Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Bursa Köprüleri

    KÖPRÜLER ABDAL KÖPRÜSÜ (Osmangazi) Abdal Köprüsü, Acemler ve Hürriyet Mahalleleri arasında Bursa, Mudanya yolunda, Nilüfer Çayı’nın üzerindedir. Köprüyü Abdal Çelebi isimli bir tüccar 1669 yılında yaptırmıştır. Bursa Salnamelerine göre (1906) 12 gözlü olan bu köprünün iki ucu toprak altında kalmıştır. Köprü 64 m. uzunluğunda, 4.75 m. genişliğindedir. Orta kısım yol seviyesinden biraz daha yüksekte ve sivri kemerlidir. Köfeki taşından yapılan köprünün kuzey tarafında bir mihrap nişi, ayakları üzerinde de selyaranlar bulunmaktadır. Bu köprü 1971 yılında Karayolları tarafından onarılmıştır. CİLİMBOZ KÖPRÜSÜ (Osmangazi) Bursa, Cilimboz Deresi üzerindeki bu köprünün ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Osmanlı dönemi eserlerinden olan bu köprü, iri kesme taştan, sivri kemerli ve tek gözlüdür. Köfeki taşından yapılan köprünün üzerine bir korniş taşı yerleştirilmiş bunun üzerine de iri blok taşlardan korkuluklar eklenmiştir. GEÇİT KÖPRÜSÜ (Osmangazi) Bursa Mudanya yolu üzerinde Geçit Köyü’nün 1 km. batısında bulunmaktadır. Bursa Valisi Nazif Paşa’nın yaptırdığı köprünün ortasına karşılıklı iki mermer kitabe yerleştirilmiştir. Bunlardan birinde Nazif Paşa’nın söylediği beyit, nesih yazı ile yazılmış, üzerine de bir tuğra yerleştirilmiştir. Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesinde bulunan bu kitabeden köprünün 1886 yılında yapıldığı öğrenilmektedir. Köprü basık kemerli, tek gözlü olup kesme taştan yapılmıştır. Köprünün tampon duvarları üzerinde köprüyü yapan ustanın monogramı bulunmaktadır. Karayolları tarafından 1968 yılında onarılmış, köprü genişletilmiş ve ayrıca demir parmaklıklardan bir korkuluk ilave edilmiştir. Köprü girişlerinde dikdörtgen kaideler üzerine oturan kürelerden meydana gelmiş babalar bulunmaktadır. MİHRAPLI KÖPRÜ (Osmangazi) Bursa-Karacabey yolu üzerinde, Nilüfer Nehri’nin kollarından biri üzerindeki bu köprüyü Çelebi Sultan Mehmet’in kızı Selçuk Hatun yaptırmıştır. Köprünün iki kitabesi bulunmaktadır. Bunlardan birine göre 1465 yılında yaptırılmıştır. Diğer kitabede köprünün iki büyük gözü arasına tarihi ve yaptıranın isimleri yazılmıştır. Kitabeleri Şair Cemali yazmıştır. Bugün bu kitabeler Bursa Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir. NİLÜFER KÖPRÜSÜ (Osmangazi) Bursa-Mudanya yolunda, Nilüfer Çayı üzerindedir. Orhan Gazi’nin eşi, Sultan I.Murad’ın annesi Nilüfer Hatun tarafından yaptırılmıştır. Kitabesi günümüze gelememiştir. Köprü, 39.35 m. uzunluğunda, 5.40 m. genişliğinde olup, yedi gözden meydana gelmiştir. Bu gözlerden en büyük kemer açıklığı 9.85 m.dir. Kesme köfeki taşı ve tuğladan yapılmıştır. Çeşitli dönemlerde onarım geçirmiş, sağ taraftaki dört göz orijinalliğini korumuştur. Tampon duvarları moloz taştan olan köprünün kemerleri tuğladandır. Selyaranlar sivri külahlı ve taş kaplamadır. Karayolları tarafından 1972 yılında onarılmıştır. TATARLAR KÖPRÜSÜ (Osmangazi) Bursa Karaköy yolu üzerindeki bu köprünün ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Ancak eski kaynaklardan öğrenildiğine göre 1553 yılından beri kullanılmaktadır. Tek gözlü olarak yaptırılan köprü moloz taştandır. Kemerinde tek sıra mermer taşlar kullanılmıştır. Bu köprünün kemeri üzerine çıkıntılı bir korniş yerleştirilmiş, yoldan ötürü eğimli olmayan bir arazide olduğundan düz olarak yapılmıştır. SETBAŞI KÖPRÜSÜ (Yıldırım) Bursa’nın en eski köprülerinden biri olan Setbaşı Köprüsü Çelebi Sultan Mehmet zamanında, Gökdere üzerinde XIV.yüzyılda yapılmıştır. Günümüze yapılan onarımlarla iyi bir durumda gelebilmiştir. Setbaşı Köprüsü biri küçük, diğeri büyük olmak üzere ki kemerli olup, daha önce ahşap olduğu ve Cumhuriyetin ilanından sonra taştan yenilendiği bilinmektedir. IRGANDİ KÖPRÜSÜ (Yıldırım ile Osmangazi ilçeleri sınırındadır) Irgandi Köprüsü Osmangazi ile Yıldırım ilçelerini birbirinden ayıran Gökdere üzerinde bulunmaktadır. Irgandı köprüsü, Floransa, Venedik ve Bulgaristan’ın Lofça kentinde benzerleri olan çarşı köprülerindendir. Bu köprü 1442 yılında Pir Ali oğlu Tüccar Muslihiddin tarafından Mimar Abdullah oğlu Timurtaş’a yaptırılmıştır. Eski kaynaklardan öğrenildiğine göre bu köprüde 31 dükkan, bir mescit ve iki de ahır bulunuyordu. Köprünün uzunluğu konusunda kaynaklar birbirini tutmayan bilgiler vermektedirler. Buna göre uzunluğu 45 ile 300 m. arasında değişmektedir. Ancak, çevresindeki yapılanmalar, köprünün iki yamacındaki eğimin armasından ötürü vadi daralmış ve bu yüzden de köprünün boyu kısaltılmıştır. 1854 depreminde büyük zarar görmüş ve Bursa’nın işgali sırasında Yunanlılar buradan çekilirken köprü kemerini bombalamışlardır. Bundan sonra 1949 yılında köprü yeniden yapılmış ve 60 cm. daha yükseltilmiştir. Köprünün Yıldırım ilçesi tarafı Osmangazi ilçesindeki tarafına göre 120 cm. daha yüksektir. Günümüzde köprünün ana tonozu betonarme olup, her iki yanına da taş kemerler yapılmıştır. Köprünün cephesinde dikkati çeken bir özellik de mazgal deliklerinin yerleri bozulmuştur. Köprü hücrelerine tonozlu mekanların üzengi taşlarına kadar taş olan köprü, üzengiden sonra tuğla ile yapılmıştır. XVII.yüzyılda Bursa’ya gelen Evliya Çelebi bu köprünün mimarisi ile onunla ilgili öyküleri anlatmaktadır. “Evsaf-ı cisr-i Irgandi. Bursa’nın bir çarşısı da Gökdere’deki Irgandi Köprüsü üzerindedir ki, yemin ve yesar ikiyüz kadar hallac dükkanlarıdır. Hücrelerinin pencereleri zir-ü paylerinden cereyan eden Gökdere’ye nâzırdır. Ve bu cisr dükkânlarının üzeri cümle tonoz kemerler ile mebni olub kurşun ile mesturdur. Bu cisrin iki başında kal’a kapuları gibi temiz kapılar üzere mazgal delikleri vardır. Cizrin bir tarafı boştur. Han gibi misafirhane olup at bağlanır”.
  2. _asi_

    Bursa Mektepleri

    BURSA MEKTEPLERİ Darülkurra (Üftade) Yerkapı Muallimhanesi (Osmangazi) Bursa, Yerkapı’da Kavaklı Caddesi ile Üftade Sokağı’nın birleştiği yerdeki Darülkurra’yı Hoca Yakup Efendi 1492’de yaptırmıştır. Avlu kapısı üzerindeki iki satırlık, nesih yazı ile yazılmış 1.60x0.53 m. ölçüsündeki kitabe: Fahr-ul fuzalâ Hoca Yakub kim …. Ruhla ola mesrûr Bu hûb binayı hoş eylemeye kıldı âh-ı erkemin me’mur Çür, câyı tilâvey oldu dikleş ca sa’yı ola şad meşkûr Kabri üzere gezub Cemalî dedi ki aleyke beytun ma’mur aded 898 (1492). Muallimhanenin batı yönündeki tuğla örgülü sivri kemerli bir kapısından avluya girilmektedir. Bu avlunun kuzey ve kuzeydoğu yönünde iki oda bulunmaktadır. Kuzey yönündeki oda 4.50x5.10 m. ölçüsünde olup, üzeri sivri pandantiflerle kubbeye geçiş sağlanmıştır. Bu kubbe dıştan sekizgen kasnaklıdır. İçeride kuzey duvarında 0.70 m. derinliğinde dikdörtgen bir ocak bulunmaktadır. Ocağın bacası yapıldığı dönemin en güzel tuğla işçiliği örneklerinden birini yansıtmaktadır.Yerden yaklaşık 0.90 m. yüksekliğindeki bitkisel motiflerden oluşan bir friz içerisini çepeçevre dolaşmaktadır. Bu bölümün batı duvarında iki, güney duvarında da bir adet dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Bunların üzerindeki üst sıra pencereler alçı şebekeli ve sivri kemerlidir. Güneydoğudaki oda 0.80x0.80 m. ölçüsünde olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe de dıştan sekizgen bir kasnak üzerine oturmaktadır. Odanın duvarlarında siyah ve beyaz renklerde rozetler bulunmaktadır. Kalem işlerinden pek azı günümüze gelebilmiştir. Bu odanın güney cephesinde tek bir pencere, doğusunda da alçı şebekeli iki üst sıra penceresi vardır. Her iki yapı da iki sıra tuğla, iki sıra moloz taştan yapılmıştır. Kemerlerde ve kirpi saçaklıkta tuğla kullanılmıştır. Bahçesinde Cafer Çelebi’nin, Hasan Tabib’in mezarları bulunmaktadır. Bu yapı 1948 yılında onarılmış ve Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından kullanılmaktadır. Kamberler (Sitti Hatun) Mektebi (Osmangazi) Bursa tatarlar Köprüsü’nün batısında, deveciler Caddesi ile Eski hamam Sokağı’nın kesiştiği köşede bulunan Kamberler Mektebi, Fatih Sultan Mehmet döneminde, Oruç bey’in kızı, Zağanos Paşa’nın eşi Sitti Hatun tarafından yapılmıştır. Mektebin batı yönünde Kamberler Camisi bulunmaktadır. Eğimli bir arazide bulunan bu yapı kuzeydoğu ve kuzeybatı yönünde yan yana iki kubbeli bölüm halindedir. Mektebin giriş ve arka cephesi 12.50x6.64 m. ölçüsünde, batı cephesi de arazi eğiminden ötürü 6.84 m.dir. Eyvan ile içerisine girilen kapının altında ikinci bir Bursa kemeri bulunmaktadır. Bu kemerin etrafı tuğla ve taşın birlikte kullanılması ile üçgen ve dama motifleri şeklindedir. Aynı süsleme pencere alınlıklarında da görülmektedir. İkinci oda 5.09x5.09 m. ölçüsünde olup, birinci odadan bir kapı ile buraya girilmektedir. Her iki bölümün de üzeri kubbe ile örtülüdür. Mektebin duvarları iki sıra tuğla ve moloz taş, kubbe kasnakları üç sıra tuğla, bir sıra kesme taştan yapılmıştır. Bursa’da günümüze en iyi şekli ile gelebilen bu yapı 1962 yılında Bursa Eski Eserleri sevenler Kurumu’nca restore edilmiştir. Pir Ahmed Muallimhanesi (Osmangazi) Bursa Dabdal Mahallesi, Fırın Çıkmazı’nda bulunan bu muallimhane 1768 yılında yapılmıştır. Kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Çeşitli dönemlerde yapılan onarımlar sonucunda dış görünümü orijinalliğini yitirmiştir. İki katlı ve iki bölüm halindeki yapıya kuzeydeki bir taşlıktan girilmektedir. Buradan ahşap bir merdivenle iki odanın açıldığı büyük bir sofaya çıkılmaktadır. Burada bulunan alçı yaşmaklı ocak bitkisel kalem işleri ile süslenmiştir. Sofanın duvarlarının üst kısmında doğadan alınma manzaraları içeren resimler bulunmaktadır. Bursa’nın bu önemli muallimhanesi yol genişletilmesi sırasında yıkılmıştır. Misyoner Okulu Amerikalı misyonerler 1834 yılında İstanbul’da Beyoğlu’nda bir erkek lisesi açmış, bunun ardından 1839’da İzmir, Trabzon ve Bursa’da da aynı şekilde açtıkları okullarda batı okullarının programlarını uygulamışlardır. Bursa’da açılan bu okulda kız öğrenciler ders görmüştür. Okutulan başlıca dersler Rumca veya Ermenice, Matematik (Rumca veya Ermenice), Coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, Geometri, Botanik (İngilizce), Fizik, Astronomi (İngilizce) ve Tarih (İngilizce) idi. Işıklar Askeri Lisesi (Osmangazi) Bugünkü Atatürk Heykelinin bulunduğu meydanda, Sultan Abdülmecid’in isteği ile 1845 yılında askeri bir okul kurulmuştu. Daha sonra bu okul, Işıklar semtinde altı kâgir, üstü ahşap olan yapıda 10 Haziran 1892’de Vali Münir Paşa tarafından açılmıştır. Buna 1894’te ikinci bir yapı eklenmiş ve öğrenci kapasitesi 500’e çıkarılmıştır. 1911’de de okula bir hastane eklenmiştir. Bursa’nın Yunan işgali sırasında Yunanlılar tarafından ahır olarak kullanılmış, İşgalin sona ermesinden sonra 11 Aralık 1922’de Askeri İdadi ismi ile yeniden açılmıştır. Bursa’nın en eski mahallelerinden biri olan Işıklar’da oluşundan ötürü Işıklar Askeri Lisesi olarak tanınmıştır. Hamidiye Senayi Mektebi (Osmangazi) Bursa Filibos Mahallesi, Türkmenoğlu Konağı’ndaki Hamidiye Senayi Mektebi 10 Nisan 1869’da açılmıştır. Başlangıçta jandarmalar için elbiselik kumaşlar dokunmuş, daha sonra da ayakkabı yapımı için İstanbul’dan yeni aletler getirilmiştir. Böylece Islahhane ismi ile tanınan bu okulda öğrencilere dokumacılık ve ayakkabıcılık öğretilmiştir. 1900’lü yıllarda okulun ders programlarına Fransızca ve musiki dersleri eklenmiş okulun bir de bandosu kurulmuştur. Bu okulu geliştirmek için Hükümet Caddesi’nde bir satış mağazası açılmış, Bursalılar bunun için bir çekiliş düzenlemiş, Hayvan Pazarından alınan Pazar resmi de (vergi olarak) okula bırakılmıştır. Bu okul, açıldığı yerde iki yıl kalmış ve daha sonra Tophane semtine taşınmıştır. Mülkiye İdadisi (Osmangazi) Bursa’da Mülkiye İdadisi ismi ile 1885’te açılan dört yıllık okulun öğrenimi 1890-1891 yılına kadar devam etmiş, bundan sonra yedi sınıflı olmuş, 1901-1904’te kimyahane, yatakhane, yemekhane bölümleri yapılmış, 1906 yılında bunlara bir de hamam eklenmiştir. Okulun ismi 1909’dan sonra Mekteb-i Sultani olmuştur. Ziraat Mektebi Bursa Valisi Mahmud Celaleddin Paşa tarım konusunda eleman yetiştirmek amacıyla 1891 yılında Hamitler Köyü’nde Topal Mehmet Ağa’nın arazisinde Hüdavendigâr Numune Çiftliği Ziraat Mektebi ismi ile ziraat mektebini kurmuştur. Başlangıçta 20 öğrenci ile öğrenime başlanmış ve her yıl 15 öğrenci buradan diploma almıştır.
  3. _asi_

    Bursa Hamamları

    BURSA HAMAMLARI İBRAHİM PAŞA HAMAMI (Mahkeme Hamamı) (Osmangazi) Bursa Başak Caddesi üzerinde, İbrahim Paşa Camisi’nin de yanında yer alan bu hamam vakfiyesinden öğrenildiğine göre; Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa tarafından 1421 tarihinde yaptırılmıştır. İbrahim Paşa İznik’teki imaretine bu hamamı ile birlikte yedi köyü de vakfetmiştir. Hamam Osmanlı mimarisindeki çifte hamam grubundan olup, kubbeli mekanlarının yanı sıra iç içe eyvanlar da uygulanmıştır. Hamamın ılıklık bölümü olmayıp, doğrudan doğruya sıcaklığa geçilmektedir. Hamam taş ve tuğladan yapılmıştır. Hamamın erkekler kısmına sivri kemer içerisine yerleştirilmiş stalaktitli bir nişten girilmektedir. Soyunmalık 11.00x11.00 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri yarım kubbelerin desteklediği bir kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklık bölümü de sekiz köşeli bir kaide üzerindedir. İçerisinde renkli mermerlerden yapılmış göbek taşı ile fıskiyeli bir havuzu bulunmaktadır. Buradaki dilimli kemerli iki eyvandan kubbeli üç halvete geçilmektedir. Hamamın kadınlar bölümü de erkekler kısmına benzer bir plan göstermektedir. Ancak buradaki eyvanlar diğerinden farklı yerlere yerleştirilmiş olup, üzerleri tonozla örtülmüştür. Vakıf kayıtlarından öğrenildiğine göre bu hamam 1490, 1593 yıllarında onarılmıştır. HACI HAMZA HAMAMI (II.Murat Hamamı-Belediye Hamamı) (İznik) Mahmut Çelebi Camisi'nin kuzeydoğusunda Maltepe Sokak ile Belediye Sokağın kesiştiği köşede yer alan bu hamamın kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Hamamın plan şekli, duvar yapım tekniği ve erkekler kısmının giriş eyvanının Yeşil Cami’ye, soğukluk kubbe kasnağının Bursa’daki Eski kaplıcaya benzerliğinden ötürü XIV.yüzyılın sonu ile XV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlı mimarisi hamam tipleri arasında çifte hamam olarak nitelenen gruptandır. Günümüzde erkekler bölümü hamam olarak işlevini sürdürmekte, kadınlar bölümü ise kubbe çatlaklarından ötürü kullanılmamaktadır. Hamamın erkekler kısmına güney yönündeki beş basamaklı bir merdivenle inilip, sivri bir kemerli kapıdan geçildikten sonra girilmektedir. Bu kapının doğusunda bulunan pencereler kapatılmış ve nişe dönüştürülmüştür. Buradan girilen soğukluk doğu duvarının doğrultusunda olup, üzeri tromplu kubbelerle örtülmüştür. Bu bölümün içerisinde de örülerek kapatılmış pencereler, kuzeyinde dikdörtgen bir niş, kuzey duvarında da yine iki niş bulunmaktadır. Bu bölümün etrafı oturma sekileri ile çevrelenmiştir. Soğukluğun batı duvarındaki bir kapıdan ılıklığa geçilmektedir. Ilıklık kuzeyde sivri, güneyde çapraz tonozlu bölümlerden oluşmakta olup, aynı zamanda güneyde iki hela bulunmaktadır. Sıcaklık bölümünün ortasında sekizgen mermer bir göbek taşı, bunun çevresinde de beşik tonozlu, dört eyvanlı, kare planlı halvet vardır. Halvetlerin üzeri kubbe ile örtülüdür. Bu bölümün bütün kubbeleri onarımlar sırasında betonla sıvanmış ve özelliğini yitirmiştir. Hamamın batısında külhan ve su depoları tüm cepheyi boydan boya kaplamaktadır. Hamamın kadınlar kısmı erkekler bölümünün kuzeyinde yer almaktadır. Bu bölümün soğukluk kısmına da doğudaki beş basamakla inilen bir kapıdan girilmektedir. Buradaki sivri kemerli giriş kapısı erkekler bölümüne göre daha sadedir. Soğukluk 9.30x9.30 m. ölçüsünde kare planlıdır. Bunun üzeri de tromplu sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülü olup, üzeri kiremit kaplıdır. Soğukluğun batısındaki bir kapıdan dikdörtgen planlı ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın kuzeyinde bir eyvan, güneyinde de kubbe ile örtülü, bir başka bölüm daha bulunmaktadır. Ilıklığın güneyindeki bir kapıdan helalara geçilmektedir. Diğer bir kapıdan da üzeri stalaktitli bir kubbenin örttüğü kare planlı sıcaklık ve halvete girilmektedir. Hamamın duvarları kaba moloz taştan yapılmıştır. Bunun üzerinde bir taş sırasını iki sıra tuğla izlemektedir. Bu duvar örgüsünün aralarına da yer yer dikey tuğlalar yerleştirilmiştir. Köşelerde mermer blok taşlar kullanılmıştır. Bu taşların bazıları antik döneme tarihlendirilmektedir. Ayrıca pencere kemerlerinde üç sıra tuğla ve bir sıra da kesme taş kullanılmıştır. ORHAN GAZİ HAMAMI (İznik) İznik Yenişehir Kapısı dışında Orhan Gazi Camisi’nin güneydoğusunda yer alan yapı kalıntısını K.Otto-Dorn imaret, Ekrem Hakkı Ayverdi Orhan Gazi Hamamı olarak nitelendirmiştir. Bu araştırmalar belirli bir tarih ortaya koyamamakla beraber Orhan Gazi dönemi eserleri arasında değerlendirilmiştir. Hamam olarak nitelenen bu kalıntıda Prof.Dr Oktay Aslanapa 1964 yılında bir kazı çalışması yapmış ve hamam olarak değerlendirmiştir. Günümüze yalnızca kalıntıları gelebilen bu yapı, moloz taş, kaba yontma taş ve tuğladan düzensiz bir teknikte yapılmıştır. Büyük olasılıkla da Orhan Gazi’nin İznik’i kuşattığı sırada yapıldığı sanılmaktadır. Son araştırmalara göre hamam, merkezi kubbeli, dört eyvanlı ve köşe mekanları da kubbeli bir plan şeması göstermektedir. Buradaki tonozlu eyvanların bir tanesinin ılıklık olduğu sanılmaktadır. ARMUTLU HAMAMI (Osmangazi) Bursa Çekirge Caddesinin altında yer alan Armutlu Hamamı Eski Kaplıca ismi ile de tanınmıştır. Bursa’nın en büyük hamamlarından biri olup Sultan I.Murad döneminde 1394 yılında yapılmış, Sultan Yıldırım Bayezid döneminde de hamama bir soğukluk eklenmiştir. Hamamın giriş kapısı üzerine mermerden onarım kitabesi yerleştirilmiştir: Kaplucenin binası ve cümle yer yapıldı Sn gülab tyneti oldu miskile tağmir Feyyaz zulmenend-in feyz-i iyanet erdir İt’mame dendi tarih kapluca oldu tamir 917 h.(1511) Hamam taş ve tuğla dizilerinden yapılmış olup yer yen Bizans devşirme parçalarından da yararlanılmıştır. Soyunmalık bölümünün ortasına büyük bir şadırvan yerleştirilmiş olup üzeri iki kubbe ve iki yarım kubbe ile örtülmüştür.Buradan geçilen sıcaklık yine kubbelidir ve sekiz sütuna oturan yuvarlak kemerlerin taşıdığı kubbeli bir mekana geçilmektedir. Sıcaklık 7.00 m. çapında havuz çevresinde çokgen bir plan geliştirilmiş,çevresine de tonozlu nişler yerleştirilmiştir. Bu bölüme aslan ağzı başlıklardan sıcak sular akmaktadır.Bu bölüme1675 tarihli Farsça bir kitabe yerleştiriliş kitabe günümüze kadar gelebilmiştir: “Hamamın tarihini cevat dinle Ya Rab daima su ve kuvvet ver” Hamamın üst örtüsü ilk yapılışında kurşun kaplı iken 1612 yılında bunlar sökülmüş yerini kiremit örtü almıştır. XIX.yüzyıldan sonra hamamın çevresine yapılan eklerle dış görünüşü orijinal şeklinden uzaklaşmış ve etrafındaki yapıların arasında kaybolmuştur. AT PAZARI HAMAMI (Dayıoğlu) Hamamı (Osmangazi) Bursa , Ahmet Dai Mahallesinde, Cumhuriyet Caddesi ile Ahmed Dai Sokağının kesiştiği yerde bulunan At Pazarı Hamamının kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamakla beraber vakfiyesinden 1604 yılında yaptırıldığı ve Emir Sultan’a vakfedildiği öğrenilmiştir. Hamam 1664 ve 1758 yıllarında onarım görmüş ve orijinalliğinden kısmen de olsa uzaklaşmıştır. Hamam soyunmalık, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden oluşmaktadır. Ortasında asıl yıkanma yeri ve buradan geçilen sıcaklık yer almaktadır. Aynı zamanda ılıklığa üzeri tonoz örtülü helalar eklenmiştir. Hamamın tümü kubbelerle örtülüdür. Soğukluk kare planlı olup üzeri pandantiflerin taşıdığı sekiz köşeli bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülüdür. Soğukluktan kubbeli ve tek eyvanlı sıcaklığa oradan da halvet odalarına geçilmektedir. BAŞÇI İBRAHİM HAMAMI (Osmangazi) Bursa, Maksem semti yakınında, Başcı İbrahim Camisi’nin yanındadır. XV.yüzyılda Başcı İbrahim Bey tarafından tek hamam olarak yaptırılmıştır. Osmanlı hamam tipleri arasında tek hamam gurubundan olup soğukluk kare planıdır, üzeri sekizgen bir kasnağın taşıdığı bir kubbe ile örtülüdür.Soğukluk kısmı sıcaklık bölümünden daha büyük ölçüdedir. Buradan dikdörtgen planlı sıcaklığa ve iki kubbeli halvete geçilmektedir. Ilıklığın her iki yanına üzerleri kubbeli helalar yerleştirilmiştir. Sıcaklık 6.55 X 10.60 m. ölçüsünde olup bununda üzeri pandantifli kubbe ile örtülmüştür. Sıcaklıktan sonra iki halvet hücresi bulunmaktadır. Hamam tuğla ve moloz taş duvarlıdır.Bunların arlarına yer yer tuğla hatıllar yerleştirilmiştir. Bu örgü sistemi yerden 2.00 m. yüksekliğe kadar olup üzeri tamamen tuğla örgülüdür. Hamam uzun süre kendi haline terkedilmiş,bir ara dokuma atölyesi olarak kullanılmıştır. GIRÇIK (Cıkcık) HAMAMI (Osmangazi) Bursa, Çekirge semtinde, Hüdavendiğar Camisi’nin doğusundadır. Hamamın kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Hüdavendiğar Camisi ile birlikte yaptırılmış olup XIV yüzyıla ait bir hamamdır. Hamamın önündeki giriş bölümü yıkılmış, günümüze sıcaklık ile helalar ve güneydeki iki küçük bölüm gelebilmiştir. Hamam 6.60 X 6.60 m. ölçüsünde olup üzeri oldukça büyük tek bir kubbe ile örtülmüştür. Pandantiflerin taşıdığı, dıştan kiremit kaplı kubbe onikigen kasnağa oturmaktadır. Kubbe eteğinde biri ince diğeri daha kalın iki şerit halinde frizler bulunmaktadır. Hamamın güneyindeki tonoz örtülü iki hücre bulunmaktadır. Bunlardan kapıya daha yakın olanı 1.35X 12.00 m. ölçüsünde olup içerisindeki devamlı akan sıcak su ile halk ücretsiz yıkanabilmektedir. ÇAKIR AĞA HAMAMI (Osmangazi) Bursa, Tophaneye çıkan yolun solunda, Timurtaş Paşa Türbesi yakınında, kalenin de eteğinde bulunan Çakır ağa hamamını Sultan II. Murad döneminde Sekban Başa ve aynı zamanda Çakırcı başı görevlerini yapmış olan Çakır Ağa yaptırmıştır. XV.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen hamam çifte hamamlar plan düzenindedir.Oldukça geniş olan kadınlar ve erkekler kısmının sıcaklığının sonunda iki halvet hücresi eklenmiştir. Soyunmalık bölümleri kare planlar halinde olup, üzerleri kubbelerle örtülüdür. Kubbelerin oturduğu kasnakların üzerine ikinci bir kasnak oturtulmuş ve böylece oldukça yüksek bir kasnak elde edilmiştir. Sıcaklığın ortasında oldukça geniş bir göbek taşı bulunmaktadır. Hamamın erkekler kısmı kadınlar kısmına göre çok daha geniştir. Ayrıca hamam gelir sağlamak amacıyla kuzey v batısına dükkanlar eklenmiştir. Hamamın yapı malzemesi taş ve tuğladandır. Çakır Ağa hamamı1962 yılında orijinal durumuna uygun biçimde onarılmıştır.Günümüzde hamam işlevini sürdürmektedir. ÇEKİRGE HAMAMI (Osmangazi) Bursa Çekirge Semtinde I.Murad Caddesi’nin yol seviyesinin altında kalan Çekirge Hamamı XIV.yüzyılda yapılmıştır. Bursalı kadınlarca şifalı ve kutsal bilinen bu hamam başlangıçta halka açık, ücretsiz olarak yapılmıştır. Yolun birkaç basamak altında girişi bulunan hamamın kapısı üzerinde tuğla ile deniz dalgalarına benzeyen bir motif işlenmiştir. Girişten sonra oldukça uzun bir koridordan soğukluk bölümüne ulaşılmaktadır. Soğukluk, trompların yardımı ile tek bir kubbe ile örtülmüştür. Soğukluktan dikdörtgen planlı bir başka koridorda sıcaklık ve helalar bulunmaktadır. Sıcaklığın üzeri de kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Çekirge Hamamı kesme taş ve tuğladan yapılmış olup, örgü sıraları arasına iki sıra, bazen de üç sıra tuğlalar yerleştirilmiştir. Bunun yanı sıra taşların arasında dikey olarak tek tuğlalar da görülmektedir. Hamamın yan duvarları diğerlerinden farklı olup, kesme taş yerine kaba ve oldukça iri taşlardan yapılmıştır. Günümüzde hamamın kubbeleri beton ile kaplanmıştır. DAVUT PAŞA HAMAMI (Osmangazi) Bit Pazarının bulunduğu yerde olan Davut Paşa Hamamını 1485 yılında Sultan II.Beyazıt’ın sadrazamı Davut Paşa yaptırmıştır. Osmanlı hamam mimarisi içerisinde tek hamam plan düzeninde olup, soğukluk bölümü sekizgen planlı ve üzeri kubbelidir. Beden duvarlarından kubbeye geçiş baklavalı bir kuşakla sağlanmış, dıştan da iki katlı bir kasnak üzerinde kubbe oturtulmuştur. Hamamın ılıklık kısmına bir merdivenle çıkılmaktadır. Ortasında iki duvar üzerine oturtulmuş kubbeli bir bölüm ve bununla bağlantılı, üzeri kubbeli üç ayrı bölüm daha bulunmaktadır. Bu bölümler aynı zamanda hela görevini de yapmaktadır. Ilıklık bölümünün ortasındaki bir geçitten sekizgen plan düzenindeki sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklık iki eyvan ve beş küçük hücre ile dört ayrı halvetten oluşmaktadır. Osmanlı kaynaklarından öğrenildiğine göre bu hamam, 1544, 1570, 1571, 1785 ve 1903 yıllarında onarılmıştır. Bu onarımlar sonunda da özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. DEMİRTAŞ (Timurtaş) HAMAMI (Osmangazi) Bursa Gazcılar Mevkiinde yer alan bu hamam, Yıldırım Beyazıt döneminde Demirtaş Paşa’nın oğlu Oruç Bey tarafından yaptırılmıştır. XIV.yüzyıla ait tek hamamlar grubundandır. Osmanlı kaynakları bu hamamın XVI.yüzyılın ilk yarısında harap olduğunu, Rüstem Paşa’nın hamam taşlarını satın alarak yeni kaplıcanın yapımında kullandığını belirtmektedir. Sonraki yıllarda Molla Çelebi bu hamamı satın almış ve 1567 yılından önce de onarmıştır. XX.yüzyılın ikinci yarısında bu hamam Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Bursa Eski Eserleri sevenler Derneği tarafından onarılmıştır. Kuzey yönündeki giriş kapısı üzerinde yedi sıra stalaktitli bir kapısı bulunmaktadır. Soğukluk 15.75x17.85 m. ölçüsünde olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. Kubbeye geçiş Türk üçgenleri ile sağlanmıştır. Soğukluğun doğusundaki bir kapıdan girilen ılıklığın üzeri tonoz ve kubbe ile örtülüdür. Buna bağlı olarak halvet ve helalar da ayrı bir kubbe ile örtülmüştür. Buradaki kemerli bir geçitten içerisinde göbek taşının da bulunduğu sıcaklığa geçilmektedir. Sıcaklıkta iki büyük halvet vardır ve bunun üzeri de kubbe ile örtülüdür. Hamamın külhan kısmı doğusunda yer almaktadır. Yapı malzemesini bir sıra tuğla ve bir sıra moloz taş oluşturmaktadır. EMİR SULTAN HAMAMI (Yıldırım) Bursa Emir Sultan semtinde, Emir Sultan Camisi’nin güneyinde bulunan bu hamamı Yıldırım Beyazıt’ın kızı, Emir Sultan’ın eşi Hundi Sultan 1426’da yaptırmıştır. Hamam 12.35x34.75 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı olup, soğukluğu kare planlıdır. İlk yapılışında üzeri kubbeli olan bu bölüm, sonradan düz çatılı bir konuma getirilmiştir. Soğukluktan kare planlı üzeri kubbeli bir bölümden ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın çevresinde iki halvet hücresi ve hela bulunmaktadır. Buradan da üç eyvanlı ve iki halvetli sıcaklık bölümüne geçilmektedir. Göbek taşının bulunduğu sıcaklığın üzeri de kıvrımlı bir kuşağın bulunduğu bir kasnak ve kubbe ile örtülmüştür. Emir Sultan Hamamı 1622, 1670 ve 1712 yıllarında onarılmıştır. İBRAHİM PAŞA HAMAMI (Eski Hamam) (Osmangazi) Bursa Kale içerisinde, Devlet Hastanesi yanında yer alan bu hamamı, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın oğlu Sadrazam İbrahim Paşa eşi Hatice Hatun için XV.yüzyılın ikinci yarısında yaptırmıştır. Osmanlı mimarisinde tek hamamlar grubu içerisinde yer alan bu hamam, bir sıra kesme taş ve üç sıra tuğladan yapılmıştır. Hamamın girişi oldukça yüksek olup, iç içe iki kemer halindedir. Soğukluk bölümünün iki duvarı ile kubbesi yıkılmıştır. Bugün ılıklığa köşeye yakın bir kapıdan girilmektedir. Ilıklığın üzeri bir tam ve iki yarım kubbeden meydana gelmiştir. Üzerini örten kubbede dört sıra halinde stalaktitler bulunmaktadır. Buradaki sivri kemerlerin arasında kalem işlerinin bulunduğu izlerden anlaşılmaktadır. Hamamın sonundaki halvet kısmı iki bölümlü olup, bunlara çapraz iki kapıdan girilmektedir. Halvetlerin üzeri küçük birer kubbe ile örtülüdür. Kubbelerde aydınlık fenerleri bulunmaktadır. ESKİ YENİ HAMAM (Ördekli Hamam) (Osmangazi) Bursa Abdal Mehmet Mahallesi, Güzel Kız Sokağı’nda bulunan bu hamamın yapımına Yıldırım Beyazıt döneminde başlanmış, ancak Timur’un istilası sırasında yarım kalmıştır. Sonradan Çelebi Sultan Mehmet döneminde tamamlanmıştır. Osmanlı mimarisinde çifte hamamlar grubu içerisinde bulunan hamam, tuğla ve taştan yapılmıştır. Duvarlarında üç sıra tuğla ve bir sıra da kesme taş kullanılmıştır. Hamamın kadınlar bölümünün soyunmalığı 10.50 m. çapında sekizgen bir kasnağa oturan, 7 m. çapında tek bir kubbe ile örtülüdür. Soyunmalıktan sıcaklık bölümüne geçilmekte olup, sıcaklık dikdörtgen planlıdır. Buradan da iki yanında birer eyvan bulunan dar bir kapı ile halvetlere geçilmektedir. Halvetlerin üzeri kubbe ile örtülüdür. Erkekler bölümü de kadınlar bölümü ile aynı plan düzenindedir. Hamam günümüzde harap durumdadır. EYNE HAMAMI (Osmangazi) Eyne Bey Medresesi’nin bitişiğinde yer alan bu hamamı Eyne Bey subaşılığı sırasında, 1674 yılında medrese ile birlikte yaptırmıştır. Osmanlı mimarisindeki tek hamamlar plan düzeninde olup, küçük ölçüdedir. Cephesi ahşapla kaplı soyunmalık bölümünden ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın üzeri altı köşeli bir kasnağa oturan bir kubbe ile örtülüdür. Sıcaklık da Türk üçgenleri üzerine oturtulmuş kubbe ile örtülü olup, dıştan kasnaklıdır. Hamam günümüzde işlevini sürdürmektedir. HANZADE HAMAMI (Hançerli Hamam) (Osmangazi) Bursa Pir Emir Mahallesi’nde bulunan bu hamamı Sultan II.Beyazıt’ın oğlu Şehzade Mahmut’un kızı Hançerli Fatma Sultan 1524 yılında yaptırmıştır. Günümüze harap ve kısmen yıkılmış olarak gelebilen bu hamamın duvar izlerine dayanılarak planı çıkarılmıştır. Buna göre; 9.12x13.90 m. ölçüsündeki bir soyunmalıktan ılıklığa geçilmektedir. Ilıklık 2.25x2.25 m. ölçüsünde kare planlı olup, üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülüdür. Bu bölümde hücreler ve helaların bulunduğu anlaşılmaktadır. Üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe üzerinde de on iki adet aydınlık delikleri bulunmaktadır. Sıcaklık 5.60x6.70 m. ölçüsünde olup bunun da üzeri pandantifli dıştan sekizgen kasnaklı kubbe ile örtülüdür. Bu kubbenin ortasında altıgen aydınlık pencereleri yer almıştır. Kubbe eteğindeki stalaktitli kuşağın orijinal izleri görülmekle beraber büyük bir bölümü dökülmüştür. Hamamın güney duvarı boyunca kemerli nişler sıralanmıştır. Sıcaklığın kuzeybatı yönünde de 2.15x2.20 m. ölçüsünde hücreler bulunmaktadır. Bu bölümlerin üzeri de kubbelidir. Hamamın güneyine su deposu yerleştirilmiş, üzeri de tonozla örtülmüştür. HAYDARHANE HAMAMI (Osmangazi) Bursa Haydarhane Mahallesi’ndeki bu hamamı, XV.yüzyılda Fenari Ahmet Paşa yaptırmıştır. Bu hamam aynı zamanda İstanbul’daki Fenari İsa Camisi’nin vakfıdır. Moloz taş ve tuğladan yapılan hamamın soğukluk bölümü diğer bölümlere göre çok daha fazla büyük tutulmuş olup, 10.20x10.20 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri pandantifli tek bir kubbe ile örtülmüştür. Buradan ılıklığa geçilmektedir. Ilıklığın yanında helalar bulunmaktadır. Ilıklıktan da kare planlı, ortasında göbek taşı bulunan kubbeli sıcaklığa geçilir. Sıcaklığın iki yanında, ana bölümden kemerlerle ayrılmış iki eyvan bulunmaktadır. HORHOR HAMAMI (Osmangazi) B ursa Çekirge’de, Havuzlu Parkın içerisinde yer alan bu hamam kadın ve erkekler olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir. Kitabesi günümüze ulaşmamış, kaynaklarda da onunla ilgili bir bilgiye rastlanmamıştır. Bu nedenle de ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Değişik dönemlerde yapılan onarımlarla da orijinalliğinden uzaklaşmıştır. İNCİRLİ HAMAM (Osmangazi) Bursa İncirli Caddesi üzerindeki bu hamamı Fenari Ahmet Paşa’nın kardeşi Alaaddin Ali Bey XV.yüzyılın sonlarında yaptırmıştır. Taş ve tuğladan yapılan bu hamam tek hamamlar grubundandır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlar nedeni ile özelliğini yitirmiştir. KAYAN HAMAMI (Kaygan-Dölger Hamamı) (Osmangazi) Kayan Camisi’nin batısında yer alan bu hamamı, XV.yüzyılın başlarında Vezir Koca Mehmet Paşa yaptırmıştır. Osmanlı hamam mimarisinde çifte hamamlar grubundan olan bu hamamın, erkekler bölümünün soğukluğu diğerinden daha geniş olup, 13x13 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzeri baklavalı bir kuşağa oturan bir kubbe ile örtülmüştür. Buradan 7.40x5.20 m. ölçüsünde kubbeli ılıklığa geçilmektedir. Sıcaklık sekiz köşeli bir kasnağın taşıdığı kubbe ile örtülüdür. İçerisinde kare planlı iki halvet bulunmaktadır. Hamamın kadınlar kısmının soğukluğu 9.80x12.85 m. ölçüsündedir. Bunun üzeri Türk üçgenlerinden oluşmuş bir kuşağın taşıdığı kubbe ile örtülüdür. Soğukluktan iki ayrı kapı ile ılıklık ve sıcaklık bölümlerine geçilmektedir. Yedi bölümden oluşan bu mekanın üzeri yine kubbe ile örtülmüştür. Hamamın yapı malzemesini taş ve tuğla oluşturmuş, üzeri de sıvanmıştır. KEÇELİ HAMAM (Osmangazi) Bursa Çekirge semtinde, I.Murad Caddesi ile Selvi Sokağı’nın kesiştiği köşede yer alan bu hamamın kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapının mimari üslubundan Fatih döneminden önce, XIV.yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Kare planlı olan hamam, kubbe ve kiremit çatı ile örtülmüştür. Çatı ile örtülü soyunmalık bölümü 6.40x9.90 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Ilıklık kare planlı olup, kubbelidir. Sıcaklık da dikdörtgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. MUALLİMZADE HAMAMI (Osmangazi) Bursa Davutkadı semtinde, Davutkadı Camisi’nin karşısında yer alan bu hamamı, Muallimzade Ahmet Efendi 1572 yılında yaptırmıştır. Muallimzade Ahmet Efendi bu hamamı Zeyniddin Hafi Mahallesi ile Aksu’daki cami, sıbyan mektebi ve zaviyesine gelir getirmek amacıyla yaptırmıştır. Osmanlı hamam mimarisinde tek kubbeli hamamlar grubuna dahil olan bu hamam, kesme taş ve tuğladan yapılmıştır. Ancak yapılan onarımlar sonucunda orijinalliğini yitirmiştir. MURADİYE HAMAMI (Osmangazi) Bursa Muradiye semtinde, Muradiye Medresesi’nin batısında yer alan bu hamamı Sultan II.Murad 1426 yılında yaptırmıştır. Hamam soğukluk, ılıklık, iki halvet ve külhan bölümlerinden meydana gelmiş olup, günümüzde oldukça harap bir durumdadır. Hamama sivri kemerli anıtsal bir kapı ile girilmektedir. Soğukluk kısmı 9.95x9.95 m. ölçüsünde kare planlıdır, üzeri sekizgen iki ayrı kasnağa oturmuş kubbe ile örtülüdür. Dıştan kubbelerin üzeri kiremitle kaplanmıştır. Soğukluktan ılıklık bölümüne geçilir. Ilıklığın iki yanında üzerleri kubbeli eyvanlar sıralanmıştır. Buradan da halvete geçilmektedir. Hamam 0.50 m. kalınlığında duvarları olan üç sıra moloz taş, üç sıra tuğla hatıllardan yapılmıştır. Kemerler ve kasnaklar kesme taştandır. Kaynaklardan öğrenildiğine göre, 1523, 1634 ve 1742 yıllarında onarılmıştır. Uzun süre depo olarak kullanılmıştır. NALINCILAR HAMAMI (Osmangazi) Bursa Tuz Pazarı Çarşısında bulunan hamam, Hüdavendigâr, Galle Pazarı, Postacılar ve Tahıl Pazarı isimleri ile de tanınmıştır. Depo ve imalathane olarak kullanılmış, bu nedenle de özelliğini yitirmiştir. Kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIV.yüzyılın sonlarında veya XV.yüzyılın başlarında yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzeninde yapılan bu hamam, taş ve tuğla duvarlı olup, 28.00x50.00 m. ölçüsündeki bir arsa üzerindedir. Kadınlar kısmının soyunmalık ve ılıklık bölümleri tamamen yıkılmıştır. Sıcaklığın kubbeli bölümü ile iki yanındaki eyvanları ve kubbeli halvetleri günümüze gelebilmiştir. Erkekler bölümünün de soyunmalık kubbesi çökmüştür. Ilıklık 8.30 m. çapında 22 dilimli bir kubbe ile örtülmüştür. Burada helalar bulunmaktadır. Sıcaklık bölümü haçı andıran bir plan düzeninde olup, dört yanına eyvanlar yerleştirilmiştir. Ayrıca haçın kolları arasında da dört halvet hücresi yerleştirilmiştir. Hamam, belgelerden anlaşıldığına göre 1572, 1631 ve 1791 yıllarında onarılmıştır. NASUH PAŞA HAMAMI (Yıldırım) Bursa Setbaşı’ndaki köprünün yakınında yer alan bu hamamı Sultan II.Beyazıt’ın sadrazamı Mesih Mehmet Paşa XV.yüzyılın sonlarında yaptırmıştır. Mesih Paşa tarafından yaptırılan bu hamama Nasuh Paşa denilmesinin nedeni de buraya uzun süre mütevellilik yapan Mevlâna Nasuh ve oğlu Mehmet’ten kaynaklanmaktadır. Hamam ilk yapılışında çifte hamam olarak yapılmış, daha sonra kadınlar kısmı yıkılarak satılmıştır. Günümüze yalnızca erkekler kısmı gelmiştir. Kesme taş ve tuğladan yapılmış olan hamamın üzeri kiremit örtülü kubbelidir. Bu bölüm soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümlerinden meydana gelmiştir. Soğukluk bölümü 10.70x10.70 ölçüsünde, kare planlıdır. Üzeri de tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Bu tromplar stalaktitlerle bezenmiştir. Kubbe dıştan kasnaklı bir görünüme sahiptir. Soğukluk bölümü altlı, üstlü pencerelerle aydınlatılmış olup, buradan ılıklığa geçilmektedir. Kubbeli olan bu bölüm aydınlık feneri ve tepe camları ile aydınlatılmıştır. Sıcaklık bölümü altıgen planlı ve beş eyvanlıdır. Bunun da üzeri kubbelidir. Buradaki yan eyvanlar tonozlu olup, tepe camlı kubbeciklerle örtülmüştür. Yanlardaki iki halvete geçiş XV.yüzyıl çinileri ve mermerlerle kaplıdır. Eski kaynaklardan öğrenildiğine göre hamam, 1555, 1568 ve 1588 yıllarında onarılmıştır. Günümüzde hamam işlevini sürdürmektedir. OMUR BEY (Umur Bey) HAMAMI (Osmangazi) Bursa Umur Bey Mahallesi’nde, Umur Bey Camisi’nin yakınında bulunan Omur Bey Hamamını Kara Timurtaş Paşa’nın oğlu Omur Bey 1430 yılında yaptırmıştır. Osmanlı mimarisi hamamları arasında tek hamam gurubundan olan hamam dikdörtgen bir plan düzenindedir. Duvarları üç ve iki sıra tuğla,iki sıra kesme taşlarla örülmüştür. Bunların aralarına da birer dikey tuğla yerleştirilmiştir. Soğukluk bölümü 10.75 X 11.00 m. ölçüsünde olup üzeri sekizgen bir kasnağın taşıdığı tek kubbe ile örtülmüştür. Soğukluk kısmından 3.37 X 3.82 m. ölçüsündeki ılıklık bölümüne yedi basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Buradan da iki eyvanlı, dört halvetli sıcaklığa geçilmektedir. Halvetlerin üzeri küçük kubbelerle örtülüdür. YARHİSAR KÖYÜ ORHANGAZİ HAMAMI (Yenişehir) Yarhisar Köyü’nde terk edilmiş ve harap durumdaki hamamın 1890 tarihli bir belgeye göre Orhan Gazi Camisi vakfından olduğu öğrenilmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi de bu belgeye dayanarak, yapıyı Orhan Gazi dönemi (1324-1362) içerisinde değerlendirmiştir. Hamam dışarıdan kareye yakın dikdörtgen planlı olup, beş ayrı mekandan meydana gelmiştir. Güney cephesindeki giriş kapısından birbirine eşit ölçülerde kare planlı, kubbeli bölümlere geçilmektedir. Sıcaklık ve soyunmalık bölümleri de pandantifli kubbelerle örtülmüştür. Bu bölümler değişik zamanlarda yapılan eklerle orijinalliğinden oldukça uzaklaşmıştır. Hamamın duvarları moloz taş ve tuğla karışımı bir örgü sistemi ile yapılmıştır. Kubbelerde tuğla örgüler kullanılmıştır. Duvar dokusu içerisinde yer yer tuğla hatıllara ve taşlar arasına dikine yerleştirilmiş tuğlalar dikkati çekmektedir. Hamamın içerisindeki kemerlerde palmet motifli bordür izleri görülmektedir. Ayrıca kubbe kasnakları içeriden malakarilerle bezenmiştir. Yenişehir’deki belli başlı bu iki hamamdan başka; Ayaz Köyü’nde iki, Çamönü Köyü’nde, Eski İncirli Köyü’nde, Köprühisar Köyü’nde, Menteşe Köyü’nde birer hamam bulunmaktadır. Mimari yönden özellikleri bulunmayan bu hamamların kitabeleri bulunmamakta ve yapı üslupları da herhangi bir bilgi vermemektedir. CUMALIKIZIK HAMAMI (Yıldırım) Cumalıkızık Hamamının ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kuzey ve güney doğrultusunda peş peşe yerleştirilmiş kare planlı iki bölüm ve bunların doğusunda dikdörtgen planlı bir su deposu bulunmaktadır. Ayrıca bunlara soyunmalık, külhan ve tuvaletler bölümü sonradan eklenmiştir. Hamamın kare planlı ilk bölümü tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun doğu duvarından soyunmalığa, güney duvarından da sonradan eklenen bölüme geçilmektedir. İkinci bölüm yine kare planlı olup, üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümün duvarlarında nişler ve sekiler bulunmaktadır. Sonradan eklenen bölümler kareye yakın dikdörtgen planlıdır ve üzeri ayna tonozla örtülmüştür. DEMİRCİKÖYÜ HAMAMI (Orhaneli) Demirci Köyü Hamamının da ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı olan hamamın batısına sonradan düz tavanlı bir soyunmalık eklenmiştir. Hamamın asıl yapısı kare planlı, tromplu kubbe ile örtülü iki ayrı bölümden meydana gelmiştir. Bunların dışına da sivri kemerli bir külhan eklenmiştir. Hamamın duvarları sıvalı olup, moloz taş ve harcın oluşturduğu bir teknikle yapılmıştır. YAYLACIK KÖYÜ HAMAMI (Nilüfer) Yaylacık Köyü’ndeki bu hamam orijinalliğinden oldukça uzaklaşmış olup, ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Kuzey cephesindeki bir kapıdan girilen ilk bölüm, L planlıdır. Buradan bir koridorla su deposuna ve güney kanadındaki bir diğer kapı ile de kare planlı bir mekana, helalara geçilmektedir. Bundan sonra gelen bölüm tromplu bir kubbe ile örtülüdür. Yapının üzeri çatı ile örtülü olup, bunların ortasında yuvarlak kasnaklı kiremitle örtülü bir kubbesi, doğuda da bacası bulunmaktadır.
  4. _asi_

