Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Atatürk Ve Mersin

    Atatürk'ün Mersin Ziyaretleri Atatürk yurdun birçok yerini olduğu gibi, Mersin'i de birçok defa ziyaret etmiştir. Mersin'e ilk ziyareti Cumhuriyetten önce 5 Kasım 1918'de olmuştur. Atatürk, bu ziyaretinde Silifke sınırları ve Toros eteklerinde, karakolların artırılmasını ve dağ köylerine depolardaki yeni silah ve cephanelerden bol miktarda dağıtılmasını yetkililere tavsiye etmiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat-4 Mart 1923 arasında İzmir'de toplanan "Türkiye iktisat Kongresi"nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin'e yapmıştır. Mersin ve Tarsus'u ziyaret etmek üzere Gazi ve yanındakiler, 17 Mart 1923 Cumartesi sabahı 9.45'de Adana'dan trenle hareket etmişlerdir. Yenice istasyonunda Mersin ve Tarsus'dan gelen heyetlerin karşıladığı tren, Tarsus'dan halkın coşkun sevgi gösterileri ve alkışları arasında yavaşça geçerken, Gazi, pencereden Tarsusluları selamlıyordu. Saat 11.30'da murt dallarıyla süslenmiş Mersin tren istasyonuna halkın coşkun tezahüratlarıyla girdi. Gazi, eşi Latife Hanımla trenden indikten sonra istasyon önündeki merasim kıtasını teftiş etti. Önce hükümet binasına, daha sonra da Belediye binasına gelen Gazi, başkandan belediye hizmetleriyle ilgili bilgi aldı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Gençler Yurdu'nu ziyaretinde, gençlere çok çalışmalarını tavsiye ederek, Türk Ocağı'na katılmalarını önerdi. Belediyenin şereflerine verdiği ziyafete katılmak üzere hep birlikte Mersin Palas Oteline (Günümüzde Mersin Oteli), daha sonra Askeri Mıntıka Kumandanlığına gidildi (Yandığı yerde şimdi Özgür Çocuk Parkı vardır.). Burada Askeri törenle karşılanan Gazi ve yanındakiler, bir süre dinlendiler. Binanın bir bölümünde öğretim yapılan Mersin Ticaret Rüştiyesi'ne geçildi. Girdikleri sınıfta dersi dinleyen ve öğrencilere sorular yönelten Gazi, alkışlar arasında binadan ayrıldı. Program gereğince Millet Bahçesi'nde çay içilecek, kent adına Hükümet Tabibi ve Türk Ocağı Baş kanı Dr.Reşit Galip Bey konuşacaktı. Bahçede murt dalları, çiçeklerle süslenmiş ve bayraklar asılmış yüksekçe bir yer hazırlanmış; yaldızlı büyük iki koltuk konulmuştu. Ancak, Gazi bahçeye girdiğinde iki tahta sandalye çekti, eşiyle birlikte oturdular, çaylar içildi. Reşit Galip Beyin heyecanlı bir ses tonuyla söylediği, anlamlı, ve samimi hitabını dinlerken ve özellikle "senin büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir" sözlerinden çok duygulandı. Sonra kürsü olarak hazırlanan masanın üzerine çıkarak "Mersinliler, memleketiniz, beldeniz Türkiye'nin çok mühim bir noktasında bulunuyor. Çok mühim ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün Dünya ile Türkiye'nin irtibat noktasının en mühim yerindedir. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz.... Aziz Arkadaşlar, bu memleketin hakiki sahibi olunuz" dediği hitabesini söyledi. Sürekli alkışlar ve övgü sözleri arasında kürsüden indi ve halkın "Yine bekleriz Paşam" tezahüratıyla istasyona uğurlandı. 16.30'da Tarsus'a hareket ederken pencereden uğurlayanlar, selamlıyordu. Atatürk 20.1.1925 tarihinde yine Eşi Latife Hanımla birlikte Mersin'e gelmiş ve günümüzde Ata¬türk evi olarak müzeye dönüştürülen Christmann Köşkü'nde misafir edilmiştir. Bu ziyaretinde Mersin'de ık, gun kalmıştır. Atatürk Hac, Beyden, güneyde bir çiftlik almak istediğini ve tavsiye edecekleri bir yer olup olmadığını sormuştu. Hacı Bey, Silifke'de bir yer olduğunu söylemiş ve Atatürk 29.1.1925 günü satın almak istediği Tekir Olukbaşı çiftliğine gitmiştir. Bu çiftlik Abidin Paşa'dan Bodasakiye, kurtuluştan sonrada hazineye geçmişti. Atatürk çiftliği hazineden satın almıştır. Burası modern bir çiftlik haline getirilmiş, bağış üzerine yine hazineye devredilmiştir. Atatürk, 10.5.1926 tarihinde Konya üzerinden trenle Mersin'e gelmiş ve doğruca limandaki Ertuğrul yatına binerek Taşucuna gitmiştir. Atatürk, bundan sonra üç defa daha Mersin'e gelmişse de kentte kalmamıştır. Atatürk, 19.11.1936 tarihinde yine tren yoluyla Mersin'e gelmiştir. Bu gelişinde Vali Konağı'nda kalmıştır. Mersin Valisi olan Rüknettin Nasihioğlu'na:"Vali Bey, konağı çabuk düzenle ve noksanlarını tamamlayın. Her sene Nisan ayını burada geçirmek istiyorum" demiştir. Atatürk'ün Mersin'e son gelişi ise 20.5.1938 Cuma günü 13.30'dur. Bu ziyaretinde de Vali Konağı'nda kalmıştır. Konağın balkonunda oturduğu sürece halk karşı kaldırımda, oradan ayrılıncaya kadar, uzun süre sevgi ve ilgi ile büyük kurtarıcıyı izlemiştir. Atatürk'ün Tarsus Ziyareti 17 Mart 1923 günü Gazi, Eşi Latife Hanım ile beraber Mersini ziyaret ettikten sonra akşam üzeri Tarsus'a geldiler. Akşam yemeğini yemek üzere Mehmet Rasim (Dokur) Bey'in evine gidildi. Mehmet Rasim Bey, İstiklal Savaşı'nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun tüm bez ihtiyacını kendi fabrikasında dokuyup göndermişti. Gazi, akşam yemeğinde Rasim Bey'e:"Kurtuluş Savaşımızda bize fabrikanız ile büyük destek sağladınız. Ordunun bez ihtiyacının büyük bir kısmını temin ettiniz. Size borcumuz oldukça çoğalmıştır. Size olan borcumuz nedir ve nasıl öderiz?" diyen minnet dolu sözlerine Rasim Bey'in yanıtı şöyle olmuştur:"Paşam, Türk Ordusuna fabrikam feda olsun. Hükümetimizin bana hiç bir borcu yok." 17 Mart gecesi Atatürk ve eşi, eski belediye binasının bulunduğu yerde (Bu bina 1958 yılında yıkıldı.) kaldılar. Binanın etrafı çepeçevre Tarsuslu insanlarla dolup taşmıştı. Etrafda meşaleler, ateşler yakılmış, adeta tüm Tarsuslular nöbet tutmuşlardı. Gazi, arada bir kaldığı binanın balkonuna çıkıp Tarsusluları selamlıyordu Gazi, balkondan:"Vakit geç oldu. Lütfen istirahat edin. Evlerinize çekilin" diye seslenmesine rağmen, Tarsuslular Gazi'nin kaldığı evin etrafında sabaha kadar oturdular. 18 Mart 1923 günü, Şelale civarında bulunan Sadık Paşa'nın un fabrikasına giden Gazi ve eşi, burada sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra, Şeyh Sünusi'nin evini ziyaret ettiler. Gazi, buradan Türk Ocağı'na giderek gençlere seslendi. Hatıra defterine de şunları yazdi:"Tarsus Türk Derneği altında birleşen ve Türklük harsını (kültürünü) yükseltmek gibi kıymetli vazife ifa eden Türk Gençliği'ni takdir ederim. Temenni ederim ki; dernek bu dakikadan itibaren Tarsus'da Türk'ün sönmez ocağının yandığını ismi ile de ilan etsin. 18-19 Mart 1923 Gazi" Aynı gün çiftçilere hitaben de bir konuşma yapan Gazi, Tarsus'un birçok tarihi ve dini yerlerini de gezdi. Paşayı izleyen Tarsuslular arasında bulunan kadın mücahit Adile Çavuş: "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam" diyerek Gazi'nin ayaklarına kapanmıştır. Atatürk, Adile Çavuş'u elinden tutarak kaldırmış:"Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın" diyerek o ünlü sözlerinden birini söylemiştir. Daha sonra İttihat ve Terakki Mektebini (Eski Türk Ocağı İlkokulu) ziyaret eden Gazi Paşa, burada öğrencilerle jimnastik dersi yapmış, sınıfta ise tarih dersi vermiştir. Atatürk, 27 Ocak 1925'de Silifke'yi de ziyaret etmiştir.
  2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ’NDE MERSİN Çukurova Bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından işgale uğramıştır. İşgalden itibaren büyük zorluklar yaşanmış olmasına karşın bu durum Mersinlileri yıldırmamış, Mersin ve çevresini Kuvayi Milliye’nin güçlü direniş cephelerinden birisi haline getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için 25 maddelik Mondros Mütarekesi ile sona ererken, bu antlaşmanın Mersin’i doğrudan ilgilendiren hükümleri; 5., 7., 10. ve 16. maddeleri olmuştur. Tüm yurtta olduğu gibi işgallerin resmi gerekçesi olan 7. madde uyarınca Çukurova ve Mersin de işgal edilmiştir. İşgal döneminde bölgede sivil cemiyetler, askeri (Kuvayi Milliye) örgütlenmeler ve direnişler vardı. Ancak Pozantı Kongresi istisnası dışında kongre hareketlerine rastlanılmamıştır. Mustafa Kemal, mütarekenin imzalanmasının hemen ardından Adana’ya gelerek Alman Mareşali Liman Von Sanders’ten Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı’nı devralmıştır. Burada Adana Vilayeti’ne bağlı sancaklardan gelen temsilcilerle görüşmüş, onlara alınması gereken tedbirler konusunda bilgi vermiştir. Bu görüşmelerde Mersin Sancağı’nı o tarihte Adana Lisesi Müdürü olan Niyazi Ramazanoğlu temsil etmiştir. Mustafa Kemal, 5 Kasım 1918’de Mersin’e gelmiş burada mutasarrıfla, jandarma bölük yüzbaşısı ile görüşmüş ve depodaki silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmiştir. Mersin’de işgal haberinin duyulması halkta heyecan ve telaş yaratmıştır. Çok geçmeden Mersin, 17 Aralık 1918’de mütarekenin ilgili hükümleri gerekçe gösterilerek ordusundaki askerlerin çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngilizler tarafından işgal edilmiştir. İngiliz işgalinin gerçekleşmesinin üzerinden bir hafta sonra Fransızların da işgale katılacakları söylentisi halk arasında yeniden heyecan yaratmıştır. Bu sırada İngiliz İşgal Komutanlığı, mutasarrıflığa başvurarak Fransız birlikleri için yer gösterilmesini istemiş, kendisine gösterilen binalar arasından şehrin ortasındaki Taşhan’ı uygun bulmuştur. 1 Ocak 1919’da Fransızlar da aynı yöntem ve gerekçelerle Mersin’i işgal etmişlerdir. Böylece Mersin, iki müttefik devlet tarafından işgal edilmiş duruma gelmiştir. İşgalin, mütarekenin hemen ardından erken bir tarihte gerçekleştirilmiş olması, bölge halkının hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. Özellikle İngiliz işgali sessiz sedasız yapılmış, şehirde yapılmaya çalışılan protesto eylemleri de jandarmanın sıkı güvenlik önlemleri sayesinde etkisiz hale getirilmiştir. İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafları da sonucu değiştirememiştir. İstanbul’da bu tepkileri bir çatı altında toplama uğraşımı “Kilikyalılar Cemiyeti”nin kurulması ile sonuçlanmıştır. İşgal süresince Mut’ta, Mersin’de, Gülnar’da, Silifke’de, Arslanköy’de kurulmuş olan müdafaa-i hukuk teşkilatları, çeşitli silahlı birlikler oluşturarak yörede Fransızlara karşı önemli bir mücadele yürütmüşlerdir. Sivas’tan gelen yönergeler doğrultusunda oluşturulan Mersin Savunma Grubu içinde Sahil, Bozo, Emirler, Hamzabeyli, Çopurlu, Alsancak, Buluklu ve Efrenk müfrazalari gibi savaşçı birlikleri İçme Savaşı, Su Bendi Savaşları, Gudubes Savaşları Emirler Savaşı gibi işgal kuvvetlerini yıpratan savaşları yürütmüşlerdir. Mersin, bu acı işgalden ancak 20 Ekim 1921’de Fransızlar’la Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra kurtulabilmiştir. Çukurova’nın kurtuluş tarihinde “20 günlük ateşkes” adıyla bilinen olay TBMM hükümeti ile Fransa arasındaki savaşı sona erdirecek zeminin oluşmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta 20 Günlük ateşkesle ilgili olarak; Mösyö Duquest namında birinin kontrolünde bir Fransız heyetinin Ankara’ya geldiğini, bu heyetle 20 günlük bir mütareke yapıldığını ve bu mütarekeye TBMM’de bazı milletvekillerinin itiraz ettiklerini ancak amacının Adana mıntıka ve cephelerinde bulunan ve kısmen askerlerle de takviye olunan milli kuvvetleri sükunetle tanzim ve tensik etmek olduğunu ifade etmiştir. Fransızlarla antlaşmaya giden süreç Mustafa Kemal tarafından şöyle belirtilmiştir: “II. İnönü Zaferi ile Yunan Taarruzu kırılmıştı. Rusya ile Moskova Antlaşması yapılmış ve Doğudaki durumumuz anlaşılmıştır. İtilaf devletlerinden milli esaslarımıza riayet edebileceklerle, anlaşma arzu edilmekte idi. Bilhassa Adana, Ayıntap ve havalisini yabancı işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi. Çeşitli sebeplerden dolayı Fransızlarında bizimle anlaşmaya meyilli oldukları anlaşılmakta idi”. 20 günlük ateşkes süresi daha dolmadan taraflar arasındaki çarpışmalar yeniden başlamıştır. Fransa’da Millerand’ın yerine Başbakan olan Legues, Sevres hükümlerinin değiştirilebileceğinden bahsetmeye başlamıştır. Bu arada Türk dostu olarak tanınan Fransız yazarı Pierre Loti de Fransa’nın Türk politikasını eleştiren yazılar yayımlamış, Türklerle dostça ilişkiler kurup Kilikya bölgesinin de boşaltılması gerektiğini belirten yazılarla Fransız kamuoyunda Türkler lehine bir ortam yaratmıştır. 20 Ekim 1921’de Türkiye Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ile Franklin Bouillon (Buyyon) arasında geçen 2 haftalık müzakereden sonra 13 madde halinde düzenlenen (Accord Franco-Turc), “Ankara Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Suriye sınırımız Hatay dışında bugünkü şekliyle çizilmiş ve Fransızlar 20 Aralık 1921 tarihine kadar bu sınırın kuzeyinde kalan askerlerini çekmeyi kabul etmişlerdir. Ayrıca Fransızlara bu antlaşmayla bazı maden ocaklarıyla, Adana’da bir pamuk fabrikasının işletme hakkı ve Anadolu’daki bazı okulların varlıklarını sürdürmelerine olanak tanınmıştır. Fransızlar da Anadolu’ya getirdikleri silah ve malzemelerinin bir kısmını Türklere bırakmışlardır. Ankara Antlaşması Güneydoğu Anadolu ile Çukurova’da süregelen savaşlara son veriyor, işgal altındaki yörelerin kurtarılmasını sağlıyordu. Bölgede, 5 Ocak 1922 tarihine kadar devir ve teslim işlemleri de sona ermiştir. Mersin’in işgalden kurtuluş tarihi ise 3 Ocak 1922’dir. Tartışmasız bir gerçek vardır ki Çukurova’nın işgalden kurtuluşunu simgeleyen süreç 20 Ekim 1921 tarihinde TBMM hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile başlamıştır. Bu tarihten sonra Fransız ordusu ile antlaşmanın resmi hükümleri yerine getirilmiş ve Fransızlar Türk topraklarından çekilmeye başlamışlardır.
  3. _asi_

