Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

UĞUR MUMCU'yu anıyoruz.. Uğur Mumcu her zaman büyük bir ışıktır; çünkü kimlerle ve niçin savaşacağımızı bize gösterdi..


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

UĞUR MUMCU için 15 yıldır gelmeyen adalet....

 

Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu'nun katledilişinin üzerinden 15 yıl geçti. Suikasta ilişkin açılan UMUT davası 8. yılını geride bıraktı. Yargıtay'ın ikinci bozma kararından sonra duruşmalar halen sürerken Ferhan Özmen dışında tutuklu kalmadı. Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci, sanıklar Ekrem Baytap'ın müebbet ağır hapisle, Mehmet Ali Tekin ve Hasan Kılıç'ın, 12 yıl 6 aydan 18 yıl 9 aya kadar hapisle, Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş ve Mehmet Aydın'ın 6 yıl 3'er aydan 12 yıl 6'şar aya kadar hapisle cezalandırılmaları talebinde bulundu.

ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu 'nun katledilişinin üzerinden 15 yıl geçti ancak bombalı saldırı düzenleyen tetikçilerin ardındaki asıl güçlere ulaşılamadı. Suikasta ilişkin açılan UMUT davası 8. yılını geride bırakırken Yargıtay'ın ikinci bozma kararından sonra duruşmalar halen sürüyor.

 

İstanbul'da terör örgütü Hizbullah'ın İlim Grubu'na yönelik 17 Ocak 2000 tarihinde düzenlenen operasyonda elde edilen CD ve disketlerdeki bilgiler üzerine, Uğur Mumcu suikastının faillerini yakalamak amacıyla 21 Şubat 2000 tarihinde " UMUT "(Uğur Mumcu Uzun Takip) operasyonuna başlandı. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı suikastının faili olarak 14 Mayıs 2000'de Ankara'da gözaltına alınan Necdet Yüksel 'in de yer göstermesi sonucu, Sincan'da çok sayıda patlayıcı, silah ve mühimmat bulundu.

 

9 SANIK HAKKINDA İDAM İSTENDİ

Soruşturmayı yürüten dönemin DGM Savcısı Hamza Keleş , 11 Temmuz 2000 tarihinde, 9 kişi hakkında idam istemiyle olmak üzere 17 sanık hakkında dava açtı, 111 kişi hakkında takipsizlik kararı verdi. Mumcu'nun aracına bombayı yerleştiren Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan 'ın da aralarında bulunduğu sanıklar, Ankara 2 No'lu DGM'de 14 Ağustos 2000'de yargılanmaya başladı. Kapatılan Ankara 2 No'lu DGM, ilk yargılama sonunda sanıklar Özmen, Yüksel ve Aytufan'ı, "mevcut anayasal düzeni silah zoruyla yıkıp, yerine din kurallarına dayalı devlet kurmak için oluşturulan silahlı çeteye üye olup, anayasal düzeni değiştirmeye cebren teşebbüs ettikleri" gerekçesiyle ölüm cezasına çarptırmıştı.Bir sanık hakkındaki davayı erteleyen mahkeme, 4 sanığın beraatına karar vermiş, 15 sanığı da 3 yıl 9 ay ile 18 yıl 9 ay arasında değişen ağır hapis cezalarına mahkûm etmişti. Dosyanın temyiz için gittiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, idama mahkûm edilen Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan'ın cezasını müebbet ağır hapis cezasına dönüştürerek onamış, ölüm cezasına çarptırılan Ferhan Özmen'in de aralarında bulunduğu 8 sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını eksik soruşturma gerekçesiyle bozmuştu. Davaya, Yargıtay'ın bozma kararından sonra 2 No'lu DGM'de devam edildi. Ankara 2 No'lu DGM'nin kapatılmasının ardından Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ne devredilen davada, Ferhan Özmen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Birçok sanık ise AKP'nin çıkardığı Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlandı.

 

Dosyanın temyiz için ikinci kez gönderildiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, sanık Ferhan Özmen'in ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin kararı onamıştı. Sanık Ekrem Baytap' ın 15 yıl hapis cezasına çarptırılmasına ilişkin karar ise eksik soruşturma nedeniyle bozulmuştu. Yargıtay, 7 sanığın ise Eve Dönüş Yasası'ndan yararlanmasına ilişkin kararı yerinde görmemişti.

 

TEK TUTUKLU KALDI

2008 yılına gelindiğinde dava halen sürerken Ferhan Özmen dışında tutuklu kalmadı. Yargıtay'ın ikinci kez bozma kararının ardından dava yeniden görülmeye başlandı. 13 Aralık 2007 tarihinde Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci , esas hakkındaki görüşünü açıkladı. Demirci, sanık Ekrem Baytap'ın "anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs" suçundan müebbet ağır hapis cezasına çarptırılmasını istedi. Demirci, sanıklar Mehmet Ali Tekin ve Hasan Kılıç 'ın, "silahlı terör örgütünde özel görevi haiz yöneticilik yapmak" suçundan,12 yıl 6 aydan 18 yıl 9 aya kadar hapisle cezalandırılmalarını istedi. Sanıklar Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş ve Mehmet Aydın 'ın ise "silahlı terör örgütüne üye olmak" suçundan 6 yıl 3'er aydan 12 yıl 6'şar aya kadar hapisle cezalandırılmaları talebinde bulunuldu.

 

AF İSTEKLERİNE RET

Savcı Demirci, Topluma Kazandırma Yasası'ndan yararlanma yönünden talepte bulunan sanıklar Hasan Kılıç, Ekrem Baytap , Mehmet Şahin, Aydın , Tekin ve Karakuş'un, bozmadan önceki yargılama sırasında hâkim önünde savunmalarını reddetmeleri yanında, örgüt içindeki konum ve faaliyetleriyle uyumlu şekilde bilgi vermek suretiyle örgütün dağılmasına veya meydana çıkarılmasına yardım ettiklerine ya da bilgi ve belge vererek yahut bizzat çaba göstererek örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olduklarına dair yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle bu taleplerinin reddine karar verilmesini istedi. Mahkeme, sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınmasının ardından UMUT davasını yeniden karara bağlayacak. UMUT davası hükümlüsü Tekin'e cezaevinden çıktıktan sonra Küçükçekmece Kaymakamlığı'ndan 2 bin YTL'lik yoksulluk yardımı yapıldığı da ortaya çıkmıştı.

 

 

Yazılarıyla bize yol gösteriyor

Derleyen: ORHAN TÜLEYLİOĞLU

(Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı Yayın Yönetmeni)

 

Yazıları ve araştırmalarıyla toplumu aydınlatan, bir kişiye yapılan haksızlığı, bütün topluma yapılmış sayan Uğur Mumcu, eğilmeyen bükülmeyen kalemi ile bize yol göstermeye ve uyarmaya bugün de devam ediyor.

 

" Atatürk, emperyalizme ve kapitalizme karşı yürütülen silahlı savaşın 'tam bağımsızlık' inancı ile oluşan bir cumhuriyet ile sürdürülmesini amaçlamaktaydı.

Kurtuluş Savaşı'nın önderi, Osmanlı İmparatorluğu'nun, emperyalizm ve kapitalizmin kıskacı altında nasıl ezildiğini, ' dış borçların' ne gibi yıkımlara yol açtığını o günlerde şöyle anlatır:

- O kadar çok borçlandılar ki, o kadar elverişsiz koşullar içinde borç aldılar ki, bunların faizlerini bile ödeyemez oldular. En sonunda bir gün geldi, Osmanlı devletinin sıfırı tükettiğine hükmettiler; böylece başımıza Düyunu Umumiye denilen bela çökmüş oldu.

Bugün 'tam bağımsızlık' ilkesinden söz etmek neredeyse suçtur. 'Devletçilik' çoktan yürürlükten kaldırılmıştır. 'Devrimcilik' tutucu çevrelerce, vatana ihanet ile eşanlamlara gelmektedir. Devlet, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarındaki gibi dış borç batağına sürüklenmiştir. 'Siyaset-ticaret-tarikat' üçgeni, laiklik ilkesini Cumhuriyet müzelerine kaldırmıştır.

Ülkemizde, yıllardır, yasaklı ve kısıtlı bir demokrasi anlayışı egemendir.

Bu koşullarda Atatürk'ün büyüklüğü, amacı, silah ve düşün arkadaşlarının devrimcilikleri çok daha iyi anlaşılmaktadır."

(Cumhuriyet, 29 Ekim 1988)

 

" Mustafa Kemal ve arkadaşları, 'Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı' silahlı savaş vermiş, bu savaştan sonra da 'tam bağımsız' bir devlet ve 'laik cumhuriyet' kurmuşlardır.

Atatürkçülükte, ne yabancı orduları Türkiye'ye çağırmak diye bir ilke vardır, ne din duygularını ve dince kutsal kavramları siyasal amaçlarla kullanarak resmi siyaset ve ideoloji yaratma alışkanlığı!

­ Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin, kuvvetleri ve bilinen olanaklarıyla Türk ulusunu emperyalizme araç yapmalarına engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz. (Tamim ve Telgraflar, 20.6.1920, s. 339)

Atatürkçülük budur. Atatürkçülük, tam bağımsızlık demektir. Atatürkçülük; barış demektir, laiklik demektir, devrimcilik demektir."

(Cumhuriyet, 20 Aralık 1990)

 

" Atatürk dönemi, Türk yakın tarihinin en görkemli ve en devrimci sayfasıdır. Önce emperyalizme karşı verilen silahlı savaş, sonra da 'tam bağımsızlık' inanç ve bilinci ile dünya uluslar ailesinin onurlu üyesi olmak için verilen uygarlık savaşı."

(Cumhuriyet, 10 Şubat 1991)

  • Cevaplar 52
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Malesef her yil onlarca yeni Ugur Mumcu'lari kaybediyoruz ve hicbirinin faili de tesadüfemmi bilmiyorum ama bulunamiyor. Ortak yön olarakta olaylarin icinde genelde derin devlet denilen bir sistem ortaya cikiyor ve suclularin bulunmasini engelliyor.

 

Ugur Mumcu'yu ve onun gibi yüzlerce katledilen yurtseveri, aydini ve demokrati saygi ile aniyorum.

Saygilar

Gönderi tarihi:
Malesef her yil onlarca yeni Ugur Mumcu'lari kaybediyoruz ve hicbirinin faili de tesadüfemmi bilmiyorum ama bulunamiyor. Ortak yön olarakta olaylarin icinde genelde derin devlet denilen bir sistem ortaya cikiyor ve suclularin bulunmasini engelliyor.

 

Ugur Mumcu'yu ve onun gibi yüzlerce katledilen yurtseveri, aydini ve demokrati saygi ile aniyorum.

Saygilar

Yapabildiğimiz ancak bu zaten, saygı ile anmak.

Gönderi tarihi:

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.

 

Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

 

Vurulduk ey halkım, unutma bizi?

 

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi?

 

Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla.

Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi?

 

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin

elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi?

 

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce, kolumuzu, omuz başından

keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi?

Giresun?daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege?deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu?daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul?daki, Ankara?daki işçiler, sizin için öldük. Adana?da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin

için öldük.

 

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi?

Bağımsızlık, Mustafa Kemal?den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen

ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

 

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi?

 

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı?nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız.

Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

 

Vurulduk ey halkım, unutma bizi?

 

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

 

Asıldık ey halkım, unutma bizi?

 

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

 

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi?

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi?

Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi,

 

unutma bizi?

 

UĞUR MUMCU

Gönderi tarihi:

Atatürkçü milliyetçi sosyalist

UĞUR MUMCU ve mirası

 

Uğur Mumcu bugün neden yok?

