Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Elazığ Halk Oyunları

    ELAZIĞ HALK OYUNLARI - (FOLKLOR) Elazığ Halk Oyunlarını, oyun bölgelerinden "Halay Bölgesi" içinde ele almak gerekir. Elazığ oyunları içinde "Bar" özelliği gösteren oyunlar varsa da bunlar çok azdır. Elazığ Halk Oyunları “Halay Bölgesi" içinde hareketlilik açısından diğer il ve bölgelere göre ağır ve estetiktir. Az miktarda, çok hareketli oyunlar da vardır. Oyun tempolarını incelediğimiz zaman bu özellik hemen göze çarpmaktadır. Oyunlar "Halay Bölgesindeki diğer oyunlara nazaran müzik ve oyun figürleri açısından ayrıcalık gösterir. Öyle sanıyoruz ki, bu ayrıcalık Elazığ Halk Müziğinin, daha ziyade Türk Sanat Müziğine yatkın olmasından ve müziğin klasik sazlarla icra edilmesinden ileri gelmektedir. Müzikteki bu ayrıcalık, oyun müziklerinin zengin bölümlere sahip olmasında, oyunlarda ise zengin figürlere sahip olmasında gözlenmektedir. Ayrıca her yörede görülmeyen, her oyun formuna (figürüne, kalıbına) karşılık bir müzik formunun bulunması da kayda değer bir durumdur. Elazığ Halk Oyunları, genel olarak "tatlı sert" bir karaktere sahiplerdir. Erkek oyunları biraz daha sert ancak estetik, kadın ve kız oyunları ise biraz daha yumuşak ve tatlıdır. Komşu vilayetimiz olan Diyarbakır’ın halayında görülen sertlik, Elazığ halayında mevcut değildir. Ondaki sertlik ve figür azlığına karşılık, diğerinde (Elazığ Halayında) tatlı sertlik ve figür zenginliği şeklindedir. Altmışa yakın Elazığ oyunu vardır. Ancak, bugün yaşayan oyunların adedi yirmi - yirmi beş kadardır. Bu oyunların birkaç tanesini oynanış biçimi ve özellikleriyle birlikte anlatacağız. ÇAYDA ÇIRA OYUNU Bu oyun, Elazığ’ın Harput Bucağından derlenmiştir. Oyun "Mumlu Dans" namıyla dünyaca tanınmaktadır. ”Çayda Çıra” oyunu hakkında çeşitli efsaneler vardır. Ancak, bunlar dilden dile dolaşan çeşitli halk masallarına benzemekte ve diğer şehirlerimizde anlatılan efsanelerin bir varyantı ya da değişikliğe uğramış bir şekli olarak anlatılmaktadır. Oyun, orijini itibariyle aydınlatma amacı güdülerek ortaya çıkmıştır. Araştırmamızda halk arasında söylenen çeşitli efsaneler tespit ettik. Bunlardan bir örnek: Efsaneye göre Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç, gizlice buluşmaktadırlar. Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir. Buluşma gece olduğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir. Genç ise, ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır. Bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortalarına geldiği sıralarda çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur. Bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. Bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki "Çıra" larla iki sevgiliyi aramaya başlarlar. Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile arama olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir. (Benzer bir efsane de Van yöresindeki “AHTAMARA” efsanesidir.) Altınova'da yapılan görkemli bir düğünde geleneksel bir biçimde çay kenarında kurulan düğün meydanında çıralar yakılmış, Somat'lar kurulmuş ve düğün bütün coşkusuyla devam etmektedir. Bu sırada ay tutulunca, evlenen gencin annesi olan Pembe HAN tabaklara çıralar, mumlar diktirip gençlerin ellerine vermiş ve önde kendisi olmak üzere yürüyerek düğün meydanına, görkemli bir biçimde girmişlerdir. Bu buluşun mükemmelliği karşısında aşka gelen "Zurnacı Başı”, ellerindeki tabaklarla ortalığı bir anda gündüze çeviren, bu kalabalığı karşılayarak, gelenlerin ayak hareketlerine uygun bir müzik çalar. Kendisine eşlik eden kırk davul kırk zurna ile ortalık inlemeye başlar, böylece "Çayda Çıra" oyununun melodisi ortaya çıkmış olur. Bu olay gelenek halini almış ve çayda çıra oyunu günümüze kadar oynanıla gelmiştir." Eskiden kaç-göç olmadığı için, kız-erkek karma oynanan bu oyun, günümüzde karma oynandığı gibi, ayrı ayrı da oynanır. Oyunun 200-300 yıllık bir mazisi olduğu söylenir. Oyun Elazığ’ın her tarafında bilinir ve oynanır. Hatta, son zamanlarda Elazığ dışına da taşarak Malatya ve Diyarbakır'da da çeşitli şekillerde oynanmaya başlamıştır. Çayda Çıra oyunu sürekli olarak kendi melodisi ile oynanır. Ancak oyunun başlangıcında "Şirvan" ya da “Gelin Ağlatma Havası" denilen bir melodi çalınır. Bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile de oynanmamaktadır. Oyun 10/8 lik usulde, “Şirvan” makamındadır. Orta çabuklukta bir oyun olan çayda çıra, en az dört-beş kişi ile yürütülür. Arka arkaya dizilerek bazen tekdizi, bazen de daire şeklinde oynanmaktadır. Halay sınıfından çok, dini bir raksa benzemektedir. Taklitli bir oyun olmayan "Çayda Çıra", usul itibariyle başladığı gibi bitmekte ve usulde bir değişiklik olmamaktadır. Hem açık, hem de kapalı yerlerde oynanır. Güvey ya da gelin misâfir önüne çıkarılırken ve de "güvey gezdirmesi" geleneği yerine getirilirken oynanır. Tüm oyunlarda başta oynayana kolbaşı, sonda oynayana sonbaşı ya da poçik denir. Sadece halay oyununda "Halaybaşı" ve "Halaysonu" adları kullanılır. Oyunun aracı çift tabak ve içerisindeki üçer mumdan ibarettir. Oyun yürütülürken “Heey, Teey, Tey” diye nara atılır. Elazığ'ın yörelerinde delikanlıya "Gakkoş" adı verilir. Oyun düğünlerde, dini ve milli bayramlarda oynanır. Avreş Oyunu : "Berber Yaşar" adıyla da tanınan bu oyunun, Elazığ dışında herhangi bir yerde oynandığına rastlanmamıştır. Oyunun kaynağı Harput'tur. Eskiden asker sevki çok olan Elazığ ve Harput' ta, askeri hareketlerin taklidi ile ortaya çıkan bu oyun, Elazığ'ın her yerinde oynanır. Oyunun elli-altmış yıllık bir geçmişi olduğu söylenmektedir. Bugün davul ve klarnetle çalınan bu oyunun müziği eskiden zurna ile çalınır ve oynanırdı.(Bugün birçok dağ köyümüzde ve birçok Alevi köyümüzde hâlâ zurna çalınmaktadır.) Esasen Harput'a klarnet girmeden önce düğünlerin baş sazı zurna idi. Ancak Türkiye'ye girdiği anda Harput’ta da kullanımı başlayan klarnet zurnayı büyük ölçüde etkileyerek etkinliğinin azalmasına neden olmuştur. Avreş oyununun türküsü, yoktur. Bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile oynanmaz. Oyun müziği önce 6/8 lik usûlde ve ağır tempoda, sonra 4/4 lük usûlde ve hızlı tempoda oynanır. Makamı İbrahimiyye dir. Tek sıra dizilmek suretiyle oynanan bu oyun bazen de sağa sola dönmek suretiyle icra edilir. Oyunun öyküsü olmayıp, oyun figürünü teşkil eden hareketler, daha çok ayaklarda toplanmış, kısmen de başla yapılmaktadır. Vücudun tabiî hareketlerini ihtiva eden oyun figürleri ile, asker hareketleri taklit edilmektedir. Oyunda "ha-ha, hey-hey"diye nara atılır. Bu oyun daha ziyade asker uğurlâmalarında ve düğünlerde oynanır. Halay Oyunu : Harput Halayı da denilen bu oyunun varyantları, “Palu” varyantı, İngüzek’te “Karaçor" denen oyun, Ağın’da “Düz Halay”, Baskil'de Halay, Sivrice'de "Düz Haley” dir. Oyunun kaynağı Harput’tur ve 200-300 yıldan beri, gençler ve yaşlılar tarafından zevkle oynanmaktadır. Oyun müziği önce 2/4 lük ve "zazaki" denilen figürde 6/8 lik usûlde çalınır, makamı İbrahimiyye'dir. Oyun, avuç avuca kenetlenip tutunmak suretiyle tek dizi halinde oynanır. Oyunun figürleri ayaklarda toplanmıştır. Daha çok asker uğurlamalarında ve düğünlerde oynanmaktadır. Bıçak Oyunu : Oyun merkez ilçeye bağlı Hankendi (Hanköy) Bucağı'ndan derlenmiştir. Oyunun asıl kaynağı belli değildir. Bıçak oyunları Türkiye'nin hemen her bölgesinde değişik şekillerde görülmektedir. Erzurum'da “Hançer Bari”, Karadeniz Bölgesinde de bıçaklarla çeşitli horonlar oynanmaktadır. Davul ve klarnet eşliğinde oynanan bu oyun türküsü yoktur. Başka bir melodi ile oynanmadığı gibi, bu oyunun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz. Oyun, 9/B lik usûlde ve "İbrahimiyye" makamındadır. İki erkek, bir kadın ya da kadın kılığında bir erkek olmak üzere üç kişi. ile oynanır. Bar özelliği de göstermektedir. Oyun el ve ayak hareketlerinden oluşur. Taklitli bir oyun değildir. Müzik aynı ölçüyü sürekli takip eder. Usûlde bir değişiklik olmaz. Mutaassıp yerlerde kızlar ve kadınlar düğün alanına giremezler; oyunu damdan veya uzak yerlerden seyrederler. Bu yüzden oyunun seyri değişir. Oyun araçları, oyuncuların ellerinde bulunan ikişer bıçaktır. Oyuncular bunlarla figürler yaparlar. Bıçak aralarından geçer, göğüse doğru sallanır. Oyun düğünlerde oynanır, türküsü yoktur. Kılıç Kalkan Oyunu : Eski oyuncular tarafından oynandığı duyulmuş, fakat görülmemiştir. Oyun müziğinin notası olduğundan, müziği hakkında bilgi edinmek kolaydır. Kaynak kişilerden Tahsin AYIK kendisiyle görüştüğümüzde, bu oyun hakkında şunları söylemiştir: "Bu oyunu oynayanları gördüm. Bunlar yaşça bizden daha büyüklerdi. Kılıç ve kalkanları olmadığından ellerindeki sopaları kılıç, ayakkabılarını kalkan yaparlardı. Sahip çıkılmayan bu oyunumuz maalesef iptal oldu. " Delilo Oyunu : Harput'tan derlenen bu oyuna "Derilo", "Delilo" gibi adlar verilmektedir. Bu oyun halay bölgesinin hemen her yerinde, birbirine benzer özelliklerle oynanmaktadır. Asıl çıkış kaynağı konusunda bir yargıya varmak mümkün değildir. Delilo oyununun 150-200 yıllık bir oyun olduğu söylenmektedir. Oyun, türkülü bir oyun olup, davul ve klarnet eşliğinde oynanır. Oyunun türküsü oyuncular tarafından söylenir. Bu oyun, başka bir oyun melodisi ile oynanmaz, bu oyun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz. 4/4 lük usülde müziği olan oyun, çevre illerdeki "Delilo" oyunlarından biraz daha ağırdır. Halk Oyunlarında Kullanılan Giysiler : “Halk oyunları giysileri genellikle yöreseldir." Kumaşları, şekil ve giyiniş tarzıyla yöreye has özellikler göstermektedir. Giysilere verilen isimler de farklıdır. Her yöre, belki de şekil ve kumaş olarak, aynı olan giysilere ayrı isim verir. Giysilerde belirli bir otantik şekil aramak çok güç ve yanlış bir iştir. Çünkü, kültürün değişkenliği ilkesi çerçevesinde, bir kültür öğesi olan giysiler de sürekli değişmekte ve belli bir zaman kesitinde mevcut şekli tespit etmek mümkün olsa bile, o giyside ısrar etmek, oyunlarda o giysileri kullanmak hatalı olur görüşündeyiz. Tüm halk oyunlarında olduğu gibi Elazığ Halk Oyunlarında da giysilerde bir otantiklik aramak boşuna emek sarf etmekten başka hiçbir şey olmayacaktır. Ancak, oyun giysileri giyilirken, belirli bir giysi, birbiriyle uyum sağlayacak şekilde giyilmeli ve o giysiye uygun aksesuar kullanılmalıdır. Örneğin, alta yazlık, üste kışlık bir giysi giyilmemelidir. Ya da, bir zıbının üstüne yelek giyilmemelidir. Kültürün diğer unsurlarında olduğu gibi, maddi kültür unsuru olan Elazığ Halk Oyunları giysilerinde de bir değişkenlik görülmektedir. Günümüzde kullanılan halk oyunları giysilerini üç safhada ele alarak inceleyebiliriz. 1. Evre Erkek Giyimi : Başa fes takılır, astane mendil büyüklüğünde "Puşu" takılır. Yaşlılar yazma bağlarlar. Paçaları dar, üst kısmı geniş, beli uçkur ile büzülen çuha şalvar giyilir. Düz beyaz veya siyah-beyaz renkte çizgili, pamuklu kumaştan, içlik veya giyme adı verilen bir iç gömlek giyilir. Bu gömlek kollu, yakasız veya hâkim yakadır. Gömleğin üzerine şalvarın kumaşından "avcı yeleği" denilen bir yelek giyilir. Bele beyaz ipek veya şa1 adı verilen "acem kuşağı" bağlanır. Ayağa poçikli çarık ve yün örme çorap giyilir. 1. Evre Kadın Giyimi : Harput kadınının en eski giysi tipidir. Bu tip giysiyi bugün dahi dağ köylerinde görmek mümkündür. Yaklaşık 150-200 sene öncesinde bu tip giysi hakimdi. Bu giysi üç parçadan meydana gelmiştir. a)- Şalvar İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmakta ve iç kısmı astarlanmaktaydı. Şalvarın boyu oldukça uzun olup bilek kısımlarına kaytan geçirilmekte ve diz altından bağlanmaktadır. Böylece şalvar bir etek görünümünde dökümlü olarak ayak bileklerine inmektedir. Şalvarın bel kısmı da uçkurla büzülmektedir. b )- İçlik İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmaktaydı. Yakası yuvarlak, önü açık, kopça ile iliklenmektedir. İçliğin yanları yırtmaçlıdır. c)- Üçetek Sim işlemeli, kalın ipekli kumaştan veya kadifeden yapılmaktadır. Kolları uzun, bilezikli, çok az yırtmaçlıdır. Yırtmaçlı kısım kopçayla tutturulmuştur. Yakası bele kadar açık,"V" şeklindedir. Belde iki kopça ile "birit" ilikle iliklenmektedir. Belden aşağıya doğru genişleyen eteğin önü tamamen açıktır. Yanları ise kalça altından yırtmaçlıdır. Böylece etek üç parça görünümünü almaktadır. Bele "belbağı" bağlanmaktadır.(Belbağı, üç-dört cm. eninde, tığ işi veya kumaş üzerine işlenmiş kuşaktır.) Ayakkabı olarak postal, çorap olarak yazın iplik, kışın ise yün çorap giyilmektedir. Baş süslemesi ise şöyledir: Uzun saçlar ortadan ayrılmakta, arkada küçük parçalara bölünerek örülmektedir. Yanlarda birer tutam saç, kulak hizasında kesilip, zülüf bırakılmaktadır. Saç uçlarına "Humpul" denilen saç süslemesi takılmaktadır. Başa bordo çuhadan fes, fesin üzerine gümüş tepelik konulmaktadır. Fese tutturulmuş uzun saç görünümünde ipek saçlık mevcuttur. Fesin alk üzerine oyalı krep bağlanır. Buna yörede "Kıntik" adı verilir. Bunların üzerine oyalı yazma veya tülbent örtülür. Oyun giysilerinde kullanılan takılar şunlardır: Göğüs üzerine çaprazlama dizilen beşibirlik dizisi, camdan bilezik "Şeve" gümüş veya altın küpe ile yüzük kullanılır. 2. Evre Erkek Giyimi Birinci safhadaki gibidir. Birinci safhadan farklı olarak ayağa yemeni giyilir. 2. Evre Kadın Giyimi Bu safhada da birinci safhadaki giysileri görüyoruz. Birinci safhadaki giysilerden farklı olarak, şalvar üzerine kadifeden, üzeri simli cepken giyilir. Bu safhada üçetek yoktur, ipek kuşak takılır. 3. Evre Erkek Giyimi Bu safhada ayağa poçikli kundura giyilir. Cepkende düğme iliğine geçirilmiş köstekli saat bulunabilir. Mendil olarak düz, beyaz, ipek mendil kullanılır. 3. Evre Kadın Giyimi Diğer safhalardan farklı olarak, Harput ve Elazığ Fabrikalarında dokunan ve genellikle simli, ipekli kumaştan entari ve ayağa ise "Kaloş Potin" giyilir.
  2. _asi_

    Elazığ Yöresel Kıyafetler

    YÖRESEL GİYİM Şehir merkezinde kadınlar modern giyimi takip ederler. Bununla birlikte orta yaşın üzerindeki kadınların manto giyip başlarına örtü taktıkları görülmektedir. Erkek Giyimi : Başa fes takılır, astane mendil büyüklüğünde "Puşu" takılır. Yaşlılar yazma bağlarlar. Paçaları dar, üst kısmı geniş, beli uçkur ile büzülen çuha şalvar giyilir. Düz beyaz veya siyah-beyaz renkte çizgili, pamuklu kumaştan, içlik veya giyme adı verilen bir iç gömlek giyilir. Bu gömlek kollu, yakasız veya hâkim yakadır. Gömleğin üzerine şalvarın kumaşından "avcı yeleği" denilen bir yelek giyilir. Bele beyaz ipek veya şa1 adı verilen "acem kuşağı" bağlanır. Ayağa poçikli çarık ve yün örme çorap giyilir. Kadın Giyimi : Üç etek ve şalvar, Harput kadınının en eski giysi tipidir. Bu tip giysi bazı dağ köylerinde giyilmekte olup, üç parçadan meydana gelmiştir. (Şalvar, İçlik ve Üç etek) Şalvar : İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmaktadır. Dökümlü olarak ayak bileklerine kadar inmekte, bel kısmı uçkurla büzülmektedir. İçlik : İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmaktadır. Yakası yuvarlak önü açıktır. Üç Etek : Sim işlemeli, kalın ipekli kumaştan veya kadifeden yapılmaktadır. Uzun kolları bilezikli ve çok az yırtmaçlıdır. Yakası bel’e kadar açık V şeklindedir. Bel’de iki kopça ile iliklenmektedir. Bel’den aşağıya doğru genişleyen eteğin önü tamamen açıktır.Yanları ise kalça altından yırtmaçlıdır. Böylece etek üç parça görünümünü almaktadır. Bele bel bağı bağlanmaktadır. Bu da 3-4 cm. eninde tığ işi veya kumaş üzerine yapılmış (İşlenmiş) kuşaktır. Ayakkabı ve Çorap : Ayağa postal denilen poçikli yemeni (Ayakkabı), yaz aylarında iplik, kış aylarında ise yün çorap giyilir. Baş Süslemesi : Saç uçlarına (Hampul) takılır. Baş’a fes , fesin üzerine gümüş tepelik konulur. Bunların üzerine oyalı yazma, tülbent bağlanır. Ayrıca Diğer Giysiler Şunlardır... Evdelik Giysiler - Sokak Giysileri - Gelin Giyseleri ve Bunaları tamamlayan Takılar
  3. _asi_

    Elazığ Kürsübaşı Geleneği

    KÜRSÜBAŞI GELENEĞİ Eski harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak sohbet etmek eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesi kürsübaşı denilir. Kürsü 50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapımış kare bir masa şeklindedir. Bazılarının ise altıda üstüde kapalı, yanlız alt döşemenin ortasında 30-60cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal koyulur. Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar kürsü ayakla- rının tam ortasına kanulur,etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu. Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü,ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak içinde üzeri külle kapatılırdı.Bu ateş soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutardı. Kürsülerin üzerine iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür.Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafıda büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır. Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir. Duvarlara gelen taraflarada sırayla yastıklar dayanır. Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanırlırAyaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur,kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir.İşte bu surette kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı. Bazı köylerde ise dört tarafı kerpicle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış ortası boş kürsüler yapılmıştır. Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılrıdı. Kürsünün etrafında minderler bulunurdu. Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle alınan toplantılar müzikli eğ- lenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir.Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümü- ze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur. Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında ,yaş guruplarına göre toplantılar olurdu. Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı. Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururlardı. Bunlara "kol" denirdi. Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı. Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu. Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi.Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden başka bir komşuya gider;evli misafirlere bırakılırdı. Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler,anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı. Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar, güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harputun soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi. Bir dahaki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı. Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi. Kürsübaşları ,gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar geceleride varsa misafirlere tahsis edilirdi. Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır,yüzük oyunları oynanırdı. Oyun sonunda kaybedene cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı. Kürsübaşı geleneklerinden başka Harputta bütün mahallelerde "oda işletme adeti" vardı. Zengin konuklarında selamlık daireleri orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu. Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı. Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi. Bir odanın müdavimini diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı. "Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye ,Muhammediye, Kıssası Enbiya kitapları Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu. Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı. "İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu. Müdavimleride çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi. Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı. Fuzuli, Baki, Nefi, Nabi, Nedim, Sabi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı. Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz "fuzuliden bir beyit okıyacaksın ki son harfi "b" olsun" şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı. İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir yaygın eğitim yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı.
  4. _asi_

    Elazığ Halk Edebiyatı

    HALK EDEBİYATI ATASÖZLERİ Aç gorsan hırhız olur, çok sölersen arsuz olur. Akılsız başın cezasını ayahlar çeker. Alışmış gudurmuştan beterdür. Arlı arından gorhar; arsuz neyinden gorhar. Bekle bite çağala, hasde yiye sağala. Böyük lokma ye, böyük söz söleme. Boşboğazı cehenneme atmışlar, odun yaş demiş. Can çıhmadan huy çıkmaz. Cücüğü martta sayarlar. Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme. Dam doymadan çortundan su ahmaz. Dertli sölegen, aşık yırlıgan olur. Düğün evinde deve, acıhdınsa goş eve. El, elin eşşeğini yırlıya yırlıya; gendi eşşeğini terleye terleye arar. Eşşeğin canına yeterse attan yügürük olur. Galan işe gar yağar. Garganan oturanın, burnu pislikten çıkmaz. Garpuz kesmeknen ürek savumaz. Gomşum beni var sever; gişim beni sağ sever. Güveç gıldırlanmış kapağını bulmuş. Hayın hoflu olur, kıçı pohlu olur. Hortut çirpisinden ataş olmaz. İti söle, değeneği elen al. Yiyen bilmez, doğrayan bilir. Kör Allah’a nasıl bah’arsa , Allah’da köre ele bah’ar. Kör sıçan ne gadar torpah atsa da kendi üstüne yığar. Lalın dilinden sahabı annar. Nerde gakgılmışsan orda guzla. Pisiğe pohun derman demişler, eşmiş gömmüş. Selin ağzı tutulur, elin ağzı tutulmaz. Sevilmeyen gelinin selamı ergü gelür. Soğan yemedim ki ağzım goha. Suyun aharından, insanın yere bahanından gorh. Tandur sıcahken ekmek tutar. Utanmayanın sefası çoh olur. Yağ yiyen pisiğin gözünden belli olur. Yazın yaşa, gışın daşa oturma. Ziyareti bi çüt mumnan sınarlar DEYİMLER Aç gezip guyruğu tik gezmek: Kimseye minnet etmemek Ağzı acıh ayran delisi: Aklı başında olmayan aptal Ali gıran baş kesen: Kabadayı Aşuh atmak: Kumar oynarcasına bir işe girişmek Bahar mayısı gibi sıvaşmak: Yakasını bırakmamak Bal eski petekte: Tecrübe önemlidir Beli burhu gırılmak: Çok yorulmak Ci deyip gaşmah: Ziyaret edilen yerde çok kısa kalmak Cin çali, çingen oyni: Bir kalabalıkta kimin ne yaptığı belli değil Daha ne nenni ne ciş: Henüz daha ortada hiç bir şey yok Durup durup duz kavurmah: Aynı şeyleri tekrar etmek Enükken gulagını mı kesmişim: Onu yeterince tanımıyorum Eşşeğin böyüğü ahurda: İşin önemli bölümü geride Fıstik atıp gezmek: Yiyip içip eğlenmek, keyfi yerinde olmak Gaşına gaşına gahtı ocah başına: Layık olmadığı yere yükseldi Gıçı gırıh it gibi dolaşmah: Bir işe yaramamak Gursağı geniş: Hakaret ve rezalete ses çıkarmayan Hıriğini sürütmek: Peşinden başka misafirleri de getirmek İki lafın belini gırah: Sohbet etmek İt otarmah: Boş boş gezmek Kimin zibilini dağıdidin: Neredeydin, niçin geciktin Kortikoğlu işi: Baştan savma yapılan iş Medine fukarası gibi yalvarmah: El ayak öperek bir şeyi istemek Nerde dıngıltı orda buluntu: Her eğlenceye koşan Ögüne demir atmah: Çok az ziyaret edenler için söylenir Pipirim mi yedin: Çok güçsüzsün Poçiğinden gögermek: Gençliğe özenmek (Yaşlılar için söylenir) Sevindirik olmah: Çok sevinmek Tene tene olmah: Çalım satmak Toprah basan: Yazıklar olsun Üreğine tökmek: Çok üzülmek Üstüne gök gürlememiş: Kaba ve görgüsüz davranmak Ya sırtı ya partı: Ne olacaksa olsun Yel gelecek delügü bilmek: Çıkarını gözetmek
  5. _asi_

