-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Amerika Köprüsü Amerika Köprüsü (İspanyolca: Puente de las Américas; asıl olarak Thatcher Feribotu Köprüsü) Panama'da Büyük Okyanus girişi ile ve Panama Kanalı'nı birbirine bağlayan bir yol köprüsüdür.1962 yılında 20 milyon $ maliyetle yapılmıştır. 2004 yılında Centennial Köprüsü'nün açılışına kadar Kuzey ve Güney Amerika kıtalarını birbirine bağlayan tek kalıcı köprüydü. Tanım Amerika Köprüsü Pasifik geçitinden Panama Şehri yakınındaki Panama Kanalı'na Panama Balboa'dan geçer. 1959 ile 1962 yılları arasından Amerika Birleşik Devletleri tarafından 20 milyon dolara yapılmıştır. Köprü makas kemer tasarımındadır, 14 ayağı vardır ve toplam uzunluğu 1.654 metredir (5.425 ft), ana ayak uzunluğu ise 344 metredir (1.128 ft). Köprünün en yüksek noktası deniz seviyesinden 117 metre (384 ft) yüksekliktedir; ana ayaklar altındaki açıklık denizin kabarması durumunda 61.3 metre (201 ft) olmaktadır. Her iki girişte de geniş girişli rampalar ve her iki tarafta yaya yolları vardır. 1962 yılında tamamlanmasından 2004 yılında Centennial Köprüsü'nün yapımına kadar Amerika Köprüsü Panamerikan karayolu'nun önemli bir parçası olmuştur. 1914 yılında Panama Kanalı'nın açılışından 2004 yılına kadar, Kuzey ve Güney Amerika arasındaki tek geçit ve Panama Kanalı üzerinden geçen tek kalıcı geçiş olmuştur. (Gatún'daki yükseltme havuzuna küçük asma yol köprüsü yapılmıştır, ve yine kanalı geçmek için 1942 yılında Miraflores'de asma yol/demiryolu köprüsü yapılmıştır; fakat bunlar sadece yükseltme havuzları kapalı olduğunda çalışabiliyordu ve sınırlı kapasiteleri vardı.) Köprünün etkileyici bir görünüşü vardır, ve birçok küçük botun kanalı geçmeden veya geçtikten sonra bağlandığı Balboa Yat Kulübü'nden güzel bir görünüm elde edilebilir. Gündüz ve gece boyunca sayısız gemi Panama Kanalı'na girmek veya ayrılmak için köprünün altından geçmektedir. Tarih Köprü ihtiyacı Kanal yapımı için Fransız projesinin başlamasından başlayarak, Colón ve Panamá şehirlerinin cumhuriyetin geri kalanından kanal ile ayrılacağı fikri kabul görmüştü. Bu konu kanal boyunca inşaat işçilerinin mavnalar ile taşınması durumunda bile sorun olmuştu. Kanal açıldıktan sonra artan araba sayısı ve Chiriquí'a giden yeni bir yolun yapımı Panama'nın batısında az çok geçiş gereksiniminin artmasına neden olmuştu. Panama Kanalı Mekanik Bölüm'ü bu konuyu 1931 Ağustos'unda belirtmişler ve Presidente Amador ve President Washington feribotlarını görevlendirmişlerdir. Bu hizmet 1940 Ağustos'unda esasen askeri amaçla kullanılan ek mavnalarla genişletilmiştir. 3 Haziran 1942'de, yol/demiryolu asma köprüsü Miraflores yükseltme havuzunda törenle açılmıştır. Ancak sadece gemilerin geçmediği zamanlarda kullanılabiliyordu, bu kanaldan trafik geçiş isteğinin dinmesini sağlamıştı. Hâlâ daha sağlam bir çözümün gerekli olduğu açıktır. Büyüyen araç trafiği ihtiyacını karşılama için Kasım 1942 tarihinde Presidente Porras isimli başka bir feribot eklenmiştir. Köprü projesi Kalıcı bir köprü yapılması fikri önemli bir öncelik olarak daha 1923 tarihinde önerilmişti. Panama'nın sonraki yöneticileri bu konuda kanal bölgesini kontrol eden Amerika Birleşik Devletleri'ne ısrarcı davranmışlardır, ve 1955'de Amerika Birleşik Devletleri Remón-Eisenhower anlaşması ile köprüyü yapacağına söz vermiştir. 20.000.000 $'lık bir sözleşme John F. Beasly & Company'e verilmiştir ve proje 23 Aralık 1958'de Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Julian Harrington ve Panama Başkanı Ernesto de la Guardia Navarro'nun huzurunda yapılan bir merasim ile başlatılmıştır. Yapımı 12 Ekim 1959'de başlamıştır ve bitmesi yaklaşık 2.5 yıl sürmüştür. Köprünün açılış töreni 12 Ekim 1962'de büyük bir merasim ile yapılmıştır. Gün ABD Ordusu ve Hava Kuvvetleri'nin ve Panama Ulusal Muhafızları'nın orkestralarının konserleri ile başlamıştır. Bunu konuşmalar, dualar, müzik ve her iki ulusun milli marşları takip etmiştir. Kurdeler Maurice H. Thatcher tarafından kesilmiştir ve sonra orada bulunanların köprü üzerinde yürümelerine izin verilmiştir. Merasimin tamamı ülke çapında radyo ve televizyonlar tarafından verilmiştir, alanda bulunan büyük kalabalığın kontrolü için ciddi tedbirler alınmıştır. Yapım sonrası Köprü açıldığında Panamerikan karayolu'nun önemli bir parçasıydı. Günlük yaklaşık 9.500 araç taşıyordu, ancak bu zamanla arttı ve 2004'de köprü günlük 35.000 araç taşımaya başladı. Bu nedenle köprü karayolunda ciddi bir engel durumuna gelmeye başladı ve şu anda Panamerikan karayolunu taşımakta olan Centennial Köprüsü'nün yapımına neden oldu. İsim Köprü başlangıçta (özellikle Amerikalılar tarafından) kanalın yaklaşık aynı noktasından geçmiş olan feribotun ardından Thatcher Feribot Köprüsü olarak isimlendirilmekteydi. Feribot da kanal kurululunun eski üyesi Maurice H. Thatcher anısına isimlendirilmişti. Thatcher kanalda taşımacılığın kanunlaştırmasını sunmuştur ve köprünün yapımından sonra kurdeleyi kesmiştir. İsim Panama hükümeti tarafından rağbet görmemiştir ve Amerika Köprüsü ismi tercih edilmiştir. Amerika Köprüsü ismi Ulusal Meclis tarafından alınan kesin karar ile 2 Ekim 1962 tarihinde, açılış töreninden 10 gün önce resmileştirilmiştir. Kesin karar aşağıda gösterildiği gibidir: Panama Kanalı'nın üzerindeki köprü Amerika Köprüsü ismini taşıyacaktır. Söylenen isim sadece söylenen köprüyü tanımlamak için kullanılacaktır. Panama hükümeti görevlileri köprünün "Amerika Köprüsü" dışında bir isimle isimlendirildiği hiçbir belgeyi kabul etmeyecektir. Bu kararın bir kopyası, uygun bir biçimle, dünyadaki tüm yasama yetkisi olan makamlara yollanmalıdır, bu sayede tüm hepsi köprüye bu onurlu meclis tarafından seçilen ismi verebilsinler, ve Panama halkının açık kararlarına uysunlar. Panama şehrinde Ekim'in ikinci gününde bin dokuzyüz altmış iki tarihinde verilmiştir. Başkan, Jorge Rubén Rosas Sekreter, Alberto Arango N. Açılış töreni sırasında, Alt Dışişleri Bakanı George W. Bell konuşmasında şu sözleri söylemiştir: "Bugün bu köprüye bugün artık neredeyse gerçek olan Panamerikan karayolunun gerçekleştirilmesi için yeni ve parlak bir adım olarak bakabiliriz. Açılışını yaptığımız büyük köprü, gerçekten de Amerika'nın köprüsü, Amerika Birleşik Devletleri'nden Panama'ya olan karayolunun son adımı olacaktır."
-
PANAMA Panama Bayrağı Panama Arması DEVLETİN ADI: Panama Cumhuriyeti BAŞŞEHRİ: Panama City NÜFUSU: 2.515.000 YÜZÖLÇÜMÜ: 77.082 km2 RESMİ DİLİ: İspanyolca DİNİ: Katolik PARA BİRİMİ: Balboa Kuzey Amerika kıtası ile Güney Amerika kıtasını birleştiren uzun ve dar bir kara köprü üzerinde bulunan bir devlet. Orta Amerika’nın en güneydoğusunda, 7° 12’ ve 9° 39’ kuzey enlemleriyle 77° 09’ ve 83° 05’ doğusunda, 05’ batı boylamları arasında yer alan ve yaklaşık olarak boylu boyunca yayılmış “S” harfine benzeyen bir şekle sahiptir. Tarihi Panama topraklarında, 16. yüzyılın başına kadar bir takım Kızılderili kabileleri hayat sürmekteydi. Bu Kızılderililer kendilerine has bir kültürden ziyade, Peru ve Meksika’daki kabilelerin idaresine bağlıydılar. İspanyol Rodrigo de Bastidas, 1501 yılında ülke kıyılarına ulaşan ilk Avrupalı oldu. 1510 tarihinde ülkenin şimdiki para biriminin ismini aldığı Vasco Nunez de Balboa, boğazı geçerek, Pasifik Okyanusunu bulmuş oldu. Balboa, şimdi Kolombiya’da kalan Uraba Körfezinin batısındaki Darién yerleşme bölgesini kurdu. Panama, 1821 yılına kadar bir İspanyol kolonisi olarak kaldı. Bu tarihte Kolombiya ile birleşti. 1903 yılında Kolombiya’dan yeniden ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlığını kazanmasında ABD’den büyük destek gördü ve tanındı. Buna karşılık, Panama, Kanalın kontrolünü ABD’ye bıraktı. “Hay-Bunau-Varilla” adıyla bilinen bu antlaşma, ülkelerin bağımsızlık sonrası ilk siyasi antlaşmasıdır. 1904 yılında ilk Panama Anayasası hazırlandı ve Manuel Amador Guerrero ilk devlet başkanı seçildi. Bundan sonra Panama 20. yüzyıl tarihinin en renkli siması Arnulfo Arias oldu. Ayrı ayrı zamanlarda üç defa çeşitli yollarla başkanlığı ele geçirdi. Fakat 1968 askeri darbesiyle tamamen ortadan kaldırıldı. 1964 yılında ülkede büyük bir ayaklanma oldu. Ayaklanmanın sebebi 1903 tarihli anlaşmanın maddeleri ve bölgedeki ABD ve Panama bayrakları ile ilgiliydi. Bu olaylar en sonunda kanlı olarak bitti. Bundan sonra 1967, 1974 ve 1977 yılında yeni anlaşmalar yapıldı. Bu anlaşmalara göre: “ABD bölgeden 1999 yılına kadar çekilecek ve kanal tedricen Panama’ya devredilecek.” Burada kanalın “geçici tarafsızlığı” garanti altına alındı. Kanal Bölgesi böylece Panama toprakları bünyesine katıldı. Panama hükümeti kanaldan gelir elde etmek için geçiş ücretlerini düşük tutarak, bölgenin milletlerarası bir bankacılık merkezi halini almasını sağladı. İç karışıklıklar ve yönetimin ABD’ye karşı tutumları yüzünden 20 Aralık 1989’da Amerika, Kanalı korumak üzere Panama’ya askeri müdahalede bulundu. Daha sonra yapılan görüşmeler neticesinde sayıları on bine ulaşan Amerikan askeri kademeli olarak bölgeden geri çekilerek ve kanalın denetimini resmen Panama’ya bırakması kararlaştırıldı. 15 Kasım 1992’de yapılan 58 maddelik reform paketine halk güven oyu vermemesi üzerine muhalefet, yeni bir anayasa hazırlamak üzere kurucu meclis için seçimlere gidilmesi çağrısında bulundu. Ülkede karışıklıklar hala devam etmektedir (1993). Fiziki Yapı Panama, Orta Amerika’nın en güneydoğusunda yer alır. Doğusunda Kolombiya, güneyinde Pasifik Okyanusu, batısında Kosta Rika ve kuzeyinde Karayib Denizi bulunur. Şekil itibariyle uzunlamasına yayılmış “S” harfine benzer. Ülkenin ortasında yer alan Panama Kanalı, Kuzey Amerika ile Güney Amerika kıtalarının birleştiği noktadır. Yaklaşık olarak 77.082 km2lik bir yüzölçüme sahiptir. Ülkenin uzunluğu aşağı yukarı 670 km ve genişliği 51 ila 81 km civarındadır. Panama Kanalı, Karayib Denizinden güneydoğuya doğru Pasifik Okyanusuna akar. Ülkenin kuzeyindeki kıyılara, Atlantik Kıyıları ve Azuero Yarımadasının mevcudiyetiyle daha uzun olan güney kıyılarına ise Pasifik Kıyıları denir. Ülkenin en önemli fiziki özelliği, Amerika kıtasını taksim eden su bölüm hattını(Continental Divide) teşkil eden dağ omurgasıdır. Bu omurganın Kosta Rika’dan Kanal’a kadar uzanan bölümüne Merkezi Cardillera denir. Batıda yaklaşık 3000 m yükseklikte olan bu dağlar Kanal’a doğru 900 m’ye kadar düşer. Kanal’ın sağından Atlantik kıyısına kadar olan bölüme Cordillera de San Blas ve daha doğudaki kısma ise Serrania del Darién denmektedir. Buradaki dağlar ortalama 1800 m yüksekliğe sahiptir. Chiriqui (Baru) Volkanik Dağı yaklaşık 3478 m yükseklikte olup, ülkenin en yüksek yeridir. Merkezi Cordillera ile Pasifik Kıyısı arasında Kosta Rika sınırına yakın bir yerdedir. Ülkenin diğer dağlık bölümleri Azuero Yarımadası ile güneydoğuda Darién Tepeleridir. Arazinin % 13’ünü mevcut dağlar meydana getirir. Geri kalan % 87’si yayla görünüşündedir. Panama, irili ufaklı 500’den fazla akarsuya sahiptir. Bu köprü ülkenin etrafında birçok ada mevcuttur. Bunlardan başlıca büyük olanları; kuzey kıyılarında, Bocas del Toro Takımadaları, San Blas, İnci, Taboga Adaları ve bir sürgün yeri olan Coiba Adasıdır. İklim Panama, umumi olarak sıcak bir iklime sahiptir. Bazı zamanlar günlük veya mevsimlik ısı değişiklikleri de olur. Ülkede iki mevsim vardır: Ocaktan nisan ayına kadar kara, sıcak tropikal iklim ve mayıs-aralık arası yağışlı dönem. Ortalama sıcaklık 27°C civarı olup, oldukça nemli bir hava mevcuttur. En yağışlı ve soğuk ay kasımdır. En sıcak ay ise mayıs ayıdır. Atlantik Kıyıları yaklaşık 10 ay yağış alır. Yıllık yağış ortalaması 2500 ila 3000 mm’dir. Pasifik Kıyılarında ise yağışlı dönem 8 ay kadar olup, yıllık yağış ortalama 1700 ila 2100 mm’dir. Yılın değişik zamanlarında aralıklı olarak Karayip Denizinden gelen rüzgarlar ve yıl sonuna doğru nemli Pasifik rüzgarları ülkeyi dayanılamayacak derecede sıcak bir iklimden