Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

_asi_

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.917
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

_asi_ tarafından postalanan herşey

  1. _asi_

    Osmaniye Resimleri

  2. _asi_

    Osmaniye Karatepe Kilimleri

    Osmaniye Karatepe Kilimleri Osmaniye’nin Kadirli İlçesine bağlı Karatepe Köyünde yapılan dünyaca ünlü Karatepe Kilimleri doğal yün ve kök boya kullanılarak hazırlanmaktadır. Son yıllarda ev ve işyerlerinde dekorasyon amaçlı olarak kullanımı artmaktadır. Eskiden, Türk obalarında genç kızlar birisini sevdiğinde, büyüklerine saygısızlık olur diye bunu ailelerine açamazlarmış. Yüreğini ailesine açamayan sevgi dolu kalpler, bunu tezgâhlarında yüzyıllarca yaşayacak motiflere ilmek ilmek dokurlarmış. Yüzyıllardır süregelen bu geleneğin bu kilimlerde hâlâ yaşamakta olduğunu siz de göreceksiniz... Karatepe yöresinde üretilen kilimlerin atkısı ve çözgüsü kirmanla eğrilen,bükülen yün iptir. Boya doğal boyadır. Istarda dokunur, göçebe karekterlidir. Zemin kompozisyonlarına göre adlandırılır. Boyutları yaklaşık olarak 100 cm x 180 cm. veya 95 x 160 cm.’dir. Ana renkler, kahve, siyah, beyaz, gri, yeşil, gül kurusu, kırmızıdır. Sabit renkler, gri, kahve, siyah ve beyazdır. Zemin kompozisyonlarına göre adlandırılırlar: - Yıldızlı - Kartal Kanatlı - Zincirli - Küpeli - Selçuklu Motifli - Göbekli - Seymen Motifli. (Orta motifine koç buynuzu, etrafındaki mo tiflere seymen denir.) - Baklava Dilimli - Deve Kilimi. Bu kilim şimdilerde dokunmuyor. Geçmişte göç katarı görkemli görünsün diye deve katarının önündeki devenin üzerine örtülürmüş. Aynı zamanda Avşar kilimi de deniliyor. Orta göbeğinde Seymen ve Sevgi dolaşığı motifleri var. Boyutları 173 cmx 366 cm’dir.
  3. _asi_

    Osmaniye Zorkun Yaylası

    Zorkun Yaylası: Amanos Dağları üzerinde Çukurova bölgesinin ve Osmaniye’nin en önemli, en eski yaylalarındandır. Yaz mevsiminde nüfusu 60 bine kadar ulaşmaktadır. Çam, sedir,köknar ağaçları içindeki yaylaya 26 km. asfalt yolla ulaşılmaktadır.Her yıl Ağustos ayı içerisinde çeşitli etkinliklerle gelenekselleşen çocuk şenliği yapılmaktadır. Kamp kurup, sosyal ihtitaçlara cevap veren tesis mevcuttur. Ulaşım: Osmaniye ilinin güneydoğusunda, Nur dağı eteğinde bulunan yaylalara toplam 26 km. asfalt yolla ulaşılır. Yayla mevsiminde Osmaniye ilçesi ile Zorkun yaylası arasında belediye otobüsü, minibüs ve taksiler yolcu taşımacılığı yapmaktadır. Özellikleri: Yolun 16. kilometresinde bulunan Oluk Başı yaylası, çok şirin, çam ağaçları arasında, tamamen yörenin ahşap yayla evleri ile kurulmuştur. Zorkun yaylası ise çok geniş bir tabana yayılmıştır. Çam ve ardıç ağaçları içerisine kurulmuş olan yaylada, ahşap yayla evlerinin yanında çok değişik mimari tarzda yapılmış villalar ve diğer evlere rastlamak mümkündür. Alt yapısı büyük ölçüde tamamlanmış olan Zorkun yaylasında, yaz aylarında seyyar sağlık ocağı ile seyyar jandarma karakolu görev yapmaktadır. Osmaniye, Ceyhan, Kadirli ilçeleri halkının yoğun olarak rağbet ettiği yaylada; bakkallar, kır kahve ve lokantaları, kasap, manav, fırın bulunmaktadır. Konaklama-Yeme-İçme: Yaylada yeme-içme ve alışveriş yerleri bulunmaktadır. Yöre halkı yayla evlerini kullanmaktadır.
  4. Haruniye Kaplıcaları (Düziçi) Kaplıca, Ceyhan nehri kıyısında ağaçlarla kaplı bir alanda bulunmaktadır. Harika bir manzaraya sahip olan kaplıcada ruhsal yönden de sağlığınıza kavuşabilirsiniz. Kaplıca tesisi Aslantaş Barajı’nın rezervuarının sonunda, Berke Barajı aksının 2,5 km.’lik yatağında yer almasından dolayı manzarası yönünden güzelliğine güzellik katmaktadır. Kaplıca, hem tertemiz havası hem de doğal güzelliği ile sağlığınıza sağlık katacaktır. Eskiden sadece yaz aylarında hizmet veren kaplıca artık dört mevsim hizmet vermektedir. Yeri : Haruniye Kaplıcası, Osmaniye ilinin, Düziçi ilçesinin 15 km kuzeyinde, Kuşçu köyü sınırları içinde Düdül Dağı eteklerinde yer almaktadır. Kaplıca alanı, Osmaniye il merkezine 57 km., Adana iline 143 km. uzaklıktadır. Kaplıca alanı denizden 620 metre yüksekliktedir. Ulaşım : Haruniye Kaplıcası’na gitmek için eğer kara yolunu seçiyorsanız, önemli uluslararası yollardan olan Tem otoyolu ve D-400 karayolunun kesişim noktasında bulunma dolayı oldukça kolaylık sağlayacaktır. Eğer kaplıcaya gitmek için demir yolunu tercih ediyorsanız Osmaniye il merkezinden geçen demir yolunu kullanabilirsiniz. Eğer hava yolunu tercih ediyorsanız, en yakın havaalanları İskenderun limanına 63 km. uzaklıkta olup Adana ve Gaziantep havaalanlarına bir saat mesafededir. Suyun Sıcaklığı : 32°C‘dir. Kimyasal özellikleri bakımından: Kalsiyum, magnezyum, sülfür, sülfat, bikarbonatlı termal sular, aynı zamanda 4 mg/lt florür, 332 mg/lt karbondioksit içermekte olup radyoaktif özelliğe sahiptir. Haruniye Kaplıcası’nın Faydaları *Kaplıca suyu özellikle romatizma rahatsızlıklarına iyi gelmektedir. *Deri rahatsızlıklarında olumlu etkisi görülür. *Sinirsel hastalıklar ile kadın hastalıklarında şifa sağlar. *Beslenme bozukluğunda olumlu etkisi görülmektedir. *Karaciğer ve safra kesesi rahatsızlıklarında olumlu etkisi görülmektedir. *Mide ve bağırsak hastalıklarına faydalı olduğu görülmüştür.
  5. _asi_

    Osmaniye Aslantaş Baraj Gölü

  6. _asi_

    Osmaniye Aslantaş Barajı

    Aslantaş Barajı Aslantaş Barajı Osmaniye'de, Ceyhan Nehri üzerinde, sulama, taşkın kontrolü ve elektrik enerjisi üretimi amacı ile 1975-1984 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır. Toprak gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 8.493.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 95,00 m, normal su kotunda göl hacmi 1150,00 hm³ normal su kotunda göl alanı 49,00 km²'dir. Baraj 149.849 hektar gibi çok geniş bir alana sulama hizmeti vermekte, ayrıca 138 MW güç kapasitesindeki HES (hidroelektrik santralı) yılda 569 GWh elektrik enerjisi üretimi sağlamaktadır.
  7. _asi_

