Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yaşanan acılar ve kader sorgulaması


Misafir 4mevsim

Önerilen İletiler

Papa 16. benedictusun da sorduğu ve gerçekten de olayın tartışıldığı dönemde ve sonrasında çok sorulmuş bir soruyu örneklemek istiyorum konuya başlarken....

tanrı Auschwitz'de 6 milyon insan hunharca öldürülürken neredeydi...

 

 

Evet, niçin Tanrı 'müdahale' etmemişti, meseleye el koymamıştı, o kadar insanın katledilmesine göz yummuştu?

 

Toplama kampına düşmüş 'mütedeyyin' Yahudiler de anlayamıyorlardı bunu, niçin bizi kurtarmıyor diye merak ediyorlardı ölürken...

 

 

Tanrı'yı 'bulutlar üzerinde oturup aşağıyı seyreden ve canı isteyince duanızı kabul edip tarlanıza yağmur yağdıran ak sakallı bir ihtiyar' olarak algılayan bu soruyu hep soracaklardır...

 

insanların karşılaştıkları büyük acılar bazı sorgulamaları beraberinde getirir..bu kaçınılmazdır...ancak insan olarak gerçek sorumluları suçluları arayıp yüzleşmek yerine gücümüzün yeteceği suçlular ararız...ya da kendi sorumluluklarımızı öteleriz...

 

evet.. suçlu bulunur ...tanrıdır...herşeyin olup bitmesine gözyummuştur ..

 

ve sonuç..ya insan iradesi reddedilecektir...ya da tanrı....

 

 

 

Dostoyevski 1881 yılında 'eğer Tanrı yoksa herşey mubahtır' demişti ve insanoğlu yüz yirmi beş yıldır bu felsefe sorusunu aşamadı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 74
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Kader veya kadr “gücü yetmek, bir şeyin hacmini ve şeklini belirlemek, bir nesneyi biçimlendirmek, bir şeyi başka bir şeyle mukayese etmek” gibi manalara gelir. Terim olarak kader veya takdir Cenab-ı Hakkın bütün nesne ve olaylarıyla kainatı ezelde planlamasından ibarettir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakkın evrende insanın iradesine bağlı olsun yada olmasın bütün herşeyi bilip planlaması kader başlığı altında incelenir. arının bal yapması,güneşin batması, ağacın meyve vermesi gibi insanın iradesi dışında gerçekleşen fiillerde kaderin konusudur.

 

kader hakkında islam alimleri üç temel görüş belirler.

mutezile ve kaderiyye akımlarının savunduğu irade görüşüdür..ikincisi insanın iradesini yok sayıp herşeye mecbur olduğunu savunan cebriyye akımı..ve üçüncüsü de orta yolu tutan hem iradeye hem de allaha eşit konumlar veren ehli sünnet görüşüdür...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

hz peygamber hayatta iken sahabeler sorularını ona sorma ve cevap bulma şansına sahiptiler..kader konusu özellikle 4 halife dönemini sonlarında ciddi anlamda tartışılmaya başlandı..

 

sahabeler arasında kader konusunda hz ömerin şu görüşü oldukça isabetlidir...

 

Hz. Ömer Sûriye'ye gelmiş, burada vebâ salgını olduğunu duyunca geri dönmek istemişti, Ebû-Ubeyde kendisine "Allah'ın takdirinden (kaderinden) mi kaçıyorsun?" diye itiraz etmişti, Hz. Ömer ona şu cevabı verdi: "Keşki bunu senden başka biri söyleseydi! Evet, Allah'ın bir takdirinden diğer takdirine kaçıyorum."

Burada, kader ile ilgili iki anlayış ve yorum görüyoruz; Hz. Ebû-Ubeyde'ye göre salgın hastalığa karşı tedbir almak kaderden kaçmak demektir, eğer veba bulaşacaksa (kaderde varsa) bulaşır ve insan ölür, bulaşmayacaksa, vebalılarla temas edilse dahi bulaşmaz...

 

Hz. Ömer'e göre kişi kaderini bilemez, veba salgınının bulunduğu yere gitmek kader olduğu gibi tedbir olarak oraya girmemek de kaderdir, her iki davranış da Allah'ın takdiri ile olur, birini kader sayıp diğerini saymamak, ikincisini kaderden kaçma şeklinde değerlendirmek isabetli değildir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın pala mutezileyi islamiyet dışı saymak ne demek...mutezile islam içinde gelişmiş bir itikadi ekoldür...tıpkı şia gibi..hariciye gibi..cebriye gibi ..ehli sünnet gibi..

mutezile akımını başlatanlar müslümandı ve islami argümanlarla görüş bildirdiler..katılırız katılmayı bu ayrı bir konudur..

selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

kader konusunun en güçlü tartışmaya başlandığı dönem 4 halife dönemi olmuştur...hz ebubekirden sonraki halifelerin yine müslüman birileri tarafından şehit edilmesi müslüman toplumda çözümlenmeye çalışıldı...şehit edilenler kendi ecelleriyle ölmemiş şehit edilmişlerdi...bu allahın dilemesi miydi...

katiller de müslümandı ve çok büyük bir günah işlemişlerdi...bu durum büyük günah işleyenlerin ahiretteki durumlarının ne olacağı tartışmasını da başlatıyordu...

belki yaşanan büyük acılara bir örnek daha olması sebebiyle 4 halife döneminden sonra yönetimi ele alan emevi idarecilerinin yaptıkları zulümlerin tartışılması kader ve ona bağlı olarak irade konularını islam toplumlarının gündemine taşıdı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

A) CEBRİYYE VE KADERİYYE’NİN GÖRÜŞÜ

 

İslam Kelam düşüncesinin başlangıcına gidildiğinde bu konu hakkında karşımıza birbirine zıt iki görüş ortaya çıkmaktadır. Bu görüşlerden ilki cebri görüştür.Bunlar fiilleri yüce Allah’a izafe ederler. Onlara göre insan fiillerinde mecburdur.Dolayısıyla insanın kudret ve iradesi yoktur.Bu görüşü Cebriyye savunmuştur. sayın yersoy sanırım bu durumda siz bir cebriyecisiniz..:)

 

Kader konusundaki cebri görüşün ilk temsilcisi Cehm b. Safvan’dır (128/746). Cehme göre : Allah’tan başka hiçbir fail yoktur.Yalnız Allah faildir. İnsanlara fiiller mecaz olarak nisbet edilir. Bu tıpkı ağaç büyüdü,güneş battı demek gibidir. Oysa bunları yapanda yaptıranda Allah’tır.[2] Şehristani Cehmiyye’nin kader konusundaki görüşlerini şu şekilde açıklamıştır: “insan hiçbirşeye kadir değildir. O güçlede (istitaa) tavsif edilemez,Çünkü o fiiller konusunda mecburdur. Ne kudreti ne iradesi nede ihtiyari vardır.Ancak Allah onda fiilleri öteki cansız varlıklarda yarattığı gibi yaratır ; fiiller insana cansız varlıklara nisbet edildiği gibi mecaz olarak nisbet edilir.Tıpkı bu ağaç meyvelendi, yağmur yağdı denmesi gibidir.Ceza ve mükafatta tıpkı bütün fiiller gibi cebridir.Cebr sabit olunca teklif dahi cebr olur…”[3]

 

 

 

 

Katıksız cebri görüş nasıl cehm adıyla özdeşleştirilmişse kaderi görüşde aynı şekilde Mabed el-Cüheni (699) ve onu müteakip Gaylan ed-Dımeşki (743) ile özdeşleşir. İnsanın fiillerini kendisinin yarattığını söyleyen kaderiler bir anlamda Emevilere karşı etkin bir baş kaldırma eyiliminde olan siyasi bir hareketin itikadi cephesi gibi görünmektedir. Zira Mabed ve Gaylan’ın Emevi halifelerince öldürülmeleri yalnızca kaderi görüşe inanmalarından değil fakat bu itikadi görüşün tazammum ettiği siyasi neticelerden dolayıdır. İşte siyasi açıdan Emevi iradesine karşı oluşun bir ifadesiide olan kaderilik Abbasiler zamanında tamamen ortadan kalkmıştır.Fakat onun kader ile ilgili görüşleri Mutezile tarafından devam ettirilmiştir.[4]

 

Kaderilerin kader ile ilgili görüşlerini kısaca şu şekilde tasnif edebiliriz.Şöyle ki :

 

a) Hayır ve iyilikler Allah’tan : şer ve kötülükler insandandır.

