Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Aydın Halk İnanışları

    AYDIN HALK İNANÇLARI Ateşle İlgili İnanışlar: - Ateşe tükürülmez. - Ateşle oynanmaz. Ateşle oynandığı takdirde kişinin eşi çeneli olur. - Ateş yanan yer cinler girmez. Ateş sönünce cinler, periler ocak başına toplanır. - Evin bereketi kaçacağı için gece kül dökülmez. - Gece külün yanından geçilmez, üstünden atlanmaz. Aksi halde şeytan geleceğine inanılır. - Akşam evden dışarı ateş verilmez. - Hastalanan hayvanı ateşten geçirmek hayvana iyi gelir. - Gece kül dökülmez evin bereketi kaçar. Ay ve Güneş Hakkındaki İnanışlar: - Bazı köylerde ay ve güneş tutulması uğursuzluğa delil olarak gösterilir. Deprem, sel gibi doğal afetlerin güneş ve ay tutulmalarından hemen sonra gerçekleştiğine inanılır. - Ay tutulması olduğunda teneke çalarak gürültü yapmak, davul çalmak adettendir. - Her yıldız kaymasında dünyada birinin öldüğüne inanılır. Bu yüzden yıldız kaydıktan sonra bir ağaca bakılır. Böylece ömrün o ağaç kadar uzun olacağına inanılır. - Ay karanlık iken kurutmalık sebze ve meyveler güzel olur, ay aydınlık iken kurutmalıklar kurtlanır. Ayna ve Aynayla İlgili İnanışlar: - Ayna kırılırsa herhangi bir olumsuz durumla karşılaşılacağına inanılır. - Ayna kıran yedi yıl evlenemez. - Gece aynaya bakılmaz. - Küçük çocuklar aynaya baktırılmaz. - Cam kırılırsa uğur, ayna kırılırsa uğursuzluk olarak algılanır. - Ağaç aşılama günleri ay olduğu günlere rastlamazsa aşı tutmaz. - Aysız günde kesilen kerestelik ağaç kurtlanır. Bağ Bahçe İle İlgili İnanışlar: - Cuma günü asmalar budanmaz. Çünkü meyve vermeyeceğine inanılır. - Ceviz ağacının altında yatanları şeytan alır götürür. - Ulu ağaç altında tek başına uyumak iyi değildir. - Ekin ekmeye, biçmeye gidenlerin önceden abdest alması, yıkanması uğur getirir. - Karaağaçtan düşen yaşamaz. Karaağaçtan beşik, sandık yapılmaz. - Karpuzlu köylerinde zeytin toplanırken ağaçlardan biri toplanmaz. O ağacın ürünü gelecek yılın bereketidir. - Tarla sınırında uyunduğunda insana ağırlık basar. Hayvanlarla İlgili İnanışlar: - Akşam kedi görmek uğursuzluktur. Kedi görmek şeytan görmekle bir tutulur. - Kedilere akşam seslenilmez, çağırılmaz. - Köpeğin gece havlaması, horozun vakitsiz ötmesi, öküzün gece böğürmesi kötü şeylere işarettir. - Güvercin, kumru, kırlangıç, leylek öldürmek günahtır. - Tavuğun horoz gibi ötmesi uğursuzluktur. - İnek doğurduğunda ilk sütü ağız yapılarak dağıtılır. Aksi halde ineğin sütü kesilir. - Kurt uluyunca ölüm gelir. - Ev yılanı o evin bekçisidir. - Bir evin başında baykuş öterse o evde biri ölür ya da bir yıkım olur. Gece ve gündüzle ilgili inanışlar: - Gece tırnak kesmek, ıslık çalmak uğursuzluk getirir. - Geceleri peri kızları, cinler gölde yıkanırlar. Bu yüzden gece göle girmek iyi değildir. - Geceleri su birikintileri üzerinden atlanmaz. Su birikintileri cinlerin ve perilerin mekanıdır. - Gece dışarıya bulaşık suyu dökeni periler çarpar. - Gece evden eve tuz verilmez. - Akşam kapının önü süpürülmez. Beden ile ilgili inanışlar: - Elleri diz üzerinde kavuşturmak, parmakları birbirine geçirip el bağlamak kısmetin kapanmasına sebep olur. - El yıkanırken önce sağ, sonra sol yıkanmalıdır. Soldan başlamak uğursuzluk getirir. - Bacak, bacak üzerine atmak günahtır. - Rüyada üst çenenin önündeki dişlerden biri düşerse ana babadan birinin öleceğine inanılır. - Burun kaşınırsa kişi hakkında dedikodu yapılıyor demektir.
  2. _asi_

    Aydın Yöresel kıyafetleri

    YÖRESEL KIYAFETLER GELENEKSEL GİYİM Aydın yöresi geleneksel giysilerin kullanımı hızlı kentleşme, modern yaşantı ve moda eğilimleri gibi nedenlerle gün geçtikçe azalmaktadır. Fakat çeşitli kutlamalarda, festivallerde ve özel günlerde geleneksel giysileri görmek mümkündür. Aydın’da şehirliler, Türkmenler, Aleviler, Yörükler olmak üzere farklı kültürel özelliklere sahip guruplar vardır. Bu guruplarda kadınlarda görülen ortak giysi parçaları şalvar, gömlek, üçetek, fermile ve zıbındır. Geçmişte Kullanılmış Geleneksel Kadın giysileri: Geçmişte kadınlar ayağa şalvar, üzerine de içlik adı verilen gömlekleri giyerdi. Gömleğin üstüne geniş kollu cepken giyilirdi. Peştemal adı verilen kırmızı çizgili ipek örtüler ise bele dolanırdı. Başa oyalı krep takılır üzerine üstlük adı verilen beyaz örtü örtülür. Gömlek: Pamuklu ve ipekli dokumlardan dikilir. Yörük ve Türkmenlerde gömleğin boyu diz altına kadar iner. Bele kadar olan kısmı vücuda oturacak şekilde belden aşağısı ise büzgülüdür. 4-5 metre kumaştan dikilen gömleklerin yakası yuvarlak kesimli olup ön taraf göğüse kadar açıktır. Şalvar: “Gönçek, don” gibi adlarla da anılan şalvarın uskufa ve çitareden yapılanlarına “koca don” denir. Koca donun ağı boldur ve diz altına kadar iner. Üçetek: Yöredeki köylerde zıbın olarak da adlandırılır. Şehirde giyilenlerde daha çok simli ve ipekli kumaşlar kullanılır. Kırmızı, pembe, mor ve kahverengi kumaşlar tercih edilir. Önlük- Göğüslük: Alevi kadınlar tarafından göğsü kapatmak için kullanılır. Yarım metre kumaştan yapılan önlük yuvarlak ve boyna paraleldir. Kuşak: Üçeteğin beline sarılan kuşak, kenarlarına simden saçaklar ve püsküller takılarak süslenir. Fermile/Fermene: Şehirde kadife, köylerde ise pamuklu kumaşlardan yapılır. Önü belden bir iki düğme kapatıldığı gibi genellikle açık olarak kullanılır. Fes: Bordo veya kırmızı renkli olup başa giyilir. Alın kısmına maddi duruma göre gümüş veya altın paralar dikilir. Fesin tepe kısmında bulunan gümüştepelikten aşağı gümüş zincirlerle veya sim tellerle işlemeli püsküller akar. Krep: Daha çok şehir merkezinde kullanılır ve kenarları iğne oyaları ile süslenmiştir. Kullanılan her iğne oyası motifinin ayrı bir anlamı vardır. Gelin başına biber oyalı krep takmışsa bu onun acı çektiğini, kaynanasından dert yandığını gösterir. Gül oyalı, karanfilli krepler ise mutlu olduğunu gösterir. Uladu örtü: Saf ipekten yapılan uladu örtünün kenarları sim tel ve renkli iplerle işlenir. Fesin üzerine üçgen katlanılarak örtülen krepin üzerine örtülür. Fes işlemeli ise tepesindeki püskülü öne bırakılır. Çeki: Genellikle ince kumaşlardan sarı, kırmızı, yeşil, siyah, mor olarak hazırlanır. Kare şeklinde kesilen kumaşlar 2-3 cm en kalacak şekilde katlanıp dikilir. Dikilmiş üç renk kumaş başın arkasına doğru sarılır ve arkada bir nevi örgü sistemiyle bağlanarak uçları sarkıtılır. Çorap: Köylerde burun kısmı renkli iplerle nakışlı beyaz yün çoraplar giyilir. Ayakkabı: Siyah gön papuçlar, topukları nalçalı ve altları kabaralı kunduralar giyilir. Geçmişte Kullanılmış Geleneksel Erkek giysileri: Erkekler üste yakasız mintan, alta ise şalvar giyerler. Mintanın üzerinde geniş yırtmaçlı yelek yer alır. Zaman içerisinde şalvarın yerini dize kadar dar ve düğmeli, dizden sonra genişleyen kilot pantolonlar aldı. Ayakkabı olarak körüklü çizmeler ve diğer ayakkabılar giyilir. Eskiden yaygın olarak kullanılan bu giysilere günümüzde deve güreşlerinde rastlanılmaktadır. Efeler başa kırmızı bir fes takarlar ve fesin püskülüne koza denilirdi. Fesin altına beyaz renkte el işleme bir takke giyilirdi. Fesin üstüne, kefiye oyalı yemeni bir sarık gibi sarılırdı. Efeler, sırtlarına, en alta, yakasız ten gömleği giyerlerdi. Bunun etekleri şalvarın içine sokulurdu. Bunun üzerine zıbın denilen gömlekler giyilirdi. Zıbın, ipekten yapılırdı, Bunun üzerine, camadan denilen ve çuhadan yapılan bir giysi giyilirdi. Camadan kolsuz olurdu. Camadanın üstüne, kolları kopçalı bir camadan daha giyilirdi ve buna da cepken denilirdi. Cepkenin boyu camadandan üç santim kısa olup yakası V kesimlidir. Belden aşağıya mavi tonlarda çuha kumaştan şalvar giyilirdi. Şalvara potur ya da dizlik de denilirdi. Potur, dizleri açık bırakacak şekilde kısa olurdu. Bacak arası çok geniştir. Bele uçkur takılır. Dizkapaklarından aşağıya, baldırı saran bir tozluk giyilirdi. Bu da şalvar ve cepken gibi süslenir, diz altından ayak bileğine kadar iner. Bazı efeler meşin tozluk takarlardı. Buna kepmen denilirdi. Baldırla kepmenin arasına kama sokulur, kama ile oynanan oyunlarda kullanılırdı. Efe giysisinin bir başka parçası da el ve ağız silmek için kullanılan (yemeni) yağlıktır. Yağlık dört kuşe olur ve işlemelidir. Kuşağın bir kısmına sokulur ve bununla asla burun silinmezdi. Erkeğin vazgeçilmez bir aksesuarı olan silahlık deriden yapılır. Süslü ve çok cepli ödemiş işi olanlar tercih edilir. Efelerin birbirine tabanca çekmesi korkaklık ve ayıp sayılırdı. Efenin kolunda içinde koruyucu bir muska olan bir pazubent bulunurdu. Pazubent, kızan iken takılır, bir daha çıkarılmazdı. Efe ve zeybekler mavzer taşırlardı. Efenin tüfeği gümüş kakma işlemeli olurdu. Bazıları çift tabanca takarlardı.
  3. _asi_

    Aydın Geleneksel El Sanatları

    EL SANATLARI İnsanların gereksinimleri doğrultusunda ortaya çıkmış, doğa şartları, yaşayış özellikleri ve iklim gibi etkenlerle çeşitlilik göstermiş olan el sanatları Aydın ve çevresinin önemli kültürel özelliklerindendir. El sanatlarından bazıları; İğne oyaları, kıl dokumacılık, toprak seramik yapımcılığı, semer ve eğer yapımcılığı ve hasır dokumacılığıdır. DOKUMA Giyim kuşamda kullanılan dokumalar sanayileşme sonucu önemini yitirmişse de yörenin el dokuması halı, kilim ve heybeler kendilerine özgü nakış ve renkleriyle ünlüdür. Sumak tekniği ile dokunan Yörük çuvalları da yöreye özgü özellikler taşır. Aydın’da sürdürülmekte olan geleneksel bir dokuma örneği de her türlü iklim koşullarına elverişli olan kıl çadır örtüsü yapımıdır. Aydın’da yaygın bir el sanatı da ağaç işçiliğidir. Ağızlıktan beşiğe, biblodan çocuk oyuncağına kadar çok çeşitli ağaç işleri yapılır. Türkmen ve Yörük beşikleri güzel motifleri ile dikkati çeker. İĞNE OYASI Dünya literatüründe “Türk Danteli” olarak bilinen iğne oyalarının çok eskilere dayanan bir geçmişi bulunur. Bazı kaynaklar, iğne oyaları ile yapılan örgülerin XII. Yüzyılda Anadolu’dan Balkanlar’a oradan İtalya yolu ile Avrupa’ya yayıldığı belirtmektedir. Oya, süslenmek ve süslemek ayrıca taşıdıkları mesajlarla bir iletişim aracı olarak da kullanılan ve tekniği örgü olan bir el sanatı olarak tanımlanır. Günümüzde geleneksel kullanım alanlarının yanı sıra kadın giyim aksesuarlarında da kullanılır. Küçük iğnelerle yapılan iğne oyalarının malzemesi genellikle ipektir. KÖRÜKLÜ ÇİZMECİLİK Körüklü çizmenin dışında dana derisi, içinde ise sahtiyan adı verilen palamutla pişirilmiş (terbiye edilmiş) keçi derisi kullanılmaktadır. Çizme dikilmeden önce çizmeyi giyecek olan kişinin ayak ölçüsü alınmakta ve ölçüye göre kalıp çıkarılmaktadır. Daha sonra ise dikim aşamasına geçilmektedir. Aydın’da körüklü çizme yapan iki önemli usta bulunmaktadır. Bunlardan biri bu zanaata henüz 7 yaşındayken başlayan Sökeli Cafer Efe, diğeri ise Sökeli Zeki Avcıoğlu’dur. Her iki usta da usta-çırak ilişkisi çerçevesinde yetişmiş olup günümüzde çırak bulamamaktan yakınmaktadır.
  4. _asi_

    Aydın Halk Oyunları

    HALK OYUNLARI Erkek zeybek oyunları: Bayramlarda, kurtuluş günlerinde, düğünlerde, nişanlarda, sünnet düğünlerinde, çeşitli eğlence toplantılarında ve kutlamalarda herkesin izleyebileceği geniş mekanlarda oynanan oyunlardır. Oyunlara en az iki zurna ve bir davuldan oluşan çalgı takımı eşlik eder. Oyunda tek zurna-davul kullanılmışsa usta oyuncular “ayağım dönmeyo” diyerek oyuna kalkmazlar. Erkek zeybek oyunlarında cura, bağlama, tambur, çoban düdüğü, dilsiz kaval, keman, klarnet, cümbüş gibi çalgılar da kullanılabilmektedir. Darbuka kadın çalgısı olarak kabul edildiğinden erkek zeybek oyunlarında kullanılmaz. Yiğitlik, mertlik, çeviklik, atılganlık, sağlam karakterlilik anlamına gelen zeybekliğin oyunları da aynı kavramlar üzerine kurulmuştur. Oyunlarda akılcılık hakimdir. Soğukkanlılık ve kararlılık vardır. Zeybek oyunları çoğunlukla içten geldiği gibi yukarıda yansıtılan unsurları yansıtarak oynanır. Oyuncu ruhen coşmadıkça oyuna başlamaz. Oyunun güzelliği ruhundaki coşkuyla orantılıdır. Düğün ve benzeri eğlencelerde kişilerin oynama sırasını “yasakçı” denilen kişiler yönetir. Yasakçılar düğünlerde misafirlerin geliş sırasını ve oturma yerlerini göz önünde bulundurarak, oyun oynayacakların sırasını atlamaksızın sırası gelen kişinin hafifçe kolundan tutar ve oyun alanına iter. Bunu yaparken de çalgı takımına “varıyoo” diye bağırır. Çalgı takımı oyuna kalkanın hangi oyunu oynayacağını yasakçıdan evvel öğrenmiştir. O anda baş zurna dikkat işareti olarak ilk sesleri tizden çalmaya başlar. Buna yörede “ti” denir. Davulcular tokmakları iyice kaldırarak davulları patlatacakmış gibi ritmi bozmadan indirirler. Oyuncu kuş hafifliğiyle yerinden kalkarak, oyun alanına çıkar. Ellerini toprağa sürer.Bu hareketin iki amacı vardır: Birincisi parmakların iyi şaklamasını sağlama, ikincisi ise topraktan bereket ve kuvvet alınmasıdır. Oyuncu sonra oyun alanında bir daire çizer. Bunun anlamı ise Aydın-Merkez-Yılmazköy'lü Uzun İbrahim Efe’den öğrendiğimize göre “sınırlarını çizdiğim bu topraklar, bu yer, bu yurt benimdir. Sakın ola düşmanım bu yerlere göz dikmesin, bu topraklarda benden başkası barınamaz” şeklindedir. Gezinme süresince çalgıcılar coşmuş, oyuncu havaya girmiştir. Ağır ve kararlı figürlerle oyun başlar. Bu arada aynı coşkuya kendini kaptırmış olan izeleyenler kağıt para çıkarıp havada sallayarak davulcu çağırırlar. Davulcular ritmi bozmadan davullarını çalarken bu paraları toplamak için koşuşurlar. Alınlarına yapıştırılan paraları, baş zurnacının önündeki mendile atarlar. Oyuncu para basma işi bitene kadar oynamaya devam eder. Davullar, zurnalar ve oyuncu bütünleştiğinde coşkunun zirveye çıktığı noktalarda oyuncu nara atar ve bu coşkuyu daha da körükler. Oyunlarda ani davranış ve atılışlardan sonra gelen duruşlarda heykelleşme açık olarak görülür. Duruş, bakış ve davranışlarda cesaret, mertlik ve kendine güven vardır. Figürlerdeki sıçrayıp atamalar düşman üzerine yapılan saldırı ve baskınları, yere diz vurmalar düşmanın nasıl ezileceğini anlatır. Oyuncu tek başına oynarken iznini almadan oyuna katılmak ayıp ve saygısızlık sayılır. Çalgıcılar her ne sebeple olursa olsun oyuncu oyunu bitirmeden susmazlar. Yörede ikili ve toplu oynanan zeybek oyunlarında açıkça bir ekip oyunu durumu vardır. Oyuna birlikte kalkılır, birlikte bitirilir. Ağır zeybek oyunları genellikle gezinmelidir. Gezinme yorucu nitelikte olan zeybek oyunlarında oyuncunun dinlenmesini soluklanmasını sağladığı gibi havaya girmesini de sağlar. Karaali Koşması, Çine İki Parmak Zeybeği, Koca Arap zeybeği, Ataköy Zeybeği gezinme başlarında veya ortalarında gezinme görülen oyunlardan bazılarıdır. 1- Aydın Zeybeği 2- Yörük Ali Zeybeği 3- Gerali Zeybeği 4- Harmandalı Zeybeği 5- Ortaklar Zeybeği 6- Nazilli Zeybeği 7- Germencik İnova Zeybeği 8- Çine İki Parmak Zeybeği 9- Bayındır Koşması Zeybeği 10- Abdal Havası Zeybeği 11- Karaali Koşması Zeybeği 12- Soğukkuyu Zeybeği 13- Ataköy ( Damderesi) Zeybeği 14- Sabah Namazı Zeybeği 15- Kocaarap Zeybeği 16- Yağmur Yağdı 17- Kuruoğlu Zeybeği 18- Kerimoğlu Zeybeği 19- Kadıoğlu Zeybeği 20- Elifoğlu Zeybeği 21- Tahtacıoğlu Zeybeği 22- Hataboğlu (Hatipoğlu) Zeybeği 23- Sinanoğlu Zeybeği 24- Ödemiş Zeybeği 25- Muğla Zeybeği 26- Ağır Melas(Milas) Zeybeği 27- Eski Tavas Zeybeği 28- Yeni Tavas Zeybeği 29- Köroğlu Zeybeği 30- Ege Çiftetellisi (Kadın/Erkek) 31- Mevlana (Kadın/Erkek) 32- Sepetçioğlu (Kadın/Erkek Aydın Yöresinde Oynanan Kadın Oyunları: Düğün, nişan, sünnet düğünü, hıdrellez ve çeşitli eğlence toplantılarında oynanan oyunlardır. Kadın oyunlarına öncelikle cümbüş, darbuka, tef bazen de kemandan oluşan “çengi” adı verilen çalgı gurubu eşlik eder. Yöre kadın oyunları imkan bulunduğunda bağlama ailesi, kabak kemane, dilsiz kaval gibi sazlar eşliğinde de oynanır. Yörede kadın oyunları erkek oyunlarına kıyasla daha zarif, daha kıvraktır. Erkek oyununun yumuşatılmış şekli olarak olarak oynanan Harmandalı, Aydın Zeybeği, Muğla Zeybeği, Kerimoğlu Zeybeği ağır zeybek türü oyunlar tek kişi tarafından ritme bağlı kalınarak oynanır. İnce Memed, Şu Dalma, Eğil Kavak oyunları da tek kişi tarafından oynanmaktadır. Güdüşlünün Çeşmesi, Çine Çayı, Siyah Makarada İpliğim, Et Aldım oyunları daha ziyade ikili veya toplu olarak karşılama ve halka biçimlerinde oynanmaktadır. Kadın oyunlarımızın ezgilerinin geneli sözlüdür. Sözler genellikle izleyiciler tarafından söylenir. Oyunlarda parmaklar şıklatılıp, ritm aracı olarak oyuna katılır. Kollar çoğu zaman eller kulak hizasında olacak biçimde yanlardadır. Ayak brunlarına bir kuş hafifliğiyle bilinçli olarak basılır. Oyunlar 360 derecelik tam dönüşlerle süslenir. Bu dönüşler etrafa bereket saçma anlamındadır. 1- Harmandalı Zeybeği 2- Aydın Zeybeği 3- Muğla Zeybeği 4- Kerimoğlu Zeybeği 5- İnce Memed 6- Eğil kavağım 7- Çine Çayı (Ah Olaydım) 8- Et Aldım Elim Yağlı 9- Hergün Sarhoş 10- Çıtır Çıtır Basmalar 11- Fatma Gelin 12- Siyah Makarada İpliğim 13- Yandım Ayşem 14- Altı Kızlar 15- Ayşem 16- Şu Dalmanın Dağını Duman Bürüdü 17- Güdüşlünün Çeşmesi (Pembe Grebimin Oyası 18- Dam Ardına Dolaştım 19- Eklemedir Koca Konak 33- Ege Çiftetellisi (Kadın/Erkek) 34- Mevlana (Kadın/Erkek) 20- Sepetçioğlu (Kadın/Erkek)
  5. _asi_