korur. Los Santos Herrera bölgeleri 1300 mm civarında aldıkları yağış ortalamasıyla, ülkenin en kurak ve az yağış alan bölgeleridir. Pasifik kıyılarındaki bazı bölgelerinde de kuraklıklar görülür. Ayrıca ülkede bazı zamanlar kasırgalar meydana gelir. Tabii Kaynaklar Panama, dünyanın en sık ormanlarının mevcut olduğu ülkelerden biridir. Karayib Kıyısının sık tropikal ormanları, Pasifik boyunca yapraklarını döken ormanlara kadar uzanır. Dağlar yüksek yağıştan dolayı yoğun bir bitki örtüsüyle kaplıdır. Mevcut bu bitki örtüsü içerisinde yaklaşık 2000 çeşit tropikal bitki yetişir. Tropikal ormanların ağaçları bir çeşit kırmızı ve hoş kokulu tropikal ağaç olan gülağacı ve mahun gibi oldukça kıymetli odunu olan ağaçlardan meydana gelmiştir. Panama, çok sayıda nehre sahiptir. Bunlardan ve mevcut su potansiyelinden hidroelektrik enerji ve balıkçılık gibi önemli gelirler elde edilmektedir. Panama’da geniş mineral kaynakları vardır. Bunlardan en önemlisi Cerro Colorado’da çıkarılan bakır madenidir. Diğer önemli mineral, çimento imalinde kullanılmakta olan kireçtaşıdır. Nüfus ve Sosyal Hayat Panama, yaklaşık olarak 2.515.000 civarında bir nüfusa sahiptir. Nüfus artışı % 3 civarındadır. Nüfusun % 52’si şehir merkezlerinde yaşar. Panama nüfusunun % 70’i Mestizo, % 5’i Kızılderili, % 15’i batılı Kızılderili ve % 10’una yakın bir bölümü de Asyalı Kafkasyalılardan meydana gelir. Ayrıca bir miktar beyaz da mevcuttur. Büyük bölümü meydana getiren Mestizolar İspanyol-Kızılderili melezi insanlardır. Nüfusun zenci kesiminin % 60’ı Jamaika ve diğer adalardan getirilen esir insanların devamıdır. Kızılderililer ise, esas olarak üç ana kabileye ayrılırlar: Cuna, Guayami ve Choco kabilesi. Ülkede resmi dil İspanyolcadır. İngilizce oldukça yaygın bir dildir. Kızılderililerin bir kısmı yerli dillerini kullanırken, diğer kısmı İngilizce konuşmaktadır. Panamalıların % 90’ı Katolik ve % 6’sı Protestandır. Ayrıca bir miktar Müslüman da mevcuttur. Yerli kabile dinleri hemen hemen kalmamıştır. Halkın çoğu Pasifik kıyılarında yaşar. Atlantik kıyıları ise, verimli toprakları olan Chiriqui Yüksek Yaylası hariç, seyrektir. Halkın % 85’e yakın bir bölümü okur yazardır. Panama Üniversitesi ve Özel Santa Maria la Antigua adlı iki üniversite mevcuttur. Panama City, ülkenin başşehri olup en büyük kültür ve ticaret merkezidir. Diğer önemli şehirleri Colon ve David şehirleridir. Panama City, Orta Amerika tarihini aksettirecek yapılarla ve tarihi müzelerle doludur. Ayrıca şehir Kolombiya idaresinin izlerini de taşır. Panama, kullanma hakkını elde ettiği Panama Kanalı vasıtasıyla hayat standardı yükselmiş bir ülkedir. Hem şehirli ve hem de kır hayatı yaşayan nüfusun ekonomik geliri nispeten yüksektir. Siyasi Hayat Panama’nın hükümet tipi, Merkezi Cumhuriyettir. Devlet Başkanı aynı zamanda hükümet başkanıdır. Milletvekillerinden (şehir temsilcilerinden) teşkil edilmiş bir Millet Meclisi bulunur. İdari sistem, dokuz il ve bir serbest bölgeden meydana gelir. Bunlar batıdan doğuya doğru sırasıyla Bocas del Toro, Chiriqui, Veraguas, Los Santas, Herrera, Coclee, Colon, Panama City ve Darién’dir. San Blas Kızılderililere tahsis edilmiş ayrı bir bölge olup ülkenin kuzeydoğusunda yer alır. Panama BM’ye üye bir ülkedir. ABD ile yaptığı 1977 anlaşmasına göre, Panama Kanalının kullanma hakkını elde etmiştir. Ekonomi Panama iki ekonomiye sahip bir ülkedir: Birincisi iç bölgelerde gelişmiş tarım ekonomisi, diğeri ise Kanal’ın terminal merkezleri olan Panama City ve Colon’da gelişmiş ticaret ekonomisidir. Çalışan nüfusun % 30’u tarım alanında uğraşır. Topraklarının sadece % 7’si tahıl üretimine müsaittir. Ayrıca % 16’ya yakın bir bölümü çayır ve otlak arazidir. Diğer çalışan nüfusun % 30’a yakın bir bölümü de endüstri ve ticaret alanında çalışır. Ekilebilir arazi ancak % 5’tir. Yetiştirilen başlıca ürünler; muz, şekerkamışı, kahve, portakal, domates, yerelması, kakao, mısır ve kokanattır. Hayvancılık bakımından çoğunlukla sığır yetiştirilir. Balık üretimi her geçen sene artmaktadır. En çok karides avlanır. Panama, bir milletlerarası bankacılık merkezidir. Panama Kanalı, petrol gemilerinin kısa sürede yerine ulaşabilmesi için lüzumlu en kısa yol üzerindedir. Dolayısıyle ülke kanaldan ve petrol rafinerilerinden büyük gelirler elde etmektedir. İmalat sanayiinin yerli üretime katkısı% 50 civarındadır. En büyük imalat endüstrisi petrol rafinericiliğidir. Ayrıca gıda, meşrubat ve tütün endüstrileri de mevcuttur. Karides, tonbalığı gibi çeşitli deniz ürünleri, şeker, muz en önemli ihracat ürünleridir. Ayrıca süt, meyve, kahve, meşrubat, et, kümes hayvanları, domates ve sigara da satılmaktadır. Ham petrol en önemli ithal maddesidir. Bundan başka makine, otomobil, çeşitli gıda maddeleri ve ilaç diğer önemli ithal ürünleridir. Daha çok Venezuella, Ekvador ve ABD ile ticari münasebetlerde bulunur. Panama, turizmden büyük gelirler elde eden bir ülkedir. Stratejik coğrafi mevkii ve Panama Kanalının bunda büyük rolü vardır. İki uzun kenarının iki büyük okyanusla örtülmesi ve kıyıların deniz sporlarına müsait oluşu, Panama City’nin bir milletlerarası yerleşim merkezi halinde oluşu, turist akınının artmasının en önemli sebepleridir. Panama, dünyanın en büyük deniz ticaret filolarından birine sahiptir. Fakat gemilerin çoğu yabancı bandıralıdır. Çok gelişmiş bir hava ulaştırma sistemi vardır. Demiryolları azdır. Ülkeyi baştanbaşa kateden iki büyük karayolu oldukça gelişmiştir. Karayollarının uzunluğu 10.015 km olup, bunun 2150 km’si asfalt, 850 km’si ise otobandır. Demiryollarının uzunluğu 402 km’dir.
-
Burdur Arkeoloji Müzesi Bu gün 60 bine varan eski eser sayısıyla Burdur Müzesi Ülkemizin ilk 10 – 15 müzesi arasında bulunmaktadır. Zengin bir koleksiyona sahip olan müze yerleşim bakımından yetersiz durumda iken 1992 yılında kamulaştırılan yeni yerleşim alanına kavuşturulunca, bu yerde 2001 yılında yeni ek teşhir salonlarının temeli atıldı. Bu projede idare binası, konferans salonu ve diğer üniteleri yerleşkesinde bulunan PİRKULZADE kütüphane binası (18. yy. Osmanlı yapısı ile aynı mimariye uygun görünümü örnek alınarak gerçekleştirilmiştir. Burdur İli bulunduğu coğrafi konumu bakımından (PİSİDİA) Akdeniz, Ege ve İç Anadolu Bölgesindeki uygarlıkların ortak özelliklerini temsil etmektedir. Müzesindeki Kültür Varlıkları M.Ö. 7. binlerden günümüze kadar 9 bin yıllık bir geçmişin tarih ve kültür hazinesidir. Burdur Arkeoloji Müzesi bahçede (açık teşhir) ve teşhir salonlarında sergilediği bu seçkin kültür varlıklarını ziyaretçilerine sunmaktadır. BAHÇE TEŞHİRİ: Burdur ve çevresinden getirilmiş olan Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait başta Steller, Mezar Taşları, heykeller ve büstler, yüksek kabartmalar, frizler, lahit ve lahit kapakları, yazıtlı taşlar, çeşitli mimari parçalar vb. kültür varlıkları sergilenmektedir. TEŞHİR SALONLARI: Müzenin teşhir salonları iki katlı (Geriş ve Üst Kat) ana bina içerisinde sergilenen kültür varlıkları öncelikle bunların geldikleri önemli antik kentlere göre düzenlenmiş farklı salonlara bölünmüştür. Salon Girişinden itibaren bölgemizin önemli antik kentlerinden olan SAGALASSOS antik kentinden son 20 yıla yakın bir zamandır devam etmekte olan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılmış olan kültür varlıklarından Kuzey Batı Heroon yapısını süsleyen dans eden kızlar frizleri karşılamaktadır. Giriş bölümünden itibaren sola doğru Burdur’un genel arkeolojik yerleşim haritası ve yöreye ait genel tarihi bilgi panosu ve devamında Sagalassos antik kentine ait bilgi panoları, resimler ve bazı çizimleri içeren tanıtım düzenlemesiyle birlikte Sagalassos’un M.S. II. Yy’daki sınırlarını belirleyen Düğer’de bulunmuş sınır taşı ile İmparator – Tiberius Caesar Augustus döneminde (M.Ö. 25 – M.S. 14) Sextus Setidius Libuscidianus tarafından taşıma araçlarının ücretsiz kullanımlarına ve bu hizmetin kimler tarafından hangi güzargahta ne şekilde yapılacağına ilişkin kuralları düzenleyen yazıtlı kitabeler bulunmaktadır. Salonun devamında Sagalassos antik kenti aşağı agoranın kuzeyinde İmparator Hadrian döneminde (M.S. 117 – 138) yapılmış çeşme binasını süsleyen Hera Ephesia, elinde bereket boynuzu taşıyan aristokrat bir kadın veya Tyke ile iki adet zafer tanrıçası Nike heykelleri ve aşağı agora çeşmesinde bulunan hamam ve çeşmelere ait bilgi panoları bulunmaktadır. Sagalassos salonunun diğer kısmında kentin önemli bir bölümünü oluşturan Helenistik dönemden buyana bir çok değişiklikler gören ve M.S. 2. yüzyılda yeniden inşa edilen yukarı agoranın kuzeyinde M.S. 160 – 180 yıllarına tarihlenen Antoninler Döneminde yapılmış olan çeşme binasının ön cephesini süsleyen Dyonisos, Nemesis, Asklepios, bir kadına ait heykelin ayakları, Kronis ve diğer bir Dyonisos heykeli ve bunların aralarında bu çeşmeye ait restitisyon ve izometrik çizimleri gösteren bilgi ve çizim panoları yer almaktadır. Buradan geçilen ara bir salonda Psidia ve Sagalassos bölgesine ait mezar kültünü yansıtan Ostothek ve sunaklar ile ölü gömme kültlerine ait bilgi panosu yer almaktadır. Sagalassos bölümüne ait bu salonun arka tarafında yerel ve diğer tanrılara ait baş ve büstlerinin sergilendiği kaideler ile seramiği ile ünlü Sagalassos antik kentinin seramik üretim merkezlerine ait bilgi panosu ve pano üzerinde Sagalassos’un kendine has terra sicilita tipi seramiğinin Anadolu ve Akdeniz ülkelerine (Suriye, Ürdün, İsrail, Mısır, Kuzey Afrika, İtalya ve Yunanistan’a kadar) dağılmış olan bölgeler hakkında harita ve bilgi panosu ile bu seramiklerden örnekler bulunan çeşitli saklama kapları, günlük kullanım kapları, özel kullanım kapları ve bunlara ait kalıpların sergilendiği iki vitrin yer almaktadır. Bu salondaki diğer iki vitrinden bir tanesi genel ve yerel Tanrı ve Tanrıça heykelcikleri ile sagalassos daki din kültünü anlatan bilgi panoları ve diğer vitrinde ise günlük yaşamda kullanılan akla gelebilecek her türlü buluntunun yer aldığı tematik bir sergileme görünmektedir. Müze girişine göre sağ taraftaki salonda Kibyra ve Kremna antik kentlerinden gelen taş ve mermer ağırlıklı eserler sergilenmektedir. Müzenin 1. katında ise Burdur ilinin 9000 yıllık tarihini kronolojik bir sıra ile yansıtan ve bulunuş merkezlerine göre bir sergileme düzeni çıkıştan sağa doğru ziyaretçiye sunulmaktadır. Bu sıra başta ilimizin ve Anadolu’nun prehistorya tarihine ışık tutan Hacılar Höyük malzemelerinin bulunduğu vitrini ki, bunlar monokrom ve boyalı üstten teknikle elde yapılmış seramikler, taş sleks (Çakmak Taşı) ve Obsidiyen (Doğal Volkanik Cam) malzemeler ile kemikten yapılmış objelerden oluşturmaktadır. Devamında yine Hacılar’ın bir dublikatı olan Kuruçay Höyük malzemeleri vardır ki bunlar Hacılar malzemelerinin hemen hemen bir benzeri olmakla birlikte yer yer madenden yapılmış bıçak ve keskilerde bulunmaktadır. Höyücek Höyük malzemeleri bazı ayrıcalıklar göstermekle birlikte hemen hemen hacılar ve Kuruçay malzemelerinin benzerini teşkil etmektedir. Bu gösterişli Hacılar Neolitik döneminin Göller Bölgesinde tek başına bir merkez olmadığı yapılan arkeolojik çalışmalarla ortaya çıktığı tespit edilmiş oluyor. Daha sonra eski tunç evrelerinin özelliklerini taşıyan malzemeleri, Demir Çağı, Geometrik Dönem, Frig, Klasik Çağların malzemeleri ile Helenistik, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kültür varlıkları bulunmaktadır. Teşhir salonlarındaki sergileme ve düzenleme çalışması I. Kat çıkış merdivenden sağa doğru ziyaret edilen müzenin bitiş noktası bu merdivenlerin yanında bulunan başta Pisidia Bölgesi antik kentlerine ait şehir sikkeleri, Roma İmparatorluk ve Bizans İmparatorluk dönemi sikkelerinin kronolojik sırayla düzenlenmiş vitrini ile yine bölgemizde define halinde bulunmuş Pers – Helenistik – Roma – Bizans – Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait sikkelerle final bulunmaktadır.