    Bursa Çeşmeleri

    BURSA ÇEŞMELERİ ALİ ŞİPLİZADE ÇEŞMESİ(Osmangazi) Bursa Bat Pazarı (Bit Pazarı) Çarşısı’nda bulunan hamamın karşısında Ali Şiplizade 1759 tarihinde bir çeşme yaptırmıştır. Ayna taşı ve sarnıcı ile günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir. KİREMİTÇİ HAMAMI ÇEŞMESİ (Osmangazi) Kiremitçi Mahallesi’nde Kiremitçi Cami ve hamamı yanında bulunan çeşme 1913 yılında yaptırılmıştır. Ayna taşı ve yalağının üzeri ahşap bir saçakla örtülmüştür. Mimari yönden bir önem taşımamaktadır. KONAK ÇEŞMESİ (İznik) İznik, Mehmet Davarcı Sokak’ta bulunan Konak Çeşmesi, İznikte günümüze gelebilen ve suyu akan tek çeşmedir. Sivri kemerli, tuğladan ve çevreden toplanan antik taşlarla yapılan çeşme 2.14 m. uzunluğunda, 2.20x0.91 m. ölçüsündedir. Çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. LEFKE KAPISI ÇEŞMESİ (İznik) İznik’teki çeşmelerin en eskilerinden olan bu çeşme, Mahmut Çelebi Camisi’nin karşısında idi. XIV.-XV.yüzyıl Osmanlı mimarisini yansıtan bu çeşme sivri kemerli olup, taş ve tuğladan yapılmıştır. 1985 yılında kamyon çarpması sonucunda harap olmuş ve Belediye tarafından yıktırılarak ortadan kaldırılmıştır. ÜMMÜGÜLSÜM ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan mezarlığının başında, Memiş Sokağındaki çeşmeyi 1821 tarihinde Ümmügülsüm yaptırmıştır. Çeşmenin üzerindeki 40x50 cm. ölçüsündeki nesih yazılı kitabesinde: “Sahibül hayrat vel hasanat Dergâh-ı Ali Bursa âyanı Abdullah Ağa’nın halilesi Ümmügülsüm” yazılıdır. BEŞİR BİN İBEAHİM ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan Mezarlığı yakınındaki bu çeşmeyi Beşir Bin İbrahim isimli bir kişi 1743 yılında yaptırmıştır. Çeşmenin üzerinde nesih yazı ile kitabesini de aynı kişi yaptırmıştır. Bu kitabede; Hâzin-i gencine-i mahremsaray-ı saltanat bende-i makbul-i hâss-ı hazrat-ı Mahmud Han, pür himem Beşir Ağa kim oldu hüsnü hatla Hoşnüvisan-ı cihan içre müşarün bil-benan celb-i hayr için veli ni’meti Şahinşehe böyle dilcu çeşme bünyad etti sami mekân Hem Emir Sultan’ın ez cümle ravan-ı pakini eyledi hakka ki bu ziyba eserle şadıman sâyei lüftunda Mevlâ şehriyar âlemin Nail-i ecreyleyip olsun mekin-i kârman yek kalemden yazdı Ni’met bi nukat tarihini çeşmesarında Beşir Ağa eder Kevser revan 1156 Ketebehu-l-fakir el-muhtac ilâ rahmeti Rabtihil-kadir Hâzin-i Şehriyari Beşir. Şairi Ni’met, Hattatı Beşir Ağa’dır. Yazılıdır. EMİR SULTAN ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan Camisi avlusunda, batı merdiveninin altında bulunan çeşme, kitabesinden öğrenildiğine göre 1851 yılında yaptırılmıştır. Banisi bilinmemektedir. Kitabede; Maşallah Sarf-ı makdur eyleyip bir zatı âli eyledi çeşmesar-i bi’r-i cudinden revan-ı ma’i tahur Eyleyen def’i atş bu ayni cariden desün sahibin ya Rab emin eyle ilâ yevmin nüşur Eyleyip tarsîn-i cevherle dedim tarihini nuş iden bu âbdan dil teşnegân bulsun sürur 268 (1268) yazılıdır. ZEHRA HANIM ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan Camisi’nin merdivenlerinin solunda, üç gözlü büyük bir çeşme olup, kitabesinden Beytülharem Suresi Emini Hacı Mustafa zevcesi Zehra adına Fatma hanım tarafından 1838 yılında yaptırılmıştır. Ayna taşındaki talik yazılı 50x110 cm. ölçüsünde kitabesi bulunmaktadır: Nâzır-ı Filibe emin-i sure-i beytil harem ya’ni el-hac Mustafa Ağa’yı memduh-us sıfât şehr-i Bursa’da müsellim olduğu hengâmdan Zevcesi hem nam-ı Zehra kıldı terki mimkinat oldu bab-ı Sultan-ı Emire canşin pişgâh-ı merkadinde akdı bu kand-ü nebat (Nöbet şekeri) Oldu icra bunda bu âb-ı hayat can feza kıldı şadan sanki Ervah-ı şehidân-ı Fırat ta ki reyyan eliyle atşanı bu nevselsebil Defterinden eylesün her karta mahvi seyyi’at kilk-i Zaiktan bu mervarid (inci) İzzet-tarih akdı nev buldu ruhu Fatma hanım bu madan nev hayat 1254. Fatma Hanım’ın mezarı çeşmenin bitişiğindedir. EMİR SULTAN ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan Camisi’nin kıble yönünde, Hamam Sokağı’ndaki çeşme, 1743 tarihinde yaptırılmıştır. Çeşmenin nesih yazılı 100x120 cm. lik kitabesinin şairi Ni’met’tir. Kitabe; Nazır-ı darüs seade hazratı ağa kim ki anın, âb-ı ihsanile seyrab oldu elhak şeşcihat işte ez cümle Bursa şehrini tenvir eden Ârif billâh Emirsultan kerrubî sıfat ol velinin camile türbei pür nurunu kıldı tamir ile ihya ol kerim-i pak zat Lütfu hak ta’miri (zeylide) bu âb hoş güvar oldu zahir kim anın evsafidır azbi firat gûş edince ol keremcu çeşme bünyad eyleyüp Cuy-ı cud-ü lüftun icra etti çün kand-i nebat ol mekân-ı mer pişe sahib hayr valâ himmetin devlet-ü ikbal-ü bahtı haşrederek bulsun sebat Ni’meta vasfında yaz tarih içün be beyti kim teşnelebler etmesün hiç âb-ı Hızr’a iltifat al Beşir kâmkârın aynı cudinden gel iç Ma’i Emirsultan ruhu pakine âb-ı hayat 1156 Besmele ve minel-ma’i külle şey’in hayy. DARÜSSAADE ÇEŞMESİ (Yıldırım) Emir Sultan Camisi’nin köşesinde bulunan çeşmeyi 1743 yılında, aynı zamanda camiyi de onaran Darüssaade Ağası yaptırmıştır. Hamam Sokağı başındaki bu çeşmenin nesih yazılı 80x80 cm. ölçüsünde kitabesi bulunmaktadır. Kitabe; Kâtib-i darüs-seade menbaı aynı ata ya’ni hemnam-ı rusül cuyinde birr-ü sevab Yüz sürüp er veliyyünnimete akdı çü su böyle ra’na çeşme ihya ettiğim ayn-ı savab Böyle nice hayr tevfik ede banisin Huda merkezinde ede izzile mekin-ü kâmyab Ni’meta dedi bu yekta mısra tarihile gel Muhammed aşkına bu çeşmeden iç âb âb nâb 1156 (1743)
  5. _asi_

    Bursa Genel Bilgi

    GENEL BİLGİLER Marmara Bölgesi’nde yer alan Bursa, kuzeyde Marmara Denizi, Yalova ve Kocaeli, kuzeydoğuda Sakarya, doğuda Bilecik, güneydoğuda Kütahya, güneybatı ve batıda Balıkesir illeri ile çevrilidir. Bursa’nın kapladığı alan doğal bakımdan çeşitlilikler gösterir. Marmara kıyıları oldukça düz olup, Gemlik Körfezi en önemli girintisini oluşturur. yer yer plato niteliğini taşıyan, doğu batı doğrultusunda uzanan dağlarla bunların arasındaki dağlarla arasındaki geniş çöküntü alanlarından oluşur. Kuzeydeki Samanlı Dağları İznik Gölü çöküntüsü ile kesintiye uğrar. Bölgenin güneyinde ise, Mudanya Dağları, İznik Gölü’nün güneyindeki Katırlı (Aydın) dağları bulunmaktadır. Güneyde bu dağlar Bursa Ovasına doğru alçalır. Ovanın bitiminde yükselen Uludağ-Domaniç kitlesi ise buradaki en büyük engebelerdir. Uludağ 2.543 m. yüksekliği ile ilin en yüksek noktasıdır. Bursa’nın batı kesiminde, Marmara kıyısında ise yüksekliği 1.000 m.ye ulaşmayan tepeler vardır. Bu bölgenin güneyinde Bursa Ovasının devamı olan ve batıda Balıkesir’e doğru devam eden geniş bir çöküntü alanı dikkati çekmektedir. Bu çöküntü alanı içerisinde Ulubat Gölü ile Karacabey Ovası bulunmaktadır. İlçe topraklarında Türkiye’nin 5. büyük gölü olan İznik ile kuzeybatısındaki Ulubat Gölleri bulunmaktadır. Uludağ’ın doruğunda Karagöller ismi ile bilinen üç küçük göl daha vardır. İlin en önemli akarsuyu Susurluk Çayı’nın bir kolu olan Nilüfer Çayı’dır. Uludağ’ın güney yamaçlarından doğan ve bir çok dere ile beslenen Nilüfer Çayı Bursa ve Karacabey Ovalarını sulamaktadır. Bunun yanı sıra Mustafakemalpaşa Çayı, Mustafakemalpaşa Ovasını sular ve Ulubat Gölüne dökülür. Göksu Uludağ’dan kaynaklanarak Yenişehir Ovasını sular, sonra da Sakarya Nehri’ne karışır. Bursa’nın il sınırları içerisinde verimli ovaları bulunmaktadır. Bursa Ovası bunların en önemlisi olup, Uludağ’ın kuzeybatı eteklerinde yer alır. Ayrıca Mustafakemalpaşa, Karacabey, Orhangazi, Yenişehir, İnegöl ve İznik Ovaları da ilin önemli ovalarıdır. Toplam yüzölçümü 10.891 km2 olup, nüfusu 2.125.140’tır. İlin ekonomisi sanayi, tarım, hayvancılık ve turizme dayalıdır. Bursa’da sanayi dokumacılığa dayalıdır. 1960’lardan sonra otomotiv, gıda ve metal eşya sanayiinde gelişmiştir. Bursa il merkezinde yoğunlaşan sanayii kuruluşları, yan sanayi kolları olarak ilçelere de yayılmıştır. Tarım-sanayi ilişkisinin en gelişmiş olduğu illerden Bursa’da, yünlü, ipekli ve pamuklu dokuma, konserve, meyve suyu, salça, yağ ve diğer gıda sanayii ildeki tarım ürünlerine dayalıdır. Tarım alanlarında her türlü tahıl yetiştirilmekle beraber, ağırlık sanayi bitkileri, meyve ve sebze üretimine yöneliktir. Başta buğday olmak üzere, tütün, şeker pancarı, ay çiçeği, patates, soğan, baklagiller, yaş sebze ve meyve en çok yetiştirilen ürünlerdir. Zeytin, üzüm, şeftali, çilek, kestane, domates, biber ve enginar üretimi de onları tamamlamaktadır. Tarımsal üretimin yanı sıra hayvancılık da ilin ekonomisinde önem taşımaktadır. Büyük ve küçükbaş hayvancılık yaygındır.Özellikle merinos ve kıvırcık türü koyunlar ile sığır yetiştirilmesi ön plandadır. Başlangıcı Osmanlı dönemine kadar inen ve Türkiye’nin en büyük devlet harası olan Karacabey harası hayvan ırklarının ıslahı ve daha verimli ırklar yetiştirilmesi yönünden ayrı bir önem taşımaktadır. İlde kurulan bir çok modern tavuk çiftliklerinde et ve yumurta verimi yüksek tavuklar yetiştirilmektedir. Uludağ yöresinde arıcılık, Marmara kıyılarında ve göllerinde balıkçılık yapılır. Bugün eski önemini yitirmekle beraber, ipekböcekçiliği bir zamanlar Bursa ekonomisinin ana kaynağını oluşturmaktaydı. Nitekim XVII.yüzyıla ait kaynaklarda halkın büyük bölümünün kozacılık ve ipek dokumacılığı yaptığı yazılıdır. Günümüzde Bursa ve çevresinde dut fidanı, ipek böceği tohumu ve koza üreten özel işletmeler bulunmaktadır. Bursa orman yönünden de oldukça zengindir. Karaçam, kızılçam, sarıçam, göknar, ardıç, kayın, meşe, gürgen, kestane ve çınar ağaçları bulunmaktadır. Bu yüzden de Bursa’da ve özellikle İnegöl ilçesinde mobilyacılık çok gelişmiştir. Lawrence Smith isimli bir Amerikalo jeolog Bursa’da kromu bulmuştur.Günümüzde kromun yanı sıra volfram, linyit ve bor maden yatakları Bursa’da bulunmakta olup, işletilmektedir. Az miktarda da magnezit, kurşunlu çinko, amyant ve mermer de üretilmektedir. Bursa’nın ekonomik etkinliklerinin başında turizm gelmektedir. Zengin tarihinin ortaya koyduğu eserlerin yanı sıra Romalılardan bu yana kullanılan şifalı suları ve kaplıcaları ile de ün yapmıştır. Ayrıca Türkiye’nin belli başlı kayak merkezi de Uludağ’da bulunmaktadır. Tarih öncesine ait Bursa’daki ilk yerleşim, yörede yapılan kazılar sonucunda aydınlığa kavuşmuştur. Bursa yöresinde yapılan yüzey araştırmaları Kalkolitik devirlerde (MÖ.5500-3500) yıllarında yörede yerleşildiğini ortaya koymuştur. Prof.Dr.Kılıç Kökten, yöredeki yüzey çalışmalarını daha sonra İznik Gölü’nün kuzeyindeki höyüklere yöneltmiştir. Prof.Dr.Şevket Aziz Kansu da İznik Gölü çevresinde yaptığı araştırmalarda Prehistorik yerleşim alanları ile karşılaşmıştır. Bütün bu araştırmalar Bursa yöresinin Kalkolitik Dönemde (MÖ.5500-3500) ve onu izleyen Erken Tunç Çağında (MÖ.3000-2000) yörede yerleşildiğini ve bu yörede maden işletildiğini ortaya koymuştur. Bazı antik kaynaklara göre; kentin kurucusu I.Prusias’dır (M.Ö.232-192). Kartaca Kralı Hannibal, Roma İmparatorluğu ile yaptığı savaşı kaybedince, birlikleriyle beraber I.Prusias’a sığınmıştır. Burada zafer kazanan bir komutan gibi karşılanıp, saygı görmüş ve buna karşılık olarak Hannibal, emrindeki askerlerle bir kent kurarak, Prusias’ın adını verip Ona armağan etmiştir. İlkçağ Prousa’sının bulunduğu alanda, çok az İlkçağ kalıntılarına, mimari parçalara rastlanmıştır. Bunlar arasında en önemlileri, bugün Tophane semtinde, Okçu Baba Türbesi bitişiğindeki İlkçağa tarihlenen sur parçaları ile aynı yerde, caddenin karşı yanındaki Ortaçağ surlarının yapımında kullanıldığı görülen mimari parçalardır. Bursa yöresi MÖ.1200-700 yıllarında Balkanlardan gelen kavimlerin yerleşmesine de sahne olmuştur. Bursa İl merkezinde özellikle Muradiye semtinde bulunan Frig ve Hitit kalıntıları, yeterince açıklık getirmemekle beraber, onların da bu bölgede yaşamış olduklarını göstermektedir. MÖ.700 yıllarında İskit saldırılarından kaçan Bithynialılar da İzmit Körfezi’nden başlayarak Sakarya ile Bursa arasındaki alana yerleşmişlerdir. Bu durumda Bursa Bithynialıların önemli bir kenti konumuna gelmiştir. MÖ.600’de Bursa yöresi Lydialıların eline geçmiş, daha sonra Persler burada egemenlik kurmuşlardır. Daskyleion’daki (Karacabey) Pers satrabının yönetimine bütün bölge girmiştir. MÖ.88’de Mithridates (Pontus Kralı) Bursa yöresini ele geçirmiş ve Bithynia Krallığını da kontrolü altına almıştır. MÖ.75 ve 74’te Bithynia kralı IV. Nikomedes burasını vasiyet yoluyla Romalılara bırakmıştır. Roma İmparatoru Traianus (MS.98-117) zamanında Bursa büyük bir gelişim göstermiştir. Bu dönemde Bursa kaplıcalarının özelliği fark edilmiş ve kent Gaius Plinius zamanında sur dışına kadar yayılmıştır. O dönemde yapılan kaplıca hamamları, saray, kütüphane, gymnasium ve agora ile Bursa yeni bir görünüm kazanmıştır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Bursa, Doğu Roma’nın beş eyaletinden biri olmuştur. Bu dönemlerde Bursa, kuzeyden gelen Gotların, Hunların ve güneyden gelen Arapların akınlarına uğramış ve çok zor günler geçirmiştir. Bizans İmparatoru Iustinianus zamanında kent yeni baştan imar edilmiş, İmparatoriçe Thedora 525’te beraberindeki 4000 kişi ile Bursa’ya gelerek buradaki kaplıcalardan yararlanmıştır. İmparator Constantinius VII. (919-944) kenti bir kez daha onarmış, kiliseler, manastırlar ve yeni hamamlar eklemiştir. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklu Sultanı Kutulmuşoğlu Süleyman Şah, önce İznik’i ele geçirmiş (1008) ve Bizans’a karşı büyük bir üstünlük sağlamıştır. Ancak, Haçlıların da yardımıyla Bizanslılar Bursa yöresini yeniden ele geçirmişlerdir. Bursa birkaç kez Selçuklular ile Bizanslılar arasında el değiştirmiştir. Osmanlı Devletinin kurulmasını ve güçlenmesini izleyen yıllarda Osmanlılar buraya yoğun akınlar yapmışlar, sonunda Orhan Gazi 1326’das Bursa’yı ele geçirmiştir. Orhan Gazi’nin ölümünden sonra 1360’ta Sultan I.Nurat Hüdavendigâr Bursa’da imar çalışmalarına girmiş, Çekirge semtinde kendi ismini taşıyan yapı topluluğunu yaptırmıştır. Yıldırım Beyazıt döneminde ise şehir, yeni yapılan eserlerle daha da genişlemiştir. Ancak Yıldırım Beyazıt’ın 1402’de Ankara Savaşı’nda yenilmesinden sonra Timur Bursa’ya girmiş ve şehri tahrip etmiştir. Yıldırım Beyazıt’ın ölümünden sonra on yıl süren kardeş kavgası sonunda Çelebi Sultan Mehmet Bursa’da yıkılan yapıları yenilemiş ve yeni yapılarla da şehri imar etmiştir. Bundan sonra Osmanlı’nın başkenti olan Bursa, İstanbul’un fethine kadar Osmanlının siyasi ve kültürel bir merkezi olmuştur. Bursa 1841 yılında eyalet merkezi olmuştur. 1855 depremi Bursa’ya büyük zarar vermiştir. 1859 yılında sancak merkezi, 1867 yılında Hüdavendigâr eyalet merkezi olan Bursa, 1923 yılında da il olmuştur. Kurtuluş Savaşı öncesi 8 Temmuz 1920’de Yunanlılar Bursa’yı işgal etmişler, 30 Ağustos Zaferinden sonra da 10-11 Eylül 1922’de şehirden çekilmişlerdir. Cumhuriyetin ilanından sonra Bursa il konumunu korumuştur. Tarihi geçmişi oldukça eskiye inen Bursa’da o dönemlerden günümüze ulaşabilen yapılar yok denecek kadar azdır. Antik çağ yapıları Bursa’nın çeşitli tarihlerde uğradığı akınlarda yıkılmış, Osmanlı yapılanmasında da onların taşlarından yararlanılmıştır. Kentin ilk kurulduğu Hisar Mahallesi’nde az da olsa antik çağın mimari kalıntılarına ve küçük buluntularına rastlanılmaktadır. Bunlar arasında Bithynialılar zamanında yapıldığı sanılan, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde de kullanıldığı sanılan ve onarım geçiren surların bazı bölümleri günümüze ulaşmıştır. Osmanlı döneminde yapılan I.Beyazıt’ın işa ettirdiği Ulu Cami, Osman Gazi’nin oğlu Alaeddin Bey’in yaptırdığı Alaeddin Camisi, Orhan Camisi, Timurtaş Paşa Camisi, Emir Sultan Camisi, Altıparmak Camisi, Hacı İskender Camisi, İvaz Paşa Camisi, Hoca Alizade Camisi, Molla Fenari Camisi, Şehabeddin Paşa Camisi, Şahadet Camisi, Selçuk Hatun Mescidi, Yeşil Külliye, Muradiye Külliyesi, Hüdavendigâr Külliyesi, Yıldırım Külliyesi kentin belli başlı camileridir. Ayrıca Osman Bey’den Fatih Sultan Mehmet’e kadar olan Osmanlı padişahlarının türbeleri de burada bulunmaktadır. Gülçiçek Hatun Türbesi, Devlet hatun Türbesi, Nalıncılar Hamamı, Şengül hamamı, Mahkeme Hamamı, Umurbey Hamamı, Atpazarı Hamamı, Emir Hanı, Kapan Hanı, Çukur Han, Geyve Hanı, İpek Hanı, Tuzpazarı Hanı, Koza Hanı, Fidan Hanı, Pirinç Hanı, Büyük Kapalı Çarşı, Yıldırım Beyazıt Bedesteni günümüze gelebilen diğer Osmanlı eserleridir. Bursa kaplıcalarının en ünlüleri olan Eski Kaplıca, Çekirge Hamamı, Kükürtlü Kaplıca, Yeni Kaplıca, Kaynarca hamamı ve Karamustafapaşa Kaplıcası da onları tamamlamaktadır.
  6. _asi_

