yaşadıkları kötü deneyimler (Hitler vb.) sonunda da oturmuş artık. Keza, Fransada böyle, şimdi yanılmıyorsam 7. cumhuriyetlerini yaşıyorlar. Türkiye ile hiç bir şekilde kıyaslanamaz bu ülkeler. Bizden 134 yıl önce burjuva devrimlerini gerçekleştirmişler, hem de kendi iç dinamikleri ile. Atatürk bu süreci 20 yılda tamamlamaya çalıştı. Ve onun modeli tüm 3.dünya ülkelerine bir ideoloji oldu. Ama maalesef içimizdeki şeriatçılar ve hainler bu süreci tersine döndürdü. Karşı devrim sürüyor, 68 yıldır. İşte onun için bizim demokrasimizde değiştirilemez kanun maddeleri var, işte onun için ırkçılığa karşı, şeriatçılığa karşı, bölücülüğe karşı maddeler var. Halkımız devrimlerin biçimlemesinden, demokrasi bilincinin yerleştirilmesinden uzak bırakıldı 68 yıldır, ABD destekli sağ partiler yıllardır kendi çıkarları için, şeriatçılığı da, feodalizmi de, bölücülüğü de desteklediler ve bugünlere geldik. O dediğiniz haklar verilise Türkiye diye birşey kalmaz. Korku değil bu mantık. Çünkü, malzeme belli.Bizim Avrupa gibi olabilmemiz için bin fırın ekmek yememiz gerek. Ama, komplekse girmeye de gerek yok. Öyle olması gerekiyormuş öyle olmuş. Bu bizim insan olarak değerimizi düşürmez.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Gelelim ''sonradan oluşturulan Kürt ulusu'' açıklamalarına...

 

Osmanlı Devlet'ine dönmakte büyük yarar var...

 

Osmanlı devleti,kendi içerisinde birçok etnik kimliği barındırmasına rağmen,yediyüz yıllık bir tarihe sahiptir.

 

Peki bu Osmanlı ile ilgili midir tamamen yada şöyle sorayım,bu sadece Osmanlı'nın başarısıyla mı açıklanır?

 

Tabi ki hayır.

 

Bu dönemin getirisidir.

 

Ne zaman ki milliyetçilik dalgası sardı dünyayı,o zaman Osmanlı bitişe doğru yol aldı.

 

Kürtler bu milliyetçilik dalgasının dışındaydı.

 

Türkler de dışındaydı. Sn. Mavi, Gücenmeyin alınmayın ama Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken millet(ulus) değildi. Ha keza Türkler de değildi, Lazlar da değildi, Çerkesler de...İşte bu yüzden, kuruluşta herkesi kapsayan, etnisiteden uzak bir Türklük, Türk Ulusu düşünüldü.

 

Ancak, özellikle son 30 yılda, bir çok dış güç eliyle ve emperyalist devletlerin bu konudaki özel çabalarıyla ( Rusların Kürtçe sözlük yapması, İsveçlilerin tarih yazması vb. ) ve bazı siyasetçilerimizin basiretsizliğiyle (Evren, Özal, Demirel) bir KÜRT ULUSU yaratılmak üzere ve bu doğrultuda o bölgelerde yaşayan tüm etnik, dini grupları Kürtlükte birleştirme ve asimilasyonu ve uydurma bir ontolojik temellendirme çalışmaları söz konusu.

 

Bu süreci görememiş olanlar için de kafa karışıklığı da gayet normal. Çünkü olay bir hak verme meselesi, bir insani empati meselesi oluyor, ister istemez. Bu durum geri döndürülemez bir hal almıştır. Olay demokratikleşme falan değil, önce azınlık hakları, sonra federasyon, daha sonra konfederasyon ve güney Kürdistanla ( K.Irak Barzani yönetimi ) birleştirme projesidir.