-
Burdur Alaca dokuması Burdur'un en eski el sanatlarından birisidir. Burdur Alaca dokumaları, 1950 yıllarına kadar ilin önemli bir geçim kaynağıydı. Diğer el sanatları gibi kaybolan Alaca dokumasının canlanması, yeniden geçim kaynağı haline gelebilmesi için, Burdur Belediyesinin önderliğinde, Burdur Valiliğinin himayelerinde, İl özel İdaresi ve Halk Eğitim Merkezinin katılımlarıyla hazırlanan, Burdur El Sanatlarını Geliştirme Projesi (BESGP), yerel sivil toplum örgütlerinin Burdur Alaca dokumaları faaliyetine, finansman katkısı sağlamıştır. Böylece projeninkentten başlayarak, çevre kasaba ve köylerde evlere kadar uzanan süreci başlamış, proje kökleşerek yaygınlaşmış olacaktır. Evlerde üretecek kızlarımıza verilen tezgahlar, yatkın ellerde yeni moda tasırımlarda piyasadaki yerini alacaktır. Masa ve sehpa örtüleri, sini bezi, göynek , peştamal, el bezi, peçete, peşkir vb. olarak üretilecek alaca dokumaları, özgün moda tasarımı olarak piyasada yerini alcaktır. Halen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu (SRAP) çerçevesinde desteklenen 30 tezgahlık eğitim projesi devam ediyor. Ayrıca, AB hibe projesi kapsamında 66 tezgah alımı yapılarak kurs eğitimine başlamıştır.
-
Burdur Tarihi Konaklar İl merkezindeki sivil Osmanlı mimarisini yansıtan Taşoda, Çelikbaşlar Konağı, Baki Bey Konağı(Koca Oda), Mısırlılar Evi, Piribaşlar(Pirebaşlar)Evi,Murtazaaliler Evi,Çetinerler Evi sivil Mimarlık örnekleri görülmeye değer güzelliktedir. TAŞ ODA Burdur Merkez Pazar mahallesindedir. 17.yy.dan kalma Osmanlı sivil mimari örneklerinden biridir. Kınalı Aşiretinden Emin Bey tarafından yaptırılmıştır.Kültür Bakanlığınca 1978 yılında restorasyon çalışmaları başlatılmış ve 1988 yılında da bitirilmiştir. Bina iki katlıdır. Birinci kat taş, ikinci kat kerpiç ve ahşap yapı malzemesi ile inşa edilmiştir. Özellikle Baş odanın doğu duvarı ve altındaki sivri kemerli iki yanı açık ahır kısmı kesme köfeki taşındandır. Ev, bahçenin batı kısmına yerleştirilmiştir. Birinci kata çıkışı sağlayan merdiven sahanlığının altı, aynı zamanda çeşmedir. Kesme taş bloklardan yapılan bu çeşme, bugün de kullanılmaktadır. Evin zemin katında sivri kemerli ahırdan başka, iki büyük ,bir de küçük oda vardır. Ahşap korkuluklu merdivenle önce ikinci kattaki sofaya çıkılır. Dikdörtgen biçimdeki sofanın güney ve batı cephesi boyunca odalar sıralanır. Kuzey kısmında ise bir köşkü bulunur. Bu sofa çıtalarla oluşturulmuş kafesler ile dışa kapatılmıştır. Sofanın çatı kısmı ahşap çıtalarla çakma tekniğinde yapılmış olup, çıtalar ve çıtalar arasındaki büyüklü küçüklü üçgenler; mavi, kırmızı ve yeşil renklerle boyanmıştır. Sofanın kuzey kısmında BAŞ ODA yer almaktadır. BAŞODA : Bol pencerelerle ışıklandırılmıştır. Ahşap yüklük, dolap, davlumbaz, tavan ve pencere pervazlarının kalem işi altın-gümüş varak kaplı süslemeleriyle yapının en göz alıcı odasıdır. Kuzey yönde tabandan yükseltilmiş seki odayı ikiye ayırdığı gibi, tavanı da ikiye bölmektedir. Bu ayırma, sofadaki gibi duvarlara bitişik yükselen, üzerleri kalem işi enine zikzak motiflerle süslü, alt ve üst kısımları kum saati biçimli-oymalı beş yüzlü sütün çelerdir. Bu sütün çelerin aynısı tavana da yatay olarak yapılmıştır. Odanın girişinde yüklük boyunca zeminden alçaltılmış dar bir pabuçluk yer alır. Odanın ışıklandırılması iki yönden, iki sıralı pencerelerle sağlanmaktadır. Bunların içindeki vitray pencereler odaya ayrı bir güzellik vermektedir. Alt sıra pencerelerin dış kısımları demir lokmalı parmaklıklı, düz ahşap kepenklidir. İç kısımları ise, pervazlar kalem işi çiçek motifli ve pencere ve dolap aynalarında alçı kabartma ve altın varak kaplı harflerle Osmanlıca ve Farsça olarak yazılmış birer mısralık, konağı ve sahibini öven yazılar bulunmaktadır. Binanın, Başodadan başka sofaya açılan dört odası daha vardır. Bu odaların sofaya açılan ahşap kapaklı pencereleri, sofadan odalara ışık girmesini sağlamaktadır. Bitişiğindeki oda bir kapı ile Başodaya geçişlidir. Güney cephede alçı şerbetlikle, ahşap tavan işlemesiyle geleneksel Türk evi karakterini yansıtan ikinci bir Başoda yer alır. BAKİBEY KONAĞI ( Koca Oda ) Burdur merkez Değirmenler Mahallesi Divanbaba caddesindedir. 17.yy. Osmanlı sivil mimarisinin en güzel örneklerindendir. Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırıldıktan sonra 1988 yılında restorasyonu tamamlanmıştır. Bakibey Konağı, Koca Oda adıyla da bilinir. Bilinen en eski tapu kaydı 1830 yıllarında Reşit Bey üzerinedir. Ancak konağın Reşit Beyin dedesi Ahmet Paşa veya onun babası Çelik Mehmet Paşa zamanında yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Konak, zemin katı pencere bitimine kadar devam eden taş temelin üzerinde ahşap ve kalın masif kerpiç duvarlardan oluşmuş iki katlı bir yapıdır. Alt katta ahır, ambar gibi odalar vardır. Üst kata taş merdivenle çıkılmaktadır. Üst katın bahçeye ve ara sokağa bakan geniş bir eyvanı vardır. Eyvanın tavanı çıtalarla süslüdür Çıtaların arası da yeşil, kırmızı toprak boyalarla süslenmiştir. Konağın beşik çatısı alaturka kiremitlerle örtülmüştür. Saçağın ahşap yüzeyleri de aynen eyvanın tavanı gibi yeşil, kırmızı toprak boyalarla süslü çıtalarla donatılmıştır. Direkler arasındaki boyalı süslü sivri kemerler, eli böğründeler, geniş ve boyalı çıkma çıtalı bu saçaklık mimariyi tamamlayan aksesuarı oluşturmaktadır. Eyvanın doğu kenarında selamlık, yani Başoda yer almaktadır. Konağın en göz alıcı odası Başodadır. Başoda kapısından başlayarak pencere, vitray pencereleri, dolap kapakları ve üstündeki nişleri, davlumbaz, pencere üzerinde dolaşan pervazlar, yüklük kapakları, dört tarafı çeviren koltuk silmeleri, tavan ve tavan göbekleri altın ve gümüş varakla ve kalem işi boyalarla süslüdür. Motifler bütünüyle devrin bitkisel süslemelerini yansıtırlar. Bütün bu altın ve gümüş kaplamalar, ahşap işçiliği ile kalem işi denilen boyalı süslemeleriyle ender rastlanan güzellikte bir başoda ortaya çıkarmıştır. Başodanın tabanı iki kademelidir. Cumbalı kısım döşemeden yükseltilmiştir. Başodadan sonra yan yana eyvana ve işten bir birine açılan iki küçük oda yer alır. Gerek malzeme ve gerekse süsleme yönünden sade olmakla birlikte altın-gümüş varak kaplamalı ve kalem işi olarak yapılan süslemeler göze çarpar. Bu odalardan biri ahşaptan, süslemeli davlumbazlıdır. Diğer ikinci küçük oda da ahşap tavan çıtalarla karelere bölünmüş ve pervazları kalem işi boyalı süslenmiştir. Orijinalinde evin devamında en az bir odanın daha olduğu düşünülmektedir. Ancak yıkılarak yok olmuştur. 2003 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Burdur Valiliği arasında yapılan bir protokol ile bakım ve teşhiri Valiliğimize devredilen konak yerli ve yabancı turistlerin hizmetine sunulmuştur. MISIRLILAR EVİ Burdur Merkez Oluklar altı Caddesinde yer almaktadır. Hinnaplı ev olarak adlandırılmıştır. Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılan ve 1984 yılında restorasyonu bitirilen ev bugün lojman olarak kullanılmaktadır. 19.yy. yapısıdır. İki katlı, taş temel üzerine bağdadi olarak yapılmış olup, çatısı alaturka kiremit ile örtülmüştür. Alt katta kışlık odalar ve kiler, üst katta ise ortadaki ince uzun sofaya açılan dört oda yer almaktadır. Tavanlar ahşap işlemelidir. Bol sayıda pencereler ışıklandırmayı sağlarlar ve ahşap kepenklidirler. Odalarda alçı şerbetlikler, ahşap yüklükler, ahşap tavan ve tabanlar ortak özelliklerdir. Başodanın tavan süslemeleri ve alçı şerbetliği diğerlerine göre daha özenlidir. Tavanda dairelerle oluşturulmuş, çiçek motifleriyle bezenmiş bir orta göbek ve bunu çevreleyen baklava dilimi motifleri ile süslü bir bordür yer almaktadır. ÇELİKBAŞLAR EVİ Burdur Merkez Değirmenler Mahallesinde Koca oda’nın bahçesinde yer almaktadır. Erken Cumhuriyet dönemine aittir. İki katlı olup, alt katı taş, üst katı ahşap-kagir yapıdır. İkinci kat cumbalıdır. Girişte genişçe bir sofa yer alır. Odaların hepsi bu sofaya açılır. Birinci katta 5, ikinci katta 6 oda bulunmaktadır. Odalarda taban ve tavanlar ve yüklükler ahşaptır. Sade, süslemesiz geleneksel Türk evinin geç devirdeki bir modelidir. Bina çok sayıda pencerelerle ışıklandırılmıştır. Kültür Bakanlığınca kamulaştırılarak restorasyonu yapılmıştır. Konağın birinci katı Güzel sanatlar resim salonu olarak,ikinci katı da İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü hizmet binası olarak hizmet vermektedir. PİRİBAŞLAR EVİ Burdur Merkez Oluklaraltı caddesinde, Mısırlılar evi yanında yer almaktadır.19.yy.sonu itibariyle yapıldığı tahmin edilmektedir. Osmanlı mimari geleneğini yansıtmaktadır. Piribaşlar evi iki katlı olup, taş temel üzeri kerpiç ve bağdadi, kırma çatılı ve alaturka kiremit ile örtülüdür. Alt katın bir kısmında iki dükkan yer almaktadır. Diğer kısımlar depo olarak kullanılmaktadır. Binaya kemerli büyük iki kanatlı kapıdan girilir. Girişte antreye ulaşılır. Antrenin sağında bir oda ve alt kat depolarına açılan kapılar vardır. İkinci kata ahşap bir merdivenle çıkılır bu katta salon ve salona açılan odalar yer alır. İkinci kat cumbalıdır. Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilmiştir. ÇETİNERLER EVİ Burdur Merkez Pazar Mahallesinde, Taşoda yakınındadır. 19.yy. ait bir yapıdır. Kültür Bakanlığı tarafından tescil edilmiş olup, içinde evin sahibi oturmaktadır. Ev iki katlı olup alt katın batı ve kuzey duvarları taş, diğer kısımlar ahşap kargir, üst kat bağdadi, çatı yer yer alaturka kiremitli, büyük kısmı ise çinko ile örtülüdür. Eve girişten sonra ortada bir salon yer alır. Salonun iki yanında dört adet oda bu salona açılmaktadır. Salonun güney batı köşesinden bir merdivenle alt kata inilir. Alt katta ahır, kiler,odunluk,mutfak ve bir oda yer almaktadır.