    Bursalı Ünlü Kişiler

    BURSA ÜNLÜLERİ Zeki Müren (1931-1996) Türk Sanat Müziği bestecisi ve ses sanatçısıdır. Türk müziğinin sembol isimlerindendir. "Sanat Güneşi" olarak anılan sanatçı Türk müziğine birçok eser kazandırmıştır. Yıldırım Gürses (1939-2001) 1939 yılında Bursa’da doğdu . Sanat hayatına 1951 yılında Bursa Ses Kralı seçilerek başladı. 350′yi aşkın Türk Sanat Müziği bestesine imza atan sanatçı, 14 Mayıs 2001 tarihinde 61 yaşında kalp krizi sonucu öldü. İlhan İrem (1955) Türk Pop Müziği’nin ünlü bir sesi ve bestecisidir. Yurt içinde ve dışında birçok yarışmada Türkiye’yi temsil etmiştir. Erkan Can (1958) Ünlü sinema ve tiyatro oyuncusu. 1998 ve 2006 yıllarında Antalya Altın Portakal film festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanmıştır. Şefik Bursalı Türk ressamı (Bursa 1903 - Ankara 1990) İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde İbrahim Çallı atölyesinde çalışan Şefik Bursalı avrupa yarışmasında birincilik aldı (1930). Konya’da resim öğretmenliği yaptı devlet güzel sanatlar akademisinde öğretim üyeliğine atandı (1938), yapıtlarında doğal görünümlerini işledi devlet resim ve heykel sergisinde ikincilik ödülü (1967), kültür ve sanat bakanlığı kültür ve sanat büyük ödülü (1986) aldı. Müzeyyen Senar (1919) Türk müziğinin eşsiz yorumcularından olan sanatçı müzik dünyasına birçok değerli ses kazandırmıştır. Genç yaşında kazandığı şöhreti günümüze kadar sürekli artarak gelmiştir. İbrahim Balaban (1921) Nazım Hikmet’ten resim yapmayı öğrenmiş ünlü bir ressamdır. Sabiha Gökçen (1913-2002) Türkiye’nin ilk kadın pilotudur. Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızıdır. Behice Boran(1910-1987) Türkiye İşçi Partisi liderlerindendir. 1980′de yurtdışına çıkmak zorunda kaldı. 77 yaşında Brüksel’de öldü. İhsan Sabri Çağlayangil Politikada önemli bir yeri olan Çağlayangil, uzun yıllar Bursa milletvekilliği yaptı. Fahri Korutürk’ten sonra cumhurbaşkanlığına vekalet etti. 1993′te Ankara’da öldü. Celal Bayar (1883-1986) Birinci T.B.M.M’de milletvekili olarak görev almıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanlığı ve 3. cumhurbaşkanlığı görevleriyle birlikte türk siyasi hayatında önemli bir yeri vardır. 103 yaşında ölen Celal Bayar doğduğu yer olan Gemlik ‘e bağlı Umurbey köyündeki anıt mezarda yatmaktadır. Doğduğu ev müze olarak kullanılmaktadır. Cemal Nadir Güler (1902-1947) Türkiye’nin ilk modern karikatüristidir. İlk eseri 1926′da basılmıştır.1928′den itibaren Akşam ve Cumhuriyet gibi günlük gazetelerde karikatürleri yayınlanmıştır. Karakterleri siyah ve beyaz gibi zıt özelliklere sahip kişiliklerdir. En önemli tiplemesi "Amca Bey"dir. Nezihe Meriç (1923) Çağdaş Türk Edebiyatı kadın yazarlarındandır. Pınar Kür (1943) Çağdaş Türk Edebiyatı kadın yazarlarındandır. İsmail Hakkı Bursalı Türk şairi ve yazarı (Aydos 1653 - Bursa 1725) Bursa’da Osman Fazlı’nın onayıyla Celvedi Tekkesi’ne şeh oldu 1722′de bütün kitaplarını bağışlayarak bir kütüphane kurdu. (cami muhammedi) ve bir tekke yaptırarak son yıllarını kitap yazmakla geçirdi. Bursalı İsmail Hakkı usta hattatlığının yanı sıra tasavvuf islam felsefesi ahlak ve tefsirle ilgili manzum ve düzyazı yüzden çok yapıt bırakmıştır. yapıtlarında aklın tek başına gerçeğe ulaşamayacağını kesin bilginin tanrıya özgü olduğunu ileri sürerek, bilim ve tanrıya özdeşleştirmiş, bilime tanrı aşkıyla ulaşabileceğini ileri sürmüştür şiirlerinin çoğu Yunus’a naziredir. Ya da yunus tarzını işler. Bursalı Mehmet Tahir Türk yazarı (Bursa 1861 - İstanbul 1924) Meşrutiyette Bursa milletvekili seçildi. 2.dönemde siyasetten ayrıldı ve kendini edebiyat tarihi araştırmalarına verdi. Bursalı Mehmet Tahir biyografi ve bibliyografi alanında yapıtlar veren bir araştırmacı olarak bilinir. Ulubatlı Hasan Türk Askeri (Bursa 1428 - İstanbul 1453) İstanbul surları üzerinde ilk Türk sancağını dikerken şehit düşen yiğit askerdir. 1428 yılında Bursa’nın Ulubat köyünde doğdu. Fatih Sultan Mehmet’in kumandasında Ordu-yı Hümayun’a asker olarak İstanbul kuşatmasına katıldı. 1453 yılındaki büyük taarruz sırasında İstanbul surları üzerine ilk Türk sancağını dikerken şehit düştü. İstanbul’un Fethi’nin bayraklaşmış bir kahramanı olarak adı beş yüz yıldan beri gönüllerde yaşar. Ulubat’ta adına dikilmiş bir anıt vardır. Caius Arbiter Petronius M.S.54-68 Bithynia Valiliği yapmıştır. Bilinen ilk erotik hiciv eseri olan Satyricon’ın yazarıdır. Dion Khrysostomos (M.S.40) Prusa’da doğmuş ünlü bir hatip ve hitabet öğretmenidir. 80 adet konuşması günümüze kadar ulaşmıştır. Ünlü İznik doğumlusu roma tarihcisi Cassius Dio kendi öz torunu olmaktadır. Procopios (M.S.6.yy) Prusa’da doğmuştur. İmparator Justinyen’in tarihçisidir. Tarihi detayları olduğu gibi değil imparatorun istediği şekliyle yazmak zorunda kalmıştır. 1623′de Vatikan’da bir kütüphaneci Procopios’un "Historia Arcana (gizli tarih)" adlı kitabını bulmuştur. Procopios bu kitabında gerçeği ve imparatorla imparatoriçenin kötü olaylarını anlatmaktadır. Plinius Gaecilius Secundus (M.S. I.yy) Roma İmparatoru Traianus döneminde Bithynia Valiliği yapmıştır. Bıraktığı mektup ve yazılar sayesinde o döneme ışık tutan bilgiler elde edilmiştir. Manolis Andronikos, yunanlı arkeolog Erdal Özyağcılar 1948 yılında Bursa’da doğdu. Sinemaya Ölüm Tarlası adlı filmle girdi (1967). Halil Ergün,ünlü sinema oyuncusu Ata Demirer,güldürü ustası,komedyen Özhan Canaydın,Galatasaray Spor Kulübü başkanlarından Ceyda Düvenci,oyuncu Yıldırım Mayruk,moda tasarımcısı Hande Ataizi,sinema ve tiyatro oyuncusu Ali Uyandıran;tiyatro,sinema ve dizi oyuncusu Ayrıca Aydan Şener,Fatih Erkoç,Sinan Erkoç,Deniz Çakır,Murat Parasayar,Tarık Tarcan,Ebru Şallı,Demet Şener,Beyazıt Öztürk,Şebnem Ferah kentte doğmuş ve yetişmiş veya öğrenim görümüş diğer ünlü isimlerdir.
  7. _asi_

    Bursa El Sanatları

    EL SANATLARI Bursa Osmanlı’nın ilk zamanlarında başkent olması ve ipek yolu üzerinde bulunması dolayısıyla Ekonomik ve Kültürel olarak tam anlamıyla bir merkez durumundadır. Bursa’nın bu konumu el sanatlarının da zenginleşmesini sağlamıştır. Geçmişte el tezgahlarında ipek kumaşlar, ipek halı , kilim , çuval ve heybe dokunmaktaydı. Günümüzde bu dokumalar fabrikalarda veya büyük atölyelerde yapılıyor. Bursa’da ipekböcekçiliğinin çok yaygın olması ipekçiliği de geliştirmiş, ipekli dokumaların merkezi olmuştur. Bursa’da dokumalardan başka urgancılık, saraçlık, bıçakcılık, demircilik,sedefçilik ,gümüş kakma sanatı, tenekecilik, köfüncülük, çarıkçılık,Dokumacılık, semercilik gibi el sanatları yapılmaktadır. İZNİK ÇİNİCİLİĞİ İznik çiniciliği İznik ve çevresinde yapılan kazılarda prehistorik çağlardan kalan seramik parçaları ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılar sonucunda İznik te İ.Ö. 7000 li yıllarda seramik üretiminin Osmanlı mimari ürünlerinde yaygın olarak kullanılmıştır. İznikli çini ustaları Osmanlı Sarayı’nın himayesindeki kaşici başı tarafından bir locada örgütlendiler ve İstanbul ile diğer yerlerdeki bütün büyük yapıları çini ile süslemişlerdir. İznik çinilerinin desenleri ve renkleri Venedik ve Cenovalı tüccarların dikkatini çekmiş, çini ustaları bu talebi karşılamak için İznik surları dışında çini fırınları kurmuşlardır. 17.yy. dan sonra Osmanlı askeri ve ekonomik olarak zayıflaması ile çini fırınları da kapanmaya başlamıştır. İznik de geleneksel çini atölyeleri 1985 yılında Faik Kırımlı tarafından açılmış Eşref Eroğlu usta ile devam etmiştir. Rasih Kocaman , Adil Cangüven gibi ustalar dışında 1995 yılında İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı çatısı altında İznik çini ve araştırma merkezi kurulmuştur. Ayrıcı Uludağ Üniversitesine bağlı Meslek Yüksek Okulunda çini ve seramik konusunda eğitim verilmektedir. Günümüzde İznik çini atölyelerini ve İznikli sanatçıları buluşturan Süleymanpaşa medresesi restore edilerek Turizm’e açılmıştır. Renklerini ve desenlerini İznik doğasından alan İznik çinileri yapımında kuvars, cam tozu ve kil kullanılmaktadır. Bu malzemeler fırınlanıp öğütüldükten sonra hamur haline getiriliyor kalıplarda şekil verdikten sonra bir hafta kurumaya bırakılıyor daha sonra astarlama yapılarak tekrar kurutuluyor ve 930 derecede fırınlanıyor bir gün süreyle bu ısıda kalan plakalar fırın kapatıldıktan sonra kapağı açılmadan soğumaya bırakılıyor. Desenleme kısmında parşümen kağıdının üzerine çizilen motifin üzeri iğneye delinip kömür tozu dökülerek desenin plakanın üzerine çıkması sağlanıyor.Boyama kısmında İznik kırmızısı adı verilen kırmızının bulunması için yapılan işlemler ve kullanılan malzemeler genellikle ustalar tarafından saklanıyor. Boyama işleminden sonra plakalar sırlanarak 1000 derecelik fırında pişiriliyor.İznik çinilerinde en çok Çin temani , hatai, haliç işi, narlı desen, minyatürler, İznik kuşu , gül , karanfil motifleri kullanılmaktadır. İPEKÇİLİK Şer’i Mahkeme sicileri Bursa daki ipekli dokumacılığın XlV. Yy. sonlarında oldukça gelişmiş olduğunu göstermektedir. 1845 yılında Bursa da 40 ipek iplik fabrikası varken 1860 yılında iplik iplik üreten imalathane sayısı 85’e yükselmiştir. Ancak 1856 yılında Fransa’da ortaya çıkan (Karataban) hastalığının 1860 yılında Bursa7da yayımlanması ile ipek üretiminde gerileme olmuş. Pastör üretimi adı verilen yöntemle tohum üretiminin başlaması ile 1888 yılında Torkomyan Efendi tarafından Darülharir adlı ilk İpekböcekçiliği okulu Bursa da hazırlanmış ve hastalıksız tohum üretimine başlanmıştır. Bursa’da ipekçiliğin merkezi durumunda bulunan Kozahan ipek kozalarının satıldığı ve dokunan ipekli kumaşların satıldığı yer olma özelliğini günümüze kadar korumuştur. İpek böceğinin temel gıdası olan dut ağaçlarının zamanla azalması ve ipek böcekçiliği üretiminin maliyetinin artması nedeniyle Bursa da ipek böceği üretimi azalmıştır. İpek ve farklı sentetik kumaşların bulunmasında Bursa ipekçiliğini etkileyin faktörlerdendir. Tarihinde Bursa Atlasları ipeklileri ve kadifeleri ile Dünyada ün yapmış olan Bursa son yıllarda araştırmacı ve uzmanların bu konuya dikkat çekmeleri ile gündeme gelmiştir. Gün geçtikçe azalan ipek böceği üretimi ile yok olmak üzere olan Bursa ipeklileri tarihteki tozlu raflarda yerini almadan önce bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. KÖFÜNCÜLÜK Köfün, Kestane ağacından yapılan , boyutlarına göre kullanım alanları da değişebilen bir çeşit sepettir. Bursa’da zanaatla uğraşan bir köfün ustası vardır. Bu zanaat işgücü ve ekonomik yetersizlikten dolayı kaybolmak üzeredir. Köfünün boyutlarına göre kullanım alanları da değişmektedir. Büyük boy köfün kavun ve karpuz taşımada, orta boy köfün elma, portakal, küçük boy köfün de ise çilek, zeytin gibi meyveler taşınmaktadır. Köfün yapımında kestane ağacı ve fındık ağacından yararlanılmaktadır. Bu ağaçların köfün yapımında kullanılmak üzere seçilmesinin sebebi dayanıklı olmasından ileri gelmektedir. Malzemeleri ise İznik’ten temin edilmektedir. Bir köfün yapımda ortalama 20 tane ağaçtan kesilen ince ve uzun parça kullanılıyor. Elde edilen bu parçaların boyu yaklaşık 2 metredir. Köfün yapımında kullanılacak parçalar tezgahta sıyırgı ve ortak ile inceltiliyor. İnceltilmiş ve örülmeye hazır olan ağaçlara “Yarma” adı veriliyor. Örme işlemi köfünün dip ve ağız kısmında kullanılan ağaç parçaları kalınlık ve ebat olarak farklıdır. Köfünleri ölçmek ve boyutları arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak için 50-70-80 cm’lik sopalar ölçü için kullanılmaktadır. Elde edilen köfün ve sepetler tarlada meyve toplama ve taşıma maksatlı kullanımı dışında çeşitli mesleklerde de çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. SARAÇLIK Saraçlık ; binek ya da çeki hayvanlarının takımlarının yapıma , süsleme ve onarma işidir. Bursa’da saraçlık geçmiş yıllarda geleneksel zanaatlar arasında önemli bir yer tutmaktaydı. Ancak teknolojinin gelişmesi , motorlu taşıtların artması ile birlikte koşum atına ve yük atına gereksinim her geçen gün azalmaktadır. Bursa’da saraçlar ürünlerine ilçe ve köylerde alıcı bulmaktadırlar. Günümüzde Bursa’da saraçlık zanaatini sürdüren iki atölye bulunmaktadır. Bu atölyelerde hamut ve koşum malzemeleri yapılmaktadır. Atın boynuna geçirilen ve koşum takımlarının bağlanarak atın arabayı çekmesini sağlayan parçaya hamut denir Hamut , iki ağaç parçasının birleştirilerek sırayla üzerine simit, fitil, dolma ve kabak gibi bölümlerden oluşur. Hamut yapımında kullanılan malzemeler; ağaç , keçi derisi, manda derisi ve keçe’dir. Deri parçalarının kesilerek koşum takımlarının yapılmasına ise koşumculuk denir. Koşumculuk içinde yer alan parçalar ise şunlardır. Paldum, başlık, gem, çeki kayışı, yan kayışı, yular ve dizgin. Saraçlarda koşum takımları dışında deri ile ilgili ürünlerde yapılmaktadır. Saraçlıkta kullanılan aletler: Çizgi pergeli , kayış inceltme tıraş bıçağı, manda boynuzu (Halkadan geçirilen deriye yuvarlak şekil vermek için), saraç bıcağı, Mat (Şimşirden yapılır), küçük hatte, büyük hatte biz veya tığı, nalpara kolu (Deriyi düzeltmek için kullanılıyor.) Sıyırgı makinesi (Eğer yapımında), kesim makinesi (Deriyi dikmede) , sanayi tipi dikiş makinesi (Derinin dikilecek kısımları dikilir). BIÇAKÇILIK Bursa’ya bıçakçılık “93”savaşından sonra Balkan göçmenleri tarafından getirilmiştir. Bu tarihten itibaren göçmen ustalar ve yetiştirdikleri çıraklar aracılığı ile bıçakçılık mesleğini geliştirerek bu günkü düzeyine getirmişlerdir. Bursa el zanaatları arasında geçmişten günümüze kadar özel bir yeri olan bıçakların ünü günümüzde de sürmektedir. Geleneksel yöntemlerle el işi ile yapılan bıçaklar kullanım alanlarına göre ortalama 150 çeşit bıçak olduğu bilinmektedir. Bel bıçağı, et bıçağı, kıyma bıçağı, kaymak bıçağı, pastırma bıçağı, börek bıçağı, bekçi bıçağı , kasap bıçağı gibi çeşitlerini sayabiliriz. Bursa bıçakçılığı içinde Arnavut çakısının da ayrı bir yeri vardır. Bu çakıların sap kısmı boynuzdan yapılmaktadır. Genelde koç boynuzu kullanılmaktadır. Bu boynuzlara kesteki adı verilen bıçak ile kazınarak şekil veriliyor. Kullanılan koç boynuzları kemik fabrikalarından, bıçak kısmında ise Karabük çeliği kullanılıyor. Arnavut çakıları daha çok Trakya bölgesinde alıcı buluyor. Genellikle hayvancılıkla uğraşan çifçiler, tırnak ve hayvan kesmek için kullanıyorlar. Bıçakların üzerindeki yıldız sayıları bıçağın büyüklüğünü gösteriyor. Bunun yanı sıra bıçağı yapan usta üzerine ismini işliyor. SEMERCİLİK Semerin kullanım alanlarının daralması semere olan ihtiyacı da azaltmaktadır. Bursa’da iki semer ustası bulunmaktadır. Semer yapılırken kullanılan malzemeler ilçelerden temin ediliyor. Semerin ahşap kısmında kullanılan gürgen ağacı dağ köylerinden, tabaklanmış keçi derisi Balıkesir’den getiriliyor. Keçi derisini doldurmak için kullanılan sazlar Bursa’nın merkezine yakın göllerden toplanıyor. Semer yapılmaya başlanırken ; önce kasnak adı verilen gürgen ağacından yapılıyor. Kasnak yay şeklinde iki parçanın bir araya getirilmesiyle oluşturuluyor. Kasnağın üzerine içi saz ile doldurulmuş keçi derisi monte ediliyor. Keçi derisinin üzeri keçe ile kaplanıyor. Semerin ön ve arka kısmını da belirtiyor. Renkli ponponlar sadece binek semerlerine takılıyor, yük taşımak için yapılan semerlere ponpon takılmıyor. ÇARIKÇILIK Anadolu insanının tarlada, bahçede giydiği çarık kullanım alanın daralmasıyla günümüzde artık Halk Oyunlarında ve evlerin şark köşelerinde bir süs eşyası olarak kullanılmaktadır. Çarık 1960’lı yıllara kadar tarlada çalışan köylülerin yaygın olarak kullanıldığı, günlük yaşamında da giydiği temel bir ihtiyaçtır. Daha sonraki yıllarda tarımda makineleşmeyle birlikte insan gücünün ve karasabanın yerini tarım makinelerinin almasıyla birlikte çarığın kullanımı da yok olmaya yüz tutmuştur. Bununu yanında köyden kente göç sonucunda insanların şehirleşmesi, ayakkabı sanayinin gelişmesi de çarıkçılığın yok olması nedenlerindendir. Bursa’da çarıkçılığın son durumu ise bu mesleğin yok olmak üzere olduğunu göstermektedir. Bursa Merkezde çarıkçılık mesleği ile uğraşan bir tane çarık ustası kalmıştır. Çarıkçılık mesleğinin bu duruma düşmesinde kazancının az olması ve buna bağlı olarak da çırak yetiştirilmemesi bu mesleğin bitmesine neden olmuştur. Çarık yapımı: Çarık yapımında şaplı manda derisi kullanılıyor. Deriler Tabakhaneden elde ediliyor. Derinin kalınlığı çarığın kullanım alanına göre değişiyor. Tarlada kullanılacaksa kalın deri, Halk oyunlarında kullanılacaksa ince deri kullanılmaktadır. Manda derisi öncelikle boy boy kesiliyor. Çarıkçılıkta bu kesme işine Davlum deniliyor. Bayanlar için 15 cm. eninde , erkeler içinse 16.5 cm. eninde çift çift boylar kesiliyor. Ortaya çıkan dikdörtgen şeklindeki deriler keskilerle burun kısmı delinerek ince sırımla dikiliyor. Çarığın dili olan parçası sonradan ilave ediliyor. Bu kısma takılan boncuk ise süs amacıyla konulmaktadır. Daha sonra çarığın yan tarafları bir dar bir geniş alarak kesiliyor. Bu deliklerden sırım geçiriliyor. Sırım geçiriliyor. Sırım geçirildikten sonra gürgen veya meşeden yapılmış ahşap kalıplara çarıklar giydiriliyor. Kalıbın şeklini alan çarıklar kurumaya bırakılıyor. Kalıp çıkarıldıktan sonra hemen kurumaması ve yumuşak kalması için içine motor yağı sürülüyor. Çarık kullanıma hazır hale geliyor. ÇORAPÇILIK Malzemesi yün veya pamuk iplik olan Çorapları örerken iğ adı verilen beş küçük şiş kullanılmaktadır. İğler yaklaşık 10-15 cm uzunluğunda bir ucu çengelli çelikten yapılmış şişlerdir. Düz demir çubuklar eğe ve zımparanın yardımıyla; pürüzsüz yuvarlak hale getiriliyor. İğin ucuna eğe ardımı ile çengel şekli verilmektedir.Şişin ucundaki çengel sayesinde daha hızlı çorap örmektedirler .Çorabın ana malzemesi olan kuzu yünü genellikle Uşaktan getirtiliyor krem renginde olan bu yünleri kullanırken,motifler için renkli yün veya sentetik iplik kullanılmaktadır.Bursa çok göç alan bir kent olması nedeniyle kültürel anlamda faklılıkları da bir arada yaşamaktadır.Her kültür kendi çorap motifi ,örme tekniğini beraberinde getirmiş ve günümüze kadar yaşatmıştır.Özellikle Karacabey ilçesine bağlı Yenikaraağaç köyü çorapçı köy olarak tanınmakta ve ördükleri Drama çorabı ile isimlerini duyurmaktadır,Drama çorabı dışında ,”Yörük çorabı “ Pomak çorabı” gibi her kültürün kendini motifleri ile ifade ettiği çorap çeşitleri bulunmaktadır.
  8. _asi_

    Bursa yöresel kıyafetleri

    YÖRESEL KIYAFETLER Günümüzde Bursa’da çağdaş çizgiler egemendir. Bursa’nın merkezinden köylerine doğru gidildikçe yöresel kıyafetlere rastlanır. Bölgenin yöresel özellik gösteren giysilerine dağ bölgesi adı verilen ilçeler olan Keles , Orhaneli,Büyük Orhan , Harmancık,’ın köylerinde rastlanabilmektedir. İl de giyim – kuşam Türkiye’nin tüm yörelerinde olduğu gibi , gelir gruplarına, toplumsal çevre özelliklerine göre değişiklik göstermektedir. Giyim ve Kuşamın çeşitlenmesinde , biçimlenmesinde moda ve çalışma koşulları etkili olmaktadır. Eski Bursa’da özellikle kadın giysileri , kumaşları ve işlemeleriyle dikkat çekerdi. Bursa tezgahlarında dokunan ipekler, bürümcükler, kadifeler bu giysilere özellik katardı. ERKEK GİYİMİ : Renkli kumaşlardan yapılan giysiler , işlemelerle süslü . Pantolon yerine potur, şalvar, çakşır, üstüne cepken gömlek giyilirdi. Bele üst üste kuşak sarılır, kuşakların arasına cep yerini tutan silahlıklar takılırdı. Başa genellikle fes giyilirdi. Üstüne Ağabani sarık sarılan keçe külah da yaygın baş giysilerindendir. Ayağa çarık, mest, yumuşak meşinden yapılmış, yanları dikişli flar yemeni giyilmektedir. KADIN GİYİMİ : Bursa’nın içinde iki tür kadın giyimi vardır. Bunlar üç etekli ve şalvar içlikli giyimdir. Üçetekli Giyim : Bu tür giyim özelliğini üç etek ve altına giyilen şalvardan alır. Ton don denilen şalvar bir tür pantolon biçimindedir. Ağı yukarıda uçkur bağı düşüktür. Bu tür özellikleri ile rahat etmeyi sağlar. Şu parçalardan oluşur. Top Don : Pamuk- İpek karışımından dokunmuştur. Parçaların yanı nakışlıdır. Bunlara parçalık denir. Türlü şenliklerde işli parçalıklar üç eteğin yan yırtmaçlarından görülür. Uçkur (Yağlık ): İnce İpek bürümcüktendir. Uçları mor ve sümbül başakları işlidir. Gömlek (Uzun Köynek):Beyaz İpek bürümcükten yapılmıştır. Dize kadar iner. Önü Pembe gül dallarıyla işlidir. Yaka ve kol ağızları, renkli ipek ipliği ile işlenmiştir. Cepken : Açık yeşil Bursa kadifesindendir. İçi astarlıdır. Üstü sarı bükme simle süslenmiştir. Şal Kuşak : İnce yünden dokunmuştur. Renkli çizgilidir. Arasına iğne ile çiçek desenleri işlenmiştir. Kare biçimindedir. Üçgen sarılarak bele sıkıca bağlanır. Gümüş Kemer : Şal kuşağın üzerine takılır. Altın- Gümüş karışımıdır. Önde çiçek biçiminde bir tokası vardır. Çorap : ince ak yünden beş şişle örülmüştür. Pembe gül deseniyle bezelidir. Çedik : Sarı deriden yapılmıştır. Taban astarına karanfil motifleri sırma ile işlenmiştir. Hotoz Başlık : Bursa ’lı kadınlar (50 yıl önce) hotoz başlık giyerlerdir. Geçmişte başa giyilen hotoz mevsim çiçeklerine göre hazırlanırdı. Gül zamanı gül oyalı, gül renkli hotozlar, leylak zamanı leylak oyalı, leylak rengi hotozlar giyilirdi. Şalvar İçlikli Giyim : Bursa’nın bu tür geleneksel giyimi , şalvar ve içlik olmak üzere iki parçadan oluşur. Öbür parçalar tamamlayıcıdır. İçlik üzerine cepken ya da pamuklu uzun hırka giyilebilir. Şalvar ve içliğin kumaşları düz ya da kareli , çizgili çitari, alaca. Kadife. Atlas, yünlü, pamuklu olabilir. Şu parçalardan oluşmaktadır. İçlik : Bele kadar iner. İç astarlıdır. İçliğin iki ön parçası üs üste gelir, göğsün sol yanında ve yaka da düğümlenir. Kollar manşetli ve düğümlüdür. Şalvar : Dikdörtgen kesimlidir. Ağı düzgündür ve yere kadar iner. İki yanında ayak geçecek kadar açıklık vardır. Bu tip şalvarlar genellikle altı metre kadar kumaştan yapılır. Bolluk belde bir uçkurla toplanır. Cepken : Şalvarla içliğin üstüne giyilir. Onlara eş kumaştan yapılır. Kapitonelidir. İçi yeşil astarlıdır. Yeşil, pembe, sarı, ipek kordonla yapılmış ipek desenli harç cepkenin çevresini süsler. Ferace : Gerek üçetek gerekse şalvar içlikli giyimle sokağa çıkıldığında üste uzun bir ferace giyilir, başa ak yaşmak örtülüdür. Bursa feracelerinin özel kesimi vardır. Yeşil yaka arkadan bele kadar inerdi. Feraceler, kırmızı çuhadan dikilirdi. İçi yeşil kumaşla astarlıydı. Kadınlar, feraceli yaşmaklı olarak sokağa çıkar, bir şey taşımaları gerektiğinde bunu bir bohçaya sararlardı.
  9. _asi_

    Bursa gelenek görenekleri

    BURSA GELENEK GÖRENEKLERİ EVLENME GELENEKLERİ Bursa da düğün gelenekleri günümüzde de devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Kızla oğlan birbirlerini görüp beğenmişse, oğlan tarafı kızın evine belirlenen bir tarihte giderek kızı “Allahın emri peygamberin kavliyle “isterler .Kız tarafı kızı verirse belirlenen bir tarihte erkek tarafı nişan bohçasını kız tarafına gönderir , nişanı bir erkek başının üzerinde taşıyıp kızın evine götürür. Kızın evinde lokum ve pasta ikram edilerek eğlence düzenlenir. Eğlencenin ilerleyen saatlerinde kurdeleye bağlı olan yüzükler takılarak bir aile büyüğü tarafından kesilir. Nişan gecesi düğün tarihi tespit edilerek düğün için plan yapılır. Düğün tarihi yaklaşınca kızın çeyizlerinin son hazırlıkları yapılır .Düğünün olacağı haftanın son çarşambası gelinin çeyizleri bir arabaya yüklenerek yeni evlerine gönderilir .Oğlan evine giden çeyizler kızın arkadaşları ve akraba kızları tarafından serilir. Çeyiz sandığı eve girerken veya çeyiz sandığı açılırken kız tarafından birisi sandığın üzerine oturur bahşiş almadan da kalkmaz .Çeyizler düğün olduktan on beş gün sonra kaldırılır. Düğünden önce yapılan e önemli etkinliklerden biri de gelin hamamıdır. Günümüzde yaygın olmayan bu gelenek kısmen de olsa sürdürülmektedir. Gelin hamamı düğünden önceki Cuma günü yapılır bunun için erkek tarafı bir hamamı kiralar iki tarafında kadınları hem yıkanıp hem de eğlenirler. Kına gecesi kızın evinde düğünden bir gün önce yapılır .Kına gecesi için erkek evi kız evine kına ve çerez gönderir .kına ve çerezler küçük poşetlere konarak gelen konuklara ikram edilir. Geline “kınalık “adı verilen renkli bir elbise giydirilir. Saçına duvak takılır. Kadınlardan bakır veya darbuka çalmayı bilenler çalıp söyleyerek eğlenceyi başlatırlar. Herkes gelin adayıyla karşılıklı oynar,bu sırada geline para takılır. Sıra kına yakmaya gelince gelin adayı renkli satenden yapılmış pijama veya sabahlığını giyer abdest alır başına bir kırmızı yemeni örterler , hazırlanan kınanın üzerine mum dikilir gelinin eline kaynana altın sıkıştırarak kınayı yakarlar,bu sırada ağlatma havası adı verilen türküler söylenir: Düğün günü erkek tarafı düğün alayıyla kızı almaya gelir Evin önünde davullar çalarak gelen konuklar eğlenir .Süslenmiş olarak gelen gelin arabasından oğlanın annesi ile gelinin evinden “yenge “oturur. Gelin evden çıkarken kızın beline babası veya erkek kardeşi kırmızı bir kurdele takar. Gelin evinden çıkarken kızın arkadaşları veya akrabaları kapıları kapatır , aldıkları bahşiş karşılığında kapıyı açarlar. Başında bayrak bulunan gelin alayı oğlan evine varınca arabadan en son gelin iner eve girerken başına pirinç , şeker , para atarak yeni evine bolluk bereket ve şeker gibi tatlı bir yaşam geçirmeleri dilenir. Eve girmeden önce kayınpeder geline hediye olarak takı takar. Gelin eve girince konuklara kızın çeyizinden çorap , yazma v.b eşyalar hediye edilir .Damat evinde akşam yemeğinde geline tatlı yedirerek gelinin tatlı dilli olması dilenir. Kız tarafı erkek evinden”tavuk alma “ yapar. Tavuk alma içi gelinin arkadaşları ve akrabaları bir araya toplanarak türküler söyleyip oğlanın evine gelirler bu arada oğlan evinde tavuk pişirilerek bir tepsiye konur hazırlanır , yanına bir tepsi baklava konur .Dışarıdakilerden birisi oğlan evine girerek tavuğu ve baklavayı alır türkülerle oğlan evine teşekkür edilir kendi aralarında yaptıkları oyunlarla başka bir yere giden gençler tavuğu ve baklavayı yerler Gelinle damat yalnız kalmadan önce birlikte yemeleri için damat sofrası hazırlanır,içine çerez, baklava , bir bütün tavuk meyve v.b yiyecekler konarak gelinin odasına bırakılır. Gelin bu tavuğun bacağını ayırırsa evde kendi sözünün geçeceği mesajını vermiş olur. Damadı gelin odasına arkadaşları sırtını yumruklayarak sokarlar,Gelin odasında damat geline yüz görümlüğü takar , gelin duvağını açar. Düğünden bir gün sonra Paça günü yapılır Paça günün gelinin kızlıktan kadınlığa geçiş töreni de sayılabilir. Damatla gelin evin büyüklerinin elini öper hep birlikte kahvaltı edilir. Gelin tekrar süslerler kaynanasının aldığı kıyafetlerden giyer gelinin arkadaşları ile damadın arkadaşları birlikte eğlenirler SÜNNET GELENEKLERİ Bursada sünnetler genellikle okulların tatil olduğu dönemde yapılmaktadır. Sünnet olacak çocuğa “Sünnet çocuğu “adı verilir .Çocuğa sünnet elbisesi adı verilen çok süslü parlak kumaşlardan yapılmış şapkalı kıyafetler alınır. Nazar değmesin diye şapkası genellikle mavi renkte ve önünde de maşallah şeridi bulunmaktadır. Sünnetten birkaç gün önce çocuğun parmaklarına kına yakılır .Sünnet çocuğu kıyafetlerini giyerek komşu ve akrabalarını dolaşır ellerini öper eli öpülen herkes çocuğa para verir. Sünnetler genellikle mevlitli ve yemekli yapılmaktadır. Çocuk sünnetten önce araba ile gezdirilir,babasından armağan almadan arabasından inmez. Genellikle öğleden sonraları yapılan sünnet töreni için son yıllarda salon tutulmaktadır. Sünnetçi salona getirilir veya hastanede yapıldıktan sonra salona veya eve getirilmektedir. Sünnetten önce çocuğa sünnet entarisi giydirilir. Sünnet sırasında çocuğu kucağında tutan ve çocuğun yanından ayrılmayan kişiye kirve adı verilir .Kirveler çocuğun sonraki yaşamında da etkin olacak insanlar konumundadır. Davetlilerin duaları ve oldu da bitti maşallah sözleri arasında sünnet yapılır. Çocuk için hazırlanmış olan çok süslü sünnet yatağına yatırılır. Bundan sonra çocuğu eğlendirmek için çeşitli oyunlar oynanır. ASKERLİK-GURBETLİK GELENEKLERİ Askerlik çağına gelen genci askere gideceği günden itibaren bir iki ay boyunca gezip eğlenmesi için serbest bırakırlar. Asker adayı son haftasında bütün komşu ve akrabalarını gezerek vedalaşır onlara “Askere gidiyorum hakkınızı helal”edin der, ellerinden öper . Vedalaştığı kişiler askere para , iç çamaşırı , çorap v.b hediyeler verirler. Askerin arkadaşları davul zurna ile askeri eğlendirmeye çalışırlar. Askere giderken davul zurnalar çalınarak Türk bayrağının altında arkadaşları tarafından havaya atıp tutularak yolcu edilir. Arkadaşları ona komutanlarını dinlemesi için öğütlerde bulunur , kadınlar dualar okurlar,askerin ağlamaması için eline emzik tutuşturulur. Yollarının açık olması ve sağ salim dönmesi için yapılan dualarla askere yolcu edilir. Uğursuzluk getirmemesi için Askerlik süresince askerden gelen mektup yırtılıp atılmaz, görünmeyen yere asılmaz. Askerlik dönüşü aile tarafından un helvası yapılır akraba ve komşulara dağıtılır. Komşu ve akrabalar oğlanın evine gözün aydın kutlamasına giderler. DOĞUM GELENEKLERİ Doğum ile ilgili adet ve inanmalardan önce , çocuğu olmayan kadınların baş vurdukları birtakım işlemler bulunmaktadır. Bunların arasında en yaygın olanı türbeleri ziyaret ederek adaklar adamak ve dualar etmektir. Çocuğu olmayan kadınları başvurduğu yöntemlerden biride Kaplıcalar gitmektir Karamustafa kaplıcasına giden kadılar su akan oluğa elini sokarak gözlerini kapatır ve bakmadan suyu içir bu şekilde kadın içindeki kiri yada uğursuzluğun yok olacağına ve döl tutacağına inanmaktadır. Yine Kaynarca kaplıcasındaki evliya kurnasında yıkanmadan dileklerin gerçekleşmesi ve dertlerine çare bulmakta yarar sağlayacağına inanılmaktadır. Gebe kalan kadının bazı yiyeceklere ilgisi olabileceği düşünüldüğünden yanında pişirilen her yiyecekten yedirilmeye çalışılır.”aşerme”sırasında kadının aklına gelen yiyeceği yememesi çocuğun kusurlu olacağı inancı vardır. Gebe kadının yediği yiyeceklerle doğacak çocuğun cinsiyeti tespit edilmeye çalışılır .Ekşi yiyen kadının kız , tatlı yiyen kadının erkek doğuracağına inanılmaktadır. Ayrıca sakız çiğneyen ve dondurma yiyen hamile kadının çocuğunun sümüklü,ayva yiyen kadının çocuğunun güzel olacağına inanılmaktadır. Çocuk Doğduktan sonra göbek bağı kesilerek temiz bir beze bağlanır,çocuğun dindar olmasını isteyenler göbek bağını caminin avlusuna ,kız çocuklarının göbeği genellimle evin bir yerin sıkıştırılır , okuyup iyi bir eğitim alması isteniyorsa da okulun avlu veya duvarına bırakılmaktadır. Bebek doğduktan bir hafta sonra evde mevlit okutularak loğusa şerbeti kaynatılır. Çocuğun adını koymak için ailede veya çevrede yaşlı veya dini bilgisi olan bir kişi çağrılarak çocuğu adını koyar .Bunun için çocuğu kucağına alan kişi kıbleye dönerek kulağına önce ezan sonra ismini üç kere fısıldar. Genellikle aile büyükleri ile tarihi özelliği olan kişilerin isimleri tercih edilmektedir . Loğusa kadın ile bebeğinin kırk gün süresince kötülüklerden , kötü güçlerden korunması ve uzak durması gerekmektedir. Loğusa kadına ve bebeğe nazar değmemesi için akşam ezanından sonra dışarı çı4kmazlar ,dışarıya çamaşırlarını bırakmazlar,etrafındakiler onu yalnız bırakmazlar,eve gelen misafirler giderken sütünün kesilmemesi için güle güle demez. Loğusa kadını başka bir loğusa kadınla bir araya getirmezler kırklarının karışacağına ve “al basması “yaşayacağına inanılmaktadır. Doğumdan kırk gün sonra bebekle anne kırklanır. Kırklama için kırk tane küçük taş veya fasulye tanesinin her birine “ihlas “okunur ve üflenir ve üflenir. Çocuk ve anne temizce yıkandıktan sonra kullanılan su evin etrafına serpiştirilir. Kırklamadan sonra çocuk ve anne nazar ve diğer kötü güçlerden uzaklaşmış olur .Bebeğe ziyaret ettiği evden şeker yumurta yiyecekler verilerek çocuğun yumurta gibi sağlıklı verimli,gürbüz olması , şeker verilerek tatlı dilli ve cana yakın olması dilenir. Bursada yürüme çağı gelen çocuklara tay simidi –tay turtusu (durdusu )yada adım çöreği töreni yapılmaktadır. Bu tören sırasında bir çöreğin içine yerleştirilen bozuk para kime çıkarsa o kişi çocuğa hediye alır.Yürümeyen çocuk bir dede mezarına (yatıra ) götürülerek önünde gezdirilir. Geç konuşan çocuklara kurban bayramında 7 evden 7 kurban dili alınarak yedirilir,bülbülün su içtiği tastan çocuğa da su içirilir. Bebeğin dişi çıkınca”diş buğdayı “ yapılır,Diş buğdayı kaynatılmış buğdaya şeker katılarak yapılır .Diş buğdayı çeşitli çerezlerle birlikte ikram adilmektedir. ÖLÜMLE İLGİLİ ADETLER Bursa da ölüm karşısında gösterilen davranışlar çeşitlilik gösterse de yapılan etkinlikler aynı motif etrafında gerçekleşmektedir. Ölen kişi karnı şişmesin diye üzerine bıçak konur . Çenesi bağlanır ayaklarının iki baş parmağı bez ile bağlanır ,uzaktan gelecek yakının varsa bir gece bekletilir Ölü yıkayıcı çağrılarak ölüye abdest aldırılır. Kefene sarılır ,tabuta konur ve camiden sela verdirilir .Belirlenen saate cenaze namazı kıldırılır,helalliği verildikten sonra tabut alınır mezarlığa götürülür tabuttan çıkarılarak mezarlığa konulur mezar kapatıldıktan sonra bir ibrikle mezarın üzeri sulanır daha sonra bu ibrik mezarın üzerinde bırakılır .Ölü gömüldükten sonra ölü evinde un helvası kavrularak gelenlere dağıtılır,ayrıca mezarı başında da ölü gömüldükten sonra helva ekmek veya pide dağıtılır. Akşamdan itibaren evde tebareke okunmaya başlanır bir hafta boyunca evde kuran okutulur Yedi günün sonunda evde pilav et veya pide dağıtılır .Bir hafta boyunca ölü evine komşuların yemek getirmeleri ,ölü evine gelenlerin ise yemek yemeleri adetler arasındadır. Ölümün kırkıncı gününde ve de veya camide mevlit okutularak şeker ve lokum dağıtılır. Kırk mevlidinden sonra elli iki mevlidi yapılır Buna akraba ve komşular çağırılır pilav ve ayran dağıtılır. Ölen kişiden bahsederken rahmetli diye anılır,taziyeye gelenler “ölenle ölünmez “”Allah geride kalanlara ömür versin””Allah o yattıkça evlatlarına ömür versin” gibi dileklerde bulunurlar.
  10. _asi_