 

Sorulması gereken soru şudur: Neden Kürtler, Kurmançiler ? Neden İsveçteki Laponlar yada Amerikadaki Komançiler değil.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Osmanlı Devleti içerisinde ciddi bir nüfuza sahip olan Kürtler,Milli mücadale döneminde de kendilerini hissettirmiştir.

 

Osmanlı, Kürtlerde feodalizmi destekleyerek, ağalara, beylere, mirlere ciddi bir nüfuz sağlamıştır. Bu nüfuzun devam etmesini isteyen feodal beyler, İngilizlerin de etkisi ve desteğiyle, Ankaraya kadar gelmiş Yunan ordusu varken bile, Sivasta halkı, serfleri ayaklandırarak(Koçgiri), Ankara hükümeti kuvvetlerine saldırtmışlardır. Ayaklanmayı Nurettin paşa bastırmıştır.

 

Peki neydi Kürtler'i milliyetçiliğe sürükleyen!

 

İster katılın ister katılmayın;ısrarla vurgulanan Türk kimliği.

 

Özellikle son 30 yılda, bir çok dış güç eliyle ve emperyalist devletlerin bu konudaki özel çabalarıyla ( Rusların Kürtçe sözlük yapması, İsveçin tarih yazması vb. ) ve bazı siyasetçilerimizin basiretsizliğiyle (Evren, Özal, Demirel) bir KÜRT ULUSU yaratılmak üzere ve bu doğrultuda o bölgelerde yaşayan tüm etnik, dini grupları Kürtlükte birleştirme ve asimilasyonu ve uydurma bir ontolojik temellendirme çalışmaları söz konusu.Eğer ısrarla vurgulanan o Türk kimliği etnik Türk kimliği ise yani eğer vurgulanan o ise dediğinizin katkısı da olmuş olabilir. İster katılın ister katılmayın diğer etkenlerin katkısı daha büyüktür.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Efendi Türkler,bir dili tanımak ülkenin bölünmesi demek değildir;sadece hak ve hukuk olsun...demokrasi olsun.Azınlık değil insan hakkı olsun.

 

Kürtler Türkiyede azınlık değildir,biz de bunu savunuyoruz zaten aynı fikirdeyiz ama buyrun bunu AB 'ye anlatın,onların azınlık tanımları farklı. 1 Şubat 1998 tarihinde resmen yürürlüğe giren Avrupa Konseyi'nin etnik azınlıkların korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmesi kapsamında azınlık gözüyle bakan ve bize dayatan da onlar.

 

Bu insan haklarını tam olarak ortaya koyun ki anlayalım. Ona göre cevap verelim. Uluslaşma sürecini henüz tamamlamamış, eğitimin ezberciliğe dayalı olduğu, demokrasi bilincinin gelişmediği, batıyı 100 yıl öncesinden takip eden bir ülkede, farklı bir ulusun (etnik gruptan bahsetmiyorum ) varlığından bahsediyorsunuz. Bunu biraz düşünün derim.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Doğrucudavut,Kürt Dili,Kürt kimliği...vs bunlar denildiği gibi sadece birilerinin işine gelen değildi;sadece Kürtlerin kendilerini görmesi ile ilgili de olabilir.

 

Elbette, buna saygı duyarım. Yani, eyim dedikten sonra yok siz o değilsiniz diyemem tabii. Katılırsınız yada katılmazsınız, benim yaptığım sadece analiz ve durum tespiti. Bunda alınacak da bir şey yok, Sn. Mavi.

 

Dipnot,çözüm herkesi aynı evde tutmak ile çözülür demişti önceki iletilerinde...

 

Çözüm çocuklarımızı barıştırmak...çözüm demokrasi...işleyen,anlaşılır kılan,ortak payda da buluşturan demokrasi...

 

Sn.Dipnot alınmasın, iyi niyetinden kuşkum yok ama maalesef ezbere yazıyor. Şu aşağıdaki alıntıladığım yazıyı okuyun lütfen, ondan sonra tartışalım.