    Aydın Gelenek Görenekleri

    AYDIN GELENEKLERİ 1- DOĞUM: Aydın’da aileler bakabileceği kadar çocuk yapmaktadır. Aile ocağının devamlılığını sağlayan doğum, kadına duyulan saygınlığı artırır. Doğumla birlikte aile bağları güçlenir, eşler geleceğe güvenle bakar. Hamilelik döneminde aşeren kadın, acı ve ekşi yiyecekleri yemekten kaçınmalıdır. Ekşiyi bol yiyen kadının doğacak çocuğunun kız, tatlıyı bol yiyenin doğacak çocuğunun erkek olacağına inanılır. Kadın hamileyken farkında olmadan başının etrafında okunmuş tuz gezdirilir. Hamile kadın bu sırada burnunu kaşırsa çocuğun erkek, kaşımazsa kız olacağına inanılır. Herhangi bir amaçla kesilen keçi veya koyunun kafatasından alt çene kesilerek ayrılır. Ayrılan alt çeneyi üst çeneye bağlayan kemik üzerinde et kalmışsa çocuğun erkek, kalmamışsa kız olacağına inanılır. Hamile kadının göbeğinde bir çıkıntı oluşması doğacak çocuğun erkek olacağına dair bir işaret sayılır. Karnı sivri olursa çocuğun erkek, yassı olursa kız olacağına inanılır. Hamile kadın ayva yerse çocuk gamzeli olur. Dövülmemiş karabiber tanesi yerse çocuğun herhangi bir yerinde ben olur. Kadın balık yerse çocuk balık ağızlı, şeftali yerse tüylü olur. Hamile kadın ciğere dokunduktan sonra vücudunda bir noktaya dokunursa çocuk doğduğunda o bölge benli olur. Doğumlarda konu komşu ve yakın akrabalar çeşitli yiyecek ve içeceklerle "geçmiş olsuna" gelirler. Geçmiş olsun ziyaretleri genellikle, süt, çorba, pasta, bisküvi, kolonya yemek ve çiçeklerle yapılır. Bebeğe uzun ve sağlıklı ömür dileklerinde bulunulur. Bebeğin doğumundan kısa bir süre sonra adı konulur. Çocuk doğduğunda ismi hoca veya dedesi tarafından kulağına üç kere okunarak dua edilir. Duruma göre horoz, keçi v.b adak kesilir. “Eski dönemlerdeki gibi sadık kalınmasa da çocuğa bir de göbek adı konulur. Bebeğe ad konulması sırasında görev genellikle evin en büyüğü konumundaki büyükbabaya düşer. Çocuk baba tarafından kucağa alınır ve büyükbabanın kucağına verilir. Erkekse, büyükbabanın adı çocuğa verilir. Eğer ilk erkek çocuğa büyükbabanın adı verilmişse ve ikinci erkek çocuk olmuşsa, ona da annenin babasının adı verilmesi adettendir. Doğum olayında yakın akrabalar ve aile dostları bebeğe giyim eşyaları getirir, Tekeler ve ona yakın bazı köylerde çocuğu olan kişi lokum, çerez ve bisküvi alır. Bu malzemeden kıstırma (iki bisküvi arasına lokum ve çerez sıkıştırılarak yapılır) yapılır ve bu gelenlere sunulur. Bu sununun adına GÖVET denilir. Bölgenin bazı yerlerinde kendisinden büyüğe adıyla hitap edene; "Beşiğimi mi salladın?"'denilir. Bu söz Tekeler Köyü'nde "Gövedimi mi yedin?" şeklindedir.” Doğumdan sonra ziyarete gelenler çocuğun yanına saçlarından bir tel bırakır. Böylece giderken çocuğun uykusu alıp gidilmemiş olur ve uykusu kaçmaz. Bebek besmelesiz kucağa alınmaz, verilmez, yatağa yatırılmaz.Yeni doğan çocuğun göbek bağı, eşi nereye gömülürse çocuğun o mesleğe, meziyete sahip olacağı düşünülür. Camiye gömülmüşe dinine bağlı, okula gömülmüşse çalışkan ve okumayı seven biri olacağına inanılır. Yeni doğan çocuğun yastığının altına kırkı çıkana kadar bıçak, makas ve Kur’an konulur. Doğumun kırkıncı gününde mevlüt okutulur. Kırkı çıkana kadar anne ve çocuğun evden dışarı çıkması uğursuzluk sayılır. Aksi halde kırk basacağına inanılır. Çocuğun ayakkabısı nazar değmesin diye evin bir köşesine asılır. Sarımsak, karabiber ve nazar boncuğu bir araya getirilerek muska yapılır ve çocuğun omzuna takılır. 2- ÇOCUKLUK DÖNEMİ DİŞ BULGURU Çocuğun çıkan ilk dişini gören beyaz renkte bir hediye alır. Daha sonra bulgur ve nohut haşlanarak “diş bulguru” yapılır. Komşu ve akrabalar eve davet edilerek diş bulgurundan ikram edilir, yenilir, içilir ve Yasin okunur, dualar edilir. SÜNNET DÜĞÜNLERİ Sünnet düğünleri genelde hafta sonları yapılır. Sünnetten bir gün önce sünnet eğlencesi düzenlenir. Eğlence günü davul ve zurnadan oluşan çalgı takımı veya müzik seti eşliğinde oynanır, yenilir içilir. Çocuğun silah tutup tetik çekmeye yarayan baş parmağı ve işaret parmağına sünnet kınası yakılır. Sünnet günü başta keşkek yemeği olmak üzere çeşitli yöresel yemekler yapılır, misafirlere ikram edilir. Arkasından Kur’an okunur, dualar edilir. Sünnet kıyafetleri giydirilen çocuk at, deve veya arabayla şehirde gezdirilir. Gezdirmeden sonra sünnet yapılır. Misafirler geçmiş olsun diyerek takılarını çocuğa takarlar. Takılar sünnet eğlencesi günü veya sünnet günü misafirlerin eve girerken baba, anne ve çocuk tarafından karşılanması esnasında da takılabilir. 3- EVLENME Kız İsteme Kırsal kesimde kız ve oğlan birbirlerini düğünlerde, çeşme başlarında, tarlada çalışırken vb. durumlarda görüp beğenirler. Çoğunlukla anne ve babanın uygun gördüğü aday gelin olur. Ailede evlenecek yaşa gelmiş, yani askerliğini bitirip gelmiş bir erkek varsa anası, babası, varsa yengesi veya yakın akrabaları ona kız aramaya başlar. Hepsinin gözleri, düğünlerde ya da değişik toplantılarda kızlarda olur. Bulunan kızın ailesiyle erkeğin ailesinin parasal yönden denk olması önemlidir. "Davul dengi dengine çalar" atasözü kesinlikle unutulmaz. Hatta oğlan tarafının kız tarafından zengin olması daha makbuldur. Oğlan bulunan kızı beğenmişse bunu ailesine söyler. Kırsal kesimde, oğlan kesinlikle babayla bu gibi konuları konuşmaz, aradaki diyaloğu anne sağlar. Kız beğenildikten sonra yakın akrabalar varsa arabulucu ile kız istemeye gidilir. Arabuluculara “kayalıkçı veya dünürcü” denilir. Biraz hoş sohbetten sonra, sözü geçen büyük biri konuyu açar ve kızı ister; "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız .....’i oğlumuz …’a mehel gördük. Siz de mehel gördüyseniz kızınızı istiyoruz." diyerek kız istenir. Kız evi naz evidir. İlk gidip, kız istemede genellikle kız evi; "Biz bir konuyu ailece konuşalım. Allah nasip ettiyse, inşallah" gibilerden esnek yanıtlar verir, Çünkü kızın ailesi, oğlanın huyunu soracak, kendi aile fertleriyle durum değerlendirmesi yapacaktır. Ya da “Siz mehel gördüyseniz biz de mehel gördük” diyerek kız verilir. Kız evi gönülsüzse istemeye gelenlerin hediyeleri kabul edilmez, sade kahve ikram edilir. Ayakkabılarına su dökülür. Süpürge sapı aşağı gelecek şekilde gelenlerin görebileceği bir yere konur. Tuzlu kahve, tuzlu çay ikram edilir veya “nasibinizi başka yerde arayın” denilir. Kız evi gönüllüyse gelenlere şekerli kahve ikram edilir. Oğlanın istemeye gelirken aldığı tatlı ikrama çıkarılır. “Kısmetse olur” şeklinde yanıt verilir. İkinci gidişte daha kalabalık bir gurupla gidilir. Kız evi oğlan evine mendil veya bohça verir. Bohçada birkaç iç çamaşırı, mendil ve çorap gibi küçük giyim ve kullanım eşyaları bulunur. Kız evinden verilen mendil genellikle ipektir ve kenarlarına kız tarafından oya işlenmiştir. Mendilin verildiği gün, küçük nişanın tarihi konuşulur. Kız evi oğlan evine alınacakların listesini verir. “Günümüzde Aydın’da yapılan düğünlerde kız evi damada ait bir ev, beşibirlik, bilezik, altın zincir, set takımı (kolye, küpe, yüzük), davetlilere dağıtılmak için şeker, döşek için koyun yünü ve pamuk, iki odanın oğlan evi tarafından döşenmesi, kız tarafının yakınları için şalvarlık kumaş, gelinin kız ve erkek kardeşlerine tepeden tırnağa elbise, gelinin anne ve babasına giysiler ve kız evinin çalgısını karşılamaları istenmektedir.” Nişan Nişan günü kamaştırıldıktan sonra, nişan eşyalarını almak için gün kararlaştırılır. Buna masraf görme adı da verilir. O gün, kız, erkek, ana ve babalar, varsa kızın ve erkeğin kardeşleri ve yengeleri, nişan için alınacak olanları almaya gelir. Masraf görme gününde kız ve erkeğe birer yüzük alınır. Yine erkeğe ve kıza birer takım elbise, iç çamaşırı, mendil, çorap, ayakkabı, terlik vb. şeyler alınır. Alınan eşyalar paket yapılır ve evlere götürülür. Eskiden kız ile erkeğin görüştürülmesi yasaktı. Erkek kız evine ancak düğün ve bayramlarda gidebilirdi. O da el öpmek için. Artık bu gibi yasaklar bulunmamaktadır. Nişan günü, erkeğin ailesi yanına birkaç kişi alarak kız evine gider ve kıza alınan eşyaları teslim eder. Eşyalar heybeler içerisinde atlarla taşınarak veya sayıları 30-40’ı bulan sinilerle getirilebilir. Birer çay ya da kahve içilir ve kısa süre kalınarak evden ayrılınır. Kız evi, erkeğe aldığı eşyaları nişanı getirenlere verir ya da birkaç gün sonra getireceklerine dair gün ister. Oğlan evinden gelen hediyeler duvara asılır. Köy halkı gelip hediyelere bakarak üzerine para atar veya hediye verir. Nişan, düğünden kısa bir süre önce yapılır. Bu nişanda, artık kız evi ve erkek evi düğün için kesin tarihi belirlemiştir, yani bu evlilik olacaktır. O nedenle büyük nişandan itibaren düğün hazırlıkları da başlar. Büyük nişandan önce aileler kız evinde bir araya gelirler ve alınacak eşyaları konuşurlar. Kız ve erkek evinin durumuna göre alınacak olanlar belirlenir. Bu toplantıda kız evi için önemli olan, takılacak olan takılardır. 3-5 adet beşibiryerde, birkaç tane eski üçyüzlü, iki metre zincir ve en az 5-6 tane de bilezik istenebilmektedir. Günümüzde de altın düğünlerdeki önemini korumasına rağmen takının miktarı konusunda eskisi gibi diretilmemektedir. “Karacasu-Yenice’de oğlan evi nişandan önceki gün kız evine lokma yapımı için un, yağ, pekmez gönderir. Bunları kız evine getirenlere kız evince mendil, çamaşır gibi hediyeler verilir. Kız evi malzemeden lokma yapar. Yapılan lokmalar misafirlere ikram edilir. Nişan yapılan günün gecesi lokmadan bir sini de oğlan evine gönderilir. Lokmayı genellikle bir kadın götürür. Kadına oğlan evi tarafından bahşiş verilir.Kız evinden gelen lokmayı damadın arkadaşları yer. Lokmadan sonra oğlan evinde “oğlan helvası” adı verilen bir helva yapılır. Helvanın yanına mevsimine göre meyve, leblebi, fıstık, üzüm Konya şekeri; küçük bir ayna, saç tokası (kızın arkadaşları için), kız için elbiselik kumaş, ayakkabı ve terlik bir heybeye konur. Heybeyi oğlanın akrabaları atla kız evine götürür. Bu heybeye Galyet adı verilir. Galyeti getirenlere kız evince gömlek, çamaşır gibi hediyeler ve bahşiş verilir. Buna “nişan karşılığı” veya “galyet karşılığı” adı verilir. Masrafın görüldüğünden sonraki pazar günü nişan yapılır. Artık birçok aile nişanda erkeğin de gelmesine göz yummaktadır. O gün, erkek evinin aldığı bütün altınlar ve diğer alınan eşyalar askılara asılır ve gelenlere gösterilir. Nişanda gelenlere lokum ve şeker gibi yiyecekler dağıtılır. Bazı aileler limonata, şerbet gibi içecekler de ikram eder. Düğün Düğünler, genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında yapılın Yaz ve kış ayları genellikle iş aylarıdır; yazın tarlada pamuk ve mısır, kışın ise zeytin işi vardır.Düğün sırasında yaşanacak olan kargaşaya rastlamaması için nikah birkaç gün hatta birkaç hafta önceden yapılır. düğün başlamadan bir hafta önce damat herkesin görebileceği bir direğe bayrak asar. Bayrak asarken iki el ateş edilir. Bozdoğan Olukbaşı köyünde bayrak saygın bir kişi olarak kabul edilen “bayraktar” adı verilen kişi tarafından dikilir. Bayraktara bu iş karşılığında hediyeler verilir. Düğün davetiyeleri bir hafta önceden dağıtılır. Düğünde yemek pişirmede kullanılacak odun önceden hazırlanmıştır. Cuma-Pazar arası yapılan düğünlerde cumartesi günü kına gecesi yapılır. Kız evinin yakınları kızın arkadaşları kız evinde toplanır, çengi eşliğinde oynarlar. Gelin kına gecesi için özel bir elbise veya gelinlik giyer. Gecenin ilerleyen saatlerinde oğlan evinden kına gelir. Tepsi içinde karıştırılan kına çiçeklerle ve mumlarla süslenir. Gelinin başına “pullalı” adı verilen bir örtü örtülür, el ve ayaklarına kına yakılır. Kına yakılırken gelini ağlatmak amacıyla ağıtlar söylenir ve gelin ağlatılır. Buna “gelin ağlatması” adı verilir. Artan kına misafirlere dağıtılır. Bazı köylerde gelin alma işlemi süslenmiş bir atla yapılmaktadır. Gelin atın üzerine bindirilmeden önce damadın annesi tarafından hazırlanan buğday, pirinç, leblebi, nohut, şeker, para karışımı bereket getireceğine inanılarak gelinin başından atılır. Damat genellikle gelin almak için kız evine gitmez evde bekler. Gelin ata bindirilerek damadın babasına teslim edilir. Bab iki kez evlenmişse atı çekemez. Bir kez başı bozulduğu için bu hayra yorulmaz. Bazen damat gelini teslim alamadan önce kız yakınları ve kendi arkadaşları tarafından sınava tabi tutulur. Kızgın toprağın üstünde yalın ayak oynama, kahve pişirme, davetlilere ikram etmek için dut toplama gibi sınavlardan geçer. Damada o an ne yaptırılacağı davetlilerin insiyatifine kalmıştır. Düğünler Karpuzlu'da, çalgılı ve mevlütlü olmak üzere iki türlü yapılır. Eğer çalgı ile yapılacaksa, çalgılar birkaç hafta önceden tutulur. Mevlütle yapılacak düğünlere gelecek olan hocalara da önceden haber verilir. Çalgılı düğünlerde çoğu kez içki verilir. Bu hazırlıklar da önceden yapılmalıdır. Günümüzde, Karpuzlu merkezde düğünler balo yapılmaktadır. Köyde de olsa, eğer evlenecek olan eşler memur ise yine balo yapılır. Balo yapılsa bile, cumartesi ve pazar günleri konuklara yemek verme adeti hala kalkmamıştır. Bu ara, erkek evi, kız evinin davetiye dağıtması için, iki ya da üç çuval şeker gönderir. Gerdek gecesi damar gelini konuşturmak için yüzgörümlüğü takmak zorundadır. Gerdek öncesi alınan abdestin suyu evin çeşitli yerlerine serpilir. Böylece gelin ve damadın mutlu ve akıcı bir hayat yaşayacaklarına inanılır. Ertesi gün kahvaltı sonrası aile büyüklerinin elleri öpülür. Oğlan evi akrabalarına ziyaretler yapılır. Gelin bu ziyaretlerde gömlek, iç çamaşırı vb. hediye dağıtırken kendisine de hediye alanlar tarafından para takılır. Düğündne bir hafta sonra da kız evi ziyaret edilmekte ve bu ziyarete damadın anne, baba ve yakınları da katılmaktadır. Bu ziyarete“ kız arkası” denilmektedir. 4- ÖLÜM Ölüm olaylarında gömme işlemleri dinsel törenle yapılır. Ölüm gerçekleştikten sonra merhumun üzerine bıçak veya süpürge konulur. Ceset yıkanır, çenesi ve ayakları bağlandıktan sonra tabuta konulur.Mezarlık yakınsa tabut omuzdan omuza geçerek mezarlığa kadar taşınır. Tabut taşınırken günahı az olduğuna inanılan düşkün yardıma muhtaç biri gömme işleminin tamamlanmasıyla toprağa serpilmesi için su dolu bir testi taşır. Cenaze kadınsa testinin üzeri başörtüsüyle, erkekse havluyla örtülür. Aynı zamanda tabutun baş tarafına da bu örtüler konulur. Kazılan mezara yatırılan cesedin üzeri tahta ile örtülür. Tahta üzerine sazlıktan yapma hasır ve çalı da konulduktan sonra toprak atmaya başlanılır. Ölü toprağı serpilirken kullanılan kürek elden ele geçmez. Küreği alan kişi birkaç kürek toprak attıktan sonra küreği yere bırakır ve almak isteyen yerden alır. Cenaze namazı mezarlıkta kılınır. Cenaze daha sonra, yine dinsel kurallar doğrultusunda gömülür. Mezarlık dönüşünde cenaze evinde, törene katılanlara az da olsa yiyecek bir şeyler ikram edilir. Cenaze sahiplerinin üzüntülü oldukları ve herhangi bir şeyle ilgilenemeyecekleri düşünüldüğünden komşular tarafından yiyecek ve diğer gereksinimler karşılanır. Ölüm sonrası cenaze sahibleri üç veya yedi hayrı, kırk lokması ve elli iki mevlüdü yapılır. Eğer ailenin durumu iyiyse bütün hayır günlerinde yemek yapılır ve gelen konuklara dağıtılır. Üç veya yedi hayrında helva, pide, pilav ve tavuktan oluşan yemek misafirlere ikram edilir. Bu hayırların yapıldığı günlerde mevlüt okutulması adettendir. Kırkında lokma yapılır, misafirlere ve komşulara dağıtılır. Maddi durumu iyi olmayan aileler, sadece elli ikinci gün hayrında yemek verir ve mevlüt okutur. 52. günde mevlüt okutulması ve yemek verilmesinin sebebi ise ölünün burnunun 52 günde bedeninden ayrılarak toprağa düştüğü inancıdır. Hayırlarda Kuran okunur, gül suyu dağıtılır ve şeker, şerbet, tatlı ikram edilir. Ölen kişinin yakınları her dinsel bayramın arife günü mezar başında Yasin ve Kur'an-ı Kerim okur, okutturur. O gün mezarın üzeri her mevsim yeşil kalan bir ağaç olan mersin ağacının dalları ile süslenir.
  6. _asi_