-
Ulu Cami "Pazar Mahallesindeki Pazar düzlüğünde yüksek bir tepe üzerindedir. Vakıf kayıtlarına göre Hamitoğlu Dündar Bey yaptırmıştır.1914 depreminde yıkılan minaresinin yazıtında 1300 de yaptırıldığı yazılıdır. Çelik Mehmet Paşa 1749 da onarım yaptırmıştır. Depremden sonra 1919 da ahşap karkas olarak yapılmıştır. Doğu,Kuzey ve Batısında üç kapısı vardır. İçten yarım kubbelidir. Kuzey kapısı yönündeki ikinci cemaat yerini 3 kubbe örtmektedir.1971 depreminde zarar görmüşse de Vakıflar İdaresince yaptırılmıştır. Camii kesme blok taşlardan yapılmıştır. Ahşap tavanlı ve kiremit çatılıdır. Beden duvarlarında iki sıra halinde sivri kemerli pencereler yer almaktadır. Geniş kare planlı camiinin kuzey cephesinde dikdörtgen şekilli son cemaat yeri beden duvarlarından daha alçak ve ayrı bir yapı görünümündedir. Selçuklu ve beylikler dönemi Ulu camilerinde görülen mimari karakteristiğe uygun olarak camiinin kuzeyi, doğu ve batısında üç girişi vardır. Mihrap ve minberi mermerden yapılmıştır. Camiinin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde bulunan iki minaresi kare kaideli silindire yakın çok gen gövdelidir. Şerefe altları klasik baklava ve stalâktitlerle süslenmiştir.
-
Burdur Kervansarayları İncir Kervansarayı Bucak İlçesinin 15 km. batısında İncirdere Köyü yakınında bulunmaktadır. Anadolu Selçuklu Sultanlarından Gıyasettin Keyhüsrev Bin Keykubat tarafından XIII.yy.da M.1238 yılında yaptırılmıştır. Büyük bir kısmı tahrip olmasına rağmen hala ayaktadır. Han’ın ilk bakışta dikkati çeken kısmı kitabeli taç kapısıdır. Dikdörtgen şeklindeki taç kapının ortasında istiridye kabuğu şeklinde kemerli esas giriş nişi dış cepheden iki yalancı sütunla desteklemiştir. Sütunların üzerinde geometrik desenlerle bezeli iki rozet motifi ile karşılıklı iki aslan tasviri vardır. Kervansaray avlulu ve kapalı mekan olarak iki kısımdan oluşturulmuştur. Ne yazık ki avlusu yok olmuştur. Basık kemerli kapının üzerinde dört satırlık kitabede yazılar vardır. Kervansarayın mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğüne aittir. Tapunun 60 pafta, 2 parselinde kayıtlıdır.1993 ve 2000 yıllarında Burdur Müze Müdürlüğü sorumluluğunda Prof.Dr. Rahmi Hüseyin ÜNAL tarafından avlu kısmında kazı çalışmaları yapılmıştır. Susuz Kervansarayı Anadolu Selçuklu devri XIII.yy. kervansaraylarındandır. Bucak İlçesi Susuz Köyündendir.Susuzhan kareye yakın dikdörtgen bir plana sahiptir. Beş neflidir. Orta nef yüksekçedir. Ortasında bir kubbe vardır. Hanın göze batan önemli yeri batı tarafındaki cephede tak şeklinde giriş kapısıdır. Kapı katının yan söve kanatları çeşitli geometrik desenlerle boş yer bırakılmaksızın bezenmiştir. Mukarnaslı giriş nişinin üzerinde geometrik oyma süslü iki kabartma rozet motifi vardır. Bu nişin iki yanında yalancı sütunlar üzerinde yükselen ve kemer şeridinde yılan tasvirleri bulunan iki küçük niş daha vardır. Bunların alınlığında ise iki ejder başı vardır. Hanın beden duvarları dıştın payelerle desteklenmiştir. Tonoz örtü sistemi kesme taşlardan sivri kemerler üzerine yani tonoz kaburgaları üzerine oturtulmuştur. Hanın içinin ışıklandırılması dıştın içeriye genişleyen dikdörtgen pencerelerle sağlanmıştır. Mülkiyeti vakıflara aittir.
-
Sia Antik Kenti Burdur’a 100 km. uzaklıktaki Burdur-Antalya asfaltı üzerinde bulunan Antalya Bademağacı nahiyesinin 19 km. doğusundaki Karaot köyü sınırları içindedir. Sia, çam ve karaçam ormanları içerisinde saklı durumdadır. Bir Psidia şehridir. Şehrin tepesinde Pamfilya ovasına hakim bir konuda yer alan dikkat çekici sur duvarları iki katlı kule ve giriş kapısı ile ayaktadır. Surlar tüm şehri çepeçevre sararlar. Hellenistik devire ait iki kule kalıntısı da batı kapısının her iki tarafında yer almıştır. Aşağı şehir sur duvarı şehrin kurulduğu tarihte inşa edilmiştir ve 3.yy.da veya erken 2.yy.a aittir.Sur duvarlarının hem içinde hem de dışında ev kalıntılar gözlenir. En erken döneme ait olan evler Hellenistik döneme tarihlenmektedir. Evlerin ortak özellikleri çatılarda biriken yağmur suları ile beslenen şişe biçimli sarnıçlara ve yapıların zemin katlarında bulunan üç veya beş odaya girişi sağlayan açık avlulara sahip olmalarıdır. Evler birbirlerinden dar sokaklar ve merdivenlerle ayrılır.Roma dönemi öncesine ait tek yapı Bouleuterion, yani meclis binasıdır. Dorik stoa kalıntıları, Roma dönemi aşağı agoranın arkasında bir palestra yapısına uzanan anıtsal bir merdivenin 18 geniş basamağı ile bir hamam yapısı vardır. Bu hamam yapısı olasılıkla 3.yy.a ait olan bir sarnıçla beslenmekteydi. Biri Bouleuterion’un üstünde olmak üzere üç adet Roma dönemi tapınak görülebilir. Sia’da en çarpıcı mezar yapıları Heoa olarak bilinen anıtsal mezarlardır. Küçük bir anıt mezar dikdörtgen planlı olup en iyi korunmuş olandır. Üç tarafı lahitlerle çevrilidir ve arka tarafında yarım daire şeklinde exedrası vardır. Aile mezarı tipindeki mezar yapıları da gözlenir. Kaba taşlarla daire biçiminde inşa edilmiş tümülüsler içine gömülmüş dikdörtgen mezar odaları da oldukça ayırt edici özelliklere sahiptir. M.S.2.yy.dan geç Roma dönemine kadar devam eden tümülüs gömü geleneği düşünülür.Sia’da Hellenistik döneme ait iki adet anıt mezar vardır. Tespit edilen mezar mimarisine ait örnekler çok sayıda gömü adetlerini ortaya koyar. Bu adetler Grek veya Roma geleneklerinden etkilenmiş yerli geleneklerden kaynaklanmaktadır.Sia’da çok iyi durumda korunmuş iki kilise dışında Geç Antik veya Bizans dönemlerinde tarihlenen çok az kanıt olması ilginçtir. İki kilise de olasılıkla 4. Veya 5.yy.a aittir.Arkeolojik açıdan Psidia’nın en korunmuş şehri Sia’dır. Koruma duvarları, kamu yapılarının mimarisi, özel evler ve mezarlıklar ortaya tarımla uğraşan, orta büyüklükte, başarılı bir yerleşim tablosu koyar.
-
Ben Teşekkür ederim çok haklısın ülkemizin okadar köklü bir geçmişi varki içinde kaybolmamak mümkün değil bu konuları ekledikçe hem bilgilerimi tazeliyorum hemde bilmediklerimi öğreniyorum dilerim bu güzelliklerin değerini biliriz senin gibi ilgili arkadaşlarında olması ayrı bir güzellik ben teşekkür ederim tekrar Birce
-
Burdur - İnsuyu Mağarası İnsuyu Mağarası, Burdur-Antalya Karayolu üzerinde, Burdur’a 15 km. uzaklıkta bulunan ve ülkemizde turizme ilk açılan mağaradır(1966). 597 m uzunluğundadır. Su yüzeyine paraleldir. İçinde akarsular ve göller bulunmaktadır. 597 metrelik bölümü gezilebilen mağaranın içinde birbirleriyle bağlantılı irili ufaklı dokuz göl vardır. Bunlardan "Büyük Göl" adıyla anılanı 512 m2’lik alanıyla Türkiye’nin en büyük yer altı gölüdür. Oluşumu 10 milyon yıl öncesine dayanan mağara, yukarıdan damlayan kireçli suların katılaşmasıyla oluşan kolonlar ve tavandan aşağıya sarkan kalker birikintileriyle bir saray görünümündedir. Dilek Gölü’nde bulunan dikit, 6 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük dikitidir
-
Hacılar Höyüğü Hacılar, Burdur ilinin Merkez ilçesine bağlı bir köydür. Hac dönüşü 4 ailenin köye yerleştiği rivayet edilir."Hacılar" isminin buradan geldiği söylenir. Hacılar , dünya tarihinde yerleşik hayata geçişin gerçekleştiği ilk yerlerden biridir. İl merkezinin 25 km. batısında bulunan Hacılar Höyüğü , Batı Anadolu'nun bilinen en eski yerleşim yeridir. Yapılan kazılarda , M.Ö 8500-4750 yıllarını arasını içeren 3 ayrı kültür devri tespit edilmiştir.1957-1960 yılında İngiliz arkeolog James Mellart tarafından yapılan kazıda, kalkolitik ve neolitik dönemlere ait dokuz yapı katı ortaya çıkarılmış, cila'lı taş devrine ait, altı - yedi bin yıllık ev temelleri,pişmiş topraktan heykeller,kırmızı boyalarla süslü çanak - çömlekler,çakmak taşından kesici aletler bulunmuş,adı henüz bilinmeyen bu şehrin, Anadolu'nun, hatta yer yüzünün ilk uygarlık merkezlerinden biri olduğu anlaşılmıştır. Bu yüzden "Hacılar" adı, dünya arkeoloji çevrelerinde dönemle ilgilenenler arasında önemli bir yer tutar. Göçebelikten yerleşik hayata geçen ve evlerinin bahçe duvarlarını yapan, yiyecek ve içeceklerini saklamak için kaplar yapan ilk insanların burada bıraktıkları kalıntılar dünya arkeolojisi açısından çok önemlidir. Buradan çıkan paha biçilemez eserler Burdur müzesinde sergilenmektedir. HÖYÜKTEN ÇIKARILAN ESERLER
-
Sagalassos Burdur İlinin Ağlasun İlçesi’ne 7 km. uzaklıkta, bir dağın tepesinde bulunan, Sagalassos antik kentini ilk kez 1706’da bir Fransız bir gezgini bulmuştur.Sagalassos’da kazılara 1985 yılında başlanmış ve günümüzde de çalışmalar devam etmektedir. Sagalassos, coğrafi konumundan ötürü, Tekne Tepe’nin batısında bulunan geçidin kontrolünü elinde tutabilmek için yapıldığı sanılmaktadır. Kazılar sonucunda ortaya çıkan bulgu ve kalıntılar bölgede M.Ö. 6000’de yerleşimin başladığını göstermektedir. Bununla beraber gerçek anlamda kent olarak yerleşim M.Ö. 3000’lerde başlamış ve ismini Antik Çağda duyurmuştur. Pisidialı’lar M.Ö.1000’de buraya ulaşmış ve ormanlık olan bu alandaki ağaçlardan kereste yapımında yararlanmışlardır. Sonraki yıllarda tarım ön plana geçmiş, Hitit İmparatorluğunun çöküşüyle başlayan dönemde ekonomisi diğer kentlere göre daha ileriye gitmiştir. M.Ö. 546-334 yılları arsında bölge Pers egemenliğine girmiş, ancak bu durum kenti olumsuz yönde etkilememiştir. M.Ö 334-333’te Büyük İskender Psidia’nın Telmessos ve Selge gibi büyük şehirlerini ele geçirmiştir. Sagalassos’un bu dönemde İskender’e bağımlı olmakla beraber kısmen de özgürlüğünü koruduğu bilinmektedir. Büyük İskender’in M.Ö 323’te ölümünden sonra kent selefleri arasında M.Ö 281’e kadar el değiştirmiş ve sonra da Suriye Seleukos topraklarının bir parçası olmuştur. Seleukos kralları Psidia’nın bu kentini Büyük Antiokhos’a kadar (M.Ö 223-187) yalnızca temsilcilerle yönetmişlerdir. Bu dönemde Sagalassos Helenleşmiş, Suriye ve Mısır’la iyi bir ticari ilişkisi sağlamıştır.Bu ticaretin oluşmasında Seleukoslar dönemi boyunca Seleukoslara ve Ptolemaioslara paralı askerlik yapan Pisidialı’ların etkili olduğu sanılmaktadır. Seleukoslar döneminde kent oldukça zengin bir konumda idi. M.Ö 189-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’na katılmış, Pergamon Krallığı’nın vasiyet yoluyla Roma egemenliğine geçmesinden sonra da, Roma’nın Asia Eyaleti’nin bir parçası olmuştur. Böylece M.Ö. 39’a kadar sürecek olan özgürlüğünü kısmen de olsa korumuştur. M.Ö 39’da Galat Kralı Amyntos’un egemenliğini tanımak zorunda kalmıştır. M.Ö. 25’te yeniden Roma’nın eyaleti Galatia’ya dahil olmuştur. Roma İmparatorluğu döneminden itibaren (M.