 

24 Ocak 1993’ün üzerinden 15 yıl geçti. Kemalist Devrimin en önemli şehitlerinden biri olan Uğur Mumcu tam 15 yıl önce katledildi.

 

Uğur Mumcu’yu katleden gerçek failler bunca yıla rağmen bulunamadı. Cezalandırılamadı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün yıkan ve parçalayan failler ortada. Hepimizin gözü önünde vatanımızı satıyorlar. Cumhuriyeti yıkıyorlar. Gizlileri saklıları yok. En tepedeler.

 

Bu yüzden “Uğur Mumcu’nun hesabını soracağız, failleri bulacağız” diyenler bugün ortada yok. Çünkü bugün Türklüğü ve Türkiye’yi yok edenlerden hesap sorma mücadelesini ve iradesini gösteremeyenler, Uğur Mumcu’yu o gün yok edenlerden hesap soramaz.

 

Düşünün bir kere, Amerikancı Rabıta’nın yarattığı sermaye gruplarının parasıyla “Cumhuriyet”çilik yapanlar, ırkçı-bölücülüğün kucağında “solculuk” yapanlar, ABD ve AKP’nin emri altında “Atatürkçülük” yapanlar artık gösteriş amacıyla bile olsa Uğur Mumcu’nun anısına sahip çıkabilir mi? Nitekim çıkmıyorlar da...

 

Başka bir soru: Acaba Uğur Mumcu neden yok edildi? Veya O bugün yaşasaydı ülkemizi yok etmek isteyen ABD ve Kürt-İslamcı faşistlere karşı nasıl mücadele ederdi?

 

Uğur Mumcu’nun hedef seçilmesi bu açıdan çok anlamlıdır. Onun şahsında bir gelenek ortadan kaldırılmak istendi. Amaç Kürt-İslam’ın önündeki taşları temizlemekti.

 

Ulusal Sol’un bayrağını biz gençlere devretti

 

Mustafa Kemal Atatürk’ten, Deniz Gezmiş’lere, Avcıoğlu’na teslim edilen bayrağı teslim almıştı Uğur Mumcu. Bir nevi bu çizginin temiz kalmış, halkın gözbebeği olarak 21. yüzyıla taşınan son fikirsel önderlerindendi.

 

O’nun ortadan kalkmasıyla birlikte herkesin sorduğu soru onun gibi cesur ve devrimci bir mücadeleyi artık kimin verebileceğiydi. Gerçekten de 1993 ile 2000 yılları arasında Ulusal Sol gelenek bayraktarsız kaldı.

 

TÜRKSOLU’nu kuran Atatürkçü devrimci gençlik tarihteki bu sapmaya son verdi. Ulusal Sol bayrağı yine Türk halkının saflarında yükseliyor. Halk pusulasız değil. Ama gelenekteki 7 yıllık kopuş bile emperyalistlere ve Kürt-İslamcılara büyük güç kattı.

 

1993’ten bugüne değişenlere bakalım. Uğur Mumcu’nun önceden gördüğü, halkı uyardığı her tehlike gerçekleşti.

 

Bağımsız ve üniter Türkiye’nin, Türklüğün ve Atatürk’ün tüm düşmanlarının ipliğini pazara çıkarırdı. Şimdi hepsi iktidarda...

 

Ve hepsinden önemlisi Uğur Mumcu gerçek kurtuluş yolunu, Atatürk Devrimciliğini her fırsatta ortaya koyardı. İkinci Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimciliği yeniden canlanmadan bastırılmalıydı. Emperyalistler ve kiralık katillerinin hedefi doğal olarak Uğur Mumcu’ydu. Çünkü O Atatürkçüydü, milliyetçiydi ve sosyalistti.

 

O’nu katledenlerin ve bugün Türkiye’nin başına bela olanların da tüylerini diken diken eden buydu.

 

İhanet planlarının ve katliamlarının nafile olduğunu TÜRKSOLU Geleneği geri dönerek gösterdi.

 

 

Mustafa Kemal Atatürk’ten, Deniz Gezmiş’lere, Avcıoğlu’na teslim edilen bayrağı teslim almıştı Uğur Mumcu.

Bir nevi bu çizginin temiz kalmış, halkın gözbebeği olarak 21. yüzyıla taşınan son fikirsel önderlerindendi. O’nun ortadan kalkmasıyla birlikte herkesin sorduğu soru onun gibi cesur ve devrimci bir mücadeleyi artık kimin verebileceğiydi. Gerçekten de 1993 ile 2000 yılları arasında Ulusal Sol gelenek bayraktarsız kaldı. TÜRKSOLU’nu kuran Atatürkçü devrimci gençlik tarihteki bu sapmaya son verdi. Ulusal Sol bayrağı yine Türk halkının saflarında yükseliyor. Halk pusulasız değil. İhanet planlarının ve katliamlarının nafile olduğunu TÜRKSOLU Geleneği geri dönerek gösterdi.

 

 

O Atatürkçüydü

 

Uğur Mumcu her şeyden önce Atatürkçü’ydü. Atatürk onun için sadece Ulusal Önder değildi. Aynı zamanda çağımıza ışık tutan, emperyalizmi yıkacak yolu gösteren bir devrimciydi. Tüm mazlum ulusların önderiydi.

 

Bu yüzden hem emperyalizmin uşağı gericilere hem de Atatürkçülüğü çarpıtarak yok etmek isteyen Batı uşağı sahte “Atatürkçülere” karşı hayatının her anında hiç taviz vermeden savaşım verdi.

 

O’nun temsil ettiği gerçek Atatürkçülük, mücadeleci, antiemperyalist ve devrimci Atatürkçülüktü. Kuvayı Milliye’nin, Milli Mücadele’nin içinden doğan bu ideolojik gelenek tarihin en büyük devrimlerinden birini gerçekleştirmişti. Emperyalizme karşı ezilen ulusların ilk mevzisini açmıştı.

 

Bu yüzden gerçek Atatürkçülük hep yok edilmek istendi. Amerikancı 12 Mart ve 12 Eylül faşizmine karşı gerçek Atatürkçülüğü savunan hep devrimciler oldu. Kimisi bu uğurda ipe gitti. Kimi Ziverbey Köşklerinde işkencelere direndi. Kimi de Uğur Mumcu gibi alnının akıyla, dönekleşmeden ve hatta daha da bilenerek ve bilinçlenerek faşizmin zindanlarından geçti.

 

Uğur Mumcu bu yüzden sadece gericilerin değil, gardrop Atatürkçülerinin ve 12 Eylül sapkınlığının da baş düşmanıydı.

 

Beyaz Saray’da peydahlanan 12 Eylül çocuklarının, ABD’nin deyimiyle “bizim oğlanların” iç yüzünü ortaya sermişti. Sivil veya değil, dinci veya “laik” hiç fark etmez. Kimisi Rabıta dolarlarıyla kimi Pentagon düşkünlüğüyle ABD’nin günah yatağına girmişti. Aralarında bir fark yoktu. O günkü adları Türk-İslam’dı. Bugün Türklük takıyyesini de bıraktılar. Apaçık Kürt-İslamcı kimlikleriyle ortadalar.

 

O adeta Atatürkçülüğün turnusol kâğıdıydı. Devran döndükçe Atatürkçü uyanışın er ya da geç ortaya çıkacağı kesindi. Zamanında Amerikancı NATO “kurmaylarının” zulmettiği “sakıncalı piyade” yıllar sonra Harp Okulu’na davet edildi.

 

O günlerde Soğuk Savaş yeni bitmişti. Irak’ın parçalanması ve ABD’nin Ortadoğu’ya girmesi, Türk Ordusu’nun tüm bünyesiyle karşısındaki gerçek düşmanı görmesine neden olmuştu. Güneydoğu’da şehit edilen her Türk erinin, her Türk subayının kanından PKK’ya açıkça destek olan ABD sorumluydu. Bu nasıl gizlenebilirdi?

 

Sakıncalı Türk piyadesi, Atatürk’ün yeni kurmaylarının öğretmeni oluverdi birden. Harp Okulu’nda verdiği Atatürkçülük dersi bitince dakikalarca ayakta alkışlandı. Havanın Türk ulusundan yana döndüğünün en önemli ve en erken işaretiydi belki de bu. Atatürkçüler ve emperyalistler arasındaki tarihsel bir hesaplaşma anı yaşanıyordu. NATO süreci bitmekte, Atatürk süreci başlamaktaydı.

 

Bu yüzden Uğur Mumcu katledildi. Çünkü O gerçek Atatürkçüydü ve yeniden kurulan Ordu-Millet birliğinin genç kuşakları için paha biçilmez bir öğretmendi.

 

O Milliyetçiydi

 

Uğur Mumcu sadece gerçek Atatürkçülüğün değil, gerçek milliyetçiliğin de temsilcisiydi.

 

Mazlum ulus milliyetçiliğinin antiemperyalizmi ve devrimciliği şart kıldığını hep yinelerdi. Türk milliyetçiliği bu yüzden ancak Atatürkçü ve devrimci olmak zorundaydı.

 

Uğur Mumcu doğal olarak, Atatürk’e rağmen ve Atatürk’e karşı ABD tarafından üretilen ne idüğü belirsiz sözde milliyetçi özde faşist akıma karşı amansız bir mücadele verdi.

 

ABD’nin çizdiği “ülkü” için devrimci ve gerçek milliyetçi Türk gençlerinin kanına girenlerin, 1980’den sonra nasıl doğrudan CIA’nin kiralık katili, tetikçisi olarak Avrupa’da provokasyonlar düzenlediklerini ortaya çıkardı.

 

Uğur Mumcu Türk vatanına göz diken her düşmanın karşısına dikilirdi. Gerçek bir Türk milliyetçisi olarak Kürt bölücülüğüne karşı son nefesine kadar savaştı.

 

PKK’yı yaratan ve besleyen esas gücün ABD emperyalizmi ve kontrgerillası olduğunu yılmadan usanmadan ortaya koydu. Bölücü terörün arkasındaki Batılı devletlerin ve terörün finans kaynağı olan uyuşturucu baronlarının maskesini indirdi.

 

Bugün herkesin yaşayarak gördüğünü Uğur Mumcu yıllar öncesinde uyarılarıyla gündeme getiriyor, insanları yükselen Kürt-İslam bölücülüğüne ve onu destekleyen emperyalizme karşı mücadeleye çağırıyordu.

 

ABD’nin ilk Irak saldırısı sonucunda ortaya çıkan Kürt tehlikesini görmüştü. Sorunun emperyalizmin Türklükle hesaplaşması sorunu olduğunu biliyordu. Sevr yeniden gündemdeydi. Önce Irak’ın bölüneceğini ardından da sıranın Türkiye’ye geleceğini, bunu engellemenin tek yolunun Atatürkçü ve antiemperyalist bir mücadele olduğunu vurguladı.

 

İstiklal Savaşı ve Atatürk dönemindeki Kürt-İslam ayaklanmalarını bir bir ele alıp, bölücülüğe karşı gerçek Atatürkçü çözümü yani yeniden Türk milliyetçiliğini egemen kılmayı gündeme getirdi.

 

Bugün “Kürt sorunu” denen “emperyalizm ve bölücülük sorununun” ilk ve en doğru teşhisini O yapmıştı.

 

Aradan yıllar geçti. 2008 yılında koskoca Türkiye’de “emperyalizm ve Kürt istilası sorununun” adını doğru koyan ve doğru Atatürkçü çözüm yöntemini öneren bir tek TÜRKSOLU var. Atatürk’ün milliyetçi çözümü neydi dillendiren başka kimse yok.