    Elazığ Gelenek Görenekleri

    GELENEKLER Düğün ve Evlenme Gelenekleri Elazığ ve köylerinde evlenme yaşı kızlarda genelde 17’dir. Erkeklerde ise askerlik yapması ve iş sahibi olmasına bağlıdır. Evlenme görücü usulü ile olmakla birlikte son yıllarda gençler önceden çeşitli bahaneler yaratılarak birbirlerini görürler. Eskiden de çok az olan beşik kertmesi geleneği günümüzde tamamen ortadan kalkmıştır. Kız İsteme Oğlanın anası ve kız kardeşi, evlenme çağına giren genç için gittikleri her davet veya köylerde kız bakarlar. Oğlanın anası uygun gördükleri kız için bir tanıdığıyla kız görmeye gider. Kız ve evi tepeden tırnağa gizlice incelenir, kız hakkında olumlu düşünceleri oluşursa istemeye giderler. Oğlan anası bu kez geliş sebebini kızın anasına açıklar. Kız anası, “çocuğumuzun yaşı küçük” veya “başkasına sözümüz var” derse bu olumsuz bir işaret sayılır; “ne diyelim kısmetse olur, babasına bir danışalım” derse bu olumlu bir işaret sayılır. Kız tarafı bu arada oğlanın ahlakı iyi mi, işi gücü var mı, kötü alışkanlıklar edinmiş mi, diye soruştururlar. İkinci aşamada kız istemeye oğlanın babası aklı başında bir iki yakınını alarak, eşiyle birlikte gider. Kadınlar bir arada erkeklerden ayrı otururken oğlanın babası kızı “Allah’ın emri Peygamberin kavli” ile ister. Sonuç müspet olursa başlık, alınacak eşya, nişan ve düğün tarihleri belirlenir. Kadınların da mutabakatı sağlandıktan sonra düğün hazırlıklarına girişilir. Oğlan evi tarafından kız evine nişan bohçası gönderilir. Nişan gününde oğlan evi çeşitli hediyeler alır, şerbet malzemesini kız evine gönderir. Yüzük takılır. Nişan şerbeti içilir. Nişanlılar, düğün tarihine kadar görüşemezler. Günümüzde şehirde kısmen de olsa belli şartlarda görüşmelerine izin verilmektedir. Düğünden önce, alınan eşyalar ve kızın cehiz sandığı sergilenir. Komşular cehiz görmeye giderken hediye götürürler. Düğünden önce kız evinde sergilenen cehiz bir listeye yazılır. Nikah bedeli olarak erkek ve kız tarafından “mihr-i muaccel” i hesaplanır. Cehizi oğlan evine düğünden önce getirirler. Buna “veç” denir. Eskiden veç alayları olurdu. Harput’ta gelin hamamı kına hamamı geleneği vardı. Bu cehizin koyulduğu günün ertesinde yapılırdı. Konu komşu hamama davet edilir eğlenilirdi. Kına geceleri, düğün günlerinin arifesinde oğlan evinde erkekler; kız evinde ise kadınlar tarafından yapılan törenlerdir. Erkek evi tarafından yapılan gecede bütün tanıdıklar çağrılır. Çalgı takımları gecenin geç saatlerine kadar çalar, oyunlar oynanır, türküler söylenir, silahlar atılır. Misafirlere yemek ikram edilir. Diğer köylerden gelen yabancı misafirler, paylaşılarak konuk edilir. Elazığ’da güvey çalma diye bir gelenek vardır. Oğlanın sağdıcı düğün boyunca damat adayını saklar. Damadı çaldırırsa, çalanlara bir ziyafet sözü vermek zorunda kalır. Gelin alınacak günde güvey iyice süslendirilir. Gelini, arkadaşları ve oğlanın kız kardeşlerinden biri süsler. Güvey “düvür” gitmez, evde gelin alayının dönmesini bekler. Kız, baba evinden bir örtünün altından geçirilerek çıkarılır. Eskiden güveyi, gelin içeri girmek üzereyken dama çıkarılır; gelinin başına elma, para, kuru üzüm atardı. Gelin de kuzu gibi uysal olsun diye eşiğe kuzu postu serilir ve kaşık kırdırılırdı. Düğün alayına yemek verilir. Bu sırada güvey sağdıcın yanındadır. Yatsı namazından sonra evine getirilir, dualar edilir ve gerdeğe sokulur. Ertesi gün “subaha günüdür”. Gelin ve damat aile büyüklerinin ellerini öperler. Gelin hediyeler verilir, takılar takılır. On beş gün sonra da gelin ve damat kız evine gider orada da el öperler. Buna “on beşine gitme” denir. Kız istemenin başlangıcından onbeşine gitmenin sonuna kadar düğünün hemen her safhasında çok yoğun adetler, inanmalar ve uygulamalar yaşanmıştır. Günümüzde hem adet ve inanmalarda hem de törenlerde bazı değişimler gözlenmekle birlikte özellikle köylerde düğün adetleri gelenekselliğini sürdürmektedir. Doğum gelenekleri Türk kültüründe doğum kutsal bir hadise olarak yer almaktadır. Elazığ’da bu önemli olaya hazırlıklar çok önceden başlar. Kadının, hamile kaldığı günden itibaren çocuğun sağlıklı, akıllı olması veya sevilen bir kimseye benzemesi için yaptığı veya sakındığı bir çok uygulama vardır. Çocuk, doğmadan bir çok eşyası hazırlanır. Beşiği dizilir. Doğumun kolay olması için fincana dua yazdırmak, kurban kesmek, hocaya sel at-u selam verdirmek, doğum sırasında kolay doğum yapmış kadınları doğum odasına almak gibi uygulamalar vardır. Düşük yapmış kadınlar ve çocuklar doğum odasına sokulmaz. Bebeğin göbeği bıçakla kesilerek tuzlanır. Eş, ev dışına çıkarılmaz, bahçeye gömülür. Eskiden bebeğin altına höllük konulurdu. Kundağına nazarlık takılır ve çocuk doğduktan sonra beş ezan geçmeden meme verilmezdi. Çocuğa adını veren kulağına ezan okuduktan sonra üç kez verildiği isimle seslenir, doğumu izleyen sabah doğarken şenliği yapılırdı. Yakın komşular çağrılır, yemekler yenir, eğlenceler yapılırdı. Çocuğa ilk yedi gün ebe bakardı ve buna küçük kırk denirdi. Bunun için ebeye, ebe hakkı verilirdi. Doğumdan sonra “al basmasına” karşılık tedbirler alınır, yatağın çevresine kara sicim bağlanır. Loğusa kırk gün evinden dışarı çıkmaz, çocuğu yalnız bırakmaz, dışarı çıkacaksa çocuğun ayak ucuna su, baş ucuna süpürge bırakırdı. Loğusa evine et girmez. Karşılaşan iki loğusa birbirlerine iğne verirdi. Çocuğa muska, mavi boncuk takılırdı. Çocuğun ilk dişinin, saçının çıkması, yürümeye, konuşmaya başlaması hep olay niteliğinde değerlendirilir ve birtakım uygulamalar yapılırdı. Günümüzde köylerde bu uygulamaların bir kısmı yaşarken şehirlerde büyük değişimler olmuştur. Ölüm Gelenekleri Ölüm gelenekleri kültür açısından büyük önem taşır. Zira en az değişikliğe uğrayan uygulamalara ölüm geleneklerinde rastlanmaktadır.Elazığ’da gelenekselliğini koruyan ölüm gelenekleri ölümden önce, ölüm sırasında ve ölümden sonra yapılan pratik ve uygulamalarda kültürel devamlılığın önemli unsurlarını taşır. Köylerde ve kentlerde herkes cenazeye büyük saygı gösterir. Elazığ şehir merkezinde cenaze geçerken yardıma koşmayan, saygı duruşunda bulunmayan hiç kimseye rastlanmaz. Köylerde ölüm olduğunda bütün köylü işini bırakarak hemen cenaze evine koşar. Aralarında iş bölümü yaparak kimi mezar kazar, kimi mezarda kullanılacak malzemeyi temin eder. Ölü suyunun kaynatılmasından ölünün yıkanmasına kadar bütün işleri cenaze sahiplerinden önce tamamlarlar. Taziye süresince taziye evine sırasıyla yemek pişirir getirirler. Ölü olduğu günde veya yas süresi içerisinde köyde hatta yakın bir köyde düğün, sünnet gibi törenler varsa ya ertelenir veya ölü evinin müsaadesi alınarak müziksiz olarak gerçekleştirilir. İnanışa göre akşam namazından sonra cenaze gömülmez; her halükarda cenaze namazı mutlaka kılınır. Ölen kadınsa tabutunun üzerine yeşil yazma bağlanır. Tabutun üzerine bırakılan halı ve kilim camiye bağışlanır. Defin işlemi yapıldıktan sonra topluca cenaze sahibinin evine gidilir. Hoca Yasin-i Şerif okur, taziye verilir. Ölü sahibine yakın kimseler burada kalır. Onların acılarına ortak olmaya çalışırlar. Ölünün, devrine oturma geleneği vardır. Ölen kişinin sağlığında yapmadığı veya eksik bıraktığı ibadetler için fitre dağıtılır. Taziye süresi üç gündür. Ölümün kırkıncı günü mevlit okutulur, davetlilere yemek ve helva ikram edilir. Elli ikinci gününde hatim indirilir. Ölümden sonraki ilk dini bayram karalı bayram sayılır. Arife günleri mezarlıklar ziyaret edilir. Kürsübaşı Eski Harput evlerinde kış mevsiminde kullanılan adeta soba görevi yapan özel olarak düzenlenmiş kürsü etrafında ısınmak, sohbet etmek, eğlenmek amacıyla bir araya gelinmesine kürsübaşı denilir. “Kürsübaşı” günümüzde Harput kültürünün belli bir yönünü ifade eden, çağrıştıran kelime olarak algılanır. Kürsü, “50-60 cm yüksekliğinde en küçüğünün bir yanı 60 cm den başlamak üzere 1,5 metreye kadar genişleyen dört ayaklı ve dört köşeli tahtadan yapılmış kare bir masa şeklindedir. Bazılarının yalnız üst kısmı tahta kaplı olup alt kısmı açık, Bazılarının ise altı da üstü de kapalı, yalnız alt döşemenin ortasında 30-60 cm kutrunda dairemsi oyulmuş boş bir yer vardır ki buraya mangal konulur. Kürsülerin büyüklük ve küçüklüğüne göre hususi surette saman ve yapışkan bir çamurdan yaptırılmış olan bu mangallar, kürsü ayaklarının tam ortasına konulur, etrafında ise abdest sularının ısınması için bakır ibrikler bulunurdu. Açık havada ve ekseriyetle yemek ocaklarında yakılan ağaç kömürü, ateşi carıtlarla (ateş küreği) bu mangallara konulur ve dayanmak için de üzerleri külle kapatılırdı. Bu ateş, soğuğun şiddetine göre 10-12 saat kadar kürsüyü ve kürsü başlarını hamam gibi ısıtır ve sıcak tutar. Kürsülerin üzerine, iç yüzü kırmızı renk düz ve dış tarafı ise aynı yerli bezden (çiçekli bez) hususi surette yaptırılmış büyük yorganlar örtülür. Kürsünün iki tarafı sedir diğer iki tarafına da büyük minderler konularak bu seviyeye çıkarılır. Bunların üzerine tekrar yumuşak döşek veya makatlar konulur ve üzerine tertemiz örtüler çekilir. Duvarlara gelen taraflara da sırayla yastıklar dayanır. Yumuşak minderlerin üzerine oturulur ve yastıklara dayanılır. Ayaklar bacak ve kollar bu yorgan altına sokulur, kürsü yorganı göğüslere kadar çekilir. İşte bu suretle kürsünün dört bir tarafında oturanlar vücutlarını ısıtır ve soğuktan muhafaza edilmiş olurlardı. Bazı köylerde ise dört tarafı kerpicle çevrilmiş ve yumurta ile sıvanmış , ortası boş kürsüler yapılmıştır. Bu kürsünün ortasına içi köz dolu mangal bırakılır ve üzeri kapatılırdı. Kürsünün etrafında minderler ve kürsü yorganı bulunurdu. Kürsünün kendisinden ziyade Kürsübaşı diye bilinen ve bu isimle anılan toplantılar, sohbetler, ziyafetler, yarışmalar, müzikli eğlenceler, halk hikayeleri anlatımları gibi kültür hayatımızda önemli yeri olan konuların işlenmesi ve günümüze kadar gelmesi önemlidir. Kürsübaşları geleneksel kültürel unsurlarımızın günümüze ulaşmasında önemli bir fonksiyonu olmuştur. Uzun kış gecelerinde Harputluların hemen tek eğlencesi olan Kürsübaşlarında, yaş guruplarına göre toplantılar olurdu. Kürsübaşlarında önceden karar verilmesi suretiyle sırayla her gece bir evde toplanılırdı. Her mahallede akran olan ve ruhen uyuşan insanlar bir topluluk oluştururdu. Bunlara “kol” denilirdi. Bu kollar o topluluğun liderinin ismiyle anılırdı. Bu kollar içerisinde iyi yemek yapanlar mutlaka bulunurdu. Toplanılmasına karar verilen eve tedarik edilen malzemeler önceden gönderilirdi. Evdeki kadın ve çocuklar akşam erkenden bir başka komşuya gider; evi misafirlere bırakırlardı. Yarı gecelere kadar sürecek olan eğlenceler, anlatılacak fıkralar, yapılacak şakalar hep planlanır ve gece mutlu bir şekilde tamamlanırdı. Halk oyunları şarkı ve türküler, maya ve hoyratlar; güzel yiyecekler, çeşit çeşit sohbetler Harput’un soğuk kış gecelerini ısıtır gönüller şenlenirdi. Bir daha ki toplantı ve yiyecekler de bu gecenin sonunda kararlaştırılırdı. Yemekler, meyve ve diğer yatsılıkların kimler tarafından alınacağı hususunda kura çekilirdi. Kürsübaşları, gündüzleri bütün ev halkını etrafında toplar, geceleri de varsa eğer misafirlere tahsis edilirdi. Kürsübaşlarında efsaneler, masallar, bilmeceler söylenir; latifeler şakalar yapılır, yüzük oyunları oynanırdı. Oyun sonunda kaybedenlere cezalar verilir ağır şakalar yapılırdı. Kürsübaşı geleneklerinden başka Harput’ta bütün mahallelerde “oda işletme adeti” vardı. Zengin konaklarında selamlık daireleri , orta hallilerin evlerinde ise selamlık odaları bulunurdu. Akşamla yatsı arasında buralarda toplanılırdı. Bu odaların müdavimleri hep aynı kişilerdi. Bir odanın müdaviminin diğer odaya gitmesi hoş karşılanmazdı. “Selamlık odalarında sesleri güzel kimseler tarafından Ahmediye, Muhammediye, Kısas-ı Enbiya kitapları, Emrah, Nevres külliyatından parçalar okunurdu.” Hikayeler, masallar, savaş anıları anlatılırdı. “İlim adamlarının selamlık odaları kalabalık olurdu. Müdavimleri de çoğu hocalar, Müderrisler veya mektep medrese görmüş kimselerdi.” Bu odalar adeta bir ilim yuvasıydı. Fuzuli, Baki, Nef’i, Nabi, Nedim, Sadi gibi şair ve ediplerin eserleri okunur, incelenir, yorumlar yapılırdı. Hatta bu toplantıda ezbere beyitler okunmakla kalınmaz “Fuzuliden bir beyit okuyacaksın ki son harfi “b” olsun” şeklinde sorulan sorulara cevaplar alınırdı. İşte böylesine ortamlarda adeta Kürsübaşlarında ve odalarda bir “yaygın eğitim” yapılır insanlar bilgi sahibi olurlardı. Harput insanının kadirşinaslığını, bilge kişiliğini ve musikisindeki şahsına münhasırlığını buralarda aramak gerekir.
  6. _asi_

    Elazığ Yöresel Sözcükler

    Elazığ Yöresel Sözcükler Anıkom -Annem Ayancah -Merdiven Ayınmah- Uyanmak, kendine gelmek.Farketmek,sezmek. Bir zarara uğrayacağını anlayıp önlemek Baboş -Yiğit, delikanlı,çocuk ve gençlere sevgi ifade eden hitap. Basduh -Pestil, Üzüm yada Dut şırasından yapılır. Erik ezmesindende yapıldığı olur. Bağ-nişe-erük basduğu gibi isimlere ayrılır. Bıldır- Geçen Yıl. Bibi -Hala Cısdıbıldah -Çırıl çıplak. Cıncıh- Temiz, çok temiz. Çağa -Çocuk. Çağam -Yavrum, çocuğum. Çüt- Çift, iki kişi beraber. Densüz -Akınsız, izansız, münasebetsiz. Devresü -Ertesi. Diyesin- Acaba. Diyeze/Eze -Teyze. Dönbek- Darbuka Dutunu -Dut'un çukur taş içinde dövülüp un haline getirilmiş hali. Enselemek -Kovalamak. Erçel -Yaramaz, huysuz çocuk. Erişte -Makarna gibi kesilip, çorbası yapılan kurutulmuş hamur. Eşgere- Aşikar, açık. Evermek -Evlendirmek. Eyreti -İyreti, emanet. Farşımalamat- Gizli yapılan bir işin açığa çıkması. Rezil olmak. Gakgo- Ağabey, büyük kardeş. Gakgoş -Abi, kardeş anlamında hitap. Garnağıssi- Karın ağrısı (Beddua) Garış Beddu'a. Garış vermek: Beddu'a etmek. Gaynata- Kayın baba, kayın peder. Gıggılik- Tepe, zirve, en uç yükseklik. Gırnata- Kılarnet. Gişi -Koca, eş. Gurabiye- Bisküvi, kuru pasta. Gurabiye çocuğu: Kibar, nazik. Gurut- Suyu süzülmüş yoğurtun kurutulmasıyla yapılan bir yemek malzemesi. Güvegi- Damat. Gövüllenmek -Sevdalanmak. Hımik -Burnundan, genizden konuşan. Hıllike -Giyimine özen göstermeyen. Horata- Laf söz.. Horata etmek- Laflamak. İsot- Biber İtürmüşüm- Unutmuşum. Kırtik -1- Pek az, azıcık. 2- Kullanılmakla az bir parça kalmış sabun. (Bir kırtik kalmış) Kortik- Çukur. Gumbik- Küçük tümsek. Küvre -Sünnet olan çocuğu kucalayan. Loğ -Dam toprağını şıkıştırmakta kullanılan taş silindir. Makaraları koyvermek -Topluca gülmek. Mahna -Bahane. Mezre/Mezire- Mezra, Şehir Harput'ta iken şimdiki Elazığ'ın yerinin adı. Yakın zamana kadar, Harputlular ve çevre köylüler Elazığ'a mezre veya Mezzire derlerdi. Mıkayyet olmak -Sahip çıkmak, sahip olmak. Mıhaşer/Mıkaşer- Kabuğu çıkarılmış ve iki parçaya ayrılmış kara nohut. Erişte çorbasına konulur. Mozik- Topaç. Orcik -Cevzili sucuk. Üzüm şırasından yapılan bulamaca, ipe dizilmiş ceviz badem içi dizisi birkaç defa batırılıp kurutularak yapılır. Örken -Kalın ip halat. Ösgemek- Özlemek Pırçikli- Havuç. Pirpirim -1- Semizotu. 2- Çok yaşlı yada düşkün kişi. Sufat- Surat, sima. Sitil -Bakraç, kova. Şeve- Camdan yapılmış bilezik. Şeve gırmah -Hareketli, edalı ve işveli bir şekilde oyun oynamak. Taka -Duvarda yapılmış kapaksız küçük dolap. Tavlanmah- Şişmanlamak. Tavlu- Şişman. Tevekkeli -Akılsız, saf, sehlük. Tump -İki tarla arasındaki sınır belirleyen toprak yükseklik Tosbağa- Kamlunbağa. Usulcanah- Yavaşca, sessizce. Utmah -Oyunda yada kumarda kazanmak. Utuzmah- Oyunda yada kumarda kaybetmek. Ürkütmek -1-Hayvanı korkutup kaçırmak. 2-Çalmak aşırmak. Üsgüre -Derin çorba kasesi. Yatsı Mehli -Yatsı namazı vakti. Yalavuz- Yalnız Yarennik -Şaka. Yarennik etmek -Şakalaşmak. Zokah/Zuvah -Sokak. Zurba -Kuş sürüsü. Sürü. Kalabalık..
  7. _asi_

    Elazığ Efsaneleri

    ELAZIĞ EFSANELERİ Çayda Çıra Efsanesi Elazığ halkoyunlarının incisi çayda çıra oyunu elde tabaklar ve tabaklara konan mumlarla karanlık bir mekanda başlanarak oynanır. Elazığ’ın ulusal ve uluslararası tanıtımında büyük rolü ve adeta simgesi olan bu halkoyununun doğuşu hakkında çeşitli efsaneler anlatılır. Bu efsanelerden en yaygını şöyledir: Uluovayı ortadan ayıran Harıngit çayının kıyısında kurulu bir köyde düğün vardır. Bu köyün ileri gelenlerinden birinin oğlu evlenmektedir. Yenilir, içilir, günlerce eğlenilir. Artık düğünün son gecesidir. Eğlence olanca coşkusu ve güzelliği ile devam etmektedir. Aniden ay tutulur. Bu olay pek hayra yorumlanmaz. Düğüne katılanlar bunu uğursuzluk olarak yorumlarlar. Davetliler tedirgin olur. Düğünün neşesi kaçar, coşkusu donar. Damadın annesi Pembe Hatun bu duruma çok üzülür. Ne kadar mum varsa köyde toplatır, tabaklara dizer ve orada bulunanların ellerine tutuşturur. Kendisi de başa geçerek mumların ışığında oynamaya başlar. Çalgıcılar hemen bu oyuna uygun bir müzik bulurlar. Davetliler coşar, eğlence devam eder. Böylece çayda çıra oyunu ve melodisi ortaya çıkar. İkinci efsane: Fırat’ın azgın sularının aktığı bir yerde geçer. Nehrin iki yakasına yerleşen iki Oğuz boyundan iki genç, birbirlerini delice severler. Kız geceleri ışık yakarak oğlana yol gösterir. Böylece ışığı takip eden genç girdaba kapılmadan yüzerek karşı kıyıya çıkar. Bu gizli buluşmayı fark eden kızın babası bir gece kızının yaktığı ışığı söndürür. Suyun ortasında kalan genç yolunu bulamaz, girdaba kapılarak boğulur. Kız, oğlanın kıyıya çıkmadığını görünce o da kendisini sulara atar. Nehrin her iki yakasındaki köylüler meşaleler yakarak suda kaybolan gençleri ararlar, ama bir türlü bulamazlar. Bu hazin olayın sonucunda çayda çıra oyununun doğmuş olduğunu söyleyen araştırmacılar, figürlerin bir arama motifi olduğundan bahsederler. Bu konuda merhum Fikret MEMİŞOĞLU bir yazısında Orta Asya Türkleri’nin çıra yakma geleneğinin Harput’ta korunup yaşatıldığını söyler. Bugün Elazığ’da güvey ve gelinin misafirlerin huzuruna çıkartılması ve güvey gezdirilmesi geleneğinin yerine getirilmesi esnasında bu oyun oynanmaktadır. Arap Baba Efsanesi Harput’ta Alaca mescidin sol tarafından bir iki metre aşağı indikten sonra kayalar üzerinde küçük bir kapı görülür. Bu Arap Baba türbesinin kapısıdır. Türbe dikdörtgen şeklindedir. Zeminin tam ortasında yeşil kumaşla örtülü tahtadan bir sanduka içerisinde Arap Baba’nın cesedi bulunur. Cesedin başı yoktur. Sonradan buraya kesik bir baş konmuşsa da kesik başın cesetle hiç bir ilgisinin olmadığı görülür. Bütün uzuvlarıyla olduğu gibi varlığını sürdüren cesedin göğüs ve karnı nispeten çökmüş, özellikle el ve ayakları tırnaklarına varıncaya kadar şaşılacak bir biçimde sağlamdır. Cesedin uzun zaman mumyalanmış olduğu ifade edilmişse de bu konuda yapılan çalışmalarda sağlıklı bir sonuca varılamamıştır. Arap Baba hakkında pek çok efsane anlatılmaktadır. Bunlardan en fazla söyleneni şöyledir. Harput ve yöresine bir yıl yağmur yağmaz. Kuraklık ardından kıtlık kapıya dayanır. Halk perişandır. Alacalı mescidin yakınlarındaki bir evde Selvi adlı yaşlı bir kadın rüyasında Arap Baba’nın başı kesilipte bir dereye atılırsa yağmur yağacağını görür. Yaşlı kadın önceleri buna pek bir anlam veremez. Ancak aynı rüyayı üç gece üst üste görünce karar verir ve bir gece Arap Baba’nın cesedinin başını gövdesinden ayırır. Kesik başı dereye atar. Gerçekten de yağmur yağmaya başlar. Ama ne yağmur... Yağmur değil adeta tufan. Dereler coşar, her yanı sel basar ve bir türlü dinmek binmez. Yağmuru dört gözle bekleyen insanlar bu sefer de bu felaket karşısında muzdarip olurlar. Selvi kadın rüyasında Arap Baba’nın kesilen başı yerine konulursa yağmurun dineceğini görür. Arar, bir kesik baş bulur, yerine koyar yağmur durur. Harputlular bu olay üzerine Selvi kadının korkunç bir hastalığa yakalanarak günlerce ızdırap çektiğini sonra da öldüğünü söylerler. Arap Baba hakkında başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerin bazılarına göre bu zat bir Selçuklu komutanıdır. Kimilerine göre ise Arabistan’dan Harput’a gelerek orada çobanlık yapan ermiş bir kişidir. Arap Baba türbesi, bugün halkın ziyaretine açıktır. Yurdumuzun dört bir tarafından ve yurt dışından gelen misafirler mutlaka bu türbeye uğrar, ziyaret ederler. Harput Kalesi (Süt Kalesi) Efsanesi Harput kalesinin bir adı da “Süt Kalesi”dir. Bu kaleye Süt Kalesi denmesinin ilginç bir hikayesi vardır. Kalenin temelleri atılır. Kale duvarları yükselmeye başlar. Ancak o yıl başlayan su kıtlığına bir çare bulunamaz. Aynı yıl bu su kıtlığının aksine hayvanların sütleri oldukça boldur. Zamanın hükümdarı emir verir. Harç için süt kullanılacaktır. Hayvanlar sağılır. Harç süt ile karılır, kale tamamlanır. Diğer bir efsaneye göre ise kalenin pek çok dehlizi vardır. Bu dehlizlerden birinde güzellerden güzel bir kız yaşarmış. Ancak büyülü olduğundan sürekli kendisi için yaptırılan bir altın köşkte uyumaktaymış. Yalnız her yıl bir kez uyanır “Süt Kalesi yıkıldı mı? Katırlar kuzuladı mı? (yavruladı mı ?) Dere hamamının yerinde yeller esiyor mu? Diye sorar, sonra yeniden uykuya dalarmış. Eğer bu sayılanlar gerçekleşirse Harput yıkılacak, kıyamet kopacakmış. Bazı kişilerin bu kızın sesini duyduğunu da kulaktan kulağa söylenir. Ejderha Taşı Efsanesi Bu efsaneyi de Elazığlı değerli yazar şeyhül muharririn Ahmet KABAKLI’dan dinleyelim,Ejderha ne demektir çocuklar? Siz de bilmezsiniz ben de... Başkaları da pek bilmezler.İnsana benzer güzel bir yılanın irisi diyenler var. Yontma-taş devirlerinde ilk atalarımızın mağaralarında boy gösteren Mamut gibi bir kocaman yaratık diyenler de var. Onu yılanlar prensesi Şahmaran’ın oğlu veya babası diye tanıtanlar da oluyor.Ben ejderhayı bilmem, siz de bilmezsiniz. Fakat, ana babalarımızın dilinde kullanılıp yaşatıldığına göre, daha çok hayallerde peydah olmuş, gerçek değil de “kuramsal” mahluklardan olsa gerek. Ejderhayı bana sormayın, bende size sormayayım, çünkü canlılar arasında yeri yoktur. Ama siz bana, Ejderhayı nasıl hayal ettiğimi, nasıl tasarladığımı sorarsanız, bunu anlatabilirim. Siz de böyle şeylerin zihninizde nasıl biçimlendiğini yazmaya, çizmeye, anlatmaya, çalışırsanız, iyi olur. Sakın, tasavvuru ve hayali yabana atmayın. Çünkü bildiğiniz bilmediğiniz masallar, romanlar, filmler tablolar, anıtlar, hep hayal gücünden meydana gelmişlerdir. “Sanat eseri” dediğimiz tılsımlı şeyler, çocuklukta gelişen hayal dünyamızın verimleridir. Bana sorarsanız Ejderha hiç de korkutucu, ürkütücü değildir; kocaman, iri ama çok sevimlidir. Hatta köpek, kedi yavruları gibi onun da koca gövdesiyle yere sırt üstü yatıp yuvarlanarak çocuklarla şakalaştığını düşünmekten zevk alırım.Gözleri eşeklerin gözleri gibi munis gelir bana. Tüyleri kuzu tüyü yumuşaklığındadır. Geceleri rengarenk olur ejderha ve uzaktan ışıl ışıldır. Yavruları da vardır Ejderha’nın. Onları emzirir, okşar ve yalar. Bazen insan gibi konuştuğunu güldüğünü, ağladığını hatta elbise giyip dolaştığını bile hayal ederim.Şimdi bunları söylüyorum ama, çocukluğumda ejderhadan çok korkardım. Daha doğrusu, ejderhadan değil de Ejderha Taşı’ndan korkardım.Neydi Ejderha Taşı? Bakın anlatayım: Bugünkü Elazığ’ın aslı ve atası olan Harput’u bilirsiniz. Çocukken biz kartal yuvasına benzeyen, çok camili ve çok türbeli, Harput’ta otururduk. Yazlarımız ise Harput yakınındaki “Göllü Bağ” denilen bol dutlu, elmalı, üzümlü bahçemiz de geçerdi. Babamı, henüz tanıyacak yaşa gelmeden kaybetmişim. Annem, kardeşimle bizim ellerimizden tutar, bizi Harput’tan Göllübağ’a götürürdü.Tabi o zamanlar araba yok, otobüs yok. Varsa bile şehirlerde tek tük görünürdü. Fakir olduğumuz için hayvana binemezdik. Varsa varsa, ağır yüklerimizi taşıyan bir tek eşeğimiz olurdu. Bu yüzden yaya gelirdik Göllübağ’a, dört kilometrelik yol, çocuk adımlarımızla iki saat sürerdi. Ama ben, çevre yanı yeşiller, bol katırtırnakları, keşişkelleleri, sütlügenler, kevenler, kengerler, dağ reyhanları, ahlat ve aluç ağaçları dolu bu yolu çok severdim. Yürümek canıma minnetti. Ayrıca pınarlar vardı ki taştan çardakları andırırlardı. Temmuz sıcağına serinlik ve ıslaklık katan bu pınarlarda yolcular dinlenir, azıklarını yerlerdi. Yalaklarından hayvanlar ağır ağır su içerlerdi.... İşte bu yolun başladığı bir yassı tepe üzerinde, Harput’a bakar gibi sırtı ve başı havaya kalkmış, devimsi kara bir taş vardır. Kendisi toprağa gömülmüş de, sırtı, boynu ve ayağı açıkta kalmış, yürüyüş halinde bir dev-hayvan heykelini andıran bu kocaman görüntünün, iki yanında da tıpkı kendine benzer, ikişer yavrusu bulunur. Annem, herhalde bizi yutar korkusundan olacak, bu büyük ve küçük taşların üstüne çıkmamıza izin vermezdi: -Bu Ejderha Taşı’dır derdi. -Ne demek ana Ejderha Taşı? -Oğlum, bu gördüğünüz şey vaktiyle ifrit bir ejderha imiş; yanındakiler de onun yavruları. Bak görüyor musunuz, Harput’un üzerine doğru yürüyorlar! O eski zamanlarda meğer Harput’u yutmaya gelirlermiş de, şehirde herkes korkmaya başlamış. Bunun üzerine, ağzı dualı, gönlü temiz, çok okumuş Allah’a yakın adamlar, şu karşıdaki, Eğri Minarenin yanında görünen Süt Kalesi’nin mescidine çıkmışlar. Alın koyup namaz kılmışlar ve hep bir ağızdan halka dua, bu canavara da beddua etmişler ki, olduğu yerde kalsın. Harput’u yutmasın... Kurban olduğum Allah, işte o ulu kişilerin dualarını kabul etmiş de, bu ejderha ile yavruları hemen şuracıkta taş kesilmişler! Siz de sakın bu yerlerde, bu millete, bir eğrilik, bir kötülük etmeyin ha! Allah sizi de taş yapar!.. Anam, bu Ejderha ile yavrularının, gerçekten taş kesildiklerine ve yanında durduğumuz siyah kayaların, onların vücudu olduğuna inanırdı. Çünkü bu şehrin, bu dağların, bu efsane ve inançların çoğu idi. Gençti de. Annesinden, çevresinden ne duymuşsa onu anlatıyordu. Ama bizim gözlerimizin yuvarlandığını ve korkmaya başladığımızı görünce hemen sesini yavaşlatır: -Allah onu taş yapmış ama, kim bilir ne kadar eskiden... Sonra, çok büyük fenalık yapacakmış, camileri ve insanları toptan yutacakmış da ondan taş yapmış Rabbim. Siz korkmayın! Allah’ım size kıymaz. Hiç de taş olmazsınız! Derdi ve sanki taş kesilmemizi önlemek isteyen bir çabuklukla gelir, boynumuza sarılır beni ve kardeşimi öperdi., Zamanlar geçti, Ejderha Taşı’ndan korkmaz oldum. Hatta bu asrın dev kamyonlarını, silahlarını, tanklarını, uçaklarını onların ölüm saçan, yıkan kazalarda insanlar parçalayan vahşetini gördükçe eski zamanın o ejderhaları bana çok da munis, afacan, yaramaz ve sevimli gelmeye başladılar.Ama, bu Ejderha Taşı efsanesinin bende uyarttığı dersi anamın anlattığı şeylerin hikmetini, hiç bir zaman unutamamış, yalana ve hafife almamışımdır. O yüzden hala inanırım ki: Güzel yurdumuza fenalık yapmaya, onu yutmaya, sömürmeye veya elimizden almaya gelenler veya kalkışanlar, temiz huylu, yüce ruhlu milletimizin duaları ile taş kesilirler; gayretleri ve savaşları ile perişan olurlar. FETAHMET BABA EFSANESİ : Hazrete dil uzatanlar hakkında bazı rivayetler söylenir durur. Bunlardan birisi en müsbetini yazmaya çalışacağız. Harput'un ilk kaymakamıŞevki bey akşamcıydı ve ehl-i keyf bir zattı. Bir yazı geçirmek üzere Fatih Ahmet civarında Hacı Hilaloğullarının bahçelerinden bir bahçe kiralamıştı. Cuma günleri dostlarından bazılarıda bahçeye gider, orada demlenir ve eğlenirlerdi. Yine böyle bir günde biraz demlendikten sonra ağaçları, kapalı olan manzarası, Şevki Bey'in alkol ile neşelenen ruhunu sıkmış olacak ki, ayağa kalkmış ve etrafta dolaşmaya başlamış, karşıda türbenin tam alt tarafında derenin kenarında yeşil bir düzlük görünce kilimlerin, şiltelerin ve rakı sofrasının buraya nakledilmesini emretmiş. Fakat, misafirlerden birisi türbeyi göstererek oraya pek yaklaşmayalım demişse de Şevki Bey buna aldırmamış ve müstehzi bir şekilde emrini tekrarlamış. Yemişler, içmişler, eğlenmişler ve geç vakit dağılmışlar. Ertesi sabah Şevki Bey, yatağından kalktığı zaman çenesinin eğrilmiş olduğunu ve bir kelime dahi konuşamadığını hissedince bundan çok müteessir olmuş. Kasabada ve Elazığ'da bulunan tüm doktorlara muayene edilmişse de yapılan tedavilerhiç bir semere vermeyince bu darbenin nereden geldiğini hemen anlamış. Bir kaç gün evinden çıkmamış ve sonra Fatih Amet'e giderek türbeyi ziyaret ve af dilemiş. Türbeyi ve yanındaki mescidi tamir, önünde sahaya tasviye ettirerek, türbenin önünde bir çeşme yaptırmış, su getirmiş ve ağaçlandırmış. Bu hizmetlerin karşılığını da az zaman sonra çenesinin düzelmesiyle görmüş. Bu hadiseyi, Harput'ta bilmeyen ve işitmeyen yoktur. Vaktiyle nahiye müdürü Harput'taki ziyaretleri (türbeleri) kilitlemiş ve ve ziyaret edilip dilek edilmesini yasaklamıştı. Bu nahiye müdürünün de çenesi eğilmiş felç geçirmiş tekrar türbeleri açtırmıştır. Bu sırada Fatih Ahmet türbesinin kapısı hiç kilit tutmazmış. Görevliler kilitleyip gider, ziyaretçiler geldiklerinde görürmüşlerki kapı açık. Buda ayrı bir keramet olarak kabul edilir. GÖLCÜK Efsanesi - 1 : Gölün yerinde eskiden büyük bir şehir varmış. Şehre dilenci bir kadın gelmiş. Belki de bu Cenab-ı Allah'ın gönderdiği Hızır A.S. mış. Tuz istemiş, sadece bir evden bu kadına tuz vermişler. Kadın da orada beddua etmiş: ''İnşallah, bu gece sabaha kadar şu evin dışında evleriniz su keser'' Hakikaten de orası sabahleyin su kesmiş, suyun içinde sadece bir ev kalmış. Dilenciye tuz verdiği için o evi su kesmemiş. GÖLCÜK Efsanesi 2 : Gölün ortasındaki kilisenin papazı, gündüzleri kiliseden çıkar, arazisini gezermiş. Harman zamanı harmanını çıkarır, akşamlan geç vakitlerde kiliseye geri dönermiş. Papazın çok güzel bir kızı varmış. Kıyı köylerdeki bir Türk gencine aşık olmuş. Delikanlı geceleri yüzerek kiliseye gelir, kızla buluşurmuş. Oğlan, kıza: ''Gece pencereye bir mum bırak; ben uzaktan ışığı görüp geleyim'' diye tembih etmiş. . Bu iş uzun boylu böyle devam ettikten sonra, yöre halkı tarafından duyulmuş. Papaza demişler ki: ''Yahu, senin kızın bir Türk delikanlısı ile geceleri buluşuyor, aşk yapıyorlar'' Papaz yine tarlasına gitmiş; gece biraz geç dönmüş. Gelmiş ki hakikaten kızı pencereye mum koymuş. Papaz gidip mumu oradan kaldırmış. O sıralarda aşığı kızla buluşmak için suda imiş. Adayı karanlıkta bulamamış. Dolaşmış, dolaşmış; nihayet yorgun düşerek suda boğulmuş. Kız sabaha yakın bir zamanda oğlanın gelmediğini görünce, hemen yatağından kalkmış ''seslenirsem belki canlı olarak kurtarabilirim'' diye düşünmüş. Kiliseden uzaklaşmış. Geri dönerken kaybolmuş. İkisi birden gölde boğulmuşlar. Bunların dünyada bitmeyen aşk oyunları, suyun altında devam etmekte imiş.
  8. _asi_