Ö 25) yazıtlarda ve sikkelerde görüldüğü gibi “Pisidia’nın önde gelen şehri, Romalı’ların dostu ve müttefiki” sözünden yola çıkılarak Romalı’ların koruduğu bir kent olmuş ve egemenlik alanı genişletilmiştir. Bu dönemde bölgeye savaşmak için gelen askerlere yapılan tahıl satışlarından ötürü kent daha da zenginleşmiştir. Bizans döneminde Hıristiyanlığın devlet tarafından kabul edilmesiyle Psidia Eyaletinin önemli piskoposluk merkezi olmuştur. Sagalassos, M.S. 518 ve 528’de depremlerden, 541-543 yıllarında da veba salgınından zarar görmüş, M.S. 644-696’ da Arap akınlarına uğramıştır. M.S.XII.yüzyıla kadar burada yaşandığı, XIII.yüzyıldan sonra da ismine yazılı kaynaklarda rastlanmadığı görülmektedir. Sagalassos’dan Günümüze Ulaşan Antik Yapılar: Dor Mabedi Kentin bulunduğu alanın üst noktasındaki Dor üslubundaki mabedin kazılarına 1990 yılında başlanmış olup, kazılar günümüzde de devam etmektedir. İlk kazılarda büyük olasılıkla MS.I.yüzyıla tarihlenen bu yapının arazi konumundan ötürü zaman zaman değişikliğe uğradığı ortaya çıkmıştır. Özellikle orijinal merdivenlerin yerini üç ayrı teras almıştır. Mabet üzerindeki son değişiklik M.S.V.yüzyılda kentteki diğer yapılardan toplanan malzemelerden yararlanılarak yapılmıştır. Bu arada ön duvar daha yüksek olarak yeniden inşa edilmiştir. Bu değişiklikle o dönemde dini amaçlar için kullanılmayan yapı, geç sur duvarı ile birleştirilerek bir kuleye çevrilmiştir.Bu değişikliğin kenti Isauria kabilesine (M.S 404-406) karşı korumak için yapıldığı sanılmaktadır. Geç döneme tarihlenen surun, güneyine dıştan 1.10-1.60 m., içeride de 1.80-2 m. genişliğinde bir çeşit rampa, duvarı sağlamlaştırmak için düzenlenmiştir. Sagalassos 1992 yılı kazılarında bölge kültü ile ilgili yerli binici tanrı Kakasbos kültüne dair adak eşyaları dışında herhangi bir buluntu ile karşılaşılamamıştır. Yalnızca 10-30 cm. kalınlığındaki üst katmanın içinden yapı malzemeleri dışında kap kacak, cam ve metal objeler bulunmuştur. Bunun dışında geç Roma mozaik parçaları, dikine yerleştirilmiş pişmiş topraktan bir boru sistemi, Hadrianus , Julianus ve diğer dönemlere ait sikkeler ile zengin çeşitli adak eşyaları ile karşılaşılmıştır.Bunlar MS.VII.yüzyıla tarihlendirildiği gibi üslupları, Roma Erken İmparatorluk döneminin özelliklerini taşımaktadır. Apollon Klarios Mabedi Apollon Klarios Mabedine ait kalıntılar yapılan kazılar sonucunda tamamen ortaya çıkarılmıştır.Mimari parçalar oldukça iyi korunmuş, daha öncekilerden farklı olarak son derece sade oldukları da dikkati çekmektedir. Belki de kente zarar veren depremlerden ötürü bu tür bir yapılanmaya gidildiği de düşünülmektedir. Apollon Klarios Mabedi M.S.I. yüzyılın sonu ile II. Yüzyılın başlarına tarihlendirilmektedir. Mabedin bezeme yönünden dikkati çeken elemanları daha çok İyon sütun başlıklarıdır. Bununla beraber kazı çalışmalarını yürüten araştırmacılar mabedin kalıntıları arasında birbirlerinden farklı dört ayrı üslupta sütun başlıklarına da rastlamışlardır. Bezeme yönünden süslü olan bu sütun başlıkları dönem dönem daha sadeye dönüşmüşlerdir. Günümüzde ortaya çıkarılan sütunlar ve başlıklar MÖ. II.yüzyıl ile I.yüzyıl sonlarına İmparator Augustos dönemine tarihlendirilmektedir. Bu noktalar göz önüne alındığında mabedin Erken İmparator Döneminde yıkıldığı ve sonra da Augustos döneminde yenilendiği açıklık kazanmaktadır. Mabet M:Ö. V.yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür. Bouleterion MÖ. II.yüzyıl sonları ile I.yüzyıl başlarında yukarı agoraya bakan teras üzerinde Bouleterion’un kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. 1993 kazı döneminde agoranın batı kenarı boyunca bir çok sütun ve sütun başlıkları ortaya çıkarılmış ve bunlar bir araya getirilmiştir. Bu parçaların bir çeşit galeriye ait olduğu sanılmaktadır. Bir çeşit korkuluk duvarı üzerine oturtulan bu kalıntılar Helenistik dönem üslubunu yansıtmaktadır. Ayrıca üst kattaki iki korinth üslubundaki sütunun iç yüzeylerine Athena ile Ares’in kabartmaları işlenmiştir. Aşağı Agora Apollon Klarios tapınağı ile doğuda geniş Roma hamamları arasında kalan, şehrin tam ortasına yerleşmiş küçük bir meydanda 1993 yılında kazı çalışmalarına başlanmıştır. Bu alan kuzeyde yüksek bir terasın tepesindeki Nymphaeum, güneyde yeni bir giriş kapısı ve şehrin kuzey-güney eksenine açılan bir kapı ile sınırlandırılmıştır. Kentin önde gelenleri ile imparatorlar için yapılmış oldukları sanılan bu girişlerin uzun kenarlarından alınan parçalar, meydanın bu düzeninin Helenistik Dönemden kalmış olduğuna işaret etmektedir. M.S.I.yüzyılda aşağı agoranın doğu kenarı boyunca, 5.20m genişliğinde iyon sütunlarının bulunduğu bir yapı ile karşılaşılmıştır. Bu yapı ayrı bir giriş ve hamamların önündeki bir sıra dükkanla bağlantıyı sağlıyordu.Büyük olasılıkla MS.I.yüzyılın sonlarına doğru, doğu girişindeki bazı dükkanlar kapatılmış ve onların yerine daha basit dükkan ve konutlar yapılmıştır.Yüzyılın sonlarına doğru da bunlara su tesisatı eklenmiştir. Buradaki buluntular içinde 10 parçadan oluşan, tunç ve bakırdan yapılma aletlerle karşılaşılmıştır. Bunların içerisinde MS.556 ve MS.607-8 yıllarına tarihlendirilen sikkeler de bulunmuştur. Yukarı Agora Sagalassos’un Yukarı Agorası 1992 yılında kazılmaya başlanmıştır. Düzgün olmayan yamuk şekildeki agoranın M.Ö.II.yüzyıldan önceki döneme ait olmadığı da açıktır. Bunun da nedeni agoranın ortasında ve çevresinde yer alan kaldırım ve şeref anıtlarının Roma İmparatorluk Döneminden kalmış olmalarıdır. En iyi korunmuş olanları da M.S.I.yüzyıl ile II.yüzyıl arasına tarihlendirilmektedir. Agoranın güney tarafında Erken İmparatorluk Dönemine ait özellikleri olan, büyük olasılıkla Augustus için yapıldığı düşünülen kare planlı, bezemeli, dört sütunlu bir yapı ortaya çıkarılmıştır. Bu yapının erken devirlerde yapılmış ve MS.IV.yüzyılda yeniden kullanıldığı sanılmaktadır. Buradaki iki kaide üzerinde İmparator Valentinious I ve Gratianus’un isimleri geçen yazıtlar 375 yılında kazınmıştır. Ayrıca İmparator Valens ve oğlu Valentinious II ve Büyük Constantinus adına yazıtlara da burada rastlanmıştır. Bu dönemlere ait, meydanın güney kenarı boyunca uzanan bir portikonun (sütunlu giriş) bulunduğu da olasıdır. Yukarı Agorada yapılan kazılarda MS.V.yüzyıla ait sikkelere rastlanılmamış oluşu bu dönemlerde agoranın terk edildiğine işarettir. Kentin savunma amaçlı duvarlarının yapılmasından sonra Yukarı Agora bunların arkasında kalmış, Aşağı Agoranın önem kazanmasına neden olmuştur. Tiyatro Sagalassos’un en iyi korunmuş yapılarından birisi de tiyatrodur. Yaklaşık 1574 m. yükseklikte olan tiyatro Antik dönem tiyatrolarının en yüksekte olanlarından birisidir. Sırtını yaslandığı tepeye oturma sıraları yerleştirilmiştir. Bununla beraber yer yer de mimari parçalardan yararlanılmıştır. Tiyatro kentin güneydoğu doğrultusu üzerindedir. Koridorların oluşturduğu alt yapı bir bakıma oturma sıralarını desteklemektedir. Scene (Sahne) bir kat yüksekte olup, MS.180-200 yıllarına tarihlendirilmektedir. Oturma sıraları tiyatronun arkasına yaslandığı granit taşlarından yararlanılarak yapılmıştır. Antoninus Pius Mabedi Kentin aşağı teraslarında şehre hakim bir yerde kurulan Antonius Pius Mabedi güneydoğudaki teras duvarları ile daha da güçlendirilmiştir. Mabet 68.80 x 40 m. lik bir alan üzerinde olup 7.20 m. genişliğindeki porticolarla dört taraftan çevrilmiştir. Böylece mabet, yaklaşık 82.40 x 60.40 m.lik bir alan içerisindedir. Buradaki batı temenos duvarı caddeye bakar ve her iki kenarı da yarım pilasterlerle süslenmiştir.Bu duvarın merkezinden propylon’a geçilir.Mabet Korinth üslubunda olup kısa kenarlarında 6, uzun kenarlarında da 11 sütun bulunmaktadır. Ayrıca derin bir pronaos ( 8 m) ve oldukça kısa bir cellası (9.30 m) vardır. Kentteki diğer yapılarla karşılaştırıldığında işçilik ve mimari elemanları yönünden oldukça ileri bir düzeyde olduğu görülmektedir. Mabedin yapımı uzun sürmüş; Hadrianus döneminde yapımında başlanmış ve İmparator Antoninus’un il dönemlerinde de tamamlanmıştır. Bir deprem sonucu pronaosun üst kısmı yıkılmış, buradan çıkan taşlar daha sonra diğer yapılarda kullanılmıştır. Roma Hamamı Roma Hamamı aşağı agoranın doğusundaki doğal tepenin üzerine ve şehrin içinden geçen yolun güneyinde kurulmuştur. Doğu-batı yönünde 80 m. ve kuzey-güney yönünde 55 m. genişliğindedir ve üç kattan oluşmaktadır. Bu hamamın ölçüleri Asta’daki antik hamamların en büyüklerinden biri olmasını sağlamıştır. Aşağı agoranın batısında kurulmuş ve tepenin keskin bir eğim yaptığı güney tarafında Antonınus Pıus Mabedi, hamamı tepeden ayırmaktadır. En alt kattan ısıtma sistemiyle ilgili bölümler ve servis odalarını bulunmaktadır. Buraya aşağı agoranın doğu porticosuna açılan bir kapıyla ulaşılmaktadır. Hamamda kullanılan yapı tekniği yukarı agoranın kuzey duvarı ile benzerlik göstermektedir. Bu yüzden hamam büyük olasılıkla M.S.I.yüzyıl sonlarında yapılmıştır. Su gereksinimi de kentin doğusundaki kaynaktan kanallar vasıtası ile sağlanmaktadır. Makellon (Kamu Yönetim Binası) Yukarı agoranın güneybatısında birkaç metre altında Kamu Yönetim Binası yer almaktadır. Yapının arka duvarı şehrin kuzey-güney doğrultulu ana caddesine bakmaktadır. Makellon kenarları en az 21x21 m. ölçüsünde kare bir alana sahiptir ve kenarlarında porticolar yer alır. Makellondan daha yüksek bir seviyedeki, 5.50 m. genişliğindeki bir cadde, yukarı agorayı Makellonun batısına bağlar. Makellon’ un güneyinde ana girişi vardır ve bunun dışında iki giriş daha bulunmaktadır. Makellon’ un mimari kalıntıları oldukça düzensiz bir işçilik göstermektedir. Blokların yüzeyleri pürüzlü olup, yalnızca görülebilen kısımların yüzeyleri düzeltilmiştir. Bu nedenle boyutlarda önemli değişiklikler gözlenmektedir. Makellon Antik Devirde hasar görmüştür. Bu da bazı blokların tamir edilmiş ve ön taraftaki kenar bloklar arasına eklemeler yapılmış olmasından anlaşılmaktadır. Makellon şehir merkezindeki diğer yapılarla karşılaştırıldığında daha alt düzeyde mimari bir üslup ve işçilik gösterir. Kütüphane Helenistik çeşmenin ilerisindeki caddenin kuzey kenarında yer alan kütüphanenin üç ayrı girişi vardır. Giriş duvarlarına nişler açılmıştır. Yapının önünde 40 m2 boyutunda ve üzerinde büyük yıldızların tasvir edildiği siyah-beyaz bir mozaiğin yanı sıra, binanın içinde de 60 m2 boyutunda daha kaliteli yine siyah-beyaz, geometrik desenlerden oluşan bir mozaik daha yer almaktadır..İç kısımdaki mozaiğin ortasında Thetis, Achilles ve Phoenix görülmektedir. Bina 11.80 x 9.90 m ölçülerinde iyi korunmuş bir odadan oluşmuştur. Antik zamanda hasar görmüş olan yapının arka duvarları 3-6 m arasında yüksekliklerini korumaktadırlar. Arka duvar üzerindeki uzun bir yazıta göre bina, M.S 120’ den sonra T. Flavius Severianus Neon tarafından yaptırılmıştır. Bu yazıtta ayrıca binayı yaptıran şahsın aile fertlerinden ve sahip oldukları konumlardan da bahsedilmektedir. Büyük olasılıkla adı geçen aile şehrin en önemli ailelerinden biridir ve yalnızca şehirde değil Roma ordusunda ve Mısır’ın yönetiminde de söz sahibidirler. Heroon Heroon büyük olasılıkla yabancı bir hükümdar ya da önemli bir kahtaman için yapılmış anıttır. M.Ö.II.yüzyıl sonlarına tarihlenir. Xanthos’taki Nereidler Anıtı’ndaki gibi toprak bir tabandan oluşur ve küçük tapınak şeklindedir. Anıt 6.07 x 5.20 m.lik 3 basamaklı bir platformu destekleyen bir korniş tarafından korunmaktadır. Anıt üzerindeki kabartmalarda birbirlerinin eldiven ve pelerinlerini tutarak dans eden kız figürleri görülmektedir. Odeon Antik Çağın en büyük odeonlarından biri olan Sagalassos odeonu 24x24 m. Ölçüsünde olup, arka duvarı oldukça iyi korunmuştur. M.S.I. yüzyıla tarihlendirilen bu yapı, daha sonraki yıllarda birkaç kez onarılmıştır. Toplantı salonuna, auditoryuma birisi batıdan, diğer ikisi değişik seviyelerde doğudan olmak üzere üç adet tonozlu giriş bulunmaktadır. Nymphaeum Hadrianus döneminin sonlarına doğru yapılan odeon, aşağı agoraya bakmaktadır. Ön duvarı tiyatronun scenesi ile aynı döneme ait olduğu yapı malzamesinden anlaşılmaktadır. Nymphaeumun uzunluğu 14 m., yüksekliği ise 13 m.dir. Arka duvarı önündeki sütunlar ikinci katı destekleyen düz bir podyumu oluşmaktadır. Arka duvarı üzerinde iki adet yuvarlak kemerli niş görülmektedir. Helenistik Su kanalları Sagalassos’ un doğu tarafındaki vadideki kaynaktan iki su kanalı kente su gelmesini sağlamaktadır. Helenistik dönemde yapılan bu su kanalları kayaların oyulması ile oluşturulmuştur. Ancak bunlar çeşitli depremler ve erozyonlar nedeniyle zarar görmüştür. Yukarıdaki su kanalı diğerinden daha iyi korunmuştur. Aşağı ve yukarı su kanalları arasındaki bağlantı ve yapım tarihleri kesinlik kazanamamıştır. Yalnızca ortak noktaları aynı kaynaktan su taşımış olmalarıdır. Roma Su Kanalları Helenistik su kanallarının kestiği tepelerin aşağısında yer alan Roma su kanalları, vadinin diğer tarafındadır. Günümüzde de buradaki sudan yararlanılmaktadır. Kazılar sırasında burada bir kaynak evi ortaya çıkmış ve büyük olasılıkla da kent içerisindeki Roma hamamına su sağlamak amacıyla yapılmıştır.