 

1993’te Uğur Mumcu bu yüzden susturuldu. Onun Kürt bölücülüğüne karşı mücadelesi emperyalistler açısından çok tehlikeliydi. Çünkü ortaya belgelerle koyduğu Atatürkçü çözüm yolu uygulanırsa bugün adına BOP denen yeni sömürgeci saldırı tamamen çökecekti.

 

Uğur Mumcu, Atatürk’ün milliyetçi çözümünü 1990’lara taşıyordu. Emperyalistler ve bölücüler onu yok ederek bu çözümü unutturabileceklerini sanıyorlardı.

 

Yanıldıkları yine ortaya çıktı. Bir Uğur Mumcu şehit edildi. Türk örgütlenmesi ve programı Milli Mücadele olarak vücut buldu. Atatürk milliyetçiliği örgütüne kavuştu.

 

Emperyalistlerin ve bölücülerin karşısında artık yalnızca devrimci bir aydın değil, devrimci bir Türk örgütü var.

 

O Sosyalistti

 

Uğur Mumcu, Atatürkçü ve milliyetçi olmanın ilk koşulunun kapitalizme ve emperyalizme karşı olmaktan geçtiğini biliyordu.

 

Aynı zamanda Türkiye’de sosyalist ol manın ilk koşulunun da Atatürkçü ve milliyetçi olmaktan geçtiğinin farkındaydı.

 

O, kişiliği, düşünceleri ve mücadelesiyle adeta Ulusal Sol’un canlı bir manifestosu gibiydi. Savunduğu sosyalizm Türk Sosyalizmiydi. Tıpkı Mustafa Suphi’lerin, Sultan Galiyev’lerin, Deniz’lerin, Avcıoğlu’nunki gibi ulusa dayanan, ulusu savunan ve ulus için şart olan gerçek sosyalizm mücadelesini yürütüyordu.

 

Sosyalizm O’nun için Kuvayı Milliye’nin, Atatürk devrimciliğinin, devletçiliğin, halkçılığın antiemperyalizmin en doğal ve çağdaş sonucuydu.

 

Moskova, Pekin ve Avrupa damgalı komprador “sol” anlayışlara karşıydı. Bu tür sözde “radikal” ve dış kaynaklı akımların nasıl ulusun ve ulus devletin düşmanı olarak bizzat emperyalizmin oyuncağı olabileceğini gösteriyordu. Kürtçülük ve terörizm batağına saplanan “sol”un aslında sağcılık ve hatta faşizmden ibaret olduğunu vurguluyordu.

 

Sömürgecilerin, Batıcıların kafasıyla değil, kendi kafasıyla düşünen bir Türk Sosyalistiydi. Enternasyonalist değildi. 20. yüzyılda ezilen dünyayı ayağa kaldıran her iyi sosyalist gibi milliyetçiydi.

 

İyi bir sosyalist olduğu için bugün sermayenin oyuncağı olan sözde Atatürkçüler gibi kapıkulu değildi. Yıllarca emek verdiği gazetenin emperyalizme ve sermayeye teslim olduğunu gördüğü gün tek tabanca kalma pahasına oradan ayrıldı.

 

Atatürkçü düzeni yıkanın, sermaye düzeni olduğunu bildiği için Batı kaynaklı kapitalizme hep karşıydı. Bu yüzden 12 Eylül “Atatürkçüleri”, mason “Atatürkçüleri”, TÜSİAD “Atatürkçüleri”, AB “Atatürkçüleri”, ABD “Atatürkçüleri” ondan nefret ederdi.

 

Türk ulusunun içinden çıkan, Türk ulusu için mücadele eden ve bu uğurda şehit olan bir Türk sosyalistiydi. Bu yüzden halkına yabancı ve hatta halkına düşman, düşkünleşmiş, dönekleşmiş “solcu” ile Uğur Mumcu arasındaki farkı Türk halkı çok iyi anladı.

 

Tıpkı Nazım Hikmet’e ve Deniz Gezmiş’e sahip çıktığı, kalbinin farklı bir köşesini açtığı gibi, emekçi Türk halkı Uğur Mumcu’yu başının tacı yaptı. O’nun şahsında Türk Sosyalizmine ve Türk Solu’na sahip çıktı.

 

Cenazesine milyonlar aktı. Değil Türkiye’de belki de tüm dünyada bir devrimci için düzenlenmiş en kalabalık törendi. Millet hem sosyalist evladına sahip çıktı hem de gerçek solun yani Ulusal Sol’un Türkiye’deki büyük potansiyelini ortaya koydu.

 

O’nu katledenler bu sol geleneği yok etmeyi amaçlıyorlardı. Yine yanıldılar. Bugün Uğur Mumcu çizgisinin gazetesi, programı ve örgütü var. Ne Deniz’in ne de Uğur’un gözü arkada kalmadı.

 

Uğur Mumcu’nun hiçbir mevkisi yoktu. Hiçbir mal varlığı yoktu. Hiçbir yetkisi de yoktu. Tıpkı Erzurum’daki Mustafa Kemal gibi çıplak bir devrimci irade ve tavırdan ibaretti. Sadece bu tavır, bu irade ve bu yol göstericilik milyonları sokağa döktü. Atatürkçü, milliyetçi ve devrimci direniş potansiyelini ortaya çıkardı. Uğur Mumcu’dan hâlâ gerçek Atatürkçü olamayanlara son bir ders budur. En önemli mevzi halkın mevzisidir. En güçlü bomba da halkın bombasıdır. Uğur Mumcu halkın mevzisinde halk bombası olmayı seçti.

 

Katili ABD emperyalizmi ve PKK

 

Uğur Mumcu, Kürt-İslam faşizmini gören ve karşısına dikilen ilk devrimciydi. Bu yüzden katilinin kim olduğunu bugün çok iyi biliyoruz.

 

Uğur Mumcu’nun son yılları özellikle Kürt bölücülüğüne karşı mücadeleyle geçti. Büyük medyanın yansıttığı gibi kendisi sadece bir laiklik savaşçısı değildi. O ulusa ve Atatürk’ün ulus devletine düşman olan tüm akımlara karşı mücadele ediyordu.

 

Ulus düşmanı ana iki akım ise 100 yıldır değişmiyordu: Gericilik ve Kürt bölücülüğü. Emperyalizmin bu ikisini yeniden tek bir akıma dönüştürdüğünü ilk gören O’ydu. Hedef Türk Ulusu, Devleti ve Ordusuydu. Kürt-İslam birliğini bizzat ismiyle birlikte anan ve bu millet düşmanı akımın arkasındaki ABD emperyalizmini açığa çıkaran oydu.

 

Bu yüzden özellikle 1990’dan sonra ona en çok saldıranlar Kürtçüler ve gericilerdi. Özellikle Özgür Gündem, İkibine Doğru gibi yayınların hedef tahtasındaydı. O’nu derin devletin adamı olmakla suçluyorlardı.

 

Oysa O Türklerin ve dolayısıyla Atatürk’ün Cumhuriyetinin adamıydı. Kendileri yabancı devletlerin ajanı olanlar bunu anlayamazdı.

 

Son yazılarında PKK’yı ve Abdullah Öcalan’ı ABD’nin nasıl yarattığını, ABD güdümündeki kontrgerillanın bölücü terörü nasıl desteklediğini hatta örgütlediğini açığa çıkardı.

 

12 Mart ve 12 Eylül’de Abdullah Öcalan’ın nasıl korunduğunu, Türkiye’de her türlü sol muhalefete kan kusturan 12 Eylül faşizminin, bölücü terör örgütüne nasıl yol verdiğini halka belgeleriyle gösterdi.

 

Uğur Mumcu’nun son çalışmaları PKK’nın ve bölücülüğün niçin bastırılamadığını çok net ortaya koyuyordu. Çünkü ihanet ve bölücülük zaten Amerikancı iktidarlarca yürütülüyordu.

 

Bu çok önemli saptamalar bazı çevrelerce aşırı tehlikeli bulundu. PKK yayın organlarından Uğur Mumcu’ya yönelik yağdırılan tehditler her geçen gün artıyordu.

 

ABD-PKK-Kontrgerilla bağlantılarını kitaplaştırmadan onu susturmaya karar verdiler.

 

Uğur Mumcu’nun katliamını bizzat ABD kontrası yürüttü. Taşeron PKK idi. Her ikisiyle birlikte yürüyen devlete sızmış Kürt-İslamcı güçler gözcülüğü üstlendiler.

 

Bugün aynı güçler ABD’nin İran için kurduğu Haçlı Ordusu’na yazılıyorlar. Kimisi Kürtçülük davası için, kimisi Sünni Şeriatçılığını bahane ederek.

 

Türklere ise laiklik ve milliyetçilik oltası atılıyor.

 

Uğur Mumcu’nun kendisi hem Kürtçülüğe, hem gericiliğe, hem de ağababaları ABD’ye karşı mücadeleden ibaretti. Eğer yaşasaydı Haçlı Ordusu’na karşı mazlumların antiemperyalist ordusunun başına bizzat kendisi geçerdi.

 

Uğur Mumcu’nun katledilmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Gerçekler apaçık ortada. Birileri hâlâ bulanık suda balık avlamaya ve aslında onun anısını kirletmeye çalışıyor.

 

Molla katiller Kürt-İslamcı ve ABD *****. Ve ne yazık ki adresleri Ankara... Hesap sorma mercii de orası.

 

Mücadele dükkânının kepenklerini hiç indirmedi

 

Uğur Mumcu’nun hayatı ve şehadeti bile bizlere ve bugünlere çok büyük dersler verdi.

 

İlk olarak tek kişi bile kalsa mücadeleyi asla bırakmamayı bize öğretti.

 

İkinci olarak bir devrimcinin gücünün ve iradesinin sınırsızlığını gösterdi.

 

Uğur Mumcu’nun hiçbir mevkisi yoktu. Hiçbir mal varlığı yoktu. Hiçbir yetkisi de yoktu. Tıpkı Erzurum’daki Mustafa Kemal gibi ****** bir devrimci irade ve tavırdan ibaretti.

 

Sadece bu tavır, bu irade ve bu yol göstericilik milyonları sokağa döktü. Atatürkçü, milliyetçi ve devrimci direniş potansiyelini ortaya çıkardı.

 

Ama bugün mevki, yetki, mal-mülk sahibi olanlar ve bu mevkileri ve yetkilerini yitirmemek için hep taviz verenler, Türk milleti ve Atatürkçülük için tek bir tuğla örmüş müdür? Halkın gözündeki yerleri acaba nedir?

 

Tek başına emperyalizme meydan okurken ölüme yürüyen Uğur Mumcu mu güçlü ve kalabalıktı, yoksa ABD ve AKP’nin emri altında Atatürkçülüğü (!) kendine yediren mevki ve “güç” sahipleri mi?

 

Sizlerin mevki ve yetkileri halkın hiçbir işine yaramadı ve yaramayacak. Bari halka kendi rahatınızın faturasını çıkarmayın.

 

Uğur Mumcu’dan hâlâ gerçek Atatürkçü olamayanlara son bir ders budur. En önemli mevzi halkın mevzisidir. En güçlü bomba da halkın bombasıdır. Uğur Mumcu halkın mevzisinde halk bombası olmayı seçti.

 

Uğur Mumcu biz Milli Mücadelecilere de bir ders bıraktı: O, “mücadele dükkânının” kepenklerini hiç indirmedi. Bir günde, bir yenilgide beyaz bayrak çekenlerden olmadı.