    Osmaniye Hemite

  8. _asi_

    Osmaniye Şelaleleri

    OSMANİYE ŞELALELERİ Şarlak Şelalesi: Doğal sit alanı olan Şarlak şelalesi Kadirli – Sumbas ilçeleri sınırında Kadirliye 25 km. mesafede Kesiksuyu çayı üzerinde bulunan şelale, Manavgat şelalesinin minyatürü gibidir.Koruma altına alınmış bulunan şellale görüntü güzelliği olan ve piknik yapmaya elverişli alandır. İhtiyaca cevap verecek tesisler yoktur. Karaçay Şelalesi Şehir merkezine 4 km mesafede bulunan Karaçay 7 km uzunluğunda,çam ve çınar ormanlarının bulunduğu vadi içerisine uzanmıştır. Karaçay deresi dik yamaçlardan aşağıya inerken 30 m. lik yükseklikten aşağı dökülürken eşsiz güzellik ve manzara arz eden Karaçay Şelalesi buraya ayrı bir güzellik vermektedir. Karaçay Şelalesine ulaşım belli bir mesafe arabayla gidildikten sonra, ancak patika yolla ulaşılabilen bakir bir doğa harikasıdır. Hafta içi veya hafta sonu her zaman piknik yapan insanların bulunduğu, Çukurova’ya has doğal bitkilerin yetiştiği bir mekan aynı zamanda günübirlik mesire ve trekking alanıdır. İhtiyaca cevap veren küçük çaplı lokantalar bulunmaktadır. Ulaşımı, minibüs ve taksilerle yapılmaktadır. Karaçay Deresi
  9. Osmaniye - Karatepe Aslantaş Müzesi Osmaniye, Kadirli ilçesi sınırları içerisinde bulunan MÖ.VIII.yüzyılda, Geç Hitit Çağı’nda Hitit Kralı Asivatas tarafından kuzeyden gelecek saldırılara karşı bir sınır kalesi olarak kurdurduğu Asitivada (Aslanta-Karatepe) Kalesi’nin çevresi günümüzde Açıkhava Müzesi’dir. Karatepe Adana’nın yaklaşık 100 km. kuzeydoğusunda, Kadirli ilçesinin 25 km. güneydoğusunda olup, Ceyhan Nehri’nden de 22 m. yüksekliğinde, doğal bir tepenin üzerindedir. Çukurova’yı sınırlayan Toros Dağları’nın eteklerinde Ceyhan Nehri’nin her iki kıyısında yer alan ve strateji yönünden de müstahkem bir mevki olan Karatepe, aynı zamanda Akyol denilen eski bir kervan yoluna da hâkimdir. Günümüzde doğusunda Aslantaş Baraj Gölü bulunmaktadır. Karatepe, 1946 yılına kadar bilinmeyen bir yer iken, Saimbeyli’den koyun otlatmaya gelen çobanlarca tesadüfen bulunmuş ve öğretmen Ekrem Kuşçu tarafından Adana Müzesi Müdürü Naci Kum’a bildirilmiştir. 1946 yılında Alman arkeolog Prof.Dr. H.Th.Bossert başkanlığında kazı çalışmalarına başlanmıştır. Halen bu çalışmalar Prof.Dr.Halet Çambel tarafından yürütülmektedir. Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi’nin bulunduğu yer, Anadolu’daki diğer ören yerlerinden çok farklıdır. Burası, Aslantaş Barajı’nın yapılmasıyla üç tarafı baraj golüyle çevrili olup, baraj gölü ve Andırın Ovası’na hakim bir tepede bulunmaktadır. Müze, bir yarımada şeklindeki burun üzerinde ve etrafı ormanlarla kaplıdır. Karatepe, Çukurova’yı Andırın-Göksun üzerinden İç Anadolu’ya bağlayan ve “Akyol” (Ağ-yol-Kocayol) diye anılan tarihi kervan yolunun üzerindedir. Bu yol; Hititlerden önce, Hititler döneminde ve Haçlı Seferleri sırasında kullanılmıştır. Yakın zamanlara kadar Yörüklerin göç yolu da olmuştur. Yerli halk, aslan heykellerinden dolayı buraya “Aslantaş” demektedir. Fakat ülkemizin diğer yerlerinde de pek çok Aslantaş vardır. Diğerlerinden ayırt edilmesi için, örenyerine en yakın topografik noktanın “Karatepe” olmasından dolayı buraya “Karatepe-Aslantaş” denmesi daha uygun görülmüştür. Kurucusundan dolayı Asativadaya adını alan bu yer, M.Ö. 725-720 tarihlerinde Asur kralı 5. Salamonsor veya M.Ö. 680 yılında Asarhaddon tarafından ele geçirilmiş, yakılıp, yıkılmıştır. Yıkılan kale sur duvarlarının kalınlığı 2-4 m. genişliğinde, kalenin iç ve dış duvarları ise 4 ile 6 metre yüksekliğindedir. Kuru, harçsız yapılan çift duvar arasındaki boşluk taş, moloz ve toprakla doldurulmuştur. Kalenin doğu-batı çapı 196 metre, kuzey- güney çapı ise 376 metredir. Kale, 18-20 m. aralıklarla tespit edilebilen 28, tespit edilemeyen 6 olmak üzere 34 adet dikdörtgen burçlarla desteklenmiştir. Tepenin zirvesinde, saray olduğu tahmin edilen iki tane yanmış bina harabesi ve erzak kuyuları bulunmaktadır. Kalenin, biri güney-batısında, diğeri kuzey-doğusunda olmak üzere iki kapısı bulunmaktadır. Güney-batısındaki giriş kapısında kırık parçalarla ekli iki aslan heykeli vardır. Sağ ve sol yan odacıklarda esmer ve açık sarı, sert taneli bazalt taş bloklar üzerinde duvar kaplaması niteliğinde, o günün inanç ve yaşayışını sergileyen çeşitli figür rölyefleri (taş kabartmalar) ve aynı metin olmak üzere, karşılıklı Finike (çivi) ve Hitit hiyeroglif yazıları bulunmaktadır. Kapı içinde ise yaklaşık üç metre boyunda Fırtına Tanrısı’nın heykeli bulunmaktadır. Kuzeydoğu kapısında insan başlı, aslan gövdeli, karşılıklı iki sfenks vardır. Sağ ve sol odacıklarda Güneş Tanrısı rölyefi ve diğer çeşitli rölyefler ile karşılıklı aynı metin olmak üzere, Çivi yazılı ve Hitit hiyeroglif yazıları bulunmaktadır. Kale kapılarının iç duvarları bazalt bloklara işlenmiş arslanlar, sfenksler, yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını sergileyen kabartmalardan oluşan duvar kaplamaları ile kaplanmıştır. Bugüne kadar bilinen Fenike ve Hiyelogrif (Luvca) yazı sistemlerindeki en uzun çift dilli metin birer kere her iki kapı binasına; Fenikece 3. bir örneği de kutsal heykel üzerine işlenmiştir. Böylelikle, Fenike metninin okunabilmesi sayesinde, henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş olan, Anadolu'da MÖ.2000’in başlarına kadar geri giden hiyerogliflerin çözümüne olanak sağlayan bir anahtar ele geçmiş oldu. İşte bu yüzdendir ki Karatepe-Aslantaş yazıtları Mısır hiyerogliflerinin okunmasını sağlayan ünlü Rosetta taşına benzetilmiş, uluslararası bir üne kavuşmuştur. MÖ.2000’de Anadolu'ya hâkim olan, başkenti bugünkü Boğazköy (Hattuşaş) olan Hitit İmparatorluğu MÖ.1200 yıllarında “Deniz Kavimleri” baskını sonucunda parçalanıp dağıldıktan sonra, Toroslar’ın güneyinde Malatya, Sakçagözü, Maraş, Kargamış, Zincirli gibi bazı krallıklar kurulmuş, bunlar daha sonra, çeşitli aşamalarda Asurluların eline geçmiş yağmalanmışlardır. Asativatas'ın hükümdarlığı bu döneme rastlamaktadır. Kurduğu kale de büyük olasılıkla Asurlular tarafından MÖ.720 sıralarında Salmanasar V., ya da MÖ.680 yıllarında Asarhaddon tarafından yakılıp yıkılmış ve terkedilmiştir. Karatepe kabartmalarında günlük yaşamdan alınma sahnelerin yanı sıra dinsel ve mitolojik sahnelere de yer verilmiştir. Kale kapılarındaki arslan ve sfenksler, kabartma olarak işlenmiş boğa başlı insanlar, kartal başlı demonlar, cinler, boğa üzerinde Tanrı tasviri, bir elinde kuş, bir elinde tavşan tutan kırların koruyucu Tanrısı bunların başında gelmektedir. Ayrıca kabartmalar arasında savaş sahneleri, karada ve suda avlanan avcılar, müzik ve oyun sahneleri peş peşe sıralanmıştır. Karatepe kitabeleri arasında, Kral Asativatas’ın sözlerini içeren kitabe de bulunmakta olup, bu kitabe arkeolojide Asitavatas’ın Seslenişi olarak tanımlanmaktadır: ”Ben gerçekten Asativatas'ım, Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısı'nın kulu, Avariku'sun büyük kıldığı, Adanava hükümdarı. Beni Fırtına Tanrısı Adanava kentine ana ve baba yaptı ve Adanava kentini ben geliştirdim. Ve Adanava ülkesini genişlettim, hem gün batısına, hem de gün doğusuna doğru. Ve benim günümde Adanava kentine refah, Tokluk, rahatlık tattırdım ve Pahara depolarını doldurdum. Ata at kattım, kalkana kalkan, orduya ordu kattım, her şey Fırtına Tanrısı ve Tanrılar için. Çalımlıların çalımını kırdım. Ülkede kötü olanları ülke dışına attım. Kendime bey konakları kurdum, soyumu rahata kavuşturdum ve baba tahtına oturdum, bütün krallarla barış kurdum. Krallar da beni ata bildiler, adaletim, bilgeliğim, ve iyi yüreğim için. Bütün sınırlarımda güçlü kaleler kurdum, kötü kişilerin, çete başlarının bulunduğu sınırlarda; Mopsos evine boyun eğmeyenlerin hepsini ben , Asativatas, ayağımın altına aldım. Buralardaki kaleleri yok ettim, kaleler kurdum ki Adanavalılar rahat ve huzur içinde yaşaya. Gün batısına doğru benden önceki kralların alt edemediği güçlü ülkeleri alt ettim. Ben Asativatas, bunları alt ettim, kendime kul ettim ve onları ülkemin gündoğusuna doğru, sınırlarımın içine yerleştirdim. Adanavalıları da buraya yerleştirdim. Ve günümde Adanava sınırlarını gerek gün batısına, gerekse gün doğusuna doğru genişlettim. Öyle ki, önceleri korkulan yerlerde, erkeklerin yola gitmekten korktukları ıssız yollarda, günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır. Ve benim günümde bolluk, tokluk, rahat ve huzur vardı. Ve Adanava ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu. Ve bu kaleyi kurdum ve ona Asativadaya adını vurdum, Fırtına Tanrısı ve tanrılar beni buna yönelttiler. ta ki bu kale Adana ovasının ve Mopsos evinin koruyucusu olsun. Günümde Adana ovası topraklarında bolluk ve huzur vardı, Adanava'lılardan günümde kılıçtan geçen kimse olmadı. Ve ben bu kaleyi kurdum, ona Asativadaya adını vurdum. Oraya Fırtına Tanrısı'nı yerleştirdim ve ona kurbanlar adadım; yılda bir öküz, çift sürme zamanı bir koyun, güzün bir koyun adadım. Fırtına Tanrısını takdis ettim, bana uzun günler, sayısız yıllar ve bütün kralların üstünde büyük bir güç bahşetti. Ve bu ülkeye yerleşen halk öküz, sürü, bolluk ve içkiye sahip oldu. Dölleri bol oldu, Fırtına Tanrısı ve tanrılar sayesinde. Asativatas'a ve Mopsos evine kulluk ettiler. Ve eğer krallar arasında bir kral, prensler arasında bir prens, hatırı sayılır bir insan Asitivatas’ın adını bu kapıdan siler, buraya başka bir ad yazar. Bunun ötesinde bu kente göz diker ve Asativatas'ın yaptırdığı bu kapıyı yıkar, yerine başka bir kapı yapar ve ona kendi adını vurursa, aç gözlülük, kin ya da hakaret amacıyla bu kapıyı yıkarsa, o zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı Ve Evrenin Güneşi ve bütün tanrıların gelen kuşakları Bu kralı, bu prensi ya da hatırı sayılır kişiyi Yeryüzünden sileceklerdir. Yalnızca Asativatas'ın adı ölümsüzdür, sonsuza dek, Güneşin ve Ayın adı gibi.”
  10. _asi_

    Osmaniye - Toprakkale

    Osmaniye - Toprakkale Tarihi : Kale ilk çağlarda Çukurova’yı Suriye’ye bağlayan Amanos/Demirkapı geçidini kontrol altında tutmak amacıyla inşa edilmiştir. Ceyhan, Osmaniye, Dörtyol yol ayrımına ve güneydeki geçide hakim 75 m. yüksekliğindeki bir kayalığın ve buna eklenen yığma tepenin üzerindedir. Girişinin batı yönündeki kayalığın üzerinde bulunması, kalenin önceleri bu kayalık alanla sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Doğu ve kuzey yönlerinin toprak dolgu olması ise, bu kısımların daha sonraki dönemlerde inşa edilmiş olduğunu ve kalenin adını bu yığma tepeden almış olabileceğini akla getirmektedir. Kalenin ilk konumlandığı batı yakasındaki kayalıkta daha önceki dönemlere ait yerleşme izleri bulunmuyor ise, kaleyi M.Ö. 2000’li yıllara Hitit dönemine tarihlemek gerekmektedir. Bu durumda inşa gerekçesi güneyden gelecek Asur akınları olmalıdır. Kalenin içinde bulunduğu Doğu Kilikya bölgesinin tarihçesi daha sonraki dönemlerde şöyle gelişmiştir: M.Ö. VIII. yy. sonu -Asurlular M.Ö. VII. yy. sonu -Medler M.Ö. 333 -Makedonya Krallığı M.Ö. 312 -Selevkaslar M.Ö. 83 -Ermeni Krallığı M.Ö. 64 -Roma İmparatorluğu M.S. 750 -Abbasiler M.S. 963 -Bizanslılar M.S. 1095 -Selçuklular M.S. 1097 -I. Haçlı Orduları M.S. XII: yy. başı -Ermeni Beyliği M.S. 1220 -Selçuklular M.S. 1243 -Moğollar M.S. 1275 -Memlükler M.S. 1337 -Oğuz Türkleri Üçok Kolu M.S. 1352 -Ramazanoğulları Beyliği M.S. 1375 -Üçok Kolu Kınık Boyu M.S. 1516 -Osmanlı İmparatorluğu 24 Oğuz boyundan biri ve Anadolu’dakilerin en önemlisi Kınık boyu, Selçuklu hanedanını çıkartmıştır. Anadolu’nun ve özellikle Çukurova’nın fethinde önemli rol oynamıştır. XV. yy. başlarında Çukurova’da batıda Ceyhan, doğuda Osmaniye, kuzeyde Ceyhan ırmağı, güneyde alçak bir dağ silsilesinin çevirdiği ovada yerleşmişlerdir. Bu yöre XIX. yy. sonuna kadar Kınık kazası olarak adlandırılmıştır. Kaza merkezi ise, o dönemde Kınık kalesi adıyla anılan Toprakkale ve batı bitişiğinde bulunan Kınık kasabasıdır. Bu kasabanın yeri ve dolayısıyla kalenin gerçek adı Prof. Dr. Faruk SÜMER’İN 1960’ların başlarında Osmanlı tarihi defterlerinde yaptığı incelemeler ve bölgede yaptığı araştırmalar sonucu saptanmıştır. Prof. Dr. Faruk SÜMER bu saptamasının gerekçesini Evliya Çelebi seyahatnamesinin aşağıdaki bölümünde de bulmuştur. “Evsaf kal’a-i Kınık : ..... sene tarihinde Ramazanlı, Ermen padişahları elinden kabza-yi teshire alup karibul ahd zulüm ve taddi sebebi ile halkı perişan olup kal’a hali ve muattal kalmıştır. Amma hala üstad mühendis destinde çıkmıştır ve bir bina-yı zibadır ve şekli müdevverdir. Lakin yukaru çıkub ne cirimde idüğü malümum değildir. Anı ubür idüb yine şarka bir saat gidüp, evsaf-ı kala-i Çanakçı-....... (Seyahatname-İstanbul 1935, Syf. 342)”. Evliya Çelebi bu yöreden 1670’lerin sonlarında geçmiş, Kınık kalesinin “zulüm ve teaddi” nedeniyle boşaltıldığını belirtmiştir. Dolayısıyla bu yerleşmeye adını veren Kınık boyunun burada, XV. yy. başından XVII: yy. başındaki isyanlar dönemine kadar yaklaşık 200 yıl barındığı ortaya çıkmaktadır. 1519 yılında yapılan tahrire göre Kınık kasabası ve kazasında Ermeni azınlık bulunmamaktadır. 1522 yılında Kınık kasabasında Yunus Dede (15 evli, 2 bekar) ve Hamace oğlu Selman (139 evli, 3 bekar) adlı iki mahalle bulunmaktadır. 1547 yıllında Kınık kasabasında 5 mahalle vardır. Yunus Dede (21), Selman (77), Cami (108), Dursunlu (63), Bayram Fakih (15). XVI. yy.da Kınık kazasına bağlı köy ve ekinlik sayısı 75’tir. Kalede yapılan ön araştırmada şu özellikler saptanmıştır: Kalenin etrafında savunma hendeği bulunmamaktadır. Güney ve güneydoğu yönünde ikinci bir surla tahkim edilmiştir. Surlar ve 14 adet burç, bazalt taşından örülmüştür. Batı yakasındaki düzlükteki yerleşme (Kınık kasabası) ile kale arasında inşa edilmiş merdivenli bir geçidin kalıntıları bulunmaktadır. Kale içerisindeki cephanelik ambar, sarnıç, tuvalet, hamam ve şapel kalıntıları mevcuttur. Mimari Özellikleri : Toprakkale, Adana, Antakya ve Osmaniye karayollarının kesiştiği üçgende, ovaya hakim bir tepe üstünde yer almaktadır. Toprakkale iç kale ve etrafında yer alan dış sur duvarlarından oluşmaktadır. a. İç Kale : İç kale kuzey-güney yönünde konumlanan iç avlu etrafındaki sur duvarları ve kapalı mekanlardan oluşmaktadır. İç kaleye doğu yönünden taş merdivenlerle ulaşılmaktadır. Giriş kapısı iç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Giriş kapısından üstü taş tonoz örtülü kapalı bir mekana girilmektedir. Bu mekanın sağındaki duvar, yuvarlak burç duvarına dönüşmektedir. Solundaki duvar ise girişle iç avluyu ayırmaktadır. Girişten, dikdörtgen planlı, çapraz tonoz örtülü ikinci bir mekana geçilmektedir. Bu mekandan kuzey cephesine açılan iki pencere ve iç avluya açılan iki kapı boşluğu bulunmaktadır. Avlu duvarı bu mekandan itibaren iki metre geri çekilerek sur duvarıyla tonoz örtüyle birleşip kuzey cephesi boyunca devam etmektedir. Bu hacim kuzeybatı köşesinden bir duvarla ayrılmaktadır. Avlu duvarının orta kısımlarında sarnıca benzeyen en üstü tonoz örtülü bir hacim vardır. Ayrıca bu duvarda avluya açılan iki kapı ve bir pencere boşluğu bulunmaktadır. İç kalenin kuzeybatı köşesi, kuzeybatıya açılan büyük bir penceresi ve avluya açılan kapısı olan küçük bir hacim niteliğindedir. Batı cephesinde yer alan sur duvarları ve avlu duvarı taş tonoz örtüyle birleşerek cephe boyunca devam eden kapalı mekan oluşturmaktadır. Sur duvarları üzerinde herhangi bir açıklık olmayan bu mekanın avlu duvarında 10 adet kapı ve pencere boşluğu niteliğinde açıklık mevcuttur. Bu mekanın üzengi çizgisinde boylu boyunca ara kat izi ve batı duvarına yaslanmış taş merdiven basamakları vardır. Güney duvarında bulunan küçük bir kapı boşluğundan iç içe açılan karanlık dışa tamamen kapalı iki küçük mekana geçilmektedir. İç kalenin güneybatısında yer alan üstü taş tonoz örtülü kapalı dikdörtgen mekanın güneybatıya bakan sur duvarı üstünde iki mazgal deliği boşluğu duvara bakan uzun duvarında ise iki pencere bir kapı boşluğu vardır. Ayrıca bu duvarın batı köşesinde üste çıkan taş merdiven basamakları mevcuttur. Bu mekanın doğu duvarında avluya açılan büyük bir kapı boşluğu, batı duvarında ise bir niş mevcuttur. Bu mekanın ortasında bulunan yaklaşık 1m²’lik dikdörtgen boşluk altta zindan olduğu söylenen mekana açılmaktadır. Ayrıca zindana mekan doğu duvarının üst kotunda bulunan açıklıktan girilebilmektedir. İç avlunun güneybatı ve batı cephesi 5 adet burç ve sur duvarlarıyla çevrilidir. İç avlunun batı cephesinde yer alan sur duvarları iki katlıdır. Duvarlar üst katta batı cephesi boyunca devam etmektedir. Duvarların avluya bakan yönünde yer alan kemerli açıklıkların ortasında mazgal delikleri bulunmaktadır. İç avlunun kuzey yönünde büyük bir sarnıç mevcuttur. Orta kısımlarda ise duvar izleri ve sütun kalıntıları vardır. İç kalenin batı cephesinde yer alan ve zeminden yukarıya doğru eğimli yükselen taş kaplı platformun altında tüneller vardır. Tünel ağızları kapalı olduğu için girilememiştir. b. Yapısal Durum : Kale duvarları sıralı moloz taş örtü niteliğinde siyah bazalt taşla inşa edilmiştir.İç kalenin sur duvarları genelde ayakta olmakla birlikte üst kotları yıkıntı halindedir. Batı cephesinde yer alan iki büyük burç tamamen yıkılmıştır. Kapalı mekanları örten tonozlarda büyük ölçüde çatlak ve çöküntüler görülmektedir. Kalede yakın tarihlerde yapılmış herhangi bir onarım izine rastlanmamıştır. Sadece kaleye çıkış yolu ve merdivenleri yeni yapılmıştır. c. Ön Müdahaleler : Sağlıklı bir restitüsyon ve restorasyon projesi hazırlanabilmesi için şu ön çalışmaların yapılması gereklidir: İç kale ve dış kale arasında kalan bölüm ile iç kale avlusu ve dış kale etrafında araştırma hafriyatı yapılması. Tüm açık alanlarda bitki temizliği yapılması. Tüm açık ve kapalı alanlarda yüzey temizliği yapılması. Yapıya ait düşmüş taşların toplanması ve düzgün bir şekilde istiflenmesi. Rölove Ölçüm ve Çizim Tekniği a. Plan :İç kale, kutupsal dik koordinat yöntemi ile içten ve dıştan ölçülmüştür. Teodolit il okunabilen tüm plan noktalarının yatay açıları ile yatay mesafeleri ölçülmüştür. Toplam 91 poligon noktası ile 1478 pas noktası ölçülmüştür. Bu yöntemle ölçülemeyen bölümlerde, ölçümler geleneksel yöntemlerle tamamlanmıştır. b. Kesit ve Cepheler : Nivo ile çekilen -,+ 0.00 hattına göre okunabilen tüm poligon ve pas noktalarına nivelman yapılarak kotlar alınmıştır. Tonoz ve kemer profilleri üçgenleme metodu ile ölçülmüştür.
  11. _asi_