    Mersin Tarihi

    TARİHÇE 20. YÜZYILA KADAR MERSİN TARİHİ Kilikia, jeolojik yapısına bağlı olarak ikiye ayrılır: Dağlık Kilikia (Trakheia) ve Ovalık Kilikia (Pedias). Dağlık Kilikia, Korakeison (Alanya)’dan Soloi/Pompeipolis’e (Viranşehir) kadar uzanır. Ovalık Kilikia, Soloi/Pompeipolis’den başlayıp, doğuda Alexandria Kat İsson (İskenderun)’a kadar olan bölgeyi içerir. Stratejik coğrafi konumu itibariyle Kilikia, tarihinin her döneminde önemli olaylara sahne olmuştur. Mezopotamya’dan Sardes’e uzanan ticaret yolunun Kilikia kapısından (Pylai Kilikias) geçtiğini Xenophon bize bildirmektedir. Kilikia bölgesinin tarihi, Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule’de yapılan kazıların buluntuları sonucunda, Proto-Kalkolitik ve Neolitik çağa kadar gitmektedir. Hitit’lerin Anadolu’ya egemen oldukları uzun yıllar boyunca, Kilikia’da da faaliyette bulunduklarını yine kazılardan çıkan mimari buluntularla belgelemek mümkündür. Kilikia ismi ilk kez M.Ö. 8. yüzyılda Asur dokümanlarında görülür; bundan önce ise M.Ö. 13. yüzyıla inen Mısır kayıtlarında bu ülke “Kedi” ya da “Kode” isminin çeşitli söylenişleriyle görülmektedir. Batı Kilikia’da M.Ö. 8. yüzyıl sonu - M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Hellen kolonizasyon hareketleri görülmektedir. Pomponius Mela’ya göre Samos’lular Kelenderis’i ve Nagidos’u, Aegina’lılar Aphrodisias’ı, Lindos’lular da Soloi ve Tarsos’u kurmuşlardır. Kilikia bölgesinde M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren sırasıyla önce Pirundu yerel krallığının, sonra Babil ve Pers egemenliklerinin hüküm sürdüğü görülür. M.Ö. 6.yüzyıl başlarında başkenti Ura şehri olan Pirundu krallığı Lamos (Limonlu) ve Kalykadnos (Göksu) nehirleri arasında güçlenmiştir. Bu güç, M.Ö. 557 yılında Babil krallığı tarafından yıkılmış ve bu M.Ö. 546 yılına kadar bölgeyi yöneten bağımsız Syennesis sülalesine yaramıştır. Bu tarihte Anadolu’yu istila eden Perslerin eline geçen Kilikia bölgesinde, M.Ö. 521 yılında tahta geçen Darius ile birlikte bir satraplık kurulmuştur. Ancak bölge yine de yerli bir sülale tarafından yönetilmiş ve Persler’e 500 talent gümüş ve 500 beyaz at vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda Pers egemenliğine rağmen özellikle Kelenderis, tarihinin parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Attika-Delos Deniz Birliği’nin en doğudaki üyesi olma özelliğini elde eden bu kentin ismi aynı zamanda M.Ö. 425 yılındaki Atina vergi listelerinde de görülmektedir. Bu durum Atina’nın himayesinin Kilikia kıyılarına kadar uzandığını ve onların koruyuculuğu altında Kilikia’nın bağımsızlığını koruyup ticari faaliyetlerine devam ettiğinin göstergesidir. Kilikia hakkındaki en kapsamlı bilgiler, İskender sonrasındaki döneme aittir. İskender Anadolu’ya geçtikten sonra M.Ö. 333 yılında Persleri ikinci kez Issos’da yener ve İskender İmparatorluğu içinde Kilikia da yer alır. İskender’in genç yaşta ölmesinin ardından fethettiği topraklar, müttefik üç general tarafından paylaşılır ve Kilikia’da Seleukoslar dönemi başlar. Bu dönemde Seleukoslar’ın başında Seleukos I. Nikator vardır. M.Ö. 68 yılı civarlarında Roma senatosunun Kilikia’yı, başkenti Tarsus olan bir Roma eyaleti yapmaya karar vermesi bölgenin geleceği için bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Kilikia provincia militaris (askeri bölge) ilan edilmiş olur. Bu ilan, Dağlık Kilikia’nın doğrudan Roma’nın idaresine bağlanması ve bu tarihten sonra düzenli olarak Roma valileri tarafından yönetileceği anlamına gelmektedir. Roma ve Bizans egemenliğini yaşadıktan sonra XVII. yüzyıldan itibaren Müslüman Arapların da görüldüğü bölgede, Bizans’ın merkezi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte aralarında Ermeni prensliklerinin de bulunduğu çeşitli feodal örgütlenmelere rastlanmaktadır. İçel adının kökenine gelince; ilk kez XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İÇEL” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçuklular’ın bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir. Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir. İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir. Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır. Mersin’in sınırları içinde yer alan yerleşim yerlerinin, tarih içinde bir çok farklı siyasal ve yönetsel yapı içinde yer aldığı görülmektedir. Araplar ve Bizanslılar arasında bir kaç kez el değiştiren bölge, Araplarca “sûğur” adı verilen sınır bölgelerinden biri olmuştur. Bu sınır bölgeleri konumları itibarıyla sıklıkla egemen devletlerin değişmesine tanık olmuştur. İl, Osmanlı egemenliğine değin önce Bizans ile İslam dünyası arasında, sonra Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile Memluklar arasında bir sınır bölgesi olarak el değiştirip durmuştur. Yine bir sınır bölgesi olması nedeniyle, gerek Bizans ve büyük islam devletlerinin değişik dönemlerindeki zayıflıklarından da yararlanarak bölgede feodal diye adlandırılabilecek olan Kilikia Ermeni Prensliği ve Ramazanoğulları Beyliği gibi bölge merkezli siyasal oluşumlara da rastlanmaktadır. Mersin, Müslüman Arapların 637 yılında bölgeye ulaşan ilk akınlarından 965 yılında Bizans’ın tekrar egemen olmasına kadar, yaklaşık 25 kez el değiştirmiştir. Ancak 637 yılından itibaren il, Hıristiyanlığın yanı sıra İslam kültürünün silinmez izlerini taşımaya başlamıştır. Bizans’ın Doğu sınırlarındaki feodal Ermeni prensliklerinin varlığına son vermesine ve ilin de içinde bulunduğu bölgeye bir kısım Ermeniler’in göç ettirilmesine 976 ile 1025 tarihleri arasında rastlanır. Bizans İmparatorluğu’nun merkezi gücünün zayıflaması üzerine bölgede 1081’den itibaren Ermenilerin geçici feodal örgütlenmelerine rastlanmaktadır. Bölgedeki Ermeni Prenslikleri, bölgenin sınır özelliklerinden de yararlanarak bazen Bizans’ın, bazen Moğolların ve Memlukluların denetiminde varlıklarını sürdürmeye çalışmış, 1360’da bölgenin kesin Memluk denetimine girmesiyle Ermeni siyasal örgütlenmeleri sona ermiştir. Türkler’in bölgede ilk kez görülmeleri ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman fiah önderliğindeki Türkmen gruplarının 1082-1083 yılları arasındaki akınlarıyla olmuştur. 1097 yılında ilk Haçlı Seferleri sırasında Tankred ve Baudovin’in yardımıyla yerel Ermeni güçlerinden tekrar Bizans’a geçen egemenlik, 1099’da Antakya Prensliğini kuran Haçlı Orduları önderi Bohemond’un denetimine girmiştir. Ancak bu denetim uzun sürmemiş ve bölgede 1100-1130 yıllarında yerel Ermeni güçlerinin yönetimi devam etmiştir. 12. yüzyılda da bu bölgede bağımsız hareket etmek isteyen Ermeni unsurları ile Bizans arasındaki çatışmalara, Anadolu Selçukluları ve yine bağımsız hareket eden Türkmen unsurları da katılmıştır. 1155 ile 1192 yılları arasında yoğunlaşan Türkmen akınları ve yerleşimleri ileride bu sınır bölgesinde bağımsız hareket eden Türkmen beyliklerinin de kurulmasına neden olmuştur. 1189 yılında, içinde Alman İmparatoru Frederick Barbarossa’nın da bulunduğu Haçlılar yine bölgede konaklamışlardır. 1243 ile 1253 yılları arasında Moğol denetimine giren bölge, 1318 yılında Karamanoğulları, Moğollar ve Memlukların egemenlik savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar sonucunda 1374 yılında kesin olarak Memlukların etki alanı içine giren bölge, büyük ölçüde bağımsız hareket edebilen ve özellikle Ramazanoğulları’nın ön plana çıktığı Türkmen Beyliklerinin yönetiminde kalmıştır. Bu Türkmen beyliği bazen Karamanoğullarına, bazen Memluklara ve daha sonra Osmanlılara bağlı olarak ve bu ülkeler arasındaki çatışmalardan yararlanarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ramazanoğulları’nın bölgedeki etkinliğinin çok daha önceleri, 1338’den itibaren, başladığı anlaşılmaktadır. Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1476’da Karamanoğulları Beyliği’ne son vermesi üzerine ilin de bulunduğu coğrafya, Osmanlıların ve Memlukların doğrudan karşılaştıkları bir alan olmuştur. 1482 ile 1485 yılları arasında Osmanlılar’ın Kilikya’ya inmesi ve Memluklar’a bağlı Ramazanoğulları’nı bir kaç kere yenmesine karşın 1485’ten sonra da bölgede Memluklar’ın etkisi sürmüştür. Özellikle 1488 yılında Adana Ağaçayırı’nda Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın 60 bin kişilik ordusunun Memluk ordusuna yenilmesi, Osmanlı’nın bölgeye egemen olma konusunda karşılaştığı güçlükleri göstermektedir. Osmanlı Devleti, bölgeye ancak 1516-1517 yıllarında Mercidabık ve Ridaniye Savaşı’ndan sonra egemen olabilmiştir. Osmanlı egemenliği ile birlikte Osmanlı’nın yönetsel birimlerindeki değişim ve gelişmelere bağlı olarak Mersin’in içerisinde bulunduğu bölge, değişik yönetim birimleri içinde yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlukları’nı 1520’lerde yenmesinden sonra oluşturulan “Vilâyet-i Arab”ın sınırları içerisinde Adana, Uzeyr, Tarsus ve Sîs sancakları yer almaktadır. Daha sonra Halep Vilayetine bağlanan bölge, 16. yüzyılın sonlarında yeni oluşturulan Adana vilayetine bağlanmıştır. 1571 yılında bölgenin bir kısmı Karaman Eyaletine bir kısmı ise yeni ele geçirilen Kıbrıs Beylerbeyiliği’ne bağlandı. 1660 yılından itibaren Kıbrıs Beylerbeyiliği’nden ayrılan bölge, yine Adana Eyaleti’nin sınırları içine alınmıştır. Tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre ilimiz sınırlarını kapsayan bölge, 16. yüzyılda Adana, Tarsus ve İçel İl Sancakları arasında paylaştırılmış durumdadır. Buna göre Tarsus Sancağı Nefs-i Tarsus ve Tarsus, Kosun, Ulaş, Kuş-Temür nahiyelerinden oluşuyordu. İçel Sancağı ise Ermenek, Selendi, Anamur, Gülnar, Silifke Nahiyelerinden ve Karı/Kara-taş, Mud, Sinanlu ve Bozdoğan kazalarından oluşuyordu. 1856 yılı verilerini kullanmış olması gereken 1857 tarihli Devlet Salnamesi’nde ise ilin bulunduğu bölgedeki Osmanlı yönetimi Karaman Eyaleti’ne bağlı İç-İl Livasından (Sancağından) ve Adana Eyaletine bağlı Tarsus Livası’ndan oluşmaktaydı. İç-il ve Tarsus Livaları aşağıdaki yerleşim yeri veya küçük yönetim birimlerinden oluşuyordu: LİVA-YI İÇ-İL: Ermenek, Nevahi-yi Ermenek, Karataş mea Argadı, Silinti mea Bülke-i Pazarcık ve Bülke-i İnce-ağız, Anamur nam-ı diğer Mamuriye, Gülnar nam-ı diğer fiilindire mea Bülke-i Boz-ağaç ve Bölke-i Yörükân ve Bölke-i Gerîne, Selefke, Evkaf, Bölke-i Cebel, Nahiye-i Zeyne, Sarıkavak, Mud, Sinanlu, Aşiret-i Keşlü, Aşiret-i İrmelü, Aşiret-i Bolaclu/Polaçlu, Aşiret-i Tatar, Aşiret-i Karabocılu, Aşiret-i Kara-hacılu, Aşiret-i Bahşaş, Aşiret-i Kürdeci, Aşiret-i Sandallu, Aşiret-i Hayrillü/ Hayraiüllü, Aşiret-i Kıbtıyân, LİVA-YI TARSUS; Tarsus, Nahiye-i Elvanlı, Nahiye-i Olaş, Nahiye-i Gökçelü, Nahiye-i Koştemir, Nahiye-i Namrun Bölkesi, Nahiye-i Yelkesi, Kasun mea Gülek. 1867 yılındaki Vilayet Nizamnamesi’nde İç-il Sancağı varlığını sürdürmekle beraber, Tarsus’un sancak merkezi olmaktan çıkarılarak Adana Vilayeti’ne bağlandığı görülmektedir. 1877 yılında ise Tarsus ve Mersin şehirlerinin Adana Vilayeti’nin Adana Sancağı’na bağlı birer kaza merkezi haline getirildiği görülmektedir. İlimizin merkezi olan Mersin, bu sıralarda 1852 yılına kadar Tarsus kazası içinde yer alan bir köy olmasına karşın, bu tarihten itibaren Tarsus’un bir nahiyesi haline getirildi. 1864 yılında da Tarsus’tan ayrı bir kaza merkezi oldu. 1888 tarihinde Mersin, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak merkezi oldu. Tarsus da Mersin’e bağlandı. Ancak bir süre Mersin Sancağı’nın sancak merkezi Tarsus oldu. Nitekim II. Meşrutiyet Dönemi’nde de bu yönetim bölünmesinin sürdürüldüğü görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin son günlerinde; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk yönetiminden çıkma tehlikesini ve bazı bölgelerinde işgali yaşayan ilimiz, Milli Mücadele’ye bütün gücüyle katılmıştır.
  4. _asi_