    Aydın Halk Tiyatrosu

    HALK TİYATROSU KÖY SEYİRLİK OYUNLARI Aydın’da genellikle Karpuzlu ilçesi köylerinde görülen köy seyirlik oyunları asker uğurlamalarında, düğünlerde, bayramlarda oynanır. Büyük bir coşku içerisinde oynanan oyunlar, bu özel günlerin eğlence kaynağıdır. Oyunlar, genelde askerlik çağına gelmiş gençler tarafından oynanır. Seyirciler de bir şekilde oyuna dahil edilmeye çalışılır. 1- Çiftlik Oyunu 2- Deve Oyunu 3- Arap Oyunu 4- Sınır Taşı Oyunu 5- Gelin Kaçırma Oyunu 6- Ayı Oyunu 7- Köçek Oyunu 8- Gavur İmam Oyunu Çiftlik Oyunu Bayramın ikinci veya üçüncü günü 7-8 kişi ile oynanır. İki kişi öküz, üç kişi Arap, bir kişi Baytar (veteriner), bir kişi de Çiftçi olur. Öküzlerin boynuna boyunduruk, arkalarına ise kütük bağlanır. Araplardan biri öküzlerin önündedir ve onlara yol gösterir. Öküzlerin ve Arap’ın önünde yaşlı bir adam, sırtında torba, buğday ya da arpa savurur. Bu uzun bir süre devam eder. Bir süre sonra öküzler rahatsızlanır ve çökerler. Arap öküzlere elindeki sopayla dürter ancak bir sonuç alamaz. Bu arada domuz yavrusu öküzlerin bulunduğu yere gelirler. Araplar domuzların öküzlerin yanına gelmesini engellemeye çalışır. Araplar öküzleri kaldırmak için yine uğraşırlar, ama başarılı olamazlar. Araplardan birisi gider ve baytar bulup gelir. Baytar öküzleri kontrol eder, güzel bir şekilde muayenene eder. Daha sonra elindeki kâğıt parçalarını öküzlerin altına yapıştırır ve onları ateşe verir. Öküzler zorunlu olarak kalkarlar. Ateşin verdiği rahatsızlıkla çevreye saldırmaya başlarlar. Burada hedef seyircilerdir. Boyunlarındaki boyundurukla sıkıştırdıkları seyircileri Araplar ellerindeki sopalarla bir güzel döverler ve Araplar ve öküzlerin alanı terk etmesiyle oyun sona erer. Oyun süresince davul ve zurna oyunculara eşil eder. (Uyguç, 1998:86-87) Deve Oyunu Dört kişiyle oynanır. İki kişi deve kılığına girer. Onların önünde de deveyi çeken bir Arap vardır. Davul zurna eşliğinde oynanan oyunda arap deveyi bir süre seyircilerin önünde dolaştırır. Daha sonra deve davul zurna ekibinin önüne gelince hastalanıp yatar. Bir baytar gelir ve deveyi muayene etmeye başlar. Burada amaç deve kılığına giren oyuncuların orasını burasını mıncıklamak huylandırmaktır. Daha sonra yatan devenin altına patlayıcı bir madde atar ve devenin alelacele kalkmasını sağlar. Can havliyle kalkan deve etrafa saldırmaya başlar. Açık olan bakkallara girer ve bakkal sahibinin kendisine verdiği armağanları alır. Daha sonra tekrar davul zurna ekibi önüne gelir. Davul zurna eşliğinde ağır bir tempoda Köroğlu (yöresel adıyla “dağda gezerim”) oyunu oynar ve oyun sona erer. Arap Oyunu “Akçaabat yöresinde oynanan bir oyundur. Sadece düğünlerde oynanır. Oyun, düğünün kına günü, kına kafilesi, kız evinden geldikten sonra, erkeğin evinde oynanır. Oyunda iki arap vardır; eski elbise giydirilmiş, komik görünümlü, eli yüzü isle boyanmış iki kişi seçilir. Bunlar, köyden iki gençtir. İki zeybek vardır; yöresel zeybek kıyafetleri bulunabilirse onlar giydirilir, bulunamazsa, benzetilmeye çalışılır, ikisinin de başında sarı yağlıklar (pöçü denilen, yöresel erkek başlıkları) vardır. Kadın kıyafeti giydirilmiş, gelin rolünde bir erkekle, bir de muhtar vardır. Araplar meydana gelir. Şöyle bir meydanda dolaşır, sersem sersem çevresine bakınırlar ve giderler. Böylece, düğün halkı ve köylü arap oyununun oynanacağını anlamış olur. Meydanda, düğün evinin çalgıları çalmaktadır, Bir süre sonra, komik şekilde süslenmiş bir eşeğin üzerine bindirilmiş olan gelin, iki zeybekle meydana gelir. Gelin, eşekten indirilir ve eşek bir köşeye bağlanır. Daha sonra, zeybekler ve gelin, davul zurna takımının yakınında bir yere.masaya otururlar. Zeybeklerden biri gelinin yanından hiç ayrılmaz, diğeri çıkar meydanda, davul zurna önünde oynar. Bunu dönüşümlü olarak yapmaya başlarlar. Bu ara, bir köşeden gizlice onları izleyen araplardan biri gelir ve çalgıcıları tehdit ederek susturur ve kaçıp gizlenir. Çalgının sustuğunu gören zeybek sinirlenir. Gelir çalgıcılara, neden sustuklarını sorar. İsterlerse para vereceğini, çalmalarını söyler. Çıkarır, para verir ve çalgılar yeniden çalmaya başlar. Arap, yine gizlice gelir ve çalgıyı susturur ama o an zeybek arabı görmüştür. Peşine takılır ve onu kovalar. Bu birkaç kez böyle tekrar eder. Arapların amacı, zeybeklere, oyun sırasında rahatsız etmektir. Daha sonra zeybeklerin oyunları biter. Zeybekler, gider gelinin yanına oturur. Bu kez sahneye araplar çıkar. Meydana gelip, muhtarı sorarlar. Birileri muhtarı gösterir. Araplar muhtara, aç olduklarını söylerler. Muhtar, onlara beleşe ekmek veremeyeceğini, çalışmaların ister ve ne iş yaptıklarını sorar. Araplar, her işi yapabileceklerini söylerler. Alanın bir köşesini gösterir muhtar ve "Orası benim tarla, gidin orada biraz çalışın da yiyeceğiniz ekmeğin hakkını verin." der. Araplar, ellerinde çeşitli tarla araç gereci ile, komik davranışlar sergileyerek çalışırlar tarlada bir süre. Muhtar, daha sonra onlara yemek getirir ve araplar yemeğe başlarlar. Bu yemek, genellikle yoğurttur. Araplar yoğurdu oralarına, buralarına sürerler, ellerine yüzlerine bulaştırırlar. Artık karınları doymuştur. Yine muhtarın yanına gelirler ve evlenmek istediklerini söylerler ve gelini gösterirler. Muhtar onlara yine çalışmaları gerektiğini söyler, Araplar yine bir süre çalışırlar. Daha sonra, araplar gelini meydana çıkarırlar ve oynamaya başlarlar. Zeybekler bu ara oynayan araplarla gelinin çevresindedirler, Bu ara iki arap aralarında kıskançlık yüzünden kavgaya başlarlar. Bu kavgayı ayırmak için muhtar ve efeler araya girmeye çalışırlar. Bir süre sonra, araplardan biri bir fırsatını bulur ve gelini omuzuna aldığı gibi kaçırır ve oyun biter.” Sınır Taşı Oyunu Akçaabat yöresinde oynanan bir oyundur. Genellikle bayramlarda, kapalı alanda oynanır. Çiftçi rolünde iki kişi (bunların iri yarı olmalarına dikkat edilir), iki tohum torbası rolünde, genç ve zayıf insan ve bir sınır taşı; beş kişilik bir oyundur. İki çiftçinin de sırtına, tohum torbası rolündeki gençler bağlanır. Sırtına konulur, elleri boynuna dolanır ve önden bağlanır; ayaklan beline dolanır ve karın üzerine bağlanır. Sınır taşı görevini gören kişi yere çökertilir ve elleri ile ayakları bağlanılarak oturtulur. Bu ara iki çiftçi de birbirinden habersiz, birkaç rekat namaz kılar ve tarlaya girip ellerindeki, karasabana benzetilen sopalarla çiftlerini sürerler, Daha sonra sırtlarından aldıkları tohumları tarlaya atmaya başlarlar. Bu ara, çiftçilerden biri sınır taşını görür. "Hay Allah. Bu taş geçen yıl iki metre ötedeydi, kim getirip koymuş bunu buraya?" diyerek, taşı ayağıyla ve elindeki sopayla birkaç metre ittirir. Taş yuvarlanarak gider. Çiftçi tohumunu atmaya devam eder. Bu ara aynı yere diğer çiftçi gelir, Aynı şeyleri o da söyleyerek taşı bu kez diğer tarafa ittirir. Çiftçiler birbirinden habersizdirler. Bu, bir süre böyle devam ettikten sonra çiftçiler karşılaşır. Ağız dalaşına başlarlar. Daha sonra birbirlerini itmeye, ardından da ellerindeki sopalarla birbirlerine vurmaya başlarlar, Burada dayağı yiyen çiftçiler değil, sırtlarındaki tohum torbası görevini gören gençlerdir. Sonra oyun biter. Gelin Kaçırma Oyunu “Bu oyunu Tekeler Köyü'nde izlediğim için, köyün oyununun seyri Tekeler Köyü'ndeki gibi işlenecektir. Tekeler Köyü'nün ünlü seyirlik oyunlarından biridir. Yaklaşık her yıl Ramazan ve Kurban Bayramlarında oynanır. Oyunu götüren kişi, gelin rolünü üstlenen kişidir. Gelin, genellikle gençlerden biri tarafından oynanır. İzlediğim Gelin Kaçırma Oyunu'nda gelin rolünü, 1998 Kurban Bayramı'nda. bayram kahyalarından (Tekeler Köyü'nde, oyunlar, o yıl askere gitme zamanı gelmiş olan gençler tarafından düzenlenir. Oyunları düzenleyen gençlere "Bayram Kahyası" adı verilir.), o yıl askere gidecek olan Adem Akbulut tarafından oynandı. Gelin, eski, kullanılmış bir gelin elbisesi giydirilir. Başa bir eşarp bağlanıyor ve yüz, bir tülbentle örtülüyor ama gözler açıkta kalıyor; ayağına da lastik bir ayakkabı giydiriliyor. Gelin dışında, geline koruma olarak bir efe bulunuyor. Efeye, eski bir efe elbisesi giydiriliyor. Efenin iki göğsü üzerine iki adet ayna yapıştırılıyor. Efenin omzunda eski, dolma tüfeklerden bulunuyor. Oyunda ayrıca iki arap bulunuyor. Araplar, genellikle, yüzleri isle boyanmış oluyor ve elbiseleri komik, gülünç şekle sokuluyor. Bu, giydikleri elbiseleri ters şekilde giymeleriyle de yapılabilmektedir. Seyirlik oyunlarda az görülse de, Gelin Kaçıma Oyunu'nda seyirciler oyunun esas kahramanlarıdır. Oyun, Tekeler Köyü'nün Kefenlik Mevkii'nde başlar. Gelin ve efe giydirilir. Daha sonra, yüzleri isle karartılmış olan araplar, çevrede oyunu izlemeye gelen seyircileri, ellerindeki sopalarla kovalarlar ve belli bir uzaklıkta tutmaya çalışırlar. Bu ara, seyirciler arasından seçilen bir genç getirilir ve gelin, gencin sırtına bindirilir. Bu ara daha önce tutulan çalgıcılar hızlı bir ritimle yöresel türküleri çalmaktadırlar. Oyun grubu, Kefenlik Mevkii'nden, oyunun biteceği alan olan Gavalanı Mevkii'ne doğru yürümeye başlar. Gelin bu ara, gelinin seçtiği diğer, çevrede seyirci olar gençlerden birini seçer ve diğerinin sırtından iner ve ona biner. Bu, rutin bir şekilde devam eder. Bu ara, seyircilerin geline yaklaşmalarına araplar izin vermemeye çalışır. Ama, seyirci olan diğer gençler, gelip gelini almak ve kaçırmak isterler. Gelini kaçırmaya gelen gençlere efe elindeki tüfekle engel olmaya çalışırken araplar, ellerindeki sopalarla onları kovmaya çalışır. Bu ara efe; "Gelin bizim, o bize lazım''diyerek gelenleri kovmaya çalışır. Seyirci de oyuna katıldığı için, hep birlikte Kavalanı Mevkii'ne kadar gelinir. Bu alanda, gelin bir sandalyeye oturtulur. Çevresinde sürekli dönen arap onu korumaya çalışır. Bu ara diğer arap halkı ondan uzak tutmaya çalışır. Oynanılır ve oyun sona erer.” Diğer Oyunlar: Ayı Oyunu Genellikle askerlik çağındaki gençler tarafından oynanır. Ayı, ayı yavrusu, arabı canlandıran üç oyuncu vardır. Seyircilerden arada oyuna katılanlar da olur.
  7. _asi_

    Aydın Efsaneleri

    EFSANELER Kızlarhisarı “Alabanda kralının çok güzel bir kızı vardır. Herkesin gözü bu güzel kızdadır. Alabandalı iki sanatçı kıza talip olurlar ve kraldan isterler. Kral birisine kente su getirmesini, ötekine de senato binasını yapmasını söyler. Ancak ikisinin de aynı anda işe başlamalarını, üstlendikleri işleri önce kim bitirirse kızı ona vereceğini bidirir. İki sanatçı büyük aşkları uğrunaher güçlüğe göğüs gererek heyecanla işlerine başlarlar. Suyu getirecek olan o kadar hızlı çalışır ki, işinin bitimine ramak kaladaha ötekinin ki yarıyı bulmamıştır. Normal koşullarda kızı alamayacağını anlayan ikincisi kendien göre plan uydurur. Büyük para ver mücevherat vererek aracılar bulur. Aracı büyük bir yalan düzer. Doğruca suyu getirecek olana gider. Seneto binasının çoktan bittiğini, dolayısıyla kızın mimara verildiğini söyler. Suyu getirecek olan, büyük şaşkınlık içinde bir an duraklar. Dolu dolu olan gözlerinden sızan yaşlar, yanaklarından aşağıya, titrek dudaklarına iniverir.bir an nerede olduğunu ne yaptığını bilemeyecek hale gelir. Sonra kalkar doğrulur. Etrafına, bir şey ararcasına bakınır. Sonra yerde yatan balyozunu alır, havaya fırlatır. Balyoz daha havada iken altına dikilir. Hızla inmekte olan balyoz adamı paramparça eder. Bir başka söylentiye göre de adam kendi yaptığı İncekemer’den aşağıya atlayarak intihar eder. Böylece rakipsiz kalan mimar kızı alır. O günden beri senato binasına Kızlarhisarı denilmektedir.” Medusa Efsanesi Dünyanın, Tanrılar tarafından yönetildiği çağlarda, güzelliği dillere destan, bütün tanrıları kendisine aşık eden Medusa adında bir kız yaşarmış. Yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. Medusa, kendisini Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış. Phorkus ve Keto'nun kızları olan bu üç kız kardeşten diğer ikisi ölümsüzmüş. Kendi tapınağında yaşayan bu güzel kızı gören Athena da kızın güzelliğinden etkilenmiş ama kendisini daha güzel ve zeki bulduğu için de pek fazla önemsememiş. Athena, Zeus'un kardeşi olan denizlerin efendisi büyük Poseidon ile evliymiş. Güçlü ve ölümsüz Tanrı Poseidon da karısı Athena'nın tapınağında yaşayan bu güzeller güzeli kıza aşık olmuş ama Tanrılar katında bir ölümlüye aşık olduğu için küçümsenmekten korktuğu için aşkını gizlemiş. Bir gün Athena, Poseidon'un Medusa'ya karşı ilgisini öğrenmiş. Poseidon bunu şiddetle reddetmiş ve Tanrıça Athena'ya da yeryüzü ve gökyüzünde ondan daha güzel ve alımlı hiçbir canlının olmadığı üzerine yeminler etmiş. Athena da Poseidon'un bu söylediklerine inanarak olayı çok fazla büyütmemiş. Ancak yine de bir türlü çıkaramamış aklından Medusa'yı. Poseidon, tutkusuna yenik düşmüş ve bir gün gizlice girdiği sevgilisi Athena'nın tapınağında, güzeller güzeli Medusa'ya zorla sahip olmuş. Medusa harap bir halde tapınakta kalmaya devam etmiş. Athena bu olayı duyunca kendisini aşağılanmış hissetmiş. O kadar kızmış ki Medusa'yı çok acı bir şekilde cezalandırmaya karar vermiş. " Onlara da önce büyük acılar çektirmeliyim. Tıpkı benim çektiğim gibi." Demiş. Medusa ve kız kardeşlerini birer ifrite çevirmiş. Dünyalar güzeli Medusa ve kız kardeşlerinin artık yüzleri o kadar çirkinmiş ki kimse bakmaya tahammül edemiyormuş. Medusa'nın o güzelim saçlarının her bir teli yılana dönüşmüş. Bununla yetinmeyen Athena, Medusa'ya bakmaya çalışan herkesin taşa dönüşmesini neden olmuş. Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş. Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek keskin kılıcıyla zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırmış. Ancak Athena'nın bilmediği bir şey varmış. Medusa, Poseidon'un kendisine zorla sahip olduğu gece Poseidon’dan hamile kalmış. Medusa öldüğü anda Poseidon'un Medusa'nın rahmine bıraktığı çocukları Pegasus ve Chrsyar, Medusa'nın cansız bedeninden dışarı çıkıvermişler. Athena, denizler tanrısı Poseidon'dan olma bu iki kardeşi kendisine köle yapmaya karar vermiş. Kardeşlerden Chrsyar'ın iyi bir savaşçı olacağını düşünen Athena onu kendisine, kanatlı beyaz bir at olarak doğan Pegasus'u da Korinthos şehrinin kralı Glaukos'un oğlu Bellerophone'e vermiş. Pegasus'u ona vermesinin nedeni de Bellerophone'nin ağzından ateşler saçan, aslan başlı, keçi gövdeli ve yılan kuyruklu Khmimaira adında bir canavarla savaşmaya gidecek olmasıymış. Athena, uzun zamandır bu canavarla savaşmak için yardım isteyen Bellerophone'a Pegasus'u vererek yardım çağrılarına da kayıtsız kalmadığını göstermiş böylece. Bir taşla iki kuşa vurmuş. Athena "Pegasus, Bellerophone için bu savaşta oldukça işi yarar, ne de olsa denizler Tanrısı güçlü Poseidon'un oğlu" diye düşünmüş. Bellerophone, Pegasus'u iyi bir savaşçı olarak eğitmiş ve çok güzel bir dostluk kurulmuş aralarında. Zamanı gelince de Bellerophone kanatlı atı Pegasus'a binerek Khimaira ile savaşmaya gitmiş. Pegasus canavarın ağzından fışkırttığı alevlerin kendilerine ulaşamayacağı bir yüksekliğe çıkmış. Bellerophone da canavara havadan oklarıyla saldırmış, kurşun ve demir karışımı oklarının birbiri ardına fırlatmış. Canavarı oklarla öldürmenin imkansız olduğunu anlayan Bellerophone, Tanrıların kutsadığı mızrağını kaldırmış ve canavar Khimaira'nın en zayıf yeri olan çenesine saplamış. Canavar Khimaira'nın ağzından fışkırttığı alevler mızrağın kurşun ucunu eritince de kurşun canavarın boğazından içine doğru akmış ve canavar oracıkta ölüvermiş. Bellerophone canavarın cansız bedenine gururla bakmış. Yakın dostu büyük ve güçlü Tanrı Poseidon'un oğlu Pegasus'la birlikteyken yenemeyeceği hiçbir düşman olamayacağını düşünmüş. Bellerophone bu büyük zaferinin sarhoşluğu içinde kendinden geçmiş ve artık kendisini de bir Tanrı olarak görmeye başlamış. Yerinin de Tanrıların yaşadığı Olympos Dağı'nın zirvesi olduğunu düşünerek oraya doğru yola çıkmış. O sırada Olympos'taki tahtında olup biteni izleyen Tanrıların Tanrısı Zeus, Olympos'a doğru kanatlı atıyla gelen Bellerophone'u görünce çok kızmış ve bir atsineği göndererek Pegasus'u ısırmasını emretmiş. At sineği Zeus’tan aldığı emirle birlikte hızla Bellerophone ve Pegasus'un yanına gitmiş ve Pegasus'u ısırmış. At sineğinin ısırmasıyla canı çok yanan Pegasus çırpınınca sırtındaki Bellerophone'u da düşürmüş. Pegasus ise yükselmeye devam etmiş, Olympos'un tepesine varmış. Zeus buraya kadar gelebilen bu kanatlı beyaz atı çok sevmiş ve kendisinin silahlarını taşıyan bir hizmetkar olarak yanına almış. Bellerophone ise tanrılara karşı işlediği bu büyük günahının cezasını ölene kadar insanların ondan iğreneceği bir şekilde çirkin, kör, sakat olarak geçirmeye mahkum olmuş. Nal İzi “Alabanda kentinin yapısında kullanılan blok taşlardan bazıları üzerinde nal izi bulunmaktadır. Halkın inancına göre Hz. Ali dini ve mistik inançla Alabandaya saldırmış. Savaş o kadar şiddetli olmuş ki küheylan, bastığı taşlarda ayak izlerini bırakmış. “ Ahmet Gazi Camii “Eskiçine köyündeki Ahmet gazi Camiinin dış duvarları tammalanmış, sıra kubbenin yapımına gelmiştir. Halk caminin bitimini sabırsızlıkla beklemektedir. Kubbe bir gece bir bütün olarak caminin üzerine konuvermiş. Halk kubbenin Allah tarafından kondurulduğuna inanmaktadır.” Çocuklu Kaya Akçaova bucağının belen mevkiinde gövdeden birbirine bitişik iki insanı andıran sivri bir kaya vardır. Kuzeye bakan bu iki kayadan doğudakinin gövdesine yapışık küçük bir kaya daha bulunmaktadır. Bu küçük kaya da annenin kucağındaki çocuğu temsil etmektedir. Vaktiyle bir kadının teknesinde ekmeklik hamur yoğururken küçük çocuğu da yanlarında oynuyormuş. Bir ara çocuk kendi pisliği ile de oynamaya başlamış. Sonra pis ellerini hamur teknesine batırmış. Allah, kutsal nimeti koruyamayan anne, baba ve çocuğunu o anda taş haline getirmiş. Bu yüzden kayaya “Çocuklu kaya” denmekte ve çocuklar yanlış davranışlarında “Allah seni de taş eder” diyerek korkutulmaktadır. Çine Çayı Efsaneye göre bütün güzel sanatların tanrısı olan Apollon, yeryüzünün bu güzel köşesinde saz çalarak dolaşır. Diğer tanrılara ve ölümsüz perilere neşeli dakikalar yaşatırmış. Birgün bu yöreye bir ölümlü gelip yerleşmiş. Elinde hiçbir gökyüzü tanrısının ve perilerin bugüne kadar görmediği uzun bir kavalı varmış. Ölümlü uzun kavalı öyle güzel üflüyor, ona öyle etkili nağmeler çıkartıyormuş ki herkes vecd ile dinliyormuş. Periler ölümlünün, sazını Apollon’dan daha güzel ve daha dokunaklı çaldığını birbirlerine fısıldamışlar. Üstelik sazının da apollon’un sazından daha etkileyici ve büyüleyici olduğunu söylemişler. Bu sözler Apollon’un kulağına kadar gitmiş. Çok öfkelenen ve gazaba gelen Apollon, ölümlüyü tanrıların huzurunda yarışmaya davet etmiş. Şimdiki Çine Çayı’nın vadisinde yarışmaya başlamışlar. Ölümlü sazını o kadar güzel üflemiş, o kadar dokunaklı çalmış ki buna ytanrılar bile şaşmış. “Artık ölümlünün üstünlüğünü kabul et apollon, sazını senden çok daha güzel çalıyor” demişler. Ölümlünün üstünlüğünü bir türlü içine sindiremeyen Apollon tanrısal gücü ile ölümlünün derisini diri diri yüzdürmüş, onu Hades’in yanına göndermiş. Bu olaya periler o kadar üzülmüş, o kadar göz yaşı dökmüşler ki akan gözyaşları nehir olup akmış. Perilerin gözyaşlarının oluşturduğu Çine çayı o günden peri hala durmadan akarmış.”
  8. _asi_