-
Burdur Cremnia Antik Kenti Çamlık Beldesi sınırları içerisinde Aksu (KESTOS) vadisinde etrafı uçurum olan hakim bir tepe üzerinde Pisidialıların kurduğu antik bir şehirdir. M.Ö.VI.yüzyılda şehir Lidyalıların, M.Ö. 546' da Perslerin, M.Ö. 333’ te Büyük İskender ‘in (Alexsandır) burayı alması ile Makedonya hakimiyetine girmiştir. Daha sonrada sırasıyla Antigonas’ ın yönetimine, Selevkosların yönetimine ve Bergama Krallığına katılmıştır. M.Ö. 60. yılında Roma yönetimine, M.Ö. 36’ da Galatya yönetimine, M.Ö. 25 yılında tekrar Roma yönetimine girmiştir. Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılması ile Doğu Roma (Bizans) yönetimine, XI. yüzyıl sonunda Türklerin Anadolu’ya gelmesi ile birlikte Türk hakimiyetine girmiştir. Cremna ‘da günümüze kadar ayakta kalabilen kalıntılar Romalılardan kalmadır. Şehrin etrafı iki metre genişliğinde, 7-8 metre yüksekliğinde surlarla çevrilidir. Şehre batıdan girilir. Şehir ızgara planı olarak kurulmuş Akrapol (Yukarı Şehir) kısmında Form (Meydan), Bazilika (Mahkeme Salonu), Kilise Elsodra (Kemerli Yapısı) ve Kütüphane yapılarından oluşmaktadır. Bunlardan başka Propolion (Anıt Giriş Kapısı), Nympheum (Anıt Çeşme Binası) bulunmaktadır.
-
Burdur Kbyra (Cbyra) Antik Kenti Antik Gölhisar kenti, Gölhisar Gölü’nün batısında aynı ismi taşıyan ovanın kenarında kurulmuştur. Antik Kbyra kenti kalıntıları Horzum Mahallesi’nin kuzeydoğusundadır. Surlarla çevrili olan bu kent İlk Çağda demir madenini çıkarıp işlemesi ile tanınmıştır. Yöredeki Bubon, Balbura ve İnuanda isimli kentlerin birleşmesinden oluşan Tetrapolis’in başkenti de Kbyra idi. Kbyra’da arkeolojik kazı yapılmadığından bugünkü bilgiler yeterli değildir. Yalnızca Akropol kalıntılarının bir bölümü günümüze ulaşabilmiştir. Akropolde nekropol, tiyatro, aşağı ve yukarı agora ile Odeion bulunmaktadır. Heredotos, Kybyralıların Girit’ten geldiklerini kaydetmiştir. Bu kent Pisidialıların buraya yerleşmesiyle büyümüş, halkı dericilik ve demircilik sanatı yönünden oldukça ileri düzeye ulaşmıştır. Kentteki dericilerin yönetime yaptıkları önemli bir bağıştan ötürü Agoranın giriş kapısı karşısına bunu belirten bir kitabe koymuşlardır. Bu kitabe günümüze kadar aynı yerinde gelmiştir. Bu gün harabelerden kalma demir yığını o devrin demircilik saltanatının ne derece ileri olduğunu göstermektedir. Roma döneminde Kbyra bölgenin yönetim merkezi olmuştur. Kente ait kalıntıların bulunduğu tepelerin eteklerinde çok sayıda yer altı mezarları vardır. Ne yazık ki bu mezarların çoğu defineciler tarafından kaçak olarak kazılmış, mezar ve mezar kapaklarının bir çoğu tahrip edilmiştir. Kbyra kentinin kalıntılarının bulunduğu tepelerin batısında Böğrüdelik adı verilen mevkide bir dağ sırası vardır. Burada 4 köşeli gösterişsiz büyük bina bulunmaktadır. Kitabelerin bir çok yerinde kentin adı yazılıdır. Ayrıca yanında kavisli bir biçimde stadiumu vardır. Bunun yanında bulunan nekropol alanında da çok sayıda lahit görülmektedir.
-
BURDUR YEMEKLERİ BURDUR GAZEL BÖREĞİ GEREKLİ MALZEME 4 bardak elenmiş un 1 bardak nişasta 2 bardak erimiş yağ ya da zeytinyağı Yeterince tuz, su. İÇİ İÇİN: 250 gr. kıyma 2 adet patates Küçük bir demet maydanoz Tuz, karabiber. YAPILIŞI İki kaşık yağ içerisinde rendelenmiş soğan, rendelenmiş patates ve kıyma ateşte biraz öldürülür, ocaktan indirilir. Tuzu biberi maydanozu konur, karıştırılır, soğumaya bırakılır. Hamuru, una su ve tuz katılarak kulak memesinden daha katı tutulur, iyice yoğrulur. Cevizden büyük parçalara ayrılır, beze yapılır, üzerine nemli bez örtülür. Bir müddet dinlenen bu bezeler nişasta ile incecik açılır, ayrı ayrı serilir. Az bir zaman sonra yağlanmış bir tepsiye ilk yufka serilir. Yufkalar tepsiden büyükse hafifçe kırıştırılır. Her bir yufka kondukça üzerlerine erimiş yağdan kaşıkla serpilir. Yufkaların yarısı bitince üzerine evvelce hazırlanan iç düzgünce yayılır. Uzerine bir yufka daha konur, tekrar üzeri yağlanır. Böylece üzerine serilen yufkalar yağlanmak suretiyle tamamlanır. En üste yağla karışık bir yumurtanın sarısı sürülür. Yahut yoğurtla karışık yağ sürülür. Onbeş yirmi dakika sonra kareler şeklinde kesilir, sonra bu karelerin karşılıklı iki ucundan kesilerek üçgen şekli verilir. Fırına verilerek alt ve üstü pişinceye kadar fırında bırakılır. HAŞHAŞ HELVASI GEREKLİ MALZEME 2 bardak pekmez 2 bardak haşhaş. YAPILIŞI Pekmez ateş üzerine konur. Kaynatılmak suretiyle koyulaştırılıp, ağda haline getirilir. Ağdanın kıvama gelip gelmediğini anlamak için soğuk su üzerine kaşıkla ağdadan bir damla damlatılır, top halinde düşüp öylece kalırsa ağda kıvama gelmiş demektir. Bu ağda içerisine evvelce temizlenmiş, yıkanıp, kurutulmuş haşhaş dökülür. Bir iki dakika tekrar ateşte tahta kaşıkla karıştırılarak kaynatılır, ateşten alınır. Ilık hale gelinceye kadar bekletilen bu karışımdan yumurta büyüklüğünde parçalar alıp, düz ve temiz iki taş arasında haşhaş tohumları ezilinceye kadar altlı üstlü dövülür. Bıçak sırtından biraz kalınca yaprak haline getirilir, hafifçe dürülerek servis tabağına istif edilir. Diğer parçalar da aynı şekilde dövülür, dürülür. NOT: Aynı işlemlerle dövülmüş cevizden ceviz helvası da yapılır. Burdur’da bu helva genellikle pekmezden yapılır. Çünkü pekmezin kendine has kokusu ile daha nefis olur. Pekmez, haşhaş ve ceviz kanşımı ile de yapılır. Sade şekerle yapılacaksa şekeri ağda haline getirirken yeterince limon suyu veya limon tuzu koymak gereklidir EKMEK DİLİMİ GEREKLİ MALZEME 1 bayat ekmek 3 yumurta 1 kaşık nişasta 3 kaşık un 1 çay bardağı rendeIenmiş az tuzlu peynir 1 küçük demet maydanoz 1 çay bardağı su Yeterince tuz 1 su bardağı yağ. YAPILIŞI Un, yumurta ve nişasta ile birlikte bir telle güzelce çırpılır. İçerisine bir çay bardağı rendelenmiş peynir, ince kıyılmış maydanoz-ye bir çay bardağı su katılarak hepsi birlikte güzelce karıştırı ur. Diğer taraftan bir veya iki günlük bir bayat ekmek, birer santim kalınlıkta düzgünce dilimler halinde kesilir. (Peynirin tuzu ile ekmeğin tuzu kafi geleceğinden ekmek dilimi için pek tuz istemez). Bir tavada bir su bardağı çiçek yağı kızdırılır. Kesilen ekmekler, yumurtalı malzemeye bulanıp çıkarılır, bekletilmeden hemen kızgın yağa atılır. Ekmeklerin iki tarafı nar gibi kızartıldıktan sonra sıcak olarak yenir. Not: Ekmek dilimleriyumurtaya bulanmış şekilde bekletilmez, hemen kızgın yağa atıhr. Ekmek dilimi yumurtah olarak bekletilirse kizartılırken parçalanır. Kızartılan yağ artarsa süzülür tekrar başka bir şey kızartılabiilr ÇEKME GEREKLİ MALZEME 1 kilo kuzu budu 2 bardak pirinç 3 kaşık yağ Yarım kaşık saİça Yeterince tuz, su Maydanoz, karabiber. YAPILIŞI Önce pirinç ayıklanır. Parmak dayanacak kadar tuzlu suda ıslatılır. Et dört parçaya bölünür, sekiz bardak suda haşlanır, biraz tuz konur. Tekrar kaynatılır, pişince suyundan alınır. Bu parçalar üzerine bulamaç kıvamına getirilen salça sürülür. Elektrikli kapaklı ızgara üzerine konur, her tarafı nar gibi kızartılır veya etlere salça sürmek sureti ile fırında da kızartılabilir. İki bardak pirinç, dört bardak et suyu ile pirinç pilavı pişirilir. Üzerine kızartılmış yağ dökülür, pilav demlendirilir. Büyükçe servis tabağına demlendirilmiş pilav düzenlice dökülür, üzerine kızartılmış etler sıralanır. Hepsinin üzerine kıyılmış maydanoz ve karabiber serpilir. Servis yapılır. KABAK HELVASI GEREKLİ MALZEME 4 kg. kadar kabak Yeterince şeker Limon tuzu (1 kg. şekere nohuttan biraz büyükçe hesabı ile..). YAPILIŞI Kabağın üzerindeki kabuklar bıçakla alınır. Dolmada olduğu gibi kazınmaz. İçinin çekirdekleri ayıklanır. Parçalara bölerek rendelenir. Avuçlar içerisinde sıkılarak suyu bir tarafa akıtılır. Sıkılan topaçlar ayrı bir yere konur. Başka bir kabda ayrı ayrı iki ölçü kabak rendesi, ikinci bir kapta bir ölçü şeker hesabıyla malzemeler ayrı ayrı konur. Şeker ocakta çok az su ile eritilir. Limon tuzu, ekşiliğini belli edecek kadar katılır, şeker kıvamlıca kaynatılır. Kaynayan bu şekere göre iki misli hesabıyla ölçülen rendelenmiş kabak dökülür. Hafif ateşte karıştırarak sakız gibi ve altın sarısı bir renk alıncaya kadar karıştırmaya devam edilir. Helvanın olup olmadığını anlamak için bir parça alınır buzdolabının buzluğuna konur, çabucak donarsa olmuş demektir. Sulu ise biraz daha ocakta kaynatılır. Bütün işlemler tamam olduktan sonra servis tabaklarına alınır, üzeri düzlenir, ağartılmış badem döşenir ya da kavanozlara doldurulur. Uzun zaman hatta yıllarca durur. Not: * Kıvama gelmiş helva ağıza alınınca kıtır kıtır yani kabak-ları iyice sakız gibi yumuşak olmamışsa biraz su koyup pişirmeğe devam edilir. ** Bu helva bildiğimiz, dolmasını ve sair yemeklerini yaptığımız sakız kabağının kartlaşmış, fakat sararmamış iri olanlarından yapılır. Burdur’da üreticiler bu kabakları özel olarak yetiştirirler. Tanesi dört beş kilo gelenleri vardır. ARAPAŞI ÇORBASI GEREKLİ MALZEME 2 bardak un 4 kaşık yağ 3 bardak tavuk suyu 1 kaşık salça ya da 3 domates 1 piliç Yeterince toz kırmızı biber Yeterince tuz. YAPILIŞI Evvelden temizlenmiş piliç bütün olarak haşlanır. Eti iyice yumuşatılır. Bir tepsiye şöyle Arapaşı yapılır: "İki bardak elenmiş un bir buçuk bardak su içerisinde karıştırılarak eritilir. Sonra üç bardak piliç suyu ile ateşte tuzu da katılarak koyuca bir bulamaç yapılır. Büyükçe bir tepsiye dökülür, düzgünce yayılır, soğutulur." Bir tencerede üç kaşık yağ kızdırılır. Iki fincan un hafifçe kavrulur. Uzerine tuz ve dört bardak piliç suyu, acı kırmızı biber katılır, karıştırılı r, kaynatılır. Böylece çorba hazırlanmış olur. Bu çorbanın