    Mersin Genel Bilgiler

    Mersin Genel Bilgi Mersin, Türkiye'nin güneyinde Akdeniz'e kıyısı bulunan Antalya ve Adana'nın ortasında yer alan il.2009 yılı verilerine göre il nüfusu 1.602.908'i[1], Mersin merkez nüfusu ise 840.000'i geçmiştir. Mersin'in tarih sahnesine çıkışı XIX. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır. Osmanlı tarihinde küçük bir kumluk kasaba olarak belirtilir. Kıyı köylerinde soyları "Hititler"e kadar dayanan, Osmanlı döneminde Lazkiye'den gelip yerleşen, sadece tarım ve balıkçılık ile uğraşan Arap kökenli halk yaşamaktadır. Hayratlarında fakirlere dağıtılmak üzere yaptıkları "keşkek"e benzer 'hrisi çorbası' çok lezzetli ve meşhurdur. Süveyş Kanalı'nın inşaatında kullanılan kerestenin de Mersin'deki kızılçam ormanlarının katledilerek çoğunlukla kaçak olarak sevkedildiği düşünülmetedir. DP döneminde yapılan Limanla birlikte, Mersin hızla, Çukurova’nın tarım ürünlerinin ihraç edildiği bir liman ve ticaret merkezi haline gelmiş;özellikle doğudan göç alarak büyümüştür. Kentin asıl yerlisi olan Araplar,çoğunluğu oluşturan Kürt'ler, kasabalarına yayılmış yörük'ler ve azınlık sayılacak nüfusta olan Girit göçmeni ile bir kültür beşiğidir. "Türkiye'nin en yüksek ikinci gökdeleninin" (Mertim Kulesi: 177 metre)bulunduğu Mersin Devlet Opera ve Balesi'nin bulunduğu 8. kenttir. Uzun yıllar İçel adıyla bilinen il, 2002'de merkez ilçesi olan Mersin'in adını almıştır. Mersin ilinin ilçeleri; Anamur, Aydıncık, Bozyazı, Çamlıyayla, Erdemli, Gülnar, Mut, Silifke, Toroslar, Akdeniz, Yenişehir, Mezitli, ve Tarsus'tur. Mersin ve çevresinde, tipik sıcak ve ılıman iklimi hakimdir. (daha cok subtropik iklim özellikleri gösterir) Yaz ayları sıcak ve aşırı nemli ortalama 28 °C nemlilik ise %88 ler civarında kış ayları ise (14 °C) ılık ve yağışlıdır. (Yıllık yağış ortalaması 1096 mm,kaydedilen en düşük sıcaklık ise 1974 te +2.5 derece en yüksek sıcaklık ise 15 Temmuz 2007 38 °C). İlin uzun yıllar sıcaklık ortalaması ise 22 °C dereceye yakındır ve bu özelliğiyle Türkiye'nin en sıcak kesimidir. Ancak yaz aylarında özellikle aşırı nem bunaltıcı olabilmektedir. İl en fazla yağışı aralık ocak döneminde alır, 2001'de yaşanan sel felaketinde 2 gün içerisinde metrekareye 669 kg. yağış düşmüştür... Kendine özgü yemeği olan tantuni ile tatlıları cezerye, kerebiç ve mamül çok meşhurdur. Ayrıca dolma-sarma, mersin içli köftesi, telatür, bandırma, arabaşı çorbası, yüzük çorbası, kulak çorbası, topalak çorba, maş çorbası, analı kızlı çorba, humus, nar ekşili ezme salata, mercimekli kabak, bazlama, sıkma, dolaz, cızlama, çileme, topalak, tava kebabı, samsıra, heleş, mollaç, palize, su helvası, pekmez helvası, pekmezli ekmek, gaygana, keşkek, övelemeç, batırık ve felafel özel yöresel yemeklerdendir. COĞRAFYA İl yüzölçümünün % 87'si dağlıktır. En yüksek tepesi : Medetsiz Tepesi (3.524 m) Önemli geçişleri : Sertavul, Gülek Boğazları Belli Başlı Akarsuları : Berdan Çayı (90 km) Göksu (299 km) İl'de bulunan belli başlı ovalar ve yüzölçümleri şu şekildedir: Tarsus Ovası 105.000 hektar, Berdan Ovası 50.000 hektar, Anamur Ovası 9.900 hektar. Mersin ili 36-37° kuzey enlemleri ve 33-35° doğu boylamları arasında bulunmaktadır. İlin kara sınırı 608 km, deniz sınırı 321 km olup, yüzölçümü 15.953 km²’dir. Mersin ilinin büyük bir kısmını oldukça yüksek, engebeli ve kayalık Batı ve Orta Toros Dağları oluşturmaktadır. Ovalık ve hafif eğimli alanlar ise bu dağların denize doğru uzandığı il merkezi, Tarsus, Silifke gibi alanlarda gelişmiştir. Bunun dışında kalan düzlük veya hafif eğimli alanlar, kuzeyde dağların arasında veya yüksek kesimlerinde görülmektedir. Orta Toros Dağları Mersin ilini İç Anadolu Bölgesinden ayırmaktadır. Mersin il sınırları içinde kalan en yüksek kesim Bolkar Dağları’ndaki Medetsiz Tepesi’dir (3599 m) Kuzeydoğudan, kuzeybatıya ve güneye doğru yükseklikler azalmaktadır. Bolkar Dağları’ndan batıya doğru, Kümpet Dağı (2473 m), Elmadağı(2160 m), Alamusa Dağı(2013 m), Büyük Eğri Dağı (2025 m), Kızıldağ (2960 m), Naldöken Dağı (1754 m), Kabaklı Dağı (l675 m) önemli yükseltilerdir. Ayrıca Karaziyaret Dağı, Tol Dağı, Sunturas Dağı, Balkalesi, Ayvagediği, Makam Tepesi ve Kaşkaya Tepesi güneye doğru uzanan diğer önemli yükseklikleridir. Mersin’i kuzeydoğudan Gülek Boğazı (1250 m) ile ve kuzeybatıdan Sertavul Geçidi (1990 m) İç Anadolu'ya bağlamaktadır. Toros Dağları’nın üst kısımlarında akarsuların, derelerin, atmosferik koşulların ve bölgede bulunan fayların etkisiyle çeşitli düzlükler oluşmuştur. Bu düzlüklerin yüksekliği 700-1500 m. arasında değişmektedir. Belli başlı yaylalık alanlar; Mersin: Aslanköy, Gözne, Fındıkpınarı, Soğucak, Bekiralanı, Mihrican, Ayvagediği ve Güzelyayla Tarsus: Namrun(Çamlıyayla), Gülek ve Sebil;Erdemli: Sorgun, Küçük Sorgun, Toros, Küçükfındıklı ve Güzeloluk; Silifke: Balandız, Uzuncaburç, Gökbelen ve Kırobası; Anamur: Abanoz,Halkalı,Kaş ve Beşoluk; Bozyazı: Elmagözü ve Kozağaç; Gülnar: Bardat, Tersakan ve Bolyaran; Mut: Kozlar, Çivi, Dağpazarı, Söğütözü ve Sertavul Yaylası’dır. Mersin ve çevresinde yer alan ovaların büyük bir kısmı Toros Dağları’nın güney eteklerinde akarsular tarafından ve yamaç eğimine bağlı olarak taşınan tortularca oluşturulmuştur. Tarıma oldukça elverişli olan bu alanlar, Mersin-Adana sınırından başlayıp Silifke’ye kadar, dağlara paralel, şerit şeklinde uzanmaktadır. Bunlar yerleşim alanlarına bağlı olarak; Yenice, Tarsus Mersin, Erdemli ve Silifke Ovaları olarak adlandırılmaktadır. Ülkemizin en mümbit ovalarından olan Çukurova’nın batı uzantısı ilde yer alır. Bunların dışında yine dağların eteklerinde Aydıncık, Anamur ve Bozyazı ovaları gibi birbirinden ayrı küçük düzlüklerde gelişmiştir. Dağların arasında Mut ilçesi çevresinde yer alan düzlük alanlar Göksu Irmağı’nın etkisiyle gelişmiştir. Mersin ilinin en büyük iki akarsuyu Göksu Irmağı ve Tarsus (Berdan) Çayı’dır. Bunun dışında Akdeniz’e dökülen çok sayıda irili ufaklı çay ve dere yer almaktadır. Bunlardan bazıları; Mersin’de: Mezitli Deresi, Tece Deresi, Müftü (Efrenk) Deresi, Deliçay Deresi; Anamur’da: Dragos Çayı , Sultan Çayı, Melleç Deresi; Aydıncık’da: Menekşe, Gözsüzce Deresi; Bozyazı’da: Siniçay Deresi, Aksaz Deresi; Erdemli’de: Alata Çayı, Lamos Çayı’dır. Mersin ilinde yer alan doğal göller; Silifke’de: Akgöl, Keklik Gölü, Paradeniz Gölü; Gülnar’da: Aygır Göl, Kamışlı Göl, Uzun Göldür. Bunlara ek olarak, yörede Gezende ve Berdan Baraj Gölleri ve çok sayıda sulama amaçlı yapılmış göletler bulunmaktadır. Mersin ilinde yerleşim genelde Mersin Körfezi çevresinde gelişmiştir. Burası doğuda Karataş burnundan başlayarak batıda İncekum burnuna kadar uzanır . Arada kalan kısımlarda, kayaç türlerine ve akarsulara bağlı olarak çok sayıda irili ufaklı koy gelişmiştir.Akdenize 370km.lik bir kıyısı vardır.Mersin kıyılarının yaklaşık 109 km.lik bölümünü doğal kumsallar oluşturmaktadır. Bu plajlar kumsallarının ince ve temiz oluşu ve sualtı avcılığına uygun oluşundan dolayı tercih edilmektedir. Kızkalesi, Taşucu, Susanoğlu, Ayaş, Yemişkumu, Akkum, Çeşmeli, Ören, Balıkova, İskele, Yenikaş, Ovacık, Tisan, Büyükeceli ve Anamur Plajları bunlardan bazılarıdır. TARİH Antik Çağlar'da Kilikya olarak bilinen bölge için gezgin Coğrafyacı Strabon: "Coracesion'dan (Alanya) Kilikya-Suriye kapısına kadar uzanan Küçük Asya'nın güneydoğu kıyılarına verilen bir bölgedir" diye sözeder. Ve tanrılar tanrısı zeus,un yine de burda doğduğuna inanılır.İşte bu yüzden pek çok kaynakta Zeus'tan olbalı Zeus diye bahsedilir.. Herodot; bölgenin Hypachoea diye adlandırıldığını, Fenikeli Age-nor'un oğullarından Cilix'in buraya gelip yerleştiğini ve onun adından dolayı bölgenin Kilikya adını aldığını nakleder. Fakat Kilikya adı ilk kez, "Chilakka" şeklinde Asurca yazıtlar üzerinde görülmüştür. Bu nedenle bugün Kilikya adının Asur kaynaklarında özellikle Dağlık Kilikya için kullanılan "Chilakka" kelimesinden kaynaklandığı kabul edilmektedir. Aynı Asur kaynaklarında Ovalık Kilikya ise Que olarak adlandırılmaktadır. Anadolu ile Suriye ve Mezopotamya arasında ulaşımı sağlayan Gülek ve Sertavul (Kilikya kapıları) ile Belen (Suriye kapısı) gibi önemli geçitler nedeniyle stratejik önem taşıyan bölgenin, doğu ve batı kesimleri yeryüzü şekilleri bakımından farklı özellikler gösterir. Bu nedenledir ki Hellenler, batı kesimini Cilicia Tracheia (Dağlık Kilikya), doğu kesimini Cilicia Pedias (Ovalık Kilikya) olarak anmışlardır. Romalılar ise Dağlık Kilikya'ya Cilicia Aspera, Ovalık Kilikya'ya Cilicia Campestris adlarını vermişlerdi. Dağlık Kilikya kabaca bugün Alanya ile Mersin arasında kalan, Ovalık Kilikya ise Mersin'den İskenderun Körfezi'ne kadar uzanan kesimlerdir. İki Kilikya'yı ise Lamas nehrinin birbirinden ayırdığı kabul edilir. Günümüzde Dağlık Kilikya Taşeli yarımadası, Ovalık Kilikya ise Çukurova olarak adlandırılır. İlde İnanç Turizmi açısından önemli olan iki merkez vardır. Birincisi İsa'nın Havarilerinden St. Paul'un Tarsus'ta bulunan Evi ve Kuyusu Vatikan tarafından Hac Yeri ilan edilmiştir. Diğeri Müslüman ve Hıristiyan alemince önemli olan ve Silifke/Taşucu'nda yer alan erken Hıristiyan devrinde Hac Yeri olarak kabul edilen Azize Aya Tekla (Meryemlik)(Meryem'inde kabrinin Mersinde olduğu ancak hiç bir zaman bulunamayacağı İncilde acıkca yazılmıstır(kilikya mektupları paftası)) önemli dini ziyaret merkezleridir. Ayrıca dini açıdan önemli ziyaret yerlerinden olan Tarsus Ashab-ı Kehf Mağarası da il sınırları içerisinde bulunmaktadır. Tarihi ve turistik açıdan görülmesi gereken başlıca yerler; Alahan Manastırı (Mut), Kravga Köprüsü, Kızkalesi, Yumuktepe, Kanlıdivane (Neapolis), Anamuryum Harabeleri, Viranşehir ( Soli), Tarsus - Aziz St.Paul Kilisesi, Silifke-Uzuncaburç, Karaduvar, Ayaş, Namrun Kalesi (Lampron), Alahan (Alacahan) Manastırı, Narlıkuyu, Zeus (Jupiter) tapınağı, Cennet Cehennem mağaraları, Çukurpınar Mağarası, Korikos Kalesi, Mamure kalesi, Aslanköy Kaya Mezarları, Adam Kayalar, Tarsus-Ulu Cami, Tarsus-Eski Cami, Büyükeceli Kaya mezarları sayılabilir. Tabiplerin piri Lokman Hekim Tarsusta yaşamıştır.Aynı zamanda yılanların padişahı Şahmeran ile ilgili rivayetde şöyledir.Şahmeran yörenin kralının kızına aşık olur,cadının bir tanesi prensesin hamama geleceğini ve görmek isterse onu hamamda bir odaya gizlice alacağını söyler.Şahmeran her nekadar biraz şüphelense de aşk gözünü karartır ve gider.Orada katledilir. Tarsusda halen ayakta olan eski hamamın göbek taşındaki kızıllığın şahmeranın kanı olduğuna inanılır. KÜLTÜR VE SANAT Kentte devlet opera ve balesi mevcuttur.Mersin Devlet Opera ve Balesi gösterilerini Mersin Kültür Merkezi'nde sergilemektedir. Kentte Mersin Uluslararası Mersin Müzik Festivali, Mersin Türk Sanat Müziği Festivali ve Mersin Uluslararası Nevit Kodallı Çoksesli Korolar Festivali gibi aktiviteler de düzenlenmektedir. Mersin Fotoğraf Derneği (MFD), Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu, İçel Sanat Kulübü, Mersin Polifonik Korolar Derneği, Mersin Sinema Derneği (Mersinema)gibi önemli kültür ve sanat kurumlarıdır. TARİHİ, KÜLTÜREL VE TABİİ GÜZELLİKLERİ Eshab-ı Kehf Mağarası,Cennet ve Cehennem Obrukları, Kleopatra Kapısı, Gümüşkum, Çamdüzü, Erdemli Çamlığı, Pullu, Karaekşi, Karabucak ve Bahçeyeri Orman İçi Dinlenme Yerleri, Narlıkuyu Mağarası, Susanoğlu, Kapızlı, Gözne, Fındık Pınarı, Namrun ve Sorgun Yaylaları, Pompeiopolis, Tarsos, Neopolis, Krykos, Kilindria, Selevkeia ve Anemurion İlkçağ Kent Kalıntıları, Anamur, Meydancık, Kızkalesi, Silifke Kalelesi, Soli, Alahan Manastırı, Haghia Thekla Bazilikası, Uzuncaburç, Akkale, Gözlükule Yerleşmeleri, Tarsus Camii, Lal Ağa Camisi, Erdemli, Silifke, Tarsus ve Narlıkuyu Mozaik Müzeleri. EKONOMİ Hızla hayata geçirilen GAP Projesi, Ataş Rafinerisi ve sahip olduğu geniş hinterland sayesinde Mersin Uluslararasi Limanı, Türkiye’nin en önemli ve en işlek limanlarından biri sayılır. Mersin serbest bölgesi burada kurulmuştur ve başta Iraklı Barzani firmaları olmak üzere yaklaşık 300 şirkete ev sahipliği yapmaktadır.Mersin-Tarsus Organize Sanayi Bölgesi'nde 100'e yakın firma faaliyet göstermektedir. Türkiye'nin en önemli iç turizm merkezlerindendir.Özellikle yaz aylarında kente çevre illerden birçok yazlıkçı gelir.Şehir merkezi ve Kızkalesi Beldesi arasında yazlık siteler yoğun olarak bulunur. Yat turizminin gelişmesi amacıyla uluslararası standartlara uygun 500 yat bağlama ve 300 yat karaya alma kapasiteli Mersin Ana Yat Limanı tamamlanmış olup ihaleye çıkılmıştır. Şehrin kendi adıyla anılan üniversitesi, Mersin Üniversitesi, 1992 yılında açılmıştır. Şu an bünyesinde 11 adet fakülte ve 8 adet meslek yüksekokulu ile 20.000 öğrenci barındırmakta olup, gelişmekte olan bir üniversitemizdir. İldeki bir diğer üniversite ise Özel Çağ Üniversitesi'dir.Çağ Üniversitesi Yenice'dedir. TURİZM Mersin 321 Km. sahil şeridi ile Tükiye'nin önemli bir sahil kentidir. Önemli tarihi ve turistik mekanlara sahip olmasıyla turizmde son yıllarda adını sıkça duyurmaya başlamıştır. Alahaan Manastırı, Cennet ve Cehennem, Kızkalesi, Ayaş, Yumuktepe, Soli, Eshab-ı Kehf Mağarası, Anemurium tarihi kalıntıları, Kleopatra Kapısı gibi turizmde ilgi çekici mekanlara ev sahipliği yapmaktadır. Önemli plajları ise Anamur, Kızkalesi, Susanoğlu ve Ayaştır. Tisan, Taşucu, Narlıkuyu ve Dana Adası ise özellikle yerli turistlerin sıklıkla ziyaret ettiği bölgelerdir. Yayla turizminde beğenilen ve ilgi çeken yaylalar ise Gözne, Fındıkpınarı, Namrun ve Sorgun Yaylalarıdır. İSMİNİN KÖKENİ Bu il, “İçel” ve “Mersin” isimleri ile anılmıştır. Hâlen ilin ismi İçel ve merkez ilçesi Mersin’dir. Mersin ismi Oğuz Türkmen beylerinden “Mersin Bey”den gelmektedir. Mersin, coğrafî durum îtibâriyle içeride olduğundan 12. yüzyıldan beri “İçerlek” ve “İç El” denmiştir. Göksu Nehrinin iki yanında yer alan kısma “İçerlek” (İçel) denmiştir. Mersin ve İçel isimleri Türkçe kelimelerdir. İçel’in eski ismi Kilikya’dır.
  5. _asi_

    Zonguldak Resimleri

  6. _asi_

    Cehennemağzı Mağaraları

    Cehennemağzı Mağaraları Zonguldak ili Ereğli ilçesi İnönü Mahallesi’nde bulunan bu mağaralar Antik Çağlardan itibaren yerleşime sahne olmuş, ayrıca ibadet yeri olarak da kullanılmıştır. Mağara içerisinde yapılan arkeolojik araştırmalarda sütunlar, sütun başlıkları, lahitler, kandil yuvaları, taban mozaikleri bulunmuştur. Bu kalıntılar mağaraların Erken Hıristiyanlık döneminde gizli ibadet yapılan bir yer olduğunu göstermiştir. Mağaralar Volkano-Klastik kayaçlar içerisinde gelişmiştir. Mağaraların ikisinin içerisinde göl bulunmaktadır.
  7. _asi_

    Zonguldak Bölüklü Yaylası

  8. _asi_

    Zonguldak Gökgöl Mağarası

    Gökgöl Mağarası Zonguldak il merkezine 3 km. uzaklıkta bulunan Gökgöl Mağarası, Zonguldak Kömür Tesislerinin bulunduğu Asma Ocaklarının 1 km. güneyinde ve Üzülmez Deresi’nin sağında bulunmaktadır. Mağarada ilk araştırmalar iki İngiliz speologu Chris Bauer ve Harvey Lomas tarafından 1976 yılında yapılmıştır. Bundan sonra Türk-Fransız ortak grubu tarafından 1977 yılında mağara ve içerisindeki çok sayıdaki mağaracıklar ile Gökgöl Mağarası incelenmiştir. Gökgöl Mağarası jeolojik dönemlerde I.Zaman (Vizen Paleozonik) kalkerler içerisinde oluşmuştur. Mağaranın çok büyük bir ağzı bulunmakta olup, buraya 50 m. yüksekliğinde dik bir patikadan çıkılmaktadır. Mağara içinin toplam uzunluğu 1 km. kadardır. Mağara üç bölümden meydana gelmiştir. Bu bölümler fosil ve aktif kısımlar ile yarı aktif yan kollardır. Girişten sonra geniş bir galeri halindeki mağarada 250 m. uzaklıkta bulunan bir sifondan suya girilip dar bir çatlak içerisinde ilerlenmekte ve bundan sonra da mağara içerisindeki yeraltı deresinin kaynağına gelinmektedir. Mağara içerisinde 2–5 m. arasında değişen sarkıt ve dikitler bulunmaktadır. Yeraltı deresi bir çöküntü ile son bulduğundan daha ileriye gitmek olanaksızdır. Günümüzde Gökgöl Mağarasının 875 m.lik kısmı turizme açıktır.
  9. _asi_

    Zonguldak Filyos Kalesi

    Filyos Kalesi Zonguldak ili Çaycuma ilçesinde Hisarönü’nde (Filyos) bulunan bu kale Ortaçağ’da yapılmıştır. Kalenin kitabesi günümüze gelemediğinden yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kale moloz taş ve tuğladan yapılmış olup, günümüze oldukça iyi bir durumda gelmiştir. Ortaçağ’da yapılan bu kale çevresinde Roma dönemine tarihlenen mabet, tiyatro ve büyük bir yapıya ait olduğu sanılan üç kemerli bir duvar günümüze gelebilmiştir. Ayrıca yakınındaki Çayır Mağarası’ndan kaleye ve kente su taşıyan su kemerleri kalıntıları da günümüze gelebilmiştir. Kale ve yanındaki tiyatro 2001 yılından itibaren başlayan çalışmalar sonucunda kısmen restore edilmiş olup, çalışmalar halen sürdürülmektedir.
  10. _asi_

    Zonguldak Kiliseleri

    Zonguldak Kiliseleri Ayasofya Kilisesi (Orta Cami) (Ereğli) Zonguldak ili, Ereğli ilçesinde, Herakleia Pontike (Karadeniz Ereğlisi) surları içerisinde, Akarca Mahallesi, Orta Cami Caddesi’nde bulunan bu kilisenin ne zaman yapıldığı kesinlik kazanamamakla beraber, Bizans döneminde V.-VI. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Ereğli’nin fethi sırasında Orhan Gazi anısına Osmanlılar tarafından camiye dönüştürülmüştür. Yapı 1903 ve 1954 yıllarında onarılmış, duvarları sıvanmış ve sarı renge boyanmıştır. 1990’lı yıllarda bir kez daha onarılmış ve özelliğinden de uzaklaşmıştır. Bu kilise Ereğli’de araştırma yapan F.K.Dörner ve W.Hoebfner ile Tayfun Akaya tarafından araştırılmış ve tanıtılmıştır. Kilisenin kesme ve moloz taştan yapılmış olduğu izlerinden anlaşılmaktadır. Bugün üzeri sıvanmış ve boyanmıştır. Bu bakımdan duvar örgüsü hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olamamıştır. Kilise üç nefli bir bazilika planı göstermektedir. Yapının narteks bölümüne ait bir iz günümüze gelememiştir. Bugün narteksin olduğu yerde kilisenin camiye çevrildiği dönemde yapılmış bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Günümüzde apsisin olduğu bölüm yıkılmış ve bunun sonucu olarak da kilisenin boyu kısaltılmıştır. Böylece yapının bazilika planı büyük ölçüde bozulmuştur. İbadet mekânının dörder sütun dizisi ile iki bölüme ayrıldığı sanılmaktadır. Günümüze yalnızca üçer sütunlu iki dizi gelebilmiştir. Yapının üst örtüsü Türk döneminde bütünüyle değiştirilmiş ve eğik kiremitli bir çatı ile üzeri örtülmüştür. Orijinal durumunda orta nefin üzerini örten çatının daha yüksek ve geniş, yan bölümlerinin de daha alçak olduğu sanılmaktadır. Rum Kilisesi (Ereğli) Zonguldak ili Ereğli ilçesi, Orhanlar Mahallesi’nde, Orhanlar Sokağı’nda bulunan bu Rum Kilisesinin yapım tarihini belirten bir kitabe günümüze gelememiştir. Harap durumdaki bu kilisenin yapı malzemesinden XVIII. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Ereğli’de bu örnek dışında başka bir kilise günümüze gelememiştir. Kilise moloz taş ve tuğladan üç nefli, üç apsisli ve narteksli bir bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Kilisenin yan neflerinde de birer apsis bulunmaktadır. Kilisenin orta nefi yan neflerden daha yüksek ve çift meyilli bir çatı ile örtülmüştür. Yan neflerin üstü de tek meyilli çatı ile örtülmüştür. Kilisenin batı yönündeki mermer söveli portalinin iki yanında yine mermer söveli iki pencere bulunmaktadır. Kilise içerisinde haç motifli bir levha dışında bezeme elemanına rastlanmamıştır
  11. _asi_