    Elazığ Mutfağı

    ELAZIĞ YEMEKLERİ HARPUT EKMEK TATLISI ( TAŞ EKMEĞİ) MALZEMELER : 6 adet yumurta, süt, un, tuz, yağ ve şeker. YAPILIŞI : - Süt veya su, un ile karıştırılarak hamur yapılır. - Bu hamurun içerisine yumurtalar kırılıp iyice çırpılır. - Sacın üzerine sıvık hamur bir tasla dökülerek pişirilir. - Pişen ekmeğin üzerine yağ ve şeker sürülerek servis yapılır. HARPUT KÖFTE MALZEMELER : 1 kg yağsız kıyma 1 orta boy ince kıyılmış kuru soğan, et ölçüsünde ince bulgur, bir avuç yarma, 1 yumurta, salça, tuz, baharat, isteğe bağlı maydonoz ve reyhan. YAPILIŞI : - Bütün malzemeler büyük bir leğene konulur. -Et, soğan ve salça çiğköfte gibi yoğrulur.Daha sonra yavaş yavaş bulgur yoğrularak ete dahil edilir.Yoğrulurken bulgurun yumuşaması için ara sıra su serpilir. - Bulgur ve et dağılıncaya kadar yoğrulur - Fındıktan biraz büyük parçalar bölünür. - Başparmakla işaret parmağı arasında sıkıştırılarak tek tek tencereye dökülür. - Ayrıca bir tencerede kaynayan yağlı ve salçalı suya katılarak pişirilir. İÇLİ KÖFTE MALZEMELER : 1 kg yağsız kıyma, 500 gr yağlı kıyma, (içinde kullanılır), 1 kg bulgur (ince), 4 baş soğan, 100 gr ceviz ve 1 paket margarin (125 gr) veya sıvı yağ, 1 demet maydanoz, karabiber, 1 kaşık salça, 1 yumurta. YAPILIŞI : - Soğan küçük küçük doğranır,kıyma margarinle beraber orta dereceli ateşte kızartılır. - Bir kaşık salça ilave edilerek karıştırılır.Maydanoz, karabiber ve ceviz içi dökülerek tekrar karıştırılıp ateşten alınır ve donmaya bırakılır. . DIŞI - Yağsız kıymaya tuz atılarak biraz yoğrulur.Hafif sulandırılan kıymaya bulgurun tamamı ilave edilip yumurta kırılarak iyice yoğrulur. - Ceviz kadar parçalar alınarak daha önce hazırlanan iç harçtan parmak yardımıyla açılan köftelerin içine birer kaşık konularak kapatılır. - Köfte yapımı bitince genişçe bir tavaya margarin veya sıvı yağ konup eritilir, bir kaşık salça konularak karıştırılır, buna bir litre su konup kaynatılır. - Kaynayan salçalı suya köfteler tek sıra dizerek on dakika pişirilir. - Sıcak olarak servis yapılır. GÖMME MALZEMELER : 1500 gr un (kepekli un), 750 gr kıyma veya kavurma, 200 gr ceviz, 100 gr tereyağı,bir miktar pul biber ve tuz. YAPILIŞI : - Kepekli una bir miktar su ilave edilerek kulak memesi yumuşaklığında hamur yapılır. - Ayrı bir kapta kıyma veya kavurma bir miktar kavrulur. - Soğan küçük küçük doğranarak yine ayrı bir kapta kavrulup su ilave edilerek hafifçe pişirilir. - (Pembeleşmeyecek şekilde) soğan,kavrulan kıymaya veya kavurmaya eklenerek isteğe bağlı olarak pul biber katılır. - Ceviz havanda dövülür. - Fırın tepsisinin altı yağlanır.Daha önce hazırlanan hamurdan yumurta büyüklüğünde parçalar alınarak serilir. - Üzerine hazırlanan kıyma veya kavurma soğanlı harçtan yapılır.Harçın üzerine bir yufka daha serilip bu yufkanın üzerine ise dövülmüş ceviz serilir. - Böylece bir harçlı, bir ceviz olmak üzere 25-30 adet olacak şekilde hazırlanır. - En üste gelecek yufka biraz kalınca açılıp yayıldıktan sonra üzeri hafifçe yağlanıp bıçakla ortadan ikiye bölünerek fırına atılır , altı ve üstü kızarınca fırından çıkarılıp en üsteki kalın yufka kaldırılır. - Çatalla kazınarak tabağa konulmadan tepsi içerisinde servis yapılır. ERISTE ÇORBASI MALZEMELER: -1 Kase eriste -1 bas sogan -1 kasik margarin -Salça, tuz ve nane YAPILISI: -Bir tencereye sogan küçük küçük dogranir, bir kasik margarin veya kavurma konularak orta ateste pembelestirilir. -Salça ilave edilip 4 kase su konularak kaynatilir. -Eriste döküldükten sonra 15 dakika pisirilir. -Ocaktan alindiktan sonra bir tutam nane atilip tencerenin kapagi kapatilir ve 10 dakika sonra servis yapilir. KOFIK DOLMASI MALZEMELER: -25'er adet kofik (kurutulmus dolmalik biber ve patlicanin mahalli adi) -750 gr Pirinç -5 adet kuru sogan -2 su bardagi zeytinyagi -Yeteri kadar tuz -Karabiber, kirmizi biber -7 türlü bahar -Kus üzümü ve nane YAPILISI: -Kofikler sicak suda haslanir. -Ayri bir tencerede ince ince kiyilan soganlar pembelesince -Yikanmis pirinç ve diger baharat ve tuz karistirilarak kavrulur. -Pirinç ölçüsü ile bir ölçü su ilave edilerek suyunu çekene kadar pisirilir. -Bu pilav haslanan kofiklerin içerisine doldurulur. -Bir ölçü suyla da kofikler pisirilir KURUTLU ÇORBA MALZEMELER: -3 Adet büyük kurut, -Eriste, -Nane, -Yag ve tuz. YAPILISI: -Kurut ilik suda ezilerek ayrana dönüstürülür. -Eristeler makarna gibi haslandiktan sonra süzülerek genis bir kaba alinir. -Hazirlanan ayran ateste devamli karistirilarak iltilir. -Haslanan eriste ilitilan ayran üzerine ilave edildikten sonra -Ayri bir kapta yagla nane kavrulup üzerine dökülür. -Servis yapilir. PESTILLI YUMURTA MALZEMELER: -2 Kalip dut pestili, -1 kasik margarin veya tuzsuz tereyagi, -3 adet yumurta, YAPILISI: -Pestiller küçük parçalara bölünerek ilik suda 5 dakika bekletilip süzgece dökülür. -Süzgeçten alinan pestiller temiz bir bezin arasina konularak suyu alinir. -Bir tavaya margarin veya tereyagi konup eritilir. -Pestiller yagin içerisine dökülerek 5 dakika kavrulur. -yumurtalar tek tek pestilin üzerine kirilarak karistirilir. -Yumurtalarda pisince ocaktan indirilir ve servis yapilir. BAKLAVA MALZEMELER: Yeteri kadar un, nisasta ve ceviz içi 1 paket sanayagi 1 adet yumurta 1 kase yogurt , 1 çay kasigi karbonat Yarim su bardagi yag YAPILISI: 1.Yumurta, yogurt ve sivi yag karistirilarak içerisine yeteri kadar un konulup karbonat ilave edilerek yumusak bir hamur yapilir. 2.Hazirlanan hamur topaklara ayrilarak nisasta ile açilir.Tepsi yaglanarak yufka serilir.Yufkanin üzerine havanda dövülmüs ceviz serpilir.Bu isleme yufkalar bitene kadar devam edilir. 3.Yufkalar bittikten sonra istenilen sekilde kesilerek üzerine , bir paket sanayagi eritilip iyice kizartildiktan sonra dökülür ve kizgin firinda kizartilir. 4.Kizartma islemi tamamlandiktan sonra sogutulur ve hazirlanan surup sicak olarak üzerine dökülür. DILBER DUDAGI MALZEMELER: Yeteri kadar un 2 adet yumurta 1 çay bardagi süt ve sivi yag 1 paket margarin Nisasta ve ceviz YAPILISI: 1.Bir tepsi içerisine un , yumurta , sivi yag ,süt ve nisasta konulup birlikte yogrularak yumusak bir hamur hazirlanir. 2.Hamur yirmi parçaya bölünerek yufka açilir.Bu yufkalar üst üste konarak su bardagi ile kesilir.(agiz tarafi ile) 3.Kesilen yufkanin içine dövülmüs ceviz konarak dudak seklini alacak sekilde katlanir.Üzerine margarin eritilerek dökülür ve firina atilarak 20 dakika kizartildiktan sonra hazirlanan surubu ilave edilip servis yapilir. DOLANGER MALZEMELER: 1 çay bardagi yogurt , 1,5 su bardagi su 1 yumurta , 50 gr sanayagi 1 çay kasigi kabartma tozu ,bir miktar tuz Dövülmüs ceviz , 1 fincan zeytinyagi Açmak için nisasta ve un NOT:Serbet için 6 su bardagi seker , 5 su bardagi su , 6 damla limon YAPILISI: 1.Malzemelere göre yumusak bir hamur yogrulur. 2.Hamurdan ceviz büyüklügünde yumaklar yapilir.Her yumak oklava yardimiyla yufkaya dönüstürülür. 3.Yufka ortadan ikiye kesilip üzerine dövülmüs ceviz serpilir. 4.Yufka yuvarlak kenarindan oklavaya sarilip yuvarlanir.Oklava üzerinde el yordamiyla iki taraftan hafif sikistirilir ve yaglanmis tepsiye dizilir. 5.Her yumak için ayni islem uygulanir. 6.Tepsi dolduktan sonra sivi yag dökülüp firinda kizartilir.Firindan çiktiktan sonra serbeti verilir. GÜL TATLISI MALZEMELER: -Yeteri kadar un -Sivi yag -Karbonat , seker ve ceviz YAPILISI: 1.Un ile sivi yag karistirilarak iyice yogrulur.1 çay kasigi karbonat ilave edilerek tekrar yogrulur. 2.Elde edilen bu hamur yufka seklinde açilir.2,5 santim genisliginde seritler halinde kesilir.Bu seritlere gül sekli verilerek bir kapta kizgin bir sekilde ortasindan çatalla tutularak kizartilir. 3.Önceden hazirlanan soguk surubun içerisine atilip bir süre bekletilir.Üzerine ceviz , findik , fistik ve benzeri seyler dövülür , üzerine serpilir. HALBUR HURMASI MALZEMELER: Yeteri kadar un 1 çay bardagi yogurt 1 adet yumurta Yarim çay bardagi süt ve zeytinyagi 1 çay kasigi karbonat ve tuz 2 çorba kasigi seker YAPILISI: 1.Malzemelerin hepsi karistirilarak kulak memesi yumusakliginda bir hamur hazirlanir. 2.Hazirlanan hamur ceviz büyüklügünde parçalara bölünerek üç parmagin ve halburun izi çikacak sekilde yuvarlak sekle getirilir. 3.Bu sekle getirilen hamur bol ve kizgin yagda kizartilir ve önceden hazirlanan surubun içerisine atilir. 4.Daha sonra servis tabagina alinip istege bagli olarak süslendikten sonra servis yapilir. 5.Surubun Yapilisi:1 su bardagi seker 1 su bardagi suya katilarak 10 dakika kadar kaynatilarak yapilir. HESÜDE MALZEMELER: 7 kasik nisasta 1 litre su , yarim paket margarin , yarim paket tereyagi Yeteri kadar toz seker 1 paket fistik , bir miktar rendelenmis çikolata YAPILISI: 1.Nisasta , bir litre suda bir su bardagi sekerle birlikte bir kabin içerisinde karistirilarak eritilir. 2.Margarin (tuzsuz tereyagi) genisçe bir tavada eritilir.Daha önceden hazirlanan nisasta , yagin içerisine dökülerek kisik ateste kati hamur kivamina gelene kadar karistirilip pisirilir. 3.Atesten alip tabaklara konulup yaga batirilan kasikla düzeltilip üzerine dövülmüs fistik ve rendelenmis çikolata serpilir. 4.Ilik veya sogukken servis yapilir. PEYNIRLI KADAYIF MALZEMELER: 1 kg. tel kadayif 1,5 kg. toz seker 250 gr. taze tuzsuz beyaz peynir 200 gr. margarin veya tereyagi YAPILISI: 1.Tel kadayif bir tepsinin içerisine konularak eritilen margarin veya tuzsuz tereyagi kasikla üzerine serpistirilir. 2.Iyice karistirilip ovulur baska bir tepsinin alti yaglanarak kadayifin yarisi tepsiye dösenir. 3.Bir tepsinin alti yikanip kurulandiktan sonra dösenmis kadayifin üzerine tersiyle bastirilip döndürülerek sikistirilip düzeltilir.Tuzsuz peynir çok ince dilimlere ayrilarak dösenmis olan kadayifin üzerini kapatacak kadar bir sira dizilir. 4.Geri kalan kadayif peynirin üzerine serilerek düzeltilip sikistirilir.Kizgin firinda pisirilip sogumaya birakilir. 5.Serbetin yapilisi:1,5 kg. sekere 2,5 litre su konulup 45 dakika kaynatilir.2 kasik limon suyu ilave edilip iki tasim daha kaynatilip atesten alinir.10 dakika sonra dilimlenmis peynir kadayifin üzerine tamami dökülüp soguduktan sonra servis yapilir. UN HELVASI MALZEMELER: 2 paket sanayagi 1 kase toz seker 1 kase un 2 kase süt YAPILISI: 1.Yag eritilip un katildiktan sonra 45 dakika kavrulur. 2.Seker ile sütü birbirine karistirarak sekerin erimesi saglanir.Daha sonra hazirlanan sekerli süt kavrulan una katilarak karistirilir. 3.Un sütü çekene kadar düsük ateste kavrulur ve ocaktan indirilerek dinlenmeye birakilir. ZERDE MALZEMELER: 1 çay bardagi kiriksiz iyi cins pirinç 2 su bardagi toz seker 1 kasik nisasta 5 su bardagi su Üzerine;findik,fistik,üzüm,nar tanesi, tarçin tozu,agartilmis badem,zerdeçal YAPILISI: 1.Bes bardak su içerisine yikanmis pirinç katilir.Pirinç taneleri yumusayincaya kadar haslanir.Sekeri katilir,tekrar kaynatilir. 2.Evvelce suda islatilip ,eritilmis zerdeçal (sicak suda eritilerek kullanilir) haslanan pirince dökülür.Kaynamaya birakilir. 3.Kaynamakta olan zerdenin içerisine suda ezilmis bir kasik nisasta ilave edilerek tekrar bir iki tasim kaynatilir. 4.Pismesi tamamlanan zerde servis kaselerine alinir.Üzerine dövülmüs findik , dövülmüs fistik ,agartilmis dövülmüs badem , tarçin tozu , nar taneleri , kaynatarak kabartilmis kusüzümü vs. ne istenirse serpistirilir.Arzuya göre gülsuyu da konur. AYRANLI ÇORBA MALZEMELER: -1 Kg Yogurt -1 Kase dögme, -1'er Çay Bardagi Nohut, -Fasülye, -1 Kasik Un, -1 Adet Yumurta, -Yeteri Kadar Nane, -Yarpuz ve Tuz YAPILISI: -Dögme, nohut ve fasülye ayiklanip yikandiktan sonra, 4 kase suda 40 dakika kadar kaynatilir.(Suyunu çekene kadar) -Yogurt 2 ölçü su ile sulandirilarak içine yumurta konularak çirpilir. -Bir kasik un ilave edilerek karistirilir. -Pismis olan dögme, fasulye ve nohut karisimina ayran ilave edilerek kaynayana kadar yaklasik 25 dakika kaynatilir. -Nane veya yarpuz ilave edildikten sonra servise sunulur. DILIM DOLMA MALZEMELER: -500 Gr. yagsiz kiyma, -750 Gr. ince bulgur, -1 bas kuru sogan, -3 ortaboy patlican, -3 adet yesil biber, -4 adet iri domates, -2 çay bardagi sumak, -Yeteri kadar margarin, -Salça, -Tuz ve karabiber. YAPILISI: -Tencereye yarim sana yagi konulup eritilir. -Bir kasik salça ilave edilerek ocaktan alinir. -Bir kabin içerisine çok küçük dogranan sogan ,kiyma,kirmizi biber,tuz ve bulgur ilave edilerek az su ile yogrulup bir kenara toplanir. -Patlicanlar önce yuvarlak olarak 4-5'e bölünür. -Daha sonra bölünen patlicanlar dikdörtgen seklinde 1cm.kalinliginda kesilir. -Domates ile biber de yemeklik seklinde dogranir. -Yogrulan kiymadan küçük parçalar alinarak avuç içinde sikilir harci hazir olan tencereye dizilir. -Üzerine patlican,domates ve biber serpistirilir. -Kiyma bitene kadar bu isleme devam edilir. Kiyma bitince sicak su ilave edilerek pisirilir. -Ocaktan indirmeden sicak suya konularak sumak süzülerek bir tasim daha kaynatilir ve ocaktan alinarak servis yapilir. ESKILI KÖFTE MALZEMELER: -500 gr kiyma, -500 gr patlican, -250 gr yesil biber, -1 çorba kasigi margarin, -1 çorba kasigi salça, -1 bas sogan, -1 demet maydonos, -Yeteri kadar tuz ve kirmizibiber, YAPILISI: -Ince kiyilan sogan ,tuz, kiyma,bulgur ve salça karistirilarak 5 dakika yogrulur. -Yogurulan karisim parça parça yuvarlatilarak köfteler yapilir. -1 Çorba kasigi yagda ince kiyilmis sogan pembelesince salça ilave edilir. -Daha sonra 1 litre su ilave edilerek kaynatilir. -Ayri bir kapta 2 çorba kasigi sumak yarim litre su ile kaynatilip süzülür. -Diger tarafta kaynayan suya köfteler atildiktan sonra sumakli su üzerine dökülür. -20 Dakika kadar pisirildikten sonra servis yapilir. GAYGANA MALZEMELER: -1 Yemek kasigi yogurt, -2 Adet yumurta, -Yeterince un, -Karbonat, tuz ve yag, YAPILISI: -Yumurta, yogurt, tuz, karbonat, ve alabildigince un konulup çirpilir. -Diger tarafta kizdirilmis yaga hazirlanmis olan karisimdan kasik kasik dökülüp kizartilip, -Servis yapilir. GINDIK KÖFTE MALZEMELER: -1 ölçü bulgur, -1 ölçü kaynatilmis su, -Orta boy iki bas kurusogan, -3 yemek kasigi un, -1 çay kasigi tuz, -Maydanoz, -Yeteri kadar tereyagi, -1 yemek kasigi domates salçasi. YAPILISI: -Bulgur,tuz kaynatilmis su ile isitilip 15 dakika bekletilir. -Islatilan bulgura un karistirilip iyice yogrulur. -Findik büyüklügünde parçalar alinarak yuvarlanir. -Tuzlu suda 10 dakika haslandiktan sonra köfteler sudan çikarilir. -Kuru soganlar küçük küçük dogranir ve tereyaginda pembelesinceye kadar kavrulur. -Bu karisima salça ilave edilir. -Daha önce haslanan köfteler hazirlanan sosun içerisine dökülerek karistirilir. -Üzerine ince ince kiyilmis maydanoz serpilerek servise hazir hale getirilir. GÖMBE MALZEMELER: -1.5 Kg. un, -750 Gr. kiyma veya kavurma, -200 Gr. ceviz, -750 Gr. sogan, -100 Gr. tereyagi, -Bir miktar pul biberi, -Tuz. YAPILISI: -Kepekli un'a bir miktar su ilave edilerek kulak memesi yumusakliginda hamur yapilir. -Ayri bir kapta kiyma veya kavurma bir miktar yagda kavrulur. -Sogan küçük küçük dogranarak yine ayri bir kapta kavrulup su ilave edilerek hafifçe pisirilir. -Sogan, kavrulan kiymaya veya kavurmaya eklenerek istaga bagli olarak pul biber katilir. -Ceviz havanda dövülür. -Firin tepsisinin alti yaglanir. Daha önce hazirlanan hamurdan yumurta büyüklügünde parçalar alinarak yufka açilip tepsinin altina serilir. -Üzerine hazirlanan kiyma veya kavurma soganli harçtan yayilir.Harcin üzerine bir yufka daha serilip bu yufkanin üzerine ise dövülmüs ceviz serilir. -Böylece bir harcli ,bir cevizli olmak üzere 25-30 adet olacak sekilde hazirlanir. -En üste gelecek yufka biraz kalinca açilip yayildiktan sonra üzeri hafifçe yaglani biçakla ortadan ikikye bölünerek firina atilir. -Alti ve üstü kizarinca firindan çikarilip en üstteki kalin yufka kaldirilir. -Çatalla kazinarak tabaga konulmadan tepsi içerisinde yenir. ISKINLI YUMURTA MALZEMELER: - 500 Gr. Iskin, -3 Adet yumurta, -3 Yemek kasigi yag, -1 Çay kasigi tuz. YAPILISI: -Iskinlar soyulup küçük küçük dogranir. -Tavada eritilen yaga dökülerek yumusayincaya kadar piser. -Arzu edilirse ezilir. -Pisen iskinin üzerine yumurtalar kirilir ve tuzu atilir. -Tavanin agzi kapatilarak pisinceye kadar ates üzerinde kalir. -Sicak servis yapilir. KABURGA DOLMASI MALZEMELER: -2.5 Kg. kaburga (Koyun eti,sag gögüs kismi) -750 Gr. pirinç, -300 Gr. kiyma, -1 bas sogan, -150 Gr.kabugu soyulmus badem içi, -250 Gr. tereyagi, -2 kasik salça, -1 demet maydanoz, -Yeteri kadar tuz, -Kirmizi biber,karabiber. YAPILISI: -Kaburganin yagli kismindan agzi açilir. Tencerede kabuklari soyulmus badem ile kiyma yagda kavrulur. -Sogan ilave edilip kavrulmaya devam edilir. Daha sonra pirinç, baharatlar ve tuz katilarak kavurma islemi tamamlanir. -Pirinç miktari kadar su ilave edilerek pirinç açilincaya kadar düsük ateste pisirilir,üzerine maydanoz ilave edilir. Hazirlanan bu pilav açilan kaburgaya doldurulur ve etin agzi dikilir. -Etin iki tarafina salça sürülerek yagda kizartilir. -Daha sonra tencereye yaridan fazla su konularak en az 3 saat pisirilir. KELLECOS MALZEMELER: -1 Kg. kurut, -3 bas sogan, -250 gr. kavurma, -2 adet tandir ekmegi, -250 gr. tereyagi, YAPILISI: -Kurut bir kap içerisinde suyla ayran olacak sekilde ovalanir. Tandir ekmegi genis bir kap içerisine dogranir. -Diger taraftan soganlar küçük küçük dogranarak tereyagi ve kavurma ile pembelesinceye kadar kavrulur. -Hazirlanan bu karisim, tandir ekmeginin üzerine, onun üzerinede kurut ayrani isitilip dökülür ve servis yapilir. KESKEK MALZEMELER: -500 gr.dögme -1 kasik tereyagi -1 bas sogan -Yarim kasik salça YAPILISI: -Dogranan sogan yagda pembelesinceye kadar kavrulur. -Yarim kasik salça ilave edilip karistirilir. -Iki litre su konularak kaynatilir. -Dögme katilarak,kapagi açilmadan suyunu çekene kadar kisik ateste pisirilir. -Servis tabagina alinarak üzerine tereyagi dökülür. -Sicak sicak servis yapilir. KISIR MALZEMELER: - 5 çay bardagi köftelik bulgur, -2 su bardagi kaynatilmis su, -1 çay kasigi tuz, -100 Gr.domates salçasi, -100 Gr. biber salçasi, -2 çay kasigi baharat, -1 demet maydanoz, -200 Gr. taze sogan, -2 adet limon, -2 çay bardagi zeytinyagi YAPILISI: -Köftelik bulgur genis bir kapta sicak su ile 15 dakika bekletilir. -Salçalar, baharatlar ve tuz ile iyice karistirilir. -Ince kiyilmis maydanoz, sogan, limon ve zeytinyagi yukarida hazirlanan bulgura ilave edilip karistirilir. -Yesillik, tursu ile süslendikten sonra soguk olarak servise sunulur. KUZU TANDIR MALZEMELER: -1 Kg. kuzu eti, -4 bas kuru sogan. YAPILISI: -Kuzu eti ve soganlar tüm olarak suda haslanir. -Haslanan et bir tepsiye dizilerek üzerine tereyagi sürülür. -Tepsi firina verildikten sonra kizarincaya kadar beklenir. -Sicak sicak servis yapilir. MUKASERLI BULGUR PILAVI MALZEMELER: -1 Kase pilavlik bulgur, -2 Yemek kasigi tereyagi, -Yeterince mukaser, -Kara nohut, -Tuz ve su. YAPILISI: -Erimis tereyagi ile bulgur kizartilir,üzerine mukaser ilave edilip karistirilir, -Sonra tuz ve su konularak hafif ateste suyunu çekene kadar pisirilir. -Ve servis yapilir. PATATES DOLMASI MALZEMELER: -300 Gr. kiyma, -15 adet patates, -1 kasik salça, -1 bas sogan, -2 kasik margarin, -1'er tutam karabiber, -Kimyon ve tuz. YAPILISI: -Patatesler soyulduktan sonra içleri oyularak kizartilir. -Kiymaya yarim su bardagi su ve yarim kasik tuz konularak dogranmis soganla birlikte kavrulur ve bu arada salça ilave edilir. -Önceden hazirlanan patateslerin içerisine alacak kadar kiyma doldurulur. -Agiz kisimlari üste gelmek suretiyle bir tavaya dizilir. -Hazirlanan sos dizilen patateslerin üzerine dökülür. -15 dakika pisirilerek servis yapilir. PATILA MALZEMELER: (4 Kisilik) -1 kg. tuzsuz taze peynir, -600 gr toz seker, -1 kg mayali ekmek hamuru (250*4) adet, YAPILISI: Elazig'a ait olan ve genellikle pide(açik ekmek) ekmegi yapan firinlarda yapilan peynirli ekmek, evlerde de yapilmaktadir. -Normal mayali ekmek hamuru yuvarlak veya elips seklinde açilip tazepeynir ufalanarak açilan hamurun üzerine yayilir. Hamurun kenari kivrilarak peynirin üzerine tozseker serpilir ve firinda yeteri kadar ekmek gibi pisirilir. -Pistikten sonra firindan çikarilarak kesilip servis yapilir. PEYNIRLI EKMEK MALZEMELER: -Un, -Peynir, -Su, -Eksi hamur, -Maydanoz. YAPILISI: -Un,su ve eksi hamur karisimiyla, yumusak bir hamur yapilir. -2 mm kalinliginda yufkalar açilip ikiye bölünür. Bölünen yufkalara rendelenmis peynir ve maydanoz serilerek üzeri yufkanin diger yarisiyla kapatilir. -Hafif ateste saç üzerinde pisirilir. -Sicak sicak yaglanip servis yapilir. NOT:Hazirlanan iç kavurmali ve patatesli de olabiliir. SIRIN MALZEMELER: -1 kg un, -2 bardak su, -1 çay kasigi tuz, -2 kg yogurt, -6 dis sarmisak, -250 gr tereyagi. YAPILISI: - 1kg un,su ve tuz katilarak hamur yapilir. -Hazirlanan hamurdan orta büyüklükte yufkalar açilarak sac üzerinde pisirilir. -Pisirilen yufkalar düzgün biçimde katlanarak esit büyüklükte kesilir. -Kesilen yufkalar bir tabak içerisine dizilir, üzerine hafif sivilastirilmis yogurt ile dövülmüs sarimsak karistirilarak dökülür. - Daha sonra tereyagi bir tavada eritilerek ilave edilir. SÜSLÜ FIDOS MALZEMELER: -500 gr kiyma, -500 gr patlican, -250 gr yesil biber, -1 çorba kasigi margarin, -1 çorba kasigi salça, -1 bas sogan, -1 demet maydonos, -Yeteri kadar tuz ve kirmizibiber, YAPILISI: -Kiyma, kuru sogan, kirmizibiber, tuz ve maydonoz karistirilip yogrularak harç yapilir. -Harçtan küçük parçalar alinarak sekil verilir. -Patlican halka seklinde dogranip yagda hafif kizartilir. -Dogranmis olan yesilbiber, domates, patlican ve köfteler sira ile tepsiye dizilir. -Ilik suda yapilan salça üzerine dökülerek firina atilir. -10 dakika firinda pisirilir ve sicak servis yapilir. TAS EKMEGI MALZEMELER: -6 Adet yumurta, -Süt, -Un, -Tuz, -Yag ve seker. YAPILISI: -Süt veya su, un ile karistirilarak civik olacak sekilde bir hamur yapilir. -Bu hamurun içerisine yumurtalar kirilip iyice çirpilir. -Sacin üzerine civik hamur bir tasla dökülerek pisirilir. -Pisen ekmegin üzerine yag ve seker sürülerek servis yapilir.
  9. _asi_