    Bayramlar, Törenler, Seyirlik Oyunlar

    KILIÇ KALKAN Kılıç kalkan oyunu yada Kılıç kalkan savaş oyunu bilinen tek müziksiz halk oyunu olarak tanınmaktadır.Araştırmalara göre Orhangazi döneminde kurulan talimli ordunun o zamanki yöntemlere göre yaptıkları savaş antremanları daha sonra oyun halini almıştır. Orhangazi Bursa yı aldığında savaşçıları kente Kılıç kalkan gösterisi yaparak girmiştir. Altı önemli figürü olan oyunun her figürünün bir fonksiyonu vardır. Peşrev:Askerlik görevine çağrılışları ve bu çağrıya uyanların askere uğurlanışı sergilenir. Yemin Töreni:Acemi Eğitimi bitirmiş erlerin günümüzde olduğu gibi yemin etmesi gerekir.Burada askerlik görevini kabul ettiğine ve yerine getirmek istediğini namusu ve şerefi üzerine ant içilir ,yemin kılıçlar üzerine edilir. Eğitim:Askerlerin savaşa hazırlanması için askerlik öğrenimine götürülerek savaş uygulamasının öğretilmesine denir.Savaşa hazırlanış ve savaş sahneleridir.Oyundaki figürler ,Kılıç bileme, Silah bilgisi ve bakımı cenge girişme , vuruşma becerisinin uygulanması , hasmı tartma ve tanıma yeteneğinin kullanılması sergilenir. Cenk ve Sulh Sözleşmesi:İki karşı taraf cenk için dizilirler savaşa tutuşurlar .Oyunda varolan ritim bu savaş oyunu sırasında kaybolur yerini gürültü alır.Cenkten sonra savaş bırakışmasına gidilir.iki taraf savaşı durdurur.Oyunda bu üç bölüm için ayrı deyimler kullanılır.Helalleşme, cenkten önceki durumlar için Muhabere, savaş kısmı için ve gene aynı bölüm için mubareze,mütarekede savaş bırakışması için kullanılmaktadır. Anlaşma Devresi:Savaşın bırakılması için taraflar arasında görüşme yapılması gerekir.Cengaverin bu arada uyanık olması yalancı sözlere, pusuya düşmemesi gerekir.Cengaverin silahını isteyen bir kişinin sözüne uyup silah değiştirmek amacıyla kılıcını savurup atması üzerine diğer tarafın kendisine saldırdığı bir uyarlama ile işlenmiştir.Bu bölüme oyun içinde silah değiştirme adı verilmiş ve sindirme sözcüğü de bu bölüm için kullanılmıştır. Ara Savaşı:Cengaverler birbirlerinin yardımına koşarlar iki taraftakilerin kendi arkadaşlarına katılması ile ara savaş başlar .Bu savaş sırasında da ritim yoktur.Toplu savaş bırakışması açıklanır ve savaş dönüşü sevinç yaşanır. ULUDAĞ TÜRKMEN OYUNU Bursa yöresine özgü oyunlarda el kol bağlantıları yoktur elde genellikle zil veya kaşık gibi ritm aletleri bulunur. Bu oyunlar güvende, Sekme (yüksek hava), düz oyun, büyük oyun(alçak hava) ve Cezayir olarak oynanmaktadır. Güvende:Bu oyunun dans ve ezgi yönünden birden fazla çeşidi vardır.bunlar “Oğlan adın İsmail,Usul usul, ve kıyıdan” türküleridir.Ritimler canlı olduğu için oyunlarda hareketlidir.Ezgiler iki bölümdür birinci bölüm giriş ikinci bölüm oyun bölümüdür. Sekme (Yüksek hava):Bu oyun 9/8 ölçülü aksak tartımlıdır.İki yada daha fazla oyuncu ile oynanır.Ezgileri üç bölümden oluşur.Birinci bölüm giriş , ikinci bölüm ezginin sözlü bölümü daha sonra oyunun üçüncü ve son bölümüne geçilir .Oyun ritim bakımından aynı hızla devam eder,canlı ve coşkulu bir oyundur. Düz Oyun:Erkeklerin oynadığı 2/4 ve 4/4 ölçülü , ezgisi çifte telliyi andıran sözsüz oyunlar ile kadınlar tarafından oynanan4-5 zamanlı 9/8 aksak tartımlı oyunlardır.Bu tür oyunlara dar oyunda denir ancak kadınların oynadığı “Menevşesi Tutam Tutam” (Menekşeli gelin) Bursanın ufak tefek taşları, Dereler doldu taşınan Yolunda çiçek türküler eşliğinde oynanır. Cezayir:Cezayir uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğunun himayesinde kalmıştır.Cezayir’in 1892 yılında Fransızların işgali sırasında Müslümanların katledilmesi üzerine yakılmış bir ağıt olduğu düşünülmektedir.Uzun ve kırık hava olarak çalınmaktadır. Ritmi ağır ve aksaktır,hemen her kınada geline oynatılmaktadır.Köylere gelin almaya giderken davul zurnayla çalınır.kadınlar kendi aralarında kaşık ve bakır çalarak da Cezayir oyununu oynarlar. RUMELİ OYUNLARI Rumeli oyunları Balkan Ülkelerinden ve Rumeli den gelen insanların oynadıkları oyunlardır. Paydos Oyunu:Düğünlerde yeni evli çiftin oynadıkları ilk oyundur.Bu oyunda gençlerin bekarlığa son vermesi ifade edilmektedir. Çiftçi Köçekçe Oyunu:Toprağın ekiminden hasadına kadar geçen süre esnasındaki işlevlerin ritmik olarak ifade edilmesidir.Ekme, çapa ,kırma ,biçme, hasat anlatılır. Oyun sırasında durgun figür ekinin olgunlaşması için geçen süreyi ifade eder. Karadağ Oyunu:Karşılama türü bir oyundur Karadağ da olan kanlı savaşlardan sonra zaferi simgeleyen ve hasattan dönen delikanlıların genç kızlar tarafından karşılanmasını ifade eder. HACİVAT VE KARAGÖZ Bursada seyirlik oyunlardan Köy seyirlik oyunu ve Karagöz Hacivat gösterileri yaygın olarak düzenlenmektedir. Gölge oyunlarının ülkemizdeki temsilcisi olan Karagöz ile Hacivat tiplemelerinin Bursa da yaşadığı ve Ulucami inşaatında çalıştıkları ile ilgili çeşitli anlatılar bulunmaktadır. Bu anlatıya göre Karagözle Hacivat demirci ve duvarcı ustası iken Ulucami inşaatında çalışıyorlarmış Çalışırken sürekli konuşmaları ve birşeyler anlatarak diğer işçileri meşgul etmeleri yüzünden cami inşaatında aksamalar olmaya başlamış Orhangazi bu durumu haber alınca Karagözü yakalatarak idam ettirmiş Hacivatınsa kaçarak canını kurtardığı anlatılmaktadır. Karagözün öldürülmesi hem halın hem de işçilerin moralini bozunca Orhangazi de bu duruma çok üzülmüş.Şeyh küşteri Padişahın üzüntüsünü gidermek için Karagözle Hacivatın resimlerini yada deriden yapılmış tasvirlerini perdenin arkasında oynatarak Karagözle Hacivatın konuşmalarını perdede canlandırmıştır .O günden sonra Karagözle Hacivatın Konuşmaları ve deriden yapılmış tasvirleri bir perdede oynatılarak insanların izlenimine sunulmuştur .Günümüzde Bursada Karagöz ve Hacivat geleneği sürdürülmektedir .Karagöz ile Hacivatın anıt mezarları karşısında faaliyet yürüten Karagöz evinde hem bu gelenek yaşatılmakta hem de bir sonraki kuşaklara aktarılması için genç hayali ustaları yetiştirilmektedir. DEVE OYUNU Deve Oyunu Bursa’nın dağ köylerinde Kurban bayramının üçüncü günü yapılmaktadır. Deve yapan gençler deve ile birlikte her evin önünde oynayarak omuzlarındaki çuvala yiyecek isterler. Kurban kesen herkes oyunculara özellikle et verirler. Oyun hava karadıktan sonra oynanılır . Oyunun oynanmaya başlandığını bildirmek için davullar çalınmaya başlar, davulun sesinden köylüler oyunun başlamak üzere olduğunu anlarlar .Oyunun oynanacağı alan aydınlatılmak için büyük meşaleler yakılır .Deve oyununu sadece bekar erkekler oynayabiliyor. Deve oyununda çeteler (efe ),Kızlar , Deve başkanı (kızların babası )Damat bulunmaktadır. Çetelerden bir kişi arap olur .Oyunda iki kişi omuzlarına merdiven alırlar Devenin sırt kısmını küfe ile yaparlar keçi kılından yapılmış çulu da üzerine örterler Devenin başı ölmüş bir hayvana ait olan kafatasından yapılır .Devenin boynuna çan takılır bir kişi deve başkanı olur deveyi çeker bu kişi aynı zamanda kızlarında babasıdır.5-6 kişi çete olur ,çete olan kişilerin başlarında sarık sırtlarında yastık bağlanır koyun veya keçi derisi sırtlarına sarılır. Çete giyimine “efe giyimi “de denir. Çete olan kişilere boyalarla veya yosunla bıyık yapılır. Çeteler deveyle beraber gezerler kimse deveye yaklaştırılmaz Kızları oyuncular dışında kaçıran olursa çeteler (kızların abileri ) onları bulup getirirler. Deve oyununu içinde birde kız satma yapılır Kızların babası oyuncular dışında birini damat olarak çağırır kızlarından da birini çağırır .Kızla oğlan kabul ederse birlikte oyun oynarlar ama kızın abileri damadı sopayla kovalarlar. Çeteler müzik eşliğinde oyunlar Köroğlu oyunu oynarlar. Seyircilerden birini seçen çete ellerindeki oyuncak bıçaklarla seçtikleri kişiyi kesiyormuş gibi yaparlar kurban kesimi sırasında yapılan işlemler canlandırılır. Oyunda kızları oynayan erkekler şalvar ve üç etek giyerek başlarına yazma takarlar. Arap olan kişi yüzüne siyah boya sürerek komik hareketler yapar ve herkesi güldürmeye çalışır bu arada yörede oynana halk oyunlarında örnekler sunar. Deve oyunu günümüzde de oynanmaktadır.
  11. _asi_

    Bursa halk edebiyatı

    HALK EDEBİYATI EFSANELER CENNET BURSA EFSANESİ “Vaktiyle her Süleymandan içeri bir Hazreti Süleyman varmış Alnında Peygamberlik nuru yanar başında Hükümdarlık tacı yanarmış Tanrı ona “Mührü Süleyman “derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş bu sayede dağa taşa hükmeder olmuş oturduğu taht ne altın ne fildişi ya cin ya peri işi tahtırevanmış , böylece dünyanın dört bir yanını dolaşarak ağlayanla ağlar gülenle gülermiş,Günlerden bir gün tahtına kurulmuş sağ vezirini sağ tarafına sol vezirini sol tarafına alarak havalanır göklere Dağlar eğim eğim eğilir , yollar erem erim erir göz açıp kapayıncaya kadar varırlar dağların dağı Uludağın tepeciğirne bir bakar ki ne baksın Bu dağın bir kanadı ses bir kanadı renk bir kanadı su , bir kanadı ışık , Hazreti Süleyman “Yaratan neler yaratıyor “ der parmağı ağzında kalır Sağına dönersağ vezirine “Avezirim sen çok gezdin çok gördün bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun “diye sorar , “Ey benim Sultanım Efendim Tanrı her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar deyince Hazreti Süleyman bu söze mührünü basar Sol vezirine dönüp “A banim vezirim sen çok gördün çok yaşadın Dünyada bu güzellikten üstün bir güzellik var mı ?”Sol vezirde “Var vezirim var Öyle dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir.”Su pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama hiçbinri ayın ondördü Sultan gibi ay ile bahsedip gün ile doğamaz “ deyip kesince Hazreti Süleyman bu sözede mührünü basar son sözü kendi alıp “Ey benim vezirlerim bu yerlerin bir insan eksiği var dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı böyle kaybolup gitmezdi bu bir;üstelik bunlara her güzellikten üstün insan güzelliği katılırdı .bu iki;şimdi sizde benim bu sözüme bir mim koyarsınız şu yaylaları yurt edinlelim , saray yaptıralım köşkü beraber içinde bahçesi suyu beraber....B saraya güzeller güzeli Belkıs’ın tahtını kuralım bu bahçeyede dilediği gülü bülbülü konduralım Vezir ler mim koymaya kalmadan taş dile gelip “Belkıs , Belkıs diye inim inim inler Hazreti Süleyman o saatten tezi yok perilerini başına toplayarak konuşacakken perilerden biri niyetini anlayarak dilsiz anlatır onlara “Ya Süleyman , Can kavmi “ derler bir kavim buralara bir şehir kurmuş ama “Cin “ kavmi dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştur.Bin Yıl döğüştüler sonu ne onlara kaldı ne bunlara tufan gelip sular altında bıraktı şehri işte bu dağın eteğinde gördüğün göller , göl değil,tufanda göllenip kalmış sudur;O Şehirde sözümona bu göllerden birinin altında yatıp duruyor.deyince Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar Vezirlerde birer mim koyar söze , bunun üzerine su perileri sulara dalar , suları boşaltıp can şehrini çıkartırlar dağ perileride dağlara tıırmanır getirecekleri kadar mermer taş , mermer direk, bir saray kurarlar ,köşkü beraber , bahçesi suyu ile periler uğraşırken Hazreti Süleyman kuşun kanadında dört bir yana haber gönderip cümle ela gözlülere “Buyur “ eder Nerde var nerde yok ela gözlülerde gelir bu şehre yerleşir Belkıs Sultanda varıp sarayına tahtına kurulur şehirde şehir olurşağ vezir sağ gözüyle görür “Cennet Burası “der meğer sol Vezirin kulağı biiraz ağırmış Cennet Bursa anlamasın mı ?Ogün bugün bu şehrin adı “Bursa “ kalır . ATA SÖZLERİ Ata sözleri genellikle ders vermek veya içinde bulunulan durumu kısaca açıklamak amacıyla kullanılmaktadır. Yaşanmış ve insanımızın büyük deneyimleri ile günümüze kadar gelmiştir. Duygu düşünce , tasarım ve imgeler kalıplaşmış atasözleri ile anlatılmaktadır. -Acele ile menzil alınmaz -Acı acıyı su sancıyı savar -Acıkan ne olsa yer acıyan ne olsa der -Aç at yol almaz aç it av almaz -Ağaca balta vurmuşlar sapı bedenimden demiş -Ağaç dikenin , tohum ekenin -Ağalık vermekle yiğitlik vurmakla olur -Ağır yongayı yel kaldırmaz -Ağustosta suya girenin baltası kesmez buz olur , onbeşinde kız olur. -Akıllı düşününceye kadar deli oğlunu everir -Alçak eşeğe binmek öksüz çocuk dövmek kolay -Alçak yerin tepeciği dağ görünür -Allah kirpiyi yaratmış yılan için Gürcüyü yürütmış yalan için -Arap eli öpmekle dudak karamaz -Arif isen bir gül yeter kokmağa hoyrat isen gir şu bağı yıkmağa -Ay doğar yediğinden insan utanır dediğinden -Az yiyen az uyur çok yiyen güç uyur -Babası oğluna bir bağ vermiş oğlu babasına bir salkım üzüm vermemiş -Baktın deli dön geri -Balık demiş ki etimi yiyen doyması avımı yapan onması -Beğendi isen işte kapı beğenmedi ise işte mancınığın sapı -Ben ağa sen ağa bu ineği kim sağa -Bir abam var atarım nerde olsa yatarım -Çocuklu karı eşekli dayı ile yola çıkma -Dağ dağ üstüne olmuş ev ev üstüne olmamış -Delikli taş yerde kalmaz , deli kız evde kalmaz -Deve kabeye gitmekle hacı olmaz -Deve tezeğinden adam izinden belli olur -Ekmek kuru Pekmez curu böyle evde kim duru -El İçinde ağlayan iki gözden olur yar için dövünen iki dizden olur -Erine göre bağla başını tencerene göre pişir aşını -Evlat kemik torun ilik -Gavurun alına , Çingenenin falına inanma -Gençlikte taş taşı , kocalıkta pişir aşı -Göğe direk denize kapak olmaz -Görmemiş görmüş gülmeden ölmüş -Gözü tanede olan kuşun ayağı tuzaktan kurtulmaz -Halının tozu delinin sözü bitmez -Her ağacın dibinde yatılmaz -İyi sürtün de geç , kötüden sakında geç -Kabahati samur kürk yapmışlar kimse giymemiş -Kara yağızın esmeri yoluna kurban kesmeli -Kadı yalan söyler gübre yalan söylemez -Kılla akıl bir arada bulunmaz -Kötü komşu insanı ev sahibi yaparmış -Söğüt odunu odun olmaz belemeden kadın olmaz -Tarlanı gez de seç suyunu süz de iç -Tok ağırlaması güç olur -Türk’ün ağası Arnavutun kahyası , Çerkezin beyi ... -Türkün aklı sonradan gelir -Yanık yerin otu tez biter -Yılanın sokanı uyumuş aç kalanı uyumamış BİLMECELER Bilmceler ,genellikle ölçülü ve kafiyeli seslerden oluşan zeka geliştirici ,eğlenmek ve düşündürmem amacıyla en az iki kişi veya iki gurup arasında oynana bir Halk Edebiyatı ürünüdür. Karşıda bir ay doğmuş Ayı görenler olmuş Anası kundakta iken Kızının kızı olmuş (GÜL) Ha gitti kuşum Burnu gümüşüm Avı dağlarda Gözü yuvada (ARI) Attım rafa Bir kuru kafa Yemesi tatlı Maymun suratlı (FINDIK) Allah yapar yapısını Kul açar kapısını (KARPUZ) Bir küçücük arpacık Başında var tablacık (ÇİVİ) İçi taş dışı taş İçinde dön dolaş(MİNARE ) Karınca kakarınca Yola gider ince ince (DİKİŞ MAKİNESİ ) Dışı kazan karası İçi Peynir mayası (KESTANE ) Bende var sende var Binbir kuru dalda var (AD) Çam ağacını oydular İçine dünyayı koydular Söylesin diye Kulağını burdular (RADYO) Kuyruklu kumbara Buğday taşır anbara (KAŞIK) Patuna pat pat Etekleri Kat kat (LAHANA ) Uzun uzun uzarlar Boynuzunda buzağılar MISIR)
  12. _asi_

    Bursa Mutfak Kültürü

    BURSA YEMEKLERİ ÇORBALAR TARHANA ÇORBASI: Tarhana çorbası kışlık yiyecek olarak yapılıyor. Köyde muhacir ve yerli tarhana olarak iki çeşit tarhana yapılıyor Muhacir tarhanası; mayalanan yoğurdun içine soğan rendeleniyor malzemesine göre yumurta kırılıyor karabiber acı biber ve tarhana kokusu adı verilen baharat karışımı yoğurda katılıyor . Nane konduktan sonra alabildiği kadar unla hamur haline getiriliyor. Muhacir tarhanası yaş olarak tüketiliyor , kavanoz veya plastik bir torbanın içinde buzdolabında saklanıyor. Muhacir tarhanasını pişirmek için tarhana suda bekletilerek eziliyor tencerede tereyağı ve nane kavrularak üzerine tarhanası kaynayıncaya kadar karıştırılıyor. Kurutulmadan saklandığı için kuru tarhana kadar çok yapılmıyor kısa sürede tüketiliyor. Yerli tarhana olarak bilinen tarhananın içine yoğurt soğan ve domates rendeleniyor, karabiber, pul biber nane ve ekmek mayası konduktan sonra unla hamur haline getiriliyor. Mayasının gelmesi için sıcak bir yere konarak bekletiliyor. Mayası geldikten sonra tekrar yoğrularak bekletiliyor bu işlem birkaç kez daha tekrarlandıktan sonra parçalara bölünerek temiz ve kuru bezlerin üzerine seriliyor güneşte kurutuluyor tam olarak kuruması beklemeden “göze” adı verilen elekten geçiriliyor, günümüzde gözelerin yerine mutfak robotları kullanılmaktadır. Kurumuş tarhanalar bez torbalara konularak saklanıyor. Yerli tarhanayı pişirmek için suda bekletiliyor tereyağı ve nane tencerede kavrulduktan sonra tarhanası ekleniyor kaynayana kadar karıştırılarak pişiriliyor. Tarhana çorbası yapımı kolay olduğundan her öğün pişiriliyor. Özellikle yaz mevsiminde bütün gün tarlada çalışan kadınlar akşam yemeği için kolay yapılan yiyecekleri tercih ediyorlar. DEDE ÇORBASI: (Kesme Hamur Çorbası): Dede çorbası köyde bulunan yatırın başında yapıldığı için bu adı almıştır. Bugün yatır köyün mezarlığına kaldırılmış ve insanlarında yatıra ilgisi kalmamıştır. Adak adayanlar çocuğu konuşmadığı veya yürümediği için yatırın başında dede çorbasını çocuklarına içiriyorlardı böylece konuşamayan çocukların konuşacağına yürüyemeyenlerin de yürüyeceğine inanıyorlardı . Günümüzde bu tür inançlar azaldığı gibi dede çorbası günlük olarak ve ölünün ardından üç gün sonra pişiriliyor. Ölü evine gelenlere ikram ediliyor. Dede çorbası yapmak için un tuz ve su ile hamur yapılıyor eğer çorba az yapılacaksa bir bezelik hamur yapılıyor . Beze erişte kalınlığında açılıyor oklavaya doladıktan sonra bir parmak kalınlığında parçalara kesiliyor. Şeritler halindeki parça hamurlar bıçakla yenide küçük dikdörtgen parçalar kesiliyor, eğer daha küçük parçalar isteniyorsa dikdörtgen şeklindeki hamurlar tekrar ortadan ikiye bölünüyor. Dede çorbası sade hamur ile yapıldığı gibi farklı malzemelerle de yapılıyor. Tavuk suyunda veya tavuklu nohutlu olarak da pişiriliyor. Çorbanın kıvamını tutturmak için içine biraz un katılıyor. Çorbayı ocaktan almadan önce tereyağı ve nane bir kapta eritildikten sonra çorbanın üzerine dökülüyor. Kolay bir çorba olduğundan ramazanlarda ve yazın tarladan döndükten sonra hazırlanarak tüketilmektedir. SİPSİ: Şipsi için 1 adat tavuk göğsü ,1 litre süt ,4-5 diş sarımsak, 2 litre su , 1 tatlı kaşığı biber salçası 1 tatlı kaşığı domates salçası 2 yemek kaşığı un,3 yemek kaşığı sıvıyağ veya tereyağı kullanılmaktadır. Yapımı için 2 litre suda tavuk göğsü haşlanır tavuk göğsü pişmek üzereyken içine tuz atılır. Tavuk göğsünün dağılmaması için dikkat edilmesi gerekmektedir. Bir tencereye yağ ve yağ ve salça konularak kısa bir süre kavrulur, üzerine süzülmüş tavuk suyu eklenir. Başka bir kabın içerisine süt ile un iyice çırpılarak kaynamakta olan suyun içine dökülür üzerine tuz ilave edilir .Sürekli karıştırılarak dibinin tutmaması engellenir. Bu arada tavuk göğsü küçük parçalara bölünerek küp şeklinde doğranır, doğranmış tavuklarda çorbaya eklenerek birkaç dakika da tavuklarla birlikte kaynatılır. Ocaktan almak üzereyken çorbanın üzerine isteğe bağlı olarak kırmızı pul biber dökülür. Şipsi çorbası özellikle ova köyleri ile Karacabey , Yenişehir ilçelerinde yapılmaktadır. BALIK ÇORBASI: Balık çorbası için özellikle sazan balığı ile yapılmaktadır. Bunun için 500 gr ayıklanmış sazan balığı1 diş sarımsak, 2 küçük kuru soğan,yarım demet maydanoz,1 tatlı kaşığı nane,1 çay kaşığı un , bir tatlı kaşığı tuz, yarım çay bardağı yağ, yarım çay bardağı salça , 1 tane limon. Yapılışı için temizlenmiş sazan balığını bir tencere içine 1 diş sarımsak , 1 küçük soğan dörde bölünerek atılır .Yarım demet maydanoz ve 1 adet limon ile kaynatılır .Soğuduktan sonra suyu malzemelerle birlikte kevgirden geçirilir .Elde edilen su bekletilir .Başka bir tencerede yağ ve ince kıyılmış soğan kavrulmaya yakın un ilave edilir,ardından salça ilave edilerek bekleyen balık suyu tencereye ilave edilip kaynamaya bırakılır .Su kaynamaya başlayınca nane ve tuz ilave edilir. Son olarak ayıklanmış balık etleri eklenir. Bu şekilde bir süre daha kaynatıldıktan sonra ocaktan alınır. İstenirse servis sırasında kıyılmış maydanoz ve limon ilave edilebilir. Balık çorbası Bursa’nın özellikle göl kıyısında olan ilçelerinde İznik , Orhangazi Mustafakemalpaşa gibi ilçelerinde yapılmaktadır. HAMUR TUTMA ÇORBASI : 2 su bardağı un , 1 yumurta , 2 tatlı kaşığı tuz ,2 su bardağı yoğurt,1 kaşık tereyağı , 1 tatlı kaşığı nane, 1 tutam maydanoz. Yapılışı için 1 su bardağı un ,1 yumurta,1 tatlı kaşığı tuz.1 çay bardağı suyla hamur tutulur,hamur bıçak sırtı kalınlığında yufka olarak açılıp üzerine un serpilerek oklavaya sarılıp boydan boya kesilir. Düz bir dikdörtgen haline gelen kat kat hamur iki parmak eninde parçalara ayrılarak erişte inceliğinde kıyılır. Kıyılan hamurlar kaynar tuzlu suda haşlanır,yaklaşık beş dakika süreyle haşlanan erişteler ateşten alındıktan sonra bir miktar suyu süzgeçte süzülür üzerine bir bardak soğuk su dökülür.2 su bardağı yoğurt iyice çırpılır çorbanın suyuyla yavaş yavaş çorbanın içine ilave edilir. Başka bir kapta bir kaşık tereyağı eritilerek nane içine katılır ve çorbanın üzerine dökülür. Maydanoz yaprakları çorbanın üzerine ilave edilir. Bu şekilde sıcak veya soğuk olarak servis yapılır. OĞMAÇ ÇORBASI : Oğmaç , un ve su ile yapılan hamurun iki elin içine alınıp ovularak oluşan küçük hamur topaklarına deniyor. Oğmaç çorbaları sade olduğu gibi mercimekli , kuru fasulyeli vb. malzemelerle de pişirilmektedir. Oğmaç çorbalarına dede çorbasında veya erişte çorbalarında olduğu gibi tavuk suyu veya tavuk eti konuyor. Çorbanın malzemeleri piştikten sonra tereyağı veya margarin ile nane bir kapta yakıldıktan sonra çorbanın üzerine boşaltılıyor. İŞKEMBE ÇORBASI : İşkembe çorbası düğünlerde düğün yemeği olarak veya özel günlerde pişiriliyor, bu günlerin dışında kurban bayramlarında da işkembe çorbası pişirilmektedir. İşkembe çorbası için temizlenmiş işkembe ile kelle bir süre haşlandıktan sonra , küçük parçalar halinde doğranıyor bir tencerede bir miktar su ile tekrar biraz daha pişiriliyor kıvamı için içine bir miktar un konuyor katıklama adı verilen terbiyesi için bir miktar yoğurt ve yumurta bir kapta karıştırılıyor çorbanın üzerine dökülüyor. Sıcak olarak servis yapılıyor. Servis sırasında çorbanın içine sirke ile bir miktar sarımsak ilave edilmektedir. ANA YEMEKLER MUMBAR DOLMASI : Mumbar dolması birkaç yıl öncesine kadar sadece kurban bayramlarında kurbanın bağırsaklarından yapılırken , günümüzde kurban bayramlarının dışında sakatatçılardan alınan bağırsaklarla mumbar dolması yapılmaktadır. Mumbar dolmasının harcı için kırık veya normal pirinç bir miktar suyla yumuşayıncaya kadar suda pişiriliyor, diğer taraftan akciğer bıçak veya satırla ince ince kıyılıyor. Akciğerler tuz,karabiber ve kırmızı biberi de pirincin içine atıldıktan sonra bağırsaklar hazır alınmışsa , temizlenmiş olduğundan huni bağırsağın ucuna takılarak huni yardımıyla harç bağırsağa dolduruluyor. Bağırsaklar temizlenmemişse hortum yardımıyla iyice temizleniyor sonra harç içine dolduruluyor. Bağırsaklar çok fazla sıkıştırılarak doldurulmuyor, ağızları iple bağlanıyor, harcın pişmesi için toplu iğne ile bağırsakta delikler açılıyor suda pirinçleri yumuşayana kadar pişiriliyor. Suda pişirilen bağırsaklar eğer kızartılacaksa lokum gibi kesilerek parçalara ayrılıyor, yumurta veya una bulanan parçalar sıvı yağda kızartılıyor. kızartma işlemi ile mumbar dolması ağır bir yemek haline geldiğinden özellikle yaşlılar mumbar dolmasını kızartmadan tüketmektedirler. CİĞER SARMASI : Ciğer sarması çok zahmetli bir yemek olduğundan özel günlerde ve misafirlere yapılmaktadır. Kurban bayramlarında kurbandan alınan ciğerin üzerini kaplayan ince yağ tabakası ve karaciğer ile hazırlanmaktadır. Karaciğer bıçakla ince ince kıyıldıktan sonra yağda kavruluyor üzerine suda haşlanmış pirinç konuyor tuz karabiber, kırmızı pul biber, bazıları bu harcın içine tarçında eklemektedir. Sarma işleminde kullanılacak yağ tabakası makasla parçalara bölünüyor, küçük bir kasenin içine bu parçalar yerleştirildikten sonra içine harcı konuluyor üzeri sarma ile kapatılıp kase ters çevriliyor böylece sarma hazırlanmış oluyor , kalan diğer parçalarda aynı işlemden geçirilip tepsinin içine dizildikten sonra tepsiye bir bardak su eklenerek fırında veya ocakta bir süre pişiriliyor. Suyunu çekince üzerine kapak kapatılarak dinlendiriliyor. Ciğer sarması genellikle sıcak olarak tüketiliyor.ağır bir yemek olduğundan öğlen yemeklerinde tüketmeye çalışılıyor. Ciğer sarması yanına ayran veya salata ile servis yapılmaktadır. Son yıllarda ailelerin küçülmesi ve zahmetli olması dolayısıyla sucuk yapılmamaktadır. İnek veya koyunun başı pişirildikten sonra daha sonra yemek üzere konservesi yapılmaktadır. Pişen etler tuzlanarak cam kavanozlara yerleştiriliyor sıcakken kavanozların kapakları sıkıca kapatılıyor. Konservesi yapılan baş ve etlerinden baş çorbası yapılıyor veya sade et olarak yeniyor. Kurban bayramlarında kurbanın ilk önce böbreği pişirilerek yeniyor böbrek ince ince kıyıldıktan sonra içine kurbanın yağlı etlerinden ilave edilerek kavruluyor, Kurban bayramında kurbanın ciğeri de tencerede kavrularak pişiriliyor. İNEGÖL KÖFTESİ : İnegöl Köftesinin asıl kaynağı Bulgaristan’ın Filibe vilayetinin Pazarcık ilçesidir. İnegöl köftesinin “İnegöl Köftesi “ olarak dünyaya tanıtan kişi uzun yıllar önce Pazarcıktan İnegöl’e göç eden Mustafa oğlu İbrahim Besler dir. Bu aile Pazarcıkta “ Köfteciler “ olarak anılmakta ve köftecilik babadan oğula geçen bir meslek haline gelmiştir. İnegöl Köftesi için 750 gr dana kaburgası , 250 gr. kuzu eti , orta boy 2 baş soğan,10 gr. Tuz,karbonat gerekmektedir. Yapılışı için Etlerin sinirleri iyice alınır ,Geniş aynalı kıyma makinesinde çekilir. Tuz ve karbonat katılarak iyice yoğrulur et bir kabın içine konarak bir gün dinlenmeye bırakılır. İkinci gün et ikinci kez makineden geçirilir Çekimden sonra soğanlar ince ince kıyılarak etin içine karıştırılır. Soğanla birlikte yeniden harmanlanan köfte harcı elde yuvarlanıp yassılaştırılırak köfte haline getirilip ızgarada pişirilir. İnegöl Köftesinin içine yumurta ekmek gibi malzemeler katılmaz DAMAT PAÇASI : 300 gr tavuk eti , 3 adet yufka , 125 gr. Margarin SOSU İÇİN : Bir buçuk bardak tavuk suyu ,bir buçuk çorba kaşığı un, 3 diş sarımsak ,1 adet yumurta , 1 çorba kaşığı sirke , 1 çorba kaşığı tuz , 1 çay kaşığı kırmızı biber. Yapılışı : Tavuk eti bir miktar suyla tencerede haşlanır,bu arada bir fırın tepsisi yağlanarak üzerine il yufka serilir arasına eritilmiş margarin dökülür. Yufkalar börek yapar gibi tepsiye yerleştirilir. Önceden ısıtılmış fırına konup üzeri kızarıncaya kadar fırında bekletilir. Fırından çıkartılan yufkalar soğuduktan sonra üzerine haşlanan tavuğun suyundan bir su bardağı dökülür ,Tepsinin üzeri kapatılarak bir süre dinlendirilir. Daha sonra haşlanan tavuk eti küçük parçalar halinde didilir ve yufkanın üzerine yerleştirilir. Bu arada beşamel sosu hazırlanır; Tavuk suyu ,un, dövülmüş sarımsak , yumurta sirke tuz karabiber karıştırılarak muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Hazırlanan beşamel sosu tepsiye tavukların üzerine dökülür .Küçük bir tavada tereyağı eritilir içine kırmızı biber eklerin. Servis sırasında tereyağı tabakların üzerine gezdirilir. ETLİ KEREVİZ : 5 adet iri kereviz 500 gr. Kuşbaşı et, 1 adet patates, 1 adet havuç, 2 adet soğan, 3 adet domates3 adet sivribiber, 1 yemek kaşığı salça , 2 diş sarımsak ,yarım demet maydanoz, yarım limon, 2 su bardağı sıvıyağ , 1 tatlı kaşığı tuz, 1 çay kaşığı karabiber ,1 tatlı kaşığı pul biber , 2 su bardağı et suyu , 100 gr . kaşar rendesi. Yapılışı : Kerevizler soyulup ortadan ikiye bölünerek içleri oyulur ,kararmamsı için limonlu suyun içine atılır. İçinden çıkan parçalar,patates ve havuçlar zar büyüklüğünde doğranır .Doğranmış etler iki kaşık yağla kavrulur , suyunu salıp çekince doğranmış olan havuç ve soğan ilave edilir ,ince kıyılmış sarımsaklar, domates ve biberler ilave edilerek bir yemek kaşığı salça ve baharatla tuzu ilave edilir, iki su bardağı su veya et suyu ilave edilerek etler yumuşayıncaya kadar pişirilir. Kerevizler yağda kızartılır tepsiye dizilir içlerinden çıkan kereviz ile patatesler de kızartılır .Pişen etle birlikte kızartılan kereviz, patates,maydanoz harmanlanarak kerevizlerin içine yerleştirilir. üzerlerine kaşar rendesi serpilir etlerden süzülen salçalı sos tepsiye dökülür bu şekilde fırınlanır kaşar peyniri eriyince fırından çıkartılır maydanoz ,kereviz yaprakları ve domatesle servis yapılır. ZEYTİNYAĞLI KESTANELİ LAHANA DOLMASI (40-50- adet için 1 adet dolmalık büyükçe lahana 3 su bardağı pirinç,750 gr. Kestane,150 gr. Kuru üzüm,3 adet kuru soğan, 1 – 1,5 su bardağı zeytinyağı,3+3 su bardağı su , 3 tatlı kaşığı tuz, 2 tatlı kaşığı şeker, 5 tatlı kaşığı kuru nane, 3 tatlı kaşığı yenibahar, 1 tatlı kaşığı tarçın 1 tatlı kaşığı karabiber. Yapılışı: Kuru soğanlar küçük küçük doğranarak zeytinyağında kavrulur ,içine tuzunu 3 bardak suyunu katarak kaynaması beklenir ,kaynayan suya pirinçleri katılır .Pirinç suyunu çekince nane, şeker ve baharatlar katılır karıştırılır en son ayıklanıp yıkanmış üzümler, az haşlanıp yıkanmış kestaneler katılıp tekrar karıştırılır, tencerenin kapağı kapatılarak dinlenmeye bırakılır. Haşlanıp tek tek ayrılan lahanaları hazırladığımız içe sararak tencereye önce lahananın koçanları sonra sarmalar konur sarmalar tencereye sıralı olarak yerleştirilir harç bitince üzerine 3 bardak su eklenir , dolmaların üzerine bir kapak kapatılarak pişme sırasında dolmaların dağılması önlenir. Orta ateşte pişmeye bırakılır dolmalar tenceredeki bütün suyu çekince ocağın altı kapatılır soğumaya bırakılır. Tencerenin üzerine bir tepsi yerleştirilir, tencere ters çevrilerek dolmalar dinlenmeye bırakılır. Kestaneler istenirse haşlamak yerine kızartılarak da dolmaya katılabilir. KEŞKEK Keşkek özel gün ve bayramlarda yapılan bir yemek , Keşkek için buğday yada yarma tavuk , tereyağı kimyon , karabiber. Malzemelerin miktarları yapılacak kişi sayısına göre ayarlanmaktadır. Buğday bir gün önce suya konup bekletilir yumuşayınca suda haşlanır. Buğdaylar iyice piştikten sonra eskiden büyük kazanlarda yapıldığı için keşkek küreği adı verilen küreklerle günümüzde ise tencerelerde yapıldığında tahta kaşıkla buğdaylar iyice ezilir. Buğday bulamaç haline gelinceye kadar ezilir. Ayrı bir yerde tavuk pişirilir, dövülmüş olan buğdayın üzerine pişmiş olan tavuklar küçük barçalara bölünerek atılır. Bir süre daha tavuk eti ile kaynatılır. Tuzu ve karabiberi eklendikten sonra servis yapılır. Servis sırasında tabaklara isteğe göre kimyon katılır. DÖŞEMELİ PİLAV 3 su bardağı pirinç , 3 çorba kaşığı tereyağı veya margarin , 1 adet piliç , 3 su bardağı kestane 3 su bardağı kuru üzüm.4 yumurta . Yapılışı :Piliç ve kestaneler ayrı kaplarda haşlanır. Haşlanan kestaneler kabukları soyularak bekletilir , Üzümler suya konularak bekletilir. Pirinç ayıklanarak yıkanır ve tuzlu suda iyice haşlanır. Haşlanan pirinç soğuk suda yıkanır ve kevgirde suyu süzülür. Orta boy büyüklükte bakır bir tencerede 1 kaşık tereyağı veya margarin , 4 yumurta , 4 yemek kaşığı ,pirinç konarak karıştırılır. Karışım tencerenin dibini tamamen kaplayacak şekilde dip olarak yayılır ve üstüne haşlanmış kestaneler ile birlikte suda bekletilen üzümler süzülerek yayılır ,haşlanmış tavuk parmak iriliğinde parçalar halinde didilerek kestanelerin üzerine yayılır , ve üzerine bir kapak ters olarak kapatılır . Kapağın üzerine haşlanan pirinç boşaltılır ve hepsinin üzerine tencerenin kapağı kapatılır . Ateşin doğrudan tencereyi etkilememesi ve ateşin yavaş yavaş tencereye nüfus etmesi için ocak üzerine amyant konarak üzerine tencere yerleştirilir. Tencere kapağı açılmadan 45 dakika kısık ateş üzerinde demlendirilir, daha sonra kalan yağ eritilerek pirincin üzerine dökülür ve pirinçler kırılmayacak şekilde yavaşça karıştırılır ve pirinçler servis tabağına alınır. Diğer kapağın altındaki tavuk etleri , kestane ve üzümler pilavın üzerini kaplayacak şekilde serpiştirilir. Tencereye dip olarak hazırlanmış karışım , hafif şekilde kızarmış olduğundan bir kaşık veya spatula ile uzun parçalar haline kazınarak kızarmış tarafı üste gelecek şekilde pilavın üzerine yayılır. Pilav bu şekilde servise hazır hale gelir. HAMUR İŞLERİ CEVİZLİ LOKUM Cevizli Lokum için un , sıvı yağ, tuz, ceviz ,maya, süt .mayalı bir hamur hazırlanır ,hamurun mayasının gelmesi için bir süre bekletilir. Diğer taraftan cevizler ayıklanarak dövülür . Mayalı hamur kabarınca tekrar yoğrulur ve bir parça beze kopartılarak merdaneyle açılır. Yarım santim kalınlığında açılan hamurun içine önce sıvıyağ sonra ceviz döşenir .Hamurun kenarından başlayarak rulo haline getirilir. Keskin bir bıçakla 3-4 cm kalınlığında hamurlar kesilir daha önce yağlanmış olan tepsiye iç kısmı üst tarafa gelecek şekilde yerleştirilir. Bu şekilde fırına verilir üzeri iyice kızarınca fırından alınır . Fırından alınan cevizli lokumların üzerinin yumuşak olması için sıcakken üzerine süt sürülür. Cevizli lokum genellikle bayram ve düğünlerde yapılarak gelen konuklara ikram edilir. SÖBLE 3 bardak un , 125 gr kıyma , yarım limon , 3-4 kaşık yoğurt, 6 bardak su , yarım çay bardak sıvı yağ , tereyağı , tuz , karabiber , nane, kırmızı toz biber . Yapılışı :Un tuz ve su ile yumruk büyüklüğünde sert bir hamur elde edilir. Elde çubuk şeklinde hamur çubuklar yapılır. Bu hamur çubuklar daha önceden unlanmış kesme tahtasının üzerinde küçük parçalar halinde ve üçgen şeklinde kesilir ve yine daha önceden unlanmış olan bir tepsinin içine atılır arasıra karıştırılarak hamurların yapışması engellenir. Bir tarafta sıvıyağ, soğan, kıyma ve salça kavrulur. Bu karışımın üzerine 5-6 bardak sıcak su eklenir. Kaynamaya başlayınca kesilen hamur parçaları içine atılır ve hamurlar pişinceye kadar yavaş yavaş karıştırılır. Kaynama işlemi devam ederken 1 yumurtanın sarısı , 2 kaşık un , 2 kaşık yoğurt, ve yarım limon çırpılarak terbiyesi hazırlanmış olur .Tel süzgeçten geçirilerek hamurların olduğu karışıma dökülür ve hafif ateşte pişirilir. Üzerine tuz ve nane dökülerek karıştırılıp,ocağın üstünden alınır. Servis edilirken üzerine tereyağı ve kırmızı biber hazırlanır ve üzerine dökülür. YUFKALI PAÇA 1 fincan süt , 1 fincan sıvı yağ , 1 yumurta , 1 çay kaşığı tuz , alabildiği kadar un, 100 gr eritilmiş margarin, hamuru açmak için bir miktar nişasta Sosu için : 2 Bardak tavuk suyu , 3 yemek kaşığı un , 2 çorba kaşığı yoğurt, 1 adet yumurta , 2-3 diş sarımsak , 1 yemek kaşığı sirke , 1 tatlı kaşığı tuz , 1 adet haşlanmış tavuk göğsü , kırmızı toz biber , tereyağı . Yapılışı :Hamur yoğrulup 15 tane beze yapılır , Bezeler oklavayla tabak büyüklüğünde açılır her bezenin arasına nişasta serilir , 5 tanesi üstü ste konulduktan sonra yufka büyüklüğünde açılır .Hamur tepsiye yayılarak etrafı kesilir. Aynı işlem diğer hamurlara da uygulanır. Tepsiye yerleştirilen hamur küçük kareler halinde kesilir. Üzerine 100 gr eritilmiş margarin dökülür 180 derece ısıtılmış fırına verilir. Hamur fırında pişerken bu arada sosu hazırlanır. Sos için tavuk suyu , un , yoğurt, yumurta , sarımsak, sirke ve tuz karıştırılarak muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Pişen sosu fırından çıkan tavukların üzerine dökülür sosun üzerine de haşlanıp didiklenen tavuk etleri dizilerek üzerine kızgın tereyağında kırmızı toz biber dökülür .Sıcak olarak servis yapılır . SÜTLÜ KABAK: Orta boy kara kabak 1 kilo süt, 4-5 bardak şeker, bir miktar karabiber, bir fincan pirinç Yapılışı :Kabukları soyulan kabak doğranır, tencerede kendi suyuyla ile yumuşak kıvama alıncaya kadar pişirilir, eğer pişen kabağın suyu fazla ise bu fazlalık su dökülür. Diğer tarafta süt kaynatılır, ocaktan alındıktan sonra şeker katılarak erimesi sağlanır. Fırın tepsisine kaynamış olan kabak dökülür ve üzerine süt karışımı ilave edilerek bir miktar karabiber ve bir fincan pirinç yaydırılarak dökülür üzeri kaymak bağlayana kadar fırında pişirilir soğuk olarak servis yapılır. CENNET KÜNKÜ 2 Yumurta , alabildiği kadar un , karbonat, küllü su , ceviz içi , yarım çay bardağı ayçiçek yağı.5 bardak su 500 gr. Toz şeker Yapılışı :Unun ortası açılarak yumurtalar kırılır, karbonatı eklenir. Hamur kıvamına getirmek için normal su yerine bir tuta kül ile karıştılmış küllü su bir bardağa doldurularak bekletilir. Külün dibe çökmesi beklenir ve sadece bardaktaki su malzemelerin üzerine dökülür . Hamur yumuşak kıvama gelinceye kadar yoğrulur ve ceviz büyüklüğünde bezeler hazırlanır. Bu bezeler yufka büyüklüğünde açılır ve daha sonra kalın ve uzun şeritler halinde kesilir . Uzun şeritler halinde kesilen ince hamurlar çatala sarılarak şekil verilir kızgın yağın içinde kızartılır. Bu arada şerbeti hazırlanır 5 bardak suya katılan 500 gr toz şeker bir süre birlikte kaynatılarak revak kıvamına gelince ocaktan indirilir soğumaya bırakılır. Kızarmış hamurlar iyice soğumadan üzerine ılık şerbet dökülür Şerbeti çeken tatlının üzerine ceviz dökülerek servis yapılır . Arzuya göre kaymakla da servis yapılabilir . DİLBER DUDAĞI 3 yumurta , 2 kaşık yoğurt , 1 bardak süt , 1 paket yumuşak margarin , , 1 yemek kaşığı tereyağı 1 çay bardağı çiçekyağı , 1 paket kabartma tozu , yarım limon , yaklaşık bir kilo un , 8 bardak şeker, 5 bardak su , yarım limon suyu . Yapılışı :4 yumurta , 2 kaşık yoğurt ile çırpılır .1 çay bardağı çiçek yağı ,1 paket kabartma tozuna yarım limon sıkılır , ve bir bardak süt eklenir. Karışıma un ilave edilir yarım paket oda sıcaklığında erimiş margarin ile yoğrulur .84-85 adet beze yapılır ve bu bezeler tabak büyüklüğünde tek tek açılır . 7 tane açılmış hamurun arasına nişasta serpilerek yufka büyüklüğünde açılır , bu şekilde açılan yufkalar ikiye katlanarak su bardağı ile kesilir , kesilen hamurlar ikiye katlanır. Yağlanmış tepsiye seyrek olarak dizilir , üzerine erimiş margarin veya tereyağı karışımı dökülerek kızdırılmış fırında pembeleşinceye kadar pişirilir. Hazırlanan sıcak şerbet tatlının üzerine dökülür . İsteğe göre kaymakla servis yapılabilir
  13. _asi_