 

B Allah insanda tam ve eksiksiz bir fiil yapma gücü (istitaa) yaratmıştır.

 

c) İnsanın fiilleri ve amelleri kendisine bırakılmış (tefvid) tır.

 

d) İnsana güç verilen konuda Allah’ın kudreti yoktur.

 

e) İnsanın ne yaptığı ve ne olacağı konusunda Allah’ın önceden bilgisi,takdiri ve dilemesi yoktur.

 

f) İnsan fiilleri Allah tarafından takdir edilmiş ve yaratılmış değildir,onlar bizzat insan tarafından takdir edilir ve yapılır.[5](alıntıdır)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

MUTEZİLE..

mutezile kaderiyye görüşünün devamı gibi görünse de kendine özgü bir yorum getirmiştir..

 

'' İnsanın fiillerinin faili olduğu hususunda bütün mutezile ittifak etmiştir. İnsanın fiilleri Allah tarafından yaratılmış değildir, aksine insan onların yaratıcısıdır.( ve o bütün tasarruflarında serbestir. Her nekadar kula güç veren onları güçleriyle yaptıkları konularda(makdurat) güçlü kılan Allah isede o,başkasının makdurunda kadir değildir. Çünkü iki kadirin bir tek makduru olması mümkün değildir. İnsan canlı ve kendiliğinden güç yetirebilen bir varlıktır. İşte fiil bu istitaa veya kudret sayesinde meydana gelir. En-naşi dışında bütün mutezililer insanın mecaz olarak değil gerçek anlamda fail, muhdis, muhderi ve münşi olduğu görüşündedir. ''

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

mutezile ve kaderiyye(ya da cebriyye) bunlar hak mezhep olmamakla bunlar islamiyetten ayrı sayılmaktadır. yani bunların fikirleri islamiyete mal edilemez

islami konular ehli sünnet mezhebine göre değerlendirilmelidir.

 

not edeyim dedim.

 

Onların hak mezhep olmadığına kim karar vermiş,allah mı? Onlara görede sünniler hak mezhep değil. Ne olacak şimdi? Sünnilerin hak mezhep olduğuna kim karar vermiş?

 

Sakın gaf yapıp ulema demeye filan kalkmayın. Aksi takdirde islama ruhbanlığı sokmuş olursunuz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

EHLİ SÜNNET

 

Ehl-i Sünnet ise gücün fiille beraber verildiğini söyler.Zira Ebu Hanife istitaat, fiille beraberdir, kulun masiyet işlemesine elverişli olan istitaat kulun taat işlemsesinede uygundur.Ve bu güç kulda fiilden önce bulunmaz.Eğer böyle olsaydı kul ihtiyaç anında Allah’tan mustağni olurdu demektedir.Mutezile ise Allah kula fiili yaratma gücü veriyor ve bunu fiili işleme anından önce veriyor.Artık kula bu güç verildikten sonra Allah’a ihtiyaç kalmıyor.Yani Allah kula verdiği bu özgür alan içerisine giremiyor.[22]

 

ehli sünnetin en büyük temsilcilerinden olan maturidiyyede kul başlı başına bir iradeye sahiptir..kul iradesiyle seçimini yapar..allah da kulun seçimine göre fiili yaratır..allahın fiillerinin muhakkak bir hikmeti vardır..fakat kul bu sebep ve hikmetleri her zaman bilemeyebilir..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

aslında sayın yersoy un başka başlık altında kader ve kaza ile ilgili sorusuna cevap vericektim .fakat burda sayın 4mevsim arkadaşım güzel bir başlıkla konuya hakim olmuş görünüyor .

 

mütezile görüş ile ilgili biraz araştırma yaptım ve bir iki satır bişeler ekliyeyim dedim...(bu arada öbür başlık altında sayın yersoy a hakkında fazla bilgi sahibi olmadığım ve tartışılabilir bir konu olduğu için bu konuda cevap veremeyeceğimi beyan etmiştim)..

 

Kaza Kader Meselesi Nasıl Ortaya Çıktı?

 

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

Hasan el-Basri'nin ders halkasından ayrılan Mutezile reisi Vasıl b. Ata'nın ortaya attığı, “büyük günah işleyen kimse” meselesini bir tarafa bırakırsak, kelam ilminde gördüğümüz meselelerin daha önce Yunan filozoflarının araştırdığı meselelerden kaynaklandığını görürüz. Adıyla sanıyla "Kaza ve Kader" meselesi, daha önce Yunan filozoflarının araştırdıkları ve hakkında ihtilafa düştükleri bir meseledir.

 

"Kaza ve Kader", "ihtiyar ve cebr", "irade hürriyeti" gibi isimlerin hepsi tek bir anlama gelmektedir ki o da şudur:

 

İnsandan kaynaklanan filleri meydana getirip getirmemede insan hür müdür, serbest midir yoksa mecbur mudur?

 

Yunan felsefesi tercüme edilmeden önce böyle bir mesele üzerinde araştırma yapmak hiçbir Müslüman’ın aklından dahi geçmemişti. Böyle bir meseleyi daha önceleri ancak Yunan filozofları araştırdılar ve hakkında ihtilafa düştüler.

 

Epikuroscular, “Dilediğini yapmada irade hürdür. İnsan bütün fiillerini hiçbir zorlama olmaksızın kendi serbest irade ve seçimi ile yapar” derken Revakçılar ise; “İnsan iradesi bir yolda yürümek mecburiyetindedir. Bunu değiştirmesi mümkün değildir. İnsan, iradesi ile hiçbir şey yapamaz. O, fiili yapmak mecburiyetindedir. Yapıp yapmama hakkına sahip değildir” demektedirler.

 

İslâm geldiğinde ve zamanla felsefi düşünceler sızdığında “Allah Subhenehû ve Teala’nın adaleti” meselesi en önemli mesele haline geldi. “Allah adildir, sevap ve ceza meselesinde de bu adaleti uygulamak gerekir”, dediler. Ardından da kulların fiilleri meselesi üzerinde yürüdükleri araştırma metodlarına göre gündeme geldi. Bu meselelere çözüm ararlarken de felsefecilerin araştırmalarından etkilendiler. Yani konuları ile ilgili felsefi düşüncelerden etkilendiler. Bu konuda en fazla Mutezile'nin ortaya koyduğu araştırma dikkati çekmektedir. Bu meselede ve diğer kelamcıların araştırmalarında Mutezile asıldır. Çünkü diğer kelamcılar, Mutezile'ye cevap vermek için ortaya çıktılar. Dolayısıyla "Kaza ve Kader" meselesinin araştırılmasında hatta kelam ilmi ile ilgili bütün araştırmalarda Mutezile esas sayılır.

 

Mutezile'nin “Allah Subhenehû ve Teala’nın adaletine” bakışı, O'nun zulümden uzak olduğu şeklindedir. Sevap ve ceza meselesinde de Allah Subhenehû ve Teala’nın adaleti ile Allah Subhenehû ve Teala’nın zulümden münezzeh olduğu düşüncelerini uyumlaştıran bir yerde durdular.

 

- “Ancak insanda irade hürriyetinin bulunması, kendi fiillerini yaratması, bir şeyi yapıp yapmama imkânına sahip olması ile Allah Subhenehû ve Teala’nın adalet sıfatının bir anlamı olur” dediler.