    Aydın Halk Edebiyatı

    HALK EDEBİYATI ATASÖZLERİ Aydın çukuru, altın çukuru. Aydın yaylası, incir yaylası. Dağ, dağ üstüne olmuş; hane, hane üstüne olmamış. Bağ dua değil çapa ister. Pekmez gibi malın olsun, sineği koçarlıdan gelir. Pis boğazla boş boğaz dertten kurtulmaz. Akan çay her zaman kütük getirmez. Karacasu’da bardak yaparlar, akşama kalmadan Kuyucak’da kulpunu takarlar. Ekmeğini katığına denk eden aç kalmaz. Erinden evvel kalkan avrat, deh demeden giden at, ne murattır ne murat. Çifitçinin karnında kırk tane gelecek yıl vardır. Sinekte bal, tembelde mal aranmaz. Kaza gelmez hak yazmayınca, bela gelmez kul azmayınca. Bir tutam ot deveyi hendekten atlatır. Acı patlıcanın kırağı çalmaz. Çiftçi yağmur yağarsa, testici yağmur yağmazsa der. Düğün el ilen, harman yel ilen olur. Saç sefadan, tırnak cefadan büyür. Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz. Her çiftçinin karnında kırk tane gelecek yıl vardır. Aba ile ürkütüp yaba ile saymak. Aç gözlü doymuş, tok gözlü doymamış. Duvarı nem, insanı gam çürütür. Deli, çınara çıkmış yıldız toplamış. Deli kıza nikah tutmaz. Eldeki gömlek eskimez. Ersiz olmuş, evsiz olmamış. El eli yursa, el yüzü yur. İmam evinden aş, ölü gözünden yaş çıkmaz. Kadersiz köpek kurban bayramı günü Yahudi mahallesine gezmeye gidermiş. Kız anasının kulağı delik olur. Saç sefadan, tırnak cefadan büyü. Tuzsuz aş, ağrısız baş olmaz. Uzunda akıl olsa, kavakta koza olurdu. Aba ile ürkütüp yaba ile saymak. Aç gözlü doymuş, tok gözlü doymamış. Duvarı nem, insanı gam çürütür. Deli, çınara çıkmış yıldız toplamış. Deli kıza nikah tutmaz. Eldeki gömlek eskimez. Ersiz olmuş, evsiz olmamış. El eli yursa, el yüzü yur. DEYİMLER Canı geçmek (şekerleme yapmak) Paşaya kelle yetiştirmek (çok acele etmek) Katığı yanında zeytin gündeliği(bedava çalışmak) Yememiş içmemiş yetiştirmiş( hemen gidip başkalarına söylemiş) Ocağına incir ağacı dikmişler(ocağını södürmüşler, her şeyini yok etmişler) Eski hasır gerilip durur, anasının evi görülüp durur.(aslı ne olduğu belli) Hacı ahmedin ak deve, varı geli yok yere. (boşuna uğraşmak) Elen –telen etmek. (har vurup harman savurmak) On dönüm bostan yan gel Osman (biraz geliri olan çalışmıyor.) Turbun büyüğü heybede (asıl bundan sonra olacakları gör) Düğün evinin tefçisi ölü evinin yasçısı( gülenle gülen, ağlayanla ağlayan ve aynı zamanda iki yüzlü ve yalaka anlamında) Bir çuval inciri berbat etti. İki dirhem bir çekirdek. Öfkeyi eşeğinden alamayan, semerinden alırmış. Uyku-dünek yok. (rahat, huzur yok). Culaf olmak (parçalanıp ezilmek) Hameştaşı gelmek (ucu ucuna yetmek) Kuzu satımı, kız satımı (nişanlanma ve evlenme nin belli bir zamanı olduğu) Ölümü komşu evine göndermek (tehlikeyi kendinden uzaklaştırmak) Yeninden alıp yakasına yamamak (ihtiyaçlarını kendi kendine karşılamak, idare etmek.) Yemeyip içmeyip yetişdimek Atınan apayı dövüşdümek (iki samimi insanı birbirine düşürmek) Acı yavan kuru soğan ( Ne bulunuyorsa, elde yiyecek olarak ne varsa.) Gödüğünü unutmaz, çiğnediğini yutmaz (Hafızası cok iyi olanlar için söylenir) Kırk develi yörük oğlu gibi dengelmek (Hiç bir şeyi umursamadan yan gelip yatmak) Dilden dikiden annımımek (Kendi kafasının erdiği şekilde davranmak, kimseyi dinlememek) BİLMECELER Alçaçık boylu, kadife donlu (Patlıcan) Bilmece bildirmece dil üstünde kaydırmaca (Dondurma) Dağdan attım parlaanmaz, illa yumruğa dayanmaz (Soğan) Yer altında sakallı dede (Pırasa) Ben giderim, o gider (Gölge) Ben dururum o duru (İz) Ufacık mezar, dünyayı gezer. (Ayakkabı) Uzun oluk, dibi delik. (Baca) Dağa gider seslenir, eve gelir yaslanır. (Balta) Deveden büyük pireden küçük, baldan tatlı, zehirden acı. (İncir ağacı, incir çekirdeği, incir, incirin sütü) Dağdan gelir dak gibi Kolları budak gibi Eğilir bir su içer Böğürür oğlak gibi ( Araba) MASALLAR Dokuz Arap Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berberi develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken dokuz tane arap kardeş varmış. Bunlardan biri ne yaparsa öbür dokuzu da onu yaparmış. Birbirlerinden hiç ayrılmazlarmış. Dokuz Arap, bir gün topluca para kazanmış ve bu parayla ne alalım diye düşünmüşler. Et alsak kemiği var, kelle alsak temizlemesi zor, en iyisi mi biz bununla ciğer alalım, demişler. Ciğer almışlar, yıkamışlar, kavurmuşlar. Sofraya oturmuşlar. Yiyecekleri zaman bir tanesi “Hani su?” demiş. Bakmışlar testi boş. Bir tanesi “haydi sen doldur gel.” demiş. “Yoo, ben gidince ciğeri siz yiyeceksiniz değil mi? Hep beraber gidelim.” demiş. Kalkmışlar hepsi birden kapıdan çıkmışlar, o sırada komşuları görmüşler. “Komşu biz suya gidiyoruz, ciğeri kavurduk, ocağın başına kapattık, anahtarı da kapının üzerine koyduk. Biz gelinceye kadar bakalak oluver.” demişler. Bunlar uzaklaşınca komşuları kapıyı açmış, ciğeri bir güzel yemişler. Kabın içine de karasineklerin büyüklerinden doldurmuş, kapağı kapatmışlar. Bizimkiler sudan gelmişler, hemen sofraya oturmuşlar. Ciğerin üzerindeki kapağı br açmışlar ki ne görsünler? Bütün sinekler vız vız diye üzerlerine doğru uçmuyor mu? “Vay, siz bizim ciğerleri yediniz haa” diyerek hepsi birlikte sinekleri kovalamaya başlamışlar. Sokakta sinekleri kovalarken sineklerden bir tanesi ciğeri yiyen komşunun suratına konmuş. Sineği vuralım derken adamcağızı alnından vurup yere sermişler. Sonra da hep birlikte sineklere “Oh olsun, bir sizden gitti, bir bizden.” demişler. Tembel Kız Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir karı koca varmış. Bu karı kocanın bir kızı olmuş. Kız, el bebek gül bebek büyütülmüş ama hiç iş öğrenmemiş. Bunun için adına “Tembel Kız” denmiş. Bu kız o kadar tembelmiş ki, yerinden kalkmaya üşeniyormuş. Anası babası ona bir gelberi yaptırmış. Kız da oturduğu yerden işini gelberi ile yapıyormuş. Kızın evlilik çağı gelmiş. Anası babası kızı bir avcıyla evlendirmiş. Avcı ava gitmiş, bir ördek vurmuş. Eve gelmiş, ördeği temizlemiş, ateşe koymuş. Tekrar ava gitmek üzere hazırlanmış, karısına “Ateşe ördeği koydum yanmasın bak.” demiş. Tembel Kız “Olur” demiş ama yerinden bile kalkmamış. Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Dilenci eve gelmiş Tembel Kız’a “hanımcığım Allah rızası için bir dilim ekmek” demiş. Tembel kız da “Yan tarafta mutfakta geç de al” cevabını vermiş. Dilenci mutfağa girmiş. Bakmış ocakta ördek kaynıyor, almış ördeği, torbasına koymuş. Tencerenin içine de ayaklarındaki pis çarıkları atmış. Gelmiş Tembel Kız’ın yanına. Bak hanımcığım demiş ekmek aldım Allah razı olsun. Şimdi sana bir türkü söyleyeyim de ben gideyim. Türküyü söylemiş. Senin gaga benim torba içinde Benim çarık senin çorba içinde Sen yat kaba yatak yorgan içinde Ben yiyecem gagayı orman içinde Dilenci türküyü böyle söylemiş, çekip gitmiş. Aradan bir zaman geçmiş, kızın avcı kocası gelmiş. Karısına “Ördek pişti mi? demiş. Karısı olup biteni anlatmış. Bak bana bir türkü söyledi. Sana deyiverem demiş. Türküyü söylemiş. O zaman avcı kocası durumu anlamış, karısına kızıp azarlamış. Ondan sonra tembel kız tembelliği bırakmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. FIKRALAR “Köylünün biri Çine’ye pazara gidecekmiş ama şehre gidecek atı eşeği arabası yokmuş. Bir ara komşusundan istemeyi düşünmüş, komşusuna gitmiş. - Mehmet Efe, Çine’ye gidecektim de sana bir şey diyecektim, demiş. Komşusu: - Buyur, de komşum, deyince: - Sana eşek diyecektim, demiş. Hiçbir kızgınlık belirtisi göstermeyen komşusu: - De oğlum de. Hazır ağzını açmışken başka diyeceklerin varsa onları da de. Diye cevap vermiş. “İki avcı uzun bir süre dolaştıktan sonra, biri elinde simsiyah bir kuşu sallayarak gelir: - Bak bir bıldırcın vurdum. - Boşversene, o bıldırcın değil karga. - Hayır bıldırcın. Sadece dün vurduğum eşinin yasını tutuyor o kadar.” “Köylünün biri oğlunu şehirden evermiş. Oğlan bir süre sonra şehre göçmüş. Kendine göre iş bulup çalışıyormuş. Bu arada bir de erkek çocuğu olmuş. Adam hem pazardan masrafını almak hem de torununu görmek için şehre gitmiş. Tabi gelirken heybesini hediyelerle doldurmuş. Her ne yaptıysa gelinine yaranamamış. Şehre indiğinde doğruca oğlunun evine gitmiş. Daha eve girerken gelininin memnun olmadığı belli oluyormuş. Odaya geçmişler. Adam torununu kucağına alıp okşarken bir ara gelin: - Oğlumun dedesi geldi, gelmeden gidesi geldi, demiş. Adam çok içlenmiş, öfkelenmiş ama sezdirmemeye çalışmış. O da: - Dedesinin adı Durali, bugünde buralı, yarında buralı demiş.” “Doktor yolda karşılaştığı hastasına sorar: - Geçen gün size verdiğim ilaç iyi geldi mi? - Evet, neden sordunuz? - Ben de aynı hastalığa yakalandım da.” “Lüks lokantada sonradan zengin olan müşterinin yanına gelen kemancı sormuş: - Bir serenat ister miydiniz? - Hayır, teşekkür ederim. Ben yemeğimi daha önce ısmarlamıştım.” Epeyce varlıklı bir köylü kendisine bir çift iskarpin almış. Eskiyeceğinden korkarak pek giymezmiş. Bir gün kasabaya giderken köyden çıkıncaya kadar giymiş. Sonra çıkarıp eline almış. Kasabaya yaklaşınca tekrar giymiş. Akşamüzeri kasaba dönüşünde geç kalmış. Gece ayakkabıları eline alıp hızlı hızlı yürüken hava da kararmış. Alacakaranlıkta ayağına kazık batmış. Epeyce de canı yanmış. Kanlar içindeki ayağının acısını düşünmeden: - İyi ki ayakkabılar ayağımda değildi demiş.”
  9. _asi_

    Aydın Coğrafi Yapısı

    COĞRAFİ YAPI Aydın ili Ege Bölgesinin güney bölümünde yer alır.Batı-Doğu doğrultusunda uzanan Büyük Menderes vadi tabanı, yer yer genişleyip daralarak il toprakları boyunca uzanır.Kuzeyde Aydın dağlarının ovaya bakan yamaçları güneyde Dandalas çayı, Akçay ve Çine çayının vadi tabanları ile bu vadiler arasında yer alan Karıncalı, Madran ve Beşparmak dağ kütlelerinin büyük bölümleri de Aydın ili sınırları içine girer.Büyük Menderes vadi tabanı ve her iki yanında uzanan dağlar batıda Ege Denizinde son bulur. İl toprakları, kuzeyden İzmir, Manisa doğuda Denizli, güneyde Muğla illeri ile çevrilidir.Aydın ili 37-38 kuzey enlemleri ile 27-29 doğu boylamları arasında yer alır.İlimizin yüz ölçümü 8007 Km2 dir. Dağlar; Büyük Menderes vadi oluğunun kuzey ve güneyinde birbirlerine bazen yaklaşan bazen uzaklaşan iki dağ sırası yer alır.Kuzeydeki bu dağların sıraları Dinar yakınlarından başlayarak Ege Denizinde son bulur.300 Km kadar uzunluktadır.Aydın Dağları genel adını alırlar.Kolayca aşınabilen kütlelerden oluşmuş bu dağlar dar ve derin vadilerle parçalanmıştır. Bu derin vadilerin tabanlarında genellikle kuruyan sel yataklarının çakılları görülür.Yamaçları ve vadiler zeytinlikler, daha yukarıları ormanlarla kaplıdır.Büyük Menderes ve Küçük Menderes vadisi arasında bir duvar gibi uzanırlar.Yükseklikler çok olmamasına rağmen geçit vermezler.Bu nedenle Aydın-İzmir Karayolu ve Demiryolu bu dağların eteklerini izleyerek Ovacık ve Gümüş Dağı arasındaki vadiden Selçuk'a ulaşır. Aydın Dağlarının yer yer yükselen tepeleri Horsunlu'nun kuzeyinde Karlık 1732m, Kuyucak'ın kuzeyinde Karadağ 1353 m, Nazilli'nin kuzeyinde Oyuk dağı 1460m, Sultanhisar'ın kuzeyinde doğusu dik kayalıklardan oluşan Malgaç 1343 m.Bunlar Aydın üzerinde yeniden yükselerek Cevizli Dağlarını meydana getirirler. Bunlardan Üçkoz Tepesi 1446 m.ye ulaşır.Cevizli dağlarından sonra alçalarak Ortaklar yakınında geçit verirler ve güney batıya yönelirler.Bu sırada Gümüş Dağı 1020 m.dir.Yeniden bir yay çizerek batıya doğru uzanan Samson Dağları bir yarımada yaparak Dipburun'da denize ulaşırlar. Samson Dağlarının en yüksek tepesi 1229 m.dir. Büyük Menderes nehrinin güneyindeki dağlar yer yer büyük vadilerle yarılmış kütleler görünümündeki Dandalas Çayının doğusunda Babadağ'ın yamaçları yükselmeye başlar.Bu dağın doruğu 2380m.dir ve Denizli İl'i sınırları içindedir.Doğu yamaçlarında Karacasu yaylası, Karıncalıdağ'da ormanlarla kaplı tepeler 1699m.ye yükselir;diğer yandan Büyük Menderes'e doğru uzanarak Akçay Vadi'sinde sona erer.İl'in en büyük yükseltisini sunan Madran Dağı üç yanı vadilerle çevrili büyük bir kütlenin ortasında yükselir.Çine Çayı'nın batısında Gökbel daha sonra Beşparmak Dağları, Bafa Gölü çevresinde dolanarak Ege Denizi'ne ulaşırlar.Güneydeki dağ sıraları Menteşe Dağlık kütlesiyle ayrılmaz bir bağlantı kurarak,Muğla İl sınırları içinde uzanırlar. Akarsular; Büyük Menderes: Menderes Aydın Ovasında akarak birçok dirsekler çevirir.(Batı dilerinde,Menderes'e verilen Meandr adı coğrafyada nehirlerin dirseklerini anlatan bir terim olarak kullanılır.)Ege Bölgesinin en uzun akarsuyudur.İç Batı Anadolu'da Sandıklı-Afyon arasındaki platolardan doğar.Çivril yakınlarından geçtikten sonra, Dinar'dan gelen ve Işıklı Gölünü dolduran sularla beslenir.Sağdan katılan Banaz çayını aldıktan sonra,dar ve derin vadileri izleyerek Sarayköy yakınlarında ova düzlüğüne iner.Denizli ovasından gelen Çürüksu burada soldan Büyük Menderese katılır.Bundan sonra Büyük Menderes vadisi diyebileceğimiz bir oluk içinde, batıya doğru yönelir ve Aydın İli sınırları içine girer.Nehrin uzunluğu 435 Km, İl içindeki uzunluğu 170 Km.dir.Balat köyü yakınlarında bir delta ile Ege Denizine dökülür. Dandalas Çayı: Karacasu'nun güney-doğusunda toplanan suların sonuçudur.Başlangıçta Ceyre çayı adını alır.Babadağ eteklerinden gelen Işıklar deresi ve Akyar deresi sağdan katılır.Çakıllı ve kayalı bir yatakta hızla akarak düzlüğe iner ve Kuyucak yakınlarında Büyük Menderes'e kavuşur. Akçay: Muğla'nın kuzey doğusundaki dağlardan doğar.Tavas ovasına bakan yamaçlardan gelen Yenidere ile birleşir.Dar ve derin vadiler içinde hızla akmağa başlar. Bozdoğan yakınlarında,ova düzeyine inmeden önce,üzerinde Kemer Barajı kurulmuştur.Yenipazar yakınlarında Büyük Menderes' kavuşur. Çine Çayı: Yatağan ovasında toplanan Bencik ve Kamış derelerine,Bozüyük köyü kenarında "Pınarbaşı" denilen büyük bir kaynaktan çıkan suların katılmasıyla ulaşır. Sağnan Gökçay ve Madran derelerini içine alır.Eskiçine'de ova yüzeyine iner. Çine ovasını suladıktan sonra Büyük Menders'e ulaşır.(Eskiçine'ye gelmeden önce yeni bir baraj çalışması 2000 yılında başlamıştır.) Göller ve Barajlar; Bafa Gölü; İldeki tek göldür.Muğla ili sınırından Beşparmak ve Kocaorman dağlarının eteklerinde yer alır.Eski bir körfezin önünü Büyük Menderes'in doldurmasıyla oluşmuştur.Yüzölçümü 62.5 km2 dir.Denizden uzaklığı 20 km dir. İklim Akdeniz ikliminin etkisindedir. Bu iklim şartları ve topografik yapı Aydın ve çevresinde iki ayrı bitki topluluğunun (maki ve orman) gelişmesine neden olmuştur. Bunun yanında zeytin, incir, turunçgiller, kestane vb. kırsal kesimde ise çam ve benzeri türler mevcuttur. En yağışlı mevsim kıştır. Yaz mevsiminde yok denecek kadar az yağış almaktadır. Kar yağışı ender görünür. Aydın, özellikle batıdan gelen hava akınlarına açıktır. Rüzgar yönü daha çok doğu - güneydoğusudur. Bunu güneybatı (lodos) ve batı rüzgarları izler. Madenler; Merkez : Kuvars, feldispat, gümüş, maden kömürü, kurşun, granfit, mika. Bozdoğan : Barit, protilit, kuvars, talk, kuvarsit, mika, manganez, dolamit, maden kömürü, demir, kurşun, rutil. Çine : Kuvars kristalleri, protili, kuvars, mika, maden kömürü, talk, potasyum, altın, granit. Germencik : Alüminyum,Kuvars,maden kömürü,Mika. Karacasu : Dolamit, kuvars, disten, zımpara, kurşun, demir Koçarlı : Arsenik, maden kömürü, kuvars. Kuyucak : Kurşun, talk, mika, maden kömürü. Nazilli : Bakır, maden kömürü, kuvars, talk, civa, altın,gümüş Söke : Demir,maden kömürü,talk,çimento hammaddeleri. Sultanhisar : Maden kömürü,granit. Yenipazar : Stronsiyum, maden kömürü
  10. _asi_