    Zonguldak Anıtları

    Zonguldak Anıtları Uzun Mehmet Anıtı ve Heykeli (Merkez) XIX. yüzyılın ikinci yarısında sanayi devriminin ana maddesini oluşturan taş kömürünün araştırılmasına Sultan II. Mahmut döneminde Anadolu’da başlanmıştır. Bu nedenle de Memalik-i Şahane içerisinde siyah taşın taharrisi isimli bir ferman yayınlanmıştır. Bu arada terhis olan ve memleketlerine giden askerlere de küçük kömür örnekleri verilmiş ve gittikleri yerlerde buna benzer taşların bulunup bulunmadığının araştırılması istenmiştir. Karadeniz Ereğlisi’nin kestaneci Köyü’nden olan Uzun Mehmet Tershane askerliğinden terhis olmuş ve köyüne gelmiştir. Bir gün buğday öğütmek üzere gittiği Neyren Deresi yamaçlarındaki değirmende su kanallarında askerde iken kendisine verilen taşların benzerlerini görmüştür. Bu taşları alarak ateşe atmış yanıp, yanmadıklarını denemiştir. Yandıklarını görünce de bunlardan bir miktarını yanına alarak İstanbul’a saraya gitmiştir. Getirdiği taşların taş kömürü olduğu anlaşılınca saraydan 5000 kuruşluk ödül ve ölene kadar da kendisine 500 kuruş aylık bağlanmıştır. Memleketine dönüşünden sonra zamanın kaymakamı Müstelzim Hacı İsmail Ağa tarafından kıskançlık sonucu kahvesine zehir katılarak öldürülmüştür. Doç.Dr.Ahmet Ali Özeken’in “Ereğli Kömür Havzası” isimli eserinde ilk kömürü 1822 yılında Ereğli Kestaneci Köyü’nden gemici Hacı İsmail’in bulduğu ve buna karşılık Sultan II. Mahmut’tan beş kese ihsan aldığı belirtilmiştir. Ayrıca ikinci defa kömürü bulan kişi Ereğli Neyren Köyü’nden deniz erliğinden terhis olan Uzun Mehmet olduğu belirtilmiştir. Uzun Mehmet’in bu buluşu XIX. yüzyılın ilk yarısında Zonguldak ve yöresinin yazgısını değiştirmiştir. Rastlantı sonucu bulunan ve yapılan araştırmalarda yörede zengin bir kömür madeni olduğu anlaşılmıştır. Bundan sonra Zonguldak’ta kömür çıkarma tesisleri kurulmuştur. Sultan Abdülmecit döneminde Anadolu’daki ilk kömür yatakları tespit edilmiş ve 1855’te ilk defa kömür üretimine başlanmıştır. İngiliz kömür ocaklarının imtiyazına son verildikten sonra 1905’te Ticaret ve Nafia Nezareti’nde ilk genel müdürlük kurulmuş, Çatalağzı, Kilimli, Kozlu ve Zonguldak üretim merkezi haline getirilmiştir. I.Dünya Savaşı sırasında kömür yönetimi bir süre için Almanlara bırakılmış, Harp Kömür Komisyonu kurularak savaş boyunca gemilerin kömür ihtiyacı bu kömür havzalarından sağlanmıştır. Cumhuriyet döneminde Kömür İşletmeleri Türkiye’nin kömür gereksinimini karşılamak üzere üretimini sürdürmüştür. Uzun Mehmet’in kömürü bulmasından dolayı Zonguldak il merkezinde 8. Kasım 1932’de adına bir anıt dikilmiş, içerisinde bulunduğu parka ve önünden geçen caddeye Uzun Mehmet ismi verilmiştir. Uzun Mehmet’in bir de heykeli yapılmıştır. Bu heykelde Uzun Mehmet ayakta, bir elinde kömür, diğer elinde de kazma ile tasvir edilmiştir. Bunun yanı sıra Zonguldak’taki iki büyük kömür işletmesine de Uzun Mehmet I ve Uzun Mehmet II isimleri verilmiştir. Bu yüzden de 8 Kasım günü, kömür ile özdeşleştiğinden ötürü Zonguldak’ta her yıl bayram olarak kutlanmaktadır. Zonguldak Havzası Maden Şehitleri Anıtı (Merkez) Zonguldak il merkezinde Türkiye Taş Kömürü Kurumu (TTK) ile Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) tarafından, Taş Kömürü Havzasındaki iş yerlerinde kaza sonucu yaşamını yitiren maden işçileri için bir anıt yapılmıştır. Bu anıt bir park içerisinde olup, Zonguldak ili Çevre Koruma Vakfı’nın desteği ve Zonguldak Belediye Başkanlığı’nın katkısı ile yapılmıştır. Siyah mermerden olan anıt, dikdörtgen kaideli, iki pano halinde olup, üzerinde Zonguldak Havzası Maden Şehitler Anıtı ile ölen maden şehitlerinin isimleri yazılıdır.
  12. _asi_

    Zonguldak Halkoyunları

    Halkoyunları Zonguldak yöresi davul ve köçek oyunları yönünden oldukça zengindir. Geçmişte davulcuların omuzlarına astıkları çift davulla oynadıkları söylenir. Göbekleşme, kaşık, zil gibi ayrık düzen oyunları; bağlama, tanbura, cura kemane (tırnak kemanesi), çiftelli, zurna, kaval (dilli, dilsiz), tef, darbuka,zil, kaşık, zilli maşa, tangurdak eşliğinde oynanırdı. Erkek oyunlarının yok denecek kadar öz, parayla tutulan köçeklerin (meyter) ve köçek oyunlarının yaygın olmasının nedeni, erkeğin köyünden ayrı bir işyerinde (kömür ocaklarında) çok ağır koşullarda çalışması, yaşamasıyla ilgilidir. Köyüne izinli gelen erkek eğlenme, oyun gereksinimini köçek tutarak ve onu izleyerek giderir. Bu nedenle, yörede köçek ve kadın oyunları, yaygındır. Kadın oyunları giysi, ritmi ve ezgisiyle kadının zarafetini, hareketliliğini, canlılığını simgeler, öne çıkarır. Çaycuma'da Aman of, Döktürü Muazzez, maça Kızı, biriciksin; Devrek'te dirgine, topal Osman; Kdz. Ereğli'de Kestanesi Köyü, Eğrice meşe; Alaplı'da Sömsöm Yavrum, Kabataşın Altı Bayır yöreye ait ezgi ve oyunlardır. Mavili Bir salınma bir nazlanma havası olan bu oyunun türkü sözleri sevgi ve beğenme üzerinedir. Oyuncular yavaş ritimli olan bu oyun müziği ile birlikte aheste bir yürüyüş, etrafında dönmelerle oyunu bitirirler. Bu oyun aynı zamanda diğer oyunla için hazırlık olmaktadır. Mavili mavili elini Yabancılarıy gelini Mavili de mavili anari Mavilide mavili ela gız Bilemeyom kimleri Ayşe gız Mavili de mavili elini Yabanclarıy gelini Mavili de mavili anari ..... Kavşak Suyu Mavili oyundan sonra Kavşak Suyu denilen oyun oynanır. Daha canlı ve hareketli bir oyundur. Daire formunda oynanır. Gerinmeyle başlar, daire formu bozulmadan karşılıklı gelip oynar, kendi etrafında uçarcasına dönüşler oyunun en gösterişli figürüdür. Oyun türküsünün sözleri yine beğenme ve sevgi üzerine söylenmiştir. Bu türkü suyun başında yapılan eğlentileri de bekar erkeklerin gelinlik çağındaki genç kızları beğenmeye gittikleri ve beğendikleri kızlarla ilişki kurmak için söylenen ve bir atışma şeklinde yapılan sözlerden meydana gelmiştir. Ah, kiremitte buz musun? Gelin misin, kız mısın? Ah, akşam size gelecem Evde yaluvuz musun? Haydi de evde yaluvuz musun? Eşim aman aman eşim de gel Kavşak suyuna gideriken peşimden gel Hey hey hey hey ille de sana varacam aman Almazsan da kaçacam aman Eğer beni alırsan asri de nişan yapacam aman. ...... Dıv Dıv Kavşak suyundan hemen sonra "dıv dıv" oynanmaktadır. Bu oyun yörenin geleneksel yapısı olan karşılama türündedir. Karşılıklı gidip gelme, yanlara açılıp kapanma ve dönmeler şeklinde oyun tamamlanır. Bu oyunun türsüsünde de yine sevgi ve beğenilme duygularının ifadesi ola sözler vardır. Atlı geliyor atlı Anam altında kilim katlı Benim sevgili yarim Anam baldan şekerden tatlı Dıv dıv dıv Dallarda yeşil yaprak Anam kirazlar tabak tabak Kavuşalım sevdiğim Anam sonumuz kara toprak Dıv dıv dıv .....
  13. _asi_