 

Yaşamı boyunca halkın hafızası ve vicdanı oldu. Uğur Mumcu’yu unutmak, hafızasından çıkarmak bizlerin değil, ancak 22 Temmuz “Atatürkçülerinin” vicdanına sığabilir. . Onun için bize düşen de teslimiyet değil mücadeledir

 

Ali Özsoy

Gönderi tarihi:

UĞUR MUMCU'yu SAYGIYLA ANIYORUZ.............

 

 

 

Atatürk ilke ve devrimlerinin yılmaz savunucusu, kalpaksız Kuvvayı Milliye’ci, anti-emperyalist, aydın Uğur Mumcu’nun, şehit edilişinin 15′inci yılı. O’ndan yoksun olduğumuz bunca yıl O’na Türkiye’nin her zaman ihtiyacı olduğunu bir kez daha yüreklerimize kazıdık.Evet, aradan koskoca 15 yıl geçti… İktidarda bulunan partilerin çeşitli üst düzey yetkilileri, hemen her yıl Mumcu’nun katillerinin “yakalandığını” ya da adlarının saptandığını açıkladılar. Aynı dönemde MİT’in, Mumcu suikasti ile ilgili olarak CIA ve MOSSAD’dan “yardım istediği” konusundaki haberler basında yeraldı. Uğur Mumcu’nun katledilmesi, bir dizi cinayetler zincirinin önemli bir halkasıydı. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Uğur Mumcu… Arkasında Süper Nato’nun olduğu cinayetler bununla da son bulmadı. Ardından Ahmet Taner Kışlalı, Eşref Bitlis, Gaffar Okkan ve diğerleri… Neden bu isimler seçildi? Nedeni, CIA’nın eski Ortadoğu İstasyon Şefi Graham Fuller’in sözlerinde ilan ediliyor. Fuller “Kemalizmin modası geçti” demişti. Türkiye’nin milli devletini yıkmak isteyenler, bu amaçla haritalar yapanlar, en başta Kemalist devrimin bugünkü temsilcilerini hedef aldılar. Uğur Mumcu bağımsızlık ve devrim şehidimizdir. Onu saygıyla anıyoruz. Onun hayatını verdiği Tam bağımsızlık idealini yaşatacağız ve özgürlük meşalesini sonsuza kadar taşıyacağız.

 

24 Ocak 1993… Ankara kar altında. Sabah saat 10′da Çankaya sırtlarında patlayan bir bomba gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun arabasını havaya uçurdu. Mumcu’yu katleden bomba aslında yalnızca o arabanın altına konmamış. Türkiye’nin de temeline konmuştu. Türkiye’yi istikrarsızlaştırma operasyonunun önemli bir kilometre taşıydı. Türkiye halkı Mumcu’yu uğurlamak için Türkiye’nin kalbine akın etti. Ankara hiç bu kadar büyük bir kalabalığı ağırlamamıştı. Bir milyonu aşkın insan, saatlerce süren sağnak yağmura rağmen “Uğurlar ölmez. Kahrolsun Amerikan emperyalizmi” sloganlarıyla Türkiye’ye sahip çıkıyordu.

 

Cinayetin hemen ardından açıklamalar birbirini izledi. Zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, cinayetin devletin namusu olduğunu ve aydınlatılacağını söyledi. Ancak devletin namusu olan cinayet, bugün hala aydınlatılamadı.

 

Mumcu’nun ölümünden dört gün önce, 20 Ocak 1993 günü İstanbul’da yapılan bir operasyonla “İslami Harekat Örgütü” üyelerinin yakalandığı açıklandı. Sanıklar, kamuoyuna “Çetin Emeç ve Turan Dursun cinayetlerinin failleri” olarak sunuldular.

 

Bundan sonra neredeyse her yıl “katil” ya da “katiller” açıklandı ama yapılan açıklamalar kamuoyu vicdanını hiçbir zaman tatmin etmedi. Adelet yerini bulmadı…

 

Yıl 1993. Yıl 2000… Şubat ayında Mumcu’nun katillerinin yakalanması için bir operasyon daha yapıldı. Şubat ayında Umut koduyla başlayan operasyon Mayıs ayında ortaya çıktı. Mumcu cinayeti başta olmak üzere faili meçhul 22 olayı aydınlatmak üzere başlatılan “Umut Operasyonu” çerçevesinde sanıklar hakkında dava açıldı. Bugüne kadar cinayetlerle ilgili olarak çok sayıda fail açıklanmış, fakat daha sonra bunların hiçbirinin gerçek fail olmadığı ortaya çıkmıştı. Bu kez ciddi kanıtlara dayanılarak bir dava açılıyordu.

 

İki yıldan fazla süren dava 2002 Ocak ayında kafalarda bir sürü soru işaretleri bırakarak sona erdi. Sanıkların “İran bağlantılı” olduğuna dair iddialar boşlukta kaldı. Kararda, üç sanık hakkında idam cezası verilmesine rağmen Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Dr. Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok’u kimin ya da kimlerin öldürdüğü yine saptanamadı.

 

Bu arada Türkiye’de idam cezası kaldırıldığı için üç sanık ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum edildiler. Diğer sanıklar ise “Rahşan affı” diye bilinen af nedeniyle serbest bırakıldılar.

 

Bu cinayetleri azmettiren gerçek kuvvetler ise açığa çıkartılamadı.

 

 

 

 

VURULDUK EY HALKIM UNUTMA BİZİ

 

 

Bu ülkenin aydınları… Devrimcileri… Kemalistleri…

 

Hepsi anti-emperyalist, hepsi bağımsızlıkçı, hepsi insan…

 

Hepsi yürüyor… Yürüyecek…

 

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.

 

Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

 

Vurulduk ey halkım, unutma bizi…

 

 

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

 

Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi…

 

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

 

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

 

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.

 

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…

Bağımsızlık, Mustafa Kemal’ den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

 

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…

 

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi…

Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

 

Asıldık ey halkım, unutma bizi…Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

 

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi… Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

 

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi…

Gönderi tarihi:

Sahte «Milliyetçiler», Mumcu ve Cumhuriyet

 

 

Uğur Mumcu, Cumhuriyet'te "Sahte Milliyetçiler" başlıklı yazısında "ünlü Fransız bilim adamı Maurice Duverger, bizim gibi ülkeler için "proleter uluslar" kavramını kullanıyor" diyerek şunları söylüyordu:

 

"Proleter ulusların tek kurtuluş yolu, uluslararası kapitalizme karşı savaş vermelerine bağlıdır. Buna, "antiemperyalizm" diyoruz. Gerçek "milliyetçilik" budur. Üretimi, yabancılara karşı sömürtmemektir milliyetçilik! Proleter ulusların milliyetçiliği, ancak ve ancak "antiemperyalist" bir çizgiye oturtulabilir. Bu milliyetçilik anlayışında, ulusallık ve sınıfsallık iç içedir. Kurtuluş Savaşımız ve savaşın önderi Mustafa Kemal Atatürk, proleter uluslara özgü "milliyetçiliğin" yirminci yüzyıldaki görkemli örnekleri sayılır."

 

 

Kalpaksız Kuvvacı'ya göre gerçek milliyetçilik budur!

 

Ne var ki bir başka "milliyetçilik" daha vardır. Mumcu onu da şöyle tanımlıyor:

 

"Yoksul ülkelerdeki, proleter uluslarda rastlanan bir başka "milliyetçilik" bunun tam tersidir. Çarpık ekonomik yapıda palazlanan ve çoğu yabancı sermayenin desteğindeki ticaret burjuvazisi ve kurulu siyasal düzen, uyanan antiemperyalist bilinci yok etmek ya da yozlaştırmak için bir başka "milliyetçilik" akımına sarılır.

 

…Bu milliyetçilik, baştan tırnağa yabancı sermayeden yanadır, ülke içinde ticaret burjuvazisine, dışında yabancı kuruluşlara toz kondurmaz; işçiden, emekçiden değil, işverenden yana tavır alır, alabildiğine din sömürücüsü ve düşünce özgürlüğü düşmanıdır."

 

 

* * *

 

Mumcu'nun "Sahte Milliyetçiler"i yazmasının üzerinden neredeyse 29 yıl geçti. 1993'te alçakçasına katledilen Uğur Mumcu artık aramızda değil!

 

Peki, bugün Cumhuriyet hangi tür milliyetçiliği savunuyor?

 

Daha açık soralım: Uğur Mumcu'nun tanımladığı gerçek milliyetçiliği mi savunuyor Cumhuriyet gazetesi?

 

Gazetenin başyazarından üç örnek vererek bu soruyu yanıtlayalım:

 

Tarih: 29 Ekim 2004…

 

İlhan Selçuk, "Kurtuluşun Önkoşulu" başlıklı yazıda AB'yi şöyle tanımlıyor:

 

"AB'nin durumu daha ilginç! Bu örgütün laik ve demokratik kurallar temelinde bir uygarlık oluşumunu simgelediği kesindir; Türkiye bu uygarlık hedefine yönelik pusulayı Atatürk'ten beri benimsemiştir; yol haritamızı değiştirecek değiliz..."

 

Tarih: 21 Aralık 2005…

 

İlhan Selçuk, "Cumhuriyet AB'ci mi, Değil mi?" başlıklı yazısında bu sefer şunları söylüyor:

 

"Cumhuriyet AB'ye girmekten yanadır; bu fikir çeşitli zamanlarda dile getirilmiştir."

 

Tarih: 16 Eylül 2005…

 

İlhan Selçuk, TÜPRAŞ'ın Koç-Shell ortaklığına satılmasını, köşesinden "TÜPRAŞ, Koç'a hayırlı olsun. Cesareti ve kararlılığı için kutlarım. Stratejik davrandığı için de…" şeklinde alkışlayan Orhan Bursalı'yı da şöyle destekliyor:

 

"Orhan sevinmiş. Ne yalan söyleyeyim, ben de çoğu kişi gibi sevindim, bu milletin malını kökü dışarıda şeriatçılara ucuza pazarlamak isteyen bu iktidardan korkuyorum… Koç, yüreğimize su serpti, TÜPRAŞ'ı kurtardı."

 

* * *

 

Uğur Mumcu'nun alçakça öldürülmesinin üzerinden 15 yıl geçti. Bugün "AB'ye girmekten yana" olduğunu açıklayan ve TÜPRAŞ'ın emperyalist tekel SHELL ile yerli işbirlikçisi KOÇ'a peşkeş çekilmesini "yüreğine sular serpilerek" alkışlayan Cumhuriyet'in bugünkü çizgisi, "Kalpaksız Kuvvacı" Uğur Mumcu'nun savunduklarıyla örtüşüyor mu peki?

 

24 Ocak'ta gazetenin önüne gidip Mumcu'yu anacak olanlar önce bu sorunun yanıtı vermelidirler.

 

SERDAR ANT

Gönderi tarihi:

UĞUR MUMCU (1942 - 1993)

 

 

1942 22 Ağustos'ta Kırşehir'de doğdu. Tapu kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey ile Nadire Hanımın dört çocuğunun üçüncüsü.

 

1949-54 Ankara'da Ulus'taki Devrim İlkokulunda başladığı ilköğrenimini Bahçelievler'deki Ulubatlı Hasan İlkokulunda tamamladı.

 

1957-61 Ankara Cumhuriyet Ortaokulunu ve Ankara Deneme Lisesini bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi.

 

1962 Yazmaya öğrencilik yıllarında başladı. Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan "Türk Sosyalizmi" başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülünü aldı.