    Osmaniye - Savranda Kalesi

    Osmaniye - Savranda Kalesi Osmaniye’nin doğusunda, Kaypak yolu üzerinde 30 km’lik asfalt yol ile bağlıdır. Kalecik barajının yanında yer almaktadır. Kalenin çevresi 800 metredir. Dikdörtgen biçiminde olup surları 7-10 metre, burçları ise 8-10 metre yüksekliktedir. 12 burcu ve kulesi vardır. Kale Romalılardan kalmadır. Osmaniye’den Gaziantep’ e giden transit yolun 30. km.den sağa sapıp Kaypak bucağına giderken yolun kenarında tatlı bir eğimle akan Kaypak çayının güney sırtlarında inşa edilen kalenin çevresi 800 metre kadardır. Araziye uydurularak dikdörtgen biçimde kurulmuştur. Güneydoğu, kuzey ve batı yönlerini Kaypak çayının keskin yamaçlarına, doğusunu sert kalkerli kayaların dikleşen böğrüne dayayarak o taraflardan gelecek tehlikeleri bu şekildeki tabii setrelerle önlemiş bulunmaktadır. Bütün gücünü güneydeki bir noktaya veren Savranda kalesi bu yöndeki sur ve burçları aşılması güç denecek derecede yükseltilmiştir. Bu sebeple kaleye açık bulunan tek kapısından girilir. Tabandan itibaren kayalar üzerinden oyulan merdivenler bu kapıya kadar yükselir. Etrafında müdafaa suru veya hendeği yoktur. Kale içerisindeki düzlük çam ağaçları ile kaplıdır. Kale meydanında su sarnıçları, bina kalıntıları vardır. Güneyden kuzeye doğru girişin devamı olan ince bir yol uzanır. Kuzeye bakan surun dibinde 2 metre tabii setreli bir geçit, Kaypak çayına kadar iner. Burçların içleri boş, ikişer katlıdır. Hepsinin altından kale meydanına açılan kapılar bulunmaktadır. Surun üzerinden geçen yol, burçları birbirine bağlamıştır. Çamların arasından fışkırırcasına yükselen kale, tabiat güzellikleri ortasında görülmeye değer bir durumdadır. Ortaçağ kalelerindendir. Bir çok defa yenilenmiştir.
  12. Kastabala (Hierapolis) Şehri Kastabala, Osmaniye il merkezinin 12 km. kuzeyinde Aslantaş barajı ve Karatepe Aslantaş Açık Hava Müzesine giden yol üzerindedir. Ceyhan nehrinin kuzeyinde Kesmeburun ile Bahçeköy arasındaki küçük ovaya hakim olan bir kaya çıkıntısı üzerinde 13. yy’dan kalma “Bodrum Kalesi” adını taşıyan bir Ortaçağ kalesi yükseliyor. Bodrum Kalesi’nin daha sonra antik kaynaklarda Ceyhan nehrinin yanındaki şehir olarak geçen Kutsal Kastabala içinde kurulduğu biliniyor. Bu şehir, büyük bir alanı kaplıyor ve yapılan arazi çalışmaları sonucunda bahsedilen bu yayılım alanı içinde halen ayakta kalmış anıtsal mimari kalıntıların yanısıra çok miktarda tarihi kalıntılara rastlanıyor. Kastabala hakkındaki en eski bilgi, M.Ö.5/4 yy’a ait Arami yazıtlı bir sınır taşında bulunmuş. Yazıtta Pirvaşua adını taşıyan Anadolu Ana Tanrıçasının arazisinden söz ediliyor. Kastabala’nın şehir olarak adına Helenistik dönem krallarından 4. Antiochos Epiphanes’in hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde rastlanıyor. Roma imparatorluğundan Traianus, Hadrianus ve Caracalla, Kastabala’yı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri yapılarak onurlandırılmışlar. Bölgede Roma dönemine ait birçok yazıt ve sikke bulunmuş. M.S. 200 yılları civarında inşa edilmiş olan 300 metre uzunluğunda sütunlu cadde bulunmaktadır. Bu cadde kalenin oturduğu kayalığın yanından geçip, asıl yerleşme bölgesini oluşturan arkadaki vadiye iner. Bu vadiden çıkıldığında varılan terasta çok sayıda yazıtlı heykel kaidesi bulunmuş. Yamaçta çok Roma devrinden, iyi durumda kalmış olan 5000 kişilik tiyatro, stadyum, tiyatronun karşısında kalma bir hamam kalıntıları görülmekte. Ayrıca kiliseler, kaya mezarları, su kemerleri bulunmaktadır. Çok eski dinsel bir merkez olduğu anlaşılan Kastabala’nın tanrıçası Perasia’nın ülkesinin çok geniş olduğu tahmin ediliyor. Roma hakimiyeti bölgeye ekonomik ve kültürel yönden refah getirmiş. Kent, Sasani Kralı Şapur tarafından M.S. 260 tarihinde ele geçirip yağmalanmış ve bu yıkımdan sonra toparlanamamış, terk edilmiş. 5000 kişilik Hierapolis Anfi Tiyatrosu (Hierapolis) Sütunlu yol (sütunlu yoldan kale görüntüsü) Kilise
  13. _asi_

    Osmaniye - Hemite Kalesi

    Osmaniye - Hemite Kalesi Osmaniye-Kadirli yolu üzerinde Ceyhan Nehri kıyısındadır. Toprakkale ve Yılankale’nin görüş alanında bulunmaktadır. Yapıldığı dönem bilinmemekle birlikte Hitit kabartması bulunan kale Osmaniye Gökçedam (Hemite) Köyündedir. Osmaniye’ye 20 km mesafededir. Harun Reşit Kalesi: Haruniye kalesi aynı adlı ilçede Abbasi halifesi Harun Reşit’in uç Beyi Faraç Bey tarafından 699 yılında yaptırılmıştır. Askeri yönden büyük önem taşıyan bu yöre ve kaleye Horasanlı gönüllü Türk mücahitleri yerleştirilmiş ve iskan edilmiştir.
  14. _asi_

    Osmaniye Çem Kalesi

    Çem Kalesi Kadirli İlçesi’nin 10 km. kuzeydoğusunda yer almaktadır. Roma dönemine aittir. Güneyinde de Roma dönemine tarihlendirilen kabartmalar bulunmaktadır.
  15. _asi_

    Osmaniye - Berke Barajı

    Osmaniye - Berke Barajı 1995 yılında Ocak ayında yapımına başlanılan baraj Ceyhan Nehri üzerinde ve 201 m yüksekliğindedir. Türkiye’de ve Dünya’da 16. sırada beton kemer barajıdır. Berke Hidroelektrik santralı ise bölgemizin en büyük hidroelektrik santrali olmaktadır. 2002 yılı başında üretime geçen Berke Barajı, Sır Barajı ile Aslantaş Barajı arasında yaklaşık 200 metrelik düşüşten yararlanılarak, 201 m yüksekliğinde, çift eğrilikli ince beton kemer tipinde bir barajdan, 9,3 m. çapında toplam 1921 m uzunluğunda bir enerji tünelinden ve 3 x 170 = 510 MW kurulu gücünden 120 x 120 x 44 m boyutunda bir yer altı santralinden oluşmaktadır. Barajın arkasında oluşacak göl hacmi 427 milyon M3 olup, yaklaşık 30 km uzunluğundadır. Santralde yılda ortalama 1 milyar 669 milyon kwh enerji üretilecektir. Berke Barajı ve Hidroelektrikle santralinin dünyanın 16.inci ve Türkiye’nin en yüksek kemer barajı olması, Türk Müteahhidi tarafından yapılan ilk çift eğrilikli kemer barajı ve en büyük perde enjeksiyonunu ihtiva etmesi yapılan işin önemini göstermektedir. Berke Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesinin Özellikleri 1. Türkiye’nin en yüksek kemer barajı 2. Dünyanın 16. yüksek kemer barajı 3. Türk müteahhidinin yaptığı ilk çift eğrilikli kemer barajı 4. Dünyanın en büyük perde enjeksiyonu 5. Özel sektör tarafından tamamı az kaynaklardan finanse edilen ilk baraj 6. Türkiye’deki barajların arkalara yıllık üretim sıralamasında 5. kapasitede baraj 7. Son beş yıllık içinde Türkiye’de işletmeye geçin hidroelektrik santrallerin toplam üretiminin üçte biri (1/3) kapasitesinde, 8. Berke Barajının tek başına üretim kapasitesi, ÇEAŞ’nın dmiğer 6 barajının toplam üretim kapasitesi kadardır. (Berke barajının üretime geçmesi ile ÇEAŞ’nın mevcut kurulu günleri ve yıllık üretim kapasiteleri iki katına çıkmıştır). Berke Barajının Yapımı 1995 yılının Ocak ayında başlamıştır. Barajın yapımında yaklaşık 2000 işçi çalıştırılmıştır.
  16. _asi_