    Atatürk ve Zonguldak

    ATATÜRK VE ZONGULDAK Zonguldak ilinin tarihi; kendisinden çok eski yerleşim yerlerinin ve Kastamonu - Çankırı - Bolu gibi illeri de içine alan Taşkömürü Havzasının tarihi ile bütünleşmiştir. Şehrin oluşumu, bu çevredeki kömür madeninin işletilmesiyle başlar. 1840'lı yıllarda başlayan taşkömürü üretimi 1850'den sonra hızlanınca, Taşkömürü Havzası da giderek büyümüş ve gelişmiştir. Maden ocaklarının faaliyete geçmesiyle, havzaya yerli ve yabancı sermaye girişi başlamıştır. Bu nedenle kömür ocakları, birbiri peşine açıldıkça baş gösteren ekonomik ve sosyal şartlar maden ocaklarının açıldığı her saha çevresinde yeni yerleşim birimleri meydana getirmiştir. Yöre insanı, maden ocaklarının ilkel koşullarında göçüklerde ve grizularda; kolunu, bacağını, canını vererek ve sağlığını kaybederek "kömür işçisi" olmakla "mükellef" bırakılmıştır. Havzanın gelişmesi saygılı, uysal ve özverili bu insanların emeği ile olmuştur. 10-20 yıl aralıklarla birçok düzenleme yapılmasına karşın, fazla birey değişmeyecek ve karşılaştıkları acılar, onları acılarla yaşamaya alıştıracaktır. Kuvayı Milliyeciler, Ulusal Kurtuluş Savaşının sürdüğü dönemde, emeklerinden başka sermayeleri olmayan yöre insanına, daha iyi çalışma koşulları getirmeyi amaçlamışlardır. Kömür havzasından alınan çalışma yaşamıyla ilgili tüm verilerin tartışılmasıyla düzenlenen, işçi sağlığı alanındaki iki kanun dikkat çekicidir; Bunlardan biri; 11 Mayıs 1921 tarih ve 114 sayılı, Havza-i Fahmiye'de Kömür Tozlarının Amele Menafi-İ Umumiyesi Füruhtuna Dair Kanun'dur. (Kömür tozlarını işçi yararına satma yasası ) 8.11.1920 tarih ve 340 nolu hükümet teklifiyle sunulan, 4 maddelik kanunla; kömür üretiminde ortaya çıkacak olan kömür tozlarının Amele İdare Heyetince İktisat Vekaleti'nin gözetiminde açık arttırma yöntemi ile satılması ve hasılatın Amele İdare Heyeti adına Ziraat Bankasına yatırılması öngörülmüştür. Diğeri ise; 10 Eylül 1921 tarih ve 151 sayılı Kömür Havzası İşçilerinin Hukuku Yasası (Havza-i Fahmiye Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun)'dır. Kısaca Havza-i Fahmiye Amele Kanunu (Kömür Havzası Amele Kanunu) olarak adlandırılan bu yasa, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk iş yasası niteliğindedir. Sözü edilen kanun, maden işçilerine 22 Eylül 1921' de duyurulmuştur. Kömür Havzası Amele Kanunu'nun 4. maddesine dayanılarak, 22.7.1923 tarih ve 2608 sayılı kararname ile Amelebirliği Biriktirme ve Yardım Sandığı Talimatnamesi yayımlanmıştır. 1923 yılı Aralık ayında Amelebirliği binası törenle açılmış ve Kömür Havzası Amele Kanunu'nun uygulanmasına fiilen başlanmıştır. Kömür Havzası Amele Kanunu, havzadaki kömür amelesinin sağlığı, iş güvenliği, işçi ücretlerinin düzenlenmesinde aktif görevler üstlenmiş ve bu görevini çalışma hayatını düzenleyen kanunlar yürürlüğe girinceye kadar sürdürmüştür. 1912'de Balkan Savaşıyla başlayan ve 1922' de Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasıyla sona eren 11 yıllık yıpratıcı savaşlar döneminin ardından, ülkenin derlenip toparlanma süreci ile temel politikalar kısa sürede oluşturulmuş ve siyasi yapı belirginleşmeye başlamıştır. Taşkömürü Havzasında Atılacak Adımların Öncüsü 26 Ağustos 1924 tarihinde İş Bankası kurulur. Atatürk' ün isteği üzerine Bakanlıktan istifa eden Celal Bayar İş Bankası Genel Müdürü olur. Türkiye İş Bankası nizamnamesinin 2. maddesine göre; "İş Bankası bankacılık işlemlerinin yanı sıra tarım, sanayi, madencilik, bayındırlık işlemleri ve üretimi yapacak, bu işler için şirketler kuracak, yabancı şirketlerle ticari ortaklığa girecektir". Bu maddeye uygun olarak, taşkömürü havzasında Kozlu Kömür İşleri TAŞ ( Kömüriş), Maden Kömür İşleri TAŞ (Türkiş), gibi madencilik şirketleri kurulmuştur. Cumhuriyet öncesinde teknik elemen yetersizliğinin yarattığı sorunlar dikkate alınarak; Türkiye Cumhuriyeti'nin kurduğu ilk yüksek okul olan "Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendis Mektebi" mühendis ihtiyacını karşılamak amacıyla 1924 yılında, İktisat Vekaleti'ne bağlı olarak Zonguldak'ta açılmıştır. Bu okul, savaştan yeni çıkmış ve tamamen kendi öz gücüne dayanarak ülkeyi yeniden kurma amacındaki genç Türkiye Cumhuriyeti'nin umudu olmuştur. Atatürk'ün Zonguldak'a Gelişi (26 Ağustos 1931) Atatürk, Zonguldak maden ocaklarını görmek üzere, Ertuğrul Yatı ile Zonguldak'a hareket etmiştir. Yanında, o zamanki İş Bankası Genel Müdürü ve İzmir Mebusu Müdürü Celal Bayar, Afyon Milletvekili Ruşen Eşref, Gaziantep Milletvekili (Asaf Kılıç) Kılıçali, Aydın Milletvekili Reşit Galip, Sinop Milletvekili Recep Zühdü, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu, Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak ve Başyaver Rusuhi vardır. Ertuğrul Yatı, saat 12.30'da Zonguldak Limanı açıklarında demirlemiş, Zonguldak Valisi Arif Bey'in başkanlığında bir kurul Ertuğrul yatına geçerek Atatürk'ü karşılamış, Gazi ve arkadaşları, bugünkü Maden Mühendisleri Odasının Zonguldak Şubesi Lokali yanında bulunan iskeleden Zonguldak'a ayak basmışlardır. Maden Kömür İşleri TAŞ (Türkiş)' e ait 63 ocaklarındaki incelemelerinin ardından sıcak, duygulu ve coşkulu bir uğurlama töreni ile Ulu Önder, Ertuğrul Yatı'na geçmiş, aynı gün Ereğli ilçesine hareket etmiştir. Ereğli'de kendilerini karşılayanlarla bir süre görüştükten sonra, İstanbul'a dönmüştür. Taşkömürü Havzasının Planlı Gelişimi İş Bankası tarafından, Maden Kömür İşleri T.A.Ş. (Türkiş ) kuruluşu olarak 15.8.1934'de, 63 no.lu ocak baca ağzında temeli atılan, Üzülmez Kok Fabrikası' nın açılışı Başbakan İsmet İnönü ve İktisat Bakanı Celal Bayar tarafından 6 Ekim 1935 tarihinde yapılmıştır. Celal Bayar, kok fabrikasının açılışında yaptığı konuşmada; "İş Bankası havzaya ayak basmak suretiyle, milli tekniğin diğerlerine numune olacak derecede yüksek olmak liyakatini ve eserini göstermiştir. Ve İş Bankası'nın kömür istihsalindeki teknik muvaffakiyetidir ki bize istikbal için daha kuvvetli adımlar atmak ümit ve imkanını göstermiştir. Şimdi girdiğimiz kısım ve hedef kömür sanayii üzerinedir. Ve o kömür sanayii üzerinde atılan adımın ilk mümessili, ilk pişdarı (öncüsü) bu gördüğünüz fabrikadır" demiştir. Bayar'ın sözleri havzada atılacak yeni adımları belirterek, taşkömürünün ülke için önemini vurgulamaktadır. 23 Ekim 1935'te faaliyete geçen Etibank Yönetim Kurulunun; 21 Aralık 1935 tarih ve 5/ 1 sayılı kararı ile hükümetten ruhsatları devlete geçen 30 kömür ocağının Etibank' a devri istenmiş, böylece havzada 22 yıllık ETİBANK dönemi başlamıştır. Etibank'ın kurulması tamamlanırken, satın alınma çalışmaları başlatılmış ve 31 Mart 1937 tarih 3146 sayılı yasa ile havzada 40 yıldır faaliyette bulunan Ereğli Şirketi'nin sahip olduğu tüm mal varlıkları hükümete devredilmiştir. 15 Haziran 1937 tarih ve 3241 sayılı yasa ile de Ereğli Şirketinden satın alınan liman ve madenlerle, hükümetçe işletilmekte olan Kozlu ve Kilimli demiryolları Etibank' a devredilmiştir. Ankara-Ereğli Demiryolu Hakkındaki 1314 sayılı Yasa 13 Aralık 1925 tarihinde çıkarılmış, Filyos - Ereğli ve Filyos - Irmak olmak üzere, iki kısımdan oluşan "Kömüre giden demiryolunun" Filyos - Irmak demiryolu hattı, 7 Şubat 1927 tarihinde ihale edilmiştir. Irmak - Çankırı demiryolu kısmı 23 Nisan 1931'de, Irmak - Filyos demiryolu hattı 14 Kasım 1935 tarihinde hizmete açılmıştır. 25 Mayıs 1933 tarih ve 2214 sayılı yasa ile de Filyos-Ereğli demiryolu kısmı ve Ereğli'ye bir liman yapımı kararlaştırılmıştır. Filyos - Çatalağzı demiryolunun ihalesi 8.8.1934'te yapılmış, 18.10.1936'da işletmeye açılmıştır. Çatalağzı-Zonguldak demiryolunun ihalesi 25.5.1935'te yapılmış, 12 Ağustos 1937'de tren Zonguldak istasyonuna törenle girmiştir. Atatürk 1937'de TBMM'yi açış konuşmasında; "Türkiye' de devlet madenciliği, milli kalkınma hareketiyle yakından alakalı, mühim mevzulardan biridir... Elde bulunan madenlerin en mühimleri için, üç yıllık bir plan yapılmalıdır... Ereğli Şirketi'ni satın aldığımızı ve Ereğli Kömür Havzasında rasyonel bir istihsal (üretim) planının, günümüz meselesi olduğunu biliyorsunuz. Bunun ikmali çabuklaştırılarak, kömür istihsalatımız kısa bir zamanda en az bir misli arttırılmalıdır" diyerek yapılacak planlamaya ve üretimin arttırılmasına dikkat çekerken, demiryolu yapımı konusunda da "Zonguldak' a varmış olan hat dahi bu zengin kömür havzasını iç vatana bağlamıştır." bilgisini vermiştir. Atatürk' ün dile getirdiği bu strateji ile yabancılara tanınan ayrıcalıklar kaldırılmış, madenler millileştirilmiş ve tüm yeraltı zenginliklerimizin ulusal ekonomideki yerleri dikkate alınarak bilimsel bir şekilde ve sistematik olarak araştırma, inceleme ve işletilmelerine yönelik çalışmalara başlanmıştır. Etibank Yönetim Kurulunun 4 Mart ve 28 Nisan 1937 tarih 31/ 4 ve 36/3 sayılı kararları ile Etibank Ereğli Kömür İşletmesi TAŞ ( EKİTAŞ ) kurularak faaliyete geçirilmiştir. 1937-1939 yılları arasında da özel kişilere ait bazı ocaklar satın alınarak EKİTAŞ'a katılmıştır. 22.6.1938 tarih ve 3473 sayılı "Mahrukat Kanunu" ile de ülkenin kömür ihtiyacının karşılanması Etibank'a bir görev olarak verilmiştir. Zonguldak' ın Safranbolu kazasına bağlı, 26 köyü olan Aktaş nahiyesinin 13 haneli Karabük köyünde, 3 Nisan 1937' de Sümerbank kuruluşu olan, Demir Çelik Fabrikasının temeli atılmış, 9 Mart 1941' de Karabük Demir - Çelik Fabrikaları üretime başlamıştır. Ereğli Kömür Havzasındaki Ocakların Devletçe İşletilmesi hakkındaki 30 Mayıs 1940 tarih, 3867 sayılı yasayla " devletleştirme" kararı alınmıştır. Yasanın 1. maddesine dayanılarak; 15 Ekim 1940 tarih ve 2 / 14547 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özel ocakların tamamı sahiplerinden satın alınarak EKİTAŞ' a devredilmiştir. Etibank Yönetim Kurulunun 23 Ekim 1943 tarih ve 275/ 8 sayılı kararı ile EKİTAŞ, Mahdut Mesuliyetli Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi (EKİ) haline dönüştürülmüştür. 1940 yılında devletleştirilen Zonguldak Taşkömürü Havzası'nda yeraltı ve yerüstü tesislerinden birçoğu ömrünü yitirmiş ve üretim artışı için dar boğaz oluşturacak duruma gelmişlerdi. "Havza Büyük Amenajman Avan Projesi" ile "Mevcut tesislerden azami istifadeyi temin, diğer taraftan küçük ve eksik tesislerin yerine büyük kapasiteli - randımanlı tesisler vücuda getirmek, maliyeti düşürmek, Üretim emniyetini sağlamak ve üretimi iki katına çıkarmak" hedeflenmiştir. 1945 Kalkınma Planlarında. Demir-çelik ve enerji sektörünün, koklaşabilir kömür ihtiyacının karşılanmasına yönelik olarak kömür havzasının genişletilmesi ve üretimin arttırılması projelerine yer verilmiştir. Çatalağzı Termik Santralı (ÇATES)'nın kurulmasında elektrik enerjisi üretmenin yanısıra, EKİ'nin piyasaya arz edilmeyen ticari değeri düşük ve başka yerlerde kullanılmayan mikst, şlam gibi yüksek küllü ara ürünlerin değerlendirilmesi planlanmıştır. Santralın inşaatına 10 Temmuz 1946 tarihinde başlanmıştır. ÇATES, 27 Kasım 1948 tarihinde 3 grup ve toplam 64.500 kw (kuruluş gücü) kapasiteyle işletmeye açılmıştır. Yakıt ihtiyacının tamamına yakını EKİ tarafından karşılanan ÇATES'de üretilen elektrik enerjisi, enerji nakil hatlarıyla iletilerek, İstanbul, Kocaeli ve Sakarya başta olmak üzere, ülkemizde endüstrileşme tohumlarının atıldığı ve bugün de ekonomimizin itici gücü olan Marmara Bölgesinin o zamanki ihtiyacı karşılanmıştır. 4 Aralık 1947'de Filyos Ateş Tuğla Fabrikasının temeli atılmış olup, 1949 yılında deneme üretimine başlanmış ve 1950 yılından itibaren Sümerbank Ateş Tuğlası Sanayii olarak işletmeye açılmıştır. İkinci Dünya Savaşının sona ermesinin ardından Üretimi arttırmak için geniş kapsamlı yatırım projesi hazırlıklarına başlanmıştır. 1948'de uygulamasına başlanan "Amenajman Programı" ile yeraltı ve yerüstündeki tesislerin yenilenmesi ve faaliyetlerinin makinalaştırılması planlanmıştır. Bu proje ile 2,7 milyon ton/yıl satılabilir olan üretimin, 5.180.000 ton/yıl düzeyine (yaklaşık iki katına) çıkarılması hedeflenmiştir. Bu projeler, "Amerikan Marrshal Planı" çerçevesinde sağlanan dış parasal kaynak ile uygulamaya konulmuştur. Ulaştırma sorunlarının çözümü amacıyla, Zonguldak deresinin ıslahından sonra, kesintisiz şehir trafiğini ve kesintisiz kömür naklini sağlamak üzere şehrin iki yakasını birbirine bağlayan, İnönü köprüsü yapılmıştır. Mahdut Mesuliyetli Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi (EKİ), 22 Mayıs 1957 tarih ve 6974 sayılı yasanın, 31 Mayıs 1957 tarihinde ilanından sonra kurulmuş olan Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ)' nun, 2 Eylül 1957 tarih 1/5 sayılı kararı ile kurulan ve 7 Eylül 1957'de faaliyete geçen bir müessesesi olmuştur. TKİ, bütün gerekli yatırımları önemli ölçüde tamamlanmış ve bir kısmı da bitmek üzere olan büyük bir müesseseyi bünyesine almıştır. Bu yapısıyla EKİ, Türkiye'nin bundan sonra kurulacak olan diğer kömür işletmelerinin de kuruluşuna katkıda bulunacaktır. 1950'li yıllardan itibaren Türkiye'de karayolu ve baraj inşaatları ile sulama işlerine büyük hız verilmiştir. Bunun sonucu olarak da tarımda ve diğer endüstri kollarında hızlı bir gelişme sürecine girilmiş ve yassı çelik ürünlerine büyük ihtiyaç duyulmuştur. Bu gelişmelere bağlı olarak, ülkemizin ilk yassı çelik üretim tesislerinin hafriyat çalışmalarına 2 Haziran 1961'de başlanan Ereğli Demir ve Çelik Fabrikası (ERDEMİR) tesisleri, 42 ay süren inşaat ve montaj aşamalarından sonra, Eylül 1964'den itibaren deneme üretimine alınmıştır. İlk olarak Eylül 1964'de Kok Fabrikası, daha sonra da Şubat 1965'de Yüksek Fırın deneme üretimine geçmiştir. 22 Mart 1965 tarihinde çelikhane hizmete girmiş olup, 15 Mayıs 1965'te tesisler resmen hizmete açılmıştır. Atatürk'ün 1937' de TBMM'ni açış konuşmasında belirttiği gibi, yabancılara tanınan ayrıcalıklar kaldırılmış, madenler millileştirilmiş ve tüm yeraltı zenginliklerimizin ulusal ekonomideki yerleri dikkate alınarak bilimsel bir şekilde ve sistematik olarak araştırma, inceleme ve işletilmelerine yönelik çalışmaların büyük bölümü "az zamanda" tamamlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ili, "sonsuzluğu mavi, umudu yeşil ve emeği siyah ile kurulmuş" Zonguldak; taşkömürü, demir-çelik, enerji sektörlerindeki tartışılmaz öncülüğü ve ateş tuğla, kağıt, çimento fabrikalarının yanı sıra, sosyal, kültürel tüm güzellikleriyle yurdumuzun örnek bir sanayi şehri olmuştur.
  14. _asi_

    Zonguldak Mutfağı

    ZONGULDAK YEMEKLERİ Yaşanan hızlı kentleşme süreci insanların beslenme biçimlerini de etkilemiştir. Yerel ürünlere ve evde yapılan yiyeceklere dayalı beslenme kültürünün yerini daha kolay olan hazır yiyecek türü almıştır. Kırsal kesimde kahvaltı genellikle "kuşluk vakti"nde yapılır. Sabahları hem geç hem de kalorili yiyeceklerle güçlü beslenildiğinden (Tarhana yada uğmaç çorbası, pekmez, reçel, ceviz, süt, peynir), öğle yemeği de pek yenmez. Akşam yemekleri çorba, sebze, etli yiyecek yada börek, makarna gibi unlu yiyeceklerden oluşur. Kırsal yerleşimlerde genel olarak yapraklı sebzelere mancar (pancar) taneli sebzelere bakla; mutfak alanına aşevi, yiyeceklerin saklandığı yere de "kiler-kilerlik" denir. Yemekler tüm aile bireyleriyle bir arada aşevinde yenir. Yere "sof rabezi" serilir, üstüne sofra (tahtadan yuvarlak ayaklı tabla) konur ve genellikle aynı kaptan yenir. Yöre mutfağında ağırlık unlu (buğday ve mısır unu) mamullerinden yapılan yemek türlerindedir. Örneğin, börek, su böreği, kabaklı börek, (tatlı), bazlama, cizleme, gözleme (Kdz. Ereğli ve Alaplı'da kabaklı gözleme), kömeç ekmeği, pide türleri, tarhana çorbası, uğmaç çorbası (buğday unundan sütlü, sütsüz, naneli), göce çorbası (dövülmüş mısır kırıklarından), mısır unundan malay ve tintiş çorbası hemen hemen ilin tüm yörelerinde bilinir. Her türlü mevsimlik sebzeden yapılan yiyecekler / yemekler yanında mancardan (kara lahana) yapılan sulu yemekler ve sarma / dolma (üzerine yoğurt dökülerek), sıcak yenen kıymalı, soğuk yenen zeytinyağlı ve Devrek yöresinde yapılan cevizli mancar dolması / sarması yöreye özgü yemeklerdir. Kdz. Ereğli'de "Ereğli Pidesi", "Ereğli keşi", pide makarnası, Devrek'te asma yaprağından küçük küçük sarılan,sıcak yenen etli yaprak sarması ve zeytinyağlı yaprak sarması, cevizli ev makarnası, çörek, kömeç (cevizli ekmek), simit, kanlıca ve sarı kız mantarından yapılan mantarlı börek, kaz ciğeri ve yağından yapılan börek, beyaz baklava, hoşmerim (hoş mulayim), saraylı kabak tatlısı, Beycuma'da püryan (kuyu) kebabı, Çaycuma'da yoğurt (özellikle manda yoğurdu), soğan dolması, baklalı mancar, Alpalı'da kiren çorbası, koltuk yemeği, kabak gözlemesi, yedi türlü sebzeden yapılan mancar yemeği yöreyle özdeşleşmiş, ünlenmiş yemeklerdir. Zonguldak ormanlarında belki dünyanın en lezzetli kestanesi, "kuzu kestanesi" yetişmekte olup, mevsiminde toplanan kestane suda haşlanarak "tuzlama", bütün olarak fırında kavrulmasıyla "kavşak", çizilerek ateşte pişirilmesiyle kebap (kömme) biçiminde değerlendirildiği gibi kurutularak da saklanır. Ülkemizde sadece Kdz. Ereğli'de yetişen Osmanlı Çileği, orman altı bitki örtüsü içinde yer alan dağ çileği, kızılcık (kiren), kuşburnu, böğürtlen, fesleğen, nane, defne, karayemiş, ahlat yöre mutfağında değişik kullanma biçimlerinde değerlendirilmektedir. Pirinçli Börek Malzemeleri: 15 kuru yufka 4 bardak haşlanmış pirinç ½ kilo kavrulmuş kuşbaşı et 4 soğan maydanoz 1 bardak süt 2 yumurta Kırmızı biber, karabiber, tuz 2 paket yağ Yapılışı: Yufkalar ıslatılarak tepsiye diziliyor. Aralarına daha önceden hazırlanmış iki (haşlanmış pirinç, kavrulmuş et, soğan, maydanoz, yumurta, biber, tuz ve yağ karışımı) dökülür. Ve yufkalarla kapatılır. Pişirmeye vermeden önce üstüne süt, yumurta ve yağ karışımı sürülür. Fırına verilir. Uğmaç Çorbası Malzemeleri: 6 kaşık un, 2 su bardağı kaynatılmış süt, 1 su bardağı su, tuz. Yapılışı: Un iki bardak su ile iyice ovulur. Tel tel dökülmesi sağlanır. Bir bardak su, bir miktar tuz atılarak kaynatılır. Kaynamakta olan suya un karıştırılarak atılır. Pişinceye kadar kaynatılır. İçine süt ilave edilir, tuzu kontrol edilir. Servis sıcak yapılır. İstenirse, üzerine nane serpilebilir. Cevizli Dolma Malzemeleri: 250 gr. Ceviz. 2 su burdağı bulgur, 1 adet büyük baş soğan, tuz, karabiber, kimyon, maydanoz, 1 fincan sıvı yağ, Yarım yemek kaşığı salça Yapılışı: Rendelenmiş soğan, yağda pembeleşinceye kadar kavrulur, salça konur. Yarım su bardağı su konular kaynatılır. Kaynamış olan bu harç, bulgurun üzerine dökülür ve kabarması beklenir. İçine dökülmüş ceviz, tuz, baharat ve maydanoz konularak karıştırılır. Yaprak Sarma Malzemeleri: 300 gr. kıyma (koyun ve dana eti karışık), 1,5 su bardağı pirinç 1 adet büyükbaş soğan, Tuz, karabiber, maydanoz, dere otu, yeteri kadar margarin, 2 adet domates yada 1 çorba kaşığı salça, Taze yada salamura üzüm yaprağı. Yapılışı: Soğan, domates (kabukları soyulmuş), dereotu, maydanoz, küçük küçük doğranır (kıyılır), içine kıyma, pirinç, tuz, karabiber ve yarım çay bardağı sıvı yağ konur, karıştırılır. Elde edilen dolma içi üzüm yaprağına sarılır. Sarılan dolmaların, sarmaların parmak inceliğinde ve küçük olmasına özen gösterilir. Tencereye ya da güvece yerleştirilen sarmaların üzerine harcın suyu ve margarin konularak orta ateşte pişirilir. Pişen sarmaların üzerine sarımsaklı yoğurt, yağda kızdırılan sos (salça, kırmızı biber) gezdirilerek sıcak servis yapılır. BEYAZ BAKLAVA (Zonguldak) Malzemeler: 500 gram un, 500 gram süt, 6 kaşık nişasta, 2 yumurta, 750 gram şeker, 250 tereyağı. Şerbet için: 3 bardak su, 750 toz şeker. Yapılışı: Un, bir adet yumurta, süt ile baklava hamuru yapılır. Ayrıca üç bardak süt, üç kaşık nişasta ve bir çay bardağı şeker ile koyu bir muhallebi pişirilir, soğuyunca iki yumurta akı ve bir adet sarısı ilave edilir. Baklava hamurundan ince yufkalar açılır, arası yağlanır. iki adet yufka şeritler halinde kesilir, birer kaşık muhallebi koyarak muska şeklinde sarılır, tepsi bu şekilde dizilir, üzeri yağlanır. Fırında pişirilir, soğuk şerbet dökülür. Malay Ocakta kaynamakta olan su tenceresine yavaş yavaş mısır unu katılır ve sürekli karıştırılır. Elde edilen katı bulamaç yayvan kaplara kaşıkla küçük parçalar halinde dökülür. Üzerine süt şeker (toz şeker), dövülmüş ceviz, kızdırılmış tereyağı yada pekmez dökülerek tatlı malay, kıkırdak, dövülmüş ceviz, tereyağlı; küçük parçalar halinde doğranmış kavrulmuş kaz ciğeri, kaz yağı dökülür. Yörede ceviz bol olduğundan geçmişte cevizden elde edilen yağ ile tafta (yağı çıkarılan ezilmiş, dövülmüş ceviz kırıkları) malayın üstüne dökülürmüş. Çöpele Patatesler, tuzlu suda haşlanır. Daha sonra ince ince doğranır. Sarımsaklı yoğurt hazırlanır. Doğradığımız bu patateslerin üzerine hazırladığımız sarımsaklı yoğurt dökülür. Üzerine tuz serpilir. Bir tavada yağdı pul biber kızartılır. Ve bu sos yoğurdun üzerine istenilen ölçüde dökülür. Doruk Kök lahanalar temizlenir, yıkanır, sonra kesilir. Tekrar yıkanır. Kaynamakta olan suya atılır, haşlanır. 15-20 dakika ateşte kalır. Süzülür. Üzerinden soğuk su akıtılır. Bir tavada bol biberli (baharatlı) salçalı kavrulur. Kabuklu Fasulye Yaz mevsiminde taze fasulyeler kışa hazırlık için ince ince kırılır ve güneşe dikilir, kurutulur. Kışın yemeği yapılır. Kurutulmuş olan fasulyeler temizlenir, yıkanır ve haşlanır (kaynar suya atılır) Fasulyeler pişince içine yıkanmış olduğumuz mısır taneleri atılır. İkisi birlikte yarım saat orta ateşte pişirilir. Tavada salça biber, ve soğan kavrulur. Pişen yemeğin üstüne bu yağ dökülür. Tirit Az pişirilmiş yufkalar rulo halinde bir tepsiye dizilir. Üzerine kıyma, et dökülür veya yumurta kırılır. Tereyağı eritilerek üzerine dökülür. Lahana Turşusu Altı-on metre uzunluğunda büyük gürgen (kayın) ağacı kesilir, içi oyularak, kapak yapılır. Gürgen ağacının içine kara lahanalar parçalar halinde doldurulur. Üzerine kalın tuz konur, su ilave edilir ve üzeri kapatılır. Çok iyi kapatılması gerekir. Otuz-kırk gün sonra lahana orada azar azar alınarak yemeği yapılır ya da kavrulur. Yemeği: Bulgur veya mısır tanesi ile karıştırılarak pişirilir. Turşusu; sirke ve sarımsak ile karıştırılarak turşusu yapılır. Kavurması; soğan ve biberle kavrulur.
  15. _asi_