    Bursa Coğrafi Yapısı

    COĞRAFİ YAPI Bursa 40 derece boylam ve 28 - 30 derece enlem daireleri arasında Marmara Denizinin güneydoğusunda yer alan, toplam il nüfusu 2000 Yılı Genel Nüfus Tespit sonuçlarına göre 2.125.140 ile Türkiye'nin 4. büyük kentidir. Bursa ili doğuda Bilecik, Adapazarı, kuzeyde İzmit, Yalova, İstanbul ve Marmara Denizi, güneyde Eskişehir, Kütahya, batıda Balıkesir illeriyle çevrilidir. Denizden yüksekliği 100 metre olan Bursa, genelde ılıman bir iklime sahiptir. Ancak, iklim bölgelere göre de değişiklik göstermektedir. Kuzeyde Marmara Denizinin yumuşak ve ılık iklimine karşılık güneyde Uludağ'ın sert iklimi ile karşılaşılmaktadır. İlin en sıcak ayları Temmuz - Eylül, en soğuk ayları ise Şubat - Mart'tır. 52 yıllık gözlem süresi itibarı ile yıllık ortalama yağış miktarı 706 mm.dir. İlde ortalama nispi nem % 69 civarındadır. İlin yüzey şekilleri, birbirlerinden eşiklerle ayrılmış çöküntü alanlarıyla, dağlar halindedir. Çöküntü alanlarının başlıcalarını İznik ve Uluabat gölleriyle Yenişehir, Bursa ve İnegöl ovaları oluşturmaktadır. Toplam yüzölçümü 10.891 km2 olan Bursa ili topraklarının % 17'sini ovalar oluşturmaktadır. En Önemli Ovalar Ova Yüzölçümü ( km2 ) Bursa 365 Mustafakemalpaşa 193 Karacabey 537 İnegöl 150 İznik 76 Orhangazi 97 Yenişehir 152 İl sınırları dahilinde Uluabat (1.134 km2) ve İznik (298 km2) gölleri bulunmaktadır. İlin önemli akarsuları; Mustafakemalpaşa Çayı, Uludağ'ın güney yamaçlarından doğan ve gene Uludağ'dan kaynaklanan birçok küçük dere ile beslenen Nilüfer Çayı, Göksu Çayı, Koca Dere, Kara Dere, Aksu Deresidir. İl'in sahip olduğu 135 km. kıyı bandının 22 km.lik kısmı kullanıma uygun olup, diğer kısmı değerlendirilememektedir. Bursa ili topraklarının yaklaşık % 35 ini dağlar kaplamaktadır. Dağlar genellikle doğu-batı yönünde uzanan sıradağlar şeklindedir. Bunlar; Orhangazi'nin batısından Gemlik körfezinin batı ucunda bulunan Bozburun'a doğru uzanan Samanlı Dağları, Gemlik Körfezinin güney yüzünü kaplayan ve Bursa ovasını denizden ayıran Mudanya Dağları, İznik gölünün güneyi, ile Bursa ovasının kuzey kesimleri arasında yer alan Katırlı Dağları, Mudanya Dağlarının uzantısı olan Karadağ ve Marmara Bölgesinin en yüksek dağı olan Uludağ'dır (2.543 m). İklimi ve Bitki Örtüsü Bursa’da genellikle Akdeniz iklimi hüküm sürüyorsa da Karadeniz iklimine geçiş sahası manzarası gösterir. Sıcaklık +42,6°C ile -25,7°C arasında seyreder. Yağış ise, 456,2 mm ile 1217,4 mm arasındadır. Yılın ortalama 113 günü yağışlı geçer. Uludağ yazın da karla kaplıdır. Bursa topraklarının ancak % 8’i ekime elverişli değildir. % 43’ü ormanlarla % 44’ü tarlalar ve % 5’i çayır ve mer’alarla kaplıdır. Uludağ’ın bin metre yukarısı ormanlarla örtülüdür. Zeytinlik saha oldukça geniştir.
  14. _asi_

    Osmanlı Döneminde Bursa

    OSMANLI DÖNEMİ Osmanlılar Bursa'yı aldıklarında kent sadece hisar içinden ibarettir. Fetih sırasında uzun süren kuşatmalar esnasında Bursa çevresinde mahalleler kurulmuş, Orhan Gazi, adına bir külliye yaptırmıştır. Surlar dışında mevcut yerleşmeye yakın, hâkim noktalarda cami, hamam, imarethane, darüşşifa, medrese gibi kamu yapıları inşa edilerek bu külliyelerin çevrelerinde konut alanları yaratılmış ve böylece bir yerleşme geleneği başlamıştır. Bursa'da yapılan anıtlar içinde en büyük payı cami ve mescitler oluşturur. II. Murat da dahil olmak üzere ilk Osmanlı Sultanlarının eserlerinin büyük çoğunluğu Bursa'da yapılmıştır. Bu nedenle Osmanlıların ilk devirlerine özgü mescit ve cami yapımı Bursa'da gelişmiştir. Kanatlı veya "Ters T" planlı camiler olarak adlandırılan bu yapılar, adeta Bursa ile özdeşleşmiştir. Orhan Gazi'nin şehrin doğusuna yaptırdığı külliyeye karşın Sultan I. Murat, Çekirge'de yaptırdığı külliye ile şehrin batıya gelişimini hedeflemiştir. Kentin ana merkezini Ulucami ve Kapalıçarşı belirler. Bu bölgenin özelliği günümüze kadar değişmeden gelmiştir. Bursa'daki mescit ve camiler, sadece ibadet için değil, mahallenin birer meclis binası olarak da kullanılmıştır. Yeşil caminin XIV. yüzyılda hükümet binası olarak kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlı İmparatorluğunun ilk 200 yıllık döneminde diğer kentlere göre Bursa, büyük gelişmeler göstermiş, bir çok mimari yapı ile süslenmiş, devrinin tanınmış medreseleri ile bilim aleminin merkezi olmuş, canlı bir ticaret şehridir. Osman Gazi zamanında 11, Orhan Gazi zamanında 130, l. Murad döneminde 66 ve Yıldırım Bayezid döneminde 111 anıt yapı yapılmıştır. Yapılan bu anıtların da 140'ı cami veya mescit, 30'u medrese, 7'si okul, 5'i han, 2' si kervansaray, 45'i hamam, 27' si türbe, 3'ü köprü, 5'i kale, 17'si imaret, 6'sı saray, 24'ü zaviyedir. Bu dönemdeki anıtların çok büyük bölümü de Bursa ve ilçelerinde yapılmıştır ve büyük çoğunluğu dinsel yapıtlardır. 1390 yılında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan ve Osmanlı Devletinin ilk hastanesi olarak kabul edilen Yıldırım Darüşşifası, 1399 yılında Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılan, Evliya Çelebi'ye göre Bursa'nın Ayasofya'sı olan 20 kubbeli Ulucami, 1421 yılında Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve Bursa'nın en değerli anıtsal yapısı olan Yeşil Türbe, 1425 yılında Sultan II. Murat tarafından yaptırılan "Bursa kemerli" ve "Ters T" planlı Muradiye Camii, XV. yüzyılın başında Yıldırım Bayezid'in kızı ve Emirsultan' ın eşi Hundi Fatma Hatun tarafından yaptırılan, Bursa camileri içerisinde en geniş ve en güzel avlusu olan Emirsultan Camii, Bursa'nın mekânsal gelişimini etkileyen ve geçmişi günümüze taşıyan sanat eserleridir. 1900'lü yıllarda Bursa'da 253 türbe belirlenirken; bugün 45'i türbe, 19'u yapısız toplam 64 kadar türbe ayakta kalabilmiştir. Bursa tarih boyunca önemli bir ticaret kenti idi. Han ve bedestenler birer ticaret merkezi görevi üstlenirlerdi. Çin'in, Orta Asya' nın ve İran'ın ham ipeğini, baharatını, cam ve porselenlerini, sanatını batıya taşıyan kervanlar, hanlar bölgesinde konaklayıp, mal bırakır ve Bursa ipeklisini yükleyerek dönerlerdi. Floransa, Venedik ve Lofça ile birlikte dünyadaki 4 çarşı köprüden biri olan ve üzerinde 30 dükkânın bulunduğu Irgandı köprüsü, 1442 yılında yapılmıştır. Bursa' da yapılan 25 kadar handan bugün 13 tanesi ayakta kalabilmiştir. Bursa, 1453'te İstanbul'un fethine değin Osmanlı'nın kuruluş dönemindeki başkent konumunu korumuş ve sürekli gelişmiştir. Ancak Edirne'nin Murat Hüdavendigar zamanında başkent olması ve Osmanlı Ordusu'nun Rumeli'ye geçerek tutunmasından sonra; Bursa ümeranın ve Türkmen akıncılarının gaza üssü olmaktan uzaklaşmış, giderek önemini yitirmeye başlamıştır. Bununla beraber, gerek ekonomik gelişmesi, gerekse Anadolu seferleri için zorunlu bir merkez üs niteliğini koruması açısından geleneksel başkent sayılma konumunu sürdürmüştür. İstanbul'un fethi ile Bursa Marmara Bölgesi'nde çarşı, pazar ve hanları ile önemli bir ticaret merkezi; medreseleri ile kültür şehri olarak önemini devam ettirmiştir. Osmanlı Dönemi Bursa’sı kaplıcalar açısından da zengin bir kenttir. Kaplıcalarla ilgili en erken bilgi M.S. 82 yılına kadar iner. Bursa hamamlarının Türklerden önce Romalılarca yapıldığı yazılı belgelerde yer almaktadır. 1927 yılında Bursa'da 50 hamam varken, günümüzde ancak 37 tarihi hamam ayakta kalabilmiştir. 1839'da Bursa, Hüdavendigar Vilayeti'nin merkezi olurken Bilecik, Kütahya, Karesi (Balıkesir), Karahisar (Afyon) ise bağlı sancaklardır.
  15. _asi_

    İlk Osmanlı Başkenti Bursa

    İLK OSMANLI BAŞKENTİ BURSA İlk Osmanlı Başkenti Bursa Bursa, Osmanlı'nın 1. Başkenti... Osmanlılar'ın Hüdavendigar Vilayeti 1071 yılından sonra Anadolu'yu fethetmeye başlayan Selçuklular; bölgeye Asya'dan getirdikleri Türk boylarını yerleştirme çabalarına girdiler. Selçuklu İmparatorluğu'nun zayıflayıp dağılmaya başlaması üzerine kurulan Anadolu beyliklerinden Osmanlı Beyliği, kısa zamanda gelişip çevresindeki Tekfurlar'ın arazilerini de alarak güçlenip büyüdü. Osmanlı Beyliği'nin kurucusu, 1258 yılında Söğüt kasabasında doğan Osman Bey'di. 1299'da Bilecik, Yenikent, İnegöl ve İznik de Beyliğin topraklarına katıldı. Altıyüz yılı aşkın hüküm sürecek olan Osmanlı İmparatorluğu'nun temelleri atılmıştı. Osman Gazi'nin başarılarıyla Osmanlı Beyliği'nin güçlenmesi karşısında kuşkulanmaya başlayan Bursa tekfuru Atranos, Bizans'tan dilediği yardımlara, Kestel ve Kite tekfurlarının güçlerini katarak 1301'de Koyunhisar'da Osmanlı ordusu ile çarpışmaya başladı. Savaşın galibi Osman Bey'in orduları oldu. Artık Türkler'in hazırlıkları yavaş yavaş başlamıştı. Tekfurlar'ın bu olaydan sonra da birlik halinde çalıştıklarını gören Osman Bey, 1317 yılında kenti kuşatmaya doğru ilk adımı attı. Öncelikle deniz ilişkisinin kesilmesi gerektiğinden, Kaplıca tarafında bir kale yaptırıp, kardeşinin oğlu Ak Timur'u kumandan tayin etti. Osmarı Bey'in kölesi Balabancık da dağ tarafına yapılan kaleden sorumluydu. Bu bölgelerden halkın kente giriş ve çıkışları engellenmişti. Atranos Beyce kalesini yıkan Türkler, Pınarbaşı'na karargahlarını kurdular. Osman Gazi kuşatma için gerekenleri yaptıktan sonra kumandayı, oğlu Orhan Bey'e devrederek Yenikent'e döndü. Kuşatma sekiz yıl sürdü. Hastalıklarla boğuşmaya başlayan Osman Gazi'nin sefere gidip savaşacak dermanı kalmamıştı. Oğlu Orhan Gazi'ye kenti ele geçirme emrini verdi. Orhan Gazi önce Evrenos Kalesi'ni aldı. Kale tekfuru dağlara kaçtı. Artık hedef Bursa'ydı. Orhan Gazi, Bursa tekfuruna Mihal Bey'i gönderip, teslim olmasını istedi. Tekfur, Orhan Gazi'den bağışlanmasını isteyerek, kıymetli elbiseleri ile kırk bin altın gönderdi. Orhan Gazi babasının onayını aldıktan sonra, Tekfur'un ailesinin ve adamlarının kaleden ayrılıp Gemlik sahiline ulaşabilmeleri için gerekli izni verdi. Tekfur ve beraberindekiler buradan bir gemiyle İstanbul'a doğru yola çıktılar. 1326 yılında Bursa artık Türkler'indi. Kentin alındığı haberi, hastalığı çok şiddetlenen Osman Gazi'ye ölüm yatağında ulaştırılabildi. Saltanatı Orhan Gazi'ye bırakan Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Sultanı yüzünde bir tebessümle yaşama veda etti. Bursa'nın alınması Osmanlı Beyliği için bir dönüm noktası olmuştu. Dedesi Ertuğrul Gazi'nin yaşamını yitirdiği 1281 yılında doğan Orhan bin Osman, artık Osmanlı sultanlarının ikincisiydi. Sultan'ın ağabeyi birgün huzura çıkıp, saltanat için üç şey yapması gerektiğini söyledi. İlki, adına sikke bastırmaktı. İkincisi diğer insanlardan farklı kıyafetler giymek, üçüncüsü ise yaya askerine hazineden uIufe tayin etmekti. Önceleri sikke, Selçuklu sultanları adına bastırılırdı. 1328'de Orhan Gazi, adına sikke bastıran ilk Osmanlı Sultanı oldu. Kılık kıyafette de yenilikler yapıldı. Kırmızı ve siyah renklerde giysileri olan askerler, artık beyaz renkte üniformalar giymeye başladılar. Bithynia, Roma ve Bizans'ı yaşayan Bursa, 1335 yılında Osmanlı'ya ilk başkent oldu. Saltanatı yaklaşık 35 yıl süren Orhan Gazi, 1360 yılında yaşama veda ederken, yerini oğlu Murad'a bıraktı. 1326 yılında doğan Sultan Murad han bin Orhan bin Osman Gazi, Osmanlı sultanlarının üçüncüsüydü. Hüdavendigar adıyla ünlenmişti. 1362'de Edirne kenti ele geçirildi. Murad-ı Hüdavendigar bir gece düşünde, ak sakallı, nur yüzlü bir kimseyle yarenlik ederken, o kişi ona Edirne'de bir saray yaptırmasını söylediğinden, Edirne'de büyük bir saray inşa ettirildi. Daha sonra başkentliği Edirne üstlendi. Sonraki yıllarda da Bursa önemini hiç yitirmedi. 1399'da Yıldırım Bayezid, su tedavisine çok önem verilen Bursa Darüşşifası'nı kurdu. 1402'de kente giren Timur orduları medrese, cami gibi binalara büyük zararlar verdiler ve kentte yangınlar çıkardılar. 1429'da veba salgını kenti kasıp kavurdu. 1482'de Cem Sultan Bursa'da 18 günlük sultanlığına başladığında kendi adına para da bastırmıştı. Yetişen II. Bayezid ordularıyla çarpışmaya mecbur kalan Cem, kenti yenilmiş olarak terketti. YAPILAR Ulucami Bursa Ulucami, ilk devir İslam mimarisinin payeler ve sütunlar üzerine düz çatı ile örtülü avlulu camiler gurubuna girer. 1399'da Yıldırım Bayezid tarafından mimar Ali Neccar'a yaptırılan Ulucami, 20 kubbe, iki büyük minareden oluşan beyaz renkli heybetli bir camidir. Her biri dört köşeli 12 ayak üstünde duran hemen hemen birbirine eşit kubbelerinden ortadakinin üstü camlıdır. Cami'de ünlü hattatlar tarafından yazılmış yüzdoksaniki adet sabit veya levha olarak yazı vardır. Yeşil Camii Bursa üslubu, Yeşil Cami ile başlamaktadır. Yeşil Camisi, Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1419'da mimar Vezir Hacı İvaz Paşa'ya yaptırıldı. Çini ustası Mecnun Mehmed'dir. Ön yüzü, pencereleri, kapısı, kitabeleri, kapı tavanı mermer işçiliğinin en güzel örneklerindendir. Bursa ve İznik'teki ilk camilerde, Doğu sanatlarına özgü her türlü abartılı süslemelerden uzak, uyumlu ve sade bir tarz kullanıldı. Osmanlı süsleme sanatının düzenlemedeki güzelliği de giderek yeni ustalarını kazandırdı. Osmanlılar devrinde ilk nakkaş, 1423'de Yeşil Cami'nin bütün süslemelerini yaparak Ali İbn İlyas Ali adıyla tanındı. Muradiye Camii İkinci Murad'ın 1426-1428 yılları arasında yaptırdığı Muradiye Camisi, ters T planı ve bütün özellikleri ile Bursa mimari üslubunu taşır. 1855 yılında Bursa'ya büyük zarar veren depremde, Muradiye Camisi'nin de kubbeleri ve iki minaresi yıkıldı. 1902 yılında yeniden yapılırken, mihrab ve minberde günün modasına uygun olarak rokoko süslemeler kullanıldı. Emir Sultan Camii Emir Sultan Camisi'nin avlu revaklarında görülen ahşap kaş kemerler, Bursa kemerinin en güzel örneklerindendir. İznik ve Bursa'da yapılan dört köşe pencerelerin etrafı çok defa mukarnaslarla işlenerek, üstüne Rumi motiflerle süslü alınlıklar yerleştirildi. Sivil mimari Orhan Bey'in Bursa'yı fethinden sonra gelişen mimari tarzıyla yapılan değerli evlerde, süsleme hemen göze çarpardı. Çoğunun şömineleri vardı. Bu evlerin pencereleri yukarıda olup, alçı arasına renkli camlar yerleştirilir ve ahşap bir çerçeve ile çevrilirlerdi. Bursa evlerinin belli başlı süslemesi, duvarlarda, tavanlarda ve dolap kapaklarında bulunurdu. Ondokuz ve yirminci yüzyılın ilk dönemlerinin ürünü sivil mimarlık örnekleri kentin çok zengin bir kültür mirasına sahip olmasını sağladı. YAŞAMIN RENKLERÎ Portreler Bursa göçleri en fazla yaşayan kentlerden biri oldu. Nüfusunu tarihin gelişimi içinde buraya göçen, farklı yerlerden gelen çeşitli halklar ya da topluluklar renklendirdi. Orta Asya'dan Anadolu yarımadasına gelen Türkler de bir göç yoğunluğu yarattılar kentte. Göçler, 1530-1575 arasında kentin nüfusunu iki katına çıkardı. Ortaçağ'dan kalma köylerde Rumlar yüzyıllardan beri yaşamaktaydı. Mora'nın fethiyle Fatih döneminde de kente Rum göçmenler yerleştirildi. İlk kez Orhan Bey zamanında Kütahya'daki Ermeniler buraya geldi. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1461'de İstanbul'da kurulan Ermeni Patrikhanesi'ne Bursa Metropoliti Ovakim Patrik seçildi. Yahudi ve Rumlar'a tanınan yetkiler onlara da verildi. Süryani, Habeş ve Kıpti kiliseleri de bu Patrikliğe bağlandı. 19. yy. başından başlayarak Doğu'da yaşayan Ermeniler Bursa'ya yoğun olarak göç ettiler. Bursa'daki Ermeniler'in çoğunluğu Setbaşı bölgesinde yaşamaktaydı. Vali Hacı İzzet Paşa'nın çıkardığı, yarı resmi sayılacak Bursa'nın ilk gazetesi Hüdavendigar'ın 82. sayısından başlayarak bir bölümü Ermenice olarak yayımlanmaya başladı. Bursa'da M.Ö. 79 yılında Yahudiler'in bir kolonisi olduğu söylenmekle birlikte,kentte asıl güçlerini, Sultan Orhan'ın, Bursa'yı başkent yaptıktan sonra verdiği bir mahalle ve sinagog inşa etme izni ile birlikte kazandılar. Yahudiler'in büyük bir bölümü, ticaret, terzilik ve bankerlikle uğraşırken, bir bölümü de kuyumculuk yapmaktaydılar. 1877-1878 yıllarında yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı'nda işgale uğrayan Rumeli ve Kafkasya'daki Müslümanlar'ın büyük bir çoğunluğu da Bursa'ya göç ettiler. Yalnızca Rusçuk'tan otuz bin göçmen geldi. Bu göçmenlerin çoğu Gürcüler ve Tatarlar'dı. Kafkasya'dan gelenler Yıldırım, Kazan'dan gelenler Mollaarap, Kırım'dan gelenler ise Alacahırka'ya yerleştirildiler. Bursa'da çok eski tarihlerden beri Kıptiler de yaşamaktaydı. Hıdırellez günü, Uludağ eteklerindeki Kireç Ocakları bölgesine çıkıp eğlenceler düzenlerler ve başkanları Çeribaşı'nı seçerlerdi. Kanberler ve Demirkapı mahallelerinde yaşarlardı. Yirminci yüzyılın başında, Bursa'da; Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan, İspanya, İtalya, Fransa, Belçika, Yunanistan ve İran'ın konsoloslukları bulunmaktaydı. Yine aynı tarihlerde yapılan sayımda nüfusun % 9.84'ünü Rumlar, % 6.66'sını Ermeniler, %18'ini diğerleri, geri kalan bölümünü Müslüman Türkler oluşturmaktaydı.1903 yılında, Vilayet Genel Meclisi'nde, Müftü Ali Rıza Efendi ile birlikte, Rum Metropoliti, Ermeni Başpiskoposu Natalyan Efendi, Ermeni Katolik Murahhası Arşoni Efendi, Piskopos Artin Efendi, Hahambaşı Moşe Hayim Efendi de vardı. Bursa merkezde çalışan diplomalı hekimlerin 5'i Türk olup, toplam 19 kişiydiler. Toplamı 17 kişi olan eczacıların ise 4'ü Türk'tü. Bursa'nın renklerinden biri de her yıl yapılan sümbül bayramı kutlamalarıydı. Kentin çevresini göz alabildiğine saran sümbül bahçelerine halk hoşça bir zaman geçirmek için giderdi. Bu bahçeler, haftanın üç günü kadınlara, dört günü de erkeklere açık tutulurdu. Kentin bütününün sümbüle büründüğü 1869 yılının bir bahar günü, Bursalı kadınlar bahçelerden birinde şarkılar söyleyerek eğlenirlerken, aralarına iki erkek girer. Konu Bursa Adliyesi'ne yansır. Sorguya çekilenler yabancı olduklarını, bu nedenle o gün çiçek bahçelerini gezmenin erkeklere yasak olduğunu bilmediklerini söyleyerek kendilerini savunurlar. Gerekçeleri nedeniyle affedilirler ama olay Bursa Mahkeme-i Şeriyesi'nin kayıtlarına geçer. Bursa'nın çok eski yıllardan süzülüp gelen zengin yemek kültürünün içinde kuşkusuz en ünlüsü kebaptır. 1836'da Bursa'yı gezmeye giden Helmut von Moltke, Türkiye Mektupları'nda kebabın lezzetinden ve ucuzluğundan söz eder: "... Öğlen yemeğimizi tam Türk tarzında, kebapçıda yedik; ellerimizi yıkadıktan sonra masa başına değil, masanın üzerine oturduk. Bu sırada bacaklarımı nereye koyacağımı bilemiyordum. Derken tahta bir tepsi üstünde kebap, yani şişte pişirilmiş ve ekmek hamuruna sarılmış küçük koyun eti parçaları geldi. Çok lezzetli bir yemek bu. Bunun üstüne de bir tabak mükemmel tuzlu zeytin, bir helva, yani Türkler'in çok sevdiği tatlı ve bir çanak şerbet (içine bir parça buz atılmış, suda haşlama üzüm). İştahı açık iki yiyici için topu topu 120 para yani 5 şilin tutarı bir yemek bu. " TİCARET ERBABI Çarşılar Bursa'nın fethinden sonra Orhan Gazi'nin yaptırdığı külliyenin içinde, kentin ilk bedesteni olan ve dokuma ürünleri satılan Emir Hanı vardı. Daha sonra bedesten Yıldırım Bayezid tarafından yapılan yeni yerine taşınınca, değişik esnafı barındıran diğer çarşılar bu bedestenin etrafında yer aldılar. Hacı İvaz Paşa Çarşısı'nda; keçeciler, Sipahi Çarşısı'nda; yorgancılar, Gelincik Çarşısı'nda; hallaçlar ve terziler, Atpazarı'nda; hayvan alım satım işleri ile uğraşanlar, Kapan Çarşısı'nda; meyva alım satımı yapanlar, Tahıl Pazarı'nda; kuruyemişçiler ve Tahıl Hanı yakınında da ünlü Bursa baçakçıları bulunurdu. Uzunçarşı, Bitpazarı, Tahtakale, Tavukpazarı, Bakırcılar çarşıları ve Pirinç Hanı, Tuz Hanı, İpek Hanı, Koza Hanı Bursa'da ticaretin can damarlarıydılar. Esnaf Bursa'da her iş kolunda hizmet veren esnaf, kendilerini denetleyen, sıkı kontrol altında tutan örgütlere bağlıydılar. Bu örgütler işinin ehli olmayanların dükkan açmasına izin vermezler, işinin ehli olan ustaların yarattıkları ürünlerin de başkaları tarafından kopya edilmesini engellerlerdi. Esnafların işyeri açabilmeleri de uzun yıllara ve çıraklık, kalfalık ve ustalık aşamalarını geçmelerine bağlıydı. Büyük bir disiplinle yetiştirilen bu insanlar her yükselişlerinde onurlandırılırlardı. Çıraklar kalfalık hakkı kazandıklarında ustaları tarafından her sanatın kendi Kethüdasına, Yiğitbaşına ve diğer esnafa durum bildirilirdi. Davetliler kentin değişik mesire yerlerinde yemekli, şenlikli, güreşli eğlenceler düzenlerler, dualarla Yiğitbaşı çırağa peştemal bağlayarak kalfalık verirdi. Bu kalfaların daha sonraki yıllarda ustalığa yükselmeleri yalnızca uzun yıllara ve büyük başarılara bağlı değildi. Her meslek gurubunun ustaları belli sayılarda olduğundan, yeni gelecek kalfaya yer bulunması gerekir, ancak bir usta öldüğünde veya işi kapattığında bu şans yakalanabilirdi. Açılan yere en kıdemli kalfa yine törenlerle usta olarak seçilirdi. 1833 yılında Konstanz Bey'in ve 1843 yılında Boduryan Efendi'nin ipek fabrikaları ile birlikte kentte yavaş yavaş endüstrileşmeye doğru bir geçiş yaşanmaya başlandı. İpek böcekçiliği Bağcılık, meyvacılık, maden suları, sütlü mamuller, Gemlik ve Mudanya'da zeytincilik gibi pek çok tarıma dayalı zenginliği olan Bursa, civarında yetişen dut ağaçları nedeniyle de ipek böcekçiliği için biçilmiş kaftandı. İpek, kumaş olana kadar üretimi büyük emek isteyen bir ticaret dalıydı. İpekçiliğin, ön üretimi olan tohumculuk ve kozadan başlayarak, her aşaması bir riskti. Nitekim, önce Fransa'da baş gösteren ve 1860'lı yıllarda da Bursa'ya kadar ulaşan Karataban hastalığı kent ve etraf böceklerini kaplamış ve ürün günden güne azalmıştı. Bu felaket, ipekböcekçiliği yapanları zor duruma düşürmüş, pek çok bölgede dut ağaçları sökülmeye başlanmıştı. Hemen arkasından çarenin Fransa'da bulunduğu haberleri geldi ve hastalıksız tohumlar getirildi. Böylece bir müddet bu dert geçiştirildi. Daha sonrasında ise, bu tohumlarında hastalıklı oldukları anlaşıldı. 2 Nisan 1888 tarihinde Şehreküstü mahallesinde Kazaz Ahmet Muhtar Efendi'nin evi kiralanarak o zamanki adıyla Harir Darüttalimi adı verilen mektep açıldı. 1889 yılında ilk mezunlarını verdi. Mektep, daha geniş olan Setbaşı semtinde Burdurizade Osman Efendi'nin evine nakledildi. 1894 yılında Maksem civarında inşa edilen binaya taşınarak adı İpek Böcekçiliği Enstitüsü oldu. Enstitü'nün idaresine getirilen Torkumyan Efendi, Pastör usulü tohum üretimi konusunda Bursa'da başarılı hizmetler görerek, çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Atkılı tezgahlarda dokuma Osmanlı İmparatorluğu'nda dokumacılık merkezi olarak ilk akla gelen yer Bursa idi. 1850'lerin başında bu kentte buhar ve su gücü ile çalışan Avrupa'daki benzerleri gibi kurulmuş 14 ipek fabrikası vardı. Aynı cinsten Mudanya'da da iki fabrika vardı. Bursa'da tül işleyen, saf ve karışık ipek dokuyan 150-200 kadar tezgah çalışmaktaydı. Bursa kumaşları üretiminde kullanılan atkılı tezgahlar çok basitti. Dikdörtgen bir çerçeve, bu çerçevenin üstünde iplikleri geren ve altında kumaşı saran iki merdane. Sırasıyla harekete geçen iplikleri dengeleyen ve gergin durmasını sağlayan kurşundan ağırlıklar. İpliklerin arasından geçen mekik. Bunları hareket ettirebilecek tezgah başındaki zanaatkar tarafından kullanılan bir pedal. Ağırlıklar hariç herşey ahşap. Bursa, Bilecik ve Üsküdar'da çatma diye adlandırılan bir cins kadife kumaş dokunurdu. Bursa'da dokunan yünlü kumaşların, ipekli kumaşların ve diba adı verilen sırmalı ipek kumaşların, her cins kadifenin ünü dünyaya yayılmıştı. Dokumalarıyla namlı olan Çin bile Bursa'dan kumaş satın almış; Macaristan, Polonya, İtalya ve Balkan ülkelerinin pazarları Bursa kumaşlarıyla dolmuştu. 16. yy'da Bursa tezgahlarında dokunan kumaşlar ve kadifeler her yerde aranıyor, olağanüstü bir zenginlikte dokunan dibalar, kadifeler, canfesler padişahlara, şehzadelere yapılan elbiselerde kullanılıyordu. Burada dokuma ustaları lonca halinde teşkilatlanmışlardı. Dokumalar satışa çıkarılmadan önce ciddi bir kontrolden geçirilir, her kumaş damgalanırdı. Aranılan niteliklere sahip olmayan kumaşlara ise devlet el koyardı. Her atölye belli bir kumaş türünde ustalaşmıştı. Yabancı ülkelerden getirilen pamuk ipliği de ciddi ve sıkı bir incelemeden geçirilirdi. Pamuk ipliği her cumartesi günü Ulucami'nin avlusunda kurulan pazarda, ipek kozaları ise Koza Hanı'nda satılırdı. 18. yy'da başlayan yabancı rekabeti tezgah sahiplerini daha ucuz kumaş üretimine zorladığından, Bursa'nın eski dokumaları ve kumaşları giderek iyi vasıflarını kaybetti. OKULLAR Misyoner okulu 1834 yılının Ekim ayında, Amerikalı misyonerler önce İstanbul Pera'da bir erkek lisesi açmışlardı. Burası merkez olarak ele alınıp, 1839 yılına kadar, İzmir, Bursa ve Trabzon'da da okullar açıldı. Ders programları Batı'daki okulların programlarına uygun olan bu okullar kısa sürede kendini kabul ettirdi. Bursa'daki Amerikan Kız Okulu'nda 70 öğrenci okuyordu. Okulun 1893 yılı ders programında birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda okutulan dersler; Rumca veya Ermenice, aritmetik (Rumca veya Ermenice), coğrafya (Rumca veya Ermenice), İngilizce, geometri, botanik (İngilizce), fizik, astronomi (İngilizce) ve tarih (İngilizce)'di. Işıklar Askeri Lisesi Okul 1845'de, Sultan Abdülmecid'in buyruğu ile bugünkü Heykel Meydanı'nın bulunduğu yerde kurulmuştu. Daha sonra Işıklar semtinde, alt katı kâgir, üst katı ahşap olarak inşa edilen bina, 10 Haziran 1892'de, Vali Münir Paşa tarafından açıldı. 1894'de bu yapılara ikinci bina da eklenerek 500 öğrenci alacak duruma getirildi. 1911'de hastane kısmı da eklendi. İşgalde Yunan askerleri tarafından ahır olarak kullanılan bina, 11 Aralık 1922'de Askeri İdadi adı ile yeniden açıldı. Adını bulunduğu bölge olan Bursa'nın en eski mahallelerinden birinden alarak, Işıklar Askeri Lisesi diye bilindi. Bir tepe üzerinde kurulu semtin adının ise, önceleri Aşıklar Tepesi olduğu, giderek Işıklar'a dönüştüğü söylenmektedir. Hamidiye Senayi Mektebi 10 nisan 1869 günü Filibos mahallesinde Türkmenoğlu Konağı'nda Senayi Mektebi açıldı. Islahhane adı ile çağrılan bu okulda önceleri yalnızca dokumacılık öğretildi. İlk üretim olarak jandarmalar için elbiselik kumaş dokundu. Daha sonra kunduracılığın öğretilmesi için İstanbul'dan öğretim görevlileri ile birlikte yeni aletler getirildi. Giderek çalışmaları ile dikkat çekmeye başlayan Hamidiye Senayi Mektebi'nin ders programlarına 1900'lü yıllardan sonra Fransızca ve musiki dersleri de eklendi ve okulda bir bando kuruldu. 1906 yılında ise Hükümet Caddesi'nde okulun bir satış mağazası açıldı. Okulu geliştirmek için neredeyse tüm Bursa halkı seferber oldu. Piyango tertip edildi ve Atıcılar mevkisinde düzenlenecek hayvan pazarından alınacak pazar resmi okula bırakıldı. 1906 yılında Bursalı Necip ve İstanbullu Mirat Efendiler, Avrupa'da imal ettirdikleri sigara kağıtlarını Hamidiye Senayi Mektebi Sigara Kağıdı adı altında satmak için ruhsat aldılar. Bu satışın tüm geliri de mektebe bırakılacaktı. Mektep ilk açıldığı konakta iki yıl kaldıktan sonra Tophane semtine taşındı. Mülkiye İdadisi 1885'de Mülkiye İdadisi adıyla bir erkek lisesi kuruldu. 1888 Temmuzu'nda dördüncü sınıftan beş efendi mezun verdi. Bu dört sınıflık okul 1890-1891 ders yılı sonuna kadar devam etti. 1891-1892 ders yılında yedi sınıflı oldu. 1901-1904 seneleri arasında kimyahane, yatakhane, yemekhane, teneffüshane bölümleri yapıldı ve 1906 yılında da hamam kısmı tamamlandı. 1909'dan sonra adı Mektebi Sultani oldu. Ziraat Mektebi Vali Mahmut Celaleddin Paşa tarafından, tarım konusunda bilgili elemanlar yetiştirmek üzere, 1891 yılının Mart ayında Hamitler Köyü Topal Mehmet Ağa'nın arazisinde Hüdavendigar Numune Çiftliği Ziraat Mektebi 20 öğrenci ile öğretime başladı. Bu tarihten sonra okuldan uzun yıllar yaklaşık her yıl tatbiki eğitim alan 15 öğrenci mezun oldu. 1904 yılında, Mülkiye İdadisi'nde 325, Hamidiye Senayi Mektebifıde 150, Ziraat Mektebı' nde 78 öğrenci okumaktaydı. 1905'de Hamidiye Medresesi Muallimini adı ile bir okul açıldı. Daha sonra okul Darülmuallimin adını aldı. KAPLICALAR Roma'dan Bizans'a Bursa'da ilk hamamın Romalılar döneminde yapıldığı, Romalılar'ın ilk Bursa valisi Plinius tarafından yazılan bir mektuptan anlaşılmaktadır. Doğu Roma imparatorlarından I. Jüstinyen zamanında da Bursa imar edilirken Pythia'daki (Çekirge) sıcak su kaynakları halkın kullanımına açıldı. Bu bölgedeki hamamlar Bizanslılar döneminde daha da önem kazandılar. Osmanlı geleneğinde kaplıcalar Evliya Çelebi Bursa'nın sudan ibaret olduğunu söyler. Osmanlılar döneminde Bursa'nın ilk kaplıca inşaatı, Jüstinyen'in iki kubbeli hamamına, Muradı Hüdavendigar'ın 1511'de iki kubbe daha ilave ettirmesiyle başladı. Saray erkanından, İstanbul'daki tanınmış kişilerden ve büyükelçilerden, seyahate çıkmış yabancı prenslere, yabancı alim ve yazarlardan, devlet adamlarına kadar pek çok kişi bu şifalı sulardan nasiplerini almak üzere Bursa'ya gelirlerdi. Bursa valisi Mehmet Tevfik Bey kaplıcalara gelen, Alman İmparaton.ı II. Wilhelm'in eşi Augusta'nın erkek kardeşi Duc de Holstein ve eşini 6 Mayıs 1906'da, Bonapart ailesinden Prens Victor Napoleon'u 7 Haziran 1908'de, Carl Eduard Saxe Cobour dük ve düşesini de 4 Temmuz 1908'de ağırladı. Soyunma yeri olarak bir giriş salonu veya camekân, bir soğukluk, bir de asıl yıkanılan yer halvet kısmından oluşan Bursa kaplıcası, Arif in divanında: Girenler içinde kalur Suyun dökünse can bulur Nicelere derman olur Kaplucası Bursa'nın diye tanımlanır. Helmut von Moltke'nin Türkiye'den babasına yazdığı bir mektupda ise aynen şöyledir: "Türk hamamlarının keyfini sana evvelce yazmıştım. Bursa'dakiler suni değil, tabiattan öyle sıcaktır ki insanın büyük, dupduru havuza girince haşlanmadan dışarı çıkabileceğine önceden inanmayacağı gelir. Girdiğimiz hamamın terasının harikulade güzel bir seyri vardı ve öyle rahattı ki insan bir türlü ayrılmak istemiyordu." YOLLAR Marmara'ya kucak açan kıyılar 19. yy'da Hüdavendigar vilayetinin merkezi Bursa'ydı. Merkeze; Balıkesir, Karahisar-ı Sahip, Kütahya kazaları ve Gemlik, Pazarköy, Mudanya, Yalova, Karamürsel, Tirilye, Bilecik, Lefke, Gölpazarı, Söğüd, Mihaliç, Kirmasti, İnegöl, Yarhisar, Yenikent, İznik, Pazarcık sancakları bağlıydı. Bu kadar geniş topraklara sahip vilayetin Marmara Denizine ulaştığı önemli üç iskelesi vardı. Gemlik, Samanlı dağlarının denize doğru uzanarak Bozburun'u oluşturduğu yerden başlayan körfezin sonunda olup, evveldenberi tersaneleriyle ünlüydü. Gemlik'in poyraza kapalı bulunan limanı gemiler için sığınma yeriydi. Daha Kuzey'de bir iskele olan Yalova, karayolu ulaşımının zorluğu açısından pek kullanışlı değildi. En çok kullanılan iskele ise, Bursa Ovası'nın Marmara Denizi'ne açıldığı bir kapı olan, dutluk, zeytinlik ve bağlarla kaplı bölge Mudanya'ydı. Adı, Evliya Çelebi'ye göre Konstantiniyye tekfurunun kızı Mudanya'dan gelmekteydi. 1850'li yıllarda, sakin bir havada İstanbul'dan sekiz saat süren bir yolculuktan sonra Mudanya'ya varılırdı. Poyrazın sert estiği günlerde ise, Bozburun'un önünde kabaran dalgalar bu seferleri yapan küçük gemilerin körfezin girişinde sabahlamalarını gerektirir, Mudanya'ya ancak ertesi gün varılabilirdi. Karayolu Mudanya'ya gemiyle gelen kişinin, karaya ayak bastıktan sonra yalnızca atla Bursa'ya ulaşabilmesi mümkündü. Etrafı bağlık bahçelik verimli bir kara parçası olan yol boyunca, uzun bir zaman Marmara Denizi'nin çekici manzaraları, denizi çevreleyen tepeler görülürdü. Yumuşak bir eğimden sonra deniz manzaraları biter, bu defa da ileride servi ağaçlarıyla dolu bir ovadan yükselen kent görünürdü. Olympos'un ormanlarla kaplı dik yamaçları üzerinde can bulan bu kentte yüzden fazla beyaz minare ve yuvarlak kubbe göze çarpardı. Bursa'ya iyice yaklaşıldığında bir köprüye ve Nilüfer Irmağı'na ulaşılırdı. Bu ırmak, koyu renk yapraklı dev gibi ceviz ağaçlarının, açık yeşil çınarların, zengin çayırlıklar ve dutlukların arasından kıvrıla kıvrıla akardı. Bursa'ya yaklaşan her adım birbirinden daha çekici yeşil sürprizler sunardı. Demiryolu Osmanlı yöneticilerinin demiryoluna verdikleri önem 19. yüzyılın ikinci yarısında iyice artmıştı. Sultan Abdülaziz, 1871 yılında demiryolu ile ilgili bir irade yayımlattı. Gerçekleştirilmesi düşünülen ana hat İstanbul-Bağdat arasındaydı. Kurulan Asya Osmanlı Demiryolları'nın başına da Alman mühendis Wilhelm von Pressel getirildi. Pressel'in projesi Haydarpaşa'dan başlıyor, bu ağın içinde Bursa-Mudanya hattı da yerini alıyordu. Mudanya'dan Bursa'ya doğru raylar döşenmeye başlandı. Bu hat, 1874 yılında bitirilebildi. Bursa'ya ulaşabilmek için 185.000 Osmanlı Lirası (4 200 000 Frank) masraf yapılmış ancak demiryolunun işletmeye açılması mümkün olamamıştı. Proje bir müddet için rafa kaldırıldı. Yarım kalan hattın inşasına 17 yıl sonra başlanabildi. İmtiyazı almış olan M. Nagelmakers, Bursa- Mudanya Osmanlı Demiryolları, Şirketi'ni kurarak hattı 1892 yılında hizmete açtı. Bu yeni yolculuk biçimi ile Mudanya'dan kalkan tren iki saatte Bursa Acemler istasyonuna varırdı. Bu demiryolunu işleten yabancı şirket olduğundan, tarifeler de alafranga saate göre yapılırdı. Bu durum karışıklıklara neden olduğundan 5 Eylül 1892'de şirket tarafından çıkarılan bir yazı ile halk uyarılarak alafranga saate göre yolcuların kendilerini ayarlaması istendiyse de genel istek üzerine sonradan alaturka saate çevrildi.
  16. _asi_