    Osmaniye Ala camii

    Ala camii Roma, Bizans ve Türk Medeniyetlerini bir arada yaşatan Kadirli merkezinin ayakta kalan tek abidesidir. 2. asrın başlarında Romalılar tarafından bir manastır olarak yaptırılmıştır.Sert taşlarla yapılmış olan bu manastırın doğu cephesinin ortasına 5. asrın başlarında yine aynı dayanıklı taşlarla bir kilise ilave edilmiştir. Bu kilisenin altı, bodrumdur.Bodruma inen kapı, manastırın batı yönündedir. 1947-1948 yıllarında Halet ÇAMBEL tarafından yapılan çalışmalarda bodrumdan bol miktarda insan kemiği çıkmıştır. 1133 yılında meydana gelen büyük depremde kilisenin batı kısmı hasara uğramıştır. Hristiyanlar, yıkılan bu yeri mahalli yumuşak taşlarla tamir etmişlerdir. (1147’den sonra). Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey’in oğlu Sarı Kaplan namıyla anılan Kasım Bey, bu kiliseyi babası adına camiye çevirerek buraya “Alaüddevle Mescidi” adını vermiştir. Caminin üzerini de kurşunla kaplatmıştır.(1480-1490). 1563 yılında tutulan Kars-zü’l-Kadiriye sancak defterinde Ala Cami civarındaki mahalle “Ala Mescid Mahallesi” olarak geçmektedir. 1695’te Rakka’dan (Suriye) firar eden aşiretler, Kars-zü’l-Kadiriye Sancağını tahrip ve yağma etmişler, bunun üzerine halk, civar sancaklara ve dağlara kaçmış, böylece sancak merkezi boşalarak harabe haline gelmiştir. Bu olayın sonucunda, sadece Ala Cami ile çevresindeki 10-15 kadar kemerli bina ayakta kalabilmiştir. Bu binalar, bezirganlarla çevresindeki aşiretlerin alış-veriş merkezi olmasından dolayı buraya Kars Pazarı denilmiştir. 1865 Islahat’ında Kars-zü’l Kadiriye kazasının kurucusu Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey, harabe halindeki bu camiyi restore ettirmiş, minaresini de onartmıştır. Caminin üzerindeki kurşun kaplamalar, daha önceden söküldüğü için, bu defa üzeri oluklu kiremitle kaplatılmıştır. Cami ve medrese olarak yeniden hizmete açılmıştır. Halk “Alaüddevle Cami’ine kısaca “Ala Cami” demiştir. Islahat’tan sonra ilk müderrisi ve Hocası da Tozlulu Mustafa Hocadır. Ala Cami, 1868 Zeytun-Ermeni isyanında bir yıl levazım ambarı, 1873-1875 yılları arasında, yaz aylarında “aşar zahire ambarı” olarak da kullanılmıştır.1865’ten 1924’e kadar aralıksız cami ve medrese olarak hizmet vermiştir. Yapının içindeki odalıklarda ise köyden gelen öğrenciler yatılı olarak kalmışlardır.1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkmasıyla medrese, cami cemaatının daha çok öğrencilerden oluşması o yıllarda Hamidiye Cami’nin ihtiyaca cevap vermesi nedeniyle de cami, kendiliğinden kapandı. 1924-1960 yılları arasında Ala Cami kendi haline terk edildi. 1961’de Kaymakam Mehmet Can’ın çalışmalarıyla Kadirli Ortaokulu Müdürü Cahit YÜCEL’in başkanlığında Kadirli Turizm Derneği kuruldu. Bu dernek, ilk olarak camiye yakın evleri Rasim ÜNAL İlkokulu civarındaki belediyeye ait arsaları nakletti. İhata duvarı yaptırmak suretiyle camiyi, şimdiki haliyle koruma altına aldı. Ala Cami, 4401 metrekare yüzölçümü ile eski eser olarak tescil edilmiş ve buranın mülkiyeti 7044 sayılı yasanın 1. maddesi gereğince Kadirli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1993/178553 sayılı kararıyla Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilmiştir. Vakfiyesine göre cami olarak kullanılmak durumunda olduğu belirtilen Ala Cami, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1996 yılı eski eser onarım programında olup bu konuda çalışmalar devam etmektedir. Vakfiyesine göre onarımı tamamlandıktan sonra cami olarak kullanılacağı Vakıflar Genel Müdürlüğünce belirtilmiştir.
  17. _asi_

    Osmaniye Yöresel Sözcükler

    Osmaniye Yöresel Sözcükler 1. Bahraç : Zorkun yaylasında bir mevkii. 2. Ölük : Ölmüş. 3. Tomofil : Taksi, otomobil 4. Kapsalık : Bahçe kapısı 5. Firez : Tarlada kalan ekin sapı. 6. Dikeç : Kazık 7. Bük : Çalı ve diken topluluğu. 8. Tor-Tozu : Çam fidanı dalları. 9. Çot : Üstü kesilmiş ağaç bedeni. 10. Leçelik : Volkanik taşlı arazi. 11. Körez : Sigara izmariti. 12. Gamalak-Kamalak: Çam kabuğu gövdesinden soyulduğunda, gövde ile kabuk arasında bulunan yumuşak kısım. 13. Firik : Olgunlaşmaya yakın, olgunlaşmamış erik, çağla gibi meyve, buğday ve mısır. 14. Göbelek : Mantar. 15. Avarlık : Ailenin ihtiyacı için, evin bahçesine ekilen sebze. 16. Ayın Puharı: Eyyam-ı Buhar, Ağustos ayında çöken buharlı hava 17. Siyek : Saçak. 18. Cırlavuk : Ağustos böceği. 19. Tomus : Temmuz ayı 20. Teken-Tüken: Birkaçtane, çok az, seyrek. 21. Patan-Küten : Biraz, daha çok ama fazla değil. 22. Şıkıdım gibi : Bütün dallardaki meyveler olgunlaşır, çok fazla. 23. Gölük : Yük taşıyan at, beygir. 24. Toğga : Sıcak veya soğuk olarak içilebilen, ayran ve dövme ile yapılan bir çorba çeşididir. 25. Sındı : Deneme. 26. Cet : palamut kabuğu. 27. Yörep: Yokuş 28. Anariye : Geri 29. Bocit : Sürahi 30. Peşkir : Havlu 31. Dirgen : Tırmık 32. Çapıt : Kumaş Parçası 33. Heves : İstemek 34. Bayak : Biraz Önce 35. Demin : Az Önce 36. Kele : Belirtme Sıfatı Olarak Kullanılır (Kele Bacım Bak Hele Gibi......) 37. Tummak : Dalmak 38. Gaçıl : Yol Açılmasını İstemek 39. Helke : Kova 40. Ötaçe : Bulunulan yerin karşı tarafı 41. Gabırlık : Mezarlık 42. Sundurma : Uzun ince kazık 43. Elleham : Herhalde 44. Nedicin : Ne yapacaksın 45. Şora : Şurası 46. Addeyyyy : Şaşırma ünlemi 47. Pırttı : Kopma(ayrılma) 48. Dulukmak : Biryerde takılı kalma 49. Oneeeh : Şaşırma ünlemi
  18. _asi_