 

- Bir şeyi kendi iradesi ile yapıp ve yine kendi iradesi ile terk ettiğinden dolayı insana sevap veya ceza verilmesi akla ve adalete daha uygundur. Fakat Allah Subhenehû ve Teala insanı yaratır, ardından da onu belli bir işi yapmaya zorlarsa, yani itaatkâr olanı itaate ve isyan edeni de isyana zorlar sonra da itaat edeni sevap ile mükâfatlandırıp asi olanı da azap ile cezalandırırsa bu, adalet sayılmaz”, dediler.

 

Onlar görünmeyeni görünene, Allahu Teâla'yı insana kıyasladılar. Yunan filozoflarından bir grubun yaptığı gibi, bu dünya hakkında konulan kanunlara Allahu Teâla'yı da boyun eğdirmeye kalkıştılar. İnsan hakkında tasavvur ettikleri adaleti, Allah Subhenehû ve Teala’ya uygulamaya giriştiler.

 

Oysa "Kaza ve Kader", "Cebr ve İhtiyar" veya "İrade Hürriyeti" diye isimlendirdikleri konunun aslı, kulun fiiline Allah Subhenehû ve Teala’nın sevap veya ceza vermesidir. Araştırmalarında Yunan filozoflarına yönelerek "İrade" ve "Kulların fiilleri" meselesini araştırdılar.

 

İrade meselesinde şöyle dediler:

 

- Hayrı isteyen hayırlı, şerri isteyen şerli, adaleti isteyen adil, zulmü isteyen de zalimdir. Eğer dünyada olan her şey Allah Subhenehû ve Teala’nın iradesi ile ilgili olsaydı, hayrı ve şerri dileyen de Allah olurdu. Bu durumda da hayrı-şerri, adaleti-zulümü dileyen kimsenin de bu niteliklerle nitelenmesi gerekirdi. Bu fiilleri işleyeni hayırlı, şerli, adil, zalim gibi sıfatlarla vasıflandırmak gerekirdi ki Allahu Teâla'yı bu şekilde nitelendirmek mümkün değildir. Eğer Allahu Teâla kâfirin küfrünü, asinin isyanını dilemiş olsaydı, onu küfürden ve isyandan men etmemesi gerekirdi. Örneğin; Allah Subhenehû ve Teala’nın Ebu Leheb'in kâfir olmasını dileyip ardından da onun iman etmesini ve küfürden uzak durmasını emretmesi nasıl düşünülebilir? Yaratıklardan böyle bir şeyi yapan kimse akılsız sayılır. Allah Subhenehû ve Teala ise böyle bir şeyden çok çok uzaktır, yücedir. Kâfirin küfrünü ve asinin de isyanını Allah Subhenehû ve Teala dilerse, bu takdirde bunların cezalandırılmaması gerekir. Çünkü onların amelleri kendi iradelerinin sonucu değil O'na itaatin sonucudur.”

 

Delil getirmede işte böyle mantıki önermelerle delilleri sıraladılar. Sonra da bu görüşlerini Kur'an'dan nakli delillerle sürdürmeye çalıştılar. Allahu Teâla'nın şu ayetlerini delil olarak kullandılar:

 

وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ "Allah kulları hakkında zulüm dilemez."[1]

 

سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلا آبَاؤُنَا وَلا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ "Allah’a şirk koşanlar: 'Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık' diyecekler. Onlar da öncekiler de böyle yalanlamışlardı."[2]

 

قُلْ فَلِلَّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ "De ki: Üstün ve mükemmel hüccet, Allah’dır. Eğer O, dileseydi hepimizi birden hidayete kavuştururdu."[3]

 

يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمْ الْيُسْرَ وَلا يُرِيدُ بِكُمْ الْعُسْرَ "Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez."[4]

 

وَلا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ "O, kullarının küfrüne razı olmaz...."[5]

 

Görüşlerine ters düşen şu ayetleri de tevil ettiler:

 

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لا يُؤْمِنُونَ (6) خَتَمَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ "Şüphesiz ki küfredenleri korkutsan da korkutmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir perde vardır."[6]

 

بَلْ طَبَعَ اللَّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ "Küfürleri sebebiyle onların kalplerini mühürledik."[7]

 

Bu ayetleri benimsedikleri görüşlere uyması için tevil ettiler ve insanları kendi görüşlerine çağırdılar. Onların görüşleri ise, “bir fiili yapıp yapmama hususunda insanın iradesinde hür olduğu” şeklinde bilinmektedir. İnsan bir fiili yaparken de terk ederken de kendi iradesini kullanır.

 

Fiillerin yaratılması meselesinde Mutezile şöyle dediler:

 

- Kulların fiilleri, kendileri tarafından yaratılmıştır. Allah Subhenehû ve Teala’nın işi değil kulun kendi işidir. Allah Subhenehû ve Teala’nın gücünün müdahalesi olmaksızın fiili yapmak veya yapmamak insanın gücü dâhilinde olan bir iştir. İnsanın isteyerek veya istemeden yaptığı hareketler arasındaki fark bunun delilidir. İsteyerek elini hareket ettiren kimse ile istemeden eli titreyen kimsenin hareketi, minareye kendi isteği ile çıkan kimse ile istemeden düşen kimsenin hareketi arasındaki fark gibi. İhtiyari hareket insanın gücü dâhilinde olan harekettir. Onu insan yaratır. Zorunlu olarak yaptığı harekette ise insanın rolü yoktur. Aynı zamanda insan, fiillerinin yaratıcısı olmazsa teklif ortadan kalkar. Zira insan bir fiili yapıp yapmama gücüne sahip olmazsa ona yap veya yapma demek aklen doğru olmaz. Dolayısıyla da övmeye ve kınamaya, sevaba ve cezaya konu olmaz.”

 

 

 

[1] Ğafir: 31

 

[2] Enam: 148

 

[3] Enam: 149

 

[4] Bakara: 185

 

[5] Zümer:7

 

[6] Bakara: 6-7

 

[7] Nisa: 155

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar bu kader konusunu tartışmayın artık, gerek yok buna. Bu Cebriye ile Mutezile mezhepleri arasındaki bir konudur. Din bazında ele alırsanız da çözümü çok kolaydır. Yani dinin diğer öngörülerini hallettiyseniz de en son bir tek kader kaldıysa, çözüm kolay. Tanrı varsa ve ilmi her şeyi, tüm zamanı tek bir an gibi kuşatıyorsa, kader zaten zorunlu olur. Mesele tanrının var ve bu kadar kudretli olduğunun bilinmesi. Bilinmeyen bu.

 

Bir kavşağı tepeden gören bir apartmanın çatısından bakıyorsanız, bir caddeden v1 hızı ile gelen bir otomobilin önündeki L1 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini, diğer caddeden de v2 hızıyla gelen diğer bir otomobilin de önündeki L2 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini öngörürsünüz. "Bu arabalar çarpışacak" dersiniz. Siz dediğiniz için değili, arabalar çarpışmaları gerektiği, koşullar gerektirdiği için çarpışırlar.

 

Tanrı da tüm nesneleri ve zamanı kapsadığı için her şeyi öngörmektedir, bu da kaderdir der çıkarsınız. Zaten böyle bir kapsayıcılığı olmasa tanrı olmazdı. Yani tanrıya inandıktan sonra kadere inanmamanın bir anlamı yoktur.

 

Acı ve kötülüklere engel olmaması kaderin değil, tanrının sorgulanmasıdır. Tanrı yok mu, varsa bile aciz mi ki bir şey yapamıyor, veya kötü bir varlık mı ki kötülüklere izin veriyor. Sorgulanan budur.