    Bursa Tarihi

    TARİHÇE Bursa ve çevresi, çok eski yıllardan bu yana büyük kültürlerin beşiği olmuştur. Bulunduğu alan ve Asya ile Avrupa arasındaki bir bölgede olması nedeniyle hem Asya, hem de Avrupa kültüründen etkilenen Bursa'da Hitit, Lidya, Frigya, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı kültürleri izler bırakmıştır. Tarih içinde, Bithynia ve Mysia bölgeleri içinde kalan kentin çevresinde Nikaia / Nicea (İznik), Cius / Kius (Gemlik), Apameia (Mudanya), Apollonia (Gölyazı), Miletapolis (Mustafakemalpaşa), Kalchedon (Kadıköy), Nicomedia (İzmit), Antiocheia (Yalova) şehirleri yer almaktaydı. Antik yazar Strabon; Bithynia sınırlarının doğuda Sangarios (Sakarya) nehri boyunca, kuzeyde Byzantion (İstanbul) ve Kalchedon (Kadıköy), batıda Parapontis (Marmara denizi), güneyde Mysia ve Hellepontus Phrygiri'ası ile sınırlandığını belirtmektedir. Bursa'nın tarihi geçmişi Neolitik (M.Ö. 8000-5000-Cilalı Taş Devri), Kalkolitik (M.Ö. 5500-3000-Bakır-Taş Devri) dönemlere kadar inmektedir. İznik gölü çevresinde Tepecik, Söğücek ve Mekece yörelerinde Neolitik, Sölöz'de Kalkolitik Çağa, Orhangazi, Ilıpınar'da Neolitik ve Kalkolitik Çağlara, İnegöl şehir merkezinde "İnegöl Höyüğünde" Troia I-Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2500) ile Çağdaş yerleşimlere rastlanılmıştır. İznik, İnegöl ve Yenişehir ovalarında yapılan yüzey araştırmalarında ise tarihinin Eski Tunç çağına kadar indiği tespit edilmiştir. M.Ö. 1700-1200 tarihleri arasında Anadolu'da Hitit hakimiyeti görülür. M.Ö.1200'lerde Trakya üzerinden Anadolu'ya gelen göçler neticesinde yıkılan Hitit imparatorluğu M.Ö. 9-6. Yüzyılları arasında Anadolu'nun Güney ve Güneydoğu bölgelerinde çeşitli Geç Hitit Beylikleri adı altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Hitit'lerin Bithynia ve Mysia bölgelerine kadar yayıldıkları düşünülmektedir. Hitit devletinin yıkılması ile Batı Anadolu'da Frig (M.Ö. 750-546/300) hakimiyeti görülür. Aynı tarihlerde Doğu Anadolu bölgesinde maden ticaretini elinde tutan Urartu'lar yaşamaktaydı. Trakya üzerinden Anadolu'ya giren Frigler önce Marmara denizinin güney ve güney doğusunda yerleşmişlerdir. Bursa ve çevresinin de Frigler tarafından iskan edildiği varsayılmaktadır. Frigler, Trakya üzerinden gelen yoğun göç dalgaları sonucu Orta Anadolu'ya kayarak Gordion'u başkent yaparlar. Batı Anadolu'da ise Lidya (M.Ö. 700-300) uygarlığı varlığını sürdürmekteydi. Lidya krallığını yıkan Persler (M.Ö. 545-333), bütün Anadolu'ya yayılarak Bursa ve çevresine de hakim olurlar. Bu dönemde Daskyleion (Bandırma-Ergili)'da Pers Satraplığı bulunmaktaydı. Persler'in Anadolu'daki ikiyüzyıllık hakimiyeti Büyük İskender'in M.Ö. 333'de Pers kralı Darius'u yenmesine kadar devam etmiştir. Persler'in baskısı Batı Anadolu şehirlerinin ayaklanmasına neden olmuştur. Bu ayaklanma içinde Bithynia bölgesi şehirleri de yer almaktaydı. Bithynia bölgesi halkı M.Ö. VII yüzyılda Trakya'dan göç eden Bityn ve Tyni kavimlerinin bu bölgeye yerleşmesi ile meydana gelmiştir. Bithynia bölgesi kral I. Nikomedes (M.Ö. 279-250) zamanında en saygın krallık haline gelmiştir. Krallık IV. Nikomedes döneminde M.Ö. 74 tarihinde Roma imparatorluğuna bağlanmıştır. Bursa ve civarı önceleri Bithynia olarak anılmaktaydı. Bithynia'nın en eski halkı Bebryk, Migdones ve Mariandini'lerdi. Avrupa'dan gelen Bithyn'ler adlarını tarihten sildikleri Bebryk'lerin yerine yerleşmişlerdir. Bugün Anadolu' nun en eski halkının M.Ö. VII yüzyılda göç eden Bithynia'lılar olduğu kabul görmüştür. Sonra da Mysia'lılar gelmiştir. Adını Bithynia kralı 1. Prusias'dan alan Bursa ve çevresi çok eski çağlardan beri yerleşimlere sahne olmuştur. 1942 yılında Alman Arkeologlarca İnegöl höyüğünde gerçekleştirilen kazılarda höyüğün; en alt tabakalarındaki buluntuların Troya I, daha üst tabakalarındaki buluntuların ise Bozüyük ve Demircihöyük ile çağdaş olabileceği ortaya çıkmıştır. 1948'de İznik gölünün kuzeyinde yapılan yüzey araştırmalarında taş devirlerinde kurulduğu anlaşılan bazı höyükler saptanmıştır. 1955'de yapılan bir başka araştırmada pretohistorik (yazılı tarih öncesine geçiş dönemi) kalkolitik (bakır-taş çağı) buluntularına rastlanmıştır. Aynı yörede son kalkolitik ve erken Tunç Çağı'nın preklasik Lydia çanak çömlekleri elde edilmiştir. Orhangazi ilçesi yakınlarındaki Ilıpınar höyüğünde 1986 yılından bu yana yapılan kazı çalışmalarında üst üste altı-yedi yerleşim alanı saptanırken, bu höyüğün yakınlarındaki Hacılartepe höyüğünün taş devrinden kalma bir yerleşim alanı olduğu belirlenmiştir. M.Ö. V. Yüzyılda yazılan Herodot tarihinde Kius/Gemlik, Bursa ve çevresinde var olan ve Argonotların kolonisi olan tek kenttir. Kius/Gemlik'in kuruluşu M.Ö. XII yüzyıla kadar çıkar. Apemea/Mudanya kentinin ise M.Ö. X. yüzyılda kurulduğu sanılmaktadır. Uluabat gölü üzerindeki Apollonia/Gölyazı yerleşiminin de M.Ö. VI. yüzyıldan önce kurulduğu sanılmaktadır. Krezus/Kroisos (M.Ö. 561-546) tarafından Lidyalıların egemenliğine sokulan Bursa bölgesi daha sonra bir süre Pers/İran egemenliğine girmiş ve bu savaşlar sırasında tahrip olmuştur. Kadıköy' de kurulan Chalchedon Cumhuriyeti, Bursa ve civarını saldırılarla tahrip etmiştir. Dedaldes, İranlılara karşı savaşarak bir bakıma bağımsız bir Bithynia Devleti kurmuştur. Dedaldes'in oğlu Boritas ve onun oğlu Bas/Byas (M.Ö. 378-328) Bithynia krallığının ilk kralı sayılmaktadır. M.Ö. III. Yüzyılda Mudanya'da Myrleia/Apameia kenti, M.Ö. II. Yüzyılda Mustafakemalpaşa yakınlarındaki Melde tepesinde antik Miletopolis kenti, 356 yılında Orhangazi'de Basilinopolis kenti kurulmuştur. Tüm bu antik kentlerin dışında, İznik gölünün güneyinde bugünkü Sölöz köyünde Pythopolis, Yenişehir' de Otroia, Orhaneli' de Adriani, Karacabey' de Kremastis, Eşkel'de Dasklium, Çekirge' de Plai, Kurşunlu'da Brillos gibi ikinci derece önemde olan yerleşimler de vardır. Bölgenin bir diğer önemli kenti de Nicea/İznik' tir. M.Ö. V. Yüzyıldan önce kurulan ve Helikore adını taşıyan İznik, M.Ö. 316 yılın da işgal edilip Yunan kolonisi olmuştur. M.Ö. I. yüzyılda yaşayan Strabon'un ünlü coğrafyasında Bursa kenti ile ilgili en eski bilgi şu şekilde yer alır; "Prusa, 'Mysia Olympos'u eteklerinde kurulmuş ve iyi yönetilen bir kenttir. Frigyalılar ve Mysialılar ile sınır komşusu olan bu kent, Kroisos'a karşı savaşan Prusias tarafından kurulmuştur". V.yüzyılda yaşamış Yunan coğrafyacısı Bizantion'lu Etien'e göre de Bursa; Cyrus ile çağdaşı olan kral Prusias döneminde kurulmuştur. Bursa, Bithynia kralı I. Prusias (M.Ö. 232-192) döneminde kent statüsüne yükseltilip çevresi surlarla çevrilmiştir. Roma ile yaptığı savaşı kaybeden Kartaca Kralı Hannibal, askerleriyle birlikte sığındığı I. Prusias tarafından büyük itibar görmüş ve krala minnettarlığının belirtisi olarak M.Ö. 185' de Bursa kentini kurmuş, bu nedenle de kente Prusa adı verilmiştir. Bursa'nın kuruluşuyla ilgili bu en eski bilgi M.Ö. II.-III. yüzyılda yaşamış Plinius'a aittir. Ancak, yöreye ait kesin bilgiler M.Ö. 700'lere dayanmaktadır. Homeros bölgeden Mysia olarak söz etmektedir. Günümüzde ise Bursa yöresinde Mysia yerleşmelerini anımsatan iki yerleşim bulunmaktadır: Misi (Gümüştepe) ve Misebolu (Aydınpınar). Prusia adı zamanla Prusa, sonra da Bursa'ya dönüşmüştür. Bithynia Krallığı ile Bergama Krallığı arasındaki savaşlar neticesinde zayıflayan Krallık, M.Ö. 74'te Roma İmparatorluğu tarafından gönderilen Proconsul'lerce (Eyalet Valisi) yönetilen bir Asya Eyaleti haline gelmiştir. Bursa M.S. 385–1326 yılları arasında ise Bizans dönemini yaşamıştır. M.S. 555'lerde bölgede ipek üretimine başlanmış ve doğal sıcak suları nedeniyle küçük bir kaplıca kenti kurulmuştur.
  17. _asi_

    Edirne kültürel ürünleri

    KÜLTÜREL ÜRÜNLER EDİRNE KÖFTESİ IZGARA KÖFTE : Malzeme: Yanm kilo koyun kıyması 2 baş soğan yanm demet maydanoz 4 dilim tutarında bayat ekmek içi 1 tatlı kaşığı tuz 1 kahve kaşığı karabiber Yapılışı: Genişçe bir kabın içine makineden iki defa geçirilmiş kıyma, rendenin ince tarafı ile rendelenmiş soğan, tuz, biber ve suda hafif ıslatılıp sıkılarak iyice ufalanmış bayat ekmek içi bir yumurta ve maydanoz konup el ile iyice yoğurulur. Yoğurma esnasında kıymanın çiğ kırmızı rengi kaybolmalıdr. Bu durumdaki yoğurulmuş kıymadan ceviz büyüklüğünde parçalar koparılıp bunlar avuç içinde yuvarlanıp yassıltılarak bir kenara dizilir. Bu esnada avuç içleri ıslatılırsa et yapışmaz. Tercihan kömür ateşi olmalıdır. Telleri yağlanmış olan ızgaraya dizilen köfteler, oldukça harlı fakat çıtlamayan ateşin yaklaşık dört parmak mesafesinde her iki tarafları da kızardıktan sonra tabağa alınır ve sıcak servis yapılır. Edirne köfteleri elektrikli ızgarada değil, odun kömüründe olur.Köftelerin yanında, ünlü Edirne kırmızı biberinden hazırlanmış sos sunulur.Köftelerin tamamı iyi pişer.Ustalık pişirmededir.İçinin pişmesi ustalık gerektirir. Ateş hafif tutulmalıdır. Ateşle ızgara arasındaki mesafeyi çok iyi ayarlamak gerekir.Köfte hafif ateşte ağır ağır pişerse, dışı kavrulmadan içi de esmerleşir ve tam pişer.Böyle pişen bir Edirne köftesini yemeye doyum olmaz. Bir lezzet, bir lezzet ki sormayın gitsin. Peki,bu işin sırrı nerededir? İşin sırrı danadadır.Dana etindedir… Trakya'nın birbirinden kokulu otları ile beslenen danalar zaten ünlüdür. 210 ile 240 kilo arasındaki danalardır bunlar...Eksik, ya da fazla değil. 210 kilodan az danaların eti, yağsız, sert ve kuru olur.240 kilogramı geçti mi et fazla yağ tutar lezzetini kaybeder.En iyi köfte kıyması, 210 ile 240 kilogram arası danalardan çıkar. İşin gerçek sırrı ve meşhurluk buradadır. Söylemesi bizden,yemesi sizden. Afiyet olsun. EDİRNE PEYNİRİ Edirne Beyaz Peyniri tek cins süt ile yapılır. Yani karışım süt kullanılmaz. Sütler mevsimlere göre farklı besin değerleri içerirler. Örneğin İnek sütünün Mayıs ayı besin değerleri(protein, kalsiyum, yağ vb.) ile Kasım ayı değerleri farklıdır. Bunun sebebi bitki örtüsünün farklılıklar göstermesidir. Süt veren hayvanların doğal bitki örtüsünün değişkenliklerine göre beslenmeleri üretilen peynirin de farklı değerlere sahip olmasını sağlar. Bu durum koyun ve keçi sütü içinde geçerlidir. Dolayısı ile Edirne Beyaz Peyniri yılın farklı aylarında ilgili ayın sütünün karakteristik özelliklerini ve aromasını taşır. Buna bağlı olarak her cins hayvanın sütü kendine has özellikler taşır. İnek sütünün protein, kalsiyum, yağ vb. Değerleri ile koyun, keçi sütünün özellikleri farklıdır. Farklı zamanlarda farklı özelliklere sahip sütlerin karışımının peynir oluşumunda uyuşmazlık yarattığı, birbirlerinin insan sağlığı açısından faydalı olan protein, vitaminlerini etkisiz kıldığı, ayrıca aromatik dengesizliği oluşturduğu gözlemlenmiştir. İşin doğası gereği özellikle beyaz peynir üretiminde sadece inek sütü, koyun sütü veya keçi sütü Kullanılmalıdır. İşte Edirne Beyaz Peyniri’ nin sırrı da buradadır. Gerçek Edirne Beyaz Peyniri Tek cins süt ile işlenir ve doğal olgunlaştırma sürecine bırakılır. Sadece inek sütü işlemek şart değildir. Karışım olmaksızın mevsimine göre koyun ya da keçi sütü kullanılarak peynir üretilebilir. Sanıldığı gibi sadece koyun ya da keçi sütü kullanılarak üretilmiş peynir istenmeyen koku ve aromaya sahip olmaz aksine kendine has damak tadını yansıtır. Yalnız bu sütü işleme tekniğine bağlıdır. Bu teknik sadece Edirne ve havalisine kısaca Trakya Bölgesinin ustalarına has bir işlemdir. Bu işleme tekniğine Çanakkale-Ezine, Balıkesir-Bandırma yörelerinde “Ezine Peyniri” adı altında karışık farklı besin değerleri içeren sütler ile üretilen peynirlerde rastlanmaz. Edirne Beyaz Peyniri’nin bir diğer temel özelliği ise; kullanılacak hayvanın (inek, koyun, keçi) sütünün sağıldıktan sonra maksimum 1 saat içersinde mayalanıp peynir haline getirilmesidir. Günümüz koşullarında ise üretim prensibimiz; tüm hijyen kuralların uygulandığı, gıda güvenliği konusuna inanılarak, gerçeğine en yakın şekilde geleneksel olarak üretim yapmaktır. Edirne Beyaz Peyniri tam yağlıdır. Kendine has aromasını ve tadını yağından alır. Edirne Beyaz Peyniri; saydam, parlak ve beyaz renklidir. Edirne Beyaz Peyniri gözenek içermez. Edirne Beyaz Peyniri; olgunlaşmasını farklı zamanlarda salamura(tuzlu su) içerisinde tamamlar. Olgunlaşma zamanları kullanılan süte göre ortalama; İnek sütü 6 ay Keçi sütü 8 ay Koyun sütü 12 ay sürer. Olgunlaşma süreci peynir için çok önemlidir. İnek sütü peyniri 6 aylık süreçte 3 kez salamurasını absorbe eder ve bırakır. Edirne Beyaz Peyniri için buzahane şartları ayrı bir uzmanlık ister. Peynir salamura içerisinde özel soğuk odalarda +4 ila +6 derece sıcaklıklarda ve yerden belirli bir yükseklikte olgunlaşır. Her cins sütün peyniri farklı derecelerde bekletilir. Ayrıca buzhane ortamında olgunlaşma sürecinde peynir sıkça kontrol edilir. Gelişimin durumuna göre yatay ve düşey yönde hareketler ile fiziki konumu değiştirilir. Edirne Beyaz Peynirinin mayası; ot yememiş buzağının şirdeninden yapılır. Bu şirden kurutulur ve uzun sure kullanılabilir(1–1,5 yıl) . Edirne Beyaz peynirinin ideal lezzet sınırı vardır. Olgunlaştırma sürecini tamamlayan peynir hava ile ilk temasından itibaren 3 ay içerisinde tüketilmelidir. EDİRNE TAVA CİĞERİ Edirne Tava Ciğeri, Edirne yöresinde yetiştirilmiş “dana” cinsi büyükbaş hayvanlardan elde edilen karaciğer, yine yöreye ait buğday unu ile ayçiçek yağı kullanılarak üretilen, malzeme seçimi, hazırlanış, pişiriliş ve servisi ustalık gerektiren yöresel bir yemek olup, servisinde ise yine Edirne mahsulü, doğal yoldan özel kurutulmuş kızartılmış kırmızı biber kullanılmaktadır. Malzeme Seçimi ve Hazırlanması Edirne Yöresinde yetiştirilmiş en az 1 yaşındaki danadan elde edilen karaciğer, kesim ve doğrama sırasında dikkatlice en ince kıvamda zar, sinir ve damarlardan ayıklanarak yaprak şeklinde doğranmakta ve kandan arındırılmaktadır. Edirne Tava Ciğerinin hazırlanışında, öncelikle dana karaciğerinin zarı düz bir işleme tahtası üzerinde alınmakta, 6-7 cm’lik eşit parçalara bölünmektedir. Daha sonra doğrama işlemine geçilerek, dikey ve yatay olarak yaprak şeklinde parçalara ayrılmaktadır. Bu kesim esnasında ciğer içinde bulunan kalın kan damarları, kılcal damarlar ayıklanmaktadır. Hazırlanış esnasında ciğer çok ince, bir bıçak sırtı kalınlığında, kesilmelidir. Parçalara ayrılan ciğer, kevgir(süzgeç) kullanılarak ve su yardımıyla mevcut kandan temizlenmektedir. Bu işlemden sonra ve yeniden kan oluşmaması için, 4-5 kg. ciğere 100-150 gr. orantısıyla tuz serpilir ve iyice karıştırılır. Süzgeç içinde ve bir kapla beraber buzdolabında ortalama 18-19 dakika beklemeye alınır. Bu işlemin amacı ciğerin içinde kalan kanın iyice temizlenmesidir. Bu işlemin doğru yapılması, tava ciğerin lezzeti için çok önemlidir. Eğer ciğer süzgeçte sulu kalırsa daha sonraki unlama işleminde fazla miktarda un tutar, fazla un tutması ise “çapak” adı verilen un kümelerinin oluşmasına ve tava ciğerinin istenilen tatta olmamasına neden olur. Pişirilmesi Edirne Tava Ciğeri, adından da anlaşılacağı üzere tavada pişirilmektedir fakat tavası alüminyumdan ve özeldir. Tavanın özelliği, yağın çok hızlı kızabilmesi için yaklaşık 1 mm gibi bir incelikte olmasıdır. Tavaya 1 lt sıvı ve bölgede yetişen ayçiçeğinden üretilmiş ayçiçek yağı konulmaktadır. Bu yağ 115-120 °C’ gibi yüksek ateşte ısıtılmaktadır. Hızlı ve ciğerin yağı emmeyeceği bir kızartma gerçekleşmelidir. Bölgede ısıtma işlemi için genellikle saç ayaklı ocaklar kullanılmaktadır. Isıtma işlemi esnasında; dinlendirilen ciğerimiz tepsi şeklinde olan unluğumuzun içinde Edirne yöresinin buğdayından üretilmiş olan un ile iyice harmanlanmaktadır. Unun ciğerin her tarafını kaplamasına dikkat edilmelidir. Pişirmeye başlamadan önce yağın kızgınlığını anlamak için, yağın içine 1 parça ciğer atılmaktadır. Ciğer yağın üzerine çıkıp hareketli halde kızarırsa yağ, Edirne Tava Ciğerinin pişirilmesi için uygun sıcaklığa gelmiş demektir. 1 porsiyon ciğer 120 gr’ dan az olamaz. 120 gr. ciğer serpilerek tavaya atılır ve bu 1 porsiyon ciğerin pişmesi yaklaşık olarak 2 dakika sürmektedir. Pişme gerçekleştiğinde, tavadan yağı süzülerek çıkarılarak porselen tabağa alınmaktadır. Pişirme işlemlerinde diğer bir önemli husus, tava ciğerin lezzeti ve tazeliği için dinlendirilmiş kızartma yağı kullanılmasıdır. Kızartma yağı 5-6 pişirme işleminden dinlendirilerek süzülmektedir. Yağın dinlendirilmesi sırasında pişirme işlemine devam edilecekse, yedekte tutulan yağ kullanılmalıdır. Servis Serviste en önemli garnitür Edirne/Karaağaç mahsulü kurutulmuş kırmızı biberlerdir. Yerel ismi “Karaacı” olan bu biberler oldukça acıdırlar. Bölgedeki bahçelerde mevsiminde yetişmiş ve sera mahsulü olmayan sivri kırmızı biberler, saplarından ipe asılarak doğal yoldan kurutulmakta, kızgın yağda pişirilmektedir. Bu biberlerin yanında yoğurt, ayran ve cacık ile servis yapılmaktadır. Ayrıntılar Dilden dile dolaşan şöhretiyle Edirne ciğerini lezzetli kılan en önemli özelliklerden biri, ciğerin kuzudan değil de, Trakya bölgesinde yetişen, doğal meralardaki kokulu otlarla beslenen danalardan elde edilen ciğerden yapılmasıdır.Dana ciğerinin günlük ve taze oluşu da, Edirne ciğerinin (Talaş ciğer veya tava ciğer de denir) şöhretinde önemli bir etkendir. Çok pişmiş derseniz çıtır olur, az pişmişi bol vitaminli.. Ciğerci dükkanında kızgın yağ sesinin yanı sıra, biberin ısırığındaki çıtırtı duyulur sadece.. Bir başkadır yazın güneşte kurutulmuş kuru biber tadı... BADEMEZMESİ Edirne’nin Osmanlı’ya başkentlik yaptığı II. Murat döneminde Mısır’dan bir Hacı gelir ve Yıldırım’da bulunan bademlik mevkiine yerleşir. Çevresinde çok sayıda badem ağacı olduğunu gözlemler ve bunlardan yararlanmak ister. Kendisi de o dönemde tatlı işiyle uğraştığı için buradaki bademlerden de yararlanarak üç çeşit tatlı hazırlar. Padişah II. Murat seferden döndüğü zaman halk padişahı karşılar ve Mısır’dan gelip Edirne’ye yerleşen Hacı, hazırladığı tatlıları padişaha sunar ve bunlara bir isim vermesini ister. Padişah II. Murat sorar:Bu tatlıyı nasıl yaptın? Hacı, içerisinde badem olduğunu ve bademleri ezerek şerbetle karıştırıp hazırladığını söyler. Bunun üzerine padişah bunun adı bademezmesi olsun der. Bademezmesinin Yapılışı Bakır bir kazanda 120º sıcaklıkta kaynatılan şerbetin içine dübek taşında demir ile dövülen bademler toz haline geldikten sonra atılarak karıştırılır ve soğumaya bırakılır. Soğuyan bademezmesi mermer bir tezgahın üzerine konulduktan sonra yoğurularak şekil verilir ve kesilecek konuma gelir. EDİRNE MEYVE SABUNU Meyve sabunculuğu Türk Kültüründe, Edirne'ye özgü bir sembol olarak özgün bir yer edinmiştir. Evlerde süs eşyası olarak kullanılan meyve sabunları 17. yüzyıldan beri Edirne'de üretilmektedir.Bugün türlü biçimlerde renk renk yapılan kokulu meyve sabunları, hediyelik eşya olarak satışa sunulur. EDİRNE SÜPÜRGESİ Edirne'nin meşhur el zanaatlarından biri de süpürgeciliktir. El süpürgesinin hala işlevini sürdürüyor olması nedeniyle süpürgecilik bir zanaat ürünü olarak güncelliğini koruyor. Edirne süpürge yapımcılığının önemli bir merkezi olmakla birlikte süpürge ustalarının sayısı giderek azalmaktadır.Edirne'de evlenme geleneklerinde önemli yer tutan süpürge, sapına kabara denilen özel bir çivi çakıldığında kullanan bayanın bekar olduğunun göstergesi, evin kapısının dışına asıldığında ise evde evlilik çağında kız bulunduğunun simgesidir. Aynalı süpürgeyi ise gelinlik kızlar çeyizlerinde, saflığın ve temizliğin simgesi olarak bulundururlar.
  18. _asi_