    Osmaniye Mutfağı

    OSMANİYE YEMEKLERİ TOĞGA Malzemesi: 1 kase nohut 1 kase dövme 2 çorba kaşığı un 1 top nane 3 kg yoğurt Yapılışı: Yoğurt su ile iyice çırpılır. Çırpıldıktan sonra iki çorba kaşığı un ilave edilir. Dövme ile nohut tencerenin içine atılır. Ocakta Dövme ile nohut pişene kadar karıştırılır. Sonra nane ince,ince kıyılır. Çorbanın içine atılır.Yemeğimiz tabaklara konarak nefis çorbamız afiyetle yenir. ------- KISIR Malzemesi: Yeterince bulgur 1 adet marul 3 adet domates 1 top maydanoz 1 çay bardağı yağ 1 yemek kaşığı yaprak biber 1 tatlı kaşığı tuz 1 adet kuru soğan 1 tatlı kaşığı karabiber 1 yemek kaşığı salça Yeterince ekşi Yapılışı: Önce bulguru tepsinin içine koyarız. Sonra bir yemek kaşığı salça ilave ederiz. Daha sonra kaynamış olan suyu bulgurun üzerine dökeriz. Bir tatlı kaşığı tuzu bulgurun üzerine ekleriz. Tepsinin içine koyduklarımızı özleşene kadar yoğururuz. Sonra malzemeleri ilave ederek, biber, yağ ve ekşi dökeriz. Sonra bunların hepsini karıştırırız. ---------- ÇAKILDAKLI Malzemesi: Yarım kg biber Yarım kg patlıcan Yarım kg fasulye Yarım kg domates Yarım kg dövme Yarım kg nohut 2 tane patates Yapılışı : Biber, patlıcan, fasulye ve domates ufak ufak doğranır.Dövme ve nohut iyice yıkanır. Isıtılmış su tencereye aktarılır. Bu malzemeler piştikten sonra sarımsak dövülür. Salça, nane ve yağ karıştırılıp tavada kavrulur. Çorbanın üzerine dökülür ve çakıldaklı çorbamız yemeğe hazır olur. ----------- ANALI KIZLI Malzemesi: 1 kg ince bulgur 250 gr dövülmüş et 4 su bardağı un 1 tatlı kaşığı biber salçası Tuz, karabiber, kimyon 1 bardak su 1 Yumurta İçi için: 1 kg kıyma 1 kg soğan (ince doğranmış) 1 tatlı kaşığı biber salçası 250 gr tereyağ Tuz, karabiber, kırmızı biber Sosu için: 6 su bardağı et suyu 1 tatlı kaşığı biber salçası 1 su bardağı nohut 2 yemek kaşığı tereyağ 1 yemek kaşığı nane 2 bardak limon suyu Yapılışı: Bulgur ıslatılır. Tuz, karabiber, kimyon ve biber salçası ile yoğrulur. Et suyu ilave edilerek yoğurmaya devam edilir. Kıvamına gelince ceviz büyüklüğünde parçalar alıp el ıslatılarak bu parçalar açılır. İçine hazırlanan harç koyularak yuvarlanır. Daha sonra pişirilir. ------------ SÜLLÜM Malzemesi: 1 kg ıspanak 1 kaşık tuz 1 kg yoğurt 1 baş sarımsak Yapılışı: Ispanak iyice kaynatılarak süzekte süzülür. Daha sonra sarımsaklı yoğurt karıştırılır. Sonra yoğurt ile soğumuş ıspanak karıştırılarak tuz ilave edilir. Yenmeye hazırdır. ------------- EKŞİLİ Malzemesi: Nohut, Dövme Kuru ve yeşil fasulye Patlıcan, kabak Lahana, salça Sarımsak, yoğurt Yapılışı: Nohut, dövme, kuru ve yeşil fasulye bir tencerede haşlanır. Üzerine su konularak kaynatılır.Yağ ve salçayı bir tavada kavurup kaynayan tencereye boşaltırız. Ezilmiş sarımsaklarda atılır. Dinlenmeye bırakıldıktan sonra servise hazırdır. ------------ SARMA İÇİ Malzemesi: Bir miktar ince bulgur Bir baş kuru soğan Yarım kilo kadar domates Bir demet maydanoz Yeşil soğan 1,5 çorba kaşığı salça 1 su bardağı yağ Yeterince tuz Yapılışı: Bir baş soğan halka, halka doğranır.Bir su bardağı yağ ile bir süre kavrulur. Daha sonra salça ve küp, küp doğranmış domates ilave edilir. Bir sürede bunlar kavrulur. Sonra tuz ve biber eklenir. Bu işlemler bittikten sonra, bu malzemelere göre bulgurun miktarına göre su ilave edilir. Su kaynamaya bırakılır. Su kaynadıktan sonra bir kabın içindeki bulgura kaynamış olan su ilave edilir. Bulgur suyu çektikten sonra üzerine önceden doğranmış yeşil soğan ve maydanoz eklenip karıştırılır. ------------- TUTMAÇ Malzemesi: 2 adet yumurta 2 su bardağı un İnce irmik Süzme yoğurt Yağ, et, havuç Kereviz, soğan Yapılışı: Yağ tavada eritilir. Yağ kızınca etler katılıp, sote edilir. Havuç, kereviz ve soğan ilave edilerek, üzerine su katılıp etler iyice pişirilir. Suyu süzülür. Tavadaki havuç, kereviz ve soğan alınıp, yoğurt hazırlanıp bekletilir.Bir tencereye tuzlu su konulup, tutmaçlar hafif haşlanır.Tutmaçlar tabaklara koyulup kızgın yağ üzerinde gezdirilir.Önceden yapılan sos üzerine dökülür. ------------ YÜZÜK ÇORBASI Malzemesi : 1 kg kadar un Yeterince su ve tuz Nohut ve ekşi İç harcı için : Yarım kg kuru soğan 250 gr kıyma Yarım demet maydanoz Yeterince tuz ve karabiber Sosu için : 1 su bardağı yağ Yarım yemek kaşığı salça 4-5 diş sarımsak Bir miktar kuru nane Yapılışı: 1 kg un kulak memesi yumuşaklığında hamur yapılır. İç harcı: Yarım kilo kuru soğan ince, ince kıyılır. Kıyılan bu soğanın içine kıyma, maydanoz, salça, tuz ve karabiber ilave edilerek iyice karıştırılır.Önceden hazırlanan hamur küçük pazı haline getirilerek kare, kare kesilir. Bu karelerin içine hazırlanan harç konularak hamurun ağzı kapatılır. Bu hamur dinlenmeye bırakılır. Bir miktar nohut haşlanır.Nohut haşlandıktan sonra su ilave edilir ve su kaynatılır. Kaynayan suya hazırlanan hamur konularak su birazda hamur ile kaynatılır. Hamur kaynadıktan sonra bir miktar ekşi ilave edilir. Sosu : 1 su bardağı yağ yakılarak içerisine sakça, sarımsak ve kuru nane eklenir.Hazırlanan bu sos çorbanın üzerine dökülür. Böylece çorba hazır hale gelir. --------- EL TURŞUSU Malzemesi : 1 adet kabak 5-6 adet patlıcan 5-6 adet yeşil biber 3-4 diş sarımsak Bir miktar sumak ekşisi Yeterince tuz Yapılışı: Sebzeler yıkandıktan sonra küp, küp doğranır. Doğranan bu sebzeler bir miktar su ile 15-20 dakika kadar haşlanır. Haşlanan sebzeler süzülerek biraz suya tutulur. Bir kabın içine sebzenin miktarına göre su konulur. Suyun içine bir miktar sumak ile 3-4 diş dövülmüş sarımsak, tuz ve haşlanmış malzemeler ilave edilir.El turşusu bu işlemlerden 15-20 dakika sonra hazırdır. --------- TELEME Malzemesi: 1 kg süt 4-5 adet incir kozalağı Yapılışı: Süt pişirilmeden incir kozalakları sütün içine konularak karıştırılır. Süt yoğurt kıvamına gelinceye kadar bu işlem devam eder. Süt yoğurt kıvamına geldikten sonra teleme beş dakika sonra hazırdır. ------------ BÖREK ÇORBASI Malzemesi: 3 kg un 1 kg soğan 1 kg taze kıyılmış et 2 çorba kasesi nohut 2 çorba kasesi dövme 1 yemek kaşığı salça 1 tatlı kaşığı tuz ve biber 1 tatlı kaşığı nane 1 su bardağı sıvı yağ Yeteri kadar su Yapılışı: 2 kg un yoğrularak hamur haline gelir. Hamur yuvarlak açılır. Açılan hamur kare, kare kesilir. Daha sonra içi hazırlanır. Soğan incecik kıyılır, taze kıyılmış et salça, tuz ve biber ile karıştırılır. Kare biçimindeki hamurun içine az, az koyulup yumulur. Nohut ile dövme yıkanıp tencerenin içine boşaltılır. Yapmış olduğumuz hamur tencereye aktarılır. Isıtılan sıcak su tencereye aktarılır. Dövme ve nohudu pişene kadar kaynar kaynayana kadar salçası yakılır. Çorbanın üzerine dökülür. Yemek hazır hale gelir. ------------- SÖĞÜRME Malzemesi: 1 kg patlıcan 1 kg soğan 1 kg yeşil biber Yapılışı: Bu malzemeler közde pişirilir. Daha sonra ufak,ufak doğranır. Ekşi, tuz ve biber ilave edilerek karıştırılır. Afiyetle yenir. ------------ TIRŞİK Malzemesi: 1 kg Tırşik yaprağı 1 kase yoğurt 1 kg nohut ile dövme 1 çorba kaşığı tuz4 yemek kaşığı un Yeterince su Yapılışı: Tırşik yaprağı ince ince doğranır. Doğranan tırşik yaprağı iyice yıkanır. Bir kase yoğurt çırpılır, nohut ve dövme ile yıkanır. Su ısıtıldığında bunlar kazanın içine konur, tuz ilave edilir. İyice karıştırılır üzerine un eklenir. Bu yaptığımız yemek pişirilmeden önce bir gün bekletilir. Sonra yemek ocağa konularak iyice kaynatılır. Bunu piştiğini anlayınca yemek ocaktan indirilir ve tabaklara servis yapılır.
  19. _asi_

    Osmaniye Coğrafi Yapısı

    Osmaniye'nin Coğrafi Yapısı Akdeniz bölgesinin; günümüzde Çukurova antik çağda Kilikya denilen bölgenin en doğusunda yer alır. Kuzey yarım kürede 30.00 - 37.08 kuzey enlemi ile 36.13 - 36.20 doğu boylamları arasındadır. Doğusunda Gaziantep, güneyinde Hatay (Antakya), batısında Adana, kuzeyinde Kahramanmaraş illeri ile çevrilidir. Topraklarının yaklaşık % 42’si orman ve fundalıklarla, % 39’u ekili, % 2’si diğer arazilerle kaplı olup % 17’ si tarıma elverişsiz arazidir. Yüzölçümü 3.767 km 2, rakımı 121 m, denize uzaklığı 20 km.dir. Osmaniye ve komşular Dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte, Akdeniz iklimi karakteristiğindedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır. Ovalık alanlarda yazlar çok sıcak geçer. Bu dönemlerde daha serin olan yaylalara çıkılır. İklim özelliğinden dolayı tarımsal ürünlerde birden fazla mahsul almak mümkün olmaktadır. İlimizde yıllık sıcaklık ortalaması 19,00 ºC’ dir. En yüksek sıcaklık Ağustos ayında ortalama 29 ºC en düşük sıcaklık ise Aralık 9,00 ºC’ dir. Yıllık yağış ortalaması 99.28 Kg/m.dir. Kahramanmaraş topraklarında doğan Ceyhan Nehri, Osmaniye topraklarından geçerek Akdeniz’e ulaşır. Ceyhan nehri ile birlikte Savrun, Sumbas, Hamus, Kesiksu, Karaçay ve Sabun çayları ilimizin akarsu kaynaklarıdır. Bu akarsuların üzerinde Aslantaş, Berke Kalecik, ve Kesiksu barajları bulunmaktadır. Bu nehirler üzerinde kurulmuş bulunan barajlarla Osmaniye’nin verimli toprakları sulanmaktadır. Osmaniye halkının yöresel dili ile Gavur dağları dedikleri, doğu ve güneydoğusundaki Amanoslar ve batıdan kuzeye uzanan Toroslar ile çevrilidir. Osmaniye’nin etrafını çeviren bazı dağ ve tepelerin yükseklikleri ise; Düldül dağı 2400m. Koyunmeleden, Dağı 2108 m., Daz tepe( Dumanlı Dağı ) 1900 m., Kösür Dağı 1702 m., Büyük Kösür Dağı 1626 m., Tozaklık Dağı 1616 m., Hacıdağı 1549 m., Honazin Gediği 1086 m., Haçbel Dağı 1426 m., Boğatepe 850 m. dir. 24.10.1996 gün ve 4200 sayılı yasa ile Toprakkale, Hasanbeyli ve Sumbas ilçe yapılarak, Kadirli, Düziçi, ve Bahçe ilçeleri ise Adana ilinden alınarak Osmaniye iline bağlanmıştır. İlimizin 7 ilçe, 9 belde, 166 köy, 11 köy altı yerleşim ve 11 Belediyesi bulunmaktadır. Rıza Bey’in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında, Cebelibereket nüfusunun 7.764 İslam, 100 ‘ü Hıristiyan olduğunu belirtmiştir. 1927 yılında 35 konak, 200’ü kiremit örtülü 400 konut olduğu söylenmektedir. 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778’e, 1945 yılında 29.054’e, 1950 yılında 34.661’e ulaşmıştır. İç göçün artması, tarım işçilerinin çalışmaya gelmeleri ve İskenderun Demir çelik fabrikasının açılması ile hızla nüfusu artmıştır. 22 Ekim 2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre ilin toplam nüfusu, 463.196 dır. Nüfusun 359.714’ü şehirde (%67) ve 153.874’ü köylerde (%33) yaşamaktadır. Merkez ilçe nüfusu 177.290 olup, nüfus yoğunluğu km2’ye 141 kişidir. Nüfus artış oranı ise %0,14 tür. Osmaniye ulaşım konusunda çok iyi konumdadır. İlimizi Adana ve batıya bağlayan D–400 Karayolu gidiş – dönüş çift şeritlidir. Pozantı-Mersin-Tarsus-Adana-Gaziantep-İskenderun’u birbirine bağlayan TEM otoyolu ilimizden geçmektedir. Tarihte de büyük önem taşıyan İstanbul - Bağdat demiryolu topraklarımızdan geçer. Adana Şakirpaşa Havaalanına’da mesafesi 90 km.dir. İskenderun ve Yumurtalık limanına yakınlığından dolayı da deniz yolu kullanabilmektedir. İlimizde; 72 km otoyol., 66 km. Devlet yolu, 238 km il yolu olmak üzere toplam 376 km. karayolu ağı bulunmaktadır. Antik çağda doğudan batıya, güneyden kuzeye geçiş için kullanılan antik yollarda ilimiz topraklarından geçmektedir. Güneyde İskenderun üzerinden gelip, kuzeye Andırın – Göksun’a giden güzergâha “Akyol” denmektedir. Andırına kadar Akyol, Andırın’dan sonra “Göç yolu” adını alır. Kapadokya ile Doğu Kilikya’yı birbirine bağlayan diğer bir yolda “Çiçekli dere yolu”dur. Bunların arasında tali yol diyebileceğimiz Mezi yolu, Zehli yolu, Kalealtı yolu, Aşılı yolları da bulunur. Batıdan gelip Osmaniye’den geçen Gavur dağlarındaki Aslanlıbeli (Nurdağ tepesi) ni aşarak doğuya giden güzergaha “Maraş Yolu” denmektedir. Bu yolu M.Ö. 333’te İran kralı Darius kullanmıştır. 1671 yılında Evliya Çelebi bu yoldan seyahatine devam etmiştir. Coğrafi konumu gereği yollar kavşağı olan bölgemizde, antik dönemden, günümüze, bu yollarda seyahat edenler, ülke ve ticaret kervanlarının güvenliği için aşılması güç kaleler inşaa etmişlerdir. İklim İlimizde iklim, dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte, tipik Akdeniz iklimi karakteristiğindedir. İklim yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. Sıcak havanın etkisi ile yayla kültürü çok gelişmiştir. Haziran-Eylül döneminde; Zorkun, Ürün, Fenk, Almanpınarı ve Maksutoğlu yaylalarına büyük göçler olur. Merkez, Bahçe, Düziçi, Hasanbeyli, Kadirli ve Sumbas ilçelerinin bazı köyleri, rakımı yüksek yayla karakteristiği göstermekte olup, ova kesiminden farklı iklim özelliklerini gösterir. Bu sebeple tarımsal faaliyetler de uzun zaman periyodunda tamamlanmaktadır.
  20. _asi_