 

Bu sorgulama ise sizin sinirlerinizi bozar, tepemizde boza pişiren kötü niyetli, canlı piyonlarla satranç oynayan bir tanrı çok sinir bozucudur. Aynı şekilde aciz, bir şey yapamayan fakat buna rağmen tanrıcılık oynamaya kalkan bir varlık da sinir bozucu bir düşüncedir. Fakat her şeye kadir olduğu halde hiç bir şey yapmadan izleyen bir tanrı düşüncesi de sinir bozucudur. İnsanların tanrının varlığı tartışıldığı zaman huzursuz olmaları, sıkıntı hissetmeleri ve içlerinin daralması bundandır. Tanrıyı ne şekilde tasavvur ederseniz edin, onu tartıştığınız, sorguladığınız zaman sıkıntı hissedersiniz.

 

Deizm ve ateizm, tasavvuf ve panteizm boşuna çıkmadı. Radikal, sorgulamasız, koşulsuz itaat anlayışı da... İnsan bu handikapı aşma ihtiyacı hissetmektedir. Peki çözüm ne? Benim kendimi ne olarak deklere ettiğimi biliyorsunuz. Bundan başka bir dekleremin olmadığını da... Önerilerimin kısaca ifade edilecek bir özeti yoktur, o yüzden burada bir kaç cümle ile kısa bir çözüm öneremeyeceğim. Tüm yazdıklarımın içinde gizlidir düşüncelerim. Öyle çok kesin bir netliği de yoktur söyleyeyim.

 

Evrenin denklemini kurup eşittirin iki tarafı arasında denkliği sağlamış olsak, zaten bu evrendeki işimiz bitmiş olurdu. Bütçe denklemeye benzemiyor bu iş... Daha yapacak çook iş ve çook zaman var. Din korkuya dayalı bir kurum olduğu için habire korku, panik ve telaş pompalamıştır. "Kıyamet yakın... Az kaldı... Sorgulanacaksınız... Cezalanacaksınız..." Hep bunu pompalamıştır. Bu empozesi ile de zihinleri felç etmiştir.

 

Böyle bir şey ise yok. Müslümanlar Moğol istilası olunca da kıyamet alameti sandılar. Dinde en yerleşik kültür ögelerindendir kıyamet alametleri. Bu safsatalara kulak vermek insanları uyuşturur, felç eder. Kıyamet diye bir şey yoktur. İnsanlar yaşar ve ölür. Hem öldükten sonra kıyametten size ne?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı, özgür iradesi, aklı ve seçimlerinden dolayı (sözde) cehenneme gideceğini bildiği bir insanın, doğmasına neden izin veriyor ?

 

Böyle bir durumda yaratılan insanın hiçbir suçu olamaz ! ama en ağır cezayı hakkediyor !

 

Kader, irade, kaza konusunda, biz sadece bunu sorguluyoruz, çünkü hiçbir zaman mantığımıza uymuyor !

 

Böyle bir Tanrı modelini reddetmek çok kolay bu yüzden.

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar hepinize teşekkürler...

Onlarca yazı yazmışsınız, ancak üzgünüm sorunun cevabı hala yok...

 

Ben soruyu artık ezberlediğinizi düşündüğümden buraya taşımak yerine beklemek istedim ama yine yanıldım...

 

Sayın demirefe, kader konusu bence islam öğretisindeki en çelişkili ve zayıf konu. Bu nedenle, Sayın Tarafsız'ın da sözlediği gibi tartışılması gerekir. Tartışılması gerekir ama tartoşma da böyle olmaz. İşin içinden çıkılamayınca konu ya anlamasız noktalara getiriliyor ya da Allah hakkında fikir yürütemeyiz aklımız almaz deniliyor. Aklımın almadığı şeye neden inanayım ki? Çelişkilerle dolu bir öğretiye neden inanayım ki? Bunlar zaten Tanrı'nın varlığı ya da yokluğu konusunda bilgi vermiyormu? Forumlardan birinde ayetlerdeki matematiksel hata ortaya konmuş, ama inanan arkadaşların umrunda değil. Ayetlerdeki çelişkiler ortaya konuyor inananların yine umrunda değil. E tabii ki inanmak isteyen vazgeçemeyecektir o ayrı. Hoppa mı değişti acaba tam hatırlamıyorum: "Tanrı müslümanlara yahu Kuran'ı ben göndermedim dese bile inanmazlar" olay bu yani...

 

Arkadaşlar, bu başlığı açtınız bari altını, sorularla ilgili kısmı cevaplayarak doldurursanız sevinirim. Soru unutuldu ise tekrar yazabiliriz... Ayrıca bu başlık sadece kaderi değil, insanların acıları ile kaderi birleştirerek tartışıyor. AMa bence önce kaderi halledelim de o zaman acılar da mutluluklar da çözülecektir...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar bu kader konusunu tartışmayın artık, gerek yok buna. Bu Cebriye ile Mutezile mezhepleri arasındaki bir konudur. Din bazında ele alırsanız da çözümü çok kolaydır. Yani dinin diğer öngörülerini hallettiyseniz de en son bir tek kader kaldıysa, çözüm kolay. Tanrı varsa ve ilmi her şeyi, tüm zamanı tek bir an gibi kuşatıyorsa, kader zaten zorunlu olur. Mesele tanrının var ve bu kadar kudretli olduğunun bilinmesi. Bilinmeyen bu.

 

Bir kavşağı tepeden gören bir apartmanın çatısından bakıyorsanız, bir caddeden v1 hızı ile gelen bir otomobilin önündeki L1 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini, diğer caddeden de v2 hızıyla gelen diğer bir otomobilin de önündeki L2 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini öngörürsünüz. "Bu arabalar çarpışacak" dersiniz. Siz dediğiniz için değili, arabalar çarpışmaları gerektiği, koşullar gerektirdiği için çarpışırlar.

 

Tanrı da tüm nesneleri ve zamanı kapsadığı için her şeyi öngörmektedir, bu da kaderdir der çıkarsınız. Zaten böyle bir kapsayıcılığı olmasa tanrı olmazdı. Yani tanrıya inandıktan sonra kadere inanmamanın bir anlamı yoktur.

 

Acı ve kötülüklere engel olmaması kaderin değil, tanrının sorgulanmasıdır. Tanrı yok mu, varsa bile aciz mi ki bir şey yapamıyor, veya kötü bir varlık mı ki kötülüklere izin veriyor. Sorgulanan budur.

 

Bu sorgulama ise sizin sinirlerinizi bozar, tepemizde boza pişiren kötü niyetli, canlı piyonlarla satranç oynayan bir tanrı çok sinir bozucudur. Aynı şekilde aciz, bir şey yapamayan fakat buna rağmen tanrıcılık oynamaya kalkan bir varlık da sinir bozucu bir düşüncedir. Fakat her şeye kadir olduğu halde hiç bir şey yapmadan izleyen bir tanrı düşüncesi de sinir bozucudur. İnsanların tanrının varlığı tartışıldığı zaman huzursuz olmaları, sıkıntı hissetmeleri ve içlerinin daralması bundandır. Tanrıyı ne şekilde tasavvur ederseniz edin, onu tartıştığınız, sorguladığınız zaman sıkıntı hissedersiniz.

 

Deizm ve ateizm, tasavvuf ve panteizm boşuna çıkmadı. Radikal, sorgulamasız, koşulsuz itaat anlayışı da... İnsan bu handikapı aşma ihtiyacı hissetmektedir. Peki çözüm ne? Benim kendimi ne olarak deklere ettiğimi biliyorsunuz. Bundan başka bir dekleremin olmadığını da... Önerilerimin kısaca ifade edilecek bir özeti yoktur, o yüzden burada bir kaç cümle ile kısa bir çözüm öneremeyeceğim. Tüm yazdıklarımın içinde gizlidir düşüncelerim. Öyle çok kesin bir netliği de yoktur söyleyeyim.