    Edirnekari

    EDİRNEKARİ EDİRNEKARİ (Edirne İşi Bezeme) Edirnekari ya da diğer adıyla Edirne işi bezeme, çeşitli malzemeler üzerine boya ile yapılan süsleme işinin, Edirne'ye özgü bir yöntem ve teknikle gerçekleştirilmesine verilen addır.Edirnekari ahşap, karton ve deri gibi malzeme üzerine boya ve cila ile yapılan motif ve kompozisyonlar halinde uygulanır. Süslemede natüralist çiçek, yaprak, meyve motifleri kullanılır. Daha çok çeyiz sandıkları, yazı çekmeceleri, para kutuları, cilt kapakları gibi dekoratif eserler üzerine uygulanır. Aynı süsleme anlayışı, Edirne mezar taşlarında da ifadesini bulur. Edirnekari'de kullanılan boyaların bozulmaması en önemli özelliklerden biridir. Osmanlıların 15. yüzyıldan itibaren kullandığı bu teknik ilk kez Edirne'de uygulanmış daha sonra İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Erzurum gibi Anadolu kentlerine yayılmış olduğu için bu adla anılmıştır. El sanatları bir milletin yüzyıllar boyu süregelen yaşamı boyunca oluşan ve kuşaktan kuşağa aktarılan en önemli kültür varlıklarıdır. Edirnekari lake işleri ahşap, karton ve deri gibi malzeme üzerine boya ve cilayla yapılan motiflerin yer aldığı bir süsleme biçemidir. Bu süslemelerde en çok natüralist çiçek, yaprak ya da meyve motifleri kullanılır. Yeşil, açık mavi, kahverengi, kırmızı ve açık sarı zemin üzerine işlenen çiçekler tek tek olabilecekleri gibi bir vazo içinde ya da ortadan kurdeleyle bağlı bir buket biçiminde olabilir. Bu sanatçıların en büyük esin kaynağı doğadır. Kavukluk, sehpa, koltuk, kanepe, vitrin ve karyola gibi ahşaptan yapılmış ev eşyası XVIII.yüzyılın başından itibaren, daha çok Edirnekâri dediğimiz teknikle dekore edilmiştir. Bu teknik, altın, yaldız, yeşil ve kırmızı renklerin değişik tonlarının lâke usulü ile yapılması suretiyle elde edilir. Edirnekâri ağaç işleri üç bölüme ayrılır 1- Oyma eserler 2 - Kakma eserler 3 - Boya bezekli eserler Teknik yönden yapılan bu ayrımdan başka, eserler kullanım alanlarına göre de gruplara ayrılır. Dekoratif eserler a- Tavan işlemeleri b- Yüklük ve köşe dolapları c-Trabzan ayakları Ev içinde eşya olarak kullanılan Edirnekariler a- Sofra, sini altları b- Kavukluklar c- Yazı çekmeceleri ve sandıklar d- Rahleler ve diğer eserler Edirnekarilerin diğer özelliklerini de beş maddede sıralayabiliriz. 1- Edirnekâri ağaç işlemelerinde geometrik motifler çok az kullanılmıştır. 2- Bir çok eserde barok tesir bazen kuvvetli olarak hissedilmektedir. 3- Genelikle lale, sümbül, karanfil, çiçek buketi, meyve gibi bitkisel motifler kullanılmakta tali olarak geometrik (daire, kemer, yıldız gibi) ve rumi kıvrımlara yer verilmektedir. 4- Boya bezekli eserlerde susen yeşili, mor, safran sarısı,hindiba esmeri ve kahve esmeri gibi nebati boyalar kullanılmıştır. 5- Ağaç cinslerinden ceviz, dut, meşe, kestane, şimşir,ıhlamur tercih edilmiştir. OYMA ESERLER Sini sofra altları Tamamen Edirne’ye has bir teknikle çok köşeli olarak yapılan bu eserlerin bir altlık veya kaide olarak yapıldıkları için üst kısımları düz ve tezyinatsızdır.Oyma suretiyle işlenen yan cephelerinde muayyen bir kompozisyon her iki köşe arasında tekrar eder. Köşelerde uzun ucu kıvrık bir palmet çok güzel bir ayak süsü teşkil eder. Bu şekil doğrudan doğruya yabancı tesir olarak kabul edilir. Ancak diğer motifler bilhassa üstteki kubbe veya kemer motifi doğrudan doğruya yerli olup, Edirne’de sevilen bir motiftir. Türk mimarisinde bu tip motiflerle bezeli tezyinata çok rastlanır. Kavuklar Daha ziyade rokoko işlemelerle süslü bulunan Edirne işi kavuklar, zemini yeşil ve kabartmaları altın yaldızla boyanmaktadır. Rokoko kıvrımlar arasında yer yer yüksek kabartma olarak işlenmiş çiçek rozetler bulunur. Ortada küçük ve yuvarlak bir çerçeve ve içerisinde “Ya Maşallah” ibaresi bulunmaktadır, İstanbul ve Anadolu’da bu kavuklara örnekler görülmesi ya çeşitli sebeplerle Edirne’den alındığını veya Edirnekâri kavuklara benzetilmek istendiğini ifade eder. Bu kavuklarda renkler ve boyalar tamamen orjinaldir. Tavan işlemeleri Edirne evlerinde çok kullanılan tavan tezyinatı bilhassa 19.yy’ın başlarında rokoko ve barok süslerle daha da geliştirilmiştir. Ancak, yalnız yerli motifleri havir örnek bulunamamıştır. Bitkisel Edirne boyalarıyla boyanan bu tavan işlemelerinin gülçeleri bilhassa dikkate değer. Trabzan ayakları Edirnekâri ağaç işlemeciliğinin en güzel örneklerinden olan bu eserler oyma bitkisel süslü ve boyalıdır. Ayaklar helezoni ve silindiriktir. Üzerlerine yüksek ve alçak kabartma olarak tezyinat işlenmiştir.Ayakların dip taraflarına muhtemel ayak darbeleri için düz bir süpürgelik bırakılmıştır. Bunun üzerinde dolama da tabir edilen sarmaşık motifler işlenmekte ve rokoko kıvrımlara rastlanmaktadır. Bu kabartma motifler klasik Türk sanat eserlerinden olan cami kapıları ve rahleler üzerine yapılan girifit bitkisel motiflerin bir halk sanatkarı elinde aldığı şekil olarak gösterilebilir. KAKMA ESERLER Sedef kakma olarak yapılmış eserlerimiz bulunmasına rağmen gerek müzede ve gerekse Edirne ev ve camilerinde Edirne’yi temsil edebilecek tipik eserlere rastlanmamaktadır. Sanat dallarında bu kadar ilerlemiş bir merkezde bu çeşidin gelişmemiş olması iddia edilemez. Ancak Edirnekâri kakma eserlerin çeşitli sebeplerle başka yerlere gitmiş olması ihtimali kuvvetlidir. BOYA BEZEKLİ ESERLER Yüklük ve köşe dolapları Türkiye’nin bir çok bölgelerinde son zamanlara kadar kullanılan bu ev içi mefruşatı Edirne’de özel bir mevkiye ve üstünlüğe sahiptir. Edirne’de yüklük, köşe dolabı, pencere pervazları divan olarak kullanılan kanepeler bir manzume olarak ele alınmakta ve en güzel motifler güzel boyalarla işlenmektedir. Bu ağaç eserlerinin İstanbul ve diğer şehirlerde daha az tezyinatlı olanlarına rastlanır. Ancak aradaki gerek form ve gerekse renk ve motif ayrılıkları hemen dikkati çeker. Edirne evlerinin köşklü odalarına ve odanın kapı karşısındaki pencereli duvarına monte edilen bu manzume için odaların planı özel olarak yapılır veya değiştirilir. Duvar üzerine açılacak iki pencere arasına yüklük gelmeli ve bu yüklük duvarın her iki köşesine pencere pervazları ve pencere önündeki oyma kanepelerle bağlanmalıdır. Bağlantı köşelerde bulunan köşe dolaplarına istinat ettirilir. Eserler için kullanılan boyalar tamamen yerli ve Edirne’de sevilen tutulan renklerden seçilmekte (açık yeşil, kirli sarı, mavi gibi) ve pencere pervazları (perde gibi işlenir) ile köşe dolaplarının köşelerinde oyma işlemeler bulunmaktadır. Motif olarak tamamen karışık motifler (geometrik, bitkisel) kullanılmıştır. Edirne’de bol bol kullanılan rokoko süslerin bu eserlerde görülmemesi parçaların 19.yy’dan daha önceye ait olduğunu ifade etmektedir. Yazı çekmeceleri Büyük üne sahip Edirne işi yazı çekmeceleri zerafet ve boyalarıyla dikkati çeker. Genellikle kapak üstü ve içi, yanları çeşitli bitkisel motiflerle süslenmekte ve bu süsler doğrudan doğruya müstakil bir üslupla doğup devam etmektedir. Kapakların üzeri bazen madeni parçalarla tezyin edilmektedir. Kapak içinde ise devrin tuğrası kullanılmaktadır. Tuğralar elips bir çerçeve içerisinde sanatkarane bir tarzda işlenerek, yazı takımı veya çekmecesinin sanatıyla ilgisi en güzel şekilde belirtilmiş olur. Boya ile yapılan tezyinata gelince, bunlar ince bir tarzda işlenerek satıh ve köşeler değişen kompozisyonlarla süslenmiştir. Şüphesiz bazen göze hoş görünmeyen ve bütün sahayı mutlaka kaba figürle doldurmayı gaye edinen bazı sanatkarlar ve bu tip eserleri vardır. Ancak elde mevcut çekmecelerin çoğunluğu bunun aksine büyük sanat değeri taşır, öyleki Edirne devrinin en güzel yazı çekmecelerini ihraç ederek Edirnekari yazı çekmeceleri ile üne sahip olmuştur. Çekmecelerin iç kısımlarında kağıt, hokka takımı, makas, makta gibi yazı takımlarını koymak için özel yuvalar ve bölmeler yapılmıştır. Edirnekârilerin motif özellikleri Osmanlıların 15.yy’dan itibaren uyguladığı bu teknik ilk kez Edirne’de yoğun olarak İstanbul, Bursa, Diyarbakır, Erzurum gibi Anadolu kentlerine buradan yayıldığı için bu isimle anılmaktadır. Kapı, dolap kapağı, pencere kepengi gibi ahşap yapı elemanlarında oyma kakma boya tekniklerinin tek tek veya bir iki tekniğin bir arada uygulandığı görülür. Edirnekârilerde önceleri geleneksel hatai ve penç motifleri son zamanlarda da barok ve rokoko desenleri olarak kullanılmıştır. Cilt kapaklarında Edirnekâri motif ve boyamaların kullanılmasının İranlı ustalar eliyle ülkeye girdiği sanılmaktadır. Saray nakkaşlığı ve tezhipçiliğine dayalı bir bezeme tekniği olmakla beraber yer yer halk sanatına yaklaşan daha serbest uygulanmış örnekleri de mevcuttur. Cilt kapaklarından başka cekmece, Sultan III. Murat dönemi ciltleridir. Yusuf Mısri, Ali El Üsküdari, Mustafa Nakşi bilinen Edirnekâri lake çalışmış cilt ve tezhip ustaları da Nakşibeni - Er Rakım gibi isimlere rastlamaktayız. Edirne’de diğer yerlerde olmayan bir özellik de, ahralı ve mühreli beyaz kağıtlarla kalın ve ince defter yapılıp bunların çiçek dalları veya buketleri ile süslenip memleketin her yerine ihraç edilmesidir. Bunları kaplamada el ile stilize çiçek resimleri, vazolu veya vazosuz çiçek buketleri yapılmaktaydı. Zamanında bu işle bir çok ailenin geçimini temin ettiğini kaynaklardan öğrenmekteyiz. 17.yy’dan kalma sade, zarif ve mükemmel bezenmiş örnekler olan elliden fazla eser günümüze gelebilmiş, müzelerin koruması altına alınmışlardır. 15.yy’a kadar stilize olan bitkisel süsleme 16. ve 17.yy’larda giderek yoğunlaşan bir natüralizm sonucunda kendine özgü bir karakter kazandı. 18.yy’dan itibaren ise batı etkisi kendini gösterdi. Barok, rokoko, ampir üslupları çiçek süslemelerini de etkisine aldı. Bu etki ile Türk sanatında “şüküfe” tarzı adını alan natürmort anlayışa bürünen bir çiçek süslemesi oluştu. Topkapı Sarayı harem kısmında bulunan Sultan III. Ahmet’in yemiş sofrası süslemeleri ile Ali Üsküdari resim ve lakelerini bu üslubun en güzel örnekleri arasında sayabiliriz. Edirnekâri motifler natüralist anlayışta yapılmış gül, lale, sümbül, şakayık, nergis, hanımeli, karanfil gibi çiçekler olup bunların yanı sıra bazen tabak içinde meyve kompozisyonları da yer alır. 17.yy da, yani erken dönem Edirnekâri motiflerde çiçekler daha çok tek başına basit buketler veya stilize çiçekli dallardan oluşur.18.yy’da ise motifler buketlere dönüşmüş çeşitli çiçekler vazo içinde veya sapından kurdele ile bağlı buketler halinde işlenmiştir.Geç dönem Edirnekâri motifler 18.yy sonu ve 19.yüzyılı içine alır.Bu dönemden başlayarak Edirnekârinin tüm Anadolu’da sadelikleri ve zerafetleri gitgide kaybolmuştur. Edirnekârilerin yapım tekniği İlk olarak motiflerin işleneceği eser usta tarafından tezyinatsız olarak hazırlanır. Örneğin; eser yüklük kapağı veya ahşap çekmece ise marangoz tarafından, cilt kapağı ise mücellit tarafından hazırlanır.Eserin süslenecek yüzeylerine nisadır ve üstübeç karışımı astar çekilir. Daha sonra eser fonu oluşturacak renge boyanır. Krem,bej,açık pembe,yeşil gibi. Bu boyalar erken dönemde kök boyalardır. Geç devirde ise yağlı boyalar kullanılmıştır. Bu işlemden sonra fon boyasının üzerine süslemeler yapılmaya başlanır, önce motif konturları çekilir. Daha sonra renklendirilir. Nakışlar kuruduktan sonra son aşama olarak eserin üzerine “lak” adını verdiğimiz gomalak cila ince katlar halinde sürülerek boyalar kurumaya alınır. 18.19.yüzyıla ait değerli bir kaç parça Edirnekâri Edirne Müzesi’nde, kalem kutuları yazı çekmeceleri, saraf çekmeceleri, saatlikler, kavukluklar ve kitap kapları gibi bazıları da Topkapı Sarayı Müzesi ile İslam Eserleri Müzelerinde sergilenmektedir.
  19. _asi_

    Edirne evleri

    EDİRNE EVLERİ Hepsinin ayrı bir hikayesi var... Yaşanmış münferit sevinçler, paylaşılmış hüzünler ve geleceğe uzanmış umutlar bir yana, Edirne evlerini asıl ölümsüz kılan, iç ve dış mimarilerinin bugüne taşınan estetik ve zarif görünümleridir... Su baskınları, yangınlar, kuşatmalar ve savaşlarla yaralanmış olsa da bazıları, zamanla inatlaşırcasına çırpınanlar anlatır bu hiç bitmeyecek masalı... Edirne'nin özellikle Karaağaç, Kaleiçi ve Kıyık semtlerindeki sokak aralarında dolaşırken, savaşlar, yangınlar, kuşatmalar ve su baskınlarına rağmen ayakta kalmayı başaran birçok sivil yapıyla karşılaşırsınız. Ayakta kalabilenlerle 1900?lerden bugüne, yakın tarihimizin en güzel sivil mimari örneklerini oluşturan Edirne evleri, ziyaretçilerin göz zevkini okşayan estetik görünümlerinin yanı sıra, adeta yaşanmışlıklarıyla da birbirinden farklı hikayeler anlatır. Sokakta yürürken karşısında durup kaldığınız ahşap ve taş evler dile gelir sanki. Şaşırır, hayran kalır ve zamanda yolculuğa çıkarsınız: Gıcırdayarak usulca açılan renkli camlı, ahşap panjurlu pencereden bir genç kız sokağa doğru göz süzerken, delikanlı aşığıyla bir kez olsun gözgöze gelebilmek için hep o köşede bekliyordur sanki... Tunca ve Meriç köprülerinden sonra, Arnavut kaldırımlı Karaağaç yolunun her iki yanında bulunan devasa büyüklükteki anıtsal çınar ağaçlarının arasından geçerek Karaağaç'a vardığınızda, adeta bir mevsim değişimi yaşarsınız. Geniş sokak ve caddeleri süsleyen rengarenk bahçeli evler, sizi başka bir dünyaya sürükler. Eskiden Rum nüfusun yoğun olarak yaşadığı Karaağaç, kimisi restore eilerek tarihe eşsiz kanıtlar sunan, kimi de kaderine terk edilmiş olarak restore edilmeyi bekleyen evleriyle, ziyaretçilere görsel bir şölen yaşatır... Geleneksel Türk mimarisinin yanı sıra Musevi, Rum ve Bulgar azınlık mimarlarının inşa ettiği birbirinden farklı görünümdeki evler, Edirne'nin geçmişten bugüne uzanan hikayesini bütünler niteliktedir. Kendinizi bu yaşanmışlıklara kaptırıp biraz daha yürüdüğünüzde, köşeyi döner dönmez başka bir hikayenin sizi beklediğini fark edersiniz: Birbirinden güzel motiflerle bezenmiş, demir işçiliğinin en ilginç örneklerini yansıtan balkon korkuluklarına dirseklerini dayayıp, alt kata doğru eğilen Afife Hanımın ve onun yanındaki evin penceresine çıkan diğer komşunun sokağa yayılan sabah muhabbetleri... Sokakta oynayan çocukların Nimet Halası, Efstratia Teyzesi... Kaleiçi, özellikle musevi ve rum kültürünün en güzel örneklerini ortaya koyan evleriyle ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Kaleiçi, evleriyle farklı inanış ve kültürlerin sentezini yansıtır. Evin giriş merdivenlerinin bittiği yerde, yüksekliğiyle baş döndüren, ahşap işçiliğiyle kendine hayran bırakan dış kapının kilidi döner, topuzu çevrilir ve Kirkor Amca sabahın ilk ışıklarıyla kendini sokağa atar; oradan da Saraçlar'daki işyerine... Mehmet Efendi selamlar Kirkor'u hayırlar olmasını dileyerek sabah şeriflerinde... Sokaklarda yürüdükçe, geçip gidememek istersiniz. Orada kalıp, biraz daha o keyfin tadını çıkarmak... Alıntı...
  20. _asi_

    Eğribük ve Gölbaba

    EĞRİBÜK VE GÖLBABA Yeniden keşfedilen doğal zenginlikler: Eğribük ve Gölbaba Adını Tunca Nehri?nin ovadaki menderes ve büklerinden alan Eğribük ve yeraltı sularından beslenerek yıl boyunca orta kısmında su barındıran Gölbaba, Edirne?nin doğal zenginliklerini gözler önüne seriyor. Evsel atık ve sanayi kirliliğinden tamamen uzak olan alan, tam anlamıyla bir doğa harikası... Tunca Nehri ovada ilerlerken, Gölbaba'nın yanından geçer. Taşkın zamanında göl ile Tunca Nehri birleşir ve ovayı kaplar. Göl ayrıca çevresindeki 4 çeşmeden ve yeraltı sularından sürekli beslenerek orta kısmında yıl boyunca su bulundurur. Su seviyesi mevsimler ve yağışlara göre değişen Gölbaba, yapı olarak çoğunlukla sazlardan oluşmaktadır. Gölün derinliği meteorolojik şartlara göre ve Tunca Nehri'nin seviyesine bağlı olarak 1,5 metre ile 30-40 santimetre arasında değişmektedir. Bölgede Büyükdöllük, Değirmenyanı ve Yolüstü köyleri bulunur. Bu bölge, 2591997 tarihli 4218 No'lu karar ile Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1. derecede doğal sit alanı olarak tescil edilmiştir. Eğribük ve Gölbaba sulakalanında kuş türleri Gölbaba tatlı su bataklığı, Eğribük ise taşkın ovası niteliğinde sulak alanlardan oluştuğu için, zengin bir kuş faunasına sahiptir. Türkiye'nin, batı palearktik bölgenin en önemli göç yolları üzerinde bulunması da bu zenginliğe katkıda bulunur. Gölbaba ve Eğribük çevresinde, Edirne Kertenleri Kuş Gözlem Gurubu, Trakya Üniversitesi Kuş Gözlem Gurubu ve Edirne Çevre Gönüllüleri Derneği tarafından yapılan çalışmalar sonucu 100'ün üzerinde kuş türünün bölgeyi yaşam alanı olarak kullandığı saptanmıştır. Bölgede sıkça görülen çeltik tarımının da kurak yaz günlerinde sulak alanlar oluşturması nedeniyle su kuşlarına yiyecek sağlamada etkili olduğu söylenebilir. Leylek, çeltikçi ve balıkçıl gibi kuş türleri bu alanlarda beslenmektedirler. Eğribük ve Gölbaba'da av ve yaban hayatı Kış aylarında Gölbaba ve Eğribük civarında özellikle ördek türleri ve kuğular göze çarpar. Gölbaba'nın geçmişte oldukça popüler olan bir ördek avlama alanı olduğu bilinmektedir. Ancak yoğun avlanma nedeniyle, bölgenin bu özelliğini yitirdiği de ne yazık ki üzücü bir gerçektir. Son yıllarda bölgeye yapılan ziyaretler, kuş gözlem gruplarının çalışmaları, Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Şefliği ve Jandarma'nın yasal olmayan avcılık ile mücadeleleri sonucunda bölgede yasal olmayan avcılığın ciddi şekilde azaldığı gözlemlenmektedir. Bu olumlu gelişmelerin kuş popülasyonunu da olumlu yönde etkileyeceği düşünülmektedir. Eğribük ve Gölbaba sulak alanında bitki örtüsü Geniş düzlüklerle çevrelenen bölgede Istıranca Dağları'nın eteklerine doğru gidildikçe yüksekliklerin arttığı, ovanın yerini meşe ormanlarına bıraktığı gözlemlenir. Ovada su yakonlarında çeltik, diğer alanlarda ise buğday ve ayçiçeği başlıca tarım bitkileri olarak dikkat çeker. Bölge, bu tarım bitkilerinin yanı sıra, diğer bitki türleri açısından da zengin bir çeşitlilik gösterir. Renk renk susenler (iris), muscadri, yabani gül, taraxacum, gelincik (papaver), palliurus, kuru çalı (spino-christ), ayçiçeği (helionthus), bölgede dikkat çeken bitki türlerinden bazılarıdır.
  21. _asi_

    Selimiye Camii Resimleri

    HÜNHAR MAHFİLİ MÜEZZİN MAHFİLİ CAMİ MİNBERİ CAMİİ MİHRABI PENCERELER CAMİ BEZEMELERİ KUBBE KAPILAR İÇ AVLU VE ŞADIRVAN MİNARELER
  22. _asi_

    Selimiye Camii

    SELİMİYE CAMİİ Türk-İslam tarihinin en ihtişamlı yapısı: Selimiye Camii Mimar Sinan‘ın 80 yaşında yarattığı ve “ustalık eserim“ diye nitelediği yapıt olan Selimiye Camii, Osmanlı-Türk mimarlık tarihinin olduğu kadar, dünya mimarlık tarihinin de başyapıtları arasında gösterilmektedir. 5 Asır’ a yaklaşan geçmişiyle, zamana meydan okuyan, dimdik ayakta duran heybetiyle, insanı kendine hayran bırakan; teknik özelliklerindeki üstünlük ve ayrıcalıklarla Osmanlı mimarisini göklere çıkaran; şehir siluetindeki hakimiyetini açıkça belli eden ihtişamıyla herkesi büyüleyen Selimiye, Osmanlı Saltanatı'nın Edirne'ye en büyük armağanı olarak kubbesinden minarelerine, süslemelerinden akustiğine kadar eşsiz bir değer. Selimiye Camii neden İstanbul’a değil de Edirne’ye yapıldı? Evliya Çelebinin aktardığı, Sultan II. Selim’in, Selimiye camiini Edirne’de yaptırmasını peygamberimizi rüyasında görmüş olmasına bağlanması, en çok bilinen ve kabul edilen görüştür. Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde bu konuyu şöyle aktarmaktadır: “Sultan II. Selim niçin İstanbul’da bu camiyi inşa ettirmediler diye sorarlarsa, bir gece Sultan Selim Üsküdar tarafında Fenerbahçe’de bulunan köşkte, rüyasında peygamber efendimizi görmüş ve ondan “ Ya Selim, Kıbrıs’ı fethedersem ganimetlerden payıma düşenden bir camii inşa edeyim demiştin. Şimdi Cenab-ı Allah sana Kıbrıs’ı nasip etti. Niçin vefa edip geri kalan ömrünü hayır ve iyilikler yolunda geçirmezsin. Tez Kıbrıs’taki Magosa kalesinden alınan ganimeti Vezir Mustafa paşadan talep edip benim korumamda olan Sedd-i İslam Edirne’de camii inşa et“ Ancak bilindiği gibi Kıbrıs, 1571 yılında fethedilmiş, Selimiye camiinin yapım süreci ise 156869 yıllarında başlamıştır. Evliya Çelebinin ise doğruluğu şüpheli bu bilgiyi bu şekilde aktarmasını, Selimiye gibi bir abide eserden etkilenmesinden veya diğer etkilenen insanların ona abartılı aktarmalarından kaynaklandığı düşünülebilir. Evliya Çelebinin bu görüşüne karşın, Selimiye külliyesinin Edirne’ye yapılmasının sebepleri ile ilgili çeşitli görüşler bulunmaktadır: I- İstanbul sur içindeki egemen olan noktalarda daha önce yaptırılan Ayasofya Bayezid, Süleymaniye, Şehzade ve Fatih camileri bulunması ve bu camilerin tümünün şehre hakim noktalara inşa edilmiş, bölgede başyapıt için gerekli bir mekan bulunmaması ileri sürülebilir. Bunun yanında Sur içinde bulunan bu bölgede 15 yıl önce bir diğer başyapıt Süleymaniye cami ve külliyesinin yapılması işlev ve ihtiyaç anlamında gerek olmadığını akla getirebilir. II- Anadolu’dan Rumeli’ye aktarılan Türk nüfusu Balkanların bir çok yerinde bulunmasına rağmen, Avrupa’da kesin olarak Türkleşmiş coğrafi alan sınırı Edirne dolaylarından geçmekteydi ve Edirne bu bölgenin merkezi olarak görülmekteydi. Edirne’nin daha önce başkentliği üstlenmesi ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde ki batı seferlerinin askeri merkezi olması, Edirne’yi Osmanlı’nın gözünde geçmiş bir başkenti olarak önemli kılıyordu. Buraya yapılacak abidevi eser, mevcudiyeti süresince bu toprakların Osmanlı ve Türk kalmasını sağlayacaktı. Nitekim 19. ve 20. yüzyıllardaki işgallerde Ruslar, Bulgarlar ve Yunanlılar bu abidevi eseri yok etme cesaretini gösterememiş ve Selimiye, Edirne’nin bir Türk şehri olduğunun en büyük kanıtı olmuştur. III- Sultan II. Selim, babası Kanuni Sultan Süleyman ve diğer saray halkı ile beraber Edirne sarayında bulunması ve hatta Kanuni Sultan Süleyman batı seferlerine çıktığında Edirne kentinin koruyucusu (kaim-makam) olarak bırakılması, onun gözünde Edirne’nin önemini maddi ve manevi boyutlarıyla anlamlı kılmış olmalıdır. Nitekim Mimar Sinan’ın ağzından yazıldığı düşünülen Tezkiretü’l Bünyan ( Yapılar Kitabı) adlı eserde “ Sultan Selim Han hazretleri, saadetle devlet tahtına oturduktan sonra Edirne şehrine son derece sevgisi ve şefkati olduğundan burada, zamanda benzeri olmayan bir camii yapılmasını buyurdular” diye yazmaktadır. Tüm bu görüşler göstermektedir ki her bir görüşün kendi içinde bir doğruluk payı olmakla beraber tek başına yeterli olmaları pek anlamlı değildir. Akla uygun gelen, Sultan II. Selim’in tüm bu görüşler ve diğer başka nedenler gözden geçirildikten sonra Selimiye camiinin Edirne’de yapılması için karar vermesini sağlamış olduğu söylenebilir Selimiye’ye giden yol Mimar Sinan’ın, Sultan II. Selim’in buyruğu ile Edirne’de inşa ettiği Selimiye Camii, yapı biçimi açısından Edirne Üç Şerefeli Camiye oldukça benzer. Sinan'ın Selimiye'den önce yaptığı her yapıda, Selimiye'den bir parça bulmak mümkündür. Mimar Koca Sinan'ın plan açısından getirdiği yenilikler ise Süleymaniye'den sonra değişmiştir. Bu değişiklik altıgen veya sekizgen çardaklı şema düzeninin uygulamaları olarak görülmektedir. Sinan, Selimiye camiinden önce Silivrikapı'da 1551 tarihli Hadım İbrahim Paşa camiinde ve 1555-1560 tarihleri arasındaki Rüstem Paşa camiinde sekiz köşeli kaide üzerine oturan kubbe şeklini de denemişti. Böylece Sinan büyük pratik araştırmalarla camiler için kendine en ideal görünen âbide fikrini iyice hazırlayıp geliştirdikten sonra Edirne'de son ve en büyük şaheseri Selimiye'nin inşasına başlamıştır. II.Selim, Camii’nin bittiğini göremedi Dönemin padişahı II. Selim tarafından Edirne'de inşa ettirilen bu "anıtsal yapı", 1568-1575 yılları arasında yapılmıştır. Selimiye Camii’nin inşasına başlandığı tarih kesin olarak bilinmemekle birlikte, camii kapısı üzerinde bulunan kitabede H. 976 (1568) yılı yazmaktadır. 27 Kasım 1574 Cuma günü Camii’nin açılması için Divandan emir gelmiş olsa da 7 Aralık 1574 ‘de Sultan II. Selim vefat ettiği tarihten sonra, 982 hicri senesinin son ayının (Zilhicce) ilk günü (14 Mart 1575) ibadete açılmıştır. Ne yazık ki, inşa fermanını yazan II. Selim ömrü vefa etmediği için Camii’nin açılışını görememiştir. Selimiye’nin dünya mimarisindeki yeri Selimiye Camiİ'nin muazzam kubbesinin ağırlığı sekiz sütun ve bunların arkasındaki dayanma kemerleriyle karşılanmaktadır. Bir bütün halinde toplanmış olan iç mekân dünya mimarisinde eşi olmayan bir etki ve mana kazanmıştır. Kubbe, mimaride evreni temsil eden bir simgedir. Tüm inanç sistemlerinde bu sebep ile dini yapıların çoğunda kubbesel yapılar tercih edilmiştir. Hıristiyan dünyasının hakim olduğu Avrupa’da da kubbe mimarisi, özellikle İtalya’da, hakim olmuştur. Ancak Bu eserleri ortaya çıkaran mimarlar, Mimar Sinan’dan farklı olarak üst üste iki kubbe sistemini benimsemişlerdi. Katedrallerin çoğunda dış kubbe, iç kubbenin etki bırakmayan yetersiz şeklini ve şemasını gizleyen bir maske olarak kullanılmıştır. Türk mimarisinin geleneğine uyarak Sinan, inanılmaz bir cüretle yükselttiği tek kubbe ile hem mekânı örtmüş hem de dış görünüşün ana hatlarını belirtmiştir. Burada dış görüntü doğrudan doğruya iç yapıdan gelişmekte ve iç yapı ile dış yapı rahatlıkla bir bütün olarak algılanmaktadır. Avusturyalı İslam ve İran Sanat Tarihi uzmanı Prof. Dr. Ernst Diez’in "Selimiye'deki mekân büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yer yüzündeki bütün yapılardan üstündür" deyişi ilgi çekicidir. Selimiye Camii, bütünü meydan getiren her bir özelliği ile ilgi çekici olmakla beraber, bu bütünün ortaya koyuluş biçimi ve tüm yönlerin içinde herhangi birinin öne çıkmayarak bütünün içinde yer alması ile diğer abidevi eserlerden ayrılmaktadır. Hindistan'da Bicapur'da Muhammet Adil Şah türbesi 44 metre çapında dünyanın en büyük kubbesiyle örtülü olduğu halde, ışık fena düzenlendiğinden mekân çok fakir ve cansız bir etki bırakır. Roma'da Panteon katedrali çok büyük fakat silindirik bir yapı olduğundan mekân monotondur, âdeta bakışları yorar. St. Pier kilisesinde ise kubbe birdenbire derine dalarak mekânın sükûnunu bozmakta ve dış kubbe muazzam fenerle birlikte iç kubbenin kifayetsizliğini gizlemektedir. Ayasofya'nın mekânı yan koridor ve galerilere doğru belirsizce kaybolup nerede bittiği anlaşılamamaktadır. Oysa Selimiye camiinde her taraftan son sınırlarına kadar gerilmiş dengeli mekan, şahane bir sükun halinde olup değişik cazibesiyle her gireni birden sürükler ve bir daha bırakmaz. Yüksek minareler arasında dıştan kubbenin biraz basıkça düşmüş olması mekânın tek bir kubbe ile örtülmüş olmasından ileri gelmektedir. Cami içi şaheserler Selimiye’de mimari gibi diğer Osmanlı sanatları da gelişmenin en yüksek noktalarına varmıştır. Mermerden yapılmış minber, işçiliğindeki incelik, yükseklik, büyüklük ve güzellik bakımından bu grubun diğer şaheserlerini gölgede bırakır. Mihrap tarafında duvarlar, minberin arkası ve külahı ile camideki bütün alt kat pencerelerin alınlıkları parlak, cazip bir çini dekor ile kaplanmıştır. Mihrap duvarındaki büyük çini panoların renk ve kompozisyonlar, bunlara Osmanlı ve dünya çiniciliğinin şaheserleri arasında özel bir yer vermektedir. Bu çinilerin üst kısmında lâcivert zemin üzerine iri beyaz harflerle sureler yazılıdır. Mihrap kısmının sol tarafında Hünkâr mahfili göz alıcı zengin çinilerle hemen dikkati çeker. Burada sonradan kesilip yerlerine konmuş gibi görünen meyve vermiş iki elma ağacı bütün Osmanlı çinilerinde tek orijinal dekor olarak karşımıza çıkmaktadır. Elma fidanının kökü karanfil, lâle ve sümbüllerle zenginleştirilmiştir. Bahar açmış erik fidanı da birkaç defa tekrarlanarak Hünkâr mahfilinde taze bir bahar havası estirilmiştir. Hünkâr mahfilinin bütün duvarlarını yarıya kadar kaplayan bu çiniler kalite itibariyle mihrap kısmı çinilerinden yüksek fakat kompozisyon ve âbidevi büyüklük bakımından onlardan daha sade ve mütevazıdır. Selimiye`nin yapım süreci Selimiye Camii’nin inşasına başlandığı tarih kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Selimiye camii kapısı üzerinde bulunan cami kitabesinde 1568 (H.976) yılı kaydedilmiştir. Cami inşaatının başlangıç döneminde Edirne kadısına Divan’dan gönderilen 20 Haziran 1568 tarihli emirde, camii inşaatı nedeniyle fiyatları arttıran kereste tüccarlarının, fiyatlarını kontrol etmesi istenilmiştir. Bu belge ile birlikte Selimiye Camii’nin, 20 Haziran 1568 tarihinden sonraki yaz aylarından birinde temel kazısının başlamış olabileceği düşünülebilir. Dayezade Mustafa Efendinin Risale-i Selimiye adlı eserinde, Sultan Selim, Hicri 976 senesinin Sefer ayının 27. Günü (21 Ağustos 1568) caminin yapımını Mimar Sinan’a havale ettiği ve yerinin seçilmesini emrettiği kaydedilmiştir. Selimiye Camii yapı malzemeleri Selimiye Camii’nin yapı malzemeleri Edirne ve civarından sağlanmıştır. Camiye malzeme sağlamakla görevli hassa emini Halil'in verdiği bilgilere dayanılarak, Enez'de bazı direklerin ve Fere'deki bir renkli taş ocağı ürünlerinin gönderilmesi için Divan'dan, ilgili kadılıklara emirler gönderilmiştir. Bütün bu çalışmaların 1568 sonbaharında da sürdüğü bu belgelerden anlaşılmaktadır. Selimiye’nin inşası esnasında II. Selim’in istekleri Mimar Sinan’a 12 Ağustos 1572 tarihinde gönderilen bir emir ile II. Selim taleplerini şöyle sıralamaktadır: “Mimar Başına emir. Gönderdiğin mektupta binanın inşaat durumunu anlatarak ana kemerlerin dördünün kilitlenip dördünün de kilitlenmek üzere olduğunu bildirmişsin. Ayrıca şahnişin kubbesinin ve duvarının süslümü yoksa sade mi olması hakkında arzumu öğrenmek istemişsin. Ben pencerelerin hizasına kadar çini ile kaplanmasını ve pencere üstlerine yine çini ile Fatiha suresinin yazılmasını istiyorum. Bu dediklerimi uygun gördüğün şekilde yaptır.” Bu emir, Sinan’ın camiinin yapımı esnasında padişahında isteklerini yerine getirirken, kendi özgür iradesinde serbest olduğunu anlatması bakımından önemlidir. Evliya Çelebi notlarında, Koca Sinan'ın kendi deyişiyle belirttiği tarih 1568 (H.976) bize caminin temelinin atıldığı zaman konusunda bilgi verirken, dört sene süren inşaat sonunda duvarlarının bir kısmının inşa edildiğini, hatta duvarlara kaplanacak zarif çini yazıların konulmasına başlanmak sırası geldiğini de belirtir. Çoğunluğu Marmara mermeri olan malzeme, döşemelerde, sütun ve başlıklarda, sövelerde (Pencere ve kapı açıtlarının iki yanına yerleştirilen taş veya ağaç dikme), mihrap ve minberde, şebekelerde, korkuluklarda ve çörtenlerde ( Damların yağmur ve kar sularını bina duvarından uzağa akıtmak için kagir yapılarda taştan yapılan dışarı doğru uzanmış oluk) kullanıldığına göre, cami inşaatı 1572'de kubbe kasnağına kadar yükselmiştir. Bu tarihte, sekiz taşıyıcı ayağı bağlayan kemerlerin inşası bitmiştir ve Sinan, Karahisari halifelerinden Molla Hasan'ın caminin hatlarını yazmasını istemiştir. 1572'de, Kayalar köyünden camiye su getirilmesi istenmektedir. Sinan'ın cami çevresiyle ilgili olarak istediği izinler, Selimiye yapıldığı sırada çevredeki alanın fazla geniş olmadığını gösterir. 1572 (H.980) tarihinde sekiz ana kemerin dördü kilitlenmiş dördü kilitlenmek üzeredir. Aynı tarihte kubbenin inşaatına sıra gelir. Mimar Sinan'ın fikrince caminin harimindeki şadırvanla dört tarafındaki kapıların ve merdiven sahanlarının mermerden ve sofaların döşemeleri kufeki taşından yapılması uygun görülmüştür. 25 Ağustos 1573 tarihli divan yazısında, padişah ne zaman namaz kılacağını sormaktadır. 1573 Ağustos ayından önce kubbenin koyulmuş olduğu düşünülmektedir. 27 Kasım 1574 Cuma günü camiinin açılması için Divandan emir gelse de 7 Aralık 1574 ‘de Sultan II. Selim vefat ettiği tarihten sonra, 982 hicri senesinin son ayının ilk günü (14 Mart 1575) ibadete açılmıştır. Bazı kaynaklarda Selimiye camiinin yapım süresi boyunca 400 kalfa ve 14000 işçi çalıştığını yazmaktadır. Evliya Çelebi Selimiye Camii için 27760 kese akçe, bazı kaynaklarda 550.000.000 akçe harcandığından bahsetmektedir. 120 akçenin 1 altın para olduğu düşünülürse, camii 4.580.000 altın paraya mâl olduğu söylenebilir.
  23. _asi_