    Zonguldak Coğrafi Yapı

    Coğrafya Zonguldak, Batı Karadeniz Bölgesi'nde, Karadeniz'e batı ve kuzeyden kıyısı olan bir ildir. 3.481 kilometrekarelik yüzölçümüyle Türkiye topraklarının binde altısını kaplar. Karadeniz kıyılarından başlayan il toprakları, kuzeydoğudan Bartın, doğudan Karabük, batıdan Düzce ve güneyden Bolu illeriyle çevrilidir. Yeryüzlü Şekilleri Zonguldak İli çok engebeli bir arazi yapısına sahip olup, il alanının % 56'sı dağlarla, % 31'i platolarla ve % 13'ü de ovalarla kaplıdır. Akarsu vadileriyle yer yer derin biçimde parçalanmış olan İl toprakları orta yükseklikteki dağlık alanlardan oluşur. Eğimli bir arazi yapısını içeren İl coğrafyasında platolar genellikle dağların eteklerinde ve aralarındaki alana yayılmıştır. Akarsularca taşınmış alüvyonlarla kaplı küçük düzlükler ise ilin başlıca ovalarını oluşturur. Kıyılar düz ve az girintili-çıkıntılıdır. Kuzeydoğu güneybatı yönünde uzanan kıyılarda çok yerde yalıyarlar görülür ve bunlar akarsu ağızlarında kesintiye uğrar. Dağlar : İlin doğal coğrafyasının önemli bir bölümünü oluşturan dağlar; kuzey kesimlerinde 1000 metreyi bulmazken, orta kesimlerde 1200 metreyi aşmakta, güneyde ise yer yer 2000 metreye kadar ulaşmaktadır. Dağlar kıyıya koşut üç sıra oluşturulduğundan kıyı ile iç kesimler arasında ulaşım güçleşir. Atyaylası Tepesi ( 710 m), Göldağı ( 771 m), Kantar Tepe ( 905 m), Orhan Tepe ( 920 m), Baba dağı ( 1120 m), Soğukoluk Tepesi ( 1268 m), Kızıl Tepe/Kızıltaş ( 1468 m), Bacaklıyayla ( 1637 m) İlin bilinen yükseltileridir. Vadiler, platolar, Ovalar: Zonguldak il toprakları sık bir vadi ağıyla parçalanmıştır. Bu vadiler kimi kesimlerde genişleyerek düzlükler oluşturulmasına karşın, ilde büyük denebilecek bir ova yoktur. İldeki ovalar genellikle, akarsuların denize döküldüğü kesimlerde kıyı boyunca yer yer daralıp genişleyen alçak düzlüklerle (kıyı ovaları), dağların eteklerinde ve aralarında geniş bir alana yayılmış yüksek düzlüklerden oluşur. Filyos Çayı Vadisi : İlin en büyük ve en önemli vadisi olup Filyos Çayı boyunca uzanır. Genişliği yer yer 300-400 metreyi bulan bu vadi Çaycuma ilçe merkezinde Çaycuma düzlüğünü, Saltukova -Filyos mevkiinde Filyos düzlüğü oluşturur. Alaplı Irmağı Vadisi : Yer yer 600- 700 m genişleyen ve kıyıdan 14- 15 kilometre kadar içeriye giren bu vadi ilin ikinci büyük vadisidir. Gülüç (Gülünç) Irmağı Vadisi :Yöredeki birçok derenin sularıyla beslenen vadi, Kdz.Ereğli ilçe merkezinde genişleyerek Kdz.Ereğli düzlüğünü oluşturur. Üzülmez Deresi Vadisi : Güneyden kuzeye doğru, Üzülmez Deresi etrafında yer alan vadinin yamaçlarında Zonguldak kenti kurulmuştur. Bu nedenle Zonguldak Vadisi olarak da adlandırılır. Kıyılar : Karadeniz boyunca uzanan kıyı şeridinin tek önemli girintisi Kdz.Ereğli yakınındaki Baba Burnu'dur. Doğuda Sazköy'den batıda Alaplı ilçe sınırına uzanan 80 kilometrelik kıyı bandında yer alan pek çok doğal plaj (koy) ve kumsal alanlar yöre halkının yaz aylarında günübirlik kullandığı belli başlı mekanlardır. Akarsular : Sürekli ve bol yağış alan Zonguldak, akarsular bakımından oldukça zengindir. İldeki akarsular kış, bahar aylarında bol su taşır ve bu suların tümü Karadeniz'e dökülür. Zonguldak'taki akarsu havzalarının toplam su potansiyeli 3.664 hm3/yıl olup, bu akarsuların oluşturduğu toplam yağış alanı 15.942 kilometrekaredir. Filyos, Gülüç (Gülünç) Çayı; Devrek, Alaplı Irmakları; Üzülmez, kozlu Dereleri yörenin bilinen akarsu kaynaklarıdır. Ayrıca Küçükağız, İnağzı, Değirmenağzı, Çavuşağzı, Köseağzı, İncivezağzı ve Mevrekeağzı gibi adlarla anılan koylara, kıyılara irili ufaklı pek çok dere akmasına karşın yaz mevsiminde bu derelerin oluşturduğu kanyonların suyu azalmaktadır. Üzülmez ve Kozlu Dereleri : İlin küçük akarsularından olan bu derelerin taşıdığı su miktarı oldukça düşüktür. Üzülmez Deresi kent merkezinde, Kozlu Deresi Kozlu Bucağı'da Karadeniz'e dökülür. Filyos Çayı : Farklı kaynaklardan çıkan akarsuların (Soğanlı Çayı, Melen Çayı, Aras Çayı, Yenice Irmağı, Devrek Irmağı) Gökçebey ilçesi sınırlarında birleşmesinden oluşan Filyos Çayı, Filyos beldesi kıyılarında denize dökülürken bu adı alır. Toplam uzunluğu 228 km'dir. Alaplı Irmağı : Kdz.Ereğli'ye bağlı Ormanlı Bucağı'nın güneyinde 710 metre yükseklikteki Atyaylası Tepesinden doğan oldukça düzensiz akan Alaplı Irmağı'nın vadi tabanı kimi kesimlerde 600 metreyi aşar. Vadi boyunca basamaklar yaparak akan ırmak, ilkbaharda bol su taşır, yazın suyu azalır, yer yer kurudur. Gülüç Irmağı : Zonguldak-Devrek sınırındaki Hörgüç Tepe civarında doğan ırmak, birçok dere, dereceğin sularıyla beslenerek Gülüç mevkiinde Gülünç Irmağı adını alır. Devrek Irmağı : Bolu Suyu (Büyük Su) ile Mengen Çayı'nın Gökçesu yöresinde birleşmesiyle oluşan Devrek Çayı, Devrek kent merkezinden geçerek Gökçebey ilçesi sınırlarında Filyos Çayı'na karışır. Toplam uzunluğu 170 km olan Devrek Çayı düzensiz bir akarsudur. Baraj Gölleri, Göletler : İl sınırları içinde doğal göl bulunmamaktadır. Kdz.Ereğli'de Kızılcapınar, Gülünç; Zonguldak Merkezde Kozlu-Ulutan baraj gölleri ve Çatalağzı Dereköy Göleti İlin bilinen yapay gölleridir. Kızılcapınar Baraj Gölü : Kdz.Ereğli'ye 21 kilometre uzaklıkta Kızılcapınar Köyünde Aydınlar Çayı üzerinde kurulmuştur. 240 ha büyüklüğündeki bu yapay göl, Erdemir (Ereğli Demir Çelik) Fabrikası'nın kullanma suyunu karşılamaktadır. Gülüç Baraj Gölü : Kdz.Ereğli'ye 4 kilometre uzaklıkta Gülüç mevkiinde Aydınlar Çayı üzerinde kurulan Gülüç Baraj Gölü 127 ha büyüklüğündedir. Ulutan Baraj Gölü : Zonguldak merkezine 7 kilometre uzaklıkta bulunan Ulutan Barajı, Kozlu ve Üzülmez Derelerinin yan kollarının toplandığı Ulutan mevkiinde kurulmuştur. 114 ha'lık bir su alanını içeren baraj gölü, Zonguldak Metropoliten Belediyeler Birliği'ne bağlı belediyelerin su gereksinimini karşılar. Dereköy Göleti :Çatalağzı'na 1 kilometre uzaklıkta bulunan bu gölet 20 ha büyüklüğünde olup, Çatalağzı Termik Santrali'nin su ihtiyacı için kurulmuştur. Jeolojik Yapı Zonguldak İli'nin temeli paleozoik yaşlı devoniyen ve karbonifer oluşumlarla kaplıdır. Bu temel jeolojik yapı kuzeyde ve il merkezi çevresinde bozulmuş kıvrılmış, parçalanmıştır. Kırıklar yer yer kuzeydoğu, güneybatı doğrultusunda, kıyıya koşut uzanır. Kıyı şeridinin temelinde karbonifer yaşlı oluşumlar, üzerinde de kretase yaşlı konglomeralarla kaplı bir alan uzanır. Geniş bir alana yayılan kretase yaşlı kalkerler yer yer, karstik oluşumlara (İldeki mağaralar bu karstlaşma evresinde oluşmuştur) yol açmıştır. İlin güney kesimindeki jeolojik yapıda kalker, greli kalker, marn gibi tersiyer yaşlı flişler yeralır. Kömürün Oluşumu ve Zonguldak Taşkömürü Havzası : Yerkabuğunun oluşumu zamanında çeşitli bitkilerin sularla sürüklenip milyonlarca yıl (tahmini 395-280 milyon yıl) kumların altında kalarak yavaş yavaş taşlaşması (şist), tabakalaşması, kömürleşmesi (kömür tabakaları arasında çürümelerini tamamlamış ağaç ve bitki/eğrelti otu fosillerine rastlanılmaktadır) sonucunda oluşan kömür yataklarının bulunduğu alan "Taşkömürü Havzası" olarak bilinir. Doğuda Cide (Kastamonu) batıda Kdz.Ereğli (Zonguldak) arasında yaklaşık 200 kilometrelik kıyı şeridi boyunca 13.350 km²'lik bir alanı kaplayan bu havza, ülkemizin koklaşabilir tek taşkömürü havzasıdır. 1986 yılında yapılan tespitlere göre havzada yaklaşık "1.4 milyar ton" taşkömürü rezervleri bulunmaktadır. İşlenebilir kömür yatakları 1.000- 2000 metre derinlikte olup, günümüzde 550 metreye kadar inilmiştir. Havzanın kendine özgü jeolojik yapısı üretim ve işletme güçlükleri doğurduğundan, kömür damarlarının tümü teknolojik ve ekonomik anlamda işletebilir nitelikte değildir. İklim Zonguldak İli, ılıman Karadeniz ikliminin altındadır. Her mevsimi yağışlı ve ılık olan Zonguldak'ta kurak mevsime rastlanılmamaktadır. En fazla yağış sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. İlde mevsimler ve gece-gündüz arasında önemli bir sıcaklık farkı bulunmamaktadır. Denizden iç kesimlere doğru gidildikçe, iklim biraz daha sertleşir. Yıllık ortalama sıcaklıklarda il genelinde önemli bir farklılaşma yoktur. Turizm sezonu, güneşli günler sayısı açısından, Mayıs ayı sonu ile Ağustos ayı sonu arasındaki üç aylık dönemi kapsar. Yine bu aylar arasında deniz sıcaklığa da ortalama 20°C düzeyindedir. Yıllık yağış ortalamasının 1234.96 mm olduğu Zonguldak'ta en çok yağışlı aylar 148.65 mm ile Aralık ve 141.72 mm ile Ocak aylarıdır. Yağışlar, kıyılardan iç kesimlere doğru gidildikçe hem azalmakta hem de yağmurdan kara dönüşme özelliği göstermektedir. Zonguldak'ta en düşük nispi nem oranı % 70 olup, ortalama nispi nem oranı % 75'dir. Bitki Örtüsü İl topraklarının % 52'si ormanlarla kaplıdır. Ormanlık alan Merkez ilçe, Devrek, Kdz. Ereğli, Alaplı ilçelerinde yoğunlaşmıştır. 180.000 ha'lık bu alanın % 94'ünü koruluk, % 6'sını da baltalık ağaçlar oluşturur. Her mevsim yağışlı geçen yörenin yükseklikleri iğne yapraklı (köknar, çam), daha aşağıları yayvan yapraklı (kayın, meşe, kestane, karaağaç, ıhlamur, kavak), akarsu kenarları da kavak, söğüt ağaçlarıyla kaplıdır. Bu ana yeşil dokuyu orman gülü, pırnal meşesi, çoban püskülü, defne, kocayemiş, kızılcık, kiraz, funda, ayı üzümü, kuşburnu, böğürtlen, dağ çileği, eğrelti otu orman altı bitli örtüsü tamamlamaktadır.
  16. _asi_

    Zonguldak Adının Kaynağı

    Zonguldak Adının Kaynağı Bu konuda yeterli araştırma yapılmadığından yörenin tarihine ilişkin fazla bilgi yoktur. İl topraklarının antik Bithynia ile antik Paphlogonia sınırları içinde kaldığı ve antik Galiia (Galatya) ile komşu olduğu bir gerçektir. Zonguldak yurdumuzun yeni illerinden biridir. 1829 yılında kömürün bulunuşu ve 1848 yılından sonrada işletilmeye başlamasıyla Zonguldak ve yöresi yerleşme yeri haline gelmiştir. Birçok ilde, daha doğrusu her ilde olduğu gibi, Zonguldak adının nereden geldiği hakkında çeşitli rivayet ve görüşler vardır. 1.Bunlardan birine göre, Zonguldak, Sandra Çayı (Zonguldak Çayı) yöresindeki Sandraka yerleşim biriminin adıdır. 2. Maden kömürünün keşfinden evvel bütün vilayet merkezinin işgal ettiği saha, etekleri geniş sazlıklar ve bataklıklarla çevrilmiş küçük dağlardan, sık çalılık ve fundalıklardan müteşekkil ormanlardan ibaret imiş. Sazlıklar ve bataklıklar tabii olarak birer sıtma menbağı olduğundan Zonguldak’ta henüz bir tek mesken yok iken bu havalide mevcut olan bugünkü civar köyler halkı, bugün vilayet merkezinin bulunduğu sahaya sıtmadan kinaye olarak “titreten yer” manasına gelen “Zonguldayık” ismini vermişlerdir. Bugün köylü arasında “Zonguldamak” tabiri elyevm Zonklamak ve titremek manasına kullanıldığı gibi Zonguldak’a da pek eski resmi vesikalarda görüldüğü veçhile “Zonguldayık” ismi verilir. 3. Bugünkü Zonguldak’ın sahilleri maden kömürünün işletilmesinden evvel bataklık ve sazlıklarla dolu olduğundan Bartın ve Amasra’ya sefer yapan gemiciler bu kıyılardan geçerlerken sazlık veya kamışlık manasına da gelen “Zungalık” ismini verirlermiş. Hatta sis yüzünden farkında olmadan bugün Ereğli şirketinin lavvarlarının bulunduğu sahanın önüne demirlemek mecburiyetinde kalan bir kereste gemisinin kaptanı sis sıyrıldığı zaman arkadaşlarına: Burası “Zungalıkmış”, diyerek gemiciler arasında bu isimle maruf olan sahile düştüklerini anlatmak istemiştir. İşte bu suretle evvela gemicilerin verdikleri bu isim şehrin tesisi ile beraber halkın ağzında da taammüm etmiş. Sazlık manasına gelen “Zungalık” şehrimize alem olmuştur. “Zungalık ismi zamanla hakiki şeklini değiştirerek bugün kullandığımız “Zonguldak”a dönüşmüştür. Bu ikinci rivayet havzanın en eski İslâm madencilerinden olan, madenci Süleyman Sırrı Bey’in babası Ahmet Ali Ağa’ya izafeten nakledildiği için şehrin yeniden kuruluşunda havzada bulunmuş ve bilfiil maden ocaklarında çalışmış olan bir zatın bu rivayetini, şehrin isminin menşei hakkında en sağlam bir kaynak kabul etmek zaruridir. Yukarıdaki rivayetlerin dışında Zonguldak adının kaynağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Kent adını, Göldağı’nın nirengi noktası alınması sonucu, Göldağı kesimi yada bölgesi anlamına gelen “Zone Ghvel Dagh”ın Türkçe okunuşundan almıştır. Ancak, Necdet Sakaoğlu “Amasra’nın 3000 Yılı” kitabında Zonguldak isminin kaynağı hakkında aşağıdaki gibi yazmaktadır: “Daha çok şimdiki Zonguldak’ın bulunduğu yerde ocaklar açan Fransız girişimciler Acılık, Üzülmez, Çaydamar yörelerinin çok engebeli ve sık ormanlık oluşu sebebiyle buralara Jungle (Cangıl) adını vermişler, buna yerli halkın orman anlamında kullandıkları Dav- dağ kelimesi de eklenince zamanla Zonguldak biçimini alacak olan Sungle-Dağ ismi doğmuştur”. Fransız gezgin Ojeni’nin 1830’lu yıllara ait olduğu tahmin edilen tarihi haritasında, Zenkilmendaik (Zönkülmöndek), Ereğli kazasına bağlı bir yerleşim birimini olarak görülmektedir.
  17. _asi_