 

Evrenin denklemini kurup eşittirin iki tarafı arasında denkliği sağlamış olsak, zaten bu evrendeki işimiz bitmiş olurdu. Bütçe denklemeye benzemiyor bu iş... Daha yapacak çook iş ve çook zaman var. Din korkuya dayalı bir kurum olduğu için habire korku, panik ve telaş pompalamıştır. "Kıyamet yakın... Az kaldı... Sorgulanacaksınız... Cezalanacaksınız..." Hep bunu pompalamıştır. Bu empozesi ile de zihinleri felç etmiştir.

 

Böyle bir şey ise yok. Müslümanlar Moğol istilası olunca da kıyamet alameti sandılar. Dinde en yerleşik kültür ögelerindendir kıyamet alametleri. Bu safsatalara kulak vermek insanları uyuşturur, felç eder. Kıyamet diye bir şey yoktur. İnsanlar yaşar ve ölür. Hem öldükten sonra kıyametten size ne?

 

 

sayın demirefe .öncelikli olarak tesbitleriniz yerinde.yanlız burda sayın yersoyun özellikle kader ve kaza ile ilgili sormuş ve merak etmiş olduğu bir konu başlığında bulunuyoruz.kalın fantla alıntıladığım cümleniz çok güzel bir yaklaşım.öncelikle olabilecek konular var tabiki dinde.ama sanırım sayın yersoy ın hala anlayamamış olmasından doğan bir başlık oldu bu sanırım.

 

bir hususta şudur :acı ve kötülükleri iki konuda ele alalım.acı bir his olduğuna göre bir fiil gerektir.bu fiilin sonucunda acı hüzün sevinç duyarız.fiili yapanda insan olduğu için geriye acı duygusu kalıyor ki burda ne mutezile nede cebriye ile muhatab olmuş oluyoruz.bu durumda ikisinede karşı çıkan ortak nokta bulan bir durum söz konusu olur.ben açıkcası kendimce buna insan fıtratındaki acı hissiyatın kader olabileceği kanısındayım.Allah teala tarafından insanın kaderinin önceden belirlenmesi bu olsa gerek diye düşünüyorum.yani sözün özü insanın içinde var olan sevinç hüzün acı vs vs.. kader,kötülük iyilik vs vs bunlarda insanın fiili sonucu olabileceği görüşü bende hakim olan..kişisel düşüncem bu yönde bu konuda...

 

birde dinin korkuya dayalı bir kurum olduğu savınız..örnek olarakta kıyamet ve alametlerini ele almışsınız..insanın aşamında yenemeyeceği korkular mutlak ama mutlak vardır diye düşünüyorum.buna ister kıyamet deyin ister buzulların erimesi deyin ister ozon tabakası deyin ister nükleer savaş deyin vsvs bunlar

çoğaltılabilir.bunlar size göre bizim deyimimizle kıyamet niteliği taşımıyor mu acaba!ha diceksiniz ki ben kendimi bu korkulara verip kendimi uyuşturmuyorum.ama inanın sizin gibi çookkk insan var bu demek değil ki hadi işi gücü hayatı bırakıp oturalım oturduğumuz yerde ne yapsak boş nasılsa bigün kıyamet kopucak .yani sizin deyiminizle felç olanda var uyuşanda var ilerleyemeyende var.ama çok küçük oranda olduğunu düşünüyorum bunların...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın yersoy, aradığınız cevap: "Kur'anda anlatıldığı şekliyle bir tanrı, her şeye gücü yeten, her şeyin kaderini elinde tutan, ve buna karşılık beğenmediklerine azap, beğendiklerine mükafat verecek bir tanrı anlayışı kabul edilemez bir mantıksal çelişkidir" ise, bu yanıt tabii ki doğru yanıt. Bunu bir geçeceğiz, bu akla da mantığa da uymuyor. Ben ötesinde ne düşünebiliriz konusunu kurcalamıştım...

 

Yok aslında çözümler var da yani... Örneğin bu dünyada bize bir rüya gösterildiği, hiç bir şeyin gerçek olmadığı, bu rüya ile eğitilip güzeli çirkini anlamamızın sağlandığı, cennet ve cehennemin ise tamamen mecaz oldukları...

 

Tahayyülün sınırı olduğunu kim söyledi? Soyuta atayarak içinden çıkılamayacak sorun yoktur.

 

"But you know we are living in a material world..." Gel de Hillary Duff'ı yine hatırlama...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Arkadaşlar bu kader konusunu tartışmayın artık, gerek yok buna. Bu Cebriye ile Mutezile mezhepleri arasındaki bir konudur. Din bazında ele alırsanız da çözümü çok kolaydır. Yani dinin diğer öngörülerini hallettiyseniz de en son bir tek kader kaldıysa, çözüm kolay. Tanrı varsa ve ilmi her şeyi, tüm zamanı tek bir an gibi kuşatıyorsa, kader zaten zorunlu olur. Mesele tanrının var ve bu kadar kudretli olduğunun bilinmesi. Bilinmeyen bu.

 

Bir kavşağı tepeden gören bir apartmanın çatısından bakıyorsanız, bir caddeden v1 hızı ile gelen bir otomobilin önündeki L1 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini, diğer caddeden de v2 hızıyla gelen diğer bir otomobilin de önündeki L2 yolunu kaç sn. de katedip kavşağa gireceğini öngörürsünüz. "Bu arabalar çarpışacak" dersiniz. Siz dediğiniz için değili, arabalar çarpışmaları gerektiği, koşullar gerektirdiği için çarpışırlar.

 

Tanrı da tüm nesneleri ve zamanı kapsadığı için her şeyi öngörmektedir, bu da kaderdir der çıkarsınız. Zaten böyle bir kapsayıcılığı olmasa tanrı olmazdı. Yani tanrıya inandıktan sonra kadere inanmamanın bir anlamı yoktur.

 

Acı ve kötülüklere engel olmaması kaderin değil, tanrının sorgulanmasıdır. Tanrı yok mu, varsa bile aciz mi ki bir şey yapamıyor, veya kötü bir varlık mı ki kötülüklere izin veriyor. Sorgulanan budur.

 

Bu sorgulama ise sizin sinirlerinizi bozar, tepemizde boza pişiren kötü niyetli, canlı piyonlarla satranç oynayan bir tanrı çok sinir bozucudur. Aynı şekilde aciz, bir şey yapamayan fakat buna rağmen tanrıcılık oynamaya kalkan bir varlık da sinir bozucu bir düşüncedir. Fakat her şeye kadir olduğu halde hiç bir şey yapmadan izleyen bir tanrı düşüncesi de sinir bozucudur. İnsanların tanrının varlığı tartışıldığı zaman huzursuz olmaları, sıkıntı hissetmeleri ve içlerinin daralması bundandır. Tanrıyı ne şekilde tasavvur ederseniz edin, onu tartıştığınız, sorguladığınız zaman sıkıntı hissedersiniz.

 

Deizm ve ateizm, tasavvuf ve panteizm boşuna çıkmadı. Radikal, sorgulamasız, koşulsuz itaat anlayışı da... İnsan bu handikapı aşma ihtiyacı hissetmektedir. Peki çözüm ne? Benim kendimi ne olarak deklere ettiğimi biliyorsunuz. Bundan başka bir dekleremin olmadığını da... Önerilerimin kısaca ifade edilecek bir özeti yoktur, o yüzden burada bir kaç cümle ile kısa bir çözüm öneremeyeceğim. Tüm yazdıklarımın içinde gizlidir düşüncelerim. Öyle çok kesin bir netliği de yoktur söyleyeyim.

 

Evrenin denklemini kurup eşittirin iki tarafı arasında denkliği sağlamış olsak, zaten bu evrendeki işimiz bitmiş olurdu. Bütçe denklemeye benzemiyor bu iş...

 

sayın demirefe teşekkürler gayet açık ve sade bir açıklama olmuş.... bu durumda size saygımı ayrıca nedenlendirmeye gerek yok...

 

aslında bu konuyu tekrar tartışamamızın nedeni sayın yersoyun hemen hemen her başlığın altına kader konusunu sıkıştırması sebep oldu...kısır döngüye dönen durumlar oluşunca tartışmanın tadı kaçıyor..daha önce de her başlığın altına savaşla ilgili ayetleri yazıyorlardı...