    Eski Cami

    ESKİ CAMİİ Anıtsal bir yapı: Eski Cami Edirne'de Osmanlılardan günümüze dek gelen ilk özgün anıtsal yapı, fetret devrinin en önemli tarihi eseri olan Eski Cami'dir. Kentin merkezindeki caminin yapımı 1403 yılında Emir Süleyman Çelebi tarafından başlatılmış, 1414 yılında Çelebi Sultan Mehmet zamanında tamamlanmıştır. Eski Cami kapısının üzerinde dikdörtgen bir kitabe levhası vardır. Kitabeye göre yapı, 1414 (H.816) yılında tamamlanmıştır. Sülüs hatla yazılan Arapça üç satırlık inşa kitabesi ve tercümesi şöyledir: (l)Kale'n-nebiyyü aleyhis-selâm mer benâ li'l-lâhi meselden bena'l-lah behu beytenji'l -cenneti emere bi-imareti haze'l-camii'ş-şerif es-sultanu'l müey-yed el-mücahid (2)el mırabıtu'l-liva mansur kahiru'l-a'dâ nasiru'l-adl ve'l-ihsan ala ehli'd-dünya es-sultan ibn es-sultan gıyasu'd-dünya (3)ve'd-din Muhammed ibn Bayezıd Han halleda'l-lahu sultanuhu ve avzaha ala'l-âlemin burhanehufı muntasafi şevval sene sitte ve aşare ve semanemie Türkçesi: Peygamber söyledi: "Her kim Allah için mescid yaparsa, Allah'da onlara cennette öyle bir ev yapar. Bu camii şerifin yapılmasını, Sultan, müeyyed (yardım edici), mücahid, mu.ra.bit, Allah'ın yardımı ile liva (sancak, bayrak) sahibi olmuş, düşmanları kahreden, dünya ehline adalet ve iyilik dağıtan; Sultan oğlu Sultan Gıyasu'd-dünya ve'd-din Mehmet bin Bayezıd Han -Allah onun su-tanlığını baki kılsın ve iki dünyada (saltanatını) tanıtsın- 816 yılının Şevval ayının ortalarında (1414 yılı Ocak ayının başlarında) emretti" Mimari Hacı Alaaddin, ustası da Ömer İbni İbrahim'dir. Yapı çok kubbeli Ulu camiler tipine girmekte olup bunun diğer örnekleri Bursa'da Ulu cami, Filibe'deki Ulu cami, Sofya'da bugün millî müze olan Cami, Manisa'da Muradiye camii, İstanbul'da Zincirli kuyu ve Piyâle paşa camileridir. Edirne'deki bu Eski cami, aynı zamanda merkezî kubbeyi taşıyan dört paye ile dört duvar üzerine dokuz kubbeli kare biçiminde bir yapıdır. Üçerli sıralanan kubbelerin orta sırası yanlardakilerden daha yüksektir.Yan ölçüsü dıştan 49.5 metre, kubbelerin çapı ise 13 metredir. Kubbelerin yapılışı orijinaldir. Yarım küre biçiminde olan kubbeler yan neflerde(alan) pandantifler üzerine orta nefde ise çeşitli intikal sahaları üzerine oturmaktadır. Mihrab önündeki kubbe sade plastik üçgenlerden kıvrımlı bir saha üzerindedir, orta kubbenin tromplarında mukarnas dolgular görülüyor, ön kapıdan girince ilk kubbenin trompları ise bir kürenin dörtte biri şeklinde boş bırakılmış olup sekiz bölüm halindeki bu kubbenin ortasında ışık deliği olarak bir de fener bulunmaktadır. Tarihçi Gurlitt Hammer, Fatih zamanında halâ camide inşaat yapıldığını zikretmekte ve orta kubbenin de o zaman kapanıp daha evvel Bursa Ulu camiindeki gibi açık bırakılmış olduğunu tahmin etmektedir. Kalın payeler, sade ve kuvvetli şekillerle mekân tesiri oldukça canlıdır. Fakat nispeten alçak olan kubbeler ve kitlevi payeler (fil ayağı), karanlık ve ağır tesirler ile bu canlılığı azaltıyorlar. Bununla beraber dokuz kubbe ile örtülü caminin içerisinde yalnız dört paye bırakılmış olmakla bu yapı Osmanlı mimarîsinde mekânın birleştirilmesi yolunda ilk hamleyi ifade ediyor. Yapı, kalın payeler ve alçak sayılabilecek kubbelerle ağır bir mekân etkisi verir. Payelerde ve duvarlarda 18.yüzyıla ait sülüs celisi, talik celisi iri yazılar ve daha yukarılarda Barok kalem işleri, mekân etkisini bozmaktadır. Cami içerisinde kadınlar mahfilini 1612 (H.1020)'de Filibeli Ramazan ağa adında bir zat yaptırmıştır. Çok ince işlenmiş mermer minber, süsleme bakımından ilginçtir. Süslemeli yazıların tümü Nakkaş A.Molla Mustafa'nın el yazısıdır. 1794 tarihindeki onarım sırasında bozulmuştur.İç kısımdaki ağır, arkaik (eski) mimari, dış tarafta son cemaat yeriyle minarelerde de kendini gösterir. Süslemeler Taçkapı, kuzey cephenin doğu ve batı tarafındaki ikişer pencere, kuzeybatı köşedeki minarenin kaidesi, batı cephedeki kapı ve minber yapının taş süsleme gösteren bölümleridir. Taçkapı Kuzey duvardan fark edilebilecek kadar dışa taşırılmış olan taçkapı, gri mermerden yapılmıştır. Portal yüzeyi, sağ ve solda zeminden portal (taçkapı) kemeri seviyesine kadar silmelerle ikişer dikdörtgen panoya bölünmüştür. Ancak pano yüzeyleri işlenmeden boş bırakılmıştır. Portali en üstte sınırlayan akroter bir palmetle (yelpaze şeklinde kabartma bezek) taçlanmıştır. Hem taçkapı tacı ve hem de palmet yüzeyi sade bırakılmıştır. Taçkapı, silmelerle dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Taçkapı köşeliği ve yüzeyi birkaç sıra silmeyle hareketlendirilmiştir. Sivri formlu taçkapı kemerinin çerçevelediği alınlık yüzeyi boş bırakılmıştır. Dört sıra mukarnas dizisinden oluşan portal kavsarasında (Kemer ve tonozların içbükey bir yüzey meydana getiren iç kalınlıklarına verilen ad; bir taçkapıda baş kemerin kalınlığını meydana getiren bölümde birbiri altına gelerek gittikçe küçülen ve o kısma huni gibi bir biçim veren kavislerden oluşan eğik tonoz bölümü.), kitabeliğe doğru inen sekiz kademeli iri sarkıt, portal yaşmağının en dikkat çekici unsurudur. Mukarnasların biçimlenişinde başarılı bir işçilikten söz etmek mümkün değildir. Köşeleri mukarnası çağrıştıran bir uygulamayla pahlanmış bir kaideden yükselen portal sütun akantüs yapraklı ve volütlü bir başlığa sahiptir. Dekoratif amaçlı bu sütünce başlığı, yüksek olmayan akant yaprağı kabartması ve volütüyle portal cephesindeki tek başarılı uygulamadır. Portal iç-yan cephelerinde yer alan nişler, üç köşelidir ve kavsarası yedi sıra mukarnasla doldurulmuştur. Mukarnaslar sarkıtsız olarak tek sıra bademler biçiminde ele alınmıştır. Batı Yan Kapı Camiin dış cephesindeki en süslü birimlerden biri olarak batı cephedeki yan kapı dikkati çeker. Üzerinde sanatçı kitabesini barındıran bu kapının, inşa ettiren bani adı ve inşa tarihi veren taçkapıdan daha kısa ancak, daha süslü olarak düzenlenmiş olması ilginçtir. Bir sıra silmeyle dikdörtgen çerçeve içine alının kapının sade tutulmuş söveleri üzerine atılan basık kemer, dönüşümlü olarak dizilmiş kırmızı ve beyaz renkli taşların kullanımıyla oluşturulmuştur. Köfeki taşından yapılan sivri formlu taçkapı kemerinin alnına altlı ve üstlü bitiştirilmiş düz ve ters palmetler biçiminde kireç-taşları kakılmıştır. Kemer alnına ritmik olarak kakılan düz ve ters palmet motifli bu kırmızı kireçtaşları köfeki taşıyla uyumlu bir kontrast oluşturmakta ve bu kemer daha doğrusu bütünüyle bu kapı kendi başına dekoratif bir motif olarak algılanmaktadır. Üçgen köşeliklerde de kırmızı renkli kireçtaşı kakılması kemerin dekoratif etkisini tamamlayan bir uygulamadır. Taçkapının tepelik bölümü, tasarım olarak bir sekizgenin yatay, dikey ve çapraz eksenlerine yerleştirilmiş üç dilimli palmetlerden oluşur. Bu düzen kırmızı kireçtaşına uygulanmış ve tepelik olarak köfeki taşına kakılmıştır. Yatay ve dikey eksendeki palmetlerin sapları birleştirilmiştir böylece köfeki taş yüzeyinde yine bir palmet motifi elde edilmiştir. Tepeliğin ortasında, yukarıda anlatılan tasarımın yarısı, köşelerde de dörtte biri uygulanmıştır. Tepeliği oluşturan ana palmetin taç yaprağının iki yanında birer rozet kabartması yer almaktadır. Pencereler Kuzey cephede taçkapının doğu ve batı tarafındaki pencereler caminin diğer pencerelerinden farklı olarak düzenlenmiştir. Doğu taraftaki pencereler dikdörtgen formundadır ve sivri kemerli alınlıklara sahiptirler. Pencerelerin tek süsleme elemanları söve ve kirişlerdir. En doğudaki pencerenin söve ve kirişlerinin yüzeyi alçak kabartma dekoratif kemerciklerle hareketlendirilmiş, kemerciklerin içi yine alçak kabartma tekniğinde yapılmış rozetlerle doldurulmuştur. İkinci pencerenin söve ve kiriş yüzeyleri dekoratif mukarnascıklarla tezyin edilmiştir. Son cemaat yeri batı taraftaki pencerelerden köşedeki pencere, duvar yüzeyinden çökertilmiş olmakla birlikte, kırmızıya boyanarak ayrıca çerçevelenmiştir. Pencerenin lento ve sövesinde alçak kabartma tekniğinde işlenmiş düğüm kabartmaları görülmektedir. Minber Evliya Çelebinin "gayet sanatlı" diye tarif ettiği bu minber, Bergama Ulu Cami (1399) ve Edirne Üç Şerefeli Cami (1447) minberiyle birlikte Erken Osmanlı döneminden günümüze ulaşabilmiş üç mermer minberden biridir. 1748 yangını ve 1752 zelzelesinde camiyle birlikte hasar görmüş olmasına rağmen, süslemelerinin büyük bölümü günümüze ulaşmıştır. Minber, kapısından yan aynalıklarına, kürsü altındaki panolarından basamak yüzeyleri ve bordürlerine kadar zengin bir motif ve düzen repertuarı göstermektedir. Beyaz mermerden yapılan minberin kapı kemeri yüzeyinde, içinde Kelime-i Tevhidin yazılı olduğu bir kartuşun iki tarafına simetrik olarak yerleştirilmiş birer rozet yer almaktadır. Üzeri boyanmış olan rozetler, yüksek kabartma tekniğinde işlenmiştir ve iki kademeli bir yaprak dizilişi gösterirler. Minberin kapı kemeri üzerine yerleştiren taç bölümünde, kıvrık dallı bitkisel bir zemin üzerine üst satırı kufi alt satırı sülüs hatla bani kitabesi yazılmıştır. Kitabede "Murad Han'ın oğlu Bayezıd'ın oğlu Sultanu'l-azam Mehmed'in günlerinde" anlamına gelen ibareler yazılıdır. Kufi yazının düz bir satır halinde uzanmasına rağmen, sülüs yazının karışık istiflenmesi, zemindeki bitkisel düzenlemeyi neredeyse seçilemeyecek ölçüde kapatmıştır. Minareler Minarelerden biri tek diğeri iki şerefeli ve iki yolludur. Caminin kesme taştan yapılmış olmasına mukabil ağır tesirli son cemaat yeri kesme taş ve tuğla sıralarından değişik tabakalıdır. Mermerden büyük bir ustalıkla yontulmuş olan portalin üst kısmında aşağı doğru sarkan cüretli şekillerden ibaret istalaktit (mukarnas) grupları göze çarpıyor Asıl minaresi solda, merdiveni kapı aralığından başlayan tek şerefeli olandır. Duvar üstüne konmuştur. İki şerefeli minare ise sonradan ilave edilmiştir ve binadan ayrıdır. Batıdaki Minarenin Kaidesi Minare kaidesi, Erken Osmanlı döneminde pek çok minarede uygulandığı gibi dikdörtgen prizmatiktir. Minare kaidesinin kuzey cephesi bir kemerle boşaltılarak çeşme olarak düzenlenmiştir. Bu yönüyle Osmanlı minareleri içinde özgün bir örnektir. Minare kaidesinin batı cephesine, yüzeyden iki kademe çökertilerek vurgulanmış bir pano yerleştirilmiştir. Oldukça sade düzenlenen pano, biçim itibarıyla bir mihrabı hatırlatmaktadır. Minareye giriş kapısının yer aldığı güney cephe, tüm cepheye hakim bir sepet kulpu kemerle hareketlendirilmiştir. Kemerin çerçevelediği yaklaşık 50 cm. derinliğindeki niş, duvarı dik eksende iki eşit bölmeye ayrılmıştır. Alt bölüm, kırmızı ve beyaz taşla dönüşümlü olarak örülmüş yuvarlak kemerli minare giriş kapısı, olarak düzenlenmiştir. Kapının üzerinde, üst bölümü üç dilimli kemerle nihayetleşmiş dikdörtgen bir pano yer alır. Pano yüzeyi sade bırakılmıştır. Kemerin kilit taşına sekiz kollu yıldız düzeninden alınmış bir geometrik bezeme işlenmiştir. Minare kaidesinin köşeleri beyaz mermerden sütunlarla yumuşatılmış ve sütunların üzerine yukarıya doğru konik biçimde genişleyen beş sıra mukarnastan oluşan bir başlık yerleştirilmiştir. Bu başlık üzerinde, üstü bir külahla sonlanan silindirik kulecikler bulunmaktadır. Sütunca başlığındaki mukarnas uygulaması, portaldekinden daha başarılı olarak, minarenin kübik dikdörtgen kaidesinin kütleselliğini üstüne oturduğu sütunce yoluyla bir ölçüde gidermişse de, üzerindeki silindirik kulecikler doğrusu, kaideye daha kütleli bir görünüm kazandırmıştır İki şerefeli bu minarenin, konum itibariyle yapı bütünlüğüne katılmaması ve kaidesindeki bazı uygulamalarla Üç Şerefeli Camiin burmalı minaresi kaidesiyle olan benzerliği dikkate alınırsa, yapıya yaklaşık 30 yıl sonra ilave edildiği iddia edilebilir. Kışın abdest almak için ateşle ısıtılıp, sıcak su akıtılmasını sağlayan muslukları olduğu tarihi kaynaklarda yazmaktadır. Evliya Çelebi, caminin etrafının çiçek bahçesi olduğunu ve namaz kılanların pencerelerden doluşan kokularla kendilerinden geçtiklerini yazar. Cami 1748 (H.1158) de bir yangın ve 1752 (H.1165) de bir zelzeleden çok zarar görmüş ve Birinci Sultan Mahmut tarafından 1730-1754 yılları arasında tamir ettirilmiş ayrıca 1924 ve 1934 yıllarında tekrar esaslı tamir görmüştür.
  24. _asi_

    Üç Şerefeli Camii

    ÜÇ ŞEREFELİ CAMİİ Mimari zenginliğin ayrıcalıklı eseri: Üç Şerefeli Camii Ebü'l Hayrat (Hayırlar Babası) sıfatıyla anılan 6. Osmanlı padişahı II.Murat'ın Edirne'ye bahşettiği muhteşem bir eser olan Üç Şerefeli Camii, mimari açıdan "merkezi büyük kubbeye geçişin" başlangıcı olmuştur. Edirne'nin Osmanlı dönemindeki en geniş çaplı imar hareketi, Sultan II. Murat Han dönemine rastlar. II. Murat döneminden itibaren, daha sonra tahta çıkan padişahlar, saray ileri gelenleri ve halk içinde maddi durumu elverişli olanlar, Edirne'nin imarında adeta birbirleriyle yarışmışlardır. II. Murat'ın padişahlığı süresince Edirne'de 36 mescit, 10 cami, 4 imaret, 2 türbe, 5 han, 7 hamam, 1 çarşı (bedesten), 1 köprü ve 3 medrese olmak üzere 69 mimari eser yapıldığı bilinmektedir. Bu eserlerin bir bölümü ne yazık ki yok olmuştur. Üç Şerefeli Camii de, o dönemdeki imar hamlesinin eşsiz bir örneği olarak, 1438-1447 tarihleri arasında bizzat II. Murat'ın kendisi tarafından yaptırılmıştır. Camiyi inşa eden mimarın, Mimar Sinan'ın hocası olduğu söylenen "Müslihiddin Ağa" olduğuna dair tahminler bulunsa da, mimarı kesin olarak bilinmemektedir. Rifat Osman'ın Edirne Sarayları adlı eserinde ise mimarının Amasyalı Ata olduğu söylediği Üç Şerefeli Camii, Osmanlı mimarisinin ve devrinin en güzel sanat eserlerinden biri olarak anılmaktadır. Mimari Özellikler Caminin iç alanı 2000 metrekare olup, dikdörtgen biçimindedir. Ortasında altı köşeli sütuna dayatılmış büyük bir kubbe ile yanlarda dört orta, dört küçük kubbeden oluşmuştur. Kubbenin dayandığı diğer dört sütun, mihrabın ve büyük kapının yanlarında olmak üzere bedenleri duvarların içinde saklanmıştır. Mimar Sinan tarafından yüz yıl sonra ortaya atılan, çok kubbeli "ulu camiler" plânından ayrılan ve merkezi büyük kubbeye geçişin başlangıcının ilk örneğini oluşturur. Birbirine müsavi dört köşe sahalar sistemi, ortaya altı köşeli bir kaide üzerine tahminen 24 metre çapında bir pandantifli kubbe ve bunun iki tarafına dört küçük dört orta kubbe yapılmak suretiyle değiştirilmiştir. Bu yolla Türk sanatında camiler için en uygun olan mekân plânı elde edilmiştir. Camide mekân, yanlara doğru ikişer küçük kubbe eklenmesiyle, yatık dikdörtgen biçiminde, enine bir şekilde ideal cami plânına erişmiştir. Ortada duran altı köşeli iki muazzam payeden başka ikisi methal ve ikisi kıble duvarına bağlanan dört duvar payesi(merdiven ayağı) ancak iki köşeleriyle dışarı taşmaktadırlar. Yanlardaki ikişer kubbe ile orta kubbe arasında üçgen vaziyetindeki kemer boşlukları küçük kubbelerle örtülmüştür. Böylece enine doğru dikdörtgen biçiminde uzanan mekân ideal bir cami plânına uygundur. Yalnız ortadaki kalın payelerin arkasından mihrap ve minber görülememektedir ki bu hal iki köşeyi ölü bir zaviye içine alıp adeta camiden ayırmaktadır. Büyük kubbe ile yan kubbeleri birbirine bağlayan dört küçük kubbe mukarnaslar üzerine oturuyorlar. Yan kubbelerden sağda ve kıble tarafında bulunan kubbe mukarnas köşe dolguları üzerine yivli olarak yapılmıştır. Bunun yanındaki kubbe yivli tromplar üzerine düz bir yarım küredir. Sol taraftaki yan kubbelerden kıble tarafında bulunan, mukarnas köşe dolguları üzerine düz bir yarım küre biçimindedir. Diğeri düz tromplar üzerine oturmuş sade bir kubbedir Tabanı mermer döşeli 2600 metrekarelik iç avlunun, Osmanlı mimarisindeki camiler arasında ilk kez görülen "cami iç avlusu" olduğu bilinmektedir. Bu avlunun dört yanı onsekiz sütuna dayanan 21 kubbeden ibarettir. Üç şerefeli camiinin pencere alınlıklarında, altın kollu yıldız motifine "Mühr-ü Süleyman" (Yıldız motifi iki üçgenin kesilmesinden oluşur. Ortada bazen nokta olur. Üçgenin kestiği yerdeki nokta gözü temsil eder. Taş kabartma, taş içine renkli taş kakma, çiniler ve ahşap eserlerdir. Bunlarda esas itibariyle, geometrik kompozisyon, sonsuzluk prensibine sadık kalmakta ve tekniğe göre pek değişmemektedir.) rastlanmaktadır. Burada motif kırmızı renkli taştan yapılarak, alınlıktaki taşa, açılan yuvaya kakılmıştır. Caminin pencereleri üstünde üçgen şeklindeki başlıklar içine döşenmiş eski Osmanlı çinilerinin büyük bölümü zayi (silinmiş) olarak yalnız iki pencerede kalmıştır. Mihrap ve minber taştan, sade bir tarzda yapılmıştır. Cami loş bir ışıkla aydınlanmakta derin bir sükûn içerisinde ibadet atmosferi hüküm sürmektedir. Caminin önünde dikdörtgen biçimindeki çok cazip, revaklı(kemer kubbe) avlu Osmanlı camilerinde en eski örnek olarak tanınmaktadır. Sütunlar da çeşitli olup cami tarafındakiler kalın ve parçalı, diğerleri daha ince ve tek parça sütunlardır. Sütunlar birbirine sivri kemerlerle bağlanmış olup ortada abdest almak için bir de şadırvan vardır. Avludan camiye açılan mermer portal Selçuk ve Osmanlı mimarîsinde ve umumiyetle İslâm mimarisinde görülen portallerin en abidevî ve muhteşem örneklerindendir. Caminin revaklı, şadırvanlı avlusu dikdörtgen plânlı ve çok kubbelidir. Ortada 24,1 m çapında büyük kubbe, yanlarda 10,5 m çapında ikişer küçük kubbe yer alır. Kubbelerdeki orijinal kalem işleri Osmanlı camilerinde görülen en eski örneklerdir. Camiye adını veren üç şerefeli minare 67,62 m. boyuyla Selimiye'den sonra en yüksek minare olup, camiyle birlikte yapılmıştır. Her üç şerefeye ayrı yollardan çıkılan şekliyle Selimiye minarelerine öncü olmuştur. Üç şerefeli minarenin, gövdesi kırmızı taştan zikzaklar arasında beyaz karelerle hareketlendirilmiştir. Kaidesinde ise her pahta, Bursa kemerli bir sağırnış bulunur. Doğu yönündeki baklava motifli olan iki şerefeli minare Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış olup, bu minarenin şerefelerine de iki ayrı yolla çıkılmaktadır. Kuzey Batı yönündeki minare ise 1610 yılında dönemin padişahı I.Ahmet tarafından tek şerefeli olarak yaptırılmıştır. Batı tarafındaki "burmalı minare" ise Sultan II. Mustafa tarafından 17. yüzyılda yaptırılmış, bazı Selçuklu devri yapılarında olduğu gibi spiral kıvrımlarla işlenmiştir. Burma yivleri iki renk taştan meydana gelmiştir. Renkli taşlı süslemeler, tuğla benzeri örneklerdir. Bursa'da tuğla olan bu süslemeler, Edirne'de taşa geçirilmiştir. Bunun bir sebebi de Istrancalar da taş ocaklarının bol miktarda bulunmuş olmasıyla açıklanabilir. Dış Cephe Süslemeleri Revaklı avlunun, kuzey kapısının sol tarafındaki iki pencere üzerinde, çini alınlık görülür, diğer pencerelerde de, önceden çini olması muhtemeldir. Bu iki alınlık saydam sıra altına çok renkli boyama tekniği ile yapılmıştır. Ancak 15. yüzyıl mavi-beyaz seramiklerin paralelinde çıkan çini örnekleridir. Mavi- beyaz keramiklerin en zengin olduğu döneme işaret eden çinilerdir. Bu çinilerde, özellikle ana zemindeki spiral kıvrık dallar, Haliç işi seramik dekorların öncüsüdür. Lacivert-beyaz ve firuze renkleri görülmektedir. Renkler ve teknik, bu mavi-beyaz çinileri 15. yüzyıla bağlamamıza neden oluyor. Her iki alınlıkta aynı desen görülüyor. Yalnız birinde zemin diğerinde desen laciverttir. Sağdaki çini alınlıkta, küfi yazıda ve sivri kemerli bordürde, firuze renk kullanılmıştır. Soldaki pencerede ise, küfi yazı da, lacivert zemin üzerine-beyaz renk çini ile yazılmıştır ve firuze renk kullanılmıştır. Bu çinilerde II. Murat'ın adı bulunmaktadır. Ayrıca aynı şeyleri istifli iki yazı şeklinde veriyor, firuze renkli, Murat'ın adını veren kitabe ve lacivert renkli sülüs yazısıyla Murat yazmaktadır. Beyaz zemin üzerine koyu renk, koyu renk üzerine açık renk süsleme görülür. Bu II. Murat döneminin özelliğidir. Bordürün zemini de leylak renginde çok renkliliğin arama dönemidir. Üç Şerefeli Camii'nin harim kapısının üzeri enine dizilmiş, başlı ayaklı palmet motiflerin iki uçtan sınırlandırılması sonucu oluşan akroter ile taçlandırılmıştır. Harimin batı kapısında ve bazı pencerelerin süslemelerinde ise lotus (nilüfer çiçeği) ve palmet motiflerinin birlikte uygulandığı süslemeler görülür. Ayrıca Kıble duvarındaki, soldan ikinci pencere alınlığında altı kollu yıldız motifini, pencere etrafında kakma olarak zencerek ( Geçmeli bodür motifine zencerek denir. Bordür ise iki yanından sınırlı, iki yanından sonsuz devam edebilecek şekilde, eni boyundan genellikle az olan kompozisyon çeşitlerine verilen addır.) bordürü görünmektedir.
  25. _asi_

    II. Bayezid Külliyesi Camii

    II.BAYEZİD KÜLLİYESİ CAMİİ Külliyenin baştacı: II.Bayezid Camii İçinde sütun olmayan, sadeliğine rağmen anıtsal görüntüsüyle uzaktan bakanları etkisi altına alan II.Bayezid Camii, tam merkezinde konumlandığı külliyenin en değerli yapısı olarak ön plana çıkar. Kemersiz ve Sütunsuz Cami Caminin külliye alanındaki konumu olarak, külliye birimlerinin merkezinde yer almaktadır. Caminin mimarı, Mimar Hayretin veya Yakup-Şah Bin Sultan Şah olup, temeli 1484 yılında bizzat Sultan II.Bayezid tarafından atılmış ve 1488 yılında ibadete açılmıştır. Cami, yapı olarak çevresindeki yüzden çok kubbeli binanın hepsine egemen bir görünüştedir. 22 Metre çapındaki kubbesi, büyük bir blok şeklinde yükselen dört duvar üzerine oturtulmuştur. Cami, kemersiz ve sütunsuz olup 20.58x20.601ık bir kare biçimindedir. Tabandan kubbe kasnağına kadar olan yüksekliği ise 19.34 metredir. Caminin sağ ve sol beden duvarları bitişiğinde dokuz kubbeli ve dört odalı birer tâbhanesi olup, cami iç mekânının sağ ve solundan üçer pencere bu tabhanelere açılır. (Cemaat çok olduğu zaman buralarda da namaz kılındığı rivayet edilir.) Taş İşçiliğiyle Büyüleyen Mermer Minber Mermer minber, taş işçiliğinin bir şaheseridir. 8 Köşeli olarak yontulmuş 17 mermer sütun üzerindeki zarif sütun başlıklarına oturtulmuş hünkâr mahfilinin, Osmanlı cami mimarisinde yapılmış ilk mahfil olduğu kabul edilmektedir. Mahfil sütunlarının Diana Tapınağı'ndan getirilmiş olduğu söylenmekte ise de buna dair bir belge mevcut değildir.Caminin giriş kapısı ve iç pencere kapakları, ağaç işleme sanatının üstün örneklerindendir. Cami içi akustiği de oldukça hassas olup, mihraptaki bir fısıltı dahi en arka saflardan duyulmaktadır. Camideki Kitabeler Caminin iç giriş kapısı üstündeki kitabe, iki sıra halinde altı mısra olarak yazılmıştır. Sözler Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi'ye ait olup, yazı Hamdullah'ındır. Kitabenin son satırındaki (Hayrün Cemil) sözü ebcet hesabıyla 1488 (H.893) yılını vermektedir ki, bu tarih Külliye inşaatının bitiriliş tarihidir. Bursalı Veliyüddin oğlu Ahmet Paşa, Külliye inşaatının tamamlanması üzerine şu şiiri yazmıştır: Şöyle âli yaptı darulhayn Sultan Bayezid, Kim feleklerde melekler eyledi medhü sena. Bu meratip ne cihettendir sana dedim, dedi: Ben kara toprağı ihya etti ol zıllihüda. Menbaı bahri ata oldum ki benden feyz alan, Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa. Böyle olur kime düşse pertevi hursidi baht, Böyle olur kime salsa sayeiperri hüma, Hüsn ile bağı cihanı hurrem etti gül gibi, Anın için dediler tarihini hurrem bina. Şiirin üçüncü beyitinin ikinci mısrasındaki "Hem hikemdir, hem niamdır, hem seha vü hem şifa" kelimeleri, camiye, medreseye, imarete ve dârüşşifaya işaret etmektedir. Son beytin ikinci mısrasının sonundaki "Hurrem bina" kelimesi ise, sitenin tamamlandığı tarih olan 1488 (H.894) yılını göstermektedir. Anıtsal Görünüş Caminin anıtsal görünüşü uzaktan bakanları etkisi altına alır. Caminin sağ ve sol beden duvarlarına bitişik tâbhanelerin köşelerinde, giriş kapısından şerefeye kadar 149 basamaklı yüksekliği 38,50 metre olan birer şerefeli zarif iki minaresi, kübik ana bloğun keskin hatlarını iki yana çekerek yumuşatmakta ve dış mekânı engin bir sükûna kavuşturmaktadır. Tunca Nehri'nin Aynasında Yansıyan Görkemli Siluet Mimarideki heybeti ve ciddiyeti ile sadelik ve tevazuyu bağdaştıran, gereksiz gösteriş ve özentiden soyutlanıp taklitten uzaklaşan, iddiasız fakat inkar kabul etmez bir sağlamlığa ve kişiliğe sahip olan bu anıtlar topluluğunun, yeşillikler arasındaki mermer döşeli yatağında aynı heybeti ve sükuneti içinde akan Tunca Nehri'nin aynasında yansıyan görkemli silueti, devrinin özelliklerini dile getiren ölümsüz bir görünüştür. Avlu Birisi ana, ikisi yan olmak üzere üç kapı ile girilen dikdörtgen biçimindeki mermer döşeli iç avluyu, 18 mermer sütuna dayanan 22 kubbeli bir revak çevrelemektedir. Avlunun merkezinde, üstü açık mermer bir abdest şadırvanı vardır. Bu haliyle avlu, insan ruhunu ferahlatan, sâde, iddiasız, bir parçası olduğu cami yapısıyla her yönden son derece uyumlu ölçüler içinde ana birimin tamamlayıcısı durumundadır. Evliya Çelebi’den Bayezid Camii Evliya Çelebi'nin 1652 (H.1063) yılında Edirne'ye gelişinde, Külliyeli ziyareti sırasında Sultan II.Bayezit Camii için: "Edirne Şehrinin kuzeyinde Tunca Nehri kenarında çimenlik, lalelik düz bir yerde, dört köşe duvar üzerinde büyük kubbeli gönül açan bir camidir. Ancak iki kapısı var. Sol taraftaki saadetli kapı, padişahlara mahsus hünkâr mahfili kapısıdır. İkinci kapısı kıbleye açık büyük kapıdır. Üzerinde tarih kitabesi yazılmıştır. Caminin kıble kapısından tâ mihraba varıncaya kadar uzunluğu yaklaşık 28 metre olup eni yaklaşık 25 metredir. Cami içinde ise hiç sütun bulunmamaktadır. Hünkâr mahfili sol taraftadır. Şeşhane gibi on adet hilâli sütunlar üzerinde kurulmuş bir selâtin ibadet yeridir. Mihrap ve minber, beyaz mermerden yapılmıştır. Cami pek çok avize ve kandillerle süslenmiş olup nurlu kubbeleri kandil tabakalarıyla bezenmiştir. Müezzinler mahfili, gayet estetik olup avlusundaki cennet bahçelerinin zarif güzelliklerinin tanımı güçtür. Bu caminin sağ ve solunda Gazi Mihal Bey Camii gibi, misafirlerin kalmasına mahsus iki tabhane vardır. Bu avlu, beyaz mermer döşeli, cilalı tabanıyla, cemaatin yüz renklerinin yansıdığı bir ayna gibidir. Cami mimarı, bu avlunun mermerlerine öyle cila vurmuş ki zerre kadar bir toz bile üzerinde asla duramaz. Üç yanında üç büyük kapısı vardır. Avlunun çevresindeki yan sofaları on sekiz tane biçimli, bahada ağır, uzun sütun ve üstlerinde de on altı kubbe vardır. Pencereleri dışarı, büyük avluya bakar. Ama bu avlu kubbelerinin içi üç şerefeli kubbeleri gibi süslü ve nakışlı değildir. Hemen hepsi sade gözlü beyaz kubbelerdir. Bu avlunun uzunluğu ve eni tam ikişer yüz ayak olup ortasında bir abdest havuzu vardır ki şadırvanı havuz kubbesine sıçrar. Bu avluda, dışardaki büyük avlunun (bugünkü dış bahçe) temiz toprağında pek çok dut ağaçlarıyla süslü bir avludur, etrafında hastahane, aşevi, kiler ve mahzenler, tabhâne, kitaphane ve medreseler vardır. Ama bu orta avlusunun iki tarafında iki adet minare vardır ki şerefeleri adeta süslü birer kadeh gibidir. Gayet ince ve uzun minarelerdir. Minareler birbirinin aynı olup her biri yaklaşık 60 metre kadardır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.