 

"Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun etnik, dinsel ve kültürel nüfus kompozisyonunu, mikro boyutta, rakamsal olarak belirlemek olanaksız: Devlet İstatistik Enstitüsü bu ayrıntıda veri sağlamıyor. En küçük yerleşim birimi bazında bireysel veri toplama çabaları ise, gerek devletin politik kaygıları ve incelenen toplulukların dışa kapalılıkları, gerekse tam tesadüfi örnekleme yapabilme konusundaki teknik sorunlar nedeniyle çok kısıtlı.

Ancak, Fırat'ın doğusunda kalan bölgede yapılan pilot çalışmalar (ki bunların istatistiki açıdan güvenilirliği yoktur), sadece gerekli olan tercüman sayısı ve niteliği ile dahi olsa, çokkültürlü bir tablo ortaya çıkarıyor. Çok kaba hatlarıyla da olsa, bölgedeki dil ve din çeşitliliği aşağıdaki gibi özetlenebilir.

Mikro-kültürler

Güneyde, Antep ovasından Fırat'a doğru yolun güneyi, Barak'ın en kuzey sınırı: Osmanlı tarafından Colap Çölü'ne (Suriye) sürülmüş, Abdülhamit Han'ın fermanı ile kuzeye gelmesine izin verilmiş, evi Ar-Rakka (Suriye) olan Türkmen boyu. Yaşlı erkeklerin şakağında, Orta Asya geleneği olan ceylan dövmesi, kadınları silme bezeli, Orta Asya'dan bu yana hâlâ her evden bir erkeğin Türk ordusuna verildiği Barak boyu.

Yolun kuzeyi, yine Abdülhamit Han'ın fermanı ile Dersim'den aşağı inen Alevi Zaza aşiretinin bölgesi. Eski Yezidi köylerini kontrolü altına alan bu aşiret, İran'daki yeraltı sulama sistemini, İran'daki adı olan Kanat ile, Dereboyu'nda kuran aşiret. Yerüstündeki ağızları Hazreti Ali'nin kılıcı ve Acem Aslanı ile bezeli olan Kanatlar kız isteme töreninin de mekânı.

Fırat'ı Birecik'te geçer geçmez, güneydeki köylerde, Fırat yine kutsal nehir, "şeytan" sözcüğü yasak ve dil Bedevi Arapçası. Erkeklerin şakaklarında Güneş Tanrısı'nın simgesi güneş kursu, kadınlar yine baştan aşağı bezeli. Şeyh dışında okumak yasak, yabancı ile konuşmak yasak, "ben Yezidiyim" demek yasak.

Doğuya doğru birkaç köy sonra, sınır boyunda, Barak'ın bir kolu, hemen ardından, Kurtuluş Savaşı'nda Urfa'nın Fransızlardan kurtarılmasında büyük katkıları olan, erkekleri uzun Arap entarisi giyen, rengarenk ipeklere sarılı kadınları yine baştan ayağa bezeli Arap aşireti.

Suruç'un kuzeyinde, İslamlaştırma politikalarının ağır baskısı altında başevi bölünmüş olmasına rağmen, geleneklerini korumaya çabalayan, Sorani lehçesi konuşan, büyük ve güçlü Yezidi aşireti. Yine kadını ve erkeği dövmeli, ama motifler farklı.

Urfa merkez köyleri ve kuzeyindeki Kürtçe lehçe yine Sorani, halk ismen de olsa Sünni. Kuzeye, özellikle Halfeti-Bozova ilçelerine doğru Kadiri tarikatı hakim. Kızıltepe'nin kuzeyinde, yer yer yine Arapça konuşulan, İslamlaştırma baskısı ile evlerine kapanmış Yezidi köyleri ardından, Diyarbakır'dan doğuya doğru Kurmanci lehçesi yelpaze gibi açılıyor. Kurmanci lehçesinin kuzeyi Türkçe ve çeşitli Zaza lehçeleri konuşan, çoğunlukla Alevi adı altında toplanan inanç grupları; kasaba ve kentlerde Şafiler ve Nakşibendiler; bazı kasabalarda dil Arapça. Güneyde sınıra yakın, Mardin-Midyat ekseninde Süryani ve Aramice; bir iki ufak yerleşmede Kurmanci lehçesi konuşan Bahailer ve Türkçe'nin yanı sıra kendi dilini korumayı başarmış Sünni Çerkesler.