    Aydın Mutfağı

    AYDIN YEMEKLERİ YEMİŞ TATLISI MALZEMELER 500 gr kuru incir 3 çorba kaşığı ceviz içi 3 çorba kaşığı toz şeker HAZIRLANIŞI İncirlerin saplarını koparıp, yıkayın daha sonra sap yerleriden kesip, içlerine dövülmüş ceviz içi ve şeker karışımından doldurun. Doldurduğunuz incırleri kapatıp, önceden yağladığınız bir tepsiye dizin. Üzerlerine bir bardak su veya süt dökün. Hafif ateşte ağzı kapalı olacak şekilde pişirin. İncirler yumuşayınca soğutup, servis yapın. ETLİ KEREVİZ Malzemeler 1 kg üzerinde yeşil saplarıda bulunan kereviz 300 gr dana kuşbaşı 1 kuru soğan 1-2 su bardağı kaynamış su 1 su bardağından biraz daha az haşlanmış nohut 1 tane patates Domates salçası Tuz 1 küçük çay bardağı zeytinyağı Yapımı Kerevizin yeşil sapları (en tepedeki maydanoza benzeyen kısmı hariç, az miktarda burasıda eklenebilir ama çok olursa yemeğe acı bir tat verir) 2-3 cm uzunluğunda doğranır ve iyice yıkanır. Kerevizin kendisi de soyularak biraz irice küpler şeklinde doğranır. Patateste aynı şekilde doğranarak kerevize eklenir. Kuşbaşı doğranmış dana eti suyunu bırakıp çekinceye dek pişirilir. Yemeklik doğranmış kuru soğan eklenerek kavrulur. Kereviz sapları eklenerek 4-5 dakika daha soğan ve et ile birlikte kavrulur. Salça eklenir. En son doğranmış kereviz, patates ve haşlanmış nohut, tuz ve su eklenerek yumuşayıncaya dek pişirilir. Yanında arpa şehriyeli pirinç pilavı ile servis edilir. ZERDE Malzemesi: 1.5 su bardağı toz şeker 5 su bardağı su 1 çay kaşığı pirinç 2 çorba kaşığı buğday nişastası yarım çay bardağı dövülmüş karanfil. Hazırlanışı: Pirinç ılık su içerisinde yarım saat bekletilir. Daha sonra pirinç yıkanarak 5 su bardağı ile 20-25 dk pişirilir. İçerisine şeker ve nişasta ilave edilir. 1-2 dk daha kaynattıktan sonra ocaktan alınır. Islatılmış servis tabağının içine dövülmüş karanfil serpilir ve üzerine serde dökülür. Soğuk olarak servis yapılır. KABAK TATLISI Malzemesi: 2 kg balkabağı 2,5 su bardağı toz şeker Hazırlanışı: Kabak iri iri dilimlenip soyulur ve çekirdekleri çıkartılır. Kabak iki üç parmak genişliğinde istenilen uzunlukta ince ince doğranır. Büyük ve yayvan bir tencereye dizilirken aralarına şeker serpilir. Kabak üstü kapalı olarak bir gece bekletilir. Gece şeker ile bekletilen kabak orta ateşte yumuşayana kadar pişirilir. Kabağın şerbetinin koyulaşması için bir süre de tencerenin kapağı açık olarak pişirilir. Soğuduktan sonra servis tabaklarına alınarak dövülmüş ceviz içi veya fındık içi üzerine serpilir. KABAK KAVURMA............................... Malzemesi: Yarım kg kabak 1 soğan 2 domates yarım çay bardağı zeytinyağı kırmızı biber tuz. Hazırlanışı: Kabaklar yıkandıktan sonra kabukları soyulur, küçük küçük doğranır. Tavaya zeytinyağı konulduktan sonra üzerine sırasıyla kabaklar, doğranmış soğan ve domatesler yerleştirilir. Biber ve tuz ilave edildikten sonra 10-15 dk karıştırılarak pişirilir. İsteğe bağlı olarak sarımsaklı yoğurt veya sade yoğurtla da servis yapılır. MANTAR KAVURMA Malzemesi: 1 kg mantar bir soğan bir çay bardağı salça yeteri kadar zeytinyağı. Hazırlanışı: Mantarlar yıkanıp temizlendikten sonra suda haşlanır. Haşlanan mantarlar ince ince kıyılır. Soğanlar zeytinyağı ile biraz kavrulduktan sonra üzerine sırasıyla mantar, salça, biber ve tuz ilave edilir. 15-20 dk kavrularak ocaktan alınır ve servis yapılır. Aydın’da yaygın olarak yapılan bir kavurma türüdür. EBEGÜMECİ KAVURMA Malzemesi: 1 bağ ebegümeci 1 soğan tuz kırmızı biber yarım çay bardağı zeytinyağı. Hazırlanışı: Ebegümeci yapraklarından ayıklandıktan ve doğrandıkta sonra yarım tencere kaynamış suda haşlanır. ayrı bir tavada soğan pembeleşinceye kadar kavrulduktan sonra ebegümeci soğanın üzerine ilave edilerek kısık ateşte kavurmaya devam edilir. Pişmek üzere iken biber ve tuz atıldıktan sonra sıcak olarak servis yapılır. Tercihe göre yoğurtlu, yumurtalı da olabilir. KEDİRGEN KAVURMASI (Tilki Kuyruğu) Malzemesi: 1-2 bağ kedirgen 2-3 yumurta 2 baş pırasa kırmızı biber yeteri kadar zeytinyağı tuz. Hazırlanışı: Kedirgenlerin saplarında sert olan kısımlar atılır. Yumuşak bölümleri yıkandıktan sonra, küçük küçük doğranır. Pırasalarda küçük küçük doğrandıktan sonra kedirgenlerle birlikte zeytinyağı ile kavrulur. Üzerine kırmızı biber ve tuz atılır pişinceye kadar karıştırılmaz. Kedirgenler piştikten sonra üzerine 2-3 yumurta kırılır. Sıcak olarak servis yapılır. Marul salatası veya yoğurtla da yenir. PAZIOTU KAVURMASI Malzemesi: 1 bağ pazıotu 1 soğan 1 çorba kaşığı tuz bir çorba kaşığı kırmızı biber 1 çay bardağı zeytinyağı. Hazırlanışı: Pazıotları bol suyun içerisinde bolca yıkandıktan sonra yarım tencere kaynamış suyun içerisinde atılır. Otlar yumuşayıncaya kadar bir miktar kaynatıldıktan sonra süzülür. Ayrı bir tava içerisine zeytinyağı konularak soğan kavrulur. Pembeleşen soğanın üzerine kaynatılmış pazıotları ilave edilerek kısık ateşte kavurmaya devam edilir. Krımızı bibe ve tuz ilave edildikten sonra birkaç dakika daha kavrulup ocaktan alınır. Tercihe göre yoğurtlu ya da sade servis yapılır. Yumurtalı da yapılabilir. DALGAN KAVURMASI Malzemesi: 1 bağ dalgan otu 1 soğan 2 pırasa tuz 1 çorba kaşığı kırmızı biber yarım çay bardağı zeytinyağı. Hazırlanışı: Dalganlar yıkanıp ayıklandıktan sonra küçük küçük doğranır. Soğan ve pırasalar doğranarak zeytin yağı ile pembeleşinceye kadar kavrulur. Doğranmış dalganlar soğanın üzerine konur ve kısık ateşte kavurmaya devam edilir. Kavrulmak üzereyken kırmızı biberi ve tuzu ilave edin. Birkaç dk sonra ateşten alarak servis yapın. Yoğurtlu veya sade servis yapılabilir. Tercihe göre kavurma esnasında yumurta da kırılabilir. KORUKLU EKŞİLİ BAMYA Malzemesi: 1 kg bamya iki küçük boy kuru soğan 3 domates bir çay bardağı nar ekşisi bir çorba kaşığı kırmızı biber bir çay kaşığı tuz 1,5 bardak su yeteri kadar zeytinyağı. Hazırlanışı: Bamyalar yıkandıktan sonra başları ve uç kısımları temizlenir. İnce doğranmış soğan bir tencerenin içerisinde zeytinyağı ile kavrulur. Soğan pembeleşince küçük küçük doğranmış domatesler de üzerine ilave edilerek 3-5 dk kavrulur. Biber, tuz, bir çay bardağıekşi, 1,5 bardak su ilave edilerek kaynatılır. Kaynayan suyun içerisine bamyalar konur ve 15-20 dk pişirilir. Yemek soğuduktan sonra servis yapılır. Aydın’da özellikle yaz aylarında beğenilerek tüketilen bir yemektir. SEMİZOTU YEMEĞİ Malzemesi: 1 bağ semizotu 1 fincan pirinç 1 soğan yeteri kadar zeytinyağı tuz. Hazırlanışı: Semizotu yıkanır, ayıklanır, ve 1 cm boyunda doğranır. Soğan küçük küçük doğrandıktan sonra pembeleşicinceye kadar kavrulur. Üzerine semizotları ilave edilerek pirinç ve su konur. 10 dk pişirilerek suyu çekildikten sonra servis yapılır. YERELMASI YEMEĞİ Malzemesi: 1 kg yer elması 2 adet kuru soğan kırmızı biber salça zeytinyağı limon su tuz. Hazırlanışı: Yerelmaları kare şeklinde doğranır. Soğanlar küçük küçük doğranarak tencerede zeytinyağı ile kavrulur. Soğanlar pembeleştikten sonra üzerlerine doğranmış yer elmaları, kırmızı pul biber, ve salça ilave edilir. Tuz ve limonun ilavesiyle birlikte 15-20 dk pişirilen yemek servise hazırdır. KABAK ÇİÇEĞİ DOLMASI Malzemesi: 10 veya daha fazla orta boy kabak çiçeği zeytinyağı su, tuz 1 limon 1 çay kaşığı toz şeker zeytinyağlı dolma harcı: 200 gr. pirinç 1 domates 2 soğan istenirse fıstık kuş üzümü karabiber 1 demet dereotu. Hazırlanışı: Soğanlar küçük küçük doğrandıktan sonra zeytinyağında kavrularak pembeleştirilir. Daha sonra üzerine yıkanmış pirinç ilave edilerek biraz daha kavrulur. Pirincin üzerini geçecek kadar ılık su katılır. Yıkanmış kuş üzümü ve kabukları soyulup doğranmış domates ve tuz katılır. tencerenin kapağı kapatılarak pirinç suyunu çekene kadar pişirilir. Ocaktan indirildikten sonra üzerine kıyılmış dereotu ve baharatlar eklenir. Kabak çiçekleri içine hazırlanan iç doldurulur ve yuvarlayarak kapatılır. Hazırlanan dolmalar tencere içine yan yana dizildikten sonra üzerine limon suyu, şeker, zeytinyağı eklenerek kısık ateşte 15 dk pişirilir. Daha sonra tencereden alınarak dikkatli bir şekilde servis yapılır. ZEYTİNYAĞLI TAZE BÖRÜLCE Malzemesi: 1 kg taze börülce 2 adet kuru soğan 3 adet domates 1 çay kaşığı tuz 1 çorba kaşığı kırmızı biber bir buçuk çay bardağı zeytinyağı ki bardak su. Hazırlanışı: Börülcelerin uçlarında ve yanlarında bulunan lifler ayıklanır, fasulye gibi üçe veya dörde bölünerek doğranır. İnce kıyılmış soğanlar zeytinyağı ile kavrulur. Kavrulan soğanların üzerine yıkanmış börülceler ve kuşbaşı doğranmış domatesler ilave edilir. Üzerine tuz ve biber ilave edilerek kavurmaya devam edilir.10 dk kadar kavurduktan sonra 2 bardak su ilave edilerek 15-20 dk daha kaynatılarak ocaktan alınır ve sıcak servis yapılır. ZEYTİNYAĞLI KURU BÖRÜLCE Malzemesi: 500 gr. kuru börülce 2 adet soğan 1 çay kaşığı salça 1 çorba kaşığı kırmızı biber 1 çay kaşığı tuz bir buçuk çay bardağı zeytinyağı iki buçuk bardak su. Hazırlanışı: Börülceler bir gün önceden suda bekletildikten sonra kaynatılır ve diğer malzemelerin ilave edilmesi için bekletilir. Ayrı bir tencerede zeytinyağı içerisinde ince kıyılmış soğan ve salça kavrulur. Kırmızı birber ve tuz ilave edilerek kaynatılan börülce tencerenin içine dökülür. 10-15 dk daha kaynatılan börülce ocaktan alınarak servis yapılır. daha çok kış aylarında yapılır. KENKER YEMEĞİ Malzemesi: 1 bağ temizlenmiş kenker yarım çay bardağı pirinç 1 adet soğan 1 adet domates zeytinyağı tuz su. Hazırlanışı: Soğan tavada biraz kavrulduktan sonra üzerine domates ilave edilir. Daha sonra pirinç ilave edilerek biraz daha kavrulur. Üzerine su ve yıkanmış kenker ilave edilerek pişmesi beklenir. Suyunu fazla çekmeden, tabaklara alınıp servis yapılır. KIRLI KIZARTMASI (Evsimle) Malzemesi: 1 kg seçilmiş ince patlıcan 6-7 tane yeşil sivri biber 1 demet taze soğan veya kuru soğan sarımsak bir çay bardağı zeytinyağı veya ayçiçeği yağı maydonoz tuz yarım kg taze yoğurt. Hazırlanışı: Patlıcanların kabuğu aralıklı olarak boyuna soyulduktan sonra sapı koparılmadan, uzunlamasına dörde dilinir. Tuzlu suda 30 dakika bırakılarak acısı çıkartılır ve sonrada tavada kızartılır. Sonra soğan, biber, sarımsak aynı tavada kızartılır. Hepsi birlikte daha önceden kızartılmış olan patlıcanın üzerine yayılır. Yarım su bardağı ile pişirilir. Üzerine maydanoz doğranıp tuz serpilir. Soğuk olarak servis yapılır. İsteğe göre yoğurtlu olarak da servis yapılır. KAPAMA Malzemesi: 1 kg dana eti veya kuzu eti 250 gr tereyağı 1 çorba kaşığı tuz 1 çorba kaşığı kırmızı biber 1 çorba kaşığı salça 2,5 bardak su. Hazırlanışı: Parçalanmış et kızartma tavasında kızartılır ve sonra yıkanır. Ayrı tencere içerisinde tereyağıyla salça kavrulur. Sonra içine kırmızı biber, tuz ve su ilave edilir. Su kaynadıktan sonra etler suyun içerisine atılarak 45 dk pişirilir. Daha sonra ateşten indirilir ve sıcak servis yapılır. CİĞER DOLMASI Malzemesi: Karaciğer pirinç karabiber tuz künar ceviz karın zarı (yağlı perde). Hazırlanışı: Karaciğer küçük küçük doğranarak haşlanır. Diğer yanda iç pilav hazırlanır. Hazırlanan pilava kavrulmuş ciğerler eklenerek, ciğerin bürgüsü yani karın zarı denilen perde tepsiye gerilir. Kavrulan malzeme, karın zarının içine doldurulur ve bohça gibi sarılır. Su ilave edilerek fırında pişirilir. BOLAMA (Lok Lok Pilavı) Malzemesi: 1 kg kuşbaşı dana eti 1 su bardağı nohut yarım kg arpacık soğanı 1 çay bardağı sıvı yağ domates salçası 3-4 diş sarımsak tuz, karabiber 1 kaşık tereyağı domates biber 6 su bardağı pirinç 2 litre su. Hazırlanışı: Et, arpacık soğanı, sarımsak, tuz, karabiber, salça, yağ, doğranmış domates, biber, akşamdan ıslatılmış nohut derin bir kap içerisinde karıştırılır. Üzerine iki çatal çapraz şekilde konulup derin büyük bir tepsiye çevrilir. Dışında iki üç parça et ve nohut bırakılır ki yemeğin piştiği anlaşılsın. İçerisine iki litreye yakın su konur. Tepsinin üzerine de dağılmaması için taş gibi bir ağırlık konulur. Orta ısıda pişen yemeğin suyu azaldıkça su ilave edilir. Nohut ve et yumuşayınca pirinç eklenir ve ateş kısılır. Pilav piştikten sonra etin üzerindeki ağırlık alınır. Bir kaşık tereyağı yemeğin üzerine parçalar halinde konulur ve ağzı kapalı olarak demlenmeye bırakılır. Kuşadası’nda adak yemeği, Aydın’da ise dilek yemeği olarak bilinmektedir. KEŞKEK Malzemesi: 1 kg buğday (aşurelik buğday) 1 adet tavuk veya 1 kg kuzu eti tereyağı tuz su. Hazırlanışı: 1 kg ayıklanmış ve yıkanmış buğday geniş bir tencerenin içinde kaynatılır ve sonra suyu süzülür. Buğdaylar ezilir. Ayrı bir tencerede kaynayan etler de tencereden çıkarılarak lif lif olacak şekilde parçalanır. Büyük ayrı bir tencerenin içine ezilmiş buğdaylar konularak et suyu ve etle karıştırılır. Yemek tahta kepçe ile karıştırılırken ezilmeye devam edilir. Sakız gibi oluncaya kadar karıştırılarak pişirilir. Servis tabaklarına alınan keşkeğin üzerine tereyağı ile kavrulan kırmızı biber dökülerek sıcak servis yapılır. Not: Aydın yöresinde düğün, sünnet gibi özel günlerde keşkek yapılır. ÇİNE USULU TARHANA 2 kg yağlı süzme yoğurt 1.5 kg soğan 1.5 kg etli kırmızı biber (salçalık biber) 1.5 kg kırmızı tarla domatesi 3 kg göce (tarhana için hazırlanmış öğütülmüş buğday) 1 baş sarmısak 1 yemek kaşığı tuz 1 bağ taze nane 2 bardak su Kuru soğan, kırmızı biber ve domates yıkanır, ayıklanır doğranır. İki bardak suyun üzerinde geniş bir tencerede kaynatılır. Sebzeler pişince ayıklanmış tekrar bağ yapılmış taze nane bağ halinde içine atılır, 10-15 dk daha kaynatılır. nane içinden alanır, karışım el blendırından geçirilir. İçine ayıklanımış, tuzla dövülmüş sarmısak, süzme yoğurt ve göce karıştırılıp yoğurulur. 48 saat kadar bekletilir. Tepsilere kaşık kaşık dökülür. Kuruyunca çevrilir. Temiz bir ortam varsa açık havada güneşe de konur. Kuruyan hamurlar elle küçültülür. Tekrar blendırdan geçirilerek ince bulgur büyüklüğüne getirilir. Tekrar tepsiye dökülür. 5-6 gün tepside iyice kurutulur, saklama kabına alınır. Bu tarhana pişirişirilirken tereyağında domates kavrulur biraz salça eklenir, bir kişi için tepeleme bir kaşık hesabı ile tarhana konur. Biraz daha kavrulur. Bir kişi için bir bardak soğuk su ile açılır. Biraz tuz eklenir. Afiyet olsun... YUMUŞAK POĞAÇA MALZEMELER; 1 su bardağı ılık süt 1 su bardağı yoğurt 1 su bardağı yağ(yarım su bardağı eritilmiş margarin,yarım su bardağı sıvı yağ) 1 yumurta(sarısı üstüne sürülecek, akı da hamuru için) 1 küçük poşet kuru maya Aldığı kadar un 1 yemek kaşığı tuz 1 tatlı kaşığı şeker içi için;çökelek yada peynir, maydanoz YAPILIŞI; Hamur yoğurma kabına önce mayayı boşaltın. Üzerine ılık sütü koyun. Yoğurdu, yağı, yumurta akını, tuzu, şekeri ilave edin ve parmak uçlarınızla biraz karıştırın. Aldığı kadar unla çok yumuşak bir hamur yoğurun. Hamuru mayalanmaya bırakın. Yaklaşık 30-40 dakikada hamur mayalanır. İki misli olan hamurdan limon büyüklüğünde bezeler koparıp elinizde açın ve peynirli içten koyun. Avucunuzda şekil verin. Yağlı tepsiye dizin. Tekrar tepside mayalandırın. Sonra üzerine yumurta sarısı sürün ve sıcak fırında 180 derecede kızarıncaya pişirin. Fırından alınca biraz dinlendrip servis yapın. Afiyet olsun. ÇILBIR MALZEMELER; 5 tane yumurta 1 kase sarmısaklı yoğurt 1 kaşık toz kırmızı biber 5 su bardağı su tuz 1 tatlı kaşığı tereyağı+1 yemek kaşığı sıvı yağ YAPILIŞI; Geniş bir tencereye suyu koyun ve kaynatın. Yumurtanın önce bir tanesini kaynayan suya kırın.Pişince hiç bozmadan delikli kevgirle servis tabağına alın. Kalan yumurtalarıda aynen pişirin.Sarmısaklı yoğurda tuz ilave edip karıştırın. Servis tabağındaki yumurtaların üzerine yoğurdu dökün.Yağı kızdırıp toz biberini koyun ve yakmadan ocaktan alın. Yoğurdun üzerine gezdirin. Bu yemek Aydın yöresinde sevilerek yapılır. ETLİ ENGİNAR Malzemeler 1 kg enginar (gövde ve yaprakları ile satılan üzerinde bir kaç tane küçük enginar başı içeren) 3 adet limon 300 gr dana kuşbaşı 1 çay bardağı zeytin yağı veya başka bir çeşit sıvı yağ 1 demet taze soğan 1 demet maydanoz 1 yemek kaşığı domates salçası Tuz, karabiber Yapımı Enginarın yaprakları gövdeden ayrılır ve yaprakların yeşil kısımları ortadaki kalın yeşil bölgeden bıçakla kesilerek temizlenir. Bu orta kısım 4-5 santim uzunluğunda doğranır. (bu sırada bıçağa gelen ve fasulye kılçığına benzeyen kısımlarda temizlenmelidir. Bitki biraz geçkinse, orta kısmın dış yüzeyi doğrudan bıçakla kesmek suretiyle soyulabilirde). Kalın gövde de aynı şekilde ortadaki taze kısım ortaya çıkarılacak şekilde bıçakla soyulur ve bir parmak kalınlığında dilimlenir. Bu işlem sırasında sebzenin kararmasını önlemek için doğrudan, içine bir limon suyu eklenmiş bir miktar su içine alınır. Eğer bitkinin üzerinde varsa enginar kafalarıda üzerindeki birkaç kartlaşmış yaprak temizlenerek bütün halinde eklenir. Temizleme işlemi sırasında ellerinizin kararmaması için eldiven giymenizi tavsiye ederim. Tamamı temizlendikten sonra yıkanır ve içerisine tuz ve 1 bütün limonun kabuklarıyla doğranarak eklendiği suda haşlanır. Yenecek kıvama gelene dek pişirilen enginar süzülerek bir kaba alınır. (limon kabukalrınında ayrılarak atılması gerekir). Enginarın içinde haşlandığı su oldukça acıdır. yemeğe eklemek üzere içinden 1 küçük çay bardağı alınarak kalan su dökülür. Ayrı bir kapta (derin bir tencere yerine pilav tenceresi daha uygun olur) kıyma, biraz tuz ve sıvıyağ eklenerek kavrulur. Salça eklenerek 1-2 dakika daha kavrulur. Ocağı kapatmadan hemen önce ince doğranmış yeşil soğan ve maydanoz ve en son damak zevkinize uyacak miktarda karabiber ve bir limonun suyu eklenir. (Tadı gelecek kadar eklenen karabiber bu yemeğe çok yakışır.). Bir kenara ayrılmış olan enginarlar karışıma katılır. Baş enginarların yapraklarının arası açılarak bu harçtan konularak tencereye yerleştirilebilir. Ayırdığımız haşlama suyu ile 3 çaybardağı daha su eklenerek (az sulu bir yemek gibi olması gerekir) 10-15 dakika kaynatılır. Yanında kese yoğurdu ile tadına doyum olmaz. Afiyet olsun. PAŞA BÖREĞİ MALZEMELER: 3 yumurta bir miktar tuz içi için: 250 gr.kıyma 2 adet soğan 3 diş sarmısak yarım demet maydanoz yarım bardak sıvı yağ tuz karabiber nane üstü için: 250 gram süzme yoğurt 2 diş sarmısak 2 çorba kaşığı sıvı yağ az kırmızı toz biber YAPILIŞI: Yumurta ,un ve tuz karıştırılarak özlü bir hamur elde edilir.yarım saat dinlendirilir. ceviz büyüklüğünde bezeler yapılarak çok ince olmayacak şekilde tava büyüklüğünde açılır.kızgın yağda arkalı önlü kızartılarak üst üste saklanır. diğer tarafta 3 kaşık yağla ince kıyılmış soğan ve sarmısak pembeleştirilir.kıyma iave edilerek devan edilir.kıyma suyunu çekince maydanoz.karabiber ve tuz ilave edilerek altı kapatılır. hazırlanmış yufkalar bir tepsi içine konulan sıcak suya sokup çıkarılarak yufkalardan 5 tanesi daha büyük başka bir tepsiye üst üste aralarına kıymalı iç serpilerek yerleştirilir.üzerüne yufkaların ıslandığı su ve göz kararı tuz dökülür.fırında yufkalar yumuşayıp genişleyene kadar pişirilir. üzerine sarmısaklı yoğurt ve yağda yakılmış krmızı biber dökülerek servis yapılır. YUVARLAMA MALZEMELER: -350 gr. yağsız dana kıyma -1 yumurta -2 çorba kaşığı un -Tuz, karabiber -Yarım su bardağı kızartmak için sıvı yağ -Yarım su bardağı nohut -1- 5 su bardağı yoğurt -Yarım kahve fincanı erimiş tereyağ -Yarım çay kaşığı kırmızı pul biber YAPILIŞI: 1- Nohut akşamdan ayıklanıp yıkanır ve suda bırakılır. Ertesi gün 8 bardak et suyu veya su ile haşlanır. 2- Kıyma, un, tuz, karabiber ve yumurta iyice yoğrulur. Nohut büyüklüğünde parçalara ayrılıp ıslak avuç içinde yuvarlanır. 3- Kızdırılmış sıvı yağa bırakılır ve hafif sallanarak kızartılır. 4- Kızarmış köfteler, haşlanmış nohut ve suyuna ilave edilerek 10- 15 dakika yavaş yavaş kaynatılır. 5- Tabaklara servis yapıldıktan sonra üzerlerine çarpılmış 12 kaşık yoğurt konur ve kırmızı biberli tereyağ gezdirilir. Not: Yoğurt sarımsaklı olarak da servis yapılabilir.
  11. _asi_