    Elazığ Mutfak Kültürü

    MUTFAK KÜLTÜRÜ Elazığ mutfağı oldukça zengin yemek çeşitlerine sahiptir. 150'ye yakın yemek çeşidi olan Elazığ'da, üç öğün yemeğin dışında kuşluk yemeği ve özellikle yatsılık denilen pestil, ceviz, orcik, meyve gibi yiyeceklerin bulunduğu sofralar açılır. Geleneksel Elazığ (Harput) mutfak kültürü, Türk mutfak kültürünün izlerini taşır. Sofra adabından yemek çeşitlerine kadar halen geleneksel özelliklerini koruyabilen Elazığ mutfağında; tarihi Oğuzlara kadar uzanan tutmaç, umaç aşı anamaşı, kara kavurma gibi yemekler halen varlığını sürdürmektedir. Mevsime, yörenin özelliklerine ve ürettiği ürünlere göre şekillenen yemek çeşitlerinin bir çoğu yalnızca Elazığ'a hastır. Özellikle kırsal kesimde hatta şehirde bile yöreye özgü çok güzel ekmekler yapılır. Bu ekmeklerden en ünlüsü ve en lezzetlisi güz mevsiminde yapılan ve bütün bir kış hiç bozulmadan kalabilen tandır ekmeğidir. Yemekler çoğunlukla yer sofralarında yenilir. Büyük başlamadan ve besmele çekilmeden yemeğe kaşık vurulmaz. Eskiden aile içinde bile kadın erkek ayrı ayrı sofraya otururdu. Günümüzde yabancı biri olmadıkça sofraya kadın ve erkekler birlikte otururlar. Eskiden bütün yemeklerde tereyağı kullanılırdı. Günümüzde ise hem köylüler hem de şehirliler çoğunlukla nebati yağ kullanmaktadırlar. Bazı özel yemeklerde mutlaka tereyağı kullanılır. Yemeklerde salça ve soğaraç çoğunlukla kullanılır ve bu karışım sos vazifesi yapar. Kış mevsimi için yapılan hazırlıkların başında taze meyve ve sebzelerin hemen hepsinin kurutulması gelir. Turşu ve salamura yapılır, şehriye ve erişte kesilir, kurut ve tarhana hazırlanır; tandır ekmeği yapılır; kavurma hazırlanır, orcik, pestil, tutunu yapılır. Düğün ve sünnetlerde özel eğlence törenlerinde ziyafet çekilir, özel yemekler çıkartılır. Bütün bu işler komşu ve akrabaların yardımı ile topluca yapılır. Günümüzde geleneksel yemeklerimiz halen yapılmakla birlikte yeni yemek çeşitleri de Elazığ mutfağına girmiştir. Keban barajını yapılmasından sonra oluşan göl sahasında ve Hazar gölünde yetiştirilen tatlı su balıkları Elazığ mutfağına girmiş ve balık yemekleri sıkça yapılır olmuştur. Yemek Sofraları : Yer sofraları:Sofra bezleri eskiden Harput'ta yerli beyaz bezden yapılırdı. Çitçilerin (baskıcılar) açık pembe zemin üzerine siyah motiflerle süsleyerek bastıkları sofra bezleri çok yaygındı. Bu sofra bezleri (dest-i hunlar) odanın ortasına serilir üzerine bir sini ve sininin içerisinde yemek takımları ve malzemeleri konulur ve sofra bezinin etrafında küçük yer minderleri bulunurdu. Bazen de sofra bezi üzerine 50-50 cm yükseklikte özel yapılmış küçük bir masa konulur ve bunun üzerine sini konularak sofra oluşturulurdu. Bu sofralarda yemek daha kolay yenilirdi. Günümüzde de Elazığ ve çevresinde çoğunlukla yer sofrası tercih edilir. Ancak özellikle kentte hemen her evde yemek masası bulunmakla birlikte ekseriyetle bu masalar misafir olduğunda kullanılır. Geleneksel mutfak kültürümüzün önde gelen araçlarından birisi olan sofra bezleri yerini naylondan yapılmış sofra bezlerine bırakmıştır. O güzelim çiçekli, kuşlu, "hoş geldiniz" li sofra bezleri günümüzde kimi evlerde sandıklarda birer hatıra olarak saklanmaktadır. Eskiden çok yaygın olan sofra bezi baskıcılığı talep azlığı nedeniyle unutulmakta iken Kültür Müdürlüğü'nce açılan kurslarda on beş civarında usta öğretici yetiştirilmiştir. Harput, Elazığ ve çevresinde özellikle düğünlerde kurulan 3-4 metre uzunluğunda sofralar kurulurdu ki buna da Somat denilirdi. Bu tür ziyafetlere de "Somat Çekme" denilirdi. Mutfak ve Kilerler : Mutfak ve kiler iç içe olduğu gibi ayrı ayrı da olurdu. Eski Harput evleri de sofalara çıkmadan evvel yan kapılardan birisi mutfak (mutbah) diğeri de kiler kapılarıdır. Kiler 7-8 aylık zahireyi barındırırdı. Başta pilavlık ve köftelik bulgurlar, çorbalık keşkeklik döğme (kendüme) ler, mercimek, fasulye lovik ve nohutlar, ağızları beyaz ve nakışlı örtülerle kapalı, kırmızı topraktan yapılmış yerli büyük küpler veya peteklerde; sıra sıra dizili sırlı yeşil çinilerde ise unlar, pekmezler, ballar, peynirler, salçalar, turşular; tenekelerde yağlar, kavurmalar, kıymalar, tarhanalar; muhaşır, erişte gibi şeyler ise büyük kamış sepetler içerisinde, sebze kuruları, yine kilerde tavana asılı ekmek salıncağı üzerinde tandır ekmekleri bulunurdu. Tandır ekmeklerinin üzerine çok temiz hasavanlar örtülür ve kışlık ekmek ihtiyacı karşılanırdı. Kilerin en güzel yiyecekleri olan orcik, meyve kuruları daha bir özenle saklanırdı. Günümüzde bazı köylerde zahire küp ve petekleri ve tandır ekmeği için yapılan iskeleler halen kullanılmaktadır. Kent hayatında ise evleri müsait ve köyleri ile bağlantısı olan sınırlı sayıdaki evlerin dışında bu kiler geleneği ve malzemeleri vardır. Mutfaklar ise ocağın içerisinde bulunduğu yemek pişirilen, içerisinde mutfak araç ve gereçlerinin bulunduğu temiz ve ferah mekanlardan seçilirdi.
  10. _asi_

    Elazığ Coğrafi Yapı

    İlin Konumu: Elazığ ili Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer almaktadır. Toplam alanı 9151 km2 yi bulan ve bu alanı ile Türkiye topraklarının % 0,12 sini meydana getiren il sahası, 40º 21 ile 38º 30 doğu boylamları, 38º 17 ile 39º 11 kuzey enlemleri arasında kalmaktadır. Bu çerçeve içinde şekil olarak kabaca bir dikdörtgene benzeyen Elazığ ili topraklarının D-B doğrultusundaki uzunluğu yaklaşık 150 km, K-G yönündeki genişliği ise yaklaşık 65 km civarındadır. İli, doğudan Bingöl, kuzeyden Keban Baraj Gölü aracılığıyla Tunceli, batı ve güneybatıdan Karakaya Baraj Gölü vasıtasıyla Malatya, güneyden ise Diyarbakır illerinin arazileri çevrelemektedir. Elazığ, doğusundan, batısından ve güneyinden, Güneydoğu Torosların batı uzantıları ile çevrili olup, Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ dan geçer. Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülkemizin sınırlarını terkederler. Bu dağların en yüksek noktasını İl in batısındaki Hasan Dağları (2118 Mt) oluşturur. Ulaşım: Elazığ İli, Doğu Anadolu Bölgesi nin geçiş merkezi konumundadır. Elazığ Türkiye nin dört bir yanına ana karayollarıyla bağlı olup, ayrıca demiryolu ve havayolu ulaşımına da sahiptir. Keban Barajı nın yapımıyla Elazığ ın bazı ilçeleri ve komşu illere bağlı ilçeleriyle Keban Baraj Gölü nden feribotla yapılmaktadır. Nehirler Elazığ, akarsu havzası açısından İlin güney kesimi dışında bütünü ile Fırat Havzası içinde kalmaktadır. Fırat Doğu Anadolu nun en önemli akarsuyudur. Keban ilçesine kadar olan bölümü başlıca iki ana koldan oluşur. Bunlar Karasu ve Murat Nehirleridir. Elazığ ilinin sularını ise Murat ve onun kolları boşaltır. Murat nehrinin Palu İlçesi civarında Keban Baraj Gölü ne karıştığı noktaya kadar olan uzaklığı yaklaşık 500 Km.dir. 42000 km2 lik akaçlama havzasıyla, Fırat ın en önemli koludur. İlk kaynaklarını İl sınırları dışından, Van Gölünün kuzeyindeki Aladağ ın kuzey eteklerinden alır.Sürekli batı yönünde akarak Palu ilçesine ulaşır ve Keban Baraj Gölüne dökülür. Fırat nehrinin kolları olan Murat Irmağı ile Karasu, Keban İlçesinin kuzeyinde birleşir. Bu noktadan sonra oluşan Fırat Nehri, önce güneybatı yönünde akar. Keban İlçesinin Dummu yöresinden sonra Elazığ-Malatya İl sınırlarını oluşturacak şekilde geniş bir yay çizer ve Elazığ-Diyarbakır sınırına kadar gelir. Toplam uzunluğu 2800 Km. dir. Hazar Gölü nün Güneydoğusundan süzülen sular, Dicle Havzasının üç deresinden biri olan Behremaz Deresi ile birleşerek Dicle Nehrinin ilk kaynağını teşkil eder. Maden dağlarından ve Behramaz ovasının ortasından kuzeydoğu yönünde akan nehir, önce doğuya, sonra güneydoğuya yönelerek Maden İlçesini geçer ve İl sınırları dışına çıkar. GÖLLER Hazar Gölü (Gölcük): İlimizin Güneydoğusunda bulunan ve İl merkezine 25 Km. uzaklıkta, Elazığ-Diyarbakır karayolu na paralel olan Hazar Gölü, tektonik bir göldür. Güneyinde Hazarbaba Dağı bulunan göl, Uluova dan Mastar Dağlarıyla ayrılır. Denizden 1250 mt. yükseklikteki gölün uzunluğu yaklaşık 22 Km. en geniş yeri ise 5-6 Km. dir Yüzölçümü 86 Km2. yi bulan gölün derinliği 200-250 metre arasında değişmektedir. Hazar Gölünden turistik ve ekonomik olarak yararlanılmaktadır. Keban Baraj Gölü: Keban Baraj Gölü Türkiye nin en büyük yapay gölüdür. Doğal Göller arasında 675 km2 lik alanıyla 3. sırada yer almaktadır. Baraj Gölünün Murat vadisi boyunca uzunluğu 125 km.dir. Genişliği yer yer değişmektedir. Keban baraj gölünde elektrik üretiminin yanısıra su avcılığı yapılmakta ve balık üretimi de gerçekleştirilmektedir. Enerji açısından Türkiye nin ilk büyük yatırımlarındandır.-1965 yılında yapımına başlanılmıştır.1974 yılında ilk 4 büyük tribünü,1981 yılında da diğer 4 tribünü devreye girdi - Barajın toplam kurulu gücü 134 Megawatt olup yıllık enerji üretimi 7,5 Milyar KW/Saat dir.-Kurulduğunda Türkiye de üretilen elektriğin %20 sini tek başına karşılayan santral şu an tüketilen toplam elektriğin % 8 ini karşılamaktadır. Cip Baraj Gölü: İlimizin 10 km. batısında bulunan Cip Barajı, Murat Nehri ile birleşen Cip Çayı üzerinde ve Cip Köyünün güneyinde yer almaktadır. Baraj ın yapımıyla oluşan göl sularıyla , 800 hektar alan sulanmaktadır.Göl çevresi ise mesire yeri olarak kullanılmaktadır. Platolar: İl alanı daha çok dağlar ve platolarla kaplıdır. İl toplam alanının çoğunu platolar oluşturur. Platolara Elazığ ın kuzeyinde Harput çevresinde Murat Nehrinin kuzey kesimlerinde ve Ağın yöresinde rastlanır. Hayvancılık faaliyetinin yoğunluk kazandığı alanlar, İl in doğusunda Bingöl ile sınır oluşturan Karaboğa Dağlarında Gökdere ve Akdağ üzerindedir. Urfa yöresinde kışlayan göçerler, Mayıs sonu ve Haziran ayı başlarında Siverek ve Ergani üzerinden Palu çevresine gelirler. Bir bölümü yöredeki yaylalarda kalır, bir bölümü ise Bingöl dağlarındaki yaylalara göçerler. Ovalar: Elazığ'da bulunan başlıca ovalar: Elazığ Ovası,Uluova,Kuzova,Behremaz Ovası,Palu (Yarımca) Ovası 'dır.Elazığ ilinde bu ovaların dışında, Harput un kuzeyinde genellikle üzüm bağlarının yaygınlık kazandığı , meyve ve sebzeciliğin yapıldığı Mürüdü Ovası ile Harput un kuzeyinde yaz aylarında suyu kuruyan Çakıl Deresi çevresinde Zahini Ovası vardır. Bu ovalarda nohut, arpa, buğday ve burçak ekimi yapılmaktadır. Elazığ İlindeki ovalar genellikle depresyon alanlarına karşılık gelmektedir. Bu çöküntü alanlarının akarsuların taşıdığı maddelerle dolması sonucu oluşmuşlardır. Genellikle alüvyal topraklarla kaplı bu verimli ovaların, İl tarımında önemleri büyüktür. Dağlar: Elazığ, doğusundan, batısından ve güneyinden, Güneydoğu Torosların batı uzantıları ile çevrili olup, Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ dan geçer. Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülkemizin sınırlarını terk ederler. Bu dağların en yüksek noktasını İl in batısındaki Hasan Dağları (2.118 Mt) oluşturur. Hasan Dağının güneyinde Bulutlu Dağı (2.004 Mt.) , Karga Dağı (1.925 Mt.) ve Kamışlık Dağı (2.016 Mt.) yer alır. Elazığ ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1.490 metredir. Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde, yeniden yükselir. Beydoğmuş yöresinde 1.724 metreye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına dek sürer. Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusunda Gökdere Dağını oluşturur. Kuzeye doğru açılarak İl in Bingöl ile olan sınırını çizer. Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ İl sınırları içinde kalır. Hazar Gölünün kuzeyinde 2.140 metre yüksekliğindeki Mastar Dağı yer alır. Güneyinde ise en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2.230 metre) dağını meydana getirir. Bu dağ silsilelerinden başka Elazığ ın etrafında sıralanan bazı küçük tepeler vardır. Bunlar güneyde sırası ile, Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz tepeleridir. Bu tepelerin uzantıları Meryem Dağına kadar uzanmaktadır. Sonra Yemişlik (Miyadun) in üstünde Karababa tepesi, Altınçevre (Etminik) sırtları ile Akçakiraz (Perçenç) gediğine buradan da karşı tarafa geçicince Beyyurdu, Karakaya, Hoş ve Kıraç Tepeleri, Hasret Dağı eteklerine yaslanır. İklim Verileri: İlimizde karasal iklim egemen olup, kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak ve kurak geçmektedir. Ancak ilimizin çevresinde oluşturulan baraj gölleri, iklimde kısmen sapmalar göstermektedir. Bitki Örtüsü: İlimiz topraklarının % 50 si çayır ve meralar, % 28 i tarım arazisi, % 12 si orman arazisi, % 10 u su yüzeyi (Baraj ve göller) ile kaplıdır. Tarım arazisinin % 87 si sulanabilir tarım arazisidir.İlimizde 123.043 hektarlık orman alanı vardır. Bölgenin yüksek yerlerinde dışbudak, kızılağaç, ceviz, çitlenbik ve ardıç türlerine rastlanmaktadır. Dere ve nehir boylarında ise kavak ve söğüt ağaçlarına rastlanır. Yeraltı Zenginlikleri: Yeraltı kaynakları bakımından zengin sayılabilecek olan İlimizde çıkarılan madenlerin başlıcaları; bakır, florid, bakırlı pirit, çinko, kurşun, krom, mangenez, molibden, demir ve volfram dır.
  11. _asi_

    Elazığ Kronoloji

    KRONOLOJİ Harput'un Türklerin Eline Geçişi Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu'ya kayması ile Harput'un Türk yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur Nitekim Harput ve çevresi 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Türklerin eline geçmiş olup yörede Büyük Selçuklu Devletine bfağlı olarak Çubuk beyin idaresinde, Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur (1085). Harput'un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukoğulları Beyliğinin ömrü uzun sürmemiş 1110 yılında Artuklu Belek B. Behram Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Belek Gazinin 1124 yılında ölümünden sonra Harput, Hısnıkeyfa Artuklu hükümdarı Davud'un eline geçmiştir. Bir müddet sonra Davud'un kardeşi İmadeddin Ebu Bekir tarafından Harput'ta Harput Artukluları diye bilinen bağımsız bir beylik kurulmuştur. Ondan sonra gelen Hızır ve Nureddin Artuk Bey, Eyyubilere tabi olmuşlardır. Artuklu hakimiyeti 1234 yılına kadar sürmüştür. Artuklu hükümdarlarından, Fahreddin Karaaslan'ın Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Nitekim Fahreddin Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput'ta hüküm sürmüş ve burada bulunan ulu camiyi yaptırmıştır. Geçici bir süre Harizm sultanı tarafından zaptedilen Harput, 1230 yılında Moğolların eline geçmiştir. 1234 yılında Artuk hanedanına, Alaaddin Keykubad I. tarafından son verilmiş, 1234 yılından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti'nin hakimiyeti altına girmiştir. Türkiye Selçukluları devrinde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, bu devirde "Arap Baba" Türbe ve Mescidi hariç önemli bir eser günümüze kadar gelmemiştir. Kösedağ savaşından bir süre sonra da İlhanlılar tarafından zaptedilmiştir. 14.yüzyıl ortalarında bir süre Harput, Eratnalılar ile Dulkadiroğluları arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından şehir ele geçirilmiştir. Dulkadirli, Kadı Burhaneddin, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri arasında sık sık el değiştirdikten sonra şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından zaptedilmiş ve kırk yıl kadar Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Bu dönemden günümüze kadar gelen en önemli eser olarak Sare (Saray) Hatun camiidir. 1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi (1516). Arkasından şehir, aynı adla kurularak Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi ve sancağın ilk tahriri 1518 Eylülünde tamamlandı. Bu tahrire göre Harput on üç mahalleden meydana geliyordu ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk oturuyordu. 1523'te Müslümanların mahalle sayısı on dörde çıkarken gayri Müslimlerin değişmedi.1566'da biri hariç 1523'teki mahalleler aynı kaldı. Şehrin girişinden başlayarak kalenin önüne kadar inen caddenin iki yanında yer alan Müslüman mahallelerinden en kalabalık olanları 1523-1566 tahrirlerine göre Molla Seyyd Ahmed, Cami-i Kebir, Arslaniye Mescidi ve Müderris Mescidi idi. Nispeten yoğun bir yerleşmenin görüldüğü gayri Müslim mahallelerinin en kalabalıkları ise şehrin Elazığ'a bakan batı tarafındaki Gürcü Bey ile doğu yamaçlarındaki Norsis mahalleleriydi. Şehrin 1518'de, 6.000 olan nüfusu giderek artmış ve bu rakam 1523'te 8.300'ü, 1566'da 13.400'ü geçmişti. 1516-1566 yıllarında toplam nüfusun %54-62'sini Müslümanlar, %38-46'sını gayri Müslimler teşkil etmekteydi. Harput'un nüfusu 17. Yüzyıla kadar sürekli arttığı görüldü. Bu asırda Celali isyanları sırasında tahribata uğraması, mesela 1605'te Tavil Mehmed'in kendisini burada kuşatan Karakaş Ahmed Paşanın kuvvetlerine karşı koruyabilmek için bir kısım evleri yıktırıp taş ve kerestelerini harap haldeki surların tamirinde kullanması ve ağırlaşan vergiler gibi sebepler yüzünden nüfus, azalmaya başladı. 17.yüzyılın başlarında buraya uğrayan Polonyalı Simeon şehirde sadece 100 hane kadar Ermeni olduğunu kaydeder. Yine bu yüzyılın ortalarına ait bir avarız tahrir defterine göre şehirde nüfusun 4-5000 dolayına düştüğü anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi ise hisar içinde 1000 kadar toprak örtülü ev ile eski bir caminin bulunduğunu ve dış surların harap durumda olduğunu belirtmektedir. XIX. Yüzyılda şehrin önemi biraz daha arttı ve nüfusu fazlalaştı; burayı ziyaret eden batılı seyyahlar yüzyılın ikinci yarısında nüfusun 25.000'i aştığını belirtirler. V. Cuinet, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput'ta 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks'un yaşadığını: Şemseddin Sami ise 2670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın olduğunu kaydeder. Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat'tan Diyarbekir'e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van'a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. Yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumunda idi. Dericilik, demircilik ve bakırcılık çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518'de 44.000, 1523'te 62.000, 1566'da 122.000 akçe idi. 17.yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Harput'ta 600'den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir. Yerleşmeye elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu, iaşe teminindeki güçlük Harput'un daha fazla gelişmesini önlemiştir. 1834'de doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa Ovada yer alan Agavat Mezrası'nı merkez haline getirince, daha sonra teşkil edilen Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetinin merkezi, Harput'tan buraya taşınmış aynı yıl hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış vilayet merkezi, Harput'tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde, Harput'un stratejik açıdan önemini kaybetmesi önemli rol oynamıştır. 19.yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyılın başlarında Ermeniler arasında Protestanlığı yaymaya çalışan Amerikan Misyonerleri buraya yerleşmişler ve 1876'da bir de kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında şehrin ermeni nüfusu başka yerlere nakledilirken Müslümanların bir çoğu aşağıdaki Mamuretulaziz'e göçmüş, böylece Harput bir harabe şehir haline dönüşmüştür. Sultan Abdulaziz'in tahta çıkışının 5.yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde buraya tayin edilen, Vali İsmail Paşanın teklifi ile 1867 yılında "Mamurat al-aziz" adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca "Elaziz" olarak söylene gelmiştir.
  12. HARPUT VE ELAZIĞ ADININ KAYNAĞI Asur ve Hitit yazılarında Harput'tan söz edilmektedir. Boğazköy'de bulunan Hititler'e ait çivi yazılı belgelerde Harput yöresine IŞUVA denildiği görülmektedir.M.Ö.19. uncu asırda bulunan Asurlar'a ait çivi yazılı Kapodokya metinlerinde KARPATA adıyla geçen yerin Harput olduğu söylenmektedir. Urarturlar döneminde Harput'a KARBERD denilmekte idi. "KAR" taş, "BERD" ise kale anlamına gelmektedir. M.Ö.13. asra ait Hitit çivi yazılı bir vesikada Harput, HARPUTTAŞ olarak adlandırılmıştır. Vesikada Harputtaş, Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştir. Harputtaş şehri ile bugünkü Harput'un aynı olduğu konusundaki fikri Prof. Bossert ileri sürmüştür. M.Ö.9. ve 8. yüzyılda Hitit kitabelerinde Harput'a HARPUTTAVANAS denilmektedir. M.Ö.900-650 yıllarında Urarturlar Harput'a SUPANI adını vermişlerdir. Eski Yunan ve Romalılar bu kelimeyi SUPHANE ya da SOFEN şeklinde kullanmışlardır. Bununla beraber ünlü Alman Coğrafyacılarından "K.Ritter" Harput'un bütün SUPHANE eyaletinin merkezi olarak göstermekte ve bu fikri Lehman Haupt'da muhtemel görmektedir. Arap kaynaklarında Harput ve yöresi HİNZİT, Ermeni kaynaklarında ise HANDZİT olarak geçmektedir. Arap kaynaklarında İranlılar'ın zapt ettikleri ZIATA CASTELLUM denilen yerin Harput'tan başka bir yer olmadığı, ZİYATA kalesine Araplar'ın HISN-I ZİYAT dedikleri, Ziyata'nın Ziyad'a benzetilmiş olduğu ve Castellumun'da Arapça kale manasına gelen HISN kelimesinin karşılığı olduğu muhakkaktır. Harput bir zamanlar bu şekilde isimlendirilmiş ve Hısn-ı Ziyat ismi yakın asırlara kadar devam etmiştir. Bazı bilginler Hısn-ı Ziyat isminin yalnızca kaleye verildiği, şehre ise HARTABIRT denildiği ve Arapça'ya bu şekilde ve bazen de HATR-EL-BUYUT geçtiği ifade edilmektedir. Harput'un Elazığ'a taşınmasıyla Elazığ'da oturan insanlar Harput'a "yukarı şehir" demeye başladılar. Elazığ'ın Osmanlı Dönemindeki ilk adı Mezradır. Elazığ'ın Sultan AZİZ zamanında bayındırlaştığı ve buraya MAMURET'ÜL AZİZ yani "Aziz'in yaptırdığı kent" adı verilmektedir. Sonraları halkın ağzında daha kolay söylenebildiği için ELAZİZ olarak kullanılmıştır. 17 Kasım 1937'de ELAZİZ'e gelen Atatürk, şehrin adının ELAZIK olmasını istemiş; Atatürk'ün önerisi ve bakanlar kurulu kararı ile Elaziz, Elazık olarak değiştirilmiştir. Azık diyarı anlamına gelen bu kelime, söyleniş zorluğu nedeniyle 10 Aralık 1937'de bir bakanlar kurulu kararı ile bugünkü söyleniş şekliyle "ELAZIĞ" kabul edilmiştir.
  13. _asi_