 

Asimilasyon

Fırat'ın doğusu sorunu Atatürk Türkiyesi'nde, "Türküm diyen Türk'tür" prensibi ile çözülmek istendi ve bunun ön şartı olarak da yeni yetişen nesillere Türklük bilinci, gururu ve dili benimsetilmeye çalışıldı. Devletin laik olması, Cumhuriyet'in ilk yönetici kadrolarının İslam'la çok özdeşleşmiş olmaması, mikro din-kültür gruplarını bir dereceye kadar korudu. Bir yandan yükselen Kürt milliyetçiliği, diğer yandan İslam dininin güçlü etkisi ile Türkleştirme politikasının iflas ettiğini görüyoruz.

Günümüzde, bu çeşitlilik sorunu Abdülhamit Han yöntemleri ile çözülme aşamasında. 12 Eylül ile sistemli bir şekilde uygulamaya konan İslamlaştırma politikasının son halkası, AKP iktidarı, çeşitli etnisite, dil ve dini inancın birarada yaşadığı bölgeyi, yine 1890'lardaki yaklaşımla, İslam şalıyla örtmeyi deniyor. İktidar partisi, en azından, sınırlarımız içinde birlik ve beraberliğin, ortak Müslümanlık temelinde sağlanabileceği kanısında.

Oysa bu politika, ne yazık ki, en az Sultanahmet'teki Bizans Sarayı kalıntıları kadar korunmaya layık olan kültürel çeşitlilik mirasımızı yok edecek. Yezidilik gizli bir din, dışarıdakilere anlatılmıyor. Son temsilcileri de İslam'a döndürüldüğü zaman artık onu, Harran'daki Sabilik gibi, hiç bilemeyeceğiz. Ya erkeklerinin kolları Süryani haçıyla bezeli, Türk devletine her zaman sadık Türkmenler neye inanıyor? Zazaların şeyhleri güçlerini nereden alıyor? Hepsini Sünni- İslam şalı örtmeden bilmek istemiyor muyuz?

 

Entegrasyon ve Kuzey Irak modeli

"Kürt haklarını" korumak üzere örgütlenmiş olan DTP, asimilasyona şiddetle karşı çıkarak, entegrasyon modelini savunuyor. Çok sayıda yerel meclise dayanan bu model, çeşitliliğin korunmasında umut veren bir başlangıç olmakla beraber, yeterince açık değil. Ancak, Kuzey Irak'taki uygulamalar bir gösterge olacaksa, bu politikanın genel kullanımdaki adı "ulus-yapılandırma": Belli bir etnik grubu aynı dil, din, kültür çevresinde birleştirme. İlkesel olarak Türkleştirmeden hiç farkı olmayan bu politika doğrultusunda atılan ilk ve çok önemli bir adım, Sorani lehçesinin Irak'ta resmi Kürtçe olarak tanınması. Sorani, Kahtaniye bağlı, nispeten daha laik olarak tanımlanan Süleymaniye halkının konuştuğu lehçe. Kuzey Irak bölgesel hükümetinin başı Barzani ise Kurmanci konuşuyor ve kendi aşiretinin dilini "Kürt ulusu" adına feda etmesine yol açan bu sert politika, DTP'ye yakın bazı Kürt aydınları tarafından da destekleniyor: Amaç Türkiye'de de ortak bir Kürt dili, geçmişi ve dini yaratmak.