 

acılarla birlikte ele alışımın nedeni farklı bir bakış getirerek başlığımın kader başlığına taşınmasının önüne geçebilmekti..

diğer bir nedeni ise tarihte kader konusunun yaygın tartışılmasını ya da sizin dediğiniz gibi tanrının iradesinin sorgulanmasını tetikleyen büyük acılar ve çözümsüzlükler olmuştur...

bireysel olarak ta bu böyledir...başına bir sıkıntı gelen ya da çaresizlik içindeki insanlar sorgularlar kaderi...güç ve para sahibi insanların kaderle bir sorunları alıp veremedikleri yoktur..hallerinden memnunlardır çünkü...kendileri bir zarar görmedikçe zarar görenlerin kaderidir yaşadıkları..bencillikleri de yapıp etikleri de bu anlamda meşruluk kazanır...

 

genelde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluruz...kader hakkındaki kısa bilgiler en azıdan bize neyi tertıştığımız hakkında bilgi verecektir...ayrıca da tartışmanın zannedildiği gibi islamda yasak olmadığını ve kader konusunda bile ne çok tartışmalar yapılıp farklı akımlar meydana geldiğini görmemiz açısından önemlidir...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ama sanırım sayın yersoy ın hala anlayamamış olmasından doğan bir başlık oldu bu sanırım.

 

Peki anlayamamış ben olayım...

 

İnsanlar kader gibi, aslında çok basit bir mantık yürütülerek işin içinden çıkılabileceği bir konuyu bile, kendi kendilerine düşünüp çözemezken, kendi görüşlerini tartışmak yerine bu konu üzerinde daha önce kafa yormuş ve bir şeyler yazmış insanların görüşlerini yazdıklarında, böylesine sorunlu bir kuramın insanda neden olduğu bir ağırlıktan acaba kurtulmuş mu oluyorlar? Bu sorun çözülmüş mü oluyor? Yukarıda yazılan satırlarca cümle arasında acaba kaç tanesi "yaşanan acılar ve kader" konusunda ikna edici bir açıklamayı bünyesinde taşımakta? Ve neden Yersoy veya benzeri düşüncedeki insanlar hala anlayamıyor? Ortada bir inat mı var? Zeka sorunu mu var? "Görmezden gelme" mi var? Anlaşılamamanın nedeni nedir? Bu soru yeni mi? Ne zaman cevaplanmış ki şimdi cevaplanabilsin?

 

Her zaman dediğim gibi, kader kuramına inananlar kader kuramını anlamamış, sorgulamamış insanlardır. Benim de umrumda değil kimin inanıp inanmadığı. Yine tek derdim çelişkilerin tartışılmasıydı... Bu yüzden anlayamamış olmak beni gocundurmaz.

Demek istediğim bu çelişkinin cevabı iki türdür. İnanırsın ya da inanmazsın. Çelişkiyi anlatamamak ise bu yüzden beni üzer. Çünkü yazılanları dikkatle okuyan bir insan (diğer forumlarla birlikte) şunu rahatlıkla görebilecektir: teoriyi savunanlar teoriyi özümseyememiş. Nedenine pek girmek istemiyor ve saygı duyduğumu söylemek istiyorum.

 

Her neyse arkadaşlar. Kaderinize inanın, ona güvenin ve kaderinizi kendi iradenizle düzenleyin... (Ne çelişkili bir cümle ama... :) ) Mutlu olun da, gerisi boş...

 

Soyuta atayarak içinden çıkılamayacak sorun yoktur.

"But you know we are living in a material world..." Gel de Hillary Duff'ı yine hatırlama...

 

:clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

soyuta atama yapma konusu gerçekten de çok ilginç ve düşündürücü...

lisede felsefe dersinde beni etkileyen en güçlü düşünce efletunun mağara benzetmesi olmuştur...hayatım boyunca da felsefede aradığımı bulduğumu düşündüğüm hazine bilgilerden biri olarak kabul etmişimdir...

aslında iki ayrı evren.idealar ve gölgeler dünyası ..ve asıl olanın gölgelerini gerçek sanmak...başdöndürücü..

maddesel olarak algıladılarımız ne derece gerçek sizce...beynin algıları tamamen soyut üzerine değil midir...gördüğümüz renkler tatlar görüntüler beyin ekranımıza yansıyan gölgeler değil midir....

bir kış günü yolculuk esnasında namaz için mola verdiğimizde küçük bir camide ortada bir soba vardı..dışarıdan bir yaşlı amca geldi...sobaya yaklaştı ve ellerini ovalaya ovalaya ellerini uzun bir süre ısıttı ve geçip namaza durdu.....gülümsedim ....çünkü soba yanmıyordu....ama o amcanın ellerinin ısındığından eminim...

beynimiz hayalle gerçeği ayırmada sandığımız kadar yetkin olmasa gerek...

 

konuya dönersek....kader kapalı ve açık uçları olan bir yapıda...kapalı olan ucunda yok iken var olmak..varlıklar içinde insan olmak...erkek ya da kadın olmak...ırk...boy...pos..yani bedensel özellikler....

açık ucu ise...doğarak getirdiğimiz özelliklerin dışında kalan ve bizim ve bizim dışımızdakilerin iradeleriyle meydana gelen durumlardır....

 

bana göre kaderi asıl karışık bir durum haline getiren ise açık olan devrenin bazen kapalı hale gelip gelmediğidir ...ki gelebilmektedir....peygamberlerin hayatlarında yaşadıkları mucizeler buna örnektir.....

kendi hayatımızda yaşadığımız ''mucize'' olarak adlandırdığımız ya da allahın yardımı diyebileceğimiz durumlar buna örnektir...(bir çok insan bu yaşanmışlıklara sayısız örnek sayabilir...dualar bu nokta da önem kazanır..)

ya da ne kadar çabalarsak çabalayalım yapamadığımız değiştiremediğimiz bazı durumlar buna örnektir..(.irade gösterir sınava girersiniz ama bir türlü istediğiniz bölümü kazanamazsınız..o gün bir terslik olur olmayadabilir ama irade sonçsuz kalabilir )

 

kader konusunu çözmek bunları birbirinden ayırmakla mümkün hale gelebilir....

 

daha önce söylemiş olabilirim hatırlamıyorum ama tekrar etmeye değer...özürlü bir çocuğu olan bir bayan yaşadıklarını anlatıığı kitabında şöyle bir dua keşfttiğini ve bu duayı ona yaşadıklarının öğrettiğini söylüyordu....

ALLAHIM....BANA HAYATIMDA DEĞİŞTİREMEYECEKLERİM İÇİN SABIR...DEĞİŞTİREBİLECEKLERİM İÇİN İRADE VE GÜÇ....BU İKİSİNİ BİRBİRİNDEN AYIRABİLECEĞİM BİR AKIL VER ......

bana göre kaşıkçı elması değerinde....

selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din içinde soyuta atama yaparak çözülemeyecek sorun yoktur. Kader de sonuçta bir sığınak oluyor, ya da belki suçlanacak bir olgu. İnsanlar tanrıya itiraz etmekten korkup kaderine itiraz ediyorlar. Kimsenin "itirazım var böyle yaratan tanrıya..." dediğini duymadım. Ama "itirazım var kaderin böylesine" dediklerini duyuyorum.

 

Arteist düşünenler ise bunun safdillik olduğunu, niye düşüncenizi doğrudan açıklamaktan korktuğunuzu sorguluyorlar. Benim durumdan çıkardığım bu. Ben ise her zaman söylediğim gibi "süreçlere" inanıyorum. İnsanlar birden bir sabah ateist ya da dindar olarak uyanmazlar.