    Elazığ Kültür Tarihi

    KÜLTÜR TARİHİ Bugünkü Elazığ 1834 yılında tarihi Harput'un bir mezrası olan ve "mezre" diye anılan ovaya nakledilmesiyle kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde ise gelişmesine devam ettirerek gelişen ve Doğu Anadolu'nun önemli merkezlerinden birisi olan Elazığ, kültür tarihi ve yerleşme tarihi açısından büyük önem arz eder. Bilim adamlarının yer değiştiren şehirler arasında saydığı Elazığ ,1937 yılında bugünkü ismini almıştır. Harput; Sultan Aziz döneminde Mamüret'ül-Aziz ismin alıncaya kadar Harput ismiyle bilinmiş ve tarihe mal olmuştur. Bu nedenlerle Elazığı anlatırken onun menşeini oluşturan Harput'dan bahsetmek ve hatta birisinin ismi anıldığında diğeri anlamak mecburiyeti var gibidir. Elazığ(Harput)ve çevresi çok eski bir yerleşme bölgesidir. Yöre hakkında ilk yazılı belgeler M.Ö.2000 yıllarına rastlar. Ancak 1967 yılında Keban Barajı'nın yapımı nedeniyle oluşacak olan göl sahasında yapılan arkeolojik kazı ve etnografik araştırmalardan elde edilen buluntular , yörenin paleolitik (eski taş)devrine ulaşan bir iskan sahası olduğunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim Elazığ'ın Murat ve Karasu'nun birleşmesinden oluşan Fırat Nehrinin çizdiği yay içinde sulak ve verimli bir ova üzerine kurulması ,yöreyi yerleşmeye elverişli kılmıştır. Elazığ(Harput)'ın yazılı tarihi hakkında ilk bilgilerin Hitit tabletlerinden almaktayız. Buna göre yörenin ilk sakinleri Mitanni adında bir devler kuran Hurriler olmuştur. M.Ö.III ve IV bin yıllarında bölgede Subarların yaşadıkları ve Fırat isminin bunlar tarafından verildiği ileri sürülmüştür. Subarlar'ın Hurriler2le aynı kökten geldikleri ve yeryüzünde madeni ilk işleyen kavim oldukları bilinmektedir. Hatta işlenen madenlerin Mezopotamya'ya da ihraç edildiği anlaşılmaktadır. Mezopotamya'da gelişen kültürlerin kökenini burada aramanın daha doğru olacağı kanaatindedirler. Hurriler2den sonra M.Ö.2000 yıllarında yöreye IŞUVA adı veren, tarımda ve dokuma sanatında ileri olan Hititler hakim olmuşlardır. Hititlerin yöredeki egemenliğine ;çivi yazısını kullanan ve taş oymacılığı konusunda ileri olan Urarturlar son vermiştir. Günümüzde de ayakta olan Harput Kalesini ilk yapanların Urarturlar olduğu ileri sürülmektedir. M.S. 1. Asırla 3. Asar kadar Harput'a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlar Harput ve civarında azda olsa bir şehir hayatının ortaya çıkmasına vesile olmuşlardır. Sasaniler'le Bizansızlar arsında zaman zaman el değiştiren Harput , 7. Asrın ortalarında Bizansızlar'ın eline geçer. Sonra H.z.Ömer zamanında müslüman Arapların hakimiyetine girer. Bu dönemlerde Uluova ve Kuzuova da hayvancılık yapılıyor,insanlar çoksade bir hayat sürüyorlardı .10.asırda ikinci defa Harput'u ele geçiren Bizanssızlar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır. Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt zaferinden sonra 1085 yılında Türkler'in eline geçmiştir.Harput'taki ilk Türk hakimiyeti Çubukoğulları ile başlar.Bu dönemde Harput'un iskanı ve imarı çalışmaları uç verir.Böylelikle günümüze kadar gelen ve sonsuza kadar devam edecek olan Türk hakimiyeti sağlam temeller üzerine kurulmuş olur. Anadolu'nunu fethine katılarak ,Türkleşmesinde önemli rol oynayan Artukoğulları ,Harput'ta 1113 yılından başlayıp 1234 yılına kadar ,yüzyıl sürecek olan bir hakimiyet kurmuşlardır.Artukoğulları'nın Harput'un kültür tarihi üzerinde önemli bir yeri vardır.Osmanlılar gibi kayı boyundan olan Artuklular ünlü komutan Belek Gazi'yi yetiştirmiş ,Harput'u bugüne kadar ulaşan Türk-İslam eserleriyle süslemeye başlamışlardır.Harput'taki Ulu Cami,Alacalı Camii bu dönemde yapılmışlardır.Yine Artukoğulları döneminde bir hastane,bir çok çeşme ,türbe ,saray inşa edilmiştir.Harput kalesi önemli bir onarım görmüş ve bazı eklentiler yapılmıştır. Yine kalenin hemen dibinde Süryani Kilisesinin Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yapıldığı kanaati vardır. Bu dönemde ticaret ve el sanatları son derece ğelişmiştir.1185 yılında yapılan Ahi Musa Mescidi'nin varlığı Harput'ta bir Ahi Teşkilatı'nın kurulduğunu göstermektedir.Artuklular dönemi Harput'un bayındır hale gelmesiyle birlikte bilim ve sanatta da önemli hamlelerle doludur.Adı bilinmeyen bir yazar matematik kitabı yazmış ,musikide .edebiyatta önemli gelişmeler olmuştur.Artuklular döneminde Uluova ve Kuzuova da geleneksek usüllerle tarım yapılmıştır.Bu dönemlerde evler genellikle tek katlı ve damlıdır. Artuklular döneminde Harput bir bilim,kültür,sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput'a hakim olur. Bu dönemde Harput'ta Türk-İslam Kültürü tamamen hakimdir. Ticaret,sanat ve kültür şehri olma özelliğini sürdürür. Arap Baba Mescidi bu dönemin eseri olup,mescitteki çini işçiliği ,el sanatlarının ne kadar ileri bir düzeyde olduğunu gösterir. Selçuklular'ın zayıflama dönemlerinde Harput'a İlhanlı akınları oldu. İlhanlılar yörede huzursuzluk yarattıkları gibi Harput'ta oluşan uygarlık birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir. Harput'un yaşadığı en acı ve en talihsiz yıllar bu dönem olmuştur. İlhani hakimiyetinden sonra Harput'a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlar ve bu dönemde Harput Kalesi tekrara onarım görür. Tarihi boyunca bir sınır bölgesi ve ihtilaf hududu olarak kalan Harput ,1465'de Akkoyunlular'ın eline geçer ve Osmanlılara sınır oluşturursuzun Hasan döneminde İtalyan gezgini Barbora'ya göre göz kamaştırıcı bir kenttir. Akkoyunlular zamanında Harput'ta para basılmış,kültür ve sanatta önemli hamleler yapılmış ,çok sayıda din adamı ,bilim adamı ve sanatkar yetişmiştir. Harput 1507 yılında Safaviler'in eline geçmiş ,26 mart 1516 yılında ise Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında en olgun devrini yaşar ve Doğu Anadolu 'nun ticaret merkezi olur. Bu dönemde Palu ve Keban'da da önemli eserler yaptırılmış ,Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir. Bu nedenle özellikle Harput'ta bakır işletmeciliği gelişmiş ;bakır türkülere konu olmuştur. Harput medreselerinde çok sayıda vasıflı alim ve sanatkar yetişmiştir. Yöre insanı divan edebiyatı konularına hakim olmuş ,Fuzuli ve Nedim gibi şairlerimizin şiirlerini bestelemişlerdir. Medrese kültürü ile, kır kültürü birbirini yakından etkilemiş aydın halk tezadı önemli ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır. İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur. Evliya Çelebi Harput'ta 17. Yüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından,bedesten ve saraçhaneden söz eder. Harput'un çevre köylerinde de el sanatları yaygınlaşmıştı. Pamuk ve diğer zirai ürünler ekilir , tarım ve hayvancılıkla birlikte el sanatları en önemli geçim kaynağını oluştururdu. Harput 19.yüzyılda canlılığını korudu.Kamus'al-Alem'e göre bu dönmede Harput'ta 2670 ev,843 dükkan, 10 camii,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı. 19. yüzyılda Harput2ta sanayide uç vermeye başladı.Osmanlıların son zamanlarında batılılar Harput'a özel bir önem verdiler. Amerikan,Alman ve Fransız kolejleri kurdular. Bu okullar Harputtaki yaşama biçimini etkilemiştir. Bu nedenle Harput halkından bir çok insan Amerika'ya gidip gelmiştir. Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı Harput'ta bir Amerikalı oyunu bu olayı Harput'un son yüzyıldaki çöküşünü anlatır. Harput,birbirine çok benzeyen sebeplerle tarihe karışan bir çok eski Türk şehri gibi terk edilmiştir. Yöneticilerin 1834 yılında askeri ve idari merkezlerini mezraya taşımaları ,demir yolunun mezreden geçmesi gibi nedenlerle zaman içerisinde Harput bütün fonksiyonları ile birilikte taşınarak bugünkü Elazığ 'ı oluşturmuştur. Türklerin fethine kadar bir kale şehri olarak kalan Harput ,Türklerle birlikte bayındır bir şehir haline gelmiş ve istikrara kavuşmuştur. Orta Asya'dan kopup gelen Türk insanı ,beraberinde getirdiği bilgi birikimi,gelenek,görenekleri ile mahalli kültürlerden de istifade ederek ,Harput'u çiçek çiçek nakışlamış ve Türk medeniyetinin en hassas , en sevimli ve en yüksek örneklerini yaratmıştır. Türklerle birlikte Harput'ta şehirleşme,ticaret,el sanatları,dini ve diğer kültürel faaliyetler her geçen gün gelişerek devam etmiştir. Son derece güçlü şairler , bilim adamları,mutasavvıf yetiştiren Harput ,kendine has bir folklor ve edebiyat geliştirmiş ve Türk kültür tarihi içerisinde nadide bir yere sahip olmuştur.
  14. _asi_

    Elazığ Tarihi

    TARİHÇE Elazığ, Dogu Anadolu da Tarihi Harput Kalesinin bulundugu tepenin eteginde kurulmus bir sehirdir. Deniz seviyesinden 1067 metre yükseklikte bulunan sehir hafif meyilli bir zemin üzerindedir. Elazığ ın yerlesim yeri olarak tarihi yeni olmakla beraber bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ tarihini, Harput un tarihi ile birlikte ele almamız gerekir. Mevcut tarihi kaynaklara göre Harput'un en eski sakinleri M.Ö. 2000 yıllarından itibaren Doğu Anadolu'ya yerleşen Hurrilerdir. Yine tarihi kayıtlara göre Hurrilerden sonra bölgenin Hitit hakimiyeti altına girdiğini görmekteyiz. Çok uzun sürmeyen Hitit hakimiyetinden sonra M.Ö. 9. Asırdan itibaren Doğu Anadolu'da devlet kuran Urartular Harput'ta uzun süre hüküm sürmüştür. Bugün bile tarihi heybetiyle ayakta duran Harput Kalesi Urartu devrinin izlerini taşımaktadır. Kale'de kaya içine oyulmuş merdivenler, tünel ve hücrelerle su yolu bulunduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 9. Asırdan beri bu kalesiyle müstahkem mevkii olarak bilinen Harput, 4000 yıllık bir maziye sahiptir. Harput isminin ilk hecesi olan Har, taş (kaya) anlamına, son hecesi olan put (berd) ise kale anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçe'si ile Taş Kale anlamını taşımaktadır. Harput'un tarihini derinliğine incelediğimizde, M.S. 1. asırdan 3. asra kadar, zaman zaman Romalıların siyasi ve askeri nüfuzunda kaldığını görmekteyiz. Ancak Romalıları Anadolu'dan çıkarmak için uzun ve çetin mücadeleler yapan Pontus Kralı Mithradates devrinde ve ondan sonraki zamanlarda bir takım eller değiştirdiği de bilinmektedir. Bununla beraber, Miladi 3. asırda, İmparator Dioclatianus zamanından itibaren Harput bölgesi tamamen Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır. Daha sonra Sasanilerle, Bizanslılar arasında devam eden harplerde daima ihtilaf hududu olarak görülen ve zaman zaman Sasanilerin, zaman zaman Bizanslıların hakimiyetine girerek el değiştiren Harput'ta Bizans hakimiyetinin ilk devresi 7. asrin ortalarına rastlar. Ancak Hz. Ömer zamanında Suriye ve Irak'ı ele geçiren Arapların 7. asrin ortalarına doğru Harput ve çevresini de zapt ettiklerini görüyoruz. Bu şekilde başlayan Arap hakimiyeti, 10. asrin ortalarına kadar devam etmiştir. Romalılar devrinde olduğu gibi, Araplar devrinde de Harput'ta etkin bir ize rastlanmamıştır. Bölge, daha çok Bizans ve Arap siyasi ve askeri gücünün gövde gösterilerine sahne olmuştur. Harput'un Bizanslıların hakimiyetine ikinci defa geçişi 10. asra rastlar. Bizanslıların İslam alemine karsı giriştikleri büyük seferlerin ilk hedefi daima Harput olmuştur. Nitekim, ilk taarruzda Bizanslılar Harput'u ele geçirmişler ve burada bir vilayet teşkilatı kurarak kaleleri tahkim etmişlerdir. Bizans tarihinde Harput, bugünkü söyleyişe çok yakın olarak "Harpote" diye geçmektedir. Aslında Harput bölgesi de "Mesopotamia" olarak adlandırılmaktadır. Harput'ta Bizans hakimiyeti aşağı yukarı 11. asrin sonuna kadar devam etmiştir. Harput'un Türklerin Eline Geçisi Harput ve çevresi, 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra kesin olmamakla beraber 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Bu ise Selçuklular devrine rastlamaktadır. Harput'un ilk Türk hakimi Çubuk Bey'dir. Çubuk Bey, burada diğer Selçuk ümerası gibi Selçuklu Sultanına bağlı olmak şartıyla bir Hükümet kurmuştur. Kendisine oğlu Mehmet Bey, halef olduğu içindir ki, Harput tarihinde bu devire "Çubukoğulları Devri" denir. Çubukoğulları ve onlarla birlikte gelen Türkmenlerin Harput halkının ecdadını teşkil ettiğine şüphe kalmamıştır. Harput'un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir. Çubukogulları devrinden sonra Harput'ta "Artukoğulları Devri" baslar. 12. asrin ilk yıllarında başlayan bu devir, 1234 yılına kadar devam etmiştir. Artukoğullarının, Türkmenleriyle beraber Doğu Anadolu'ya gelip yerleşmelerinden sonradır ki bir kolda Harput'a gelmiştir. Bunlara bu sebeple "Harput Artukluları" denmektedir. Artukoğulları devrinde; adı hala Harput ve Elazığ'da anılan Belek (Balak) Gazi'nin Harput'un yetiştirdiği en ünlü Türk Fatihi olduğu bilinmektedir. (1965 yılında Harput Turizm Derneği tarafından Belek Gazi'nin, at üstünde güzel bir heykeli yaptırılmıştır.) Onun en önemli hizmeti, Haçlı seferleri sırasında görülmüştür. Selahattin Eyyubi ile mukayese edenler bile olmuştur. (Tarihçiler son araştırmalar ışığında Balak Gazi'nin asil isminin "Belek Gazi" olduğunu ifade etmektedirler.) Balakgazi'den sonra 1185 yılına kadar Harput'ta yine Artukoğullarından gelen Prensler, hüküm sürmüşlerdir. Bunlardan Fahrettin Karaaslan'ında Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput'ta hüküm sürmüş ve burada bulunan Ulu Camiyi yaptırmıştır. 1234 yılında Harput'ta Artık Hanedanının hakimiyeti son bulur ve Harput Selçuklu Hanedanına ilhak olunur. Selçuklular devrinde Harput, bir Subaşı tarafından idare edilmiş ve bu devirde " Arap Baba Camii "ve bitişiğindeki türbe hariç önemli bir eser bırakılmamıştır. Anadolu Selçuklularının bölgedeki hakimiyeti sona erince, 14. asırda Harput'ta bir müddet İlhanlıların daha sonra da Dulkadiroğulları'nın hüküm sürdüklerini görüyoruz. Uzun sürmeyen Dulkadiroğluları devrinden sonra da Harput, 1465 de Uzun Hasan tarafından raptedilmiş ve 40 yil kadar Akkoyunlular'ın idaresinde kalmıştır. Akkoyunlular'dan sonra 1507 yılında Harput, Sah İsmail'in idaresine geçmiştir. 1516 yılında Çaldıran muharebesi'nden sonra Osmanlı ordusu tarafından fethedilmiştir. Osmanlı İdaresine geçen Harput, başlangıçta Diyarbakır Eyaletine bağlı bir sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. 1530 tarihli bir kayda göre Harput'ta o zaman 14 Müslüman, 4 ermeni mahallesi vardı. Kamus-ül-a'lam'a göre ise 19. Asrin sonlarında Harput'ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami, 10 medrese, 8 kütüphane ve kilise, 12 han ve 90 hamam bulunmakta idi. Yukarıda tarihi devirlerinden kısaca bahsettiğimiz Harput, birbirine benzeyen sebeplerle tarihe karışan birçok eski Türk şehirleri gibi nihayet terkedilmiş ve yerini bugünkü Elazığ'a bırakmıştır. Bugünkü Elazığ, II. Mahmut zamanında, 1834 yılında sark vilayetlerinde ıslahata ve devlet otoritesini yeniden kurmaya memur edilen Reşit Mehmet Pasa zamanında halk arasında " Mezra " denilen şimdiki yerine kurulmaya başlanmıştır. Ayni yıl içinde (1834) hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış Vilayet Merkezi Harput'tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde Harput'un artık bir hudut şehri olmaktan çıkması, ana yollara sapa kalması, bilhassa kış mevsiminde ulaşım güçlüğü ve mezranın güzel bir şehir kurulmasına elverişli bulunmaması rol oynamıştır. Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır vilayetine bağlı bir Sancak haline gelmiştir. 1875'de Müstakil Mutasarrıflık, 1879'da da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı devletinin son yıllarında Malatya ve Dersim Sancakları da buraya bağlanmış 1921'de bu iki sancakta Elazığ'dan ayrılmıştır. Sultan Addulaziz'in tahta çıkısının 5. yılında Hacı Ahmet İzzet Pasa devrinde buraya tayin edilen Vali İsmail paşanın teklifi ile 1867 yılında "Mamurat ül -Aziz" adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca "EL AZİZ" olarak söylenegelmiştir. Atatürk'ün 1937 yılında şehire teşrifleri sırasında "Azık İli" anlamına gelen "ELAZIK" adı verilmiş, bu isim daha sonra "ELAZIĞ"a dönüşmüştür.
  15. _asi_

    Elazığ Genel Bilgi

    Elazığ Genel Bilgi Doğu Anadolu Bölgesinin güneybatısında, Yukarı Fırat Bölümünde yer alan Elazığ, doğu ve kuzeydoğusunda Bingöl, güneyde Diyarbakır, batı ve güneybatı Malatya, kuzeybatı Erzincan, kuzeyde de Tunceli ili ile çevrilidir. Genellikle dağlık ve engebeli bir arazisi olan Elazığ’ın güneyinde Hazar ve Maden Dağları ile Akdağ, doğusunda Güneydoğu Torosların uzantılarından Karaboğa Dağları bulunmaktadır. Güneydoğu Toroslar, Malatya ili sınırları içinde doğuya doğru uzanarak Elazığ’dan geçer ve Van gölünün güneyine doğru kıvrımlar halinde devam ederek ülke sınırları dışına çıkar. Elazığ’ın batısındaki Hasan Dağları (2.118 m.) ulaşır. Hasan Dağı’nın güneyinde Bulutlu Dağı (2.004 m.) , Karga Dağı (1.925 m.) ve Kamışlık Dağı (2.016 m.) yer alır. Elazığ (Harput) Ovasının güneyinde bulunan Meryem Dağının yüksekliği 1.490 m.dir. Sıra dağlar Elazığ ovasının kuzeyinde , yeniden yükselir, Beydoğmuş yöresinde 1.724 m.ye çıkarak, Keban Barajı çöküntü alanına kadar devam eder. Çöküntü alanından sonra doğuya doğru, önce Asker Dağını, sonra Palu İlçesinin doğusundaki Gökdere Dağını oluşturur. Kuzeye doğru yönelerek Bingöl ile olan doğal sınırı çizer. Burada bulunan Karaboğa dağlarının en yüksek noktaları, Elazığ’ın sınırları içinde kalır. Hazar Gölünün kuzeyinde 2.140 m. yüksekliğindeki Mastar Dağı, güneyinde de en yüksek dağ silsileleri Hazarbaba (2.230 m.) Dağını meydana getirir. Bunların dışında Elazığ’ın çevresinde sıralanmış küçük tepeler de bulunmaktadır. Bunlar; Boztepe, Rıdvantepe, Yalavuz Tepeleridir. Kuzeyde Peri Suyu ve Keban Barajı Gölü, batı ve güneybatıda Fırat nehri doğal sınırlarını oluşturur. İlin en yüksek noktası Palu Dağı’nın güneydoğusundaki 2.620 m.lik yüksekliği ile Akdağ’dır. Elazığ, yer altı su kaynakları bakımından çok zengindir. İl topraklarını Fırat ve Murat Nehirleri, güneyde de Dicle’nin küçük bir kısmı sulamaktadır. Murat Nehri’nin önemli kollarından Peri Çayı, Elazığ’a 27 km. uzaklıktaki Haringet Çayı ilin diğer akasurlarıdır. Elazığ’ın güneydoğusunda il merkezine 25 km. uzaklıktaki Hazar Gölü (Gölcük), tektonik bir göl olup, denizden 1.250 m. yüksekliğinde ve 22 km. uzunluğunda, 86 km2. lik alanı kaplamaktadır. Türkiye’nin en büyük yapay gölü olan Keban Baraj Gölü, 675 km2.lik bir alanı kaplar. Murat Vadisi boyunca 125 km. uzunluğunda olup, burada elektrik üretiminin yanı sıra balık üretimi ve su sporları da yapılmaktadır. Elazığ’ın 10 km. batısında bulunan Cip Çayı üzerindeki Cip Baraj Gölü, 800 hektarlık bir alanı sulamaktadır. Ayrıca Keban, Kralkızı, Karakaya ve Özlüce gibi baraj gölleri de il sınırları içerisindedir. İlin alçak kesimleri Doğu Anadolu Bölgesi’nin güneyinde yer alan çöküntü alanıdır. İl toprakları genellikle alüvyonlu olup, verimli ovalarla kaplıdır. Bunlardan en önemlileri Ulu Ova ve Elazığ (Harput) Ovası’dır. Ayrıca Kuzova, Behremaz Ovası, Palu (Yarımca) Ovası da il sınırları içerisindedir. Elazığ’ın platoları ilin kuzeyinde, Harput çevresinde, Murat Nehrinin kuzey kesimlerinde ve Ağın yöresinde yer alır. Eski tarihlerde çok zengin olan orman örtüsü çeşitli nedenlerle tahrip edilmiştir. Günümüze gelebilen ormanlar daha çok koruluk ve çalılık niteliğindedir. Ancak, dağların yüksek kesimlerinde meşe ve huş ormanlarına rastlanır. Yüzölçümü 9.153 km2 olan Elazığ’ın toplam nüfusu 572.933’tür. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, sanayi ve madenciliğe dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünler, buğday ve arpadır. Diğer tahıl ürünleri ise şeker pancarı, tütün, pamuk, patates, soğan olup, kayısı, elma, vişne, dut, iğde, badem, çilek ve üzüm gibi meyveler de yetiştirilmektedir. Sebze üretimi baraj gölleri nedeni ile önemli ölçüde azalmıştır. Hayvancılık özellikle dağlık kesimlerde yapılır. Göçer aşiretlerinin yolları üzerinde oluşundan ötürü de hayvancılık canlıdır. Sığır, koyun ve kıl keçisi yetiştirilir. Mera hayvancılığı, tavukçuluk ve arıcılık da geçim kaynakları arasındadır. Türkiye’nin en önemli maden çıkarma ve işleme bölgelerinden olan Elazığ’da, bakır, florid, bakırlı pirit, çinko, kurşun, krom, mangenez, molibden, demir ve volfram yatakları bulunmaktadır. İlde, Simli Kurşun İşletmesi, Şark Kromları İşletmesi ve ferrokrom tesisleri bulunmaktadır. İmalat sanayii ise gıda, içki, çimento, yem, yapay gübre ve madencilik konularında yoğunlaşmıştır. Elazığ, eski çağlardan bu yana bir çok toplumun yerleştiği, farklı kültürlerin geliştiği bir yer olmuştur. Özellikle yöredeki höyüklerde yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen kalıntı ve buluntuların çeşitliliği, köklü bir tarihe ve kültür varlığına sahip olduğunu göstermektedir. Elazığ yöresindeki ilk arkeolojik araştırmalara 1945 yılında başlanmış ve belirli aralıklarla sürdürülmüştür. Geniş çaplı arkeolojik araştırma ve kazılara Keban Baraj Gölü altında kalacak olan yerleşim alanlarının kurtarılması amacıyla 1960’larda başlanmıştır. Doğu Anadolu’nun kültür tarihini aydınlatan Ağın, Kalaycık, Aşvan, Boytepe, Fatmalı-Kalecik, Kaşpınar, Haraba, Han İbrahim Şah, Korucutepe, Norşuntepe, Tepecik, Tülintepe, Körtepe, Değirmentepe kazıları yöredeki ilk yerleşimin Paleolitik Çağda başladığını göstermiştir. Ayrıca yöre tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgiler de Hitit ve Asur tabletlerinden öğrenilmiştir. O yıllarda Harput önemli bir yerleşim merkezi idi. .Ö. XIX. yüzyılda bulunan Asurlular’a ait çivi yazılı tabletlerde rastlanılan Karpata isminin eski Elazığ olan Harput ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır. M.Ö.XIII.yüzyıla tarihlendirilen Hitit dilindeki çivi yazılı bir tablette Harput, Harputtaş olarak adlandırılmış ve Harputtaş, Harziuna ülkesinin dört şehrinden birisi olarak gösterilmiştir. Prof.Bossert, Hitit tabletlerinde ismi geçen Harputtaş’ın bugünkü Harput’un olduğunu ileri sürmüştür. M.Ö.IX. ve VIII. yüzyıl Hitit kitabelerinde de Harput’un ismi Harputtavanas olarak geçmektedir. M.Ö.900-650 yıllarında Urartular Harput’a Supanı adını vermişlerdir. Osmanlı Döneminde bu kente Mezra ismi verilmiş, Sultan Abdülaziz zamanında yapılan imar çalışmalarından sonra Sultan Abdülaziz’in yaptırmış olduğu yeni binalardan ötürü Mamuretul Aziz (Sultan Aziz’in mamur ettiği yer) ismi yakıştırılmış, sonradan bu isim halk arasında Elaziz’e, ardından da Elazığ’a dönüşmüştür. Elazığ-Harput yöresinde XX.yüzyılın ikinci yarısında başlayan, İstanbul Üniversitesinin yaptığı kazılarda yörenin ilk halkının Hurriler olduğu açıklık kazanmıştır. Burada ele geçen tabletlerden öğrenildiğine göre, Hurriler Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir bölümüne yayılmış, M.Ö.II bin yılının sonlarında kuvvetlenerek ırkdaşları Subar Beyleri’ni de egemenlikleri altına alarak, sınırlarını genişletmişlerdir. Hurriler den sonra bölge Hititlerin hakimiyeti altına geçmiştir. Urartuların bölgeye egemen oldukları M.Ö.IX. yüzyıla tarihlendirilen kitabelerden Palu, Kömürhan ve Bağın’da da aynı döneme tarihlenen eserlerle karşılaşılmıştır. Bunlardan günümüze ulaşan Harput Kalesinin de Urartular zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. M.Ö.VII. yüzyıllar da bölgeye Medler hakim olmuş, onları Persler izlemiş ve yöre Pers Satraplarınca yönetilmiştir. Büyük İskender’in Anadolu’ya egemen olmasından sonra İskender’e yenik düşen Pers ordusu bölgeden çekilmiş ve hakimiyet tamamen Helenlere geçmiştir. Bununla beraber Perslerle olan mücadele hiçbir zaman sona ermemiş, çatışmalar daha sonraki dönemlerde Romalılara kadar da uzanmıştır. Bizans döneminde ise Fırat’ın batısı Bizans, doğusu Sasaniler, hakimiyetine girmiştir. .S.I.-III.yüzyıllarda Harput’a hakim olan Romalılar ,madencilikte ileri olup yörede maden işletmeleri kurmuşlardır. Sasaniler’le Bizanslılar arasında zaman zaman el değiştiren Harput , VII.yüzyılın ortalarında Bizanslıların egemenliğine, daha sonra da H.z.Ömer zamanında Arapların hakimiyetine girmiştir. X.yüzyılda ikinci defa Harput’u ele geçiren Bizanslılar burada bir vilayet teşkilatı kurmuşlardır. Harput ve çevresi 1071 yılında kazanılan Malazgirt savaşından sonra 1085 yılında Türklerin eline geçmiştir. Yöredeki İlk Türk egemenliği Çubukoğulları ile başlamış, Harput’a Türkmen boyları yerleştirilmiş ve kent onarılmıştır. Artukoğulları Harput’ta 1113-1234 yıllarında hakimiyet kurmuşlardır. Artuklular döneminde Harput bir bilim, kültür, sanat ve ticaret merkezi haline gelmiştir. Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat ,Artukluların egemenliğine son vererek Harput’a egemen olmuştur. Selçuklular zayıfladıktan sonra Harput’a, Moğol akınları başlamış ve Artuklu ve Selçuklu kültür birikimlerini de önemli ölçüde tahrip etmişlerdir. İlhanlılardan sonra Harput’a 1339 yıllarında başlayıp 1465 yılına kadar sürecek olan Dulkadiroğulları dönemi başlamıştır. Harput ve yöresi 2465’te Akkoyunluların eline geçmiş, bu dönemde Harput’ta sikke basılmış, kültür, sanat ve bilim alanında büyük gelişim göstermiş, çok sayıda din adamı ,bilim adamı ve sanatkar yetişmiştir. Harput 1507 yılında Safaviler’in eline geçmiş, Yavuz Sultan Selim tarafından 1515’te Osmanlı Devleti topraklarına katılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında Doğu Anadolu’nun ticaret ve bilim merkezi olmuştur. Bu dönemde Palu ve Keban’da da önemli eserler yaptırılmış, Keban ve Maden ilçelerinde maden işletmeciliği oldukça gelişmiştir. Osmanlı döneminde, musikide de önemli gelişmeler olmuş ve divan geleneği ile halk geleneğinin kaynaşmasından oluşmuş bir müzik kültürü ortaya çıkmıştır. İpekçilik son derece gelişmiş ,ipek tezgahları ve fabrikaları kurulmuştur. Evliya Çelebi Harput’ta XVII.yüzyılda 600 dükkan ,7 ticaret hanından, bedesten ve saraçhaneden söz etmiştir. XIX.yüzyılda Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) kent, Harput’tan Mezra’ya doğru kaydırılmış Mamuretü’l Aziz adıyla Diyarbakır vilayetine bağlı bir sancak konumuna getirilmiştir. 1871’de Bağımsız sancak, 1877’de de vilayet olmuştur. Kamüsü’l Âlâm’a göre Harput’ta 2670 ev, 843 dükkan, 10 cami,10 medrese, 8 kütüphane, 8 kilise ,12 han ve 90 hamam bulunmaktaydı. Osmanlıların son zamanlarında batılılar Harput’a özel bir önem verdiler. Amerikan, Alman ve Fransız kolejleri kurdular. Bu okullar Harput’taki yaşam ve kültürü etkilemiştir. Cumhuriyet döneminde Bakanlar Kurulu Kararı ile Elaziz, Elazıg olan ismi 1937’de Elazığ olarak değiştirilmiştir. Elazığ, yeni bir kent olduğundan eski eseri bulunmamaktadır. Bu tür yapılar Harput’ta toplanmıştır.Harput’tan günümüze gelen tarihi eserler arasında; Elazığ’ın 6 km. kuzeyinde bulunan Harput Kalesi, Harput Kalesinin yanındaki Meryem Ana Kilisesi (Kızıl Kilise, Süryani Kilisesi, Yakubi Kilisesi) (MS.179), Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun’un Camisi (1463) (1585 yılında yıkılmış yerine, Harput Müftüsü Hacı Ahmet tarafından bugünkü cami yapılmıştır 1843.) , Artukoğlu Melik Fahrettin Karaarslan’ın yaptırdığı Ulu Cami (1156), Kurşunlu Cami, Alacalı Cami ve Türbesi, Ağa Cami, Ahmet Bey Camisi, Merkez Camisi, Ahmetbey Camisi, Kale Camisi, Esadiye Cami, Meydan Cami, Arapbaba Mescidi ve Türbesi, Fatih Ahmet Baba Türbesi, Mansur Baba Türbesi Bekir Çavuş Mescidi, Ahi Musa Mescidi ve Türbesi, Zahribaba Mescidi ve Türbesi, İbrahim Baba Türbesi, Uryanbaba Türbesi bulunmaktadır. Harput'ta Türk sivil mimarisinin örneklerinden taş evler bulunmaktadır. Ayrıca, Hacı Hasan Hamamı, Cimşit Bey Hamamı (XVI.yüzyıl) ve Karaköçan İlçesine 18 km. uzaklıkta Karakoçan Kolan Kaplıcası, Harput Dabakhane Suyu, Elazığ’a 10 km. uzaklıktaki Buzluk Mağarası ilin doğal oluşumlarıdır.
  16. _asi_