Irak'ta güçlü Barzan aşiretinin bile direnemediği baskıya boyun eğecek olan Yezidiler ve Zazalar, bu kez Kürt asimilasyonu ile karşı karşıya kalacak. Bölge okullarında bu kez Kürt dili olarak, Türkiye'de Sorani'den daha yaygın olan Kurmanci öğretilecek; dövmeli bütün Türk ve Arap boylarının yanı sıra Kurmanci konuşan Karakeçililer ve tabii tüm Zazalar Kürt sayılacak, muhtemelen bir ortak din olarak Şafilik benimsenecek ve ne yazık ki bunun adı da entegrasyon olacak."

(GÜNEŞ ÖZDURAL-RADİKAL)

Gönderi tarihi:
Sn. Mavi, mesela, demokrasisinden övgü ile söz ettiğimiz Almanlar uluslaşma sürecini bizden çok önce yaşamışlar, sanayileşmeyi, burjuva devrimlerini yapmışlarr, bazı kavramları, yaşadıkları kötü deneyimler (Hitler vb.) sonunda da oturmuş artık. Keza, Fransada böyle, şimdi yanılmıyorsam 7. cumhuriyetlerini yaşıyorlar. Türkiye ile hiç bir şekilde kıyaslanamaz bu ülkeler. Bizden 134 yıl önce burjuva devrimlerini gerçekleştirmişler, hem de kendi iç dinamikleri ile. Atatürk bu süreci 20 yılda tamamlamaya çalıştı. Ve onun modeli tüm 3.dünya ülkelerine bir ideoloji oldu. Ama maalesef içimizdeki şeriatçılar ve hainler bu süreci tersine döndürdü. Karşı devrim sürüyor, 68 yıldır. İşte onun için bizim demokrasimizde değiştirilemez kanun maddeleri var, işte onun için ırkçılığa karşı, şeriatçılığa karşı, bölücülüğe karşı maddeler var. Halkımız devrimlerin biçimlemesinden, demokrasi bilincinin yerleştirilmesinden uzak bırakıldı 68 yıldır, ABD destekli sağ partiler yıllardır kendi çıkarları için, şeriatçılığı da, feodalizmi de, bölücülüğü de desteklediler ve bugünlere geldik. O dediğiniz haklar verilise Türkiye diye birşey kalmaz. Korku değil bu mantık. Çünkü, malzeme belli.Bizim Avrupa gibi olabilmemiz için bin fırın ekmek yememiz gerek. Ama, komplekse girmeye de gerek yok. Öyle olması gerekiyormuş öyle olmuş. Bu bizim insan olarak değerimizi düşürmez.

 

Saygılar.

 

Demokrasiyi,demokrasinin kendi dinamikleri ile olan değişimini,burada fazlasıyla yazdık;ortak olan nokta şuydu;demokrasi halkın iktidarıydı,Atina da anlam kazanan,girdiği coğrafyalarla farklılaşan,halk için derken bile çoğu zaman halkı egemen sistem karşısında güçsüz kılma çabalarına dönüşen,siyasi kavram.

 

Demokrat geçinen sözde demokratları bir tarafa bırakalım,demokratik olduğunu iddia eden sözde demokratik ülkeleri bir tarafa bırakalım;gerçek olana dönelim;gerçek anlamda demokrasi bir ütopyadır.

 

AB yada Abd...demokrasinin kaleleri olarak görülen,ama demokrasi anlayışarı kendi ülkeleriyle sadece kendileriyle yücelen...işkenceyi insanlık suçu olarak gören,Ebu Garib'te yaşananları görmeyen bir demokrasi anlayışı...

 

Demokrasi tüm bunlar ile benim için anlam kazanırken,ben neden demokrasi dedim;çözüm olarak.

 

Çünkü tüm bunlara rağmen,en iyi siyasal yönetim aracıdır;kötünün içinde iyi olan!