 

Carl Sagan oldukça sıkı bir ateistti. Fakat bunu doğrudan savlamaktan kaçınırdı. Çünkü acı çeken insanlara sarıldıkları bir umudun boş olduğunu söyleyip iç dünyalarını yıkmak istemiyordu. Kanser olup ölecek bir insana ne söylersiniz? Annesi intihar eden bir çocuğa annesinin cehenneme gittiği söylenmiş ve ben onun cennete gittiğine çocuğu ikna etmiştim ve çocuk bayağı rahatlamıştı. Bakın ben bu forumda "epilepsi genellikle genetiktir" dediğim için özür diledim. Bunu yaparken tek düşündüğüm epilepsi hastalarıydı. Yoksa genetik olmanın kalıtsal olmakla aynı anlamı taşımayacağını, genin "ifade edilmesindeki" bir aksaklıktan dolayı beyin yapılanmasında epilepsi oluşturan bir etkenin ortaya çıktığını söyleyerek iddiamı sürdürebilirdim. Bu miyopi kadar doğal ve ne derece kalıtsal olduğu pek de belirlenemeyecek, ama sonuçta genetik bir durumdur. Tek düşümcem epilepsi olan ve bunu soylarında sürdürme suçluluğu duyabilecek insanlardı.

 

Ve yine her zaman söylediğim: Din dayatılmadıkça "light" dindarlarla benim sorunum yoktur. "Mahalle baskısı" yapıldığını görürsem dine karşı tavır alırım. Gerçi siz dayatmanın olmadığını savundunuz sayın 4mevsim ve "Kaf dağının ardındaki canavar seni yiyecek" dersem niye baskı olmuyor? gibi bir savlama yaptınız. Bu aynı şey değil. Der Spiegel Kaf dağının ardındaki canavarı değil, insanların en çok saygı duyduğu ve korktuğu kitabı kapak yaptı. Benim korkmayışım benim baskı hissetmediğim anlamına gelmez. Toplumsal baskı hep vardır. Bu baskıyı artıracak her türlü gelişmeye şiddetle karşı çıkarım.

 

İnsanları topluma zarar verecek davranışlarından dolayı acımasızca cezalandırabilirsiniz, bunun için öbür dünyada yanacağını söyleyip korkutmaya çalışmaya gerek yok. İçki içip direksiyona oturan birinin canına okunması gerek. Demokrasiyi geliştiremediğimiz ve yerleştiremediğimiz için suçlu ve güçlülerin ondan daha fazla yararlanmasının önüne geçemeyeceksek koyver ipini gitsin. ABD de adamı vururlar bile kardeşim. Kimse gözünün yaşına bakmaz. Sarhoş olup ölüm makinesi gibi araba süreceksin, adamın ocağını söndürürler. Öyle Allahtan bulsunla olmuyor. Polis yetkisini kötü mü kullanır o zaman da? Onun da canına okuyacaksın. Acıma diye bir şey yok. En küçük istismarda kamu hizmetinden men ettiğin gibi sokağa fırlatacaksın, bak bakalım bir daha yetkisini kim kötüye kullanıyor? İnsan gibi olmayı başaramayanı yok edeceksin. Ocağına incir dikeceksin. Bizde ne yapılır, başka yere atanır. Orada sanki aynı naneyi yemeyecek. ABD de bazı eyaletlerde idam yoktur, ama adamı hapiste çürütürler. Yok öyle indirimdi aftı. Psikopat biri bir daha gardiyan suratından başka insan yüzü görmeden ömrü sona erer. O yüzden yakalanmaktan ödleri kopar, yakalanacaklarını anlayınca intihar ederler.

 

Devletin otobüsünü yakıyor adam yahu! Fransa'da ne oluyor? Koyuyor sniper keskin nişancıyı, adam kütür kütür indiriyor elinde benzin gördüğünü. Bu iş böyle olur, acımayla merhametle, Allahtan bulsunla olmaz. Bizim din genlerimize işlemiş, olmayız da bakmayın işte. Belki zamanla...

 

Şeriat yasalarındaki şiddetli cezaları görünce sanıyoruz ki ortalığı sütliman etmek için şeriat lâzım. Yok öyle bir şey kardeşim, sen yaptırım koymak için Allahtan yetki mi alacaksın? Toplanır meclis, yasayı çıkarır. Taammüden bir cana kasteden bitti, ne af ne bir şey, ömrü billah gün ışığı göremez dedin mi bitti. Bunu demek için Allahtan yetki almak mı lazım? Dedin mi olur, bitti. Bunu için şeriata ne gerek var?

 

Net, dürüst, kıvırmayan, sığınmayan, soyuta atayıp kaçınmayan, dosdoğru ve dimdirek olmak gerek...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

güzel bir çaışma yapmışsınız sayın 4 mevsim tebrik ederim,

Aslında kader mevzusu buyurulduğu üzere gereksizmiş gibi görünse de, sayın Yersoyun ısrarlarının halen sürmesi, konuyu gerektirmiş... Ama gene de konu saptırılmış ve yersoyun istediği yerden çıkıp önce Nişantaşına sonra da Fransa'ya uzanıvermiş...

Ama sayın Yersoy, hala sorusuna cevap bulamamış... Aslında sayın Yersoy sorusunu açık ve seçik olarak tekrar izah etmeksizin, ilk bakışta ne anlaşılmasını istiyorsa, sade olarak bir kez daha yazabilir mi ? sonra da kendi fikrini ardından eklese ve dese ki ''ben de aslında şöyle olduğuna inanıyorum'' dese....ve hakikatten bizim soyuta atamamızı beklemeksizin somuta atayıverse... biz de soyutu anlama zorundan kurtulsak... Matematiksel olarak anlamaya çalışsak...

Hukuk somuttur... çünkü yaşamın içindedir..ilişkileri düzenler.. hukuksuz bir yaşam düzeni düşünemezsiniz... hukuk ya doğal olduğu için(İnsan olarak doğmuş olmakla kazanılan haklar), ya da halka dayandığı için meşruuiyet kazanır... hukuk kuvvetini gücünü de bu meşruiyetinden alır... İslam hukuku da böyledir... Meşruiyeti Tanrıya dayandırilmaz, Halka dayandırılır... Halka dayandığı için meşruudur... Tanrıya dayandırılsaydı, İslamın totaliter olduğundan ve bir din devleti önerdiğinden bahsedebilirdiniz.... Oysa İslam Din Devletini önermez... Totaliterizmi de reddeder...

Ve Hukuktaki suç ve cezaya ilişkin bir temel ilke vardır; ''Cezalar, suçla orantılı olmak zorundadır..''Bu temel ilke nedeniyle İslam Ceza Hukukunda da, bu ilke öngörülmüş; ''Kısasta sizin için hayat vardır...'' ilkesi ''Haddi aşmamakla...'' ölçülendirilmiştir...

Fransada otomobil yakanların kurşunlanmasını, sanki İslam hukuku da böyle bir çözümü öngörüyormuş söylemi, müslümanlar adına soyut ataması değil de nedir ?

Hukuk somuttur... Ama vicdan soyuttur.... Hukuku adalet ölçüsüne sokan işte bu soyuttur... Eğer bu soyut olmazsa, baklava çalanı öldürürsünüz, bebeğe tecavüz edeni salıverirsiniz....

lıght olan hiiçbirşeyle sorunum yok.... Aslında lıght olmayanlarla da sorunum yok... öyle soyut şeyler de konuşmayı sevmem... söylediklerim direkt anlamlarını ifade ediyor... anlaşılmaz ve gizemli olmayı hiç beceremedim, halbuki insanı ne kadar karizmatik komiser havasına sokuyor... sözlerim tanırının ayetleri değil ki, içinde mükemmelliğin sırlarını taşısın...

Kıvırmamak, Hukukun tarafında olmaktır... bütün halk kitlelerinin ortak özgür iradeleri ile kabul ettikleri ANAYASA'ya dayanan bir hukuka taraf olmaktır.. benim inancım da bu yöndedir... Muhammed de böyle yapmıştı... Kıvırmadan...