içerisine pişen pilicin etlerinden küçük parçalar halinde kemiksiz olarak katılır. Tepsinin içerisindeki unlu bulamaç masanın üzerine konur. Çorba da küçük kaplara katılarak servis yapılır. Çorba çok sıcak, Arapaşı soğuk olur. Sofradakiler sinide önlerine düşen kesilmiş parçalardan alarak sıcak çorbaya batırır öyle yerler BURDUR TESTİ KEBABI GEREKLİ MALZEME 1,5 kilo orta yağlı koyun eti 60 kadar ceviz büyüklüğünde soğan 2 kaşık yağ Yarım kaşık salça 2 büyük domates Yeterince tuz Uzerine kimyon, karabiber. YAPILIŞI Et kuşbaşı doğranır, yıkanır ve suyu süzülür. Bir çömleğe (Bu yemeğe mahsus Burdur’da özel yapılmış çömlekler vardır, şöyle ki: Altları su testisi gibi, ağzı beş parmak kadar genişlikte olur) evvela et ve yağ konur. Yanmış mangal kömürünün ortasındaki kömürler yan taraflara alınmak üzere aralanır. Aralanan kısma testi oturtulur. Kömür közleri testinin etrafında testiye değecek şekilde kalır. Zaman zaman testinin iki kulpundan tutullarak içindeki etler silkelenmek suretiyle hareket ettirilir; bu testinin içindeki etlerin eşit pişmesini sağlar. Etlerin suyu çekilip, kavrulmaya başlamasiyle üzerine altmış kadar ayıklanmış soğan, salça, doğranmış domates ve tuz konur, karışması için silkelenir. Testinin ağzı bir bezle bağlanır, etrafı hamurla sıvanır. Yine ateşe konur. Ateşte (etrafı yanmış kömür, ortası küllü ateş üzerinde) elli altmış dakika kadar, zaman zaman silkelemek suretiyle pişirilir. Ateşten alınarak yirmi dakika kadar öylece bekletilir. Testinin hamurla sıvanan ağzı açılır, servis tabaklarına alınır, üzerine kimyon ve karabiber serpilir. ŞİŞ KÖFTE GEREKLİ MALZEME Yarım kilo kıyma (koyun, dana karışımı ya da erkeç etı) Yanında domates, yeşil biber, soğan, maydanoz Yeterince tuz, karabiber. YAPILIŞI Koyun ve dana etinden iki defa çekilmiş kıyma, yeterince tuz ile yoğrulur. Burdurda daha ziyade erkek keçinin bir yaşında kadar olanından yani çebişten yapılanı daha lezzetli olur. Yoğrulan et yarım saat kadar bekletilir. Ceviz büyüklüğünde alınan yoğrulmuş kıyma avuçta sıkılarak özel yapılmış şişlere geçirilir. El su ile ıslatılarak yassıltılır, yanları da parmaklarla sıvazlayarak düzgün hale getirilir. Ayrıca boş bir şişe domates doğranarak dizilir, yanına biber hatta soğan da geçirilir, şiş köftelerle birlikte mangal kömürü veya odun közleri üzerinde pişirilir. Şayet pişirmek için özel ocağımız yoksa kızdırılmış, yağlanmış ızgarada şiş kullanılmadan, fakat şişteki şekil verilip çevirmek suretiyle pişirilir. İsminden de anlaşılacağı üzere en iyisi şişte ve yanmış kömür üzerinde yapılanıdır. Burdur lokantalarında halen bu usul devam etmektedir. Şiş köftelerinin iki tarafı pişirilince zaman zaman el kadar kesilmiş pideler arasına bastırılarak şiş köftenin suyu sıkılır, pideler üzerine kapatılarak ısıtılır. Şiş köfteler orta bir vaziyette pişirildikten sonra ısınan iki pide arasına konur, pidenin bize gelen tarafından bastırılarak şişleri kendi yönümüze geriye doğru çekerek çıkarılır. Ayrıca, pişen domates, biber, soğan da şişlerin üzerine boşaltılır. Üzerlerine, karabiber serpilerek sıcak sıcak yenir. PATLICAN REÇELİ GEREKLİ MALZEME 1 kilo parmak uzunluğunda körpe patlıcan 8 bardak şeker 3 bardak su (şekerin üzerine basacak kadar) 1 tatlı kaşığı limon tuzu 10-15 kadar karanfil Nohut kadar şap. YAPILIŞ Patlıcanların incecik kabukları tamamen alınır. Soyulanlar hemen suya atılır. Patlıcanların soyulma işlemi bittikten sonra sudan çıkarılır. Suyu iyice süzülür. Tekrar su içerisinde yumuşayıncaya kadar haşlanır, yıkanır ve suyu yine iyice süzülür. Şekerin üzerine basacak kadar (3 bardak) su konur. Kaynatılır ve köpükleri alınır. İçerisine patlıcanlar atılır. Kaynamaya bırakılır. Sonra nohut kadar şap atılır. Yine kaynatmaya devam edilir. Bir tabak üzerine damlatılan damlalar şeklini bozmayıp top halde durursa reçel olmuş demektir. Bundan sonra limon tuzu atılır, bir iki taşım daha kaynatılır, ocaktan indirilir. Soğuduktan sonra bazı patlıcanlara karanf iller saplanır. Karanfil kokusu hepsine geçer, bu da reçele güzel bir çeşni ve koku sağlar. Kavanozlara doldurulup kapağı kapatılarak muhafaza edilir.
-
Burdur Coğrafi Yapısı Burdur İli'nin Coğrafyası ve Genel Bilgiler Genel Bilgiler Yüzölçümü : 6883 Km2 İl Trafik Kodu : 15 Telefon Kodu : 0248 Nüfus : 256.803 (2000) Doğal güzellikleri ve kültürel zenginlikleri açısından Batı Akdeniz Bölgesinin önemli bir kenti olan Burdur’da;19.yy’ın sonları ile 20.yy’ın başlarında yapılan araştırmalar,Güneybatı Anadolu’nun bu kısımlarının Prehistorik devirlerden bu yana iskan edildiğini ortaya çıkarmıştır. Bu evreyi,ilimizin sınırları içinde bulunan Hacılar,Kuruçay ve Höyücek Höyüklerinde yapılan kazılar doğrulamaktadır. M.Ö.7000’lere kadar giden ilimiz tarihi göstermektedir ki,sosyal hayatın ayrılmaz bir parçası olan iskanlaşma,günümüzden 9000 yıl öncesine kadar gitmektedir. Bu durum ilimiz için olduğu kadar,Anadolu kültür tarihi açısından da önemlidir. Burdur İlinde,çevresiyle birlikte(Göller Bölgesi) ilk tarih çağlarından günümüze kadar bütün dönemlerin yaşandığını, günümüze kadar gelen medeniyet eserlerinden anlamaktayız. Bugün çevremizde bu dönemlere ait 50’ye yakın höyük ve Tümülüs ile 25’ten fazla ören yeri ve antik kent yerleşim yeri bulunmaktadır. Coğrafya Burdur, Akdeniz Bölgesinin iç kısmında ve Göller Yöresi adı verilen bölgede yer almaktadır. İl toprakları 36-53 ve 37-50 kuzey enlemleri ile 29-24 ve 30-53 doğu boylamları arasında yer alır. İlin yüzölçümü 6883 km2 dir İl arazisinin %60.6’sı dağlık, %2.7’si yayla, %19’u ova %17.6’sı engebelidir. Topraklar genel olarak killi ve kireçli bir yapıya sahiptir. İlin genel yüksekliği (ortalama) 1000 metredir.İlimiz güneyden Batı Torosların uzantıları üzerindeki Boncuk Dağları, Elmalı Dağı ve Katrancık Dağı, doğudan yine Batı Torosların uzantısı olan Kuyucak ve Dedegöl Dağı, kuzeyden Burdur Gölü ve Karakuş Dağı Sırası, batıdan ise Acıgöl ve Eşeler Dağları gibi doğal sınırlarla çevrilmiştir. Güneyde Antalya, Batıda Denizli, Güneybatıda Muğla, Doğu ve Kuzeyde Isparta ve Afyon illeri ile çevrilidir. Burdur, Akdeniz Bölgesinde yer almasına rağmen kışları soğuk ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak bir iklime sahiptir. İlin rakımı 950’dir.İç Anadolu Bölgesiyle Akdeniz iklimi arasında bir geçiş noktasıdır. İlde çok sayıda göl ve orta boy akarsu bulunmaktadır. Türkiye'nin önemli göllerinden olan Burdur Gölü her türlü su sporları için elverişlidir. İlin diğer önemli gölleri ise Salda,Yarışlı,Karataş ve Gölhisar Gölüdür. Birçok sulama göletlerinin yanı sıra, Karacaören,Yapraklı,Onaç 1 ve Onaç 2 ve Karamanlı Barajları vardır. BURDUR GÖLÜ Burdur Gölü Söğüt Dağı ile Sulu dere Yayla dağ kütleleri arasında kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan oluk şeklindeki tektonik çöküntünün sularla dolması ile oluşmuştur.Gölün batı kesimi boyunca uzanan fay hattı nedeniyle bu kısımda kıyı çizgisi çok dardır. Bu dar bölgelerde göl birden derinleşir. Gölün güney ve kuzeyinde ise alüvyonların birikmesi ile sazlarla kaplı ve delta oluşumu başlamıştır. Kapalı bir havzada yer alan gölün akıntısı yoktur.Göl suyu oldukça tuzlu olup ülkemizin en derin göllerinden birisidir. Derinlik bazı bölgelerde 100 metreyi bulur. Göl su seviyesinin son yıllardaki aşırı düşüşüne gölü besleyen dere ve çaylar üzerinde yapılan barajlar ve son yıllardaki bölgede yaşanan aşırı kuraklığın neden olduğu sanılmaktadır. Göl üzerinde yapılan araştırmalara göre besin maddeleri yönünden çok zengin olmadığı belirtilmektedir. Buna karşılık gölün yüze yakın kuş türüne ve yaklaşık olarak 300 bine yakın su kuşuna ve özellikle Dünyada nesli tükenmekte olan "dikkuyruk" ördeklerinin % 70'ine ev sahipliği yapmaktadır. Endemik kuş türlerinin barınma alanı olan Burdur Gölü uluslararası öneme sahip bir sulak alandır. 85 kuş türü yaşar. SALDA GÖLÜ Yeşilova İlçe Merkezine 6 km. uzaklıktadır. Göl Antalya-Denizli Pamuk kale Ana-tur güzergâhı üzerinde ve ilimizde yaz ve kış aylarında turizm hareketliğinin yoğun olarak yaşandığı ve tur otobüslerinin göl kenarında bulunan tesislerden yeme-içme ve kısa süreli dinlenme ihtiyaçlarını giderdikleri çok önemli bir konumda bulunmaktadır. Doğan baba, Salda, Eşeler Dağları ve Kaya dibi Taşı önünde teşekkül etmiştir. Yapı itibariyle menşei tektoniktir. Denizden yüksekliği 1193 metredir. Tehlikeli bir bataklık sahası yoktur. Oldukça yuvarlak bir görünümü vardır. Suyu tatlıdır, içinde balık yaşar. Çok derin göllerden biridir. Balık yakalaması zordur. 47 km2 lik bir sahayı kaplar. Güney cephesinde bulunan Sultan Pınar suyu burayı bir mesire yeri haline getirmiştir. Göl çevresinde tabii kumsallar mevcuttur. Gölden sonra kumsalları takiben ormanlar başlar. Salda Gölü ve çevresi, 14.6.1989 tarihinde 1.derece Doğal Sit Alanı olarak tescil edilmiş ve koruma altına alınmış iken, bu karar Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunun 28.7.1992 tarih ve 1501 sayılı yeni kararı ile tadil edilerek, Salda Gölü kıyısındaki bazı mahaller, 2.derece Doğal Sit Alanı olarak tescil edilmiştir. KARATAŞ GÖLÜ Burdur Karamanlı yolu üzerinde Karataş Tepesi ve Kağılcık Dağları önündedir. Karataş Gölü’nün suyu tatlıdır ve geniş sazlık alanlarıyla kuşlar için önemli kışlama ve üreme alanıdır. Gölden sulama amaçlı olarak da yararlanılmaktadır. Göl aynı zamanda Av ve Yaban Hayatı Koruma Alanıdır. YARIŞLI GÖLÜ Yeşilova sınırları içinde Yarışlı,Harmanlı,Sazak, Kocapınar ve Düğer Köyleri arasında 2000 dekarlık bir sahayı işgal eder. Ortasında bir de adacığı vardır. Suyu tuzludur ve bir çok kuşa ev sahipliği yapar.Ayrıca gölün doğu kıyısındaki yarımadada M.