    Osmanlı Ve İşgal Dönemi

    OSMANLI DÖNEMİ I.Beyazıt'ın "yıldırım" gibi düzenlediği seferlerle, Batı ve Orta Anadolu Beyliklerinin egemenliklerine son vermesi ve ülkelerini fethetmesi, 14.yüzyıl sonunda tüm Anadolu'da büyük bir huzursuzluğa ve çatışmalara yol açtı. Bu kargaşanın ve fetihlerin Doğu Anadolu'da Timur'un egemenlik alanına kadar yayılması ve bazı Anadolu beyliklerinin Timur'a sığınması, her iki hükümdarın birbirleriyle çekişmeye başlaması sonucu, güçlü imparator Timur 1402 yılında ordularıyla Anadolu üzerine yürüdü. Ankara'nın Çubuk ovasında yapılan savaşta, Beyazıt'ı yenerek esir alan Timur, Osmanlıların eline geçen tüm toprakları Anadolu beyliklerine geri verdi. Timur Aydın Eli'ni İsa Bey'in oğullarından Musa ve II.Umur Beylere bıraktı. Aynı hanedandan olan Cüneyd Bey hak iddia ettiyse de, ancak İzmir Beyliği'ni elde edebildi. Daha sonra II.Umur Bey'le anlaşan ve onun kızıyla evlenen Cüneyd Bey, 1405'de II.Umur Bey'in ölümü üzerine Aydın Eli'nin yönetimini tek başına üstlendi. I.Beyazıt'ın ölümü ve Timur'un Anadolu'dan çıkmasından sonra, şehzadeler; İsa, Musa, Süleyman ve Mehmet Çelebi saltanat çatışmalarına giriştiler. Ancak, Şehzade Mehmet Çelebi kardeşlerini yenilgiye uğratarak 1413 yılında hükümdar olunca, Anadolu Beyliklerini yeniden Osmanlı egemenliği altına alma seferlerini başlattı. Cüneyd Bey'ide yenerek yerine Şişman Aleksandır'ı atadı. Sultan Çelebi Mehmed'in ölümünü fırsat bilen Cüneyd Bey, Sultan Murat ile anlaşarak eski beyliğini yeniden eline geçirdi. Cüneyd Bey Aydın ve Saruhan bölgelerinde yeni bir beylik kurmak için girişimlere başlayınca bundan rahatsız olan Sultan Murat, onun üzerine Oruç Bey'i gönderdi. Başarı sağlayamayan Oruç Bey'in yerine atanan Hamza Bey Ceneviz gemileriyle işbirliği yaparak, Cüneyd Bey'in hükümdarlığını sona erdirdi. Bundan sonra Aydın Eli Osmanlı Birliği'ne katıldı ve Aydın Sancağı adı altında Anadolu Beylerbirliğine bağlandı. Amerikan iç savaşının başlaması ile İngiliz tekstil sanayinde ortaya çıkan pamuk darlığı, yeni üretim yerleri bulunması zaruri hale gelmiş, gözleri Batı Anadolu'daki verimli arazilere çevirmiştir. Bu büyük projenin devreye girmesiyle İzmir-Aydın arası demiryolu yapımı gündeme geldi. Robert Wilkin adlı bir İngiliz iş adamının başlattığı demiryolu inşaatı çeşitli zorluklara rağmen 1866 yılında 133 kilometrelik bölümüyle hizmete açıldı. Bu ulaşım hattı Menderes Vadisi için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Pamuk üretimi daha da katlanarak arttı ve 1910 yılında, toplam devlet gelirlerinin % 15'ine ulaşmış oldu. İŞGAL DÖNEMİ I.Dünya Savaşı, imparatorluk sınırları içinde olduğu gibi, Aydın'da da zaten zayıf olan sosyal düzenini temelinden sarsmış, asayişsizlik daha da çok artmıştı. Osmanlı İmparatorluğu savaşta yenildikten ve Mondros Mütarekesini imzaladıktan sonra, sömürge devletleri Şubat 1919'da Paris'te toplanarak, İzmir, Balıkesir ve Aydın'ı Yunanistan'a vermeyi kararlaştırdılar. Başta petrol olmak üzere Orta Doğu'nun ekonomik kaynaklarına ve jeopolitik konumuna egemen olmak isteyen sömürgeci devletlerden güç alan Yunanistan bir dizi provakasyona girişti. Bunlardan en önemli örnek Yoran (Didim) ayaklanmasıdır. Buradaki Rumlar Türk karakolunu basarak Türk Askerlerini öldürdüler bazı memurları da yaraladılar. Benzeri olaylar Batı Anadolu'ya yayıldı ve Müslüman Türkler ile Rumlar arasında çatışmalar arttı. Bu arada İtalyanlar da Aydın etrafında hak iddia ederek, buraları Yunanlılara kaptırmamak için 13 Mayıs 1919'da Kuşadası'na, 17 Mayıs 1919'da Söke'ye asker çıkardılar. İtalyanların oldu bittisi, Yunalıların işgalini hızlandırdı ve 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgal ettiler. Bu işgal ülke genelinde büyük bir tepkiye neden oldu. Yunanlıların İzmir'i işgal ettiği haberi Aydın'da duyulur duyulmaz halk, bugünkü Yedieylül İlkokulunun bulunduğu alanda büyük bir miting yaptı. Buradaki konuşmalar halkı heyecanlandırdı. "kanının son damlasına kadar ülkeyi savunacaklarını ve bir karış toprak dahi işgaline razı olmayacaklarına" dair yemin ederek tepki gösterdiler. Mitingden sonra diğer il ve ilçelere haber gönderilerek silahlı direnişe geçilmesi istendi. Üç koldan Anadolu'ya yürüyen Yunanlıların güney kanadının hedefi Aydın idi. 22 Mayıs'ta Selçuk'u işgal ettiler. İtalyan birlikleri Kuşadası'na çekildiler. Aydın'daki 57. Alay önlem olarak Çine'ye çekildi. Yunanlılar, 26 Mayıs'ta Germencik ve İncirliova'yı, 27 Mayıs 1919'ta da Aydın'ı işgal ettiler. Yunan zulmünün ağırlaşmasıyla halk da direniş hazırlıklarına başladı. Yapılan hazırlıkların neticesinde 8 Ağustos 1919 günü Nazilli Kongresi toplandı. Kongre ilk olarak Aydın'ı temsilen merkezi Nazilli'de bulunmak üzere "Heyeti Milliye" örgütünü kurdu. Buna bağlı olarak "Kuvayi Milliye" (Ulusal Kuvvetler) gerçek bir halk ordusu olarak şekillendi. Bu arada Yunanlıların ilerleyişi de durmadı. Köşk, Sultanhisar ve Atça'dan sonra Nazilli'yi işgal ettiler. İlk ulusal direniş Çine'deki 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Aker ile Yörük Ali Efe'nin mutabakatının ardından Yörük Ali Efe'nin 17 kişilik grubuyla ilk olarak Sultanhisar yakınındaki Malgaç Köprüsünde bulunan Yunan askerlerine baskın düzenlenmesiyle başladı. İleriki günlerde bunlara diğer baskınlar eklendi. Düşmana önemli kayıplar verdirildi. 30 Haziran'da düşman Aydın dışına atıldı. Antalya ve Söke'den gelen piyade alaylarının desteği ile Yunan bozguna uğradı ve Topyatağına doğru kaçmaya başladı. 4 Temmuz'da kent tekrar Yunan igaline maruz kaldı. Halk Çine'ye doğru çekilince 30.000 kişilik Aydı'ın nüfusu 1.000 kişiye düştü. 26 Ağustos'ta Yunan birliklerine karşı saldırı düzenlendi. Bu arada Sivas Kongresi, Kuva-yı Milliye Komutanı olarak Refet Bey'i gönderdi. Efe gruplarının ve milislerin düzensiz ve askeri örgütlenmeden yoksun oluşu, Ankara Hükümeti, düzenli bir ordu kurulması konusunda kararlar alması için Batı cephesi Komutanlığını oluşturdu.
  12. _asi_

    Aydınoğulları Dönemi

    AYDINOĞULLARI DÖNEMİ 1071 Malazgirt zaferinden önceleri Anadolu'nun orta ve doğu bölgeleri, Türk boyları tarafından yer yer iskan edilmişti. MÖ 1000-500 yıllarında Asya Bozkır kavimleri olan Kimmer ve Sakalar en eski öncülerdir. 395'te Hunlar, 515'te Sabarlar, 8. ve 10.yüzyıldan itibaren de Türk göçerleri, kadın çocuk ve yaşlıların bulunduğu göç grupları Anadolu'lunun kırsal yörelerine yerleşmeye başlamışlardı. 1015-1016'da Çağrı Bey'in keşif seferi, 1071'den önce Büyük Selçuklu İmparatoru Alparslan'ın Doğu Anadılu'daki bazı Bizans kale ve garnizonlarına yönelik askeri harekatları, 1069-1070'de Afşin Bey'in Adalar denizi olarak bilinen Ege kıyılarına kadar uzanan akınları ile erken dönem Türk Denizciliğinin öncüsü olan Çaka Bey'in serüven dolu yaşamı ve Batı Anadolu kıyılarında 1080'li yıllarda giriştiği mücadelelere rağmen; Bizans entrikaları sonucunda damadı İznik-Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan tarafından öldürülmesi ile başarıya ulaşamadı.Efes yöresindeki Tanrıbermiş Beyliği'de kolayca ortadan kaldırıldı. 1075 yılında Süleyman Bey, Konya'yı ele geçirerek İznik'i başkent yapmış, Anadolu'da ilk Türk Devleti'nin temelini atmış oldu. 1176'da Sultan Kılıç Arslan, Bizans İmparatoru 1.Manuel Comnene karşı kazandığı zaferin ardından, Batı Anadolu'ya ve Menderes boylarına girerek Antiocheia (Başaran) ve Tralles (Aydın) kalelerini aldı.ve Ege kıyılarına kadar ulaştı. Ancak imparatorluğun karşı girişimleriyle geri çekilmek zorunda kaldı. Anadolu platosuna egemen bir kara devleti durumunda bulunan Selçuklular, denizlere ulaşmadıkça uluslararası ticaretin dışında kaldıklarını gördüler. Çünkü, birçok Selçuklu tüccarı yabancı gemilerle dolaşmakta ve mallarını bu gemilerle taşıtmaktaydı. 1205-1211 dönemine rastlayan Sultan Gıyasettin zamanında bir tek limanları bulunmayan bu Türkmen atlıları, ülkelerini çevreleyen çeşitli Hristiyan ulusları ve silahlı güçlerinin adeta kuşatması altında kendilerini güvende hissetmiyorlardı. Atlı bozkır gelenekleri ile yaşayan Türkmenlerin kısa sürede küçük boyutlu da olsa inşa ettikleri teknelerle, Ege kıyılarında ve adalarda görülmeye başlanması, Bizans ve Latinler için, beklenmedik bir süpriz olmuştu. Bizans İmparatoru II.Andronikos, 1302'de Roger De Flor'la anlaşarak, Katalan kampanyası denilen ücretli talan askerleri, Büyük Menderes yöresindeki Türklere karşı gönderdiyse de büyük bir fiyasko ile sonuçlandı. Türkler bu olayın ardından Ege adalarına eylemler de bulundular ve Rodos, Sisim, Tenedos, Sakız ve Kiklad adalarına ellerine geçirdiler. Katalanların Menderes Havzasına yönelik saldırıları sırasında, Aydın ve yöresi Türkmenlerin elinden çıkmıştı. Daha sonra buraya egemen olan Emir Menteşe, 1296'dan önce ölmüş, Menteşe Alayının başına damadı Sasa Bey, Aydın Alayı başınada Mübarizeddin Mehmed Bey geçmişti. 1304 ie 1307 yılları arasında süren askeri harekatlar sonucunda birçok kent ve kıyılar tekrar Türkmenlerin egemenliğine geçti. Daha sonra Sasa Bey ve Aydınoğlu Mehmed Bey (13.yüzyıl sonu ile 14.yüzyıl başı) ortak askeri harekatlar da bulunmuşlardır. Batı Anadolu'da Büyük Menderes'ten Adalar Denizi kıyılarına kadar olan bölgede, Türkmen kolonizasyonu ve güvenlik bölgelerinin kurulmasına devam ediliyordu. Lidya, Aolia ve Mysia'dan (Balıkesir yöreleri) Çanakkale Boğazına kadar olan yerleri, Kalem Bey ile oğlu Karesi Bey, Alaşehir'in batısından Manisa ve İzmir'e doğru olan yöreleri Saruhan Bey, Büyük Menderes'ten itibaren Tire ve Efes (Ayasuluğ-Selçuk) taraflarınıda Menteşe Bey'in damadı Sasa Bey ele geçirmişti. Daha sonra Sasa Bey ile anlaşmazlığa düşen Aydınoğlu Mehmed Bey buraları ele geçirdi. Sasa Bey Frenklerden yardım görmesine rağmen Mehmed bey'e yenildi ve hayatını kaybetti. Böylece Laskarid-İli Aydın Eli oldu. Mehmed Bey fetihlerine devam ederek, fethettiği yerlerden Ayasuluğ ile Sultanhisar'ı büyük oğlu Hızır Bey'e, Kıyı İzmir'i diğer oğlu Umur Bey'e, Bodemya'yı öteki oğlu İbrahim Bahadır Bey'e ve Tire'yi de diğer oğlu Süleyman Bey'e verdi. Küçük oğlu İsa Bey'i yanına alan Mehmed Bey ilk donanmasını Ayasuluğ'da (Selçuk) inşa ederek denizciliğe başladı. Mehmet Bey (İzmir) Birgi de de cami ve medrese yaptırmıştır. 1334 yılında av esnasında suya düşerek hastalanmış ve daha sonra ölmüştür. Kaynaklarda onun 60 kenti, 300 den fazla kalesi ve 70 bin civarında atlı askeri olduğu belirtilmektedir. Kardeşlerinin onayını da alarak Aydın Bey'i olan Umur Bey hükümdarlığı sırasında aralıksız olarak gaza yapmıştır. 1338'de 300 küçük, 50 büyük gemiyle Karadeniz'i geçerek, Kili ve Eflak seferlerine gitmiş, 300 küçük gemiyi kızaklarla 6 mil çekerek Le Ponte Körfezine aşırmıştır. Bu körfezde gemilerin denize indirildiği yere, uzun süre "Gazi Umur Bey Limanı" adı verilmiştir. Umur Bey'in Batı Anadolu ve ve Adalar denizindeki siyasi ve askeri etkinliği, Latinleri büsbütün endişeye düşürdü. Latin ve Ortodoks Kiliselerinin birleştirileceği vaat edilerek Papa'nın donanması ile Venedik, Ceneviz, Rodos Şövalyeleri ve Kıbrıs Krallığı donanmaları birleşerek İzmir'i tehdide başladılar. İlk haçlı saldırısını püskürten Umur Bey, ikinci saldırıya direnemeyerek geri çekildi. Bu arada Türk Donanması da yakıldı. Umur Bey'in donanmasının yok edilmesi onun denizlerdeki etkinliklerini durdurdu. Böylece beylğin ekonomis de bozuldu. Kara saldırıları ile eski gücünü toparlamaya çalışan Umur Bey ilk olarak kıyı İzmir'e saldırdı ve Selçuk Kalesini geri aldı. Ayasuluğ'daki Aydınoğlu donanması Akdeniz'de harekata başladı. Rodos Şövalyeleri de İzmir'i Aydınoğullarına bırakmak zorunda kaldılar. Yandaşları Latinlerin bu durumu kabullenememeleri ve Papa'nın oluşacak barışı reddetmesi üzerine Umur Bey tekrar saldırıya geçti. Ancak 1348 yılında henüz 39 yaşında iken alnından vurularak öldürüldü.Umur Bey'in mezarı Birgi'de babasının türbesinin bulunduğu yerdedir.
  13. _asi_

    İlk Çağ,Roma ve Bizans Dönemi

    İLK ÇAĞ, ROMA Ve BİZANS DÖNEMİ Aydın; Doğu Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu üçgeninin tam ortasında yer alan, Türkiye'nin tarım, sanayi ve dış ticaret ile turizm faaliyetlerinin bir arada bulunduğu, ekonomisi en gelişmiş bölgelerden olan Ege Bölgesi içindedir. Aydın ili ilk çağlardan beri verimli toprakları, elverişli, iklimi, ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Tarihi süreç içerisinde çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiş, bugün hala geçmişin derin izlerini taşıyan güzel yurt köşelerimizden biridir. Aydın, Anadolu’nun batısında, Ege Bölgesi'nin güneybatı kesiminde kıyı Ege bölümündedir.Kuzeyinde İzmir, Manisa, doğusunda Denizli, güneyinde Muğla ve batısından Ege Denizine açılır.Kuzey ve güneyi dağlık, engebelidir, iki bölüm arasında iki yandan faylarla sınırlanmış ve sonradan alüvyonlarla örtülmüş genç bir çöküntü alanı olan Büyük Menderes ovası yer alır. 1. derece deprem alanı olan bölge bir çok kez yıkıcı depremlere maruz kalmıştır. Yüzölçümü 8.007 km² dir. 37-38 kuzey enlemleri ile 27-29 doğu boylamları arasındadır. Nüfusu, son nüfus sayımına göre 959.257'dir. Aydın, Batı Anadolu Bölgemizde tarih ve uygarlığın izlerini taşıyan, dünyanın ender yerlerinden biridir. Tarihin çeşitli evrelerindeki değişik kültür birikimlerinin açık bir müzesidir. Tarihi M.Ö. 7000 yılına dayanan bu topraklarda yerleşen ilk insanlar kimlerdir? Nerelere nasıl yerleşmişlerdir? Bu sorulara açıklık getirecek el yapımı kayıtlar elimizde mevcuttur. Bu eserlerde M.O. 5000 yılındaki koy kültürü, M.O. 3000 yılında şehir devletleri kültürüne dönüşmektedir. Yeni gelenlerin M.Ö. 2000 yılından itibaren devlet kurarak Anadolu kültürüne katkıda bulunduklarını görüyoruz. M.Ö. 14. VE 12. yy da Ege ve Doğu Akdenizin her yanına dağılan halk toplulukları kavimler halinde Ege kıyılarına kadar geldiler. Bu göç sonucunda Hitit devleti, Troia Krallığı, Miken kolonileri yıkılmıştır. Bu kavimlerden Aioller ve İonlar Batı Anadolu' da, Büyük ve Küçük Menderes ovalarına yerleştiler ve Lidya Krallığı bünyesinde 12 kıyı kenti kurdular, site denilen bu kentlerde deniz ticareti geliştirildi. Siyaset, sanat, bilim, felsefe, mimarlık, alanında da sosyo-kültürel etkinlikler yarattılar. Lidya döneminde, Tralles kenti, Karya, Kilikya, İran ve Suriye ve Uzak Doğudan gelen ticaret mallarının toplandığı ve Ege limanına gönderildiği dağıtım merkezi durumundaydı. Ayrıca Büyük Menderes vadisinde yetiştirilen ürünler Milet limanından Yunanistan, Roma, Mısır ve Fenike'ye ihraç edilmekteydi. Nitekim Lidya gerek kendi kaynakları gerekse topladığı vergilerle olağanüstü gelişti, bölge ekonomisinde önderlik etti. Dünyanın ilk parasını darp eden ülke oldu. Frigler, Anadolu'da ilk büyük devleti kurdular. M.O. 1200 yılında Büyük Menderes'in yukarı platosuna yerleştiler. Frigler'in Trak Kavimlerinden olduğu Iiliryalılar'ın saldırısı üzerine Boğazlar'dan geçerek Geldiklerini, Hitit krallığını yıktıklarını biliniyor. lonlar'in M.O. 1200 yılında Gediz ve Büyükmenderes ovalarında kurmuş oldukları şehirlerin en Önemlisi Milet sehri idi. lonlar felsefede önemli aşamalar yaptilar. Matematik ve Astronomi bilgini Thales (Tales) herşeyin ana elemtinin su oldugunu ileri sürdü; Lidyalılar'la Modyalılar arasında yapılan savaştaki güneş tutulması olayını önceden hesapladı. Miletli diğer bir bilgin Anoksimandros, herşeyin baslangıcının "sınırsızlık-sonsuzluk" olduğunu ileri sürdü. M.Ö. 5.YY da İrandan gelen Perslerin istilası sonucunda doğu kültürü ile tanışan Batı Anadolu kentlerinde Greko-Pers denilen yeni ve özgün bir kültür sentezi oluştu. M.O. 546 yılında Lidya kralı Krezüs, Pers krali Kyros (Kurus) ile yaptığı savaşı kaybedince, İon şehirleri Pers Kralığı'na bağlandılar. Persler'in hoşgörüsüz davranışları kolonileri ile Şehirlerin bağlarını kopardı. M.O. 500 yılında karışıklıklar başladı. Perslerin bölgedeki egemenliği Mekadonya' nın başına Aleksandr gelene dek devam etti ve Hellenistik dönem başladı. Tüm bu istilalar sırasında Tralles odaksal konumu nedeniyle askeri üs olarak kullanılmıştır. M.Ö. 1.ve 2. YY.da Roma yönetimi altında kalan bölge, ekonomik, ticari ve kültürel alanda önemli gelişmeler gösterdi. Romalıların yerel kültürü benimsemeleri, kaynakları, yolları ve ticareti geliştirmesiyle yöredeki antik kentler, özellikle Efes, Milet, Tralles, Aphrodisias kalkındı, büyük boyutlu anıtsal yapılarla donatıldı. MS 395'te Roma İmparatorluğu'nun resmen ikiye ayrılması sonucunda, Anadolu tümüyle Doğu Roma'nın egemenliğinde kaldı. Roma'nın kılıç ve siyaset gücüyle kurduğu büyük imparatorluğun doğu kanadı, inanç kurumları dışındaki tüm yapısıyla Bizans'a devredilmiş ve İstanbul dünyanın en önemli merkezi olmuştu. Yönetimsel olarak büyük Roma eyaletleri daha küçük parçalara bölündü. 6. ve 9. yüzyıllar arasında İran Sasanileri, daha sonra Müslüman Arap akınları, Bizansı yıpratan en büyük doğu sorunu oldu. Kırsalda, mülkiyet hakkı tanınarak "Stration Kteme" ve "Akritai" denilen köylü-asker güvenlik bölgeleri oluşturuldu. Harap olmuş kentler "Sitadel" denilen yüksek tepelerde hisar şeklinde yeniden oluşturuldu. Milet'teki tiyatro tepesi sığınma yeri olarak kullanılmak üzere kaleye dönüştürüldü. Tralles, açık alanlardan bir tepe üzerine alındı. Böyle bir ortamda 10.yüzyıldan itibaren yoğunlaşan Türk göçleriyle yöreye gelen Türkmenler, kırsal alanları hemen hemen boşaltılmış olarak buldular. Bu ise Türkmenlerin batı yönünde ilerlemelerini kolaylaştırmış, Bizansı direniş gösteremeden geri çekilmek zorunda bırakmıştı. 13.yüzyıla gelindiğinde de Anadolu'nun Ege kıyıları ile Doğu Karadeniz kıyıları dışındaki bölümü Türklerin eline geçmişti.
  14. _asi_