    Nemrut Krater Dağı ve Gölü

    Nemrut Krater Dağı ve Gölü Nemrut Volkan Dağı, 38° 37’ 10’’ kuzey enlemi, 42° 14’ 28’’ doğu boylamında, Van Gölü, Muş Ovası, Nazik Gölü ve Bitlis Vadisi arasında volkanik patlamalar sonrası oluşmuş, Tatvan’ın 12 km batısında bulunan sönmüş bir volkandır. Nemrut Krateri’nin en son 1411 ve 1441 yıllarında faaliyet gösterdiği varsayılır. O dönemlerde Nemrut Dağı’nın 4100 m civarında olduğu, fakat patlamalardan dolayı içte oluşan çökmeler sonucunda dağın yüksekliğinin, şu anda en yüksek tepesi olan Sivritepe 2935 metre düzeyine indiği varsayılır. Nemrut Volkanı’nın tarihte Van Gölü’nün oluşmasındaki rolü çok büyüktür. Buna göre birleşik olan Muş ve Van Gölü havzalarının, Nemrut’tan çıkan lav ve tüflerin eski Murat Vadisi’ni tıkaması ile Van Gölü’nü oluşturduğu ve bu havzaları ayırdığı bugüne dek tartışmasız kabul edilmiştir. Nemrut Volkanı’nın püskürmeye başlamasından önce, şimdikinden daha büyük ve geniş bir gölün varlığı, yapılan araştırmalar sonucu tesbit edilmiştir. Patlamalar göl sularının Bitlis vadisine akmasına ve akıntı sonucu gölün seviyesinin hızla düşmesine neden olmuştur. Son evrede çıkan kalın tüf örtüsünün Bitlis Vadisi’ni tıkayarak akıntının Van Gölü’yle bağlantısını kesmiş ve göl sularının kurumasını önlemiştir. Dağda oluşan kalderanın yüzölçümü 40 km²’dir. Nemrut Krateri Türkiye’de birinci, Avrupa’da dördüncü ve Dünya’da onaltıncı sıradadır. Kalderanın içerisinde 5 göl, çok sayıda lav çıkış merkezi, lav hunisi, sıçratma konisi, sıcak su kaynakları ve 6 adet mağara mevcuttur. Göllerden en büyüğü olan Nemrut Gölü, bir hilal şeklinde ve 15 km²’lik bir yüzölçümüne sahiptir. Gölün deniz seviyesinden yüksekliği 2247 metre, Van Gölü’nden ise 600 metre yüksekliktedir. Çapı 6 km olan Nemrut Krater Gölü, Dünya’nın ikinci büyük krater gölüdür. Gölün ortalama derinliği 100 metre, en derin yeri ise 155 metredir. Nemrut Gölü’nün suyu berrak, renksiz, kokusuz, tatlı, soğuk ve içme suyu tadındadır. Gölde sonradan konulan ve hızla üreyen sazan balıkları yaşamaktadır. Yılın 4 ile 5 ayı karlarla örtülü olan Nemrut Krater Dağı, kış sporları açısından uygundur. Bu özelliğinden dolayı Nemrut Dağı’nın Tatvan’a bakan güney yamaçlarında Nemrut Kayak Tesisleri inşaa edildi. 2517 metre uzunluğunda olan tesiste bir adet telesiej biniş istasyonu ve bir adet telesiej iniş istasyonu bulunmaktadır. İki istasyon arasındaki kot farkı 562,17 metredir. Kayak tesisleri, inşaa edildiği alanın güneyinde Tatvan şehir merkezinin ve Van Gölü’nün, kuzeyinde ise Nemrut Krater Gölü’nün olmasından dolayı ve ayrıca Süphan Dağı’nın da buradan görülebilmesinden dolayı eşsiz manzara güzelliklerine sahiptir.
  17. _asi_

    Bitlis İhlasiye Medresesi

    İhlasiye Medresesi Bitlis, Gökmeydan Mahallesi’nde Hükümet Konağı’nın karşısında bulunan İhlasiye Medresesi’ni Beşinci Şeref Han 1589 tarihinde yaptırmıştır. Medrese sonraki tarihlerde Emir Şemseddin tarafından tamir ettirilmiştir. Medrese oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır.Ana planı dikdörtgen olmasına karşılık kuzey cephesinde dışarıya doğru çıkıntı oluşturan büyük bir bölümle adeta T şeklinde bir plana dönüşmüştür. Bütünüyle kesme taştan yapılan medresenin güney cephesi taş işçiliği yönünden diğer cephelerden farklı bir görünümdedir. Güney cephesinin her iki köşesine yerleştirilen köşe kuleleri görünümündeki payandalarla kale görünümünü kazanmıştır. Giriş kapısı medresenin duvarlarından 40 cm daha yüksektir ve böylece anıtsal bir giriş görünümünü kazanmıştır. Kapı yüzeyinde birbiri içerisinde daralan ve kademe kademe yükselen nişler,çevre bordürleri geometrik şekilde taş oymalarla süslenmiştir. Bunların üstleri de kufi yazılı bordürlerle bezenmiştir. Bunların ardından gelen bölümler profillerle, geometrik oymalarla bütün yüzeyi kaplamıştır.Yuvarlak kapı girişinin üzerine de yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Medresenin köşe kuleleri ile giriş kapısı arasında kalan duvarlara ikişer pencere açılmıştır. Ayrıca pencereler arasındaki duvarlara da dışa doğru çıkıntı yapan yarım piramidal çatılı kulecikler yerleştirilmiştir. Güney cephesinin böylesine görkemli oluşuna karşılık diğer cepheler daha sadedir. Bununla beraber düz yüzeyler halindeki duvarların ortasına ,doğu ve batı da altlı üstlü ikişer pencere yerleştirilmiştir. Bunlardan alt pencereler dikdörtgen olmasına karşılık üst pencereler içe doğru kavisli nişler halindedir. Medresenin doğu ve batı cephelerinde saçaklar güney cepheden farklı olarak eşit aralıklı kavisli küçük konsollar üzerine oturmuştur. Medresenin iç plan düzeninde simetrik bir düzen görülmektedir. Giriş kapısın arkasında sivri beşik tonozlu küçük bir eyvan orta mekana açılmaktadır. Orta mekanın doğu ve batısı iki bölümlü beşik tonoz örtülü yan mekanlarla çevrilidir. Bu mekanlar birbirlerine ve orta mekana birer kapı ile açılmaktadır. Orta mekan dört kenar ile bağlantılı büyük sivri kemerlerin taşıdığı kesme taştan,pandantifle bir kubbe ile örtülmüştür.Sekizgen kasnak üzerine oturan bu kubbenin her bir kenarında yuvarlak pencereler sıralanmıştır. Kuzeyde orta mekanın büyük kemeri arkasında beşik tonozlu bir eyvan ve ardında da üç kenarı dışa doğru çıkıntılı bir bölüm yer almıştır. İhsaniye Medresesinin üzeri diğer yapılarda olduğu gibi toprak bir damla örtülmüştür. Medresenin bahçesinde Şerefhan oğullarının türbeleri bulunmaktadır. Bu türbeler Veli Şemseddin’e, Ziyaeddin Han’a ve II.Şerefhan’a aittir. Ayrıca Üçbacılar Türbesi de burada bulunmaktadır. Medrese Kültür Bakanlığı tarafında müze olarak restore edilmiştir.Bugün Bitlis İl Kültür Müdürlüğü burada görev yapmaktadır.
  18. _asi_

    Bitlis Kalesi

    Bitlis Kalesi Bitlis’e hakim konumdaki Bitlis Kalesi’nin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Büyük İskender’in Anadolu seferi sırasında M.Ö.334’de komutanlarınca yapıldığı rivayet edilmektedir. Bununla beraber J.Shiel, bir yazıta göre M.S.322’de yapıldığını söylemektedir. J.Shiel’in bulduğu bu yazıtın onarım yazıtı olduğu kalenin daha eski döneme ait olması çok daha olasıdır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde bu kaleden söz etmiş; çevresinin 3 km.ye yakın olduğunu, duvarlarının 586 m. yükseklikte, kalınlığının da 7 m.yi bulduğunu ileri sürmüştür. Kale Bitlis suyunun kollarından iki derenin birleştiği yerde yalçın kayalıklar üzerindedir. Ermeni ve Bizans kaynaklarında bu kalenin ismi geçmektedir. Dikdörtgen planlı kalenin doğu yönünde oldukça yüksek bir burcu bulunmaktadır. Bu burçta idama mahkum edilenler aşağıya atıldıklarından ötürü Kanlı Kule ismi buraya yakıştırılmıştır. Bu kulenin bir benzeri de batıda kale kumandanının sarayının olduğu yerdedir. Çepeçevre duvarlarla çevrili kalede 670 mazgal olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Sur duvarları, 20-30 m. yüksekliğinde, 4-6 m kalınlığında olup dirsekler oluşturarak daha korunaklı bir duruma getirilmiştir. Kalenin güneyinde, aşağıdaki kente yönelik üç katlı demir bir kapısı bulunmaktadır. Kale içerisinde üç yüzden fazla ev ve bir saray bulunmaktadır. Ayrıca erzak, cephane depoları ile mağaralar da kale içerisindedir. Kaleden kente inen yol üzerinde mescit ve medrese yapılmıştır. Bunların yalnızca kalıntıları günümüze gelebilmiştir.
  19. _asi_

    Bitlis Ahlat- Akıtlar

    AHLAT AKITLAR Ahlatta uzun süre araştırma ve kazılar yapan araştırmacılar (tümülüs tarzındaki eski Türk mezarları) diye tanımlanan ve Ahlat halkı tarafından Akıt diye adlandırılan kısmen toprağın altında bulunan bu mezarların gövdelerinin üzeri değişik şekilde tonozla örtülmüş ve iç mekanlar küçük mazgal pence releri aydınlatılmıştır.Akıt'lar kare,dikdörtgen,sekizgen ve dairevi plan üzerine düzgün kesme taşla inşa edilmiş bir veya iç içe iki üç odadan oluşmaktadır.Birinci Dünya Savaşı sırasında bölgeyi işgal etmiş olan Ruslar define bulmak amacıyla akıt dediğimiz bu mezarları tahrip etmişlerdir. XI.ve XII.yy.da inşa edilmiş akıtlara Anadolunun başka yerinde rastlanmaz.Anadolunun dışındaki tek örnek ise Turfan yakınlarındaki Astana civarlarında bulunan mezarlardır. Ahlat'ta akıtlara Meydan Mezarlığında,İkikubbe Mahallesi ile Kale Mahallesi arasında Taht-ı Süleyman Mahallesinde ve Sor köyünde rastlanmaktadır.
  20. Ahlat, Urartulardan Osmanlı dönemleri de dahil olmak üzere çeşitli devletlerin ve beyliklerin yönetiminde kalmıştır. Bunun yanı sıra Ahlat, mezar taşları ile ünlü bir yerleşim alanıdır. Gömülerin üzerine taş koymak tarih öncesi devirlere kadar inen bir gelenektir. Bu nedenle Anadolu’ya yerleşen çeşitli topluluklar, bu geleneğe bağlı kalmışlardır. Bunun sonucu olarak da kendilerine özgü biçimleri olan, plastik değerde mezar taşları Ahlat’ta da yapılmıştır. Doğu Anadolu’da, Akkoyunlu ve Selçuklular dönemlerinde koyun, koç ve atlardan oluşan mezar taşlarına rastlanmıştır. Bunun yanı sıra , çeşitli taşlar mezar veya mezar anıtı olarak dikilmişlerdir. Ahlat, Orta Çağın ekonomik yönden en zengin yerleşim yerlerinden biri olmasından ötürü burada 3-4 m yüksekliğinde mezar taşları yapılmıştır Bu taşlar Ahlat Mezarlığına uzak yerlerden getirilmişlerdir. Bu taşlara toplumun mimarisi de yansımıştır. Özellikle Selçukluların çok sık mimari de uyguladığı ince ve sık işlenmiş dekoratif motifler burada kullanılmıştır. Bazı örneklerde ise kaba motifler, gölge ışık oyunları ile daha da görkemli bir durma gelmişlerdir. Bazı taşlarda geometrik motifler, bazılarında da bitkisel motiflere yer verilmiştir. Çoğu kez de, aynı mezar taşında her ikisi birlikte kullanılmıştır. Selçuklu mimari yapılarında görülen mihraplar, mukarnaslar, rozetler, yıldız, fırfır motifleri bu mezarlarda çok sık görülmektedir. Ayrıca stilize hayvan, bitki,yazı şekilleri, mimari alınlıklar da onları tamamlamıştır. Ahlat’taki Meydanlık Mezarlığı, Malazgirt Savaşı’nda şehit düşenler için hazırlanmış bir mezarlıktır. Buradaki mezar taşlarında palmet, lotüs, rumi, rozet, geometrik geçmeler, laleler, saç örgüleri çeşitli bordür süslemeleri karşımıza çıkmaktadır. Buradaki mezar taşlarını ön ve arka yüzlerinde, yan cephelerinde, birbirlerinden farklı ayrı motifler işlenmiştir. Bu mezar taşların yükseklikleri ise ölenin sosyal konumu dikkate alınarak yapılmıştır.Bundan ötürü de bazılarının boyları 1 m.den 4-5 m’ye kadar ulaşmaktadır. Bu taşlar üzerinde sanatçıların ve hattatların isimleri,imzaları bulunmaktadır. Ahlat mezar taşlarında stilize edilmiş ejder motifleri de görülmektedir. Bunların çoğu lahit şahideli ve sanduka şeklinde mezarlardır.Bazı örnekler oda şeklinde olup toprağın altında kalmış olup çou günümüzde bilinmemektedir. Ahlat Mezar taşlarının bir özelliği de Ahlat tarihinin karmaşık oluşu ve değişik kültürlerin burada yaşamasından kaynaklanmaktadır. Orta Çağın önemli bir kültür merkezi olan Ahlat, bir çok sanatkar,kadı ve bilim adamını yetiştirmiştir. Günümüze gelen mezar taşlarının çoğu da onlara aittir. Ahlat mezar taşları üç ana gurupta toplanmaktadırlar: Çatma lahitler: Çatma lahitler gri tüften kesilmiş iki uzun levhanın, üst kenarlarda bir açı meydana getirecek biçimde birbirleriyle bağlanmasıyla meydana gelmektedir. Bu lahitlerde baş ve ayak uçları üçgen biçimli boşlukların önüne konulan küçük taş bloklardan meydana gelmiştir. Üzerlerine kufi yazılar yazılmış örnekleri bulunmaktadır. Şahidesiz prizmatik sandukalar: Müslüman toplumların yaygın biçimde kullandıkları bu tür mezarlar Ahlat’ta iki gurupta kullanılmıştır.Bunlar yekpare gövdeli basit sandukalar ve gövdeli, kapaklı sandukalar olmak üzere iki gurupta toplanabilmektedir. Yekpare gövdeli basit sandukalar kaidesiz veya alçak, ensiz birkaç basamaklı bir kaide ile birlikte aynı taştan kesilmişlerdir. Çoğunluklu da yekpare bir kitle oluşturmaktadırlar. Bunlarda iki yanlarda ki yüzeylere kufi yazı ile ölünün kimliği ile ayetler yazılmıştır. Gövdeli ve kapaklı sandukalarda ise sandık biçimindedirler. İçi boş bir gövde ile bunun üzerini örten beş kenarlı prizma biçiminde bir kapaktan oluşmuşlardır. Bunların üzerine de ölünün kimliği ile Kur’an dan alınma ayetler yazılıdır. Şahideli Mezar taşları: Şahideli mezarlar değişik örnekler ortaya koymaktadır. Bazılarında yalnızca baş taşı, bazen de hem baş hem ayak taşı olan örneklerdir. Ahlat mezar taşlarında bu tip mezar taşları çoğunluktadır. Ahlat mezar taşları kırımızı tüf taşından yapılmışlardır. Ayrıca sandukalar silindirik, sütun biçiminde ve üç parçadan oluşmuş üzeri açık örneklerdir. Bunun yanı sıra tekne biçiminde ve dikdörtgen prizma biçiminde yekpare taştan oyularak yapılmış örnekler de bulunmaktadır.
  21. _asi_