Ö. 6. yy.lın son çeyreğinde kurulan klasik çağa ait bilinen en eski yerleşim yeri Tymbrianassus Hacılar Höyüğünün 10 km. batısında Düğer Köyü’nün güney batısında bulunmaktadır. GÖLHİSAR GÖLÜ Gölhisar İlçesindedir. Gölde bol olarak yayın balığı avcılığı yapılmaktadır. Denizden yüksekliği 1000 m. dir. Azami derinliği 10 m. kadardır. Etrafı sazlıklarla kaplıdır. Karacaören Barajı: Aksu çayı üzerindeki baraj Bucak ilçesine 35 km uzaklıktadır. Bölgenin enerji ve sulama ihtiyacını karşılamanın yanında, doğal güzellikleri ile mesire yeri olarak ilgi görmektedir. Baraj Gölünün kenarında turizme hizmet veren lokantalar bulunmaktadır. Yapraklı Barajı : Dalaman Çayı’nın bir kolu üzerinde kurulmuştur. Gölhisar Ovasının sulama ihtiyacını karşılar. Gölün etrafı Belediyece mesire yeri olarak düzenlenmiştir. Çevre il ve ilçelerin rağbet ettiği bir piknik alanı haline dönüşmüştür. Yaylalar Burdur ilinde yükseklikleri 1200 ile 2200 metre arasında değişen birçok yayla vardır. Bölge insanının Yörük olması, yayla geleneğinin devam etmesinin sebeplerindendir.Yaz aylarında, Ağlasun Akdağ Yaylası, Altınyayla Kırkpınar Yaylası, Bucak Kestel ve Kumar Yaylaları, Kemer Akpınar Yaylası, Gölhisar Koca Yayla ve Böğrüdelik Yaylası ile Yusufça Yaylası, Yeşilova Eşeler Yaylası ve merkez Aziziye Yaylası bölge insanları için önemli yaylalardır. Yeryüzü Şekilleri ve Engebeleri; İl bütünü ile bir plato manzarası göstermektedir. Bu yüzden İl topraklarını oluşturan platonun coğrafi karakterini üç bölümde incelemek mümkündür. Çevre dağlar ve bunların arasında kalan göl ve ovalardır. Kuzey, kuzeybatı ve güneydeki dağlar, bu dağlar arasına sıkışmış verimli ovalar ile küçük tarım alanları, göllere dökülen akarsuların beslenme havzaları bu bölüme girer. Bu ilk bölüme “deprasyon bölge” diyebiliriz. İl merkezinin güney ve güneydoğusuna doğru gidildikçe yükselti fazlalaşır. Bu bölümde ova, yayla, plato ve dağlar yer almaktadır. İl topraklarının güneybatı kesimlerini içine alır. Yüzey şekilleri bakımından bu bölüm yumuşak yapıdadır. Bu bölüm bütünüyle arızalı bir yayla görünümündedir. Dağları ; Yaklaşık olarak il topraklarının %61’ini kaplamaktadır. İlin en önemli dağları arasında Söğüt, Kestel ve Katrancık, Rahat, Koçaş ve Eşeler gösterilebilir. Ovaları ; Burdur İli çevresinde sıralanan dağlar arasında geniş düzlükler bulunmaktadır. Ovalar birbirinden dar ve derin boğazlarla ayrılmaktadır. Bu durum ova tabanlarının eskiden bir göl yatağı olduğunu göstermektedir. Doğal Görünümleri bozkır karakterindedir. Ovalar İl topraklarının yaklaşık olarak %19’unu kaplar. Bunlar; Merkez İlçede; Burdur Ovası, Hacılar, Yazıköy, Yarıköy, Eğneş, Kozluca, Elmacık, Kılavuzlar, Çine, Kuzköy, Çeltikçi Ovaları. Ağlasun’da; Ağlasun, Başköy, Öteyüz ovaları. Bucak’da; Bucak, Kestel, Keçili, Ambahan, Ürkütlü, Kızılkaya, Yuva, Karapınar Ovaları. Gölhisar’da; Gölhisar, Yamadı, Çavdır, Haravza, Söğüt Ovaları. Tefenni’de; Tefenni, Hasanpaşa, Başpınar, Beyköy Ovaları. Yeşilova’da; Akçaköy, Erli Ovaları. Karamanlı’da; Karamanlı, Kağılcık Ovası. Akarsuları; Burdur İlindeki gölleri besleyen ve ziraat sahalarının sulanmasında etkinliği olan bir çok akarsu vardır. Bunlar; Merkez İlçe; Alakır, Burdur, Arvallı, Gıravgaz, Çeltikçi, Askeriye ve Çerçin Çayları, Ağlasun İlçesi; Başköy Çayı, Tefenni İlçesi; Karamusa, Hasanpaşa, Tefenni Çayları, Gölhisar İlçesi; Horzum, Acel, Dalaman Çayları, Yeşilova İlçesi; Salda, Ulupınar, Armut, Niyazlar, Doğanbaba, Köpek, Yarışlı, Düğer Çayları, Bucak İlçesi; Kestel ve Aksu Çayları. Burdur İli, arazi yönünden engebelidir. İlde ormanlar daha çok dağlık alanlar ve dik yamaçlarda yer almaktadır. Eşik kısımlarda ise, maki ve sert yapraklardan oluşan bir bitki örtüsü vardır. Burdur Ormanları; Özellikle Karaçam, katran, akçam, ardıç ve meşe ağaçlarından oluşmaktadır. Bu ormanlardan başka ilin çeşitli yerlerinde kitre yetişmekte, bu yer fundalıklar halinde yayılmaktadır. Burdur İlinde ve kenarlarında kavak ağaçları ile çeşBitki Örtüsü;itli meyve ağaçları yetiştiren bahçeler bulunur. İklimi; İl toprakları Akdeniz iklimi etkisinden uzakta kaldığından ve il topraklarının güneybatı yönünde mevcut yükseltiler nedeniyle kışlar soğuk, yazlar da sıcak geçer. Yıllık yağışın büyük bir kısmı kış aylarında yağmur ve kar biçiminde olur. Yıllık yağış ortalaması 398-804 mm arasında değişir. En yüksek sıcaklık 26C 30C, en düşük sıcaklık –16C -20C, yıllık ortalaması ise 11C 13C dolaylarındadır.
-
Burdur Türk Tarihi Dönemi 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden sonra ise bölge; sırasıyla Selçuklular, Hamitoğulları ve Osmanlıların hakimiyeti altına girmiştir. Anadolu’ya yayılan Oğuz boyları muhtemelen 1075’lerde o zaman Psidia diye adlandırılan bölgeye ve Polidia denen Burdur’a yerleşmeye başladılar. İlk yerleşim yerleri Şekerpınarı-Hamam bendi mevkii olmuştur. Çoğunluğu Kınalı aşiretinden olan Türkmenler , en az 2000 çadırdan meydana gelen bir toplulukla yerleşim yerleri kurmaya başladılar. Başlangıçta kendi başlarına hiçbir devlete bağlı olmadan ve komşuları olan Bizanslılarla mücadele ederek varlıklarını sürdürdüler. Bu mücadelelerin en önemlisi Dinar yakınlarında Bizanslı Manüel Kommenos komutasındaki orduyu yenmeleridir. Bilhassa Haçlı Seferleri döneminde Selçuklu Hükümdarı l.Mesut ve ll.Kılıçarslan’ın Erle Ovasında bu orduyu yenilgiye uğratması Selçuklu Hakimiyetini bu bölgede kolaylaştırdı. Selçuklu hükümdarı ll.İzzeddin Kılıçarslan Denizli, Uluborlu, Burdur ve Antalya’ya kadar olan bölgeyi ve Türkmen aşiretlerini idaresi altına aldı. Fakat Türkmen aşiretleri üzerinde tam bir otorite sağlayamadı. Bölge; 1219 ve 1236 yıllarında tekrar l.Keykavus ve Alaaddin Keykubat tarafından alındı. Böylece Bölge kesinlikle Selçuklu hakimiyetine girmiş oldu.. 1257 yılında Selçuklu Devleti üç kardeş arasında pay edildi. Fakat ll.Alaaddin Keykubat ölünce, ll.İzzeddin ve lV. Rukneddin Kılıçarslan arasında paylaşıldı. Ama iki kardeş arasında çıkan savaşta Rukneddin yenildi ve Burdur kalesine hapsedildi.1259 tarihinde hapisten çıkarak Selçuklu tahtına oturdu. Rukneddin Kılıçarslan hapis dönemi olaylarının intikamını almaya başladı. Bu yüzden huzursuzluk arttı. Bu arada Baba İlyas ve Baba İshak isyanları da devletin otoritesini sarstı. Ve nihayet Selçuklu Devleti 1303 yılında tamamen ortadan kalktı. Bu otorite boşluğundan istifade eden Selçukluya bağlı aşiret ve oymakların “Uç” Beyleri de kendi başlarına hükümet kurmaya başladılar. Antalya ve Denizli’nin Türk hakimiyetine girmesinden sonra akın akın gelen aşiret ve oymaklar, bilhassa Kayı, Avşar, Bayındır, Büğdüz, Yazır, Yiva ve diğerlerinin toplamı 200 bin çadıra ulaşmıştı. Bu Türkmen nüfusunun merkezi de Burdur olmuştur. Celaleddin Harzemşah’ın komutanlarından ve Yomut kabilesinden olan Hamit Bey, Selçukluların döneminde Burdur ve Çığralı’ya kadar olan bölgenin sınır beyiydi. Selçuklunun yıkılma dönemine denk gelen Hamitoğulları beyliğinin esas kurucusu Hamit Bey’in torunu olan Felekeddin Dündar Beydir. Bir “Uç” beyi olan Dündar Bey, beyliğini Burdur’da ilan ederek beyliğinin adını dedesinin adına hürmeten “Hamitoğulları” olarak duyurdu. Hamitoğullarının en parlak dönemi Dündar Beyin zamanıdır. Beyliğin sınırları genişlemiş, Antalya, Gölhisar ve Korkuteli Beyliğe katılmıştır. Burdur İli, döneminin en önemli merkezi olmuştur. Sanat, ticaret ve nakliye gelişmiştir. İlhanlılar Anadolu’ya geldiğinde diğer beylikler gibi Hamitoğulları da bağlılıklarını Başvezir Emirçoban’a bildirerek, İlhanlı fırtınasını kazasız atlatma yoluna gitmiştir. Emirçobanoğlu Timurtaş’ı (Demirtaş), Anadolu Valisi olarak atamıştır. Timurtaş Anadolu’daki beylikleri tek tek ortadan kaldırmaya başlamıştır. Hamitoğullarının da üzerine yürüdü. Dündar Beyi 1323 yılında Antalya’da öldürdü ve Hamitoğullarının toprağını ilhak etti. Bu durum karşısında Dündar Beyin oğulları memleketten kaçtılar. Bu hakimiyet 1327 yılına kadar devam etti. Oğlunun yaptıklarını tasvip etmeyen Emirçoban, Anadolu’ya gelerek oğlunu ortadan kaldırmak istedi. Timurtaş Mısır’a kaçtı, fakat orada öldürüldü. Dündar Beyin oğlu Hızır Bey Eğirdir’e gelerek Hamitoğullarının topraklarının bir kısmında hakimiyet kurdu.Hızır Beyin ölümünden sonra yerine, Dündar Beyin diğer oğlu İshak Bey geçti. İshak Beyin Beyşehir ve Akşehir’e kadar beyliğin sınırlarını genişlettiğini görüyoruz. İshak Beyin 1335’te ölümünden sonra yerine oğlu Muzafereddin Mustafa Bey geçti. Onun da yerine oğlu Hüsameddin İlyas Bey 1349’da başa geçti. İlyas Bey Karamanoğullarıyla savaştı fakat, topraklarını kaybetti. Germiyanoğullarının yardımıyla topraklarını geri aldı. Yerine geçen Kemaleddin Hüseyin Bey, Karamanoğulları’nın saldırısına uğradı. Ama Osmanlılar ve Germiyanoğulları’nın yardımıyla kurtuldu. Bu sırada Anadolu’nun Söğüt Bölgesinde gittikçe büyüyen ve kuvvetlenen ve Osmanoğulları tarafından kurulan Osmanlı Devleti dikkat çekiyordu. Osmanlı padişahı Murat Hüdavendigar Kosova’da şehit olunca yerine oğlu Yıldırım Beyazıt geçmişti. Yıldırım Beyazıt’ın hükümdarlığını başta Karamanoğulları olmak üzere diğer beylikler de tanımadılar. Yıldırım Beyazıt Anadolu’ya geçerek bu beylikleri teker teker ortadan kaldırdı. Hamitoğulları Beyliğini de ortadan kaldırarak Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi olan Kütahya’ya bağladı. (1391) Böylece Hamitoğulları ve diğer beylikler ortadan kalkmış ve Anadolu’da Türk Birliği sağlanmıştır. Hamitoğullarının son beyi Kemaleddin