    Aydın Tarihi

    TARİHÇE Araştırmacıların Ege ve Orta Anadolu’da yaptıkları incelemelerde, Aydın’ın ilk tarihi bilgilerine Hitit kaynaklarında rastladığı açıklanmaktadır. Hitit kaynaklarına göre, batıda “Seha” adında bir ırmaktan ve onun suladığı bir vadiden söz edilmektedir. Bu, hiç kuşkusuz Büyük Menderes’tir. Seha’nın kuzeyindeki topraklara ise “Lukka” ülkesi diyordu. Hitit kaynaklarına dayanarak Apasa’nın Efes, Milavanda’nın Milet, Pariyana’nın Prien, İlyalanda’nın Alinda, ve Waliwanda’nın Alabanda olduğunu biliniyor. Daha sonraları Ege kıyalarına gerek deniz yoluyla, gerekse doğudan ve kuzeyden gelen kavimlerin bu yöreyi istila etmesi sonucu yörede değişik uygarlıklar gelişir. İ.Ö. 8. ve 7.yüzyıllarda Batı Anadolu’ya Trakya’dan göç eden Kuzey kavimleri, iç Batı Anadolu ve Menderes Vadisine kadar yayılır. Nysa ve Magnesia gibi kentlerin bu kavimler tarafından kuruldukları ve daha önceki adı Atria olan Aydın’ı da onardıkları bilinmektedir. M.Ö. 400’de Spartalılar Aydın ve çevresini Perslerden almaya çalıştılar fakat başaramazlar. M.Ö.334’de ise Büyük İskender tarafından alınır ve üs olarak kullanılır. Roma İmparatoru Neron döneminin sonuna kadar “Ceasarec” adıyla anılan Aydın, M.S. 1.yüzyılda “Tralles” adıyla anılmaya başladı.11. yüzyılda Türklerin eline geçen bölge daha sonra Bizanslılar tarafından ele geçirildi. 1280 yılında Menteşe Beyliği tarafından zaptedilen kent daha sonra Aydınoğlu Beyliği tarafından ele geçirilir ve kentin adı “Aydın Güzelhisar” olur.Daha sonra bu ad “Aydın” şekline dönüşür. 1425 yılında II. Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılan kent Anadolu eyaletine bağlı bir sancak olur. Batı Anadolu’nun önemli bir kültür merkezi olan Aydın 16.yüzyıl sonlarında bir çok ayaklanmalara sahne olur. II.Mahmut döneminde Müşirlik, Tanzimat’tan sonra eyalet, 1867’de ise vilayet olur. Anadolu’nun ilk demiryolu Aydın-İzmir arasında yapılıp işletmeye açılır. 27 Mayıs 1919’ta Yunanlılar tarafından işgal edilir, 30 Haziran 1919’da geriye alınan kent tekrar işgal edilir. Kent 7 Eylül 1922 yılında işgalcilerden kurtarılır. Aydin, Bati Anadolu Bölgemizde tarih ve uygarlığın izlerini taşıyan, dünyanın ender yerlerinden biridir. Tarihin çeşitli evrelerindeki değişik kültür birikimlerinin açık bir müzesidir. Tarihi M.O. 7000 yılına dayanan bu topraklarda yerleşen ilk insanlar, nerelere nasıl yerleştikleri ile ilgili el yapımı kayıtlar mevcuttur. Bu eserlerde M.O.5000 yılındaki koy kültürü, M.O.3000 yılında şehir devletleri kültürüne dönüşmektedir. Yeni gelenler M.O.2000 yılından itibaren devlet kurarak Anadolu kültürüne katkıda bulunmuşlardır. MÖ.. 14. VE 12. yy da Ege ve Doğu Akdeniz'in her yanına dağılan halk toplulukları kavimler halinde Ege kıyılarına kadar geldiler. Bu göç sonucunda Hitit devleti, Troia Krallığı, Miken kolonileri yıkılmıştır. Bu kavimlerden Atoller ve Ionlar Bati Anadolu' da, Büyük ve Küçük Menderes ovalarına yerleştiler ve Lidya Krallığı bünyesinde 12 kıyı kenti kurdular, site denilen bu kentlerde deniz ticareti geliştirildi. Siyaset, sanat, bilim, felsefe, mimarlık, alanında da Sosyo-kültürel etkinlikler yarattılar. Üçgözler (TRALLES) Lidya döneminde, Tralleis kenti, Karya, Kilikya, Iran ve Suriye ve Uzak Doğudan gelen ticaret mallarının toplandığı ve Ege limanına gönderildiği dağıtım merkezi durumundaydı. Ayrıca Büyük Menderes vadisinde yetiştirilen ürünler Milet limanından Yunanistan, Roma, Mısır ve Fenike'ye ihraç edilmekteydi. Nitekim Lidya gerek kendi kaynakları gerekse topladığı vergilerle olağanüstü gelişti, bölge ekonomisinde önderlik etti. Dünyanın ilk parasını darp eden (basan) ülke oldu. Frigler, Anadolu'da ilk büyük devleti kurdular. M.O.1200 yılında Büyük Menderes'in yukarı platosuna yerleştiler.Frigler'in Trak Kavimlerinden olduğu Iiliryalilar'in saldırısı üzerine Boğazlar'dan geçerek Geldiklerini, Hitit krallığını yıktıkları biliniyor. lonlar'in M.O.1200 yılında Gediz ve Büyük menderes ovalarında kurmuş oldukları şehirlerin en Önemlisi Milet şehri idi. lonlar felsefede önemli aşamalar yaptılar. Matematik ve Astroiiomi bilgini Thales (Tales) her şeyin ana elementinin su olduğunu ileri sürdü; Lidyalilar'la Modyalilar arasında yapılan savaştaki güneş tutulması olayını önceden hesapladı. Miletli diğer bir bilgin Anoksimandros, her şeyin başlangıcının "sinirsizlik-sonsuzluk" olduğunu ileri sürdü. MÖ..5.YY da Irandan gelen Perslerin istilası sonucunda doğu kültürü ile tanışan Bati Anadolu kentlerinde Greko-Pers denilen yeni ve özgün bir kültür sentezi oluştu. M.O.546 yılında Lidya kralı Krezüs, Pers kralı Kyros (Kurus) ile yaptığı savası kaybedince, Ion şehirleri Pers Krallığı'na bağlandılar. Persler'in hoşgörüsüz davranışları kolonileri ile şehirlerin bağlarını kopardı. M.O.500 yılında karışıklıklar başladı. Perslerin bölgedeki egemenliği Makedonya'nın basına Aleksandr gelene dek devam etti ve Helenistik dönem başladı. Tüm bu istilalar sırasında Tralleis odaksal konumu nedeniyle askeri üs olarak kullanılmıştır. MÖ.. 1.ve 2. Yy.da Roma yönetimi altında kalan bölge, ekonomik, ticari ve kültürel alanda önemli gelişmeler gösterdi. Romalıların yerel kültürü benimsemeleri, kaynakları, yolları ve ticareti geliştirmesiyle yöredeki antik kentler, özellikle Efes, Milet, Tralleis, Aphrodisias kalkındı, büyük boyutlu anıtsal yapılarla donatıldı. MS.. 4. Y.Y. sonlarında Roma imp.nun ikiye ayrılmasıyla Anadolu tümüyle doğu Roma diğer bir deyişle Bizans egemenliğinde kaldı. Antik tapınaklar kiliseye, tiyatrolar savunma kulelerine dönüştürüldü.Düz alanlarda bulunan kentlerin çevreleri yüksek surlarla koruma altına alindi. Ramsey' e göre Tralleis açık alanlardan, bir çayın sürükleyip getirdiği tas yığınlarında oluşmuş bir tepe üzerine alindi.Böyle bir ortamda, 10.YY. dan itibaren devam eden Türk göçleriyle gelen Türkmenler kırsal alanları hemen hemen boşalmış olarak buldular. Anadolu'daki erken dönem Türk kolonizasyonu sistematik bir fetih olmaktan öte küçüklü büyüklü göç gruplarının Anadolu'ya gelerek kırsal yöre halklarıyla uzlaşması ve ekonomik kaynakları paylaşmasıdır. Türkler denizlere ulaşmadıkça uluslararası ticaretin dışında kalacaklarını gördüklerinden Anadolu yarımadasını çevreleyen yabancı kuşatmasını kırarak denizlere ulaştılar. Önceleri merkezi otoritenin ortadan kalkmış olduğuna sevinen Latinler, bölgeye daha önceleri göçle gelmiş olan Türkmen toplulukları ile yeni gelenler arasındaki yakınlaşma ile yüzyüze geldiler. Böylece belli bir isim (Aydin Beyliği) ve bayrak altında Ege denizinin Anadolu kıyılarında siyasi ve ekonomik gücü elde eden Türkmenler denizcilikle tanışmışlardır. Aydin beyliğinin hükümdarları kültür, sanat ve bilim hayatına önem vermişlerdir. Yörede günümüze ulasan cami, medrese, türbe gibi mimari eserlerin yanısıra çeşitli kütüphanelerde bulunan değerli el yazma eserler bulunmaktadır. Aydıoğulları Beyliği, 14. Yy.ın sonlarında Osmanlı Devletine katılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunu son döneminde bati Anadolu'da yaygınlaşan çetecilere "EFE" denilmiştir. Genelde Ege kırsal alanında tek tek ya da gruplar halinde yasayan gözüpek dürüst, mert kişilerdir. Başkanları "Efe", yardımcıları "Zeybek" ve "Kızan" adıyla anılır. Efelik 10.y.y.' in sonunda Yusuf Pasa ile başlamış olup, en bilinenleri, 17.y.y. da Sivri Bölükbaşı, 19.y.y. da Atçalı Kel Memet ve nihayet 20.y.y. da Yörük Ali' dir. Bu efeler adaletsizliğe ve haksızlığa uğradıkları gerekçesiyle hükümete başkaldıran silahlı eylemcilerdir. Zenginden alıp fakire vermişler, milli mücadele yıllarında kurtuluş yanlısı savaşçılar olmuşlardır. Milli mücadele yıllarında bölgenin Yunanlılarca işgali karşısında yörenin yurtsever asker, aydin ve din adamları efeleri yurt savunmasına davet etmişler ve Yörük Ali Efe grubu oluşturulmuştur. Az sayıda, dağınık halde Yunan askerleriyle mücadeleye giren Yörük Ali Efe ile birlikte Demirci Mehmet Efe ve maiyetindekiler giderek artan direniş göstermiş ve Yunan askerlerinin geri çekilmelerini sağlayarak çok etkili olmuşlardır. Düşman işgalinden kurtuluş günü olan 5 Eylül Kuyucak, Nazilli, 6 Eylül Söke, 7 Eylül Aydın'da her yıl törenlerle kutlanmaktadır.
  15. _asi_

    Aydın Genel Bilgi

    GENEL BİLGİLER Ege Bölgesi’nde İl merkezi olan Aydın, doğusunda Denizli, batısında Ege Denizi, kuzeyinde İzmir ve Manisa, güneyinde de Muğla illeriyle çevrilidir. İl topraklarının büyük bölümünü dağlık alanlar oluşturur. Batı kesimindeki Akdağ’ın 1891 m.ye erişen Aktaş Tepesi ilin en yüksek noktasıdır. Aydın, orta ve batı kesiminde verimli ovalar, kuzey ve güneyi dağlar ile çevreli Büyük Menderes Havzası üzerinde 8.007 km2’lik bir alan üzerine kuruludur. Kuzey kesimde, Aydın Dağları doğal sınır oluşturur. İlin güney kesimini, Menteşe Dağları olarak tanınan dağlık alanlar engebelendirir. Bu alandaki başlıca yüksek kesimler Karıncalı ve Madranbaba Dağlarıdır. Alçak düzlükler İlin özellikle orta ve batı kesiminde geniş alanlar kaplar. Bu düzlükler, Büyük Menderes Irmağının taşıdığı alüvyonların yığılmasıyla oluşan Büyük Menderes Ovası adıyla anılır. Bu düzlüklerin bazı bölümleri Aydın Ovası, Koçarlı Ovası, Söke Ovası ve Balat Ovası gibi isimlerle tanınmıştır. Büyük Menderes Ovası kuzeyde ve güneyde kırık fay çizgileriyle sınırlanmış etkin bir deprem alanı üzerinde yer alır. Dağların genellikle kıyıya koşut oluşu, çok girintili çıkıntılı bir kıyı oluşmasına neden olmuştur. Söke Ovasının denize ulaştığı ve Büyük Menderes Deltasının bulunduğu kıyı şeridi oldukça uzun, düz ve sığdır. Dilek Yarımadası ve yarımadanın güneyinde yer alan Büyük Menderes Deltası, Kuşadası ve Söke ilçelerinin sınırları içinde yer almaktadır. Dilek Yarımadası, güneyinde yer alan Büyük Menderes Deltasının oluşum sürecinde bir çok lagün ve bataklığı bünyesinde barındıran sulak alanlar zengin bir flora ve faunaya sahiptir. “Bafa Gölü” İl’in en büyük gölü olup, Büyük Menderes Deltasının güney doğusundadır. Bu göl, ülkemizdeki sulak alanlardan biri olan Büyük Menderes Deltasının jeomorfolojik gelişimi sonucunda Ege Denizi’nin bir koyu iken göl halini almıştır. Göl çevresi bitki örtüsü, ılgınlardan, zeytinliklerden ve çam ormanlarından meydana gelir. Gölde irili ufaklı adalar mevcuttur. Tabiat Parkı ilan edilen Bafa Gölü, Büyük Menderes Deltasının sahip olduğu ekosistem özelliklerini bünyesinde barındırmakta ve nesli tehlike altında bulunan bir çok kuş türüne çoğalma ve kışlama ortamı yaratmaktadır. Vadi tabanı yer yer genişleyip daralarak doğu-batı doğrultusunda uzanan 584 km uzunluğundaki Büyük Menderes Nehrinin Aydın sınırları içindeki uzunluğu 281 km.dir. Nehrin yüzyıllardır taşıdığı alüvyonlar Aydın ovasını zenginleştirerek Batı Anadolu’nun en geniş düzlüğü haline getirmiştir. Güneyden Büyük Menderes’e karışan Dandalas Çayı, Akçay ve Çine Çayı’nın vadi tabanlarında da ikinci derecede büyük ova düzlükleri yer alır. Bunlar içinde; Bozdoğan-Nazilli karayolunun doğusunda Çerkez Ovası, Çine Çayı orta yatağında Çine Ovası, Çine Çayına dökülen Karpuzlu Çayı çevresinde Karpuzlu Ovası belli başlı ovalarıdır. Akarsu vadileri dışında Samsun Dağlarının batısında bir ay şeklinde denize doğru açılan Davutlar Platformu Aydın’ın en önemli düzlüğüdür. Yüzölçümü 8.007 km2 olup, deniz seviyesinden 65 m. Yüksekliktedir. İlin 2000 yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre; toplam nüfusu 950.757 kişidir. İlin ekonomisi tarıma dayalıdır. Çalışan nüfusun ortalama %70’i tarım sektöründe çalışır. Tarıma elverişli toprakların yarıdan çoğu meyveciliğe, % 40’ı tarla tarımına geri kalanı da sebzecilik ve bağcılığa ayrılmıştır. İhracata yönelik ürünler ağırlıktadır. Meyveciliğe ayrılan alanların büyük bölümünde zeytin, arta kalanında incir yetiştirilir. Tarla olarak kullanılan toprakların büyük çoğunluğunda pamuk ve tütün başta olmak üzere, sanayi bitkileri ekilmektedir. Türkiye genelinde incir üretiminde birinci, pamuk ve zeytin üretiminde ikinci, tütün üretiminde dokuzuncu il durumundadır. Hayvancılık bitkisel üretimden sonra gelmektedir. Sütçülük, tavukçuluk ve arıcılık dışında hayvancılık önemli derecede değildir. İmalat sanayisi, incir, pamuk zeytin gibi ürünleri işleyen sektörler gelişmiştir. 1950’lerden sonra Kemer Hidroelektrik Santralinin hizmete girmesi ile tüketim malları ve inşaat malzemeleri sanayiinde yatırımlar gerçekleşmiştir. XIX.yüzyılın ikinci yarısında Aydın ilinin ekonomik yapısının gelişmesi, Aydın-İzmir demiryolunun yapılmasıyla başlamıştır. Amerikan iç savaşının başlamasıyla İngiliz tekstil sanayisinin pamuk ihtiyacını karşılamak için pazar arayışları Batı Anadolu’yu ve Aydın-İzmir demiryolunu gündeme getirmiştir. 1853 yılında Robert Wilkin adli bir İngiliz işadamının başlattığı demiryolu inşaatı ile ilgili girişimler sonuç vermiş ve Aydın demiryolu şirketi tarafından 7 Haziran 1866’ da 133 km.lik Aydın-İzmir demiryolu işletmeye açılmıştır. Bu modern ulaşım hattı, Menderes Vadisi için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 1890 Salnamesi’nden, Aydın’da beyaz ve renkli ipek ile bezlerin dokunduğu öğrenilmektedir. Özellikle Karacasu’da yöreye özgü dokumalar, Nazilli’de peştamal, havlu, battaniye, ipek gömleklik, astarlık bez, Bozdoğan ve köylerinde kıldan çorap, çul, torba, heybe dokunuyordu. Yeni Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda , kalkınma ve sanayileşme hareketlerini başlatmak için 17 Şubat – 4 Mart 1923 de İzmir İktisat Kongresi toplanmıştır. Kongrede alınan kararlar doğrultusunda, öncelikle özel sektörün yetersiz olduğu alanlardaki açığın devlet tarafından giderilmesi benimsenmiştir. İzmir İktisat Kongresi ve Cumhuriyetin ilanıyla ülkemiz ekonomik yapılanmada yenilenme sürecine girmiştir. Bu çerçevede, bölgede üretilen incir, pamuk, zeytin, tütün gibi tarım ürünleri Aydın ve Nazilli’de toplanmış, İzmir’de ayıklanmış, tasnif ambalaj edilmiştir. Dolayısıyla bu işlemlerin yapıldığı sanayi dalları İzmir de gelişmiş, Aydın’daki imalathaneler ise genellikle iç tüketime yönelik olarak, tarım ürünleri işleyen gıda, dokuma, sabun, tarım araçları üretiminde faaliyet göstermişlerdir. 1930’lu yıllarda birinci beş yıllık sanayileşme planı hazırlanmış ve bu plan doğrultusunda, Aydın Nazilli’ de 1937 yılında faaliyete geçen Nazilli Basma fabrikası kurulmuştur. Atatürk tarafından işletmeye açılan fabrika, Aydın sanayiinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. 1960 yıllar dokuma alanında özel sektör girişimciliğinin arttığı yıllar olmuştur. 1970’li yılların ortalarında Söktaş ve Nazilli İplik fabrikalarının kurulması ile Aydın büyük ölçekli dokuma tesislerine ulaşmıştır. Aydın imalat sanayiinde 1960 sonrası önemli gelişme gösteren bir sanayi kolu da gıda sanayiidir. İmalat sanayiinde gıda sanayii içinde zeytin isletmeciliğinin yan sanayii durumunda olan sabun imalatı büyük gelişme göstermiştir. Aydın’ın ne zaman kurulduğu kesinlik kazanmamakla birlikte Polopennesos Yarımadası’ndan gelen Argos’lar tarafından kurulduğu iddia edilmektedir. Bunun yanı sıra Trakia ve İllirya’dan gelen göçmenlerin de Aydın’ı kurduğu söylenmektedir. Mitolojiye göre de kenti Tralle isimli bir amazon kurmuştur. Strabon “Şehrin Argos’lularla Tralli’ler tarafından kurulduğu için Tralles” ismini aldığını belirtmiştir. Pilinius da bunu doğrulayarak Tralleis sözcüğünün Trak kökenli olduğunu ileri sürmüştür. Ksenophon’un Anabasis isimli eserinde, Lydia Satraplığına bağlı kent olarak geçmiştir. Bunun ardından Karia Satraplığına bağlanmış, M.Ö.400’de Sparta Kralı Thibron burasını ele geçirmek istemiş, ancak başarılı olamamıştır. M.Ö.334’de Anadolu’ya gelen Büyük İskender’e karşı diğer kentlerin yaptığı gibi karşı koymamıştır. İskender’in ölümünden sonra M.Ö.313’de I.Antiogonos’un eline geçmiştir. Bundan sonra M.Ö.301’de Lysimachos, M.Ö.281’de Seleukoslar buraya egemen olmuşlardır. .Ö.190’da Seleukos Kralı Antiochos’un Roma’ya yenilmesi üzerine yapılan Apameia barışından sonra (M.Ö.188) Romalı’lar tarafından kendilerine yardım edilişinden dolayı Bergama Kralı Eumenes’e verilmiştir. Bunu izleyen yıllarda yöre, Bergama krallarının yardımıyla kültürel anlamda parlak bir dönem yaşamaya başlamıştır. M.Ö.135’de Bergama’nın son Kralı III.Attalos’un vasiyetiyle Roma’ya bırakılmıştır. M.Ö.27’de İmparator Augustos zamanında (M.Ö.27-M.S.14.yy) rastlayan bir deprem kenti tamamen yıkmıştır. Augustos’un sağladığı parasal yardımlarla kent yeniden yapılmış ve imparatorun şehri anlamına gelen “Kaisareiara” ismi verilmiştir. Ancak bu isim M.S.I.yüzyılın sonlarına doğru terk edilerek yeniden Tralleis olmuştur. İmparator Hadrianus (M.S.117-188) M.S.129’da doğu seyahatine çıktığında burayı ziyaret etmiş, bu arada Mısır’dan getirmiş olduğu tahıl ürünlerini Tralleis’e bağışlamıştır. Roma’nın ikiye ayrılışından sonra Doğu Roma İmparatorluğu toprakları içerisinde kalmıştır. Bizans’lılar zamanında önemli bir piskoposluk merkezi olmuştur. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Selçuklular Anadolu’ya yayılırken Aydın ve çevresi bir süre Çaka Bey’in egemenliği altına girmiştir.XI.yüzyılın sonlarında I.Haçlı seferinden ötürü Batı Anadolu yeniden Bizans hakimiyeti altına girmiştir. Bunu izleyen 200 yıl boyunca yöre Bizanslılarla Türkler arasında sürekli el değiştirmiştir.1171-1270 yıllarındaki Selçuklu egemenliğini 1270-1307 yıllarında Menteşeoğulları dönemi izlemiştir. Bu dönemde güzel Hisar ismiyle anılan Aydın’a XIII.yüzyıl sonlarında Aydınoğulları egemen olmuş (1307-1390) bu yüzden de kente Aydın ismi yakıştırılmıştır. XIV.yüzyılda Sultan I.Beyazıt’ın Anadolu Beylikleri üzerine yaptığı seferler sırasında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı döneminde Aydın, Anadolu eyaletine bağlı bir sancaktı. Sultan II.Mahmud döneminde yönetimde yapılan değişiklikle müşirlik durumuna getirilmiş, Tanzimattan sonra da 1867’de vilayet olmuştur. I.Dünya Savaşı sonrasında ilin bazı bölümleri İtalyan, bazı bölümleri ile Aydın kent merkezi Yunan işgaline uğramıştır. Yörede Tanzimattan itibaren yaygın olan zeybeklik geleneği bu işgale karşı direnmiştir. Aydın’da ilk ulusal birliği kuran Yörük Ali Efe çetesi yörede Yunanlılara karşı gerilla savaşı vermiştir. Milli Mücadele sırasında da Yörük Ali Efe çetesinin büyük yararlılıkları görülmüştür. Sonraki yıllarda düzenli ordular kurulurken burada da Batı Cephesi Komutanlığı oluşturulmuştur. 25 Mayıs 1919-7 Eylül 1922 yılları arasında 40 aya yakın süren işgalden sonra ve Kurtuluş Savaşının kazanılmasıyla birlikte 1923 yılında vilayet olmuştur. Aydın yöresinde Akharaka, Alinda (Karpuzlu), Amyzon, Anaia, Aphrodisias, Apollonis, Arpasa, Brioula, Didiyma (Didim), Gerga, Gordion Teiklos, Karoura, Magnesia, Maindros Magnesiası, Miletos (Milet), Myous (Myes), Neapolis, Orthesia, Plarasa, Piriene, ve Trapezopolis antik kentleri bulunmaktadır. Aydın’da, XIV.yüzyılda yapılmış Alihan Baba Türbesi (Alihan Kümbeti), Üveyz Paşa Camisi (1568), Cihanoğlu Camisi ve Külliyesi (1756), Hasan Çelebi Camisi (1885), Ramazan Paşa Camisi (1594), Ahmet Paşa Camisi (Kırmızı Minareli Cami) (1659), Süleyman Bey Camisi (1863) ve Nasuh Paşa Külliyesi (1708), Hacı Ömer Dede Mescidi, Fatma Hanım Sıbyan Mektebi ve Sebili, Bey Hamamı (Cemal Bey Hamamı), Zincirli Han belli başlı Türk dönemi yapılarıdır.
  16. _asi_

    Denizli Resimleri

  17. _asi_

    Hierapolis St. Philippe Martyrion

    HİERAPOLİS ST.PHİLİPPE MARTYRİON Pamukkale, kurulduğu ilk günden itibaren Hristiyanlık alemi açısından son derece önemli bir kent olmuştur. Hz. İsa’nın havarilerinden biri olan Aziz Philip, burada çarmıha gerilerek öldürülünce kente ‘Kutsal Kent’ ismi verilmiştir. Kentin Hristiyanlık tarihini gösteren en önemli yapılarından biri de St. Philip Martyrimu’dur. Hierapolis eşsiz termal suları ile bir şifa kaynağı görülmesinin yanı sıra, hem Pagan dönemlerinde hem de Hristiyanlık döneminde kutsal kent sayılmıştır. Bunun nedeni de İ.S. 80 yıllarında Hierapolis'e Hristiyanlığı yaymaya gelen ve Hz. İsa'nın 12 havarisinden biri olan Aziz Philippus'un burada çarmıha gerilerek öldürülmesidir. İ.S. 4. yüzyılda Hristiyanlık resmi din olduktan sonra Aziz Plilippus adına öldürüldüğü yerde bir şehitlik yapılmıştır. Dini ve ruhi tedavi merkezi olarak yapılan yapı sekizgen planlıdır. Ortasındaki mermer kaplı alanda da Aziz Philippus'un mezarı vardır. Bizans dönemindeki surun dışında kalan bu merkeze geniş ve uzun merdivenlerle çıkılır. Yapıya yaklaşan son bölümdeki merdivenlerin sağında Ayazma çeşme yapısı vardır. Yaklaşık 20 metre çapındaki sekizgen bölümün üstü kurşun kaplanmış bir kubbe ile örtülmüştür. Yapıda dua edilmesi için küçük şapeller mevcuttur. Sekizgen bölümün tabanı mermer, koridor ve bağlı bölümlerin tabanı bitkisel motifli mozaik ile odaların tabanı traverten, halkın kaldığı dış odaların tabanı ise sıkıştırılmış topraktır. Günümüzde de birçok kilise Aziz Philippus bayramını kutlayıp ayin düzenlemektedir.
  18. _asi_