 

1963 Fakültede Öğrenci Derneği Başkanı seçildi.

 

1965 Hukuk Fakültesini bitirdi ve Cemal Reşit Eyüpoğlu'nun yanında bir süre avukatlık yaptı.

 

1965-66 18 Haziran 1965'te "Biz Anayasayı Savunuyoruz. Ya Siz?" başlıklı makalesiyle Yön Dergisinde yazmaya başladı.

 

27 Mayıs Devriminin özgürlükçü ortamında "İnsanlar sadece konuştuklarından değil sustuklarından da sorumludurlar" diyerek Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde yazdığı makalelerle bir yandan Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerini, tam bağımsız bir Türkiye'yi savundu.

 

1967 30 Haziran'da "Kitap Toplatmak Anayasaya Aykırıdır" başlıklı yazısıyla Kim Dergisinde yazmaya başladı.

 

18 Ağustos'ta "Anayasaya Saygı" başlıklı yazısıyla Akşam Gazetesinde incelemeleri yayımlanmaya başladı.

 

1968 Dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. Yazılarına oradan devam etti.

 

25 Şubat'ta Akşam Gazetesindeki inceleme yazılarının sonuncusu yayımlandı.

 

1 Mart'ta Kim Dergisindeki son yazısı, Londra'dan yolladığı "Yeter Artık Beyler" oldu.

 

25 Mart'tan itibaren aralıklarla Türk Solu Dergisinde yazmaya başladı.

 

1969 31 Ocak'ta Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Kürsüsü Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı oldu.

 

15 Temmuz'dan sonra incelemeleri, Milliyet Gazetesinde yayımlanmaya başladı.

 

Asistan olduktan sonra, 13 Kasım'da Ankara Barosu Levhasından kaydını sildirerek avukatlığı bıraktı.

 

1969-71 Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi'nde yazıları yayımlandı.

 

1970 Ant Dergisi ile Cumhuriyet Gazetesinde makale ve incelemeleri yayımlandı.

 

24 Mart'tan itibaren Devrim Dergisinde yazmaya başladı.

 

1971 12 Mart'ta gerçekleşen darbenin aydınlara yönelik baskıcı tutumundan o da payına düşeni aldı. 17 Mayıs'ta gözaltına alındı. Ayrıntı: "Kitaplarımı İsterim" . Bir ay sonra serbest bırakıldı.

 

12 Temmuz'da Ortam'da yazıları yayımlanmaya başladı. Dergi, 29 Kasım'da çıkan sayısından sonra kanun dışı baskıları protesto etmek amacıyla yayın hayatına son verdi.

 

27 Ekim'de Devrim Dergisine son kez yazdı.

 

Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada, orduya hakaret etme savıyla tutuklandı. Pek çok aydınla birlikte, Mamak Askeri Cezaevinde bir yıla yakın kalan Uğur Mumcu, açılan davada 7 yıl hapse mahkûm edildi ancak, kararın Yargıtay'ca bozulmasının ardından serbest bırakıldı.

 

 

1972 10 Ekim'de serbest bırakılmasının ardından hemen askere alındı.

 

1973 Tuzla Piyade Okulunda 10 Ocak'a kadar süren üç aylık eğitimden sonra, okul yönetimi tarafından "kötü hal ve düşünce sahibi" diye suçlanarak "er" çıkarıldı ve Patnos'a yollandı.

 

1974 31 Ocak'ta askerliğini sakıncalı piyade eri olarak, Ağrı'nın Patnos ilçesinde tamamladı. Bu yaşadıklarını "Evet, evet ne olursa olsun, ben Patnos dağlarında halk çocuklarıyla er olarak askerlik yapmayı, emekli olduktan sonra siyasal iktidarın uzattığı yönetim kurullarında, on binlerce lira para alan orgeneral olmaya değişmem!" diyerek, yedek subaylık hakkı ve aylıkları için sadece maddi tazminat isteğiyle açtığı davayı kazandı ve yedek subaylık hakkını elde etti.

 

 

Askerlikten sonra üniversitedeki görevinden ayrıldı ve gazeteciliğe profesyonel olarak, 25 Şubat'ta Yeni Ortam Gazetesinde "Anarşist!.." başlıklı yazısıyla başladı.

 

Yazılarında, hem sorunları dile getirdi hem de hukuka aykırı ve yasadışı uygulamaların üstüne gitti."Tek bir tahrikçi ajan adı veremezsiniz" diyen Demirel'e "Bir Hikâyemiz Var" başlıklı yazısında, onlarca provokatörün adını belgeleriyle açıklayarak, tüm antilaik, antidemokratik oluşumları uygulamalarıyla belgeledi: "Sormayalım mı?"

 

1975 12 Mart'ta "Ayrılırken" başlıklı yazısıyla Yeni Ortam Gazetesinden ayrıldı.

 

18 Mart'ta "Denklem" yazısıyla Cumhuriyet Gazetesindeki 'Gözlem' başlıklı köşesinde düzenli olarak yazmaya başladı. Aynı zamanda da Anka Ajansında çalışmaktaydı.

 

Nisan ayında 12 Mart dönemini sergilediği makalelerinden oluşan Suçlular ve Güçlüler kitabı yayımlandı.

 

Ekim ayında, Anka Ajansında çalışırken Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel'in hayali mobilya ihracatını konu edinen, Mobilya Dosyası adlı kitap yayımlandı. Böylece "hayali ihracat" kavramı kamuoyunun gündemine girmiş oldu.

 

1976 Mayıs ayında Güldal Homan ile nişanlandı. 19 Temmuz'da evlendiler.

 

1977 Anka Ajansından ayrılarak Cumhuriyet Gazetesinin kadrolu yazarı oldu.

 

Terörün toplumu korkuya, karamsarlığa ittiği günlerde, kalemiyle teröre karşı durdu. Taksim'deki 1 Mayıs katliamının ardından, bu olayı ve bu tür olayları irdeleyen yazılar yazdı.

 

Mayıs ayında oğlu Özgür dünyaya geldi.

 

Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı.

 

1978 12 Mart döneminde yaşadıkları, gülmece ustaları için bulunmaz bir malzemeydi. Kendisi de yazı ve konuşmalarında gülmece öğelerini sık sık kullanırdı. Bu dönemi anlattığı Sakıncalı Piyade adlı yapıtını, Rutkay Aziz ile birlikte, tiyatroya uyarladı. Sakıncalı Piyade Tiyatro ilk olarak Ankara Sanat Tiyatrosu'nca (AST) sahneye kondu ve 700 kez sahnelendi.

 

Aralık'ta, siyasal yaşamda adı duyulan, belli dönemlere damgasını vurmuş birçok ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı.

 

1979 Terörün yeniden tırmandığı, gencecik insanların sokak ortasında kurşunlandığı, kahvelere, evlere bombaların atıldığı bir ortamda, tarihin boş yere tekrar etmesini önlemek ve ders alınmasını sağlamak amacıyla, 12 Mart öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı Çıkmaz Sokak Temmuz ayında yayımlandı.

 

1980 1980'li yıllar başlarken 70'li ve 60'lı yılları da incelediği, yenilmeyen gücün, halkın örgütlü gücü olduğunu anlattığı yazıları Tüfek İcat Oldu başlığı altında Şubat ayında yayımlandı.

 

12 Eylül darbesi oldu. Ayrıntı: "Bundan Sonra" . 12 Eylül'ü gerçekleştiren generaller tarafından partilerin, birçok kitle örgütünün kapatılması gibi sorunların yaşandığı bu dönemi ve uygulamalarını eleştirdi: "Terörsüz Özgürlük"

 

1981 Kendi deyişiyle, "..terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak..." için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör adlı inceleme kitabı Mart ayında yayımlandı.

 

13 Mayıs'ta Mehmet Ali Ağca, Papayı öldürme girişiminde bulundu. Ayrıntı: "Yine Ağca" . Daha önce 1979 yılında Abdi İpekçi'nin katili olarak yakalanan Ağca üzerine çalışma ve araştırmalar yapmıştı, Papa olayı sonrasında irdemelerini yoğunlaştırdı.

 

Haziran ayında kızı Özge doğdu.

 

"Bu kitap ile yalnızca, parlamento çalışmalarını engelleyen, kürsülerde yurt ve dünya sorunlarının özgürce konuşulmasını engelleyen sorumsuz bir azınlığın sergilediği çirkinlikler eleştiri konusu yapılmıştır." dediği Söz Meclis'ten İçeri 'nin ilk baskısı Ekim ayında yapıldı.

 

 

1982 Ağca Dosyası kitabının ardından Kasım'da Terörsüz Özgürlük adlı makale derlemesi yayımlandı.

 

Barış Derneği kapatıldı. Yöneticileri ve üyeleri 141. ve 142. maddelerden suçlanarak tutuklandı. Barış Derneği Davası, 12 Eylül döneminde, Türk aydınlarına karşı topluma göz dağı vermek için açılmış bir davaydı. Mumcu pek çok yazısında bu konuyu ele aldı.

 

1983 Genel seçimler yapıldı. Birçok politikacının yasaklı olduğu bu dönemde, ekonomik ve toplumsal çarpıklıkları, hukuk dışı uygulamaları gözönüne seren araştırmalar yaptı. Ayrıntı: "Lozan ve Sevr".

 

Şubat'ta Ağca ile cezaevinde röportaj yaptı. Bu röportajın NBC'de yayımlanmasını isteyen NBC yöneticilerine, hazırladığı röportajı o sırada kapalı olan gazetesi Cumhuriyet'ten başka bir yerde yayımlamayı düşünmediğini söyledi.

 

1984 Mart ayında, ülkedeki olumsuzlukların dile getirildiği, yazar Aziz Nesin öncülüğünde bir grup tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına sunulan ancak, Kenan Evren'in imzalayanları "vatan hainliği" ile suçlayarak dava açtığı "Aydınlar dilekçesi"nin hazırlanmasına katıldı.

 

Sakıncasız adlı oyunu yazdı. Basındaki yozlaşmanın ve döneklerin sergilendiği, 12 Eylül döneminde aydınlara yapılan işkencelerin anlatıldığı oyun, 3 Nisan - 7 Mayıs tarihleri arasında İstanbul Hodri Meydan Kültür Merkezi'nde ve 10 - 27 Mayıs tarihleri arasında da Ankara Sanat Evi'nde sahnelendi.

 

Uzun ve yorucu bir araştırmanın ürünü olan Papa-Mafya-Ağca kitabı Haziran ayında yayımlandı.

 

1985 Haziran'da Liberal Çiftlik ve Devrimci ve Demokrat adlı kitapları yayımlandı.

 

Roma'ya gitti. Papa davasında uzman tanık olarak bilgisine başvuruldu.

 

1986 Mehmet Ali Aybar'la Türkiye İşçi Partisi (TİP) olgusu ve Marksizm üzerine yaptığı Aybar ile Söyleşi kitabı Temmuz ayında yayımlandı.

 

1987 Şubat'ta, yakın tarihimize ışık tutacağını düşünerek, 27 Mayısçılardan Osman Köksal'ın anı ve mektuplarına yer verdiği kitabı İnkılap Mektupları yayımlandı.

 

Milliyet Gazetesinden Örsan Öymen ile birlikte, Federal Almanya'da, eski Adana Müftüsü Cemalettin Kaplan ile cemaati önünde görüştü. Bu görüşme, 10 Şubat'ta Cumhuriyet Gazetesinde yayımlandı.

 

Mayıs ayında araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve Kasım'da da 12 Eylül Adaleti adlı kitapları yayımlandı.