    Zonguldak Tarihi

    TARİHÇE Kısa bir zamanda şehir merkezi haline gelen Zonguldak’ın tarihi, yörenin tarihinden çok çok yenidir. Denilebilir ki: şehrin oluşumu, bu havalideki kömür madeninin esaslı bir şekilde 1865 senesinde işletilmesiyle başlar. Madenlerin faaliyete geçmesiyle havzaya yerli ve yabancı sermaye girişi başlamıştır. Bu suretle kömür ocakları, birbiri akabinde açıldıkça baş gösteren iktisadi ve sosyal şartlar maden ocaklarının açıldığı bu sahada yeni bir yerleşim birimi meydana getirmiştir. 1896 senesine gelinceye kadar yazılan muhareratta Zonguldak, Ereğli livasına tabi “Zonguldak nam mevki” diye zikredilmiştir. 1893 tarihinde Zonguldak limanı mendireğinin inşası ile faaliyet sahası daha da genişleyen Zonguldak mevkinin nüfusu ve bina adedi süratle çoğaldığından tarihi Zonguldak’inkine nispetle çok eski olan “Goca köyü” aynı vaziyetini muhafaza ederken, “Elvan Köyü”nün mahallesi olan Zonguldak mevkii 1899 yılında kaza olmuştur. Zonguldak 1920 senesine kadar kaza teşkilatı ile idare edilmiştir. Fakat maden cevherinin üretimi ve satışı arttıkça, daha doğrusu iktisadi şartlara paralel olarak şehirde gerek nüfus ve gerek mesken adedi de arttığından Zonguldak, 1 Haziran 1920 senesinde kaza sınıfından çıkarılarak mutasarrıflık sınıfına dahil edilmiştir. İstiklâl davası ile beraber milli idare Anadolu’da kurulunca, hükümet havzaya hak ettiği ehemmiyeti vermiş, milli davamızı şerefle bitiren büyük İstiklâl Zaferi’nden sonra 1 Nisan 1924 tarihinde Cumhuriyet sonrası kurulan ilk il olmuştur. Frigler Dönemi MÖ 1200 yılında ağırlığını Frig oymaklarının oluşturduğu Ege göç kavimleri, Trakya üzerinden İç Anadolu’ya yayıldılar. Bu kavimlerden bitin, Mariandin ve migdanlar Zonguldak yöresine yerleşerek bölgenin bilinen ilk halkını oluşturdular. Gerek Frigler, gerekse öbür oymaklar, birkaç yüzyıl boyunca siyasal bir örgüt yapısı oluşturamadılar. Bununla beraber Zonguldak’ın güneyine düşen yörelerde maden işletmeciliği ve el sanatlarında önemli bir gelişme elde ettiler. Daha sonraları Kafkaslardan kalkıp, Anadolu’ya giren Kimmer beyleri Frigya’ya ardı ardına seferler düzenleyerek, Frig Kralı’nı MÖ 676’da ortadan kaldırdılar. Kimmerler daha sonraları Lidyalılar, Asurlularla yaptıkları savaşlar sonucunda zayıf düştüler. İran’dan gelen Med devleti ile yaptıkları savaşlar sonucu tutunamayarak Anadolu’yu terk ettiler. Kolonileştirme Dönemi Kimmerlerin yöreyi terk etmesinden sonra Lidya Devleti kuzeye doğru genişleyerek, M.Ö. VI.yüzyılda Zonguldak yörelerinde bölgesel bir üstünlük sağladı. Yine aynı yıllarda, Batı Anadolu kıyılarında yaşayan Megaralılar ve Boitayalılar Zonguldak yörelerine geldiler. Karadeniz kıyılarından getirdikleri malları boşaltabilecekleri küçük ticari iskeleler kurmaya yöneldiler. Bunlar arasında Filyos, Amasra, Ereğli gibi koloniler vardı. Persler, Zonguldak’taki Lidya egemenliğine MÖ 546’da son verdiler. Persler Dönemi 213 yıl boyunca Persler Anadolu’nun tümüne egemen olmalarına rağmen koloni kentlerin yönetimine fazla karışmadılar. Ancak bu kentlerin yönetimine “Tiran” adı verilen kendi yandaşlarını getirmeye çalıştılar. Ancak MÖ 334’te Anadolu’ya geçen Makedonya Kralı İskender, Bronikos (Biga) çayı yakınlarında Pers ordusunu yenince, Pers üstünlüğü de bu yörede sona erdi. İskender ve Bitinya Krallığı İskender, bölgeyi Makedonyalı subayların yönetimine bıraktı. İskender’in subaylarından Kalas, yörede bir baskı oluşturmaya çalıştı. Fakat Bitinyalı önder Bas’un direnişi karşısında yenildi. M.Ö. 326’da Romalılar, M.Ö. 85’de Bitinya ‘ya girerek İzmit’i yağmaladılar. Bitinya Kralı, Roma hegemonyasını tanımak zorunda kaldı. M.Ö. 70 yılında ise Romalılar, Ereğli’den Samsun’a kadar Karadeniz kıyılarını ele geçirdi. Dolayısıyla Zonguldak bölgesi, Roma’nın Ön Asya vilayeti oldu. Romalılar Dönemi İ.Ö. 70’te Romalılar Herakleia ve çevresini ele geçirdiler. Herakleia yağmalandı. Kentin agorasındaki altın Herakles heykeli Roma’ya götürüldü. Roma Döneminde yazan coğrafyacı Strabon Herakleia’danı iyi limanları olan bir kent olarak söz eder. bir yarımada kıstağındaki Amastris’in iki yanında limanlar vardır. En iyi şimşir ağacı türü en çok Amastris toprağında, özellikle Kytaron dolaylarında yetişir. Romalılar kıyı kentlerini birer liman ve savunma noktaları oldukları için onardılar,Herakleia, Teion, Amastris, ikincil yollarla Nikomedia (İzmit) – Amasia (Amasya) anayoluna bağlandı. Bu kentler, kimi kalıntıları günümüze ulaşan tapınak, tiyatro, su kemeri, antrepa, bazilika, çeşme, vb. yapılarla genişletildi. Hıristiyanlık öncesinde yörede başta Zeus Strategos olmak üzere birçok tanrı ve tanrıçaya tapılmaktaydı. Deniz tanrısı Poseidon da büyük baygı görmekteydi. Amastris’te Poseidon’a adanmış bir tapınak vardı. Herakleia ve Amastris sikkelerinde Poseidon betimleri görülür. Amastris’te Mısır Tanrıları Pis, Seragis, Apis’in tapınakları ve sunakları vardı. Ayrıca, Amastris’te Mısır kökenli kutsal lotus fidanı bulunuyordu. Hıristiyan söylencesine göre, Karadeniz kıyılarında Hıristiyanlığı Havari Anderas yaymıştır. Hıristiyanların baskı altında tutulduğu dönemde Herakleia’da Ayazma Deresi Vadisi’ndeki mağaralar kilise olarak kullanılmıştır. Kâhinler Mağarası adıyla bilinen en büyük mağarada Hıristiyanlıkla ilgili frenk izleri, gömütler bulunmaktadır. Söylenceye göre, Amastris’teki lafusu balta ile parçaladığı için putperestlerce öldürülen Hyakinthas, sonraları kentin yerel azizi sayılmıştır. Bizans Dönemi 395’te ikiye ayrılan Roma’nın doğu kısmında kalan bölge (Bizans), VII.yüzyılda Opsikian Theması sınırları içinde yer aldı. Bizans Döneminde Herakleia, Teian, Amastris, İmparatorluğun doğudaki merkezi Trapezus yolu üstünde önemli uğraklardı. Başlangıçta birer metropolitlik olan Herakleia ve Amastris, İmparator Justinianas döneminde piskoposluk düzeyine indirildi. Bu kentler, bir iç deniz olan Karadeniz kıyısında bulunmaları ve art bölgelerinin sınırlılığı yüzünden eski görkemlerini günden güne yitirdiler. VIII.yüzyıl sonlarında Müslüman Arapların bir akını çevreyi sarstı. IX.yüzyıl ortalarında Rus korsanlar kıyı kentlerini yağmalamaya başladılar. Bu akınlardan birinde Amastris tümüyle yakılıp yıkıldı. Bu yıkımdan sonra surların dışındaki asıl kent terk edildi. Türklerin Anadolu’da yayılmaya başladığı dönemde, Zonguldak çevresinin eski kentleri küçük birer kasaba-kale görünümündeydi. XIII.yüzyıl sonlarında Cenevizliler Herakleia ve Amastris’e yerleşerek ticaret merkezleri kurdular, bir süre sonra da bu kentlerin yönetimini ele geçirdiler. Timur’a giderken Amastris’e uğrayan İspanyol elçisi Clavija, kale dışındaki asıl kentin bir yıkıntılık olduğunu yazmaktadır. Bu, Cenevizlilerin yalnızca limandan yararlandıklarını göstermektedir. Kalede, Cenevizlilerin onarımlarını belirten Ceneviz devletinin yada tanınmış ailelerin armaları, kazınmış taşlar bulunmaktadır. Anadolu Selçuklu Dönemi XI.yüzyıl sonunda Anadolu’nun geleceğine Türkler hakim olmaya başlarken, Zonguldak havalisindeki eski şehirler küçük birer kale-kasaba görünümünde bulunuyorlardı. Bu yıllarda Bizans idaresinin zayıflaması bu bölgede güvenlikten eser bırakmamıştır. Bizans’ın resmi memurları olan Dukkas’lar, halkı haraca bağladıkları ve limanlara uğrayan yelkenlileri soydukları için iskeleler deniz ticaretindeki önemlerini yitirmiş durumdaydılar. Kıyı içi bölge ticaretinde karakol görevi yapan kale ve şatolar, çetelerin ellerine geçmiştir. Bu kargaşa yıllarında Zonguldak havalisinde gözüken ilk Türk Komutanı Emir Karatekin oldu. Bu cesur Türk komutanı, 1084’te Ulus, Bartın, Devrek topraklarını ele geçirdi. Daha sonra kıyıya yönelen Emir Karatekin Zonguldak yöresini bütünüyle zaptetti. 1085’te de Sinop’u aldı. Ancak, yörenin Türklerin elinde kalması uzun sürmedi. Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları arasındaki çekişme sebebiyle 1086’da tekrar Zonguldak ve havalisi Bizanslıların eline geçti. 1092 sonlarında I.Kılıç Arslan’ın başa geçmesiyle toparlanan Anadolu Selçuklularını, Haçlı Seferleri ve 1107’de I.Kılıçarslan’ın ölümüyle çıkan taht kavgaları güçsüz bırakmıştır. Dolayısıyla Anadolu Selçukluları Zonguldak yöresinden uzak kalmışlardır. Onların bu durumundan faydalanan Danişmendliler, Karadeniz kıyılarını zaptederek Ereğli’ye kadar ilerlemelerine rağmen yörenin tümünü elde edememiştir. II.Kılıç Arslan’ın 1155’te tahta geçmesiyle yeniden güçlenen Anadolu Selçukluları, 1176’da Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratıp, 1178’de Danişmendliler devletini ortadan kaldırdılar. Ancak bu başarılarına rağmen Zonguldak ve havalisini ellerine geçiremediler. Zira, II.kılıç Arslan’ın ölümü sonrasında çıkan taht kavgaları Selçukluların Bizans topraklarına seferler yapmalarını engelledi. IV.Haçlı Seferi esnasında Latinler, 1204’te Konstantinapolis’i ele geçirerek bir Latin imparatorluğu kurdular. Bu yüzden Haçlılardan kaçan Bizanslılar, Trabzon-Rum ve İznik-Bizans imparatorluklarını meydana getirdiler. Kısa zaman içinde sınırlarını genişleten Trabzon Rumları, İznik Bizanslılarına yenilince Zonguldak yöresi İznik Bizans İmparatorluğuna bağlandı. 1261’de Latinlerin Avrupa içlerine doğru dönmeleri üzerine, yeniden Konstantinapolis’e dönen Bizanslılar, ülke birliğini sağladılar. Bizanslılarda kendileriyle iyi ilişkiler içerisinde bulunan Ceneviz’e Zonguldak yöresindeki iskelelerden ticari amaçla yararlanma hakkı tanıdı. XIII.yüzyıl sonlarında, iç kısımların Türkler tarafından, kıyıların ise Cenovalı gemicilerce kontrole alınması üzerine yöre topraklarında Bizans hakimiyeti son buldu. Eflani, Devrek, Bartın, Safranbolu, Ulus ve şimdiki Karabük toprakları, 1335’te bağımsızlığını elde eden Candaroğulları Beyliği’nin sınırları içine girdi. Osmanlı Dönemi Padişah I.Murat’ın bölge topraklarını Osmanlı sınırlarına katmak istemesine halk karşı çıkar ve Candaroğulları Beyliği yanında yer alır. Osmanlılarda 1380 yılında Cenevizliler anlaşarak Karadeniz Ereğli’yi satın alır. 1392’de yıldırım Beyazıt, Zonguldak bölgesini Osmanlı topraklarına katar, ama 1402 Ankara Savaşında Timur’a yenilince alınan topraklar tekrar Candaroğulları Beyliği’nde kalır. Padişah Celebi Mehmet, ülke bütünlüğünü sağlama politikaları çerçevesinde Zonguldak’ın güney kesimini 1417’de Osmanlılara katarken, kıyı şeridindeki iskelelerde ticari yaşam yine Cenevizlilerin elindedir. 1460 yılında Fatih Sultan Mehmet Amasra’yı alır. Candaroğulları Beyliği’ne son verir ve yöredeki Hıristiyan bezirganlarda İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır. Osmanlı Devleti’nin ilgisini çekmeyen Zonguldak ve yöresi önce 1654 yılında Kazak korsanlarca, sonra da korsanlara karşı halkı korumak amacıyla gelen yeniçerilerce yağmalanır. Ekonomik ve ticari önemini yitiren bölgeye devlet sahip çıkmayınca eşkıyalar ve ayanların baskısı halkı göçe zorlar. Taşkömürünün 1829’da bulunmasıyla tekrar önem kazanan bölge 1882 yılından sonra yabancı sermayenin ilgi merkezi olur. Taşkömürü havzasındaki üretim ocakları İngiliz, Fransız, Alman, Belçika, rus, Yunan ve yerli şirketlerce çalıştırılır. Yöredeki şirketlerinin haklarını korumak, kömür üretimini artırmak bahanesiyle Fransız askerler 08.03.1919’da Zonguldak’ı 08.06.1919’da da Kdz. Ereğli’yi işgal eder. Var olan Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin oluşturduğu milis güçleriyle Fransızlar 18.06.1920’de Ereğli’den, 21.06.1920’de de Zonguldak’tan çekilmek zorunda kalır. Alemdar Olayı Alemdar, 1898’de Danimarka’da yapılmış 300 tonluk kurtarma gemisidir. Gemiye I.Dünya Savaşında el konularak, deniz yolları emrine verilmiştir. Gemi itilaf donanmasının kontrolünde her an göreve hazır Kuruçeşme’de bekletilmektedir. İstanbul’da demirlemiş durumda bulunan Alemdar gemisinin Karadeniz’e kaçırılması planlandı. Gemi, 23 Ocak 1921’ gecesi gizlice Karadeniz’e açıldı ve ertesi sabah Ereğli’ye geldi. Muhittin Paşa’nın Ankara ile görüşmesi üzerine geminin Trabzon limanına gitmesi için emri verildi. Bu gelişmeleri duyan Fransızlar gemiye el koyarak İstanbul’a geri götürmek istediler. Kuvay-ı Milliyecilerin gemi içinden ve dışından yaptığı mücadelelerle Alemdar gemisi kurtarıldı. Bu olay tarihte Alemdar olayı olarak geçti. 1921 yılı Haziran ayında, Fransız temsilcileri (Franklin Bauillan) ve Mustafa kemal arasında başlayan Ankara Anlaşmasının görüşmeleri sürerken, 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara (Fransız) Anlaşmasından önce, Osmanlı Bandıralı Giresun vapuru ile 21 Haziran 1921 tarihinde Fransız işgal kuvvetleri, 2 yıl, 3 ay, 12 gün sonra Zonguldak’ı terk etmişlerdir. Bu süre içerisinde Fransızlar silahlı bir mücadele ile karşılaşmamışlardır. Cumhuriyet Dönemi 14 Mayıs 1920’de müstakil mutasarrıflık olan Zonguldak merkez, Bartın, Hamidiye (Devrek), Ereğli kazalarından oluşmuştur. Kuruluşları, Cumhuriyetin ilanından (29 Ekim 1923) sonra olan, illerin ilki Zonguldak’tır. 1 Nisan 1924’te teşkil edilen Zonguldak Vilayetine, 1927’de Safranbolu kazası da bağlandı. Sonraki yıllarda ilin bazı kasabaları da birer ilçe merkezi olarak teşkilatlandırıldı. Çaycuma, Devrek’in bir nahiyesi iken, 1944 yılında ilçe oldu. Yine aynı yıl uzun yıllar Safranbolu’nun bir bucak merkezi olan Ulus’da Zonguldak’ın yedinci ilçesi olarak kuruldu. Daha sonra sırasıyla, 1953’te Karabük ve Eflani, 1957’de Kurucaşile ilçe merkezi oldular. Temmuz 1987’de Alaplı, Amasra ve Yenice kasabaları, Mayıs 1990’da da Gökçebey kasabasının kaza haline getirilmesiyle Zonguldak’ın ilçe sayısı on üçe yükselmiştir. Ancak 28.08.1991 gün ve 3760 sayılı (Bartın ilinin kuruması hakkında) kanunla Bartın’ın il olması sonucu Bartın’ın yanı sıra Amasra, Ulus, Kurucaşile; 6.6.1995 gün ve 550 sayılı (Karabük ilinin kurulması hakkında) kanunla da Karabük’ün yanı sıra, Eflâni Safranbolu ve Yenice ilçelerinin ayrılmasıyla ilçe sayısı beşe düşmüştür.
  18. _asi_