    Bitlis Cami ve Mescitleri

    Bitlis Cami ve Mescitleri Ulu Cami (Merkez) Bitlis merkezinde, Bitlis Deresi kıyısında bulunan Ulu Cami, küfi yazılı kitabesinden öğrenildiğine göre Selçuklu sultanı Tuğrul bey'e bağlı Mervanoğullarından Ebul Muzaffer Muhammed tarafından 1153 yılında yaptırılmıştır. Cami bir çok kez onarım geçirmiştir. Ulu Cami yeni ilaveleri ile birlikte U şeklinde bir plan göstermektedir. İbadet mekanı 19.80 x 13.80 m. ölçüsündedir. Mihrap duvarına paralel dörder payenin oluşturduğu üç sahından ve beş bölümden oluşmaktadır. Buradaki payeler sivri kemerlerle birbirlerine bağlanmıştır. Sahınları birbirlerinde ayıran mihrap önündeki kubbeyi taşıyan iki ayak diğerlerinden daha farklı olarak daha büyüktür, kubbe önünde kademeler oluşturmaktadır. Buradaki kalın kemerlere oturan pandantifler de kubbeye geçişi sağlamaktadır. Caminin yanlızca mihrap üzerinde dıştan da görülebilen bir kubbesi olup, düzgün kesme taştan külahlı olarak örülmüştür. Mihrap önündeki kubbe dışarıdan konik olarak yükselmektedir. Kubbe kasnağında küçük pencereler sıralanmıştır. Kesme taştan yapılan caminin üzeri toprak bir damla örtülüdür. İç mekan doğu-batı yönünde tonozlarla örtülmüştür. Kuzey cephesinde üç tane giriş kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan ortadakinin solunda büyük bir pano halinde kufi yazılı bir pano, soldakinin üzerinde de dört küçük kartuş içerisine alınmış bir başka kitabe bulunmaktadır. Orta aksın tam ortasında bulunmayan mihrap, doğu duvarına biraz daha yakın olup dışarıya doğru küçük bir çıkıntı yapmaktadır.Caminin içerisi oldukça sade ve bezemesizdir. İbadet mekanını beden duvarları üzerindeki dikdörtgen pencereler aydınlatmaktadır. Caminin yaklaşık 10 m. uzağında, avlunun da kuzeydoğu köşesindeki minare kaidesi beden duvarlarına kadar yükselir ve gövde silindiriktir. Minare kuşaklar, profillerle hareketlendirilmiştir. Şerefe altı birbiri izleyen yuvarlak profillerle genişlemekte iki sıralı zikzaklarla görkemli bir görünüşe ulaşmaktadır. Minare bunların üzerinde küçük taş bir kubbe ile sonuçlanır. Kızıl Mesçit (Merkez) Bitlis’in merkezinde, Kızıl Mescit Mahallesi’nde ve Bitlis Çayı’nın doğusund, Ulu caminin 50 m.kuzeydoğusunda dik bir yamaç üzerindedir. Kızıl Mescit’in ne zaman yapıldığı bilinmemekle beraber üzerindeki iki ayrı kitabeden 1507 ve 1863 yıllarında onarıldığı öğrenilmektedir. Kitabelere göre Akaoğlu Alaeddin l507, İbni Kasım el Hacı Mehmet 1864 yılında camiyi onarmışlardır. Mescit meyilli bir arazi üzerinde yapılmış olduğundan batı cephesi doğuya göre daha yüksektir. Bitlis’e hakim konumdaki mescidin ibadet mekanı bu nedenle de düzgün bir plan göstermemektedir. Kareye yakın bir plan düzeni olup ulu cami plan tipleri arasındadır. İbadet mekanı mihraba dikey üçer sütunla üç sahna ayrılmıştır. Buradaki altı silindirik mermer sütun ibadet mekanını on iki bölüme ayırmıştır. Bu sütunlar sivri kemerlerle aynı zamanda beden duvarlarına da bağlanmaktadır. Her bir bölümün üzeri taştan basık kubbelerle örtülmüştür. İbadet mekanı batı cephesinde yuvarlak kemerli sekiz, mihrap yanında birer pencere ile aydınlatılmıştır. Pencereler iki sıra halinde ikişerli diziler halindedir. Batı yönü kademeler halinde daralan bir takviye duvarı ile bu tarafı ile görkemli bir görünüşe ulaşmıştır. Camide yörede çok sık görülen kırmızı taşlar kullanılmıştır. Caminin muntazam olmayan planı üst örtüye de yansımış, kubbeler dışında kalan bölümler düz tavanlarla örtülmüştür. Mihrap tam eksen üzerinde bulunmamaktadır. Doğu cephesine daha oluşu da düzgün olmayan plandan kaynaklanmaktadır. Şerefiye Camisi ve Külliyesi (Merkez) Bitlis’in merkezinde çarşı içerisinde, Hosor ve Kışla derelerinin birleştiği yerde bulunan Şerefiye Külliyesi IV.Şeref Han tarafından 1529 yılında yaptırılmıştır. Şeref Hanları XVI. yüzyılda Bitlis şehrine hakim olan bir aile olup Kanuni Sultan Süleyman’dan büyük imtiyazlar almıştır. Yapı topluluğu cami, medrese, imaret, hamam ve Şeref Han Türbesi’nden oluşmaktadır. Yapı topluluğunun batı ve güney yönleri yüksek kayalıklara ve diğer yapılara birleşmiş konumdadır. Yalnızca kuzey ve doğu cepheleri görkemli bir şekilde görülebilmektedir. Şerefiye Camisi dikdörtgen planlı olup, yöresel kırmızı kesme taştan yapılmıştır. Batı yönü kayalarla birleşmiş, mihrap yönüne de medrese yapılmıştır. Her iki yapı arasındaki iki metrelik aralıkta medresenin giriş kapısı bulunmaktadır. Caminin kuzeydoğu köşesindeki duvarları doğuya doğru devam ederek L şeklinde bir plan ortaya koymaktadır. Doğu yönünde de caminin anıtsal portali bulunmaktadır. Portalin alt kısmında üç söveli demir şebekeli dikdörtgen pencereler bulunmakta olup üzerlerine aynı zamanda duvarları takviye eden yay kemerler yerleştirilmiştir. Bu bölümler arabesk tabir edilen motiflerle bezenmiştir. Zengin taş işçiliği olan portalin dışında dar bir profilin ardından bir sıra mukarnaslı friz oldukça geniş bir nişi meydana getirmektedir. Bu yüzeyin ortasında beyaz ve siyah taşlardan oluşan üç dilimli büyük giriş kemeri bulunmaktadır. İki yanındaki burmalı sütunlarla takviye edilen portalin çevresi geometrik motiflerle bezenmiştir. Giriş kemeri üzerinde de kartuşlar içerisine alınmış kitabeler bulunmaktadır.Kitabelerin ve kapı girişinin üzeri son derece güzel bir işçilikle yapılmış zengin mukarnaslar devam etmekte olup portale daha görkemli bir görünüş kazandırmaktadır. Portalden 3.00 X 3.00 m. ölçüsünde kubbeli bir bölüme geçilmektedir. Buradan da batı kenarındaki kapı ile son cemaat yerine ulaşılmaktadır. Caminin kuzey cephesinde avluya bakan beş bölümlü son cemaat yeri sivri kemerli payandalar ile birbirlerine ve duvarlara bağlanmıştır.Bu payandalar arasında da yöresel taştan yapılmış dikdörtgen başlıklı silindirik sütunlar bulunmaktadır. Son cemaatten ibadet mekanın giriş diğer camilerde olduğu gibi ortada değil iki yanda yer almıştır. Caminin sağ ve solundaki bu kapılar oldukça basit olup üzerleri düz silmelidir. İbadet mekanına bu kapılardan dar bir koridordan geçilmektedir. Kuzey duvarı ile üç büyük kemerin ve üç büyük payenin bulunduğu bu koridorun üzeri üç küçük kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanı beş kalın payenin taşıdığı ,pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Bunun dışında kalan bölümler tonozlarla örtülüdür. Caminin üst örtüsü de toprak damlıdır. Mihrap tuğladan olup ilik yapılışında alçı ile kaplı olduğu sanılmaktadır. Çevresinde geometrik taş şebeke izleri görülmektedir. Ayrıca minber ahşaptan olup güzel bir ağaç işçiliği görülmektedir. Şerefiye İmaretinin doğu kenarına bitişik olan minare kırmızı taştan tamamen yöresel üslupta yapılmıştır. Dikdörtgen, kesme taştan kaide üzerinde köşe dolguları, palmet motifleri ile bezenmiştir. Bezemeli kaideden yuvarlak gövdeye geçilmektedir. Gövdenin altında yuvarlak sağır kemerler bulunmaktadır. Kemerlerin içleri kufi yazı ve geometrik geçme motifleri ile bezenmiştir. Gövde iki sıra silme ile hareketlendirilmiş, orta kuşaktan sonra konik biçimde dışa doğru genişlemektedir. Gövde üzerine yer yer rozetler konulmuştur. Şerefe üzerindeki petek kısmı daha dar olup sekizgen bir silme ile sınırlandıktan sonra üzeri piramidal bir külahla örtülmüştür. Kureyşi Camisi (Merkez) Bitlis Zeydan Mahallesi’nde bulunan Kureyşi Camisi’nin ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber tavan örtüsünün sivri tonozlu oluşu yapının XII.yüzyılda Selçuklular döneminde yapıldığına işaret etmektedir. Halk arasında yaygın bir söylentiye göre Arabistan’daki Kureyşi kabilesinden bir kişi Bitlis’e gelip yerleşmiş ve bu camiyi yaptırmıştır. Bu yüzden de camiye Kureyşi Camisi ismi yakıştırılmıştır. Kureyşi Camisi basit bir yapıdır. Ancak l810 tarihinde yeni baştan yapılırcasına onarım geçirmiştir. Dikdörtgen planlı cami kaba ve yontma taştan yapılmıştır. Güney cephesindeki altı basamaklı bir merdiven ile girilen caminin yekpare taş kemerli bir kapısı bulunmaktadır. Girişin hemen yanında gasilhane ve helalar, batısında ise odunluk olarak kullanılmış bir mekan bulunmaktadır. Kuzeydeki bir kapıdan ibadet mekanına girilmekte ve 9.00 X 8.30 m ölçüsündedir. Üzeri toprak damla örtülü olup iç mekanını ortasında dikdörtgen kalın bir paye kemerlerle beden duvarlarına bağlanmıştır.Böylece iç mekan dört bölüme ayrılmış ve birinin üzeri beşik tonozlarla örtülmüştür. Bu bölümlerden mihraba yakın olanı diğerlerinden daha geniştir. Mihrabın belirli bir özelliği bulunmamaktadır. İç mekan beş pencere ile aydınlatılmıştır.Kuzey doğu köşesine yerleştirilen minare sonradan buraya eklenmiştir. Caminin batısındaki, içeriden geçilen türbenin kime ait olduğu bilinmemekle beraber büyük olasılıkla banisine aittir. Dört Sandık Camisi (Merkez) Bitlis, Gökmeydan semtindeki bir yamaçta bulunan Dört Sandık Camisi’nin banisi bilinmemekle beraber l543-1552 yıllarında yapıldığı sanılmaktadır. Kare planlı, kalın kesme taştan yapılmış olan cami düz toprak damlı olup basit bir yapıdır. İbadet mekanına kuzey yönündeki basit ve sonradan yapılmış bir yapının içerisinden geçilerek girilmektedir. İbadet mekanının ortasındaki tek bir sütun çatıyı desteklemektedir.Bu sütunla duvarlar arasında bağlantı sağlanmış, böylece ibadet mekanı üzeri kubbelerle örtülü dört bölüme ayrılmıştır.Basit mihrabının yanındaki bir kapıdan üzeri tonozla örtülü dikdörtgen planlı türbeyi geçilmektedir. Bu türbede Şeyh Abdullah Redehşani gömülüdür. Aşağı Kale Camisi (Merkez) Bitlis şehir merkezinde bulunan Şerefiye yapı topluluğunun batısında, köprü başında bulunan Aşağı Kale Camisi’ni kimin yaptırdığı bilinmemektedir.Yapı üslubundan büyük olasılıkla XVII.yüzyılda yapılmıştır. Cami hafif meyilli bir arazide Dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Arazi konumundan ötürü de belirli bir plan tipi içerisine yerleştirilememektedir. Girişin de bulunan bir holden sonra ibadet mekanına girilmektedir. İbadet mekanı ortasında kalın bir sütunla desteklenmekte olup bu sütunla duvarlar arasındaki kemerlerle dört bölüme ayrılmıştır. Bu bölümler kubbe şeklindeki tonozlarla örtülmüştür. Caminin bütününün üzeri düz toprak damlıdır. Ancak düzensiz planından ötürü bu bölümler birbirlerine eşit değildir. Mihrabın iki yanındaki pencerelerle içerisi aydınlatılmaktadır. Cami mimari yönden bir özellik taşımamaktadır. Taş Camisi (Merkez) Bitlis merkezinde Hükümet konağına çıkan yolun üzerinde, Taş Cami Mahallesi’nde bulunan bu caminin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kareye yakın dikdörtgen planlı caminin bulunduğu arazinin meyilli oluşundan ötürü batı cephesi diğer yanlardan daha yüksektir. Caminin ortasında bulunan tek sütun kemerlerle duvarlara bağlanmış içerisini dört bölüme ayırmıştır. Bölümlerin üzeri de küçük kubbelerle örtülmüştür. Güney kenarının ortasında bulunan mihrap dışarıya doğru çıkıntı meydana getirmektedir. Mihrabın solunda küçük bir pencere diğer tarafında da ahşap minber yer almaktadır. Bu caminin de üzeri toprak damla örtülmüştür. Alemdar Camisi (Merkez) Bitlis şehir merkezinin güneyinde, Bitlis deresinin de sağında bulunan Alemdar Mahallesi’ndeki bu camiyi kitabesinden öğrenildiğine göre Maksut Paşa 1783-1784 yıllarında yaptırmıştır. Yapılışından sonra birkaç kez onarılmıştır. Alemdar Camisi dik bir yamacın üzerinde bulunmakta, kesme taştan iki katlıdır. Caminin alt katında banisinin mezarı bulunmaktadır. Ayrıca burada Eba Eyyb-el Ensari’nin kardeşi Feyzullah el-Ensari’nin mezarının bulunuşu halk arasında camiyi aynı zamanda ziyaretgah yapmıştır. İbadet bölümü bunun üzerindeki ikinci kattadır. Bu caminin de arazi konumundan ötürü düzgün bir planı bulunmaktadır. Eğri bir dikdörtgen plan düzenindeki camiye batı kenarındaki yay kemerli kapıdan girilmektedir. Kapı kemeri üzerinde de caminin kitabesi yer almıştır. İbadet mekanı doğu ve batı yönünde uzanan dört sütun ile iki bölüme ayrılmıştır. Ayrıca kuzey-güney yönündeki kemerlerle de beşer bölüme ayrıldığı görülmektedir. Bu kemerlerde muntazam olmayıp, doğu uçtaki iki kemer beden duvarlarına dikey,diğerleri ise çapraz konumdadır. Duvarların doğu ve güneyinde nişler içerisinde pencereler sıralanmıştır. Diğer duvarlarda kemer ayaklarından ötürü büyük nişler yerleştirilmiştir. Caminin üst örtüsü düz toprak damlıdır. Gökmeydan Camisi (Merkez) Bilecik il merkezinin güneyinde Gökmedrese Mahallesi’nde bulunan caminin kitabesinde l801 yılında yaptırılmış olduğu yazılı ise de yapı üslubundan daha eski tarihlerde yapıldığı anlaşılmaktadır. Büyük olasılıkla bu kitabe, belirtilmemekle beraber onarım kitabesidir. Caminin bu tarihte temelinden itibaren yıkılarak eski parçaların eklenmesiyle yeniden yapıldığı sanılmaktadır. Yalnızca giriş cephesindeki ahşap kapısının Selçuklu döneminden kaldığı sanılmaktadır. Bunun yanı sıra kesme taştan kapı kenarlarında Selçuklu yapılarında görülen sütunlar bulunmaktadır. Günümüzde camiye yapılan yeni eklerle plan düzeni bozulmuş ve ortaya L şeklinde bir plan çıkmıştır. İki katlı olan caminin alt katını oluşturan taş duvarlar üst kattan tamamen ayrılmaktadır.Alt katın medrese veya zaviye olduğu ileri sürülmüşse de bu iddia da kesinlik kazanamamıştır. İkinci katı oluşturan ibadet mekanına doğu cephesindeki merdivenlerle çıkılmaktadır.Düzgün olmayan,dikdörtgen planlı bu bölüm iki sütun ve iki paye ile boyuna iki, enine de dört bölüme ayrılmıştır. Bölümleri birbirinden ayıran kemerlerin beden duvarlarına birleştikleri yerlerde duvarlar ayrıca birer payanda ile takviye edilmiştir. Bunun sonucu olarak da ibadet mekanı sekiz ayrı bölüme ayrılmıştır. Bu bölümlerin üzerleri basık kubbelerle örtülmüştür. İç mekan biri doğu diğeri de batı ve ikisi de mihrap yanında olmak üzere dört pencere ile aydınlatılmıştır. İç kısımda herhangi bir bezeme bulunmamaktadır.Yalnızca mihrap duvarının ortasında XIX.yüzyıl özellikleri taşıyan bezemeler dikkati çekmektedir. Caminin güneybatı köşesine,camiden 3 m. uzaklıkta çok yüksek olmayan minaresi yapılmıştır. Minare, kitabesinden anlaşılacağı gibi l924 tarihinde yapılmıştır. Kare kaideli minarenin gövdesi yuvarlak olup yer yer bilezikler, rozetler, kaval silmeler ve üçgenlerle süslenmiştir. Hacı Beğiye Mesçidi (Merkez) Bitlis merkezinde, Bitlis Deresinin doğusunda yer alan Hacı Beğiye Mescidi kitabesinden öğrenildiğine göre İbrahim oğlu Emir Mehmet tarafından l444’de yaptırılmıştır. Ancak zaman zaman yapılan onarımlar nedeniyle cami ile birlikte medresesi orijinalliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Dikdörtgen planda küçük bir yapı olan cami Bitlis taşından yapılmıştır. Batı cephesinde üst sıralarında iri mukarnas yuvaları şeklinde fırız bulunmakta olup yapıldığı döneme aittir. İbadet mekanında orijinal bir iz ve bezeme bulunmamaktadır. Diğer Bitlis camileri gibi bunun da üzeri toprak düz damla örtülüdür. Aynelbürüt Camisi (Soğukpınar Camisi) (Merkez) Bitlis’in doğusundaki yamaçta, İnönü Mahallesi’nin Havuzbaşı mevkiinde bulunmaktadır. Bu yapıdaki türbeden ötürü Molla Abdurrahman Camisi de denilmektedir. Caminin kitabesi bulunmadığından ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Eğimli bir arazide yer alan cami iki katlıdır. Doğusundaki yoldan ötürü yüksekte kalan caminin cephesi bu yüzden basık bir görünümdedir. Alt kattaki türbe,şadırvan uzun bir koridor şeklinde olup üzeri tonoz örtülüdür. İkinci katta caminin ibadet mekanı bulunmaktadır.Buraya zemin katından geçildiği gibi doğu cephesindeki kapıdan da girilmektedir. Kesme taştan duvarların batı ve güney cephelerine pencereler açılmıştır. Bu bölüm kuzey güney yönünde ve mihrap eksenindeki bir orta paye ile içerisi dört bölüme ayrılmıştır. Bu bölümlerin üzerleri basık kubbelerle örtülmüştür. Üst örtü diğer Bitlis camilerinde olduğu gibi düz toprak damlıdır. Yarım silindirik mihrabın iki köşesine silindirik iki küçük sütun yerleştirilmiştir. Caminin minberi ve minaresi bulunmamaktadır. Adilcevaz Paşa Camisi (Adilcevaz) Adilcevaz-Ahlat yol üzerinde,göl kenarında, Adilcevaz Kalesi’nin altında bulunan Adilcevaz Paşa Camisi XVI.yüzyılda Zal Paşa tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı Erken Dönem Ulu Cami plan tipindeki caminin kuzey cephesinde ,iki sütun ve beden duvarlarının uzantılarının oluşturduğu kemerlerle birbirine bağlı üç kubbeli bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Son cemaat yerinin ortasında sivri kemerli bir niş içerisinde yay kemerli caminin giriş kapısı bulunmaktadır. Kapının üzerinde kitabe yeri ayrılmış ise de kitabe buraya konulmamıştır. Son cemaatin iki yanında birer pencere bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı ibadet mekanının ortasında dört sütun bulunmaktadır. Bu sütunlar birbirlerine ve duvarlara kemerlerle bağlı olup üzerleri taş pandantifli küçük dokuz kubbe ile örtülmüştür. İbadet mekanının doğu ve batı cephelerinde iki sıra halinde alttakiler sivri kemerli, üsttekiler alttakilerden bir fazla olarak yine sivri kemerli pencereler bulunmaktadır. Mihrap yönünde ise iki sıra halinde sivri kemerli üç pencere bulunmaktadır. Mihrap beş kenarlı küçük bir çıkıntı halinde dışarıya taşırılmıştır. Mihrap çıkıntısını üzeri piramidal bir külahla örtülmüştür. Caminin kuzey batı köşesine, son cemaat yerine bitişik olarak kare kaideli minare eklenmiştir. Bu minare Ahlat Kalesi içerisindeki İskender Paşa ve Kadı Ahmet Camilerinin minarelerine benzemektedir. Kaidenin üst kısımlarında meandr motifleri, kuşaklar vardır. Buradan yuvarlak gövdeye geçilmektedir.Gövde bir taş sırası altında beyaz taştan örgü motifli bir kuşakla daha gösterişli bir konuma getirilmiştir. Ulu Cami (Adilcevaz) Adilcevaz ilçesinin batısında, Van Gölü kıyısındaki yamaçta yer alan Ulu Caminin XIV-XV.da yapıldığı sanılmaktadır. Cami dikdörtgen planlı olup doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Arazi konumundan ötürü doğu ve batısı toprağa gömülmüştür. Güney cephesi asıl cepheyi meydana getirmektedir. Düzgün blok taşlardan yapılan caminin ibadet mekanına doğudan taş söveli bir kapıdan girilmektedir. Buradaki bölüm aynı zamanda son cemaat görevini de üstlenmiş, abdest alma muslukları da buraya sıralanmıştır. Üzeri beşik tonozla örtülü ibadet mekanı dikdörtgen planlıdır. Girişe göre tam eksen üzerinde bulunmayan mihrap dışa doğru hafif bir çıkıntı yapmakta olup doğusunda bir,batısında da üç pencere buraya açılmıştır.Ayrıca güney duvarı boyuncu sivri kemer alınlıkla pencereler sıralanmıştır. Bunların alınlıklarında çarkıfelek rozet motifleri birbirini izler biçimde sıralanmıştır. İlk sıra pencereler küçük,üst sıradakiler dikdörtgen şekildedir. İskender Paşa Camisi (Ahlat) İskender Paşa Camisi Eski Ahlat Kalesi içerisinde bulunmaktadır. Kitabesinden öğrenildiğine göre İskender Paşa tarafından 1584 yılında yaptırılmıştır.Mimar Sinan eseri olduğu da ileri sürülmüştür. İskender Paşa Camisi 20.75 X 16.27 m. ölçüsünde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Caminin asıl ibadet yeri 13.05 X 12.83 m. ölçüsünde olup bu bölümün üzeri kubbe ile örtülmüştür. Günümüze harap bir halde gelen caminin son cemaat yeri iki sütun ve beden duvarlarının uzantılarından oluşmakta olup bunların üzerleri küçük kubbelerle örtülüdür. Giriş kapısı sivri kemerli büyük bir niş şeklinde olup taş silmelerle bezenmiştir. Kapının üzerinde kare bir çerçeve içerisine alınmış yapım kitabesi bulunmaktadır. Caminin beden duvarları kırmız beyaz renkli taşların alternatif düzende sıralanmasından meydana gelmiştir. Üst örtü yıkıldığından bu konuda sağlıklı bir bilgi verebilmek çok zordur.Bununla beraber üst örtünün tromplu bir kubbe ile örtülü olduğu sanılmaktadır. Caminin doğu,batı cephelerinde üçer,kuzey ve güney cephesinde ikişer penceresi bulunmaktadır. Ayrıca giriş kapısı ile mihrap üzerinde de sivri kemerli birer pencere yer almaktadır. Bu pencereler mermer söveli,sivri kemerli ve alınlıklıdır. İbadet mekanın süslemeli olup olmadığı kesinlik kazanamamakla beraber oldukça sade bir kale camisi olduğu sanılmaktadır.Mihrap beş köşeli olup iki köşesine iki ince sütun yerleştirilmiştir. Caminin kuzey batı köşesine 3.18 x 3.18 m. ölçüsünde kare kaideli minare eklenmiştir.Minare gövdesi yuvarlak olup örgü motifli bir kuşakla hareketli bir görünüm sağlanmıştır. Şerefe altı mukarnaslarla süslenmiştir. Şerefe üzerindeki petek daha inci olup burası da mukarnaslarla bezenmiştir. Kadı Mahmut Camisi (Ahlat) Ahlat Kalesi içerisinde bulunan Kadı Mahmut Camisi’ni Ahlatlı kadı ailesinden Gazi Kadı Mahmut 1597 de yaptırmıştır. Cami İskender Paşa Camisi ile birlikte yapılmıştır. Caminin kuzey cephesinde bulunan son cemaat yeri ibadet mekanın uzantıları ile bunların arasındaki iki sütunun oluşturduğu üzeri kubbeli üç bölüm halindedir. Giriş kapısı sivri kemerli büyük bir niş içerisine alınmıştır. Mermer söveli kapının üzeri geometrik kabartma motiflerle bezenmiştir. Bunun üzerine de caminin yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Girişin iki yanında zeminden yüksek sekiler üzerinde silindirik mihrapçıklar ve bunların etrafında da geometrik geçmeler yer almaktadır. Cami diğer Ahlat yapılarında olduğu gibi kesme taştan yapılmıştır. Cami 17.48 X 13.39 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. İbadet yeri ise l3.39 X l3.39 m. ölçüsünde kare planlıdır.Üzeri stalaktitli köşe tromplarının yardımıyla beden duvarlarına oturan piramidal ,taş külahlı bir kubbe ile örtülüdür. Caminin doğu ve batı cephelerinde sivri kemer alınlıklı üçer pencere ile aydınlatılmıştır. Mihrabın iki yanında da birer pencere bulunmaktadır. Mihrap beş köşeli küçük bir niş şeklindedir.İki köşesinde küçük başlıkları olan sütunlar yerleştirilmiştir. Minare kuzey batı köşesinde olup kaideye kadar olan bölümü yıkılmıştır.Taştan kare kaidesinin üzerinde silindirik gövdesi olduğu sanılmaktadır.Büyük olasılıkla minare İskender Paşa Camisinin minaresinin bir benzeridir. Emir Bayındır Camisi (Ahlat) Emir Bayındır Camisi Emir Bayındır Kümbetinin kuzeyinde bulunmaktadır. Giriş kapısının sağındaki kitabeden Bayındır İbn Rüstem tarafından 1477’de yaptırıldığı öğrenilmektedir. Cami dikdörtgen planlı olup iki bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölümü kare planlı öndeki giriş eyvanı oluşturmaktadır. Bunun arkasındaki ibadet mekanı birinci bölümden daha geniş olup dikdörtgen planlıdır. Kesme taştan yapılan caminin üzeri toprak damla örtülmüştür.İbadet mekanı batı yönünde bir, mihrabın iki yanında da iki pencere ile aydınlatılmıştır. Güney cephedeki mihrap oldukça basit ve bezemesiz olup duvardan dışarıya doğru çıkıntı meydana getirmektedir.
  22. _asi_

    Bitlis Ahlat Kümbetleri

    BİTLİS AHLAT KÜMBETLERİ ERZEN HATUN KÜMBETİ (Ahlat) Ahlat kümbetlerinin en zengin bezemesi olan kümbetlerinden Erzen Hatun Kümbeti, Emir Ali’nin kızı Erzen Hatun adına Ameli Kasım İbni Sinan Ali tarafından yaptırılmıştır. Bu kümbet Gevaş Halime Hatun kümbetinin benzeridir. Kümbet iki kısımdan meydana gelmiştir. Alt katta, 6.55 X 6.58 m. ölçüsünde, kareye yakın planda mumyalık bulunmaktadır. Buraya kuzey doğu köşesindeki beş basamaklı bir merdiven ile inilmektedir. Yuvarlık kemerli kapısı olan mumyalık 92 cm kalınlığında kesme taştan yapılmıştır. Üzeri tonoz örtülü olan mumyalığın , doğu,batı ve güney yönlerinde, havalandırma amaçlı üç penceresi bulunmaktadır. Bu pencerelerden güneydekinin üst kısmında, içerisi rozetlerle süslü sivri kemerli alınlığı vardır. Kümbetin dört köşeli kaidesi ikişer adet pahla onikigen şekle geçilmekte ve bunun bitiminde gövdenin etrafını saran örgülü kemer kornişi başlamaktadır. Buradaki kabartma örgü motifi Hüseyin Timur ve Şirin Hatun kümbetine benzemektedir.Bunun üzerinde kırık hatlardan meydana gelmiş ikinci bir kuşak bulunmaktadır. Kümbetin on iki kenarlı ve gövdenin her kenarı üzerinde üstleri Bursa kemeri formunda kemerli nişler,bunların içerisinde de yine nişler bulunmaktadır. Kuzey yönündeki yerdi basamaklı bir merdiven ile kümbetin içerisine girilmektedir. Kümbetin üzeri hiç boş yer bırakılmamacasına zengin motifli taş işçiliği örnekleri ile bezenmiştir. Ahlat kümbetlerinde böylesine çeşitli bir motif zenginliği görülmemektedir. Dört yöndeki kapı ve pencerelerin bulunduğu kenarlar diğerlerine göre çok daha fazla işlenmiştir. Buradaki nişlerin etrafında ters U şeklinde geometrik geçmeli bordürler yer almaktadır. Kuzey cephesinde,girişin bulunduğu niş diğerlerinden daha fazla bezemelidir. Kümbeten iç kısmı kıble duvarına dikey üç neften meydana gelmiştir. Neftlerden her birisi kuzey güney yönünde sivri beşik tonozlarla örtülmüştür. Nemleri birbirinden ayıran payeler üzerindeki kemerler duvarlardaki çıkıntılara bağlanmıştır. Orta kısımdaki haçvari payeler kemerlerin yardımıyla üst örtüyü taşımaktadır. İbadet mekanını oluşturan mekan 1290 X 1251 m. ölçüsünde, dikdörtgen plan şeklindedir. Ancak arazi durumundan ötürü neftler arasında ölçü yönünden uyumsuzluklar gözlemlenmektedir. Mihrap kademeli şekilde olup üzerinde kufi yazı ile işlenmiş bir bordür bulunmaktadır. Bu taş bordürün eski bir yapıdan alınarak buraya konulduğu sanılmaktadır. Kümbetin üzerini örten piramidal külah üzerinde kabartma,her taşa ayrı ayrı işlenmiş çeşitli rozetler bulunmaktadır.Bundan ötürü de kümbetin Karakoyunluların ilk döneminde yapıldığın bir kanıtıdır. Kümbetin batı kenarında 3.5 m genişliğindeki sivri bir kemerin meydana getirdiği bir açıklık ile üçüncü bölüme geçilmektedir. Mihrap duvarına dik,iki neft halinde bulunan bu bölümler 3.38 ve 3.66 m genişliğindedir. Buradaki iki neft ortadaki haçvari bir paye ve duvar çıkıntılarını birleştiren sivri kemerli iki açıklıkla birbirinden ayrılmıştır. USTA ŞAKİRT KÜMBETİ (Ahlat) Bitlis, İki kubbe Mahallesinde, Meydanlık Mezarlığının güneyinde, Osmanlı Kalesi’nin yakınındadır. Ahlat Kümbetlerinin en büyüklerinden olan bu kümbetin XIII.yüzyılın kinci yarısında yapıldığı sanılmaktadır. Bu kümbetin bulunduğu yerde, yaklaşık 100 m. uzaklıkta Usta Şakirt’in yapmış olduğu ve aynı isimle tanınan ikinci bir kümbet daha bulunmaktadır. Ancak her iki kümbetin de kimin tarafından ve kimin için yapıldığı bilinmemektedir. Büyük olasılıkla Olcayto Hüdabende adına Ahlat’ı yöneten Sadi Aka İbni Coğan Aka adına yapılmıştır. Söylentiye göre bugün bulunmayan, ancak izleri görülen ikinci kümbeti Ahlatlı bir usta yapmış, karşısına da çırağı (Şakirt) bir başka kümbet yapmıştır. Ne var ki, çırağın yapmış olduğu kümbet yapı ve işçilik bakımından ustasının yapmış olduğu kümbetten daha güzel olmuştur.Ustanın yapmış olduğu kümbet yıkılmış, çırağın (Şakirt) yapmış olduğu kümbetle ismini sürdürmüştür. Ancak bu konuda çalışmaları olan Abdürrahim Şerif 1921 yılında taşlar arasında ustanın yapmış olduğu kümbetin kitabesini bulmuş ve Ahlat Kitabeleri isimli eserinde yayınlamıştır. Kümbetin alt kısmı dıştan 9.00 X 9.00 m. ölçüsünde kare planlı olup mumyalık denilen bölüme doğudaki,zeminden biraz aşağıda bulunan bir kapıdan girilmektedir. Mumyalığın üzeri tonoz örtülü olup doğuda ve batıda iki mazgal pencere bulunmaktadır. İkinci katın duvarları üçgen pahlarla on iki kenarlı hale getirilmiş, ve üç sıra halinde zencerek motifinden oluşan bir kuşakla çevrelenmiştir. Bunun üzerindeki ikinci kuşak balık kılçığı şeklinde olup üzerindeki silindirik gövde düzgün panolarla birbirinden ayrılmış ve her panonun ortasına birbirini izleyen nişler yerleştirilmiştir. Kuzeydeki büyük nişin içerisine giriş kapısı açılmış,buraya dokuz basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Kapı nişinin etrafı yivli iki sütunçe, üzerinde de mukarnaslar yer almaktadır. Ayrıca etrafı da geometrik geçmelerden oluşan iki bordür ile çevrelenmiştir. Giriş kapısının dışında diğer nişlerde de mukarnaslı, etrafı bordürle dört niş daha yer almakta olup bunların arasındaki panolarda üçü üçgen, kenarları dar bir bordür ile çevrili ince uzun nişler bulunmaktadır. Bu nişlere açılmış olan pencerelerin üstleri de geometrik geçmelerle, rozetlerle süslenmiştir. Üst kısımda panoları sınırlayan zencerek motifli kuşağın izleyen ve kümbeti bütünüyle saran geometrik geçmeli ikinci bir kuşağın üzerine beyaz taşa Aya tel kürsü yazılı bir diğer kuşak işlenmiştir. Bu kuşaktan sonra üç kademe halinde dışa doğru genişleyen saçak kısmı mukarnaslarla zengin bur görünüme ulaşmıştır. Bu saçaktan sonra da kümbetin üzerini örten konik külah bulunmaktadır. Kümbetin içerisi oldukça sade ve tamamen kesme taştan yapılmıştır. Buradaki silindirik birinci katın çapı 3.40 m.dir.İçeride kıble yönündeki mihrabın etrafı içeride ince dışarıda daha geniş zencerek motifli bir bordür çevirmektedir. İçeride kubbe ile örtülen kümbetin konik üst örtüsü ile kubbe arasında bir boşluk bulunmaktadır. ÇİFTE KÜMBET (Ahlat) Ahlat İki Kubbe Mahallesinde bulunan Şirin Hatun Buğatay Aka Kümbeti 1281 yılında Onun adına yapılmıştır. Çifte kümbet ismiyle tanına yan yana iki kümbetten doğu uçta bulunan bu kümbet planı düzeni ve yapı üslubundan diğer kümbetin hemen hemen eşidir. Ancak dış bezemeleri ve iç süslemesi yönünden daha zengindir. Kümbetin 7.84 X 7.84 m. ölçüsünde kare planlı bir mumyalık kısmı vardır ve burası zeminden daha aşağıda kaldığından,doğu köşesindeki merdivenle inilmektedir. Sivri kemerli bir kapı ile de içerisine irilmektedir. Sivri beşik tonoz örtülü mumyalık tavanı kesme taştandır.Güney kenarında 2.60 m. genişliğinde sivri kemerli bir büyük bir niş mekanı daha da genişletmektedir. Burada biri güneyde diğeri de batı ve doğu da olmak üzere mazgal pencereler bulunmaktadır. Zemindeki köşe pahları kare plandan gövde altında on iki kenarlı bir düzene getirmektedir. Burada zencerek motifli bir kuşak ve balık pulu motifleri görülmektedir. Kümbetin gövdesi kenar profilinden biraz daha içeride başlayarak silindir şeklini almıştır. Etekten başlayan dikey hatlarla saçak altında birleşen kuşak,geometrik örgü motifleri gövdeyi dört bölüme ayırmıştır. Bu bölümlerin ortalarına büyük dikdörtgen nişli kapı ve pencereler açılmıştır. Bunların çevresini de U şeklinde örgülü bordürler çevrelemiştir. İki sıra halinde dışa doğru genişleyen kümbetin saçağı konik külahtan aşağıya doğru sarkmıştır. Kümbetin ikinci katı 5.80 m. çapında silindirik olup üzeri kesme taştan kubbe ile örtülmüştür. Kubbe içerisinde Boğatay Aka (1281) ve aynı tarihte ölen Şirin Hatun gömülüdür. EMİR BAYINDIR KÜMBETİ(Ahlat) Ahlat İki Kubbe Mahallesi ile Taht-ı Süleyman Mahallesi arasında bulunan Emir Bayındır Kümbeti, Akkoyunlu hükümdarı Rüstem Bayender adına 1481 yılında yapılmıştır.Bu kümbet Ahlat kümbetleri arasında en ilgi çekici olanıdır.Kümbetin yanında , Bayındır İbn.Rüstem’in yaptırdığı 1477 tarihli Emir Bayındır Camisi bulunmaktadır. Parmaklı Kümbet de denilen bu kümbetin 6.37 X 6.47 m. ölçüsünde kaidesi bulunmaktadır. Kuzey doğu köşesindeki iki basamaklı merdiven,ardından dayanak duvarlı, üzeri açık bir koridor ve doğusundaki yedi basamaklı merdiven ile mumyalık kısmına inilmektedir. Üzeri sivri beşik tonozlu mumyalığın doğu,batı ve güney kenarlarının ortasına mazgal pencereler açılmıştır.Bu kaidenin üzerine zemin hizasından başlayarak köşe pahları yapılmış ve 2.70 m. yüksekliğindeki on iki kemerli gövde oturtulmuştur. İki sıralı zencerek motifli kuşak ve bunun üzerine kabartma balık kılçığı şeklinde bezemeli ikinci bir kuşak ile kaide sınırlandırılmıştır. Bu kaide üzerinde 128 cm yüksekliğe kadar kapalı olan beden duvarları görkemli bir görünüş kazanmıştır. Kuzey yönünde, iki taraftan beşer basamaklı bir merdiven ile çıkılan giriş kapısı Ahlat kümbetleri arasında en çok bezenmiş oluşu ile dikkati çekmektedir. Girişin iki yanına burmalı iki sütun yerleştirilmiştir. Bu bölüm zengin mukarnaslarla bezenmiştir. Girişin iki yanında kapalı olan duvarların her iki kısmında yarım ve tam sütunlar sıralanmıştır. Böylece yarısı açık olan kümbetin beden duvarları üzerinde sekiz tam sütun, iki yarım sütun yerleştirilmiştir. Yukarıya doğru daralan boğumlu kaideler üzerine oturan bu sütunların üzerinde geniş ve mukarnaslı sütun başlıkları bulunmaktadır. Sütun başlıklarını birleştiren kemerler üzerinde giriş cephesindeki bezeme bordürleri kadar kabartma kornişler arasına iki fırız yerleştirilmiştir. Bunların alt kuşağında baklava,üsttekilere de Ayet el Kürsi yazılı bir kitabe bulunmaktadır. Baklavalı kuşak kapı kenarındaki bordür ile kesilmesine karşılık kitabe kuşağı bütün gövdeyi çepeçevre dolaşmaktadır. Saçağın altında genişleyen mukarnaslı friz üst sırası külahla örtülmüştür. Kümbetin ikinci katına küçük bir mihrap konulmuştur. Büyük olasılıkla buradan ibadet amaçlı yararlanılmıştır. EMİR ALİ KÜMBETİ (Ahlat) Ahlat, İki Kubbe Mahallesinde bulunan Emir Ali Kümbeti, Emir Ali adına l306’da yapılmıştır. Ahlat kümbetleri arasında değişik planı ile dikkati çeken Emir Ali Kümbeti daha çok eyvanlı kümbetler arasında yer almaktadır. Kümbet 6.05 X 5.35 m ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Burada diğer kümbetlerde olduğu gibi mumyalık kısmı bulunmamaktadır. Zemin ile anı düzeyde olup kesme taştan yapılmıştır. Beden duvarlarından, köşelerdeki üçgen pahlarla dört köşeden sekizgen kasnağa geçilmektedir. Bu kasnağın güney cephesinin üç kenarında yanları dişli, ortası 25 cm. genişliğinde bir fırız bulunmaktadır. Güney cephesinde yan kenarlar boyunca uzanan avlu duvarları üç kademe halindedir . Doğu kenarına kapı açılmış olup buradaki kapı kemeri üç dilimlidir. Büyük bir sivri kemerle avluya açılan eyvanın kemerleri içeride kirpi dışarıda düz bir kuşakla çevrilirdir. Kenarlardaki köşe dolgularına her iki yanda mermer üzerine kufi yazıyı andıracak motiflerle süslü iki pano işlenmiştir. Eyvan kemeri ortasına kitabe yerleştirilmiş ise de bu kitabe okunamamıştır. Kümbetin sekiz kenarlı kasnağı üzerine alçak sundurma şeklindedir ve kümbetin üzerini örten sekiz kenarlı piramidal bir taş külahla üzeri örtülmektedir. Kümbetin içerisinde dört köşede büyük sivri kemerler ve dört kenarın ortasında dikdörtgen nişler bulunmaktadır. Sivri kemerlerden de kubbe kasnağına geçilmektedir. Ayrıca 50 cm genişliğinde örgü motifli bir kuşak kenarları çepeçevre e dolaşmaktadır. Köşelerdeki üçgen yüzeyler de geometrik motiflerle bezenmiştir. Bu kümbeti Vakıflar Genel Müdürlüğü l976 yılında onarmıştır. HASAN PADİŞAH KÜMBETİ (Ahlat) Ahlat, Tahtı Süleyman Mahallesinde bulunan Hasan Padişah Kümbeti, Emir Hüsameddin Hasan Aka Bin Mahmud adına 1275 tarihinde yaptırılmıştır. Halk arasında yaygın bir söylentiye göre bu kümbetin Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a ait olduğu iddiası vardır. Ancak kümbetin kitabesindeki l274 tarihi Uzun Hasan’ın ölüm tarihinden 200 yıl önce yapılmış olduğunu göstermektedir.Kümbet, Ahlat hükümdarı Hasan Aka’ya aittir. Kümbetin mumyalık kısmındaki Hasan Aka ile veziri Hasan Ali Aka’nın mumyaları yangın sonucu yanmışlardır. Kümbet, 8.95 X 8.95 m. ölçüsünde kare kaide üzerine oturtulmuştur. Doğu kenarındaki dokuz basamaklı bir merdivenle inilen,sivri kemerli küçük bir kapıdan mumyalık kısmına girilmektedir. Kesme taştan ayna tonoz örtülü mumyalığın doğu,batı ve güney kenarlarını ortasında dar mazgal pencereler bulunmaktadır. Batıdaki pencerenin etrafı zencerek motifi ile,güneydeki ise dikdörtgen ve z harfi şeklindeki motiflerle süslenmiştir. Kaideden köşe pahları ile on iki kenarlı gövdeye geçilmektedir. Kündetin gövdesi dikey hatlı,kabartma zencerek motifli kuşaklarla sekiz bölümü ayrılmıştır. Bölümlerin ortasına birer niş açılmıştır.Ayrıca köşelerdeki nişler dikine yuvarlak kavisli üçgen bezemelerle süslenmiştir. Kümbetin gövdesi sekiz bölüme ayıran plasterlerin kenar profilleri üst kuşağın altından ortası düğümlü kemerler şeklinde süslemeler meydana getirmektedir. Kümbetin kapı ve pencere nişlerin etrafı diğer bölümlere göre daha bezeli olup bu bezemeler ters U şeklinde nişlerin etrafını sarmaktadır. Gövdenin üzerindeki düz ve boyalı bir kuşak halinde bırakılmış olan kitabe şeridinde Ayet el Kürsi yazsının olduğu biliniyorsa da bu kuşak restorasyon sırasında harap olmuştur. Kitabe kuşağından sonra bir sıra tezyinatsız taştan friz,iki sıra mukarnaslı saçak frizi yer almaktadır. Kümbetin üzeri diğerleri gibi konik bir külahla örtülüdür. Kümbet l966 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Alim Oğlu Kümbeti (Ahlat) Ahlat, Tahtı Süleyman Mahallesinde bulunan bu kümbet XIII.yüzyılda yapılmıştır. Kümbetin kaidesi 8.33 X 8.33 m. ölçüsünde kare planlıdır. Ancak kümbetin üst kısmı tamamlanamadan yarım bırakılmıştır. Yarıya yakın kısmı toprak içerisine gömülmüş olan kümbetin altındaki, ayna tonozlu mumyalık kısmına doğudaki yuvarlak bir kapıdan girilmektedir. Kaidenin köşelerindeki ikişer üçgen pahla dört köşeden,on iki kenara geçilmekte ve sonra da birbirine geçmiş kırık hatlardan oluşan zencerek motifi tüm gövdeyi kuşatmaktadır. Bunun üzerinde balık kılçığı motifli ince profilli ikinci bir kuşak bulunmaktadır. Gövde dikey hatlı, ince kabartmalı hatlarla dikine bölümlere ayrılmıştır. Kümbetin 4.20 m.ye varan duvarları tamamlanamamıştır.Yıkılmış olabileceği de düşünülmektedir. Pencere üzerinde kümbetin en zengin motifleri yer almaktadır. Burada geometrik bezemeler, mukarnas dolguları görülmektedir. Ancak pencerelerin yanı sıra kapı üstü silmeleri bezemesiz bırakılmıştır.Yalnızca güney penceresinin zencerek motifi ile bezenmiş oluşu burasının mihrap olarak kullanılacağı izlenimini vermektedir. Kitabesiz Kümbet (Keşiş Kümbeti) (Ahlat) Bu kümbetin ne zaman ve kimin için yapıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XIII-XIV.yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Kümbetin alt kısmı 6.20 X 6.20 cm ölçüsünde kare planlıdır. Mumyalık kısmına kuzey doğu köşedeki sivri kemerli bir kapıdan girilmektedir. Burada güney, doğu ve batı kenarlarında birer mazgal penceresi bulunmaktadır. Kaidenin dört köşesinde,üçgen pahlarla on iki kenarlı gövdeye geçilmektedir. Burada da zencerek motifli bir kuşak bulunmaktadır. Gövdenin on iki kenarı üzerinde üst kısımları Bursa kemeri şeklinde,kırık hatlı kemerli nişler gövdeyi süslemektedir. Oldukça sade bir işçilik gösteren gövdenin dört cephesinde kapı ve pencere nişleri açılmıştır. Bunların üzerleri zengin mukarnaslarla bezenmiştir. Gövde üzerindeki külahın altı 40 cm genişliğinde birbiri içerisine geçmiş zencerek motifli bir silme ile hareketli bir görünüm kazanmıştır. Piramidal çatının üzeri dikey hatlı yuvarlak fitillerle ahşap kaplamayı andırmaktadır. İçeriden kubbe ile örtülüdür. İç mekan oldukça sade, kesme taştandır. Pencereler dışarıda olduğu gibi içeride de dikdörtgen nişler halinde, yay kemerlidir Anonim Kümbet (Ahlat) Ahlat İki Kubbeli Mahallesindeki bu kümbetin, yazıtı olmadığından kime ait olduğu bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Şirin Hatun Türbesi olarak da halk arasında tanınmıştır. Ahlat kümbetlerinden farklı bir görünümü olan bu kümbet bazı noktalardan Emir Ali Kümbetine benzemektedir. Büyük olasılıkla burada Emir Ali Kümbetinin değişik bir şekli uygulanmıştır. Kümbet 6.94 X 6.94 m. ölçüsünde kare kaide üzerine tek katlı olarak yapılmıştır. Kümbet mimarisinden çok türbe mimarisine yakınlık gösteren bu yapı kesme taştan,sade bir işçilik göstermektedir. Zeminden itibaren 2.80 m. yüksekliğindeki beden duvarları hafif dışarı taşkın profilli üçgen pahlarla sekizgen kasnağa geçmektedir. Profilli bir kuşak kasnağı dolaşmakta ve dar bir silme ile sonuçlanmaktadır. Bu kasnağın üzerinde sekizgen kenarlı piramidal üst örtü bulunmaktadır. Kümbetin doğu cephesinin ortasında bulunan üç basamaklı bir merdiven ile çıkılan kapının üzerinde yalnızca rozet bulunmaktadır. İçerisi üç pencere ile aydınlatılmaktadır. Bunlardan iki pencerenin arasına küçük bir niş halinde mihrap yerleştirilmiştir. Bu kümbet Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından l971 yılında onarılmıştır.
  23. _asi_