    Hierapolis Hamamlar

    HİERAPOLİS HAMAMLAR Dini bir öneme sahip olan Hierapolis antik çaglarinda temizlige de büyük önem verirdi. Yolcular sehre girdiklerinde temiz olmalari için kentin giris ve çikislarina hamamlar insa etmislerdir. Hierapolis’te 3 hamam vardir. Bu hamamlardan Hamam Kilise günümüze kadar iyi korunabilmistir. Bizans Hamami VII. yüzyilda meydana gelen büyük depremde yikilmistir. Büyük Hamam ise bugünkü Arkeoloji Müzesi olarak karsimiza çikar. Hamam Kilise Çok eski olan bu yapi İmparatorluk Çağı’nın ortalarına tarihlenir. Traverten dikdörtgen bloklardan inşa edilmiş bu yapının, yan duvarlarındaki büyük kemerler görülebilmektedir. Kentin merkezindeki tonozlu Büyük Hamam yapısı ile kıyaslanabilecek bir mimariye sahiptir. Hamam yapısı VI. yüzyılın I. yarısında, Hierapolis, Phrygia Pacatiana’nın başkenti olduğu zaman, kilise olarak yeniden düzenlenmiştir. Kiliseye dönüştürülmüş olan bu yapıda, girişin kuzeyinde yer alan bir mekanin duvarını, dört sütunlu bir potigi çevirmek için kullanmişlardır. İki büyük kemer ile oluşturulmuş olan kilisenin girişi, Bizans Kapısında oldugu gibi bir kemere sahip diğer bir küçük kapıya yaslanmiştır. İyi durumda korunmuş olan büyük mekanda, kemerlerle oluşturulan 6 adet nis yer alır. Bu kemerleri taşıyan duvarlar eklenmiş ve duvarlara açılan geçitlerle de tonuzlu geçişler elde edilmiştir. Bizans Hamamı Bizans Hamamı, sur sisteminin inşaasından hemen sonraki bir döneme tarihlenmektedir. Yapı Agora’nın güney stoasının yıkıntılarının üzerine inşa edilmiştir. Hamam binası, kentin girişinde hemen kapı ve nymphaeumdan sonra yer alır ve kamu yararına yapılmiş olan bu yapı, sur duvarlarından dar bir yol ile ayrılır. Apsisli bir mekan sıvalı havuzu ve hypokaust sistemi ile calidarium olarak yorumlanır. Kazılarla ortaya çıkartılan mekanın çatı örtüsü, yıkıntı halinde elimize geçen parçalara göre tuğla bir kubbe ile örtülü olmalıydı. Bu yapının kazısının tamamlanması ile İmparatorluk Dönemi kamu hamamlarında Ortaçağdaki İslam dünyası hamam yapılarına geçişteki tipoliji ile ilgili önemli bilgiler elde edilecektir. Yapı, arkeolojik verilere göre, bütün kenti tahrip eden, VII. yüzyıldaki depremden sonra terk edilmiştir. Büyük Hamam Bugün Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nin kurulu olduğu Büyük Hamam yapısı, kentin güney batısında, traverten kanallara açılan bir bölgede yer alır. İ.S. 60 yılında Nero döneminde yasanan büyük depremden sonra, kentteki inşaat faaliyetleri sırasında önemli bir su kaynağından yararlanmak üzere, İ.S. II. yüzyılda yapılmıştır. Kaynaktan çıkan sular vadiye akmadan önce hala bu hamamın yıkıntıları üzerinden geçmektedir. Hamam, bölgede bol miktarda bulunan traverteni çalışmakta usta olan, yerel işçilerin bir taş yapıtıdır. Akan suyun kalker oluşturma gücü nedeniyle, bugün orijinal tabani 4 metre kalker altında kalmis olan yapı, iki mekanda korunmuş, diğerlerinde ise onarım yapılmıştır. Bugün müze olarak kullanılan mekanlar antik çağda hypokaust sistemi ile ısıtılmaktaydı. Türkiye Kültür Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafindan, mekanların orijinal tabanını bulmak üzere kazı ve onarım çalışmaları yürütülmektedir. Ortaçağ’da Roma Dönemi mekanları değiştirilmiş, duvarlarla bölünmüş ve yola kadar yayılmıstır. İ.S. X. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar olan evrede, yerleşim merkezi ve etkisi antik çağdakini aşmıştır. Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kazılar sırasında bulunan, bir çoğu ithal sırlı kapılar, Hamamı kullananların bu dönemdeki zenginliğine dikkat çeker. 18. yüzyılın sonunda, Choisy tarafindan belirtilmiş olan, biri kaburgalı beşik tonoz çatı ile örtülü sütunlar izlenebilmektedir. T salonunda yapılan yeni kazılarla batı tarafta korniş ile sınırlandırılmış üç büyük pencereli, apsisli, orijinal bir mekanı gün ışığına çıkartmıştır. Genellikle mekanlarin yan cephelerinde, dörtgen yada yuvarlak planli mekanlar ile iç mekani hareketlendiren tipik Roma mimarligi çözümleri kullanilmis, Roma’nin gücünü gösteren mermer heykellerin yerlestirilmesi ile bina süslenmistir. En büyük mekan D, 20X32 metre ölçülerindedir ve uzun kenarinda üç adet, biri dörtgen digerleri yarim daire planli exedralar yer almaktadir. Exedralar, bezemeli stukolar ile süslü kemerlerle örtülüdür. Bezemelerde ortada deniz kabugu, kenarlarda volüt, yaprak ve çiçek motifleri taninabilmektedir. Duvarlar, yüzeylerinde görülen metal kenet deliklerinden de anlasilacagi gibi çok renkli mermer levhalar ile kapli olmaliydi. Giriste bulunan iki ayak üzerinde bir kapi ve yapinin çatisina çikan merdivenlerin yer aldigi bir bosluk görülür. Bu bölümün dogusundaki büyük alan palestraya ayrilmistir. Palestraya açilan dörtgen büyük mekanlar, yerel, beyaz ve pembe lekeli bresten yapilmis, sütunlu cephelere sahiptirler.
  19. _asi_

    Hierapolis Cadde ve Kapılar

    HİERAPOLİS CADDE VE KAPILAR Bir ucu, kuzeyindeki adını imparator Domitiandan alan Domitian kapısı ve diğer bir ucu güneyinde Güney Roma kapısına uzanan, 1 km uzunluğundaki Cadde görülmeye deger en önemli tarihi eserler arasındadır. Her iki tarafinda sütunlu revarklar ve kamu yapıları bulunan cadde şehri bir uçtan diğer bir ucuna kadar ikiye ayırır. Ayrıca cadde giriş ve çıkıslarında bulunan kapılar ise tarihi halen omzunda taşıyan koca bir medeniyetin en güzel örnekleridir. Yaklaşık 1 km uzunluğundaki kentin en önemli ve geniş ana caddesi, kenti bir ucundan diğer ucuna ikiye böler. Kuzey – güney dogrultusunda uzanan bu caddenin iki tarafinda sütunlu revaklar ve önemli kamu yapilari vardir. Her iki ucunda anitsal kapilar bulunmaktadir. Kapilar zafer taki görünümünde, kemerli ve yanlarinda kuleleri bulunmaktadir. Frontinus Kapisi: Roma Dönemi’nde kentin anitsal giris kapisini olusturur. 14 metre genişliğindeki ana caddenin baslangicinda yer alan kapi, yerlesim birimini geçerek Laodikeia ve Collosai’ya giden ana yolun ve Günye Kapisi’nin karsi ucunda yer alir. Kapi düzgün traverten bloklardan insa edilmis üç kemerli girisi basit bir kornis ile süslüdür. Ayrica Helenistik Dönem’in kapi gelenegini hatirlatan yuvarlak planli kulelere yaslanmistir. Kuzeyde, iyi korunmus, üç gözlü ve iki yaninda yuvarlak kuleleri olan kapinin frizinde Imparator Domitian’a ithaf edilmis Latince ve Grekçe yazilmis bir yazit vardir. Bu yazittan dolayi buraya Domitian Kapisi veya Roma Kapisi denir. Kapinin Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinus tarafindan I.S. 82-83 yillarinda yaptirildigi bilinmektedir. Bu nedenle kapiya Frontinus Kapisi da denilmektedir. Bu kapidan güneye inen yolun surla kesistigi yerde I.S. 5. yüzyila tarihlenen Kuzey Bizans Kapisi vardir. Güney Roma Kapisi: Kapi, Lykos nehrine dogru alçalan tepeye açilir, büyük Honaz Dagi’nin tam karşısında yer alır, özellikle gün batiminda mavinin tüm tonlari ile olusan nefis bir manzaraya sahiptir. Kapi, traverten bloklar ve içinde mermerin de bulundugu devsirme malzeme ile yapilmistir. Iki adet dörtgen planli kuleye yaslanmıştır. Kuzey Bizans Kapisi: Hierapolis kentinin Theodosius döneminde (I.S. IV. yy sonu) yapilan sur sistemine dahil olan Kuzey Kapi, Güney Kapi’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anitsal girisini olusturur. Agora’nin yikintilarindan alinan devsirme malzeme ile insa edilen kapi, kare planli iki kule ile desteklenmistir. Girisin iki yaninda, sehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran arslan, panter, gorgo basi ile bezeli dört adet konsol günümüze ulasmistir. Güney Bizans Kapısı: İ.S. V. yy'da inşa edilmiştir. Traverten bloklar ve içinde mermerlerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır. Kuzeydeki kapıda olduğu gibi 2 adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve tek parça arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillenmiştir.
  20. _asi_

    Hierapolis Apollon Tapınağı

    HİERAPOLİS APOLLON TAPINAĞI Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar bütün ihtişamını koruyarak ayakta kalmayı başaran Apollon tapınağı eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerine kurulmuştur.Tapınaktan kalan kalıntılardan, mermer merdivenler ve üzerinde Apollon kehanetinin anlatıldığı yazıların bulunduğu duvarları da görülmeye değer en önemli eserlerdendir. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklar inanç turizminin de gelişimine katkıda bulunmuştur. Mevcut Tapınak, eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerinde kurulmuştur. Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yerde, Apollon bölgenin ana Tanrıçası Kybele ile buluşmuştur. Eski kaynaklar, Ana Tanrıça Kybele rahibinin bu mağaraya indiğini ve zehirli gazdan etkilenmediğini bildirirler. Apollon Tapınağı’nda üst yapıya ait kalıntılar İ.S. III. yüzyıldan geriye gitmemekle birlikte, temeller Geç Helenistik Döneme kadar uzanmaktadır. Mermer giriş basamaklarından tanınan 70 metre uzunluğundaki Tapınak, temenos duvarı ile çevrili kutsal alan içinde bulunmaktadır. Temenos duvarı güney, batı ve kuzeyde bir kısmı kazılmış olan portiğe yaslanmıştır. Mermer portiğe ait dor düzenindeki yivli yarım sütunlar, astragal ve inci dizisi, ekhinusu da yumurta dizisi ile bezeli sütun başlıkları taşımaktadır. Tapınak, daha geç bir döneme tarihlenmekte, fakat müzede bulunan iki ion bir korint düzenindeki nefis başlık ile bazı mimari parçalar İ.S. I. yüzyıla tarihlenmekte ve daha eski çağlara dayanan bir tapınağın varlığına işaret etmektedir. Apollon Tapınağı’ndan günümüze kalan mermer merdivenden başka, mermer levhalar ile kaplı ve silmeli kornişleri olan bir podyum görülmektedir. Cephesi iki ante ve arasında yer alan iki sütun ile bezelidir. Tarihlenmesi ante ve başlıklarında, cella duvarında ve tabanında kullanılan yazıtlı bloklar sayesinde yapılabilmektedir. Bir tanesinin üzerinde Apollon kehanetine ait bir yazı okunmaktadır. Tapınak mimari bezemelere göre İ.S. III. yüzyıla tarihlenmektedir. Tapınağın arkasındaki merdivende, Apollon Tapınağı’ndan alınan parçalar, sütun gövdeleri, arşitrav parçaları, başlıklar, kaideler ile doldurulan bir alan görülmektedir. Bu yapıda, İ.Ö. IV. yüzyıl heykel şemalarını yenileyen, kıvrımlı giysili olan, nitelikli bir kadın heykeli bulunmuştur. Yazıtından da anlaşıldığına göre; Zeuxis’in kızı Apphia imparatorluk tanrılarına ve Demos’a (Hierapolis halkının kişileştirilmesi) adamıştır.
  21. _asi_

    Hierapolis Antik Havuz

    HİERAPOLİS ANTİK HAVUZ Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir. Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaydı. O yıllarda antik kente ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlardı. Bugün antik havuzu meydana getiren İ.S. VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait ion düzeninde yapılmış olan (İ.S. I.yy) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır. Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın tedavisi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kleopatra’nın havuzu Termal havuzdaki su sıcaklığı 36 C°- 57 C°, PH değeri 5,8, radon değeri 1480 piccocuri/ litredir. Kaplıca suları, bikarbonatlı, sülfatlı, kalsiyumlu, karbondioksitli, kısmen demirli ve radyoaktif bir bileşime sahiptir. Aynı zamanda buradaki sular banyo ve içme kürlerine de elverişli olup, 2430 MG/litre eriyik mineral değerine sahiptir.
  22. _asi_

    Hierapolis Nekropoller

    HİERAPOLİS NEKROPOL Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı yada halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür. Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.) Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (İ.Ö. II – I. yüzyıllar) tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnak ile sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır. Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I., çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir yada birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.) Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen alt üst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur. Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpic tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir. Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır. Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.
  23. _asi_

    Hierapolis Antik Tiyatro

    HİERAPOLİS ANTİK TİYATRO Antik Tiyatro yamaca yaslanmış tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. Tiyatronun yapımı tam 146 yıl sürmüştür. 50 oturma sırası bulunur ve 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Yapı tam 15.000 kişiliktir. Sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, sahne arkasındaki duvarlarda ise mermer kabartmalar yer alır. Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; İ.S. 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde İ.S. 62 yılında başlanmıştır. Hadrian döneminde (İ.S. 117 – 137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde İ.S. 206 yılında tamamlanmıştır. Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir. Sütunların arası heykellerle süslenmiş olup, tiyatroda yer alan kabartmalı frizlerde; Apollon ve Artemis’in doğuşu ve dini ayin sahneler, Dionysos, Satyr ve Menad’lardan oluşan eğlence sahneleri, Marsyas ve Apollon arasında geçen müzik yarışması, tanrılar ile devler arasındaki (Giganthomachi) savaşlar, yer altı tanrısı Hades’in tanrıça Persephone’yi yer altına kaçırması gibi mitolojik konular ile Hierapolis kenti için yapılan sportif yarış sahneleri, arşitravın kral kapısı üstünde İmparator Septimus Severus’un taç giyme merasimi tasvir edilmiştir. Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır. Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Altarı Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir
  24. _asi_

    Denizli Karahayıt

    KARAHAYIT Denizli’ye 23 km uzaklıktaki Karahayıt, kırmızı sularının içerdiği minerallerle sağlık kaynağı olma özelliğini taşıyor. Pamukkale’nin 5 km kuzeyinde yer alan Karahayıt, Roma döneminden bu yana bir şifa kaynağı olarak ziyaretçilerinin akınına uğramıştır. Çoğu zaman Pamukkale’deki termal suların bir tamamlayıcısı olarak uygulanan şifalı kırmızı sular, tek başına uygulandığında da pek çok hastalığa şifa vermektedir. Karahayıt, oluşum olarak Pamukkale ile benzer özellikleri taşısa da sudaki mineralleri bakımından ayrı özellikleri bünyesinde barındırır. Karahayıt kırmızı suları nedeniyle hemen hemen her mevsimde Türk ve yabancı pek çok turisti ağırlıyor. Beldeye gelen yerli ve yabancı turistlerin ortak tercihi şifalı sulardan yararlanılan kaplıcalardır. Karahayıt’ta bulunan kaplıcalardaki yüzey şekilleri, ak travertenlerden farklı olarak kırmızı rengin hakim olduğu farklı bir traverten yapısını ortaya koyar. Termal suyun içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz renkli traverten tabakaları oluşmaktadır. Kırmızı su travertenleri, 60 C˚ sıcaklıkta çıkan termal suyun çevresinde oluşmuştur. 35 C˚ dolayındaki kaplıca suları ve bu suların mineral bileşimi Karahayıt’ı, sağlık turizmi açısından Türkiye’nin önemli merkezlerinden biri haline getirir. Suyunun bileşimi, Pamukkale kaynağına benzemektedir. Ancak sıcaklığı daha fazla olup, serbest karbondioksiti daha azdır. Karahayıt kasabasındaki termal kaynaklar Ege Bölgesinin aktif jeolojik faaliyetleri sonucu oluşmuştur. Karahayıt 'taki termal kaynak suları da Pamukkale 'deki gibi traverten oluşturmakta, ancak suyun içindeki demir oranının fazlalığından dolayı travertenler, kızıl ağırlıklı renklerden oluşmaktadır. Termal su sıcaklığı 23.3 - 57.5 ° C arasında değişmektedir. Hazne kayaçlarının kimyasal analiz sonuçlar; termal kaynakların, suların yakın bölgelerde soğumasını tamamlamış magma tarafından ısınan kayaçlar ve paleozoik mermerler etkisiyle oluştuğu görüşünü kuvvetlendirmektedir. Termal suyun özellikleri: İyonlarmg/lt Kalsiyum466.00 Sodyum114.950 Magnezyum131.344 Potasyum32.833 Demir4.485 Alüminyum0.850 Alfa Aktivitesi183.140 Beta Aktivitesi77.200 Kaytonlarmg/lt Bikarbonat1339.569 Sülfat830.000 Klorür130.000 Florür2.280 Hidrofosfat0.700 Metabozik Asit6.640 Metasilik Asit12.600 Isı56 C Hangi Hastalıklara İyi Gelir Banyo uygulamaları şeklinde; Romatizmalı hastalıklar Siyatik, bel-boyun fıtığı, kireçlenme Dolaşım sistemi hastalıkları ve sedasyon (ruhi rahatlatma) özelliği Nörolojik rehabilitasyon gerektiren hastalıklar Ameliyat sonrası tutukluk ve sertliklerin giderilmesi Kadın hastalıkları Stres ve strese bağlı tüm hastalıkların rehabilitasyonu Uykusuzluk ve yorgunluklar Saç, tırnak ve derideki hücrelerin canlanması Cilt ve deri hastalıkları Kırıkların alçılarının alınmasını müteakip gelişen kontraktürlerin giderilmesi Adale spazmlarının giderilmesi Gut hastalığı, Nevralji, nevrit, Artrozlar, Kolit hastalıklarının tedavisi. İçme suyu uygulamaları şeklinde kullanılarak; Üst gastrointestinal sistemin fonksiyonel bozukluklarında, Mide ve yemek borusu rahatsızlıklarında Kemik erimesinde, ürolithiasisde ve kalsiyum ihtiyacının tamamlayıcı tedavi unsuru olarak kullanılabileceği belirtilmiştir. Çamur Banyosu Çamur havuzunda termal sulardan elde edilen çamur, vücudun gerekli bölgelerine uygulanır. Eklem ağrılarını azaltır, romatizmalı hastalıklarda, kireçlenme, selüloit, çatlak tedavisinde etkilidir. Kırışıklıkları giderir, siğilleri absorte eder. Çamur banyosu şeklinde kullanarak; suyun içindeki çamurun cilde sürülmesinin; Cildi yumuşatma, Gözenekleri açma, Selüloit ve çatlak tedavisi ve toparlama etkisi Antiseptik tesiri ile akne ve sivilceleri yok etme Kırışıklıkları giderme, siğilleri absorte etme özellikleri bulunmaktadır.
  25. _asi_

    Pamukkale Travertenler

    Travertenler Pamuksu bir görünümü ile görenleri kendisine hayran bırakan Beyaz Cennet Pamukkale’nin şifalı termal suları yüzeye çıkmasının ardından içerisindeki kalsiyum karbonat çökelir. Bu yapı başlangıçta yumuşak bir jel halindedir. Zaman içinde sertleşmekte "TRAVERTEN" olmaktadır. Pamukkale’nin binlerce yıldır yerleşim merkezi olmasını sağlayan şifalı termal su, travertenlerin de hayat kaynağıdır. Eşsiz travertenler Denizli’nin dünyaya açılan penceresidir. Traverten sözcüğü, İtalya’da geniş traverten çökeltilerinin bulunduğu Tvoli’nin, Roma zamanındaki adı ‘Tivertino’dan gelmektedir. Traverten çok yönlü, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan bir kayadır. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi etkilemiştir. Bu bölgede sıcaklıkları 35 – 100 °C arasında değişen 17 sıcak su alanı bulunmaktadır. Pamukkale termal kaynağı, bölgesel potansiyel içindeki bir ünitedir. Kaynak, antik devirlerden beri kullanılmaktadır. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, 320 m uzunluğunda bir kanal ile traverten başına gelmekte ve buradan 60-70 metrelik kısmı çökelmenin olduğu traverten katlarına dökülür. Burada su, ortalama 240-300 m yol kat eder. Kat kat havuzcuklarında ve kat kat seddelerinde, çökelmekte olan kalsiyum karbonat, başlangıçta bir jel halindedir. Zaman içerisinde sertleşmekte ve ‘Traverten’ olmaktadır. Termal kaynak suyunun, normal şartlara dönüşmeye çabalaması çökelmeye ve traverten oluşumuna sebep olmaktadır. Termal sudaki kalsiyum bikarbonatın aşırı miktarda bulunması ve suyun yüzeye çıkışı sonucu karbondioksit açığa çıkar ve kalsiyum karbonat çökelir. Çökelme termal sudaki karbondioksitin havadaki karbondioksit dengeye gelinceye kadar devam etmektedir. Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın yayılımı ve süresi etkilidir. Yerinde yapılan analizlerde, kaynak başındaki suyun karbondioksit miktarı ortalama 725mg/1 iken, suyun travertenleri terk ettiğinde bu miktar 145mg/1'e düşmektedir. Keza kalsiyum bikarbonat da benzer şekilde 1200 mg/1'den 400 mg/1'e düşmektedir. Keza Ca 576/8mg/1'e düşmektedir. Bu analiz sonucuna göre, 1lt. sudan traverten üzerine 499.9mg. CaCO 3 çökelmektedir. Bu miktar 1 1/sn. su için günde 43191g. çökelme demektir. Ortalama yoğunluğu 1.48g/cm 3 alan kaplar. Suyun ortalama debisi 466.21/sn. olduğuna göre 13584m 2 alan beyazlatılabilecektir. Pratikte bu şartları yerine getirmek güçtür. Ancak bu teorik yaklaşıma göre yılda 1mm. kalınlığında 4.9km 2 alan beyazlatılabilir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.