 

 

1988 Ağustos ayında Eski Türkiye İşçi Partisi (TİP) Başkanı Behice Boran'la yaptığı söyleşiyi içeren Bir Uzun Yürüyüş yayımlandı. Yine Ağustos ayında, günümüzde de etkinliğini hiç yitirmediği görülen üçlü arasındaki ilişkileri belgeleriyle anlatan yazılarından derlediği Tarikat-Siyaset-Ticaret adlı kitabı yayımlandı.

 

1989 Özal hükümeti döneminde Milli Savunma Bakanlığına getirilen Ercan Vuralhan, Dışişleri Bakanlığı İdari ve Mali İşler Daire Başkan Yardımcısı iken, diplomatlar ve dış görevdeki personelin güvenliğini sağlamak için aldırılan zırhlı araçlar konusundaki yolsuzluklar üzerine yazılar yazdı.

 

1990 "Yakın tarihimizin pek aydınlanmayan bir bölümünü oluşturuyor.." diye düşündüğü 40'lı yılların siyasal çerçevesini çizmek ve koşullarını yansıtmak amacıyla yaptığı araştırma çalışmalarını 40'ların Cadı Kazanı adlı kitabında topladı. Ağustos'ta da diğer bir kitabı Kâzım Karabekir Anlatıyor yayımlandı.

 

1991 Temmuz ayında en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı.

 

6 Kasım'da onaylamadığı gelişmeler üzerine, 80 arkadaşı ile birlikte, Cumhuriyet Gazetesinden ayrıldı.

 

1992 1 Şubat - 3 Mayıs tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazdı. Buradaki yazılarında Kürt sorununu sıklıkla gündeme getirirken yurtdışındaki PKK yayınlarını yakından izledi.

 

3 Mayıs'ta Milliyet Gazetesindeki son yazısı "GAZETECİ" ydi.

 

Şubat ayında, ilk kez yayımlanan belgelerin yer aldığı Gazi Paşa'ya Suikast adlı kitabı basıldı.

 

7 Mayıs'ta Cumhuriyet Gazetesi'nde yapılan yönetim değişikliği üzerine yeniden Gazetesine döndü.

 

Hizbullah, PKK ve kontrgerilla konularını irdeleyen makaleler yazdı: "Hizbulkontra!.."

 

 

1993 13 Ocak'ta İstanbul'da Harp Akademilerinde gazetecilik üzerine bir konferans verdi.

 

Öldürülmeden önce, PKK ve Kürt sorunu üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. Ayrıntı: Kürt Dosyası

 

Son yazısı "Zeyilname" .

 

24 Ocak Pazar günü arabasına yerleştirilen bomba ile öldürüldü...

 

 

Kaynak: umag.org.tr / cumhuriyet.com.tr

 

Zeyilname

 

 

Bugün pazar, nedense dilimin ucuna ANAP'ın o eski şarkısı takılıyor: "Arım / balım / peteğim..." Bugün bu şarkıyı ele alıp bir pazarlık yazı mı yazayım? Yoksa son güncel olaylara mı değineyim... Gazetecinin görevi güncel olayları yazmak, öyleyse şu Yüce Divan konusuna girelim.

 

İki eski Bayındırlık Bakanına Yüce Divan yolunun açılması, ANAP içinde tepkiyle karşılanıyor.

 

Bu iki eski bakan; Safa Giray ve Cengiz Altınkaya, TBMM Başkanlığına gönderdikleri açıklamada, otoyol ihaleleri ile ilgili sözleşmelerde "büyük ekonomik bunalımlarda" yüklenici şirkete "fiyat farkı" ödeneceğine ilişkin madde bulunduğunu, TBMM Soruşturma Komisyonu'nun bu maddeyi "olağanüstü durumda fiyat farkı ödenmeyecektir" biçiminde yorumladığını ileri sürüyorlar.

 

İki eski bakan, TBMM Başkanlığı'na gönderdikleri açıklama metnine 16 Aralık 1986 günü Karayolları Genel Müdürlüğü ile yüklenici şirket "Enka-Bechtel Müşterek Teşebbüs Ortaklığı" arasında imzalanan "Gerede-Ankara ve Ankara Çevre Yolu" sözleşmesinin 65. sayfasının noter onaylı örneğini de sunmuşlar.

 

İki bakanın sundukları söz konusu sözleşmenin 71. maddesi şöyle:

- Teklif tarihini takiben işlerin inşa edilecek olan ülke dahilinde o ülke hükümetinin döviz kısıtlamaları koyması veya ülke parasının devalüasyonu sonucu büyük ekonomik bunalım geldiği takdirde idare, söz konusu ekonomik bunalım sebebiyle veya neticesinde işlerin icrası bakımından veya işlerle ilgili olarak artan masrafları müteahhide ödeyecektir. Ancak işbu maddedeki hiçbir husus, söz konusu durumlarda müteahhide tanınmış olan her türlü hakları veya hukuki yolları hiçbir şekilde ihlal etmeyecektir...

 

Oysa, aynı sözleşmenin 65. sayfasının 19. satırında yer alan ve iki bakanın fiyat kararnamesine dayanak olarak seçtikleri bu "ödeyecektir" sözcüğü, "ödemeyecektir" biçiminde düzeltilmiştir!

 

"Zeyilname", bir sözleşmenin koşulları üzerinde bazı değişiklikler yapan ya da sözleşme metnindeki yanlışları düzelten geçerli son metin demektir. Bu geçerli son metin, yüklenici şirketlere "büyük ekonomik bunalımlar"da ek para ödeneceğini değil, "ödenmeyeceğini" öngörüyor.

Sözleşmenin İngilizce metninin 72. sayfasında; "Addendum" başlıklı bölümde de aynı düzeltme yapılmış ve 7. satırda yer alan "shall pay" sözcükleri, "shall not pay" olarak düzeltilmiştir.

 

Karayolları Genel Müdürlüğü'nün 1986 yılındaki bu sözleşmeden sonra yaptığı başka sözleşmelerde de bu 71. maddede hep "ödemeyecektir" sözcüğü yer almıştır. Örneğin "Tarsus-Pozantı, Ayrı-Adana-Toprakkale-Gaziantep Otoyolu Sözleşmesi, sayfa 50..."

 

Bu iki eski bakan, kendilerini savunurlarken sözleşmede yer alan "ödemeyecektir" sözcüğünü nasıl olur da "ödeyecek tir" diye sunarlar, ve fiyat farkı kararnamesini bu yanlışa dayanarak savunurlar? Sözleşmeyi neden baştan aşağı hiç okumazlar? Sözleşmeyi okumuşlarsa bu yanıltmayı; bilerek, isteyerek yapıyorlar demektir.

 

Okumuşlarsa TBMM ve kamuoyunu bilerek yanıltıyorlar, okumamışlarsa çam üstüne çam devirerek "aymazlık rekoru" kırıyorlar!

 

Bu iki eski bakan 30 Ekim 1989 gün ve 89/14657 sayılı fiyat kararnamesini, "işte bu sözleşme büyük ekonomik bunalımlarda müteahhitlere ek para ödeneceğini öngörüyor" mantığı ile savunmaya kalkıyorlar. Oysa, işte kanıtlandı, sözleşmede tam bunun tersi söz konusu; bu gibi durumlarda "para ödenmesi değil, ödenmemesi gerektiği" yazılı.

 

TBMM Soruşturma Komisyonu, fiyat kararnamesinin yürürlüğe sokulması ile 31.12.1991 tarihine kadar geçen sürede oto-yol yüklenicisi şirketlere toplam 1.152.457.550.78 Amerikan Doları ve 1.211.331.87 İngiliz Sterlini ödeme yapıldığını saptıyor. (Rapor, s. 11)

 

Bu iki sayın bakana kendilerini savunmaları için bu işlerden anlayan avukat bulmalarını salık veririz. Yoksa, Yüce Divan'da da savunmalarını TBMM Başkanlığı'na gönderdikleri açıklama gibi yapacaklarsa yandılar demektir.

 

Neyse efendim, ne diyorduk? "Arım / balım / peteğim" diyorduk... İyi pazarlar... Geçmiş olsun, geçmiş olsun...

 

(Cumhuriyet, 24 Ocak 1993)

Gönderi tarihi:

"Kanla yapılan devrimler daha sağlam olur, kansız devrimler sonsuzlaştırılamaz"

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

 

 

 

"Cumhuriyet devrimini, Atatürk ilkelerini , tam bağımsızlık inancını cumhuriyet burçlarında birer bayrak gibi yukseltmeye devam edeceğiz, yılmadık yılmayacağız"

 

Uğur Mumcu

 

 

 

 

Bir kalem susar , yerini bir başkası alır. Bu kalemler tükenmez .Kalemler vardır , yılmadan , usanmadan , eğilmeden , bükülmeden yazar.

 

UĞUR MUMCU

 

 

"BEN ATATÜRKÇÜYÜM

BEN CUMHURİYETÇİYİM

BEN LAİKİM

BEN ANTİ-EMPERYALİSTİM

BEN BAĞIMSIZ TÜRKİYE'DEN YANAYIM

BEN TERÖRÜN KARŞISINDAYIM

BEN YOBAZLARIN,HIRSIZLARIN,VURGUNCULARIN,ÇIKARCILARIN DÜŞMANIYIM

 

ÖYLEYSE VURUN PARÇALAYIN,HER PARÇAMDAN BENİM GİBİLER,BENİ AŞANLAR ÇIKACAKTIR"

 

 

 

UĞUR MUMCU

 

 

 

Karanlığın ve gizli odakların alçakça katettiği, davamızın yiğit ve cesur kalemi Uğur Mumcu'yu saygıyla anarken AĞIT YAKMIYORUZ!

 

HERKESİ DEMOKRASİ SAVAŞIMINDA BİRLİĞE ÇAĞIRIYORUZ!!!!!!! diyorum ve son sözü gene sevgiyle saygıyla andıgım UĞUR MUMCU'ya bırakıyorum....

 

 

"Demokratik devlet, işçinin, köylünün, dar gelirlinin, subayın, bütün ezilen sınıf ve tabakaların devletidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü demokratik devleti oluşturmanın çaresi, sandıksal yoldan bulunamamıştır. Anayasa'nın demokratik devleti, öyle görünüyor ki, Kemalist yoldan kurulacaktır."

 

Uğur MUMCU - Devrim, 9 Haziran 1970

  • 11 ay sonra...
Gönderi tarihi:
.

.

.

Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi?

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi?

Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.

Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi,

 

unutma bizi?

 

UĞUR MUMCU

Ugur Mumcu'yu ve onun gibi yüzlerce katledilen yurtseveri, aydını ve demokratı saygı ile anıyorum.

 

Saygilar

Gönderi tarihi:

Ugur Mumcu'yu saygiyla aniyorum,*****.Ugur Mumcu bir aydindi,onun mücadelesi sadece karanliga karsi degildi ayni zamanda kendini aydin ilan eden karanlik kisilerede karsiydi.Yani Ugur Mumcu kendini Marksist diye niteleyenlerinde karsisindaydi.

 

Ugur Mumcu'ya iftira atanlarin basinda bugün TARAF gazetesini cikaran Ahmet ve Mehmet Altan'in babasi CETIN ALTAN gelir.Armut dibine düsermis dogrudur,dün Ugur Mumcu'ya iftira aden adamin ogullari bugün baskalarina iftira etmektedirler.

 

Ugur Mumcu gercek bir mücahitti,bugün Ugur Mumcu söyle büyüktü böyle aydindi diyenlerin ben bircogunun samimiyetine inanmiyorum.