    Osmaniye Tarihi

    Osmaniye Tarihi TARİH BOYUNCA YUKARI ÇUKUROVA VE OSMANİYE: Yukarı Çukurova'da, Ceyhan Nehri'nin doğu yakasında yer alan, alabildiğine geniş hinterlandıyla Osmaniye; Ceyhan Nehri, Hamıs, Karaçay, Kesiksuyu ve Sabun Çayları nedeniyle sulak, hem de Çukurova'yı doğuya bağlayan yolların kavşağında olması nedeniyle işlek bir bölgededir. Uluslar arası karayolu (D-400) ve Gaziantep-Tarsus otoyolu (TEM), hatta demiryolunun geçtiği güzergah binlerce yıldan beri "Maraş Yolu" olarak kullanılmıştır. Bu güzergâh Gâvur Dağlarını, meşhur Aslanbeli (Nurdağı Tepesi) denen yerden aşarak Çukurova ile doğu arasında bir köprü olmuştur. Bu yoldan M.Ö.333'te İran Kralı Dara ve ordusu da geçmiştir. 1671 yılında Evliya Çelebi de aynı yolu kullanmıştır. Gavur Dağları tarihin en eski devirlerinden itibaren kaynaklarda yer almış ve birçok tarihi olaya sahne olmuştur. M.Ö. 3.bin yılı Mezopotamya kaynaklarında (Eski Akat ve Sümer), "Amanum", imparatorluk devrine ait bir Hitit tabletinde "Amana", M.Ö. 4 - 7 yy. Asur yazıtları da "Hamanu", klasik kaynaklarda "Maurun Oros" ( Karadağ ), haçlılar devrine ait batı kaynaklarında "Montana Migra" (Karadağ).İslam kaynaklarında ise "Cebel'ül - lukkam" olarak kaydedilmektedir. Boğazköy kökenli Naramsin Tabletinde "Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu" adının geçmesiyle eski dönemlerde Gâvur Dağlarının çeşitli ağaçlar bakımından zenginliğini, bölgede M.Ö. 3. binin sonunda yerli halkın Akadlarca da tanınan bir siyasi birlik oluşturduklarını görmekteyiz. Amanos Klik yasında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçeronun M.S. 51'de yazdığı mektupta da Amanos'lardan bahsedilmektedir. M.S. 2. yy.'de Roma çağında, Küllü Köyünün yakınlarında yerleşik bir toplumun yaşadığı bugün hala var olan gömütlerden anlaşılmaktadır. Osmaniye üzerinden doğuya giden ikinci yol, Örenşar, Kastabala'dan gelip, Karatepe üzerinden anti-torosları aşan, halk arasında Ağyol, Kocayol diye bilinen yoldur. Böylesine geniş, işlek ve sulak bir bölgenin merkezini oluşturan yukarı Çukurova, doğal olarak antik çağlardan beri önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur. OSMANLILAR DÖNEMİNDE KINIK KAZASI VE SINIRLARI Anadolu Fatihi Kutalmış oğlu, 1. Rükneddin Süleyman Şah 1083 yılında Adana, Tarsus, Misis ve Anazarva dahil bütün Çukurova'yı, 17. Aralık 1084 Salı günü Antakya'yı fethetti. Böylece bütün Çukurova bu tarihte, Anadolu Selçuklu Devleti'nin egemenliğine girmiş oldu. Ancak, kısa bir süre sonra, 1096'da haçlıların işgaline uğramıştır. Anadolu'da Haçlı ordularıyla amansız bir savaşa giren Selçuklular, Çukurova'yı biraz ihmal etmişlerdir. Bu hassas dönemde, Haçlılarla işbirliği yapan Ermeniler dağlardan inerek, Kilikya Ermeni Prensliğini kurmuşlardır. Ancak hiçbir zaman tam bağımsız devlet olamayan Ermeni Prensliği, daima güçlü devletlere bağlı olarak yaşamıştır. Adana Müzesindeki bir yüzünde Ermeni Prensi'nin, diğer yüzünde Selçuklu Sultanı'nın adının yazılı olduğu sikkeler, bu görüşü destekleyen çok önemli belgelerdir. 1243 Kösedağ savaşı sonrasında ortaya çıkan Moğol baskısı ile Anadolu'da yoğun bir nüfus hareketliliği yaşanmaya başladı. İçlerinde Beydili mensubu Türkmenlerinde bulunduğu bir grup Suriye'ye göç ederek Memluk Devletine sığındılar. Bir Memluk müellifi, Moğolların baskısından kaçıp Memluk Devletine sığınan Türkmenlerin 100 bin aile olduğunu ve Sultan Baybars'ın bunlara Gazze'den Sis'e ( Kozan ) kadar uzanan yerlerde, İktalar vermiş olduğunu söylemektedir. Sultan Baybars 1266, 1273 ve 1275 yıllarında Çukurova ve çevresine Türkmen atlıları ile akınlar yaptı. Bu Türkmen atlıları dediğimiz ve dalga, dalga Çukurova'ya akın eden Türkmenler, Oğuz'ların üçok kolundan, Yüreğir, Kınık, Bayındır ve Salur boylarının mensuplarıdır. Orta Asya bozkırlarında olduğu gibi, konar-göçer yaşayan, oku ve yayı çok iyi kullanan, uzun saçlı bu Türkmenlerden Yüreğir oğlu Ramazan, 1352 yılında, Memluk Devleti tarafından, Çukurova'daki Türkmenlerin Beyliğine getirildi. Böylece 14.yy da, çoğunlukla kalelerine oturulan Çukurova'da, köyler ve kasabalar kurulmaya başlandı. Bu yeni uygarlık döneminde Pyrmos; " Ceyhan Nehri", Amanos'da "Gâvur Dağları" adını aldı. Çukurova'ya gelen Türkmenler arasında Selçuklu Devleti'nin kurucularını ve hanedanını da çıkarmış olan Kınıklar, güçlü bir boydu. Hatta 1375 yılının başlarında, Ebu Bekir adında beyleri ile 15.000 Kınıklı Kozanı (Sis) kuşatmışlardı. Böylece Kilikya Ermeni Prensliğini de sona erdirmişlerdi. Bu olaydan üç yıl sonra, Memlukların kışkırtması sonucu, Yüreğir'ler ile arası açılan Kınıkların, büyük bir kısmı Çukurova'dan göç etmiştir. Çukurova'nın 1516'da Osmanlı Devletine bağlanmasından sonra, 1521 tarihinde yapılan arazi ve nüfus yazımında, Kınık'ların, bir kaza kurdukları tespit edilmiştir. Üstelik Kınık'ların göçebe olmadıkları, yani yerleşik ve çok uygar yaşadıkları anlaşılmıştır. Yapılan inceleme ve araştırmalarda, şimdiye kadar yeri bilinmeyen bu ünlü Kınık Şehrinin yerinin, bugünkü Osmaniye olduğu anlaşılmıştır. 1521 yılında, iki mahallesi olan Kınık Şehrinin, 1.572'de beş mahallesi, 16 köyü ve 54 ekinliği (mezrası) olduğu belirlenmiştir. Nüfusu' da 7.28'i merkezde, 1.504'ü köy ve ekinliklerde olmak üzere, 2.332 kişidir. Aynı yıl beyliğin merkezi olan Adana'nın nüfusu da 3.981'dir. Kınık halkının çoğunluğu çeltikçilik yapıyor, pamuk, buğday, arpa ve yulaf tarımı ile uğraşıyorlardı. Bizanslıların bazalt taşlarla yapılmış basit el değirmenlerine karşılık, Çukurova Türkmenlerinden Kınık'ların Mercin Çayı üzerinde Ramazanoğlu Vakfı ile yaptırılmış, su ile çalışan değirmenleri vardı. Kınık Şehri aynı zamanda ünlü bir ticaret merkezi ve pazaryeri idi. Adana-Misis-Kurtkulağı - Payas hattı üzerinden geçen Şam yolu (İpek Yolu) ile buradan geçen Maraş Yolu tüccarları develerle, atlarla, katırlarla gelip alış-veriş yapıyorlardı. Haftada bir kurulan ve İsneyn pazarı denen bu pazarda; pirinç, bal, yağ, üzüm, un, pekmez, bez, arpa, keçe ve yapağı gibi çeşitli mallar alınıp satılıyordu. 1671 yılında, İsneyn pazarının da kurulduğu gün, buradan geçen dünyaca ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, pazarda 20.000 - 30.000 kişinin alışveriş yaptığını biraz abartarak belirtmiştir. Hatta "Müzeyyen İsneyn" yani "güzel İsneyn" diyerek övmüştür. "İnşallah-u Taala bu İsneyn bir şehr-i azim olur" diye de dua etmiştir. Daha sonra İsneyn adı o kadar ünlenmiştir ki Kınık adıyla özdeşleşmiştir. Mesela H.1118/ M. 1707 tarihli fermanda ".İfraz-ı Zülkadir taifesinden mukaddema İsneyn ovası civarında cibal-i saibbaya tehassun iden tacirlü cemaatlerinin biavnihi Taala cemiyetlerinin tefrik ve cezaları verilmesi..." denilerek, Kınık yerine, İsneyn adı da kullanılmış ve buradaki asayiş sorunlarının çözümü istenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kınık halkının, pazarının ve çeltikçilerinin hukukunu düzenlemek için, 18 madde halinde "Kanunname" yayınlanmıştır. Mesela kanunnamenin bir maddesinde "ve etraftan Pazaryerine gelip dükkân kuran tacirlerden ve çerçilerden her birinden dükkân başına ikişer Halebî Akçe alınır imiş." denilerek dükkân açmak isteyenlerden alınacak ücret belirlenmiştir. 1691 tarihli sınır nameye göre Kınık şehrinin sınırlarının, bugün de yukarı Çukurova dediğimiz; Erzin, Hacbel, Zorkun, Hınzır ve Cebel üzerinden Düldül dağına, ovada Osmaniye ve Ceyhan Nehri boyunca, Ceyhan İlçesinin kuzeyinin tamamını içine alan bölgeye yayıldığı görülmüştür. Evliya Çelebi de Aslanlıbel'e geldiğinde "O mahalde İsneyn Pazarının Kınıklı kazası ve Adana eyaleti hududu tamam oldu" diyerek, Kınık'ın doğu sınırının buraya kadar geldiğini bildirmiştir. Böylesine geniş bir bölgeye yerleşmiş olan keçe külahlı Türkmen kocaları, sandal tumanlı Türkmen kızlarıyla, Kınıklar, çok mutlu yaşıyorlardı. Çukurovalı ünlü ozan Karacaoğlan da bu dönemde yaşamıştır. Ancak Celali isyanları ile başlayan yasa dışı hareketler nedeniyle, Kınıkların mutluluğu uzun sürmemiştir. Dulkadiroğlu elinden ayrılıp geldikleri için "İfraz-ı Zülkadiriye" denen aşiretlerden özellikle Tecirli, Cerit ve Akçakoyunlular Kınık'a yerleşmişlerdir. Devletin aşırı vergi isteklerinden, aşiretlerin talanlarından yılan Kınıklar, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır. Çoğunun dağlara çekildiği söylenirse de, nereye gittikleri tam olarak bilinmemektedir. Kınık Şehrinin köylerinden olan Viranşehir'in; Toprakkale'nin doğusu veya Osmaniye'nin kuzeyindeki Örenşar denen yer Laçalu'nun, Toprakkale'nin güneyindeki Leçelik İnab'ın, Sakızgediği yamacındaki Hanneblikeli denen yer, Mercin'in, halen Ceyhan'ın kuzeyindeki aynı adla anılan köy, Türki'nin de, yarpuzdaki Türkdüzü olduğu sanılmaktadır. Harabeye dönen Kınık Şehrinden ayakta kalanlar; Kınık eşrafından Hacı Osman ağanın kendi adıyla anılan köyü, yani şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesi ve Evliya Çelebi'nin "Kınık Kalesi" dediği Toprakkale ile Karaçay'da Hasan Dede, Dereobasında Pir Sofu, Fakıuşağında Yağmur Dede, Toprakkale'de askeri mühimmat deposunun batısındaki tepede Süleyman Dede, adlı Kınık ulularının mezarlarıdır. Kınık, 19. yy. da Osmaniye kuruluncaya değin bir kaza merkezi olarak anılmaya devam etmiştir. BUNALIM DÖNEMİNDE GÂVUR DAĞLARI: Gâvur Dağları olarak ünlenen bu sıra dağlar Belen'den başlayıp Düldül Dağlarına kadar uzanırlar. Bir Başka ifade ile bu ünlü dağ silsilesi Maraş çevresinden başlar, kuzeydoğu, güneybatı yönünde sıralanarak Asi nehrine kadar ulaşır. Ahmet Cevdet Paşa'nın tarifi de bu doğrultudadır. Tarihin değişik safhalarında çeşitli isimlerle anılan bu amansız sıra dağlar, Orta Çağda Bizans - Abbasi sınırını oluşturmuş ve Bizanslılar tarafından "Amanos Dağları" olarak anılmıştır. Araplar ise "Kafir Dağları" demişlerdir. Karadağ ismi ilende bir dönem bilinen bu muazzam silsile Ulaşlı'lara yüzyıllarca yurtlukta yapma görevini ifa ettiğinden olsa gerek Ulaşlı dağları olarakta anılabilmektedir. Bölge daha sonraları ise Cebeli bereket olarak isimlendirilmiştir. Haziran 1941'de, Ankara'da toplanan 1. Coğrafya kurultayı, yukarıda saydığımız gibi değişik isimlerle anılan Gâvur Dağlarının adını, Amanos Dağları olarak kabul etmiştir. Kınık Şehrinin ve köylerinin terk edilmesinden sonra, başta Tecirli ve Ceritlerin kışlağı olan Çukurova; sazlık, bataklık ve ormanlık hale gelmiştir. Ahmet Cevdet Paşa, 1865 yılında, Osmaniye'den Kadirli'ye giderken, otların aşırı yüksekliği nedeniyle askerlerin kargılarının ucunun bile görünmediğini, öncü askerlerin otları biçerek yol açtığını, 150 