Adam gibi olmak ise, bu hukuku sahiplenmek, delmemek, korumaktır... kıvırmadan...

Kemikli olmak ise, bu hukukun çifte standartlarla uygulanmaya başladığında, birine farklı diğerine farklı uygulandığında, adaletsiz uygulanırsa, kim olursa olsun hukuk karşısında eşit davranılmıyorsa, ayağa kalkabilmektir..... Hoşuma gitse de, gitmese de, benim gibi inanmayan, ama bu anayasanın şemsiyesi altındaki bir kişinin hakları gasp edildiğinde ayağa kalkabilmektir... bu devlet, hükümet, toplum, din, fikir vs. kim olursa olsun karşısında Anayasaya kabul oyu veren herkesi karşısında bulmalıdır... Kemikli insan, Kemikl Toplum... slogan bu....Dosdoğru ollmak, inandıkları şey ne ise onda hakikaten dürüst olmak ve eğilip bükülmeden dimdik olmak...

Soyut mu ?... haaa...evet...

O Kemiğin iliğidir zaten.... iliksiz kemik dedikleri, yumuşakçaların sırtındaki kabuksu kemikler var ya onlar oluyor.. ilik yok onlarda..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın pala mutezileyi islamiyet dışı saymak ne demek...mutezile islam içinde gelişmiş bir itikadi ekoldür...tıpkı şia gibi..hariciye gibi..cebriye gibi ..ehli sünnet gibi..

mutezile akımını başlatanlar müslümandı ve islami argümanlarla görüş bildirdiler..katılırız katılmayı bu ayrı bir konudur..

selamlar...

 

islamiyet içinde gelişmiş ve tahrif olmuş veya edilmiş .islam dışına çıkmıştır ondan islamiyet dışı sayılmaktadır. ki şu an da insanların soruları bu islamiyetten ayrılmış mezheplerin itikatları üzerine yapılıyor ama islamiyete mal ediliyor. çünkü islamiyete dahil zan ediliyor.

 

saydığınız diğer ekollerden zaten ilk üçü islamiyet içinde çıkıp da islamiyetten uzaklaşanlardır.

 

 

MUTEZİLE..

mutezile kaderiyye görüşünün devamı gibi görünse de kendine özgü bir yorum getirmiştir..

 

'' İnsanın fiillerinin faili olduğu hususunda bütün mutezile ittifak etmiştir. İnsanın fiilleri Allah tarafından yaratılmış değildir, aksine insan onların yaratıcısıdır.( ve o bütün tasarruflarında serbestir. Her nekadar kula güç veren onları güçleriyle yaptıkları konularda(makdurat) güçlü kılan Allah isede o,başkasının makdurunda kadir değildir. Çünkü iki kadirin bir tek makduru olması mümkün değildir. İnsan canlı ve kendiliğinden güç yetirebilen bir varlıktır. İşte fiil bu istitaa veya kudret sayesinde meydana gelir. En-naşi dışında bütün mutezililer insanın mecaz olarak değil gerçek anlamda fail, muhdis, muhderi ve münşi olduğu görüşündedir. ''

 

bir şeyi yapan (yapabilen) herşeyi yapar (yapabilir). madem yaratmaya kabiliyeti var(hani kötü insanın kendi kudretiyle oluyorya) yapsın o zaman her istediği kötüyü. ama yapamaz.

 

bir de demişsin iki kadirin bir tek makduru yoktur. zaten ehli sünnet iki kadir demiyor ki. tek kadir Allah 'tır diyor. ehli mutezile ikiye çıkarıp sonra iki olmaz deyip allah'ı atıyor. sen de copy/paste izahında bunu koymuşsun bak.

 

 

Onların hak mezhep olmadığına kim karar vermiş,allah mı? Onlara görede sünniler hak mezhep değil. Ne olacak şimdi? Sünnilerin hak mezhep olduğuna kim karar vermiş?

 

Sakın gaf yapıp ulema demeye filan kalkmayın. Aksi takdirde islama ruhbanlığı sokmuş olursunuz.

 

ulema demeyeceğim. tamam sayın hoppa.

 

siz diyorsuuz desem biraz örtülü kalır ondan biraz daha açacağım.

 

sizin kader ve kaza ile sorduğunuz çoğu soru mutezile ve cebriyye görüşüne ait , ve buradan akıl yürüterek tekrar soruyorsunuz ve diyorsunuz ki sizin dininizdeki şu kısımla çelişiyor söyledikleriniz..

böyle dediğiniz yerler size yeterli... siz de çürütüyorsunuz onları. geriye kalıyor ehli sünnet. ulemaya gerek kalmadı bak sen çürüttün onları. çünkü mantık hatası yapıyorlar. ya da hiç düşünmüyorlar..

 

 

bu arada o mezheplerin kurucuları olan zatları tenzih ederim .onlar. böyle manalarla bu yolları ortaya çıkarmamıştır. sonradan izinden gitmeye çalışnalar onlar gibi anlayamamışlardır. ve sonra da bir kısım insanlar tarafından tutarsızlıkları görünebilmiştir. nitekim sizin de gördüğünüz ve soruklarınız bunlardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın pala..sizin ele aldığınız konu için ayrı bir başlık açarak tartışmanızı rica ediyorum...kader konusu merkezinde kalırsak sanırım daha faydalı bir tartışma olur...

 

daha önce de söyledim...amacım kader tartışmaları hakkında genel bir bilgiyle yola çıkmaktır...hangi kitabı açarsanız karşınıza bu bilgiler çıkar kader tartışmaları ile ilgili...bu kitapların yazarları da ben değilim...

kaderle ilgili yorumlarınızla katkılarınız bizi memnun edecektir....

selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tanrı, özgür iradesi, aklı ve seçimlerinden dolayı (sözde) cehenneme gideceğini bildiği bir insanın, doğmasına neden izin veriyor ?

 

Böyle bir durumda yaratılan insanın hiçbir suçu olamaz ! ama en ağır cezayı hakkediyor !

 

Kader, irade, kaza konusunda, biz sadece bunu sorguluyoruz, çünkü hiçbir zaman mantığımıza uymuyor !

 

Böyle bir Tanrı modelini reddetmek çok kolay bu yüzden.

 

saygılar

 

şimdi biri kötülük işleyince cezalandırılması adalet oluyor da.

kötülük işleyeceği bilinen birinin kötülük işlemesine mukabil ceza neden adalet olmasın. demek ceza; suçun önceden yapılacağının bilinip ya da bilinmemesine göre değil, işlenip işlenmemesine göre verilir . yani insanın suçu olabilir.

 

şimdi sizin arzuladığınız şu ;sadece iyilik yapıp kötülük yapmayacak olanlar dünyaya gönderilseydi. tanrı o zaman tanrı olurdu.

o zaman bu dünya imtihan dünyası olurmuydu? hep kazanacaklar gönderilmiş zaten. szin istediğiniz gibi.

 

 

 

hem sizin istediğiniz tarzda mevcudat var zaten

melekler

bitkiler

hayvanlar

vs.

 

bunlar günah işlemeyip makamları hep sabit olan varlıklar olmakla beraber sizin istediğiniz tarzdalar. şimdi tanrı tanrı oldu mu?

 

insanlar bunlardann farklı olarak cüz-i ihtiyari(irade) sahibi olup belirlenen kötü ile iyi arasında seçim imtihanına tabi tutulmuşlardır.

 

haliyle fırsat verilecek ki iyi ile kötü ayrılsın. imtihan dünyası (bu dünya) bu amaçla yaratılmıştır.

cennete gidecek cehennem gidecek biliniyor yine. hani denilir diye de söyleyeyim. cehennemlikler biliniyorsa gönderilmeseydi bari.

gönderiliyor itiiraz olmasın diye beni dünyaya gönderseydin böyle olmazdım demesin diye... zaten adalet de bunu gerektirir değil mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.