 

Ugur Mumcu gercek bir Atatürk'cüydü,yani bugün kendini aydin ilan edip Mustafa filmini cevirenler gibi Atatürk'cülerden degildi.Ugur Mumcu gercek Atatürk'cü oldugu icin bircok karanlik ve iftiraci aydin tarafindan sevilmezdi.

 

Cetin Altan,Polisiye belgeler icin"Ugur Mumcu'nun patentinden gecmistir"diye varsayimlar üreterek Ugur Mumcu'yu polisin bier adami olarak göstermeye calisirdi.

UGUR MUMCU Cetin Altan'in bu karalamalarina"Yayimladigim bütün belgeler ,mahkeme dosyalarindadir.Yayimladigim belgelerin hicbiri gizli degildir,biraz calisan,arayan,yazdigi yazilar icin emek veren her gazeteci bu belgeleri bulur"derdi.

 

Cetin Altan,Ugur Mumcu'nun Türkiye'de Irtica var demesine karsi;Islamci bir gazeteye "Türkiye'de irtica yoktur"diye beyanat veriyordu.

Cetin Altan,Ugur Mumcu icin MIT ajani diyebilecek kadar iftiraci ve karsitiydi Ugur Mumcu'nun.

Ugur Mumcu,Cetin Altan'in bu iftiralarina karsi:Marksist dönek benim MIT ajani oldugum iftirasini Sovyet gazeteci Yona Andronov'un yayinlarina dayanip "1983'teki yayina niye cevap vermedigimi"soruyor.

 

Marksist,isveren sofralarindan basini kaldirip "PAPA,MAFYA,AGCA adli kitabimi okursa kitabin 25,26,188,193,197,208,223,232'nci sayfalarinda Andronov ile ilgili bilgileri görürdü. diyordu.

 

Cetin Altan'in cocuklari babalarinin izini takip ederek namuslu ve gercek aydinlara camur atmaktadirlar.

 

Ugur Mumcu'yu katledenler bugün Atatürk'cülere savas acmis olanlardir.Ugur Mumcu'yu katledenler,bugün Ergenekon senaryoyu ile namuslu ve serefli insanlari **** yem etmeye calisanlardir.

 

Bir defa daha Ugur Mumcu'yu saygiyla aniyorum.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Ugur Mumcu'yu saygiyla aniyorum,*****.Ugur Mumcu bir aydindi,onun mücadelesi sadece karanliga karsi degildi ayni zamanda kendini aydin ilan eden karanlik kisilerede karsiydi.Yani Ugur Mumcu kendini Marksist diye niteleyenlerinde karsisindaydi.

.

.

.

saygilarla

Malesef cumhuriyete cok sahip olan Ugur Mumcu'nun katillerinin (derindeveltin mensuplarini) bulunmasini gene o cumhuriyet hükümetleri taaki basindan beri engelledi ve halada engelleniyor. Ugur Mumcu öldürüldügünde AKP iktidarda degildi, neden digerleri failini bulmadilar? Ugur Mumcu'yu kimlerin samimi sevdigi zaten buradan belli.

Gönderi tarihi:

Uğur Mumcu

 

Vikipedi, özgür ansiklopedi

 

Uğur Mumcu (d. 22 Ağustos 1942, Kırşehir – ö. 24 Ocak 1993, Ankara), Türk gazeteci, araştırmacı ve yazar.

 

Ailesi

 

Annesi Nadire Hanım, babası Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey idi. Ailesi Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 tarihinde, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu.

 

Eşi Şükran Güldal Mumcu (Homan) ile olan evliliğinden (1977) bir oğlu (Özgür) ve bir kızı (Özge) olmuştur.

 

Uğur Mumcu anısına ailesi tarafından Ekim 1994'te Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı adında bir vakıf kurulmuştur.

 

Eşi Şükran Güldal Mumcu, 23. Dönem TBMM'ye İzmir Milletvekili olarak girmiş ve halen TBMM Başkanvekilliği görevini yürütmektedir.

 

Ağabeyi Av. Ceyhan Mumcu'nun Uğur Mumcu ile ilgili röportajlarının bir kısmı "Kardeşim Uğur Mumcu" adıyla bir kitapta toplanmıştır.

 

Eğitim yaşamı

 

İlk ve orta okulları Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'nde okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. 1961'de başladığı üniversite eğitimini avukat olmak üzere başladığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 1965'de tamamladı. 26 Ağustos 1962’de Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan Türk Sosyalizmi başlıklı makalesiyle Yunus Nadi Ödülü’nü aldı. 1963’de fakültede öğrenci derneği başkanı seçildi..

 

Askerlik dönemi

 

Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada 12 Mart dönemi’nde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Mamak Askeri Cezaevi’nde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kalan Uğur Mumcu, bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat Yargıtay'ca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra Mumcu askerliğini, 1972-1974 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi.

 

Gazetecilik dönemi

 

Yeni Ortam gazetesinde köşe yazarlığı yapan Uğur Mumcu, 1975’ten itibaren Cumhuriyet’te 'Gözlem' başlıklı köşesinde düzenli olarak yazmaya başladı. Aynı zamanda Anka Ajansı'nda çalışmaktaydı. 1975’te Mart dönemini sergilediği makalelerinden oluşan Suçlular ve Güçlüler adlı kitabını yayınladı. Aynı yıl, Altan Öymen'le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel'in hayali mobilya ihracatını konu edinen, Mobilya Dosyası adlı kitabı yayınlandı.

 

1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. 'Gözlem' başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 1977’de Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, Sakıncalı Piyade adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu tam 700 kere sahneledi. 1978’de, ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı.

 

1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca’nın Papa’yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı.

 

Türkiye'de terör olaylarının artması nedeniyle 1979 yılında 12 Mart dönemi öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı Çıkmaz Sokak’ı yayımladı. 1982’de Ağca Dosyası, ardından Terörsüz Özgürlük adlı makale derlemesi yayımlandı. 1983 yılında Ağca ile cezaevinde röportaj yaptı. 1984 yılında Aziz Nesin öncülüğünde bir grup tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına sunulan, ancak Kenan Evren'in imzalayanları "vatan hainliği" ile suçlayarak dava açtığı Aydınlar dilekçesinin hazırlanmasına katıldı; 12 Eylül döneminde aydınlara yapılan işkenceyi anlatan Sakıncasız adlı oyunu yazdı; Papa-Mafya-Ağca kitabını yayımladı.

 

1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı.

 

1991 yılında İlhan Selçuk ve yaklaşık seksen Cumhuriyet gazetesi çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesindeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü.

 

Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde Mossad ve Barzani isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi:

 

Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?

 

8 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki Ültimatom başlıklı yazısında ise yakında yayınlayacağı kitabında istihbarat örgütleri ile bölücü Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazmıştı. Kardeşi Ceyhan Mumcu, cinayetten önce Uğur Mumcu'nun İsrail elçisiyle görüşme yaptığını basına gönderdiği açıklamada yazmıştı. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı.

Suikast sonucu öldürülmesi

 

Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu öldürüldü. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanlar, hiçbir delil bulamadığı ve patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü iddia edilmiştir. [1] Suikastı, İslami Kurtuluş Örgütü, İBDA - C, İslami Cihat gibi çeşitli örgütler üstlenmiştir.Gazeteci arkadaşlarının daha sonra ki açıklamalarında Mumcu'nun öldürülmeden önce Abdullah Öcalan isimli PKK terör örgütü başkanının Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı oldugunu ispat eden belgeleri ele geçirdigini söylemiştir[kaynak belirtilmeli].

 

Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'yu ziyareti sırasında dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, "cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu" sözünü vermiştir.

 

Eserleri

 

* Mobilya Dosyası (1975)

* Suçlular Ve Güçlüler (1975)

* Sakıncalı Piyade (1977)

* Bir Pulsuz Dilekçe (1977)

* Büyüklerimiz (1978)

* Çıkmaz Sokak

* Tüfek İcad Oldu

* Silah Kaçakçılığı Ve Terör (1981)

* Söz Meclisten İçeri

* Liberal Çiftlik

* Devrimci Ve Demokrat

* Aybar İle Söyleşi

* İnkılap Mektupları

* Rabıta

* 12 Eylül Adaleti

* Bir Uzun Yürüyüş

 

* Tarikat - Siyaset - Ticaret

* Kazım Karabekir Anlatıyor

* 40'ların Cadı Kazanı

* Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925

* Gazi Paşa'ya Suikast

* Sakıncalı Piyade (Tiyatro)

* Söze Nereden Başlasam

* Bu Düzen Böyle Mi Gidecek?

* Bomba Davası Ve İlaç Dosyası

* Sakıncasız

* Eğilmeden Bükülmeden

* Kürt Dosyası (1993)

Gönderi tarihi:
Suikast sonucu öldürülmesi [/b]

 

[1] Suikastı, İslami Kurtuluş Örgütü, İBDA - C, İslami Cihat gibi çeşitli örgütler üstlenmiştir.Gazeteci arkadaşlarının daha sonra ki açıklamalarında Mumcu'nun öldürülmeden önce Abdullah Öcalan isimli PKK terör örgütü başkanının Milli İstihbarat Teşkilatına bağlı oldugunu ispat eden belgeleri ele geçirdigini söylemiştir[kaynak belirtilmeli].

Bana Ugur Mumcu'nun gazeteci arkadasinin iddaasi, yani Ugur Mumcu'nun Abdullah Öcalan'nin MIT'e bagli oldugunu bildigi, cok mantikli geliyor, cünki PKK zaten baska türlü asla bu kadar dayanamazdi. Bizlerde devamli burada söylüyoruz, PKK disaridan degil bilhassa icten ve hemde resmi merciler tarafindan beslendigini.

Ugur Mumcu'da PKK ile MIT iliskisini belgeledigi icin derindevlet tarafindan öldürüldü. Ama bakiyorumda bazi derindevletciler bu gün Ugur Mumcu'ya sahip cikiyorlar, ikiyüzlülükten baska bir sey degil. Hem öldürüyorlar hemde arkasindan agliyorlar. Bizde inandiydik onlara. IBDA-C veya baska islami bir terörö örgütü öldürmüs olsaydi daha olayin arifesinde tüm suclular adalete teslim edilirdi. Derindevletin yapmis oldugu bir öldürme olayi oldugu icin Ugur Mumcu'da faili mechullere karisti.

Gönderi tarihi:
Bizlerde devamli burada söylüyoruz, PKK disaridan degil bilhassa icten ve hemde resmi merciler tarafindan beslendigini.

Ugur Mumcu'da PKK ile MIT iliskisini belgeledigi icin derindevlet tarafindan öldürüldü.

 

Ya buna ne diyeceksiniz ?

 

Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde Mossad ve Barzani isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi:

 

Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?

 

8 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki Ültimatom başlıklı yazısında ise yakında yayınlayacağı kitabında istihbarat örgütleri ile bölücü Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazmıştı. Kardeşi Ceyhan Mumcu, cinayetten önce Uğur Mumcu'nun İsrail elçisiyle görüşme yaptığını basına gönderdiği açıklamada yazmıştı. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı.

Gönderi tarihi:

"

 

UĞUR MUMCU

 

 

"BEN ATATÜRKÇÜYÜM

BEN CUMHURİYETÇİYİM

BEN LAİKİM

BEN ANTİ-EMPERYALİSTİM

BEN BAĞIMSIZ TÜRKİYE'DEN YANAYIM

BEN TERÖRÜN KARŞISINDAYIM

BEN YOBAZLARIN,HIRSIZLARIN,VURGUNCULARIN,ÇIKARCILARIN DÜŞMANIYIM

 

ÖYLEYSE VURUN PARÇALAYIN,HER PARÇAMDAN BENİM GİBİLER,BENİ AŞANLAR ÇIKACAKTIR"

 

 

Gönderi tarihi:
Ya buna ne diyeceksiniz ?