    Zonguldak Genel Bilgi

    Zonguldak Genel Bilgi Batı Karadeniz Bölgesi’nde yer alan Zonguldak, doğusunda Karabük, batısında Düzce ve Karadeniz, güneyinde Çankırı ve Bolu, kuzeydoğusunda Bartın, Kuzeyinde de Karadeniz ile çevrilidir. İl toprakları dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahip olup, akarsu vadileri ile yer yer derin şekilde parçalanmış, orta yükseklikteki alanlardan oluşmuştur. Zonguldak Kuzey Anadolu Dağları’nın batı kesimini oluşturan Karadeniz’e paralel iki sıra dağlarla engebelenmiştir. Kıyı dağlarından Küre Dağları ilin kuzeydoğu kesiminde yer alır. Ayrıca kuzeyini kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan Zonguldak Dağları, batı ve güney kesimini de Akçakoca Dağları kaplamaktadır. Zonguldak Dağlarından olan Göl Dağı 771 m.ye, Akçakoca Dağlarından da Orhan Dağı 905 m. ile ilin en yüksek kesimleridir. Bunların dışında Baçaklıyayla Tepesi (1.637 m.), Soğukoluk Tepesi (1.268 m.), Göktepe (1.416 m.), baba Dağı (1.120 m.), Kızıl Tepe (Kızıltaş) (1.468 m.), Atyaylası Tepesi (710 m.), Kantar tepe (905 m.), Orhan Tepe (920 m.), Arkut Dağı’nın (Gökçeler Dağı) kuzey uzantıları ve Keltepe (1.999 m.) ilin diğer engebeleridir. İlin en önemli limanının bulunduğu Ereğli geniş bir koy konumundadır. Baba Burnu, Hisar Burnu Zonguldak’ın Karadeniz’e yönelik çıkıntılarıdır. Karadeniz sahilinde, Ereğli-İnebolu arasındaki engebeli arazi Mezozoik çağda oluşmuştur. Bu nedenle de birçok yerde kömür içeren tabakalar yüzeyde kendini gösterir. Kretesinin altındaki karbonifer şeridi 160 km. uzunluğundadır. Filyos Çayının batısında kalan Zonguldak-Kozlu-Kandilli “Batı Kömür Havzası” Filyos Çayının doğusundaki pencereler “Doğu Kömür Havzası” adını alır. Azdavay ve Söğütözü gibi doğu kömür havzasına ait yerlerde prodüktif kömür damarlarına rastlanmaktadır. Zonguldak’ın büyük bir bölümünü kaplayan dağlık alanların dışında kalan alanlar platolarla kaplıdır. Başlıca vadiler; Filyos Çayı Vadisi, Alaplı Irmağı Vadisi, Gülüç ırmağı Vadisi ve Üzülmez Deresi Vadisidir. İlin engebeli yapısından ötürü düzlük alanlar fazla değildir. Karadeniz kıyılarında kıyı düzlükleri bulunmamaktadır. Yalnızca Çaycuma ve Ereğli’de akarsu vadi tabanlarının genişlediği kesimlerde küçük ovalar bulunmaktadır. Zonguldak su kaynakları bakımından oldukça zengindir. Filyos Çayı dışında büyük akarsular olmamasına rağmen, küçük akarsular il topraklarını parçalamıştır. Üzülmez deresi, Gülüç Deresi, Alaplı Çayları il topraklarındaki küçük akarsuları da toplamaktadır. Doğal bir gölü olmayan ilde, Gülüç, Ulutan ve Kozlu Baraj gölleri sulama amaçlı kullanılmaktadır. Ayrıca Çatalağzı’nda Dereköy, Karapınar’da Çobanoğlu göletleri ilin yapay gölleridir. İlin yüzölçümü 3.438 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 615.599’dur. Zonguldak’ta Karadeniz iklimi hüküm sürmekte olup, her mevsim yağış almaktadır. En fazla yağış sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Denizden iç kesimlere doğru gidildikçe, iklim biraz daha sertleşir. Yıllık yağış ortalaması 1234.96 mm., en yağışlı aylar 148.65 mm., Aralık ve 141.72 mm. ile Ocak aylarıdır. Yağışlar kıyılardan iç kesimlere doğru gidildikçe hem azalmakta hem de yağmurdan kara dönüşme özelliği göstermektedir. İl topraklarının büyük bir bölümü ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlarda kayın, meşe, kestane, çınar, ıhlamur ve kızılağaç, gürgen, karaçam, sarıçam, kızılçam ağaçları bulunmaktadır. Akarsu kenarlarında da söğüt ve kavak ağaçları vardır. Bitki örtüsü bakımından çok zengin olan ilde, her çeşit bitkiye rastlanmaktadır. Zonguldak’ın ekonomisi madencilik, sanayii, tarım, hayvancılık ve balıkçılığa dayalıdır. Türkiye’deki taşkömürü 1848’den bu yana kullanılmaktadır. İldeki sanayi kuruluşlarının büyük çoğunluğu kömür ve kömür ürünlerine dayalıdır. Ereğli’deki Erdemir Demir-Çelik Tesisleri, Çimento Fabrikası, Çaycuma’daki Kağıt fabrikası, Hisarönü’ndeki Filyos Ateş Tuğlası Fabrikası ve Çatalağzı Termik Santrali başlıca sanayii kuruluşlarıdır.Bunun yanı sıra tuğla, kiremit, mermer, seramik, sunta ve kereste gibi inşaat malzemeleri üreten atölyeler ile Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun işlettiği ocaklar bulunmaktadır. İlde yetiştirilen tarımsal ürün olarak; arpa, buğday, mısır, patates olmak üzere sebze ve kivi, ceviz gibi çeşitli meyve yetiştirilmektedir. Son yıllarda sera sebzeciliği gelişme göstermiştir. Hayvancılıkta ise yüksek kesimlerde koyun, kıl keçisi ve Ankara keçisi yetiştirilir. Kırsal alanlarda da sığır ve manda besiciliğinin yanında tavukçuluk ve arıcılık da yapılmaktadır. Hayvancılığa bağlı olarak süt, peynir, yoğurt üretilmektedir. Kıyı kesimlerinde balıkçılık yapılmakta olup ilin ekonomisinde önemli bir yeri vardır. Türkiye’nin balık üretiminin büyük çoğunluğu buradan sağlanmaktadır. Orman yönünden zengin olan ilde; halkın belirli bir kesimi ormancılıktan sağlamaktadır. Özellikle bu ormanlardan elde edilen maden direği ocaklarda kullanılmaktadır. Ayrıca ilde halı ve kilim tezgahlarında dokumacılık, Devrek’te baston yapımı gibi küçük el sanatları da ekonomisinde etkilidir. Son yıllarda yayla turizmi, dağcılık, mağaracılık ve av turizmi yaygın biçimde yapılmaya başlanmıştır. Zonguldak adının kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. Bu söylentilerden birine göre; kent merkezinin Üzülmez Deresi’nin ağız kısmında yer alması ve derenin ilk çağda “Sandra” adıyla anılması, burada kurulan yerleşmenin de “Sandaraca” adını taşıması nedeniyle, zamanında bu adın Zonguldak’a dönüşmüştür. Diğer söylentiye göre de, yörenin sazlık ve bataklıklarla kaplı olması ve bunun yörede “Zongalık” olarak adlandırılmasına bağlı olarak, sözcüğün zamanla değişerek bugünkü halini aldığı şeklindedir. Bir diğer söylentiye göre ise kent adını, ocakları ilk eşleten Fransız ve Belçika şirketlerinin kentin hemen yanındaki Göldağı mevkiini nirengi noktası almaları sonucu, Göldağı kesimi ya da bölgesi anlamına gelen “Zone Ghuen Dagh”ın Türkçe okunuşundan almıştır. Zonguldak yöresinin tarih öncesi çağları ile ilgili bilgiler tam bir kesinlik kazanamamıştır. MÖ.VI.yüzyılın başlarında Megaralı Kolonistler Karadeniz kıyılarında bir takım ticari kentler ve iskeleler kurmuşlardır. Bunların başında Herakleia Pontika (Krdz.Ereğlisi), Teion (Filyos-Hisarönü), Sesamos (Amasra) ve Kromnay gelmektedir. Bu yerleşim alanları ve iskeleler yüzyıllar boyunca önemini korumuştur. Antik Çağlarda Bithynia ile Paplagonia’nın kesiştiği noktada bulunan Zonguldak yöresinde Frig (MÖ.1200/750-676), Kimmer, Pers (MÖ.555-333), Makedonya (MÖ.IV.yüzyıl), Bithynia ve Pontus Krallığı ( MÖ.IV.-I.Yüzyıl), Roma (MS.I.-IV.yüzyıl) ve Bizans (MS.IV.-XIII.yüzyıl) dönemlerinde yerleşimler olmuştur. Bu dönemlere ait kalıntılar günümüze kadar gelmiştir. Zonguldak yöresi Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah ve kardeşi Mansur’un akınlarına uğramıştır. Emir Karatekin 1084’te Karadeniz Bölgesi’ndeki yerleşim alanları ile birlikte Zonguldak’ı da ele geçirmiştir. Ardından Bizanslılar yeniden yöreyi ele geçirmişlerdir. Anadolu Selçuklularının çöküşünden sonra Kastamonu ve Zonguldak yöresinde bir beylik kuran Hüsamettin Çoban Bey Zonguldak yöresini tamamen egemenliği altına almıştır. Bu arada Cenevizliler ve Bizanslılar sürekli buraya akınlar düzenlemişlerdir. Candaroğulları yöreyi ele geçirdilerse de o dönemdeki siyasi karışıklıktan ötürü Zonguldak’ı alamamıştır. Yıldırım Beyazıt zamanında Osmanlı topraklarına katılmış, ancak Ankara Savaşı’ndan (1402) sonra Timur yöreye hakim olmuştur. Timur’un Anadolu’dan çekilmesinden sonra Çelebi Mehmet 1413’te Osmanlılarda bütünlüğü sağlamıştır. Yöre, Fatih Sultan Mehmet zamanında, 1460’ta kesin olarak Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. XVIII.yüzyılın ikinci yarısında Şile’den Cide’ye kadar olan Karadeniz kıyılarındaki bir çok iskele “hatab (odun) iskelesi” ismini taşıyordu. Bunlardan belli başlıları; Karasu, Ereğli, Filyos, Bartın, Amasra ve Cide’de bulunuyordu. Bugünkü Zonguldak’ın il merkezinin bulunduğu yer Ereğli’ye bağlı Tahta İskelesi’nin çevresinde İstanbul’a gönderilecek kereste depoları bulunuyordu. XIX.yüzyılda Zonguldak’ta taşkömürü yataklarının bulunması ve üretime geçilmesi ile birlikte Zonguldak önem kazanmıştır. 1899’da kaza merkezi yapılmış, yabancı şirketlerin Kozlu’daki yönetim merkezleri 1909’da buraya taşınmıştır. Zonguldak’ın Belediyesi 1899’da kurulmuştur. Bu dönemde Kastamonu vilayetine bağlı, Kastamonu merkez sancağı ile Bolu sancağının sınırları içerisinde bulunuyordu. I.Dünya Savaşı sırasında Zonguldak Limanı Rus donanması tarafından bombalanmıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra (30 Ekim 1918) taşkömürü üretim bölgesini ele geçirmek amacıyla Fransızlar 8 Mart 1920’de Ereğli ile birlikte Zonguldak’ı da işgal etmişlerdir. Fransız birlikleri 21 Haziran 1920’de yöreden çekilmiştir. TBMM 1920’de Zonguldak’ı bağımsız Mutasarrıflık yapmış, sancakların kaldırılmasından sonra da, 1924’te il konumuna getirilmiştir. Zonguldak il merkezinde herhangi bir eser bulunmamaktadır. Ancak Zonguldak yöresinde günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Herakleia Pontike (Kdz.Ereğlisi), Tieion (Filyos-Hisarönü) antik kentleri bulunmaktadır. Bu kentlere ait sur kalıntıları, su kemerleri, mimari parçalar, Ereğli Kalesi, Filyos Kalesi, Filyos Antik Limanı, Bizans dönemine ait Kilise, Çeştepe mevkiindeki Tümülüs, Bozhane Cami, Halil Paşa Cami, Kırmanlı Cami, Molla Halil Cami, Ali Molla Cami, İskele Cami, Ağa Cami, Hacı Eşref ve Akarca Mescitleri, Kayabaşı Ziyaretgahı, Aktaş Şeyhi Türbesi, Seyit Nasrullah Efendi Türbesi, Keşif Tepedeki (Çeştepe) Demirci Dede, Kentteki Kuştepe ve kıyıdaki Mersin Dede türbeleri, Hacı Mehmet Çeşme ve Murtaza Mahallesi Çeşmesi, Uzun Mehmet Anıtı, ve Türk sivil mimari örneklerinden evler bulunmaktadır. Ayrıca Gökgöl, Kızıl Elma, Sofular, İnağzı, Çayırköy, Cumayanı, Ilıksu, Erçek ve Cehennemağzı Mağaraları, Karaçayır Kaplıcası ve Harmankaya, Değirmenağzı, Güneşli Kayalıdere Şelaleleri ilin belli başlı doğal güzelliklerindendir.
  19. _asi_

    Sinop Resimleri

  20. _asi_

    Sinop Eski Resimleri

  21. Aslan Torunlar Evi Etnografya Müzesi Sinop Kefeli Mahallesi, Kemaleddin Sami Paşa Caddesi’nde bulunan Aslan Torunlar Evi Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış, restore edildikten sonra etnografya müzesi olarak ziyarete açılmıştır. Osmanlı sivil mimari örneklerinden olan bu ev, XVIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Tapu kayıtlarında ise XIX. yüzyıl başında yapıldığını gösteren bir kayıt bulunmaktadır. Kesme taştan zemin katı üzerine yöresel ahşap çatkı ve arası tuğla dolgulu olarak yapılan ev zemin üstü iki katlıdır. Evin ikinci ve üçüncü katları eli böğründeler ile dışarıya taşırılmış, üzeri çatı ile örtülmüştür. Zemin katından geniş bir kemer ve iki yandaki merdivenlerle üst katlara çıkılmaktadır. Bu katlarda ortadaki sofalara odalar ile eyvanlar açılmaktadır. Evin yapımında ahşap malzeme ağırlık kazanmış, ayrıca iç mekânlar zengin kalem işleriyle bitkisel motiflerle bezenmiştir. Müze oluşundan sonra içerisi devrine uygun eşyalarla düzenlenmiştir.
  22. _asi_

    Şehitler Çeşmesi

    Şehitler Çeşmesi Tersane çarşısındadır. 1853 Osmanlı-Rus Savaş'ında şehit düşen denizcilerimizin ceplerinden çıkan paralarla yaptırılmıştır.
  23. _asi_

    Sinop İnceburun

    İnceburun İnceburun, Anadolu'nun en kuzey noktası. Sinop ilinin Karadeniz'e uzanan ucunda, 42°06' kuzey enlemi ve 34°58' doğu boylamında yer alır. Burun, katılaşmış lav ve aglomeralardan oluşur.Üst Kretase (Tebeşir) Döneminde (Kretase Dönemi, y. 136-65 milyon yıl önce) ait volkanik yüzeyde lavlar, aglomeralara oranla daha geniş yer tutar.Lavlar, sütun biçiminde ve çok çatlamış bazaltlardan oluşur.Bazaltlar ve aralarındaki aglomeralar bu kesimde genellikle kuzey ve kuzeybatıya doğru tabakalı biçimde bir eğim gösterir. İnceburun'da deniz yüzeyinden 38 m yükseklikte inşa edilmiş bir deniz feneri vardır. Sinop il merkezine 19 km uzaklıktadır.
  24. _asi_

    Sinop İnaltı Mağarası

    İnaltı Mağarası Ayancık ilçesindedir. Akgöl'e 6 km. uzaklıktadır. İnaltı Mağarası'nın İl Turizmine kazandırılabilmesi için l995 yılı sonunda Turizm Bakanlığı tarafından proje çalışmaları için 1.952.500.000.TL. ödenek gönderilmiştir. 2001 Yılında Mağarada öncelikle aydınlatma, Elektrik isale hattı, çevre düzenlemesi, yol çalışmaları ile ilgili projeler hazırlanmıştır. Şu ana kadar 20 milyarı Turizm Bakanlığı'ndan olmak üzere 65 milyar lira harcanarak, mağara içi aydınlatma, elektrik isale hattı, yürüyüş merdivenleri, giriş kapısı ve mağara önü çevre düzenlemesi çalışmaları tamamlanmıştır.2004 yılında 65.000 YTL ile Jeneratör,Büfe ve çevre düzenlemesi yapılmıştır. Ayancık'tan mağaraya ulaşım yolu için proje hazırlanmış ve ödenek istemiyle Turizm Bakanlığı'na gönderilmiştir. Mağara içi yürüyüş yollarının projesi hazırlanmış, gerekli yardım talebimiz Bakanlığa iletilmiştir. Mağara bu haliyle halkın ziyaretine açılmıştır. Araştırmalarla 2200 m. uzunluktaki yerine kadar ulaşılan mağaranın kesin uzunluğu bilinmemektedir. Mağaranın ortalama yüksekliği 15 m. Olup, genişliği 12 m.yi bulmaktadır. Mağara içinde bulunan sarkıt ve dikitlerin oluşumu devam etmektedir. İnaltı Mağarası kireç taşları içindeki çatlak fay sistemine bağlı olarak gelişmiştir. Mağaraya gidiş yolu üzerinde eşsiz ormanların, derin vadilerin güzelliklerini seyretmeniz mümkündür.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.