yıldır sürülmemiş olan toprakların leş gibi koktuğunu bildirmiştir. Mufassal Tahrir Defterleri ile Ahmet Cevdet Paşa'nın verdiği bilgilerden de öğrendiğimiz üzere, 16.yy. ile 19 yy. arasına rastlayan dönem, Osmanlı Devletinin eski ihtişamını ve gücünü yavaş, yavaş kaybetmeye başladığı dönemdir. Batıda özellikle Avusturya ve Rusya ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle Celali isyanları Anadolu ve Rumeli'deki toprak düzeninin bozulmasına dolaysıyla devletin yerine mahalli bölgelerde Ayan ve Ağa dediğimiz nüfuzlu kişilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1735' ten birkaç yıl önce, Burnaz ile Kurtkulağı arasına yerleştirilen İfraz-ı Zülkadiriye Türkmenlerinden Döngelelu, Ulaşlı, Çalışlu, Develu ve Kebelu oymakları yerlerini terk ederek Okçu İzzettinli Kürtlerinin yaylağı olan Gâvur Dağlarına göç etmişlerdir. Böylece bölgedeki merkezi otorite zaafı daha da hızlanmıştır. Bunun sonucu olarak merkezi otoriteden vazgeçmek istemeyen devlet ile bu nüfuzlu kişiler sonraları karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır. Öyle ki, bu oymaklardan çıkan, "Samur Kürklü Küçükalioğulları" sonradan Paşa olan Halil Bey ve oğlu Dede Bey ile onun da oğlu Mıstık Paşalar, Payas'da, hacıları ve yolcuları soyarak ünlenmişler, derebeyi olmuşlardı. Hatta Padişah Abdulaziz'in hediyelerini Mekke'ye götüren Surre Alayı dahi, Burnaz'da soyulmuştu. Gâvur Dağlarındaki Ulaşlı oymağına mensup Alibekiroğlu, Karayiğitoğlu, Çenetoğlu, Kaypakoğlu Ağaları da, Küçükalioğullarının beylerine tabi idiler. Dulkadirli eline bağlı oymaklardan bazılarının adı, yörede hala yaşamaktadır. Osmaniye / Gebeli'de Kebelular, Zorkun'da Küreciler, Küllü'de Küşne, Fenk'te Hacılar, Bahçe / Yuvaklı'da Yuvaklı, Kapılı'da Söylemezli, Cebel'de Oruçgazi oymakları yaşamış olmalıdırlar. OSMANİYE'NİN KURULUŞU: Bilindiği gibi Padişah Abdulaziz, devletin çöküşünü önlemek amacıyla bir dizi reform yapmıştır. Bu reformlar arasında Gâvur Dağları, Kurt dağları, Kozan Dağları ve Kahramanmaraş'a kadar olan bölgedeki Türkmen isyanlarının bastırılması, Zeytun Ermenileri terörünün önlenmesi ile göçebe yaşayan aşiretlerin yerleştirilmesine ilişkin çalışmalar, hem ülkenin, hem de, bölgenin kaderini değiştirmiştir. Bölgedeki isyan ve terör sorununun çözümlenmesi için askeri yönden Derviş Paşa, siyasi yönden Ahmet Cevdet Paşanın yönetimindeki "Fırka-i İslahiye" adında bir reform ordusu kurulmuştur. Fırka-i İslahiye'nin yöredeki askeri harekatı ve reform çalışmaları Mayıs 1865 (Muharrem 1282) de başlamış, üç yıl gibi çok kısa bir süre sonunda, Şubat 1867 (Zilkade 1284) de tamamlanmıştır. Bu hareket esnasında, Yarpuz'da ki Türküdüzü çatışmalarından başka ciddi çatışma çıkmamış, ağaların ve beylerin hemen hepsi, kendi istekleriyle devlet güçlerine teslim olmuşlardır. Fırka-i İslahiye' de, her aşireti kendi kışlaklarına veya istedikleri yerlere iskan etmiştir. Buna rağmen dönemin ünlü halk ozanı Dadaloğlu'nun, Osmanlı'ya ve Fırka-i İslahiye ye tepkilerini anlamak mümkün değildir. Osmaniye'yi fırka-i İslahiye kurmuştur. Osmaniye'nin kuruluş sebeplerinden birincisi, burada, Hacı Osmanlı Köyü adında çok eski bir köyün olması, ikincisi, bu köyün, yörenin en saygın köyü olması, üçüncüsü ve belki de en önemli sebep burasının merkezi konumudur. Adına da zorunlu iskân nedeniyle halkın incinmiş olan gururunun okşanması için, buradaki köyün adı verilmiştir. Bir başka yoruma göre ise, Osmanlı Devletine duyulan saygıdan dolayı "Osmaniye" denmiştir. Osmaniye; "Osmanlılara ait" anlamına geldiği gibi "Osmanlının eli, Osmanlının yurdu" anlamlarını da çağrıştırmaktadır. Osmaniye, 20 Ağustos 1865 (26 Rebiülevvel 1282) de, Fırka-i İslahiye, Hacı Osmanlı Köyüne geldiği gün fiilen kurulmuştur. Ardından kaza (Kaymakamlık) yapılmıştır. Aynı yıl, Hacı Osmanlı Köyü halkı, şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesini, Alibekiroğulları, Bostancıdamı denilen şimdiki Alibekirli Mahallesini, Tecirli'lerden Cırnazlı aşireti de, Rızaiye Mahallesini oluşturdular. Daha sonra Kafkas'lardan gelen göçmenler de, "Dağıstan" denilen, şimdiki Alibeyli Mahallesini kurmuşlardır. Tecirli, Çenetoğlu ve bugünkü Ceyhan ilçesinin sınırları içinde kalan Cerit Nahiyelerini Osmaniye Kaymakamlığına, Osmaniye Payas (Üzeyir) Sancağına, Payas Sancağı da, Halep Valiliğine bağlanmıştır. Ancak 1867'de Payas, Kozan ve Adana Sancakları, Halep Valiliğinden alınmış, yeni kurulan Adana Valiliğine bağlanmıştır. Bu tarihte Osmaniye'nin nüfusu, nahiyeleriyle beraber 1.388 hane, yaklaşık 6.940 kişidir. 1872 yılında Osmaniye'nin Kaymakamı, Alibeyli Mahallesine de adı verilen Ali Efendidir. Bu tarihte ilçede; 1 Hükümet Konağı, 1 Cami, 3 Mescit, 1 Medrese ve 45 Dükkân ile 405 hane yaklaşık 2. 025 nüfus bulunmaktadır. CEBELİBEREKET SANCAĞI VE VİLAYETİNİN KURULMASI Cebelibereket, şimdi Amanos dağları denen Gâvur dağlarının ve burada kurulan sancağın adıdır. Osmanlıca bir deyim olup, "Bereket Dağı" anlamına gelmektedir. Tanzimat Fermanı'nın, Müslüman, gayrimüslim yasaklaması nedeniyle Müslüman olmayanlar için söylenen "Gâvur" deyimi de yasaklanmıştır. Bu yüzden "Gâvur Dağları" yerine bu dağların orman ürünlerinin yanı sıra zengin florasından dolayı, 1865'de Fırka-i İslahiye'nin komutanları bu adı vermişlerdir. Fırka-i İslahiye'nin iskan çalışmalarını tamamlayıp İstanbul'a dönmesinden 10 yıl sonra 1877 yılında Kozan'da, Kozanoğullarından Ömer adlı bir kişinin yeniden dağlara çekilip derebeylik yapma girişiminde bulunması, yöneticileri kaygılandırmıştı. Hatta bu olay üzerine Kozanoğlu aşiretinin yaktığı ağıtta şöyle denilmişti: "Çıktım Kozan'nın dağına Remil attım dost bağına Ne durursun Kozanoğlu Kaç kurtul Gavurdağına" Cebelibereket Sancağının kurulmasının bu olayla bağlantısını kuranlar vardı. Cebelibereket Sancağı II. Abdulhamit'in padişahlığı zamanında, Ziya Paşa Adana Valisi iken, Gavur dağlarının yönetiminin ve denetiminin daha iyi yapılabilmesi ve Ziya Paşa'nın dediği gibi, buradaki halkın "hukukundan emin" olması için, Payas Sancağı Yarpuz'a taşınarak kurulmuştur. Adına "Cebelibereket Sancağı" denmiştir. Cebelibereket Sancağının kuruluş tarihi, dönemin Adana Valisi ünlü şairimiz Ziya Paşa'nın, bir zaman, Yarpuz Orman İşletme binası olarak kullanılan Hükümet Konağı için yazdığı altı mısra halindeki şu kitabe belirtilmiştir: "Hüda devletle han Abdulhamit'i payidar etsün Ki ahdinde memaliki feyz ü irfana karin oldu Payas'tan Yarpuz'a cay-i hükümet naki idüp şimdi Bu etrafın ahalisi hukukundan emin o Vilayette Ziya Vali iken yazdı bu tarihi Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" "Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" mısrasındaki harflerin sayı değerlerinin, ebcet hesabıyla toplanmasından H.1296/M.1878 tarihi elde edilir. Yani, Payas Sancağı Yarpuz'a 1878 de taşınmış ve Cebelibereket Sancağı kurulmuştur. Cebelibereket Sancağı; Kozan, Mersin ve İçel Sancakları ile birlikte Adana Vilayetine bağlanmıştır. 1881 yılında, Cebelibereket'in Mutasarrıfı Yusuf Paşa, Osmaniye'nin Kaymakamı, Rızaiye Mahallesine de adı verilen Rıza Bey'dir. Bundan 111 yıl önce, Rıza Bey'in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında Osmaniye şöyle tanıtılmaktadır: "Osmaniye kazası Merkez-i Liva'dan 6 saat süren ba'd garbide vaki Rızaiye makarr-ı kaza olup kıyı köyleri Cerit, Tacirli, Çenetoğlu Nahiyelerini havidir. Rızaiye kasabasının önünde kıble canibinden Karasu cereyan idüp, 7 değirmen ve 2 pirinç dingi idare eder harklara münkasim olarak pirinç ve susam vs. yetiştirir. Bu kaza dahilinde, Hamıs Suyu, Mercin namlarıyla büyükçe çaylar olup, Ceyhan Nehri'ne mansıb olurlar. Merkez-i Kazanın havası yazın kesb-i vehamet iderek, ahali iki buçuk ve dört saatlik mesafelerdeki yaylaklara çıkarlar. Ormanlık ve eşcar-ı müsirresi ve mahsülat-ı arzıyyesi derece-i vüstada olup, aşaire mahsus kilim , çul ve kıl inas nesh ve imal iderler. Mezkur Cerid Nahiyesinin kilimleri aşairin, eskiden beri meşhur olan kilimlerinin en güzel nefisidir. Ahali-i kazanın bir kısmı rençberlik ve ziraat ettikleri gibi, kısm-ı diğeri de sığır, koyun ve keçi yetiştirirler. 1 Cami, 5 Han, 3 Fırın, 30 Dükkan, 2 Mektep, 7 Değirmen, 2 Dink vücuttur. Nüfus; İslam: 7.764, Hıristiyan: 100". Cebelibereket Sancağı, 1908 yılında Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte, Yarpuz'dan önce Erzin'e , sonra da Osmaniye'ye taşınmıştır. Osmaniye'de Merkez Ortaokulunun yerindeki hanın, ilk sancak binası olduğu söylenir. 1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle "Cebelibereket Vilayeti" adını almıştır. Mehmet Eminler'in evinin de Vilayet Konağı olarak kullanıldığı söylenir. Ama asıl Vilayet Konağı, 1930'da yaptırılan bir süre de Kaymakamlık olarak kullanıldıktan sonra, 1991 yılında yıktırılıp yerine Özel İdare işhanı dikilen binadır. Cebelibereket Vilayetinin Merkezi Osmaniye'dedir. Bahçe, İslahiye, Hassa, Payas ve Ceyhan da kazaları olmuştur. 1908'den itibaren 15 yıl sancak, 10 yıl da vilayet merkezi olan Osmaniye, 1 Haziran 1933'de sebebi hala anlaşılamayan bir tasarrufla ilçe haline dönüştürülmüş ve Adana'ya bağlanmıştır. Osmaniye, 1865 iskânından sonra coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları nedeni ile hızla gelişmiştir. 1927 yılında Osmaniye'de 35 konak, 200'ü kiremit örtülü olmak üzere, 400 huğ tipi konut olduğu söylenmektedir. 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte Osmaniye'nin nüfusu 18.282 iken, 1940 yılında 24.778'e, 1945 yılında 29.054'e, 1950 yılında 34.661'e ulaşmıştır. 1950'lerde ülke çapında başlayan sanayileşme/şehirleşme sürecinde merkezi konumu, ulaşım kolaylığı ve ılıman iklimi nedenleriyle, Osmaniye tarım işçilerinin göç cenneti olmuştur. İskenderun Demir ve Çelik Fabrikasının açılması ile birlikte Osmaniye'ye göç hızla artmıştır. Tarih boyunca yukarı Çukurova'nın adeta devamı olan Gâvur Dağları ve bu dağların koyaklarındaki yemyeşil yaylaları da, bölgenin en canlı turizm köşelerindendir. Osmaniye ve çevresindeki yerleşim birimlerinden her yaz sadece iki ay gibi kısa bir süre için, bu yaylalara 50.000'den fazla nüfus çıkmaktadır. Çukurova'da yayla turizmi yönünden Tekir, Bürücek ve Namrun yaylalarının alternatifi olan Zorkun, Mitisin-Dervişpınarı, Olukbaşı, Fenk, Ürün, Maksutoğlu ve Bağdaş yaylaları alt yapılarının yetersiz olması nedeniyle kışın tamamen terk edilmektedir. Sonuç Olarak; Ceyhan Nehrinin doğu yakasında bulunan yukarı Çukurova, antik dönemlerde Karatepe, Kastabala ve Toprakkale, Osmanlı döneminde ise, Kınık Şehri ile ünlenmiştir.
  21. _asi_