Birisi digerinin Alternatifi degil, PKK ile MIT iliskisinin oldugu gibi Barzani ile MOSSAD'in da isliskisi oldugu gayet inandirici bir durum. Kürt halkini savunmak illada, ya PKK yada Barzani veya Talabani saflarinda yer alman gerektigi anlamina gelmez. PKK, Talabani ve Barzani Kürt halkinin liderleri olduklarini savunuyorlar ama, malesef Türkiye, Israil ve ABD gibi devletlerin istihbaretleriyle ortak calisiyorlar. Bu gercegi biz de biliyoruz sn Dogrucudavut. O yüzden de devamli PKK icin hayatta iyi bir cümle kullanmamisimdir, aynisi Barzani ve Talabani icinde gecerli.

 

Sorgulamamiz gereken, neden Türkiye cumhuriyeti devletinin istihbaret örgütü MIT'in APO ile beraber calismasi? Buna bir cevap verirmisiniz lütfen!!!

Gönderi tarihi:

Ugur Mumcu üzerinden senaryolar yapmayalim,bugün bütün dünyada ki istihbarat örgütlerinin icinde cift tarafli oyanayanlar vardir,Alman istihbarat dairesinin baskani cantasinda URANYUMla yakalandi birkac patirdidan sonra adami görevden aldilar ve olay kapandi,tüm Alman istihbaratini suclamadilar.Willy Brant'in sekreteri casus cikti,adam basbakanliktan istifa etti ve olay kapatildi,bizde olsaydi demokrasi havarileri Türkiyenin altini üstüne getirir,basbakani casustan daha casus yapardilar.

 

Ugur Mumcu öyle bir belge eline gecirmis olabilir,bunun aslini bilmiyoruz,böyle bir belge varmidir yokmudur bu mechul olmasina ragmen varmis gibi yazilanlar gercekten o adamin anisina bir saygisizlik onun adina hüküm yürütmektir.Varsayimlarla bir kurum suclanmaz,velev ki Mit'in icinde böyle birisi olsun bu MIT'in tümünü kapsamaz,aynen askerin icinde ki bir yanlis kisinin tüm TSK'yi kapsayamayacagi gibi.

 

Bugün artik herkes biliyor ki PKK disardan yönlendirilmektedir,bunun belgeleride var bilgileride,hala bunu sirf Türk devletini suclamak ugruna inkar edenler kabul edemeyenler var ki ben bunlari ciddiyetten uzak ve de kasitli görmekteyim,bunlar tartisma degil kendilerine verilmis olan bir görevin yani Türk devletini kötüleme görevinin yerine getirimesinden öte birsey degildir veya birileri Türk devletini karalamakla intikam duygularini gidermeye calismaktadirlar.

 

Öcalan kimin pasaportuyla yakalandi,yakalanmadan önceleri nerelerdeydi,yani birseyi yok derken birazda elinizi vicdaniniza koyun eger varsa ve öyle düsünerekyazin.Yoksa zaten yazilanlarla vicdan sahibi olunmaz dolayisiyla fuzulidir.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Ugur Mumcu üzerinden senaryolar yapmayalim,bugün bütün dünyada ki istihbarat örgütlerinin icinde cift tarafli oyanayanlar vardir,Alman istihbarat dairesinin baskani cantasinda URANYUMla yakalandi birkac patirdidan sonra adami görevden aldilar ve olay kapandi,tüm Alman istihbaratini suclamadilar.Willy Brant'in sekreteri casus cikti,adam basbakanliktan istifa etti ve olay kapatildi,bizde olsaydi demokrasi havarileri Türkiyenin altini üstüne getirir,basbakani casustan daha casus yapardilar.

.

.

.

saygilarla

Peki lütfen söyleyin Ugur Mumcu'yu kimler öldürdü, amaclari neydi ve devlet neden hala katillerini bulamadi? MIT'i o kadar savundugumuza göre herhalde sorularimizinda bir cevabini aliriz.

Gönderi tarihi:

Yanlis bir yaklasim,konu MIT'i savunmak degil,gercek suclularla tümü ayni kefeye koymamaktir.Savunulan nokta,hukuk ararken hukuksuzluk yapilmamasidir,hukuk bunun icin vardir.Hukuk bagimsiz olmadiginda bugün Türkiye'de yasanan insan haklari ihlalleri yasanir.Insan haklari derken sadece Ergenekon'dan bahsetmiyorum,tüm insan haklarinin ayaklar altina alindigi olaylardan bahsediyorum.

 

Olaylara duygusal degil,gercekci olarak bakmaliyiz,hepimize dokunan,agir gelen vakalar vardir,eger bunlari duygularimizla yargilamaya kalkarsak yanlis yapmis ve suclu ile sucsuzu birbirine karistirmis oluruz.Bu nedenle duygusal degil objektif ve gercekci olmaliyiz.Bir hakim bile,zanliyi yargilarken,duygulariyla degil,elindeki veye kendisine sunulan belgeler ve bilgiler dogrultusunda yasadaki cezayi verir ve yargiladigi kisinin suclu veya sucsuz olduguna karar verir.Insanlarin sucsuzlugunu ispat edecek gecerli bir belgenin olmamasi o insanin suclu oldugunu kanitlamaz,hani derler ya,filan saatte neredeydin sahidin varmi?yoksa suclusun veya zanlisindir,bunun gibi.

 

Ugur Mumcu'yu kim öldürdüye gelince ben de size karsi bir soru sorarak cevap bekleyeyim;Kennedy'i kim öldürdü?bulundumu katili?Amerikan devleti isteseydi katili bulamazmiydi?Bulurdu veya bulamazdi,ama onlarca varsayima onlarca sava ragmen Kennedy'nin gercek katili veya katilleri bulunamadi,katil diye yakalanan birisi bir baskasi tarafindan öldürüldü ama ne öldürülen Kennedy'nin katiliydi ne de öldüren onu susturmak icin öldürmüstü.Evet Ugur Mumcu'nun katilleri üzerinde bircok varsayim üretildi,ama inanin Ugur Mumcu'nun katilleri bir sir perdesinin arkasindadir umalim ki birgün gercek katiller yakalanir veya kimler olduklari anlasilir,Ugur Mumcu'nun katli ile ilgili cok iddialar var;Israil devleti yani Mossad,Iran,Alman gizli servisi,CIA,ve en son olarakta var oldugu denilen Ergenekon. Ben bu iste PKK parmaginida var diye kabul ediyorum.Surasini kesinlikle ifade etmek gerekirse,bugün Ergenekoncu diye gözaltina alinanlarin hemen hepsi yazar.gazeteci,subay,polisler parti baskanlari,sendikacilar.Ve bunlarin ortak noktalarida Atatürkcü olmalaridir,Ugur Mumcu Atatürkcü bir aydindi,Ugur Mumcu'nun kavgasini verdigi konular Ergenekoncularin kavgasini verdigi konularin aynisiydi,mantiken UgurMumcu'nun öldürülmesinde onlarin bir parmaginin olmasi mümkün degildir,bunlar yandas medyanin belirli amaclar ugruna yaptigi karalamalardan öte bir sey degildir.

 

Rahmetli aydinimiz Necip Hablemitoglu hakkinda Fetullahci emniyet birimleri sahte belgeler düzenlemis ve onu yasa disi isler cevirmekle suclamislar ama sonunda bunlarin hepsi mahkemece ortaya cikarilmisti.Son olarak ta Necip Hablemitoglunu Alman vakiflari ve Alman altin arama firmasi ile ilgili arastirmalarinin tam sona erecegi günlerde katlettiler.Kimdi katiller veya katil,bakin o da mechul.Bugün herseyi Ergenekon adli senaryonun icine doldurmaya calisanlar var.Yanlis olan budur.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Birisi digerinin Alternatifi degil, PKK ile MIT iliskisinin oldugu gibi Barzani ile MOSSAD'in da isliskisi oldugu gayet inandirici bir durum. Kürt halkini savunmak illada, ya PKK yada Barzani veya Talabani saflarinda yer alman gerektigi anlamina gelmez. PKK, Talabani ve Barzani Kürt halkinin liderleri olduklarini savunuyorlar ama, malesef Türkiye, Israil ve ABD gibi devletlerin istihbaretleriyle ortak calisiyorlar. Bu gercegi biz de biliyoruz sn Dogrucudavut. O yüzden de devamli PKK icin hayatta iyi bir cümle kullanmamisimdir, aynisi Barzani ve Talabani icinde gecerli.

 

Sorgulamamiz gereken, neden Türkiye cumhuriyeti devletinin istihbaret örgütü MIT'in APO ile beraber calismasi? Buna bir cevap verirmisiniz lütfen!!!

 

Sn.dünyahepimizin, sizinle bir yerlerde buluşuyoruz ama siz göremiyorsunuz yada ben anlatamıyorum :) Neden bana, sizi PKKlı olmakla suçladığım zannıyla cevap verip, bu noktadan savunmaya geçiyorsunuz ?

 

Bunlar, emperyalizmin satranç oyunlarıdır. Evet, çok klasik laflardır bunlar ama bir o kadar da gerçektir. Önce düşman yarat, sonra bu yolla gerçek düşmanını ekarte et. PKK'yı besle düşman yarat aynı zamanda Türk devletinin içinde Gladyo türü derin devleti kullanarak bir takım olaylar, süikastler, bombalamalar, çatışmalar çıkart, delilleri öyle bir yönlendir ki en sonunda bu olayların sorumlusu olarak milli güçler, ordu suçlansın. Üstelik, PKK ile Derin devletin ilişkide olduğunun ortaya çıkmasına izin ver ki yine kabahat Türk devletinin, milli düşünenlerin olsun.

 

Şimdi, gerçek devrimcilerin tavrı eskiden neyse odur değişmemiştir. Uğur Mumcu da bunlardan birisidir. Deniz Gezmiş de bu şekilde düşünmüştü Ancak, Türk sosyalistlerin bir kısmı Mehmet Ali Aybar'dan sonra, bu geleneğin içine bir virüs gibi salınan Kürt milliyetçiliğinin kuyruğuna yapışmışlardır. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği demesi bu tuzağa düşmüş olduğundandı. Devrimci olmak en başında anti-emperyalist olmak, tam bağımsızlığı savunmaktır. Dün ABD'nin kontrolünde olan devletin yaptıklarına karşı olmak, bugün yine ABD iradesiyle getirilen değişime karşı olmak aynı duruştur. Bu değişim bu gün Büyük Ortadoğu Planıdır. Bu planın uygulanması için engeller bölgede tam bağımsız İran ve Kemalist Türkiyedir. İşte, bu nedenle, ABD, Türkiye'de 'Ergenekon öcüsü' gösterip, ordu da ve siyasette milli güçleri hedef almıştır. İranı ise, 'Hamas öcüsü' yoluyla tasvife etmek istemektedir.

 

Bu yüzden, Uğur Mumcu'nun gerçek katilinin ortaya çıkarılacağına inanmıyorum. Belki, şudur diyecekler ama doğru mudur, yanlış mıdır hiç bir zaman bilemeyeceğiz. Yani, o öne sürdükleri katil, Gladyo'nun kullanıp attığı bir tetikçi olacaktır.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.