    Bitlis Medreseleri

    Bitlis Medreseleri Bitlis Medreseleri dönemin eğitim ve kültür kurumlarıdır. Bu yapılar açık avlulu ve kapalı avlulu plan tiplerinde Bitlis de uygulanmışlardır.Yapı malzemesi olarak Bitlis’e özgü kesme taşlar kullanılmış,üzerleri de toprak damla örtülmüştür. Şerefiye Medresesi (Merkez) Şerefiye yapı topluluğundan olan medrese cami ile birlikte IV.Şeref Han tarafından 1529’da yaptırıldığı sanılmaktadır. Medresenin yapım kitabesi bulunmamaktadır. Caminin doğusunda yer alan medrese caminin mihrap duvarı boyunca doğu yönünde bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı medrese yöresel kırmız renkli Bitlis taşından yapılmıştır. Arazi konumuna uyularak yapılmış olan medresenin batısı kayalara dayanmaktadır. Güney cephesi de diğer binalara bitişik olup yalnızca kuzey ve doğu cepheleri mimari özelliğini ortaya koymaktadır. Doğu cephesi iki katlı olan medresenin birinci katına dükkanlar yapılmıştır. Kuzey cephesinin ortasındaki iki sütunla çerçevelenmiş bir kapıdan önce tonozlu bir eyvana ardından da avluya girilmektedir. Girişin tam karşısına tonozlu dershane eyvanı yerleştirilmiştir. Giriş ve dershane eyvanı arasında her iki tarafta uzanan revakların arkasında medrese hücreleri sıralanmıştır. Doğu yönünde ortada tonoz örtülü dikdörtgen bir mekan ile bunun bir yanında kubbeli kare bir hücre,diğer yanında da kubbeli iki kare mekan yer almaktadır. Diğer yönde ise üzerleri kubbeli kare planlı beş hücre peş peşe sıralanmıştır. Medresenin üzeri toprak bir örtü ile kapatılarak kubbeler gizlenmiştir. Hacı Beğiye Medresesi (Merkez) Bitlis şehir merkezinde, Hacı Beğiye Camisi’nin yanında, cami ile birlikte yapılmıştır. Camideki kitabeden öğrenildiğine göre İbrahim oğlu Emir Mehmet tarafından 1444’de yaptırılmıştır.Caminin üç kitabesi vardır ve bunların üçünde de l444 tarihli yazılıdır.Bu kitabelerden biriside bu medreseye aittir. Hacı Beğiye Camisi’nin yanında bulunan medrese dikdörtgen planlı küçük bir yapıdır. Medresenin kuzey kısmı yakın tarihlerde yapılmış bir yapı ile kapatılmıştır. Medresenin giriş kuzeyde olup buradaki duvarlar ileriye doğru bir çıkıntı meydana getirerek küçük bir eyvan oluşturtmuştur. Medrese dikdörtgen planlı olmasına rağmen ortadaki kemerlerle iki kare bölüme ayrılmıştır. Bunların üzeri pandantiflerin taşıdığı ikişer kubbe ile örtülmüştür. Yakın tarihlerde bu kubbelerin yerlerini düz tavanlar almıştır. İç mekan batıdaki bir pencereden ışık almaktadır. Hacı Beğiye Medresesi günümüze pek az bir kalıntısı gelebilmiştir. Nuhiye Medresesi (Merkez) Bitlis’in doğusunda Hersa Mahallesi’nde bulunan Nuhiye Medresesi l700 yılında yapılmıştır. Kimin tarafından yaptırıldığı kesinlik kazanamamıştır. Büyük bir bölümü yıkılan medresenin bir çok yerine ilaveler yapılmış,bir ara polis karakolu olarak kullanılmıştır. Medresenin doğu tarafındaki günümüze kadar gelebilen kalıntılardan anlaşılacağı gibi kesme taş duvarlı bir yapı olup hücrelerin üzerleri beşik tonozlarla örtülmüştür. Dış duvarlarında işçiliğe özen gösterilmiş.üzerlerine taş bezemeler yapılmıştır. Örgü ve rozet motifleri dikkat çekici güzelliktedir. Medrese enine dikdörtgen bir plan gösterir. Dikdörtgen planlı bir bölümün arkasında beşik tonozlu, birbirinin eşi üç oda peş peşe sıralanmıştır.Uzun dikdörtgen bölümün önünde tam muntazam olmayan giriş eyvanı bulunmaktadır.Medrese odaları avluya birer kapı ve pencere ile açılmaktadır. İhlasiye Medresesi (Merkez) Bitlis, Gökmeydan Mahallesi’nde Hükümet Konağı’nın karşısında bulunan İhlasiye Medresesi’ni Beşinci Şeref Han 1589 tarihinde yaptırmıştır. Medrese sonraki tarihlerde Emir Şemseddin tarafından tamir ettirilmiştir. Medrese oldukça geniş bir alanı kaplamaktadır.Ana planı dikdörtgen olmasına karşılık kuzey cephesinde dışarıya doğru çıkıntı oluşturan büyük bir bölümle adeta T şeklinde bir plana dönüşmüştür. Bütünüyle kesme taştan yapılan medresenin güney cephesi taş işçiliği yönünden diğer cephelerden farklı bir görünümdedir. Güney cephesinin her iki köşesine yerleştirilen köşe kuleleri görünümündeki payandalarla kale görünümünü kazanmıştır. Giriş kapısı medresenin duvarlarından 40 cm daha yüksektir ve böylece anıtsal bir giriş görünümünü kazanmıştır. Kapı yüzeyinde birbiri içerisinde daralan ve kademe kademe yükselen nişler,çevre bordürleri geometrik şekilde taş oymalarla süslenmiştir. Bunların üstleri de kufi yazılı bordürlerle bezenmiştir. Bunların ardından gelen bölümler profillerle, geometrik oymalarla bütün yüzeyi kaplamıştır.Yuvarlak kapı girişinin üzerine de yapım kitabesi yerleştirilmiştir. Medresenin köşe kuleleri ile giriş kapısı arasında kalan duvarlara ikişer pencere açılmıştır. Ayrıca pencereler arasındaki duvarlara da dışa doğru çıkıntı yapan yarım piramidal çatılı kulecikler yerleştirilmiştir. Güney cephesinin böylesine görkemli oluşuna karşılık diğer cepheler daha sadedir. Bununla beraber düz yüzeyler halindeki duvarların ortasına ,doğu ve batı da altlı üstlü ikişer pencere yerleştirilmiştir. Bunlardan alt pencereler dikdörtgen olmasına karşılık üst pencereler içe doğru kavisli nişler halindedir. Medresenin doğu ve batı cephelerinde saçaklar güney cepheden farklı olarak eşit aralıklı kavisli küçük konsollar üzerine oturmuştur. Medresenin iç plan düzeninde simetrik bir düzen görülmektedir. Giriş kapısın arkasında sivri beşik tonozlu küçük bir eyvan orta mekana açılmaktadır. Orta mekanın doğu ve batısı iki bölümlü beşik tonoz örtülü yan mekanlarla çevrilidir. Bu mekanlar birbirlerine ve orta mekana birer kapı ile açılmaktadır. Orta mekan dört kenar ile bağlantılı büyük sivri kemerlerin taşıdığı kesme taştan,pandantifle bir kubbe ile örtülmüştür.Sekizgen kasnak üzerine oturan bu kubbenin her bir kenarında yuvarlak pencereler sıralanmıştır. Kuzeyde orta mekanın büyük kemeri arkasında beşik tonozlu bir eyvan ve ardında da üç kenarı dışa doğru çıkıntılı bir bölüm yer almıştır. İhsaniye Medresesinin üzeri diğer yapılarda olduğu gibi toprak bir damla örtülmüştür. Medresenin bahçesinde Şerefhan oğullarının türbeleri bulunmaktadır. Bu türbeler Veli Şemseddin’e, Ziyaeddin Han’a ve II.Şerefhan’a aittir. Ayrıca Üçbacılar Türbesi de burada bulunmaktadır. Medrese Kültür Bakanlığı tarafında müze olarak restore edilmiştir.Bugün Bitlis İl Kültür Müdürlüğü burada görev yapmaktadır. Hatibiye Medresesi (Merkez) Bitlis Zeydan Mahallesi’nde Memi Dede Türbe ve zaviyesinin karşısında bulunan Hatibiye Medresesinin kitabesi olmadığından kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Medrese yapı üslubuna göre XVI. yüzyılda yapılmıştır. Günümüzde harap bir durumdadır. Hatibiye Medresesi blok kesme taştan yapılmıştır. Osmanlı mimarisindeki bilinen medrese planlarından çok farklı bir düzendedir. Dikdörtgen planlı medresenin güney batı köşesi bir platform üzerinde olup, buradaki giriş kapısına on iki merdivenle çıkılmaktadır. Bu bölümde büyük bir dershane bulunmaktadır. Medresenin yan ve arkası kayalıklara dayanmıştır. Bu nedenle de aydınlatma orta kısmın üzerini örten tonoz ve yanlardan sağlanmaktadır. Medresenin batı kenarında beşik tonozla örtülü bir eyvanla birleşen bir bölüm bulunmaktadır. Batı kenarından beşik tonozla örtülü dikdörtgen hücrelere geçilmektedir. Bu hücreden, günümüze gelemeyen,ancak izlerinden anlaşılan bir diğer hücreye geçilmektedir. Bu bölüm, 5.10 X 5.05 m. ölçüsünde dikdörtgen plan düzenindedir. Kalıntılarından medresenin güney batı yönünün bezemeli olduğu sanılmaktadır.Buradan yalnızca güney batı köşesindeki duvarlar günümüze gelebilmiştir. Bu bölümde nişler, örgü motifleri ve silmelerin izleri görülebilmektedir. Yusufiye Medresesi (Merkez) Bitlis, İnönü Mahallesi, Girik Düzü Mevkiinde bulunan bu medresenin kitabesi günümüze gelmediğinden kimin tarafından ve ne zaman yaptırıldığı bilinmemektedir. Yapı üslubundan XVII-XIX. yüzyıllarda yapıldığı sanılmaktadır. Yusufiye Medresesi yüksek duvarlarla çevrili bir avlunun kenarında düzgün olmayan dikdörtgen planlı bir yapıdır. Kesme taştan yapılmış medresenin planı L şeklini andırmaktadır. İki sütun ve üç yuvarlak kemerli bir revağın arkasında dört medrese hücresi sıralanmıştır. Bu hücrelerden girişin sağında bulunan hücre diğerlerinden farklıdır.Diğer hücreler dikdörtgen ve beşik tonozlu olmasına karşılık burası kare planlı ve kubbe ile üzeri örtülüdür. Bu hücrenin dershane olması kuvvetle muhtemeldir. Hücreler dışarıya açılan birer pencere ile aydınlanmaktadır. Ayrıca doğu kenarında L planının ucunu meydana getiren bir hücre daha bulunmaktadır. Medresenin tümünün üzeri toprak damlıdır.Ancak dershane hücresinin üzeri konik taş külahlı olarak dikkati çekmektedir. Medrese bir ara ceza evi olarak kullanılmış olup, günümüzde restore edilmektedir.
  24. _asi_

    Bitlis Hanları

    Bitlis Hanları Papşin Hanı (Hüsrev Paşa Hanı) ( Merkez) Bitlis’e 4-5 km. uzaklıkta bulunan Papşin Hanı’nı XVI.yüzyılda Hüsrev Paşa’nın yaptırdığı ileri sürülmüştür. Hanın kitabesi bulunmadığından bu konu yetenince açıklık kazanamamıştır. Han, kuzey-güney yönünde dikdörtgen planlıdır. Muntazam kesme taştan yapılmıştır. Girişin iki köşesinde yarım silindirik, kuzeydoğu ve batı köşesi ile kuzeyinde kare Oldukça basit silmelerle sona eren duvarlardan sonra hanın üzeri toprak damla örtülmüştür. Duhanı Diyarbakır-Bitlis yolu üzerinde bulunan Duhanı’nın kitabesi olmadığından ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Hanın mimari üslubundan XVI-XVII.yüzyıllarda Osmanlı döneminde yapıldığı anlaşılmaktadır. Enine dikdörtgen planlı olan han, 49.65 X 15.50 m. ölçüsündedir. Yamaçta bulunan hanın girişi ile iki cephesinin büyük bir bölümü tahrip olmuştur. Han iki bölümden meydana gelmiştir. Hanın her iki bölümüne de ayrı ayrı, ancak aynı cephe üzerindeki sivri kemerli niş içerisine alınmış yuvarlak kemerli kapılardan girilmektedir. Hanın büyük bölümü 34.15 m. boyunda enine dikdörtgendir. İçerisi iki sıra halindeki payelerle üç bölüme ayrılmıştır. Bu payeler birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır.Üzeri boydan boya beşik tonozlarla Hanın küçük bölümü arazi konumundan ötürü düzgün bir plan göstermemektedir. İçerisi ikişerli dört paye ile üç bölüme ayrılmıştır. Bu payeler birbirlerine ve duvarlara kesme taştan sivri kemerlerle bağlanmıştır. Bu bölümün duvarlarında küçük mazgal pencerelerin oluşu bu kısmın yolculara diğerinin de hayvan ve arabalara ayrıldığını göstermektedir. Başhan Bitlis-Tatvan yolu üzerinde bulunan Başhan’ı XVI.yüzyılda Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa yaptırmıştır. XVI.yüzyıl yapısı olan han kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Hanın büyük bölümü 22.32 X 25. 38 m., küçük bölümü de 32 X 33 m. ölçüsündedir. Tamamen kesme taştan yapılan duvarlar düz silmelerle sonuçlanır ve üzeri de toprak damla örtülür. Hana sol taraftaki 7.33 X 8.32 m. ölçüsündeki duvarlardan biraz daha içeride yuvarlak kemerli bir kapıdan girilmektedir. Bu girişin üzerindeki kitabesi okunamayacak kadar bozulmuştur. Buradaki bir merdivenle hanın üzerine çıkılmaktadır. Hanın kare planlı orta bölümü eşit aralıklı dokuz paye ile dört nefe ayrılmıştır.Bu payeler profilli sivri kemerlerle birbirlerine ve duvarlara bağlanmıştır. Doğu ve batıdaki bölümlerin üzerlerinde dıştan dar, içten geniş pencereler sıralanmıştır. Hazo Han (Merkez) Bitlis’in güneyinde, Bitlis Deresi yanında, Alemdar Köprüsü’nün yakınında olan Hazo Hanı kitabesinden öğrenildiğine göre 1626-1627 yılında yaptırılmıştır. Doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlı hanın duvarlarının yarısı muntazam kesme taştan, yarısı da kaba yontma taştan yapılmıştır. Beden duvarları bezemesiz, oldukça sade olup, yalnızca üst kısmını sade bir silme sınırlar. Üzeri toprak damlıdır. Hanın girişi batıda cephenin ortasında olup sivri kemerli bir niş içerisinde yuvarlak kemerlidir. Girişin üzerinde kitabe bulunmaktadır. Hanın içerisi iki sıra halinde dörder paye ile on beş bölüme ayrılmıştır. Bu payeler birbirleri ve duvarlarla sivri kemerlerle bağlanmıştır. Her birinin üzeri de çapraz tonozlarla örtülmüştür. Girişe göre orta akstaki bölüm diğerlerinden daha geniş olup dikdörtgen planlıdır. Hanın doğu ve batı cephelerinde beşik tonozlarla örtülü üçer hücre bulunmaktadır.Bu hücrelerin her biri birer kapı ile orta bölüme açılmaktadır.Bu bölümlerin yolculara,ortadaki bölümün de hayvan ve arabalara ayrıldığı bilinmektedir. Kohoz Hanı (Zal Paşa Hanı) (Adilcevaz) Adilcevaz’dan Erciş’e giden yolun 7.km.sinde, Yolçatı denilen Kohoz Köyü’nün bulunduğu yerdedir. Zal Paşa tarafından yaptırılmıştır. Büyük olasılıkla da XVI.yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilmektedir. Zal Paşa, Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan II.Selim zamanında görev yapmıştır. Kohoz Hanı oldukça harap bir durumdadır. Hanın girişi yıkılmış, yalnızca arka ve yan cephelerdeki duvar kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Kalıntılara dayanılarak hanın 18.56 X 26.28 m. ölçüsünde dikdörtgen bir planı olduğu anlaşılmaktadır. Kesme taştan olan hanın üst kısmı toprak damla örtülmüştür. İç mekanı iki sıra halinde, kuzey-güney doğrultusunda payelerle üç nefe ayrılmıştır. Büyük olasılıkla da her sırada üçer paye bulunuyordu. Kalıntılardan bu payelerin sivri kemerler ile birbirlerine ve duvarlara bağlandıkları sanılmaktadır. Payelerin oluşturduğu bölümler diğer yöredeki hanlar gibi tonozlarla örtülü olmalıdır. Hatuniye Hanı (Hazo Hanı) (Merkez) Bitlis Hatuniye Köprüsü yanında bulunan bu hanın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır.Günümüze gelen kalıntılardan ve tarihi kaynaklardan XIII.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Abbasi döneminde Sultan Evhadullah Han’ın kızı Hamu Hatun tarafında XI.yüzyılda yaptırıldığı söylenmektedir. Bitlis yöresindeki diğer hanlar gibi bu handa dikdörtgen planlı, kesme taştan bir yapıdır. İçerisi payelerin desteklediği payelerle bölümlere ayrılmıştır. Bu payeler duvarlara ve birbirlerine sivri kemerlerle bağlanmıştır. Üst örtüsü toprak düz damlıdır. Hüsrev Paşa Hanı Bitlis-Tatvan yolu üzerinde, kervan yolunun ilk konaklama hanıdır. Bu hanın ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamıştır. Kitabesi günümüze ulaşamamıştır. Kurd Erdmann bu handan “İhmal edilmiş bir Osmanlı yapısıdır” derken Albert Gabriel, hanı XIII-XIV.yüzyıllara tarihlendirmektedir. Mimari olarak Anadolu’daki Selçuklu hanlarının tipik bir örneğidir. Iğdır Kervansarayı bu hana mimari ve plan düzeni bakımından benzemektedir. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı olup içerisi sütunlarla üç sahna ayrılmıştır. Hanın güney cephesinde sivri kemerli bir niş içerisine alınmış, yuvarlak kemerli bir giriş kapısı bulunmaktadır. Hanın içerisinde payelerin ayırdığı on beş bölüm tonozlarla örtülmüştür.Üst örtü toprak düz damlıdır.
  25. _asi_

    Bitlis Hamamları

    Bitlis Hamamları Şerefiye Han Hamamı (Merkez) Şerefiye Külliyesinin bir bölümünü oluşturan hamam Han Hamamı ismiyle halk arasında tanınmaktadır. Hatuniye Caddesinde demirciler denilen yerde bulunmaktadır. Hamamın kitabesi bulunmamakla beraber Şeref Han’ın vakfiyesinde ismi geçen hamamın bu hamam olduğu sanılmaktadır. Şerefiye Hamamı’nın düzgün olmayan palan düzeni bulunduğu araziden kaynaklanmaktadır. Buradaki arazinin doğu ve güneyinin kazılmasından ötürü hamamın bir bölümü toprağa gömülmüştür. Hamamın soyunmalık kısmı oldukça geniş bir alana yayılmıştır. Bu bölüme sonradan yapılan ek binaların arasından girilmektedir. Beşik tonoz örtülü küçük bir bölümden sonra içerisine girilen soyunmalık orijinal yapımında kare planlı olmasına karşılık sonradan iç kısımların köşeleri doldurulmuş ve sekizgen bir plana dönüştürülmüştür. Bu bölümün üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Soyunmalığın doğusunda bulunan bir koridordan dikdörtgen, beşik tonozlu ılıklık bölümüne geçilmektedir, bir diğer kapı ile de kubbeli bir bölüme geçilmektedir. Burada diğer hamamlarda rastlanmayan bir özellik de soyunmalığın bir bölümünde beşik tonozlu küçük bir eyvan meydana getirilerek kıble duvarına bir de mihrap yerleştirilmiş olmasıdır. Zeminden 70 cm. yüksekliğindeki bu bölüm diğerlerinden ayrılmaktadır. Böylece hamam içerisinde bir mescit meydana getirilmiştir. Hamamın doğusunda büyük bir alanı kaplayan düzgün planlı sıcaklık merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölüm dört eyvan ve köşe hücrelerinden oluşmuştur. Buradaki hücreler arazi durumundan ötürü düzensiz bir plan göstermektedir. Bazı hücrelerin genişlemesinde arazinin kayalık oluşu da etkili olmuştur. Paşa Hamamı (Merkez) Bitlis Çarşısı'nda, dere kenarında bulunan Paşa Hamamını 1571 yılında Beylerbeyi Hüsrev Paşa yaptırmıştır. Paşa Hamamı, dikdörtgen planlı çifte hamamdır. Hamamın kadınlar ve erkekler kısmı yan yana olup, kadınlar kısmı yıkılmış, yalnızca erkekler kısmı günümüze gelebilmiştir. Dıştan basit bir yapı olarak görülen hamamın doğu cephesine bir sıra dükkan yapılmıştır. Böylece hamamın XVI.yüzyıl özelliği gölgelenmiştir. Erkekler kısmının soyunmalığı köşe tromplarının yardımı ile beden duvarları üzerine oturan merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Soyunmalığın güney duvarındaki bir kapıdan kare planlı bir hücreye geçilir, bunun batısındaki beşik tonozlu doğusunda da kubbeli iki hücre bulunmaktadır. Bu kısımların ılıklık olarak ayrıldığı sanılmaktadır. Kubbeli mekandan kuzey eyvanındaki sıcaklık kısmına geçilir. Bu sıcaklığın dört yanında beşik tonozlu dört eyvan bulunmaktadır. Yakın tarihlere kadar gelebilen kalıntılarından kadınlar kısmının da aynı düzende olduğu sanılmaktadır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.