    Osmaniye Genel Bilgi

    Osmaniye Genel Bilgi Akdeniz Bölgesi’nin doğu kesiminde yer alan Osmaniye, doğusunda Gaziantep, güneyinde Hatay, batısında Adana, kuzeyinde Kahramanmaraş illeri ile çevrilidir.Çukurova’da yer alan il topraklarını Orta Toroslar, Doğu ve Güneydoğu kesiminde de Amanos Dağları ile bu dağların uzantısı Kösür (Gavur) Dağı (1.702 m.) engebelendirir. Bu dağların dışında ilin belli başlı yükseltileri ; Koyunmelen Dağı (2.108 m.), Kelda Dağı (1.900 m.), Büyük Kösür Dağı (1.626 m.), Tozaklık Dağı (1.616 m.), Hacıdağı (1.549 m.), Honazin Gediği (1.086 m.), Haçbel Dağı (1.426 m.), Boğatepe ( 850 m.)’dir. İlin etrafını çevreleyen bu dağlarda irili ufaklı pek çok yayla bulunmaktadır. Zorkun, Ürün, Fenk, Almanpınarı ve Maksutoğlu yaylaları bunların başında gelmektedir. Çukurova’nın Osmaniye ili sınırları içerisinde kalan kesimi Yukarı Ova olarak anılmaktadır. İlçe topraklarını Ilısu ve Akçasu Çaylarını toplayan Ceyhan Nehri sulamaktadır. Deniz seviyesinden 118 m. yüksekliktedir. İlin yüzölçümü 3.222 km2 olup, 2000 Yılı Genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 458.782’dir. Genellikle tarım yapılan düz alanlar dışında, dağlarda kayın, meşe, gürgen, sedir, kızılçam ve karaçam ormanları bulunmaktadır. Osmaniye’nin iklimi, dağlık ve ovalık alanlarda farklılık göstermekle birlikte, tipik Akdeniz iklim özelliği göstermektedir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı geçer. İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, ticaret, dokumacılık ve sanayie dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında yerfıstığı, buğday, soya, mısır, pamuk, çeltik ve çiğit gelmektedir. Tarım ürünleri arasında yerfıstığı önemli olup, üretiminde ve pazarlamasında Türkiye’nin merkezi durumuna gelen Osmaniye, dünya sıralamasında yerini almıştır. Yapılan üretimin büyük bir kısmı, fıstık fabrikalarında işlenerek yurt dışına ihraç edilmektedir. Ayrıca sebze, meyve ve narenciye de yetiştirilmekte olup, seracılık da yapılmaktadır. Hayvancılıkta sığır, koyun ve keçi yetiştirilmektedir. Karatepe’de dokunan kilimler ilin ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Osmaniye’nin yer aldığı Kilikya Bölgesi MÖ.XIV.yüzyılda Hititlerin egemenliği altında olup, Hitit Federasyonu’ndan Kızwatna Krallığının toprakları içerisinde idi. Asurlular bir süre bölgeyi egemenlikleri altına almışlarsa da sonunda Kilikyalılar onlara karşı ayaklanmışlardır. MÖ.VI.yüzyılın ortalarında Kilikya Bölgesi ile birlikte Osmaniye Perslerin eline geçmiş ancak, MÖ.333 yılında Büyük İskender’in Pers İmparatoru Darius’u Adana’nın doğusundaki Dörtyol-Payas Ovası’nda yenmesinden sonra Makedonyalıların egemenliğine geçmiştir. Büyük İskender İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Çukurova ile birlikte Osmaniye de Seleukosların payına düşmüştür. Akdeniz korsanlarının, Roma deniz ticaretine ağır darbeler vurmasından ötürü, Roma buraya güçlü bir ordu göndermiştir. Romalılar ilk savaşta başarılı olamamışlar, Pompeus’un emrine bütün eyalet kuvvetleri verilmiş ve bunlara 500 savaş gemisi de katılmıştır. Romalılar korsanların kalelerini ele geçirmiş ve böylece Kilikya bölgesi Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılmıştır. İmparator Hadrianus MS.120-135 yıllarında Çukurova bölgesine önem vermiş ve burasını önemli bir ticaret merkezi haline getirmiştir. MS.395’de Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra Adana ile birlikte Osmaniye, Doğu Roma’nın yönetimine girmiştir. MS.VII.yüzyılın ortalarında Arap akınlarının Anadolu’ya yönelmesinden sonra, Emevi halifesi Abdülmelik (685-705) yöreyi ele geçirmiş ve İslâm kültürünün kökleşmesinde etkili olmuştur. Malazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra, Kutalmış oğlu, 1. Rükneddin Süleyman Şah Adana, Tarsus, Misis ve Anazarva dahil bütün Çukurova’yı ele geçirmiş (1082-1083), böylece bütün Çukurova bu tarihte, Anadolu Selçuklu Devleti’nin egemenliğine girmiştir. MS.XIII.yüzyılda Memlûklular Ermeni Prensliğini ortadan kaldırmıştır. Horasan’dan gelen oğuzların Yüreğir boyundan Ramazanoğulları Adana ve çevresine yerleşmiştir. Ramazanoğulları Beyliği Osmanlı İmparatorluğu ile Mısır’ın Kölemen sultanları arasında sıkışıp kalmıştır. Çukurova bölgesi Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında (1517) Osmanlı topraklarına katılmışsa da, Ramazanoğlu Mahmut Bey’in Yavuz Sultan Selim ile Mısır Seferine katılması ve Adana şehrinin anahtarını Ona vermesinden ötürü eyaletin yönetimi bir süre daha Ramazanoğulları’nın elinde kalmıştır. Ramazanoğulları babadan oğula geçen valilik sistemi ile Adana ve Çukurova bölgesini Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalarak idare etmiştir. 1517 yılında Toprakkale’nin doğusunda İpek Ticaret yolunun da içinden geçtiği yerde önemli bir ticaret merkezi ortaya çıktı. Fakuşağı, Dereobası, Karacalar ve Erzin’i de içerisine alan bu bölgeye Kınık adı verilmiştir. Bu şehre Adana, Tarsus, Maraş ve Belen den Bezirganlar ticaret mallarını getirerek İsneyn pazarında satıyorlardı. Pazar Salı günü kurulduğu için adına İsneyn denilmiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu bölgeden Kınık Şehri olarak bahsetmektedir. Kınık’ın bugünkü Osmaniye olduğu kuvvetle muhtemeldir. Osmanlı Devletinin Duraklama döneminde Anadolu’da çıkan Celali İsyanları Amanos’larda yaşayan Ulaşlı aşiretini de etkilemiş, Osmanlı Devleti iç güvenliği ve siyasi istikrarı sağlamak amacıyla Derviş Paşa’yı Çukurova’da mecburi iskanı uygulamak üzere görevlendirmiştir. Derviş Paşa Fırka-i İslahiye adı verilen askerlerle Osmaniye’nin Dereobası Köyünün yamacına 1865 yılında karargahını kurmuştur. Dağdaki Ulaşlı Aşiretini Hacı Osmanlı Kariyesine, ovada yaşayan Cerit, Akçakoyunlu, Tecirli aşiretlerinin de ovada bulundukları bölgeye yerleştirmiştir. XIX.yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğuna karşı isyan eden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Adana ve yöresini ele geçirmiş, Kütahya Antlaşması (1833) ile Mısır’a bağlanmış, ardından yapılan Londra Antlaşması (1840) ile tekrar Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1866 yılında Hacıosmanlı merkezli kurulan Osmaniye, Payas, Üzeyir, Cebeli Bereket sancağı Halep eyaletine, Osmaniye de Cebeli Bereket Sancağı bağlanmıştır. Cebeli Bereket Sancağı Gavur Dağlarındaki isyanların ve asayişin sağlanması amacı ile 1878 yılında kurulmuştur. Cebeli Bereket Sancağının merkezi 1905 yılında Osmaniye’ye taşınmıştır. I.Dünya Savaşı’ndan sonra 24 aralık 1918’de Fransız birlikleri, işbirlikçi Ermeni çeteleriyle Adana ve yöresini işgal etmişler, Türk milis kuvvetlerinin şiddete direnmesi, işgalcilerin önemli kayba uğramalarına neden olmuştu. 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara İtilafnamesi hükümleri uyarınca 5 Ocak 1922’de Fransız işgal kuvvetleri yöreden çekilmişlerdir. Cumhuriyetin ilanından sonra sancakların vilayete dönüştürülmesi ile Cebeli Bereket Vilayet olmuş, 1933 yılında da yeniden ilçe olarak Adana’ya bağlanmıştır. 1996’da da il konumuna getirilmiştir. Osmaniye’de günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Karatepe Hitit Yerleşimi, Hierapolis Castobela kenti kalıntıları, Hemit Köyü’nde Hemite Kalesi, Çardak Kalesi, Gastabala Kalesi, Savranda Kalesi (Kaypak Kalesi), Toprakkael, Karakışla Kalesi, Kırıklı Kalesi, Aslantaş Hitit Kalesi, Aslantaş Açıkhava Müzesi, Saat Kulesi, Ala Cami bulunmaktadır. Kadirli Almacık, Sumbas Bağdaş, Ürün, Zorkun, Dokurcan, Çığraş, Beyoğlu Savrungözü, Hasanbeyli Almanpınarı ve Maksutoluğu Yaylaları ilçenin doğal güzellikleri ve mesireleridir.
  22. _asi_

    Mersin Resimleri

  23. _asi_

    Mersin Adam Kayalar

    Adam Kayalar Kızkalesi'nden Silifke'nin Hüseyinler Köyü'ne giden asfalt yolun 5. Km. sinde batıya ayrılan 2 Km. lik taşlık yolun sonunda Şeytan Deresi vadisine varılır. Bu vadinin dik yamacında, kayaların yüzünde 9 niş içerisinde İ.S. II. yy'dan kalma 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk ve bir dağ keçisi kabartması vardır. Bazı nişlerin alınlığında Roma kartalı kabartması görülür.
  24. _asi_

    Mersin Kleopatra Kapısı

    Mersin Kleopatra Kapısı Kleopatra Kapısı, Tarsus'un girişindedir. Bizans Döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyordu.Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken bu kapı için İskele kapısı ismini takmıştır.Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 m, derinliği ise 6.18 m. dir. Tarsus'un 18. Yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır. Mısır'ın ünlü kraliçesi Kleopatra'nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule'de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldiği söylenir. Bu nedenle Deniz Kapısına Kleopatra Kapısı da denir.
  25. _asi_

    Mersin Müzesi

    Mersin Müzesi Kent merkezindeki Kültür Merkezi'nin doğu cephesindedir. Arkeolojik ve etnografik eserler üç ayrı salonda teşhir edilmektedir. Taş eserlerin sergilendiği birinci salonda; Roma dönemine ait mermer insan başları, heykel ve steller ile anforalar yer almaktadır. Pişmiş kilden (Terracota) yapılmış terliksi formdaki mezarlar, Pompeipolis antik kentinde bulunmuştur. İkinci salonda; Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden Yumuktepe ve Gözlükule kazılarından çıkarılan Yeni Taş, Bakır Taş ve Eski Tunç dönemlerine ait eserler sergilenmektedir. Bunlar iki kulplu kaplar, ikili, üçlü, dörtlü sepet kulplu fincan şekilli kaplar, gaga ağızlı testiler ve çeşitli boyalı kaplardır. Ayrıca Eski Tunç, Urartu, Helenestik, Roma ve Bizans dönemlerine ait çeşitli çanak, çömlek, cam ve bronz eserler, bronz, gümüş ve altın sikkeler bu salonda sergilenmektedir. İ.Ö. ikinci bine ait kurşun figür, Hitit İmparatorluk dönemine ait mühürler dikkat çeken eserlerdir. Hayvan başlı gümüş, Urartu bilezikleri ve çeşitli dizi boncuklar, klasik ve Helenestik Çağ'a ait Lechyos, Kylix ve Sigilatalar ile Roma dönemine ait çeşitli form ve büyüklükteki cam eserler, altın diadem ve küpeler sergilenmektedir. Etnoğrafik eserlerin bulunduğu üst kattaki üçüncü salonda; gümüş süs eşyaları, tesbihler, işlemeli kadın elbiseleri, peşkirler, ağaç ve bakır eşyalar, kilimler, nazarlıklar ile tabanca, kama ve barutluklar yer almaktadır. Müze bahçesinde ise çeşitli dönemlere ait taş eserler ile Pithoslar sergilenmektedir. İçel müzesinde 999 sikke ve 446 etnografik eser bulunmaktadır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.