 

Çünkü herkes bizim gibi düşünmeyebilir,siyasi parti gibi araçlarla bizi buluşturan...

 

Çünkü bize söz tanır,seçimlerle iradeyi var eden...

 

Anayasal demokrasi veya başka önadları ile sınırlanacak tüm demokrasiler...

 

Ütopya olsa da ihtiyacımız olan.

 

Bakın Sayın Dayı ile vicdan diyoruz.

 

Vicdan varsa insan vardır,ya yoksa...?o zaman hak ve hukuk olmalı,herkese kendi vicdanı ile bende buradayım demeli,yanlış yada doğrularıyla(birinci vicdan kullanımım,insani olan,ikincisi de insanlarla anlam kazanan)

 

Ülkemizi düşünün,kimi başka ülke der,kimi şeriat...

 

Onlara diyebilir misiniz,çok istiyorsan git Irak'a,Arabistan'a...hayır,diyemezsiniz...çünkü onlarda bu ülkenin sahibi.

 

Peki o zaman ne olacak,işte demokrasi bizi ortak olanda buluşturacak;ortak olan ne?

 

Ulusal çıkarlar.

 

Ama nasıl bir demokrasi...?

 

Çoğullarla değil,çoğunlukla ölçülen bir demokrasi.

 

Azınlığın da söz sahibi olduğu bir demokrasi,partilerin,aradenin doğru işlendiği bir demokrasi.

 

Yani araç ve yöntemleri ile işleyen...

 

Bu demokrasi ülkemize ne kadar yakın?

 

Parlemantoya,siyasi geleneğe ve halkımıza bakarak maalesef çok uzak.

 

Birde sizin dediklerinizi eklersek,fırın ekmek için para toplamaya başlayalım :sweatingbullets:

 

Ama değerli arkadaşım,herşeyden önce demokrasinin işlemesi için kendimizle,tarihimizle ve zihniyetimizle yüzleşelim.

 

Demokrasi kimileri için piyonsa kimileri için çıkışsa,aynı ülke de bu kadar farklılaşansa...önce nedir demokrasi diye soralım.

 

Diğer eleştirilerinize de zaman bulursam açıklama getireceğim;yalnız şimdi yemek için çıkmalıyım.İş arası aklıma gelenler bunlar...saygılar!

Gönderi tarihi:

Değerli arkadaşım,

 

-Osmanlı Devleti'nde ki azınlıklarla başlayan ulusal hareketler,Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra da büyük bir tehlike olarak algılanmış,en büyük hata da bu korkuyla ulusallaşmaya çalışan Türk kimliğinin,diğer etnikleri yok saymasıyla tarihimizde yer almıştır..Evet,daha önce ki süreçte ulusal bir Kürt mücadalesi yoktur;ama ısrarla vurgulanan etnik kimlike tepkiye dönüşen Kürt etniği vardır.Ya da şöyle diyeyim;zaten o sürece kadar ulusal olan kimlikler yoktur;Cumhuriyetle beraber ulusallaşan Türk kimliği ile gelişen bir Kürt kimliği.

 

-Kimin Kürt kimliğinde,ne çıkarı var;o tartışılır.Ama beni bağlayan Kürt kimliğinin kendisidir.Dış güçler,heasaplar bu kimliği konuşurken bağlayıcı olmaz.

 

-Hak kavramıma herşeyden önce,en temel hak olan yaşama hakkı gelir.Kürtlerden yaşama hakkı alındı mı diye soracaksınız;bilinçli ya da bilinçsiz;yaşama hakkından mahrum bırakanlar olmuştur...diğerlerini yazmaya gerek yok!

 

-Feodalizm,asimilasyon ve azınlık konusunda yazmadan önce,yazdıklarınızı sakin bir ortamda okumalıyım,sizi ne demek istediğinizi anlamadan,kendimi anlatma derdine girmem gülünç olur...işime de dönersem iyi olur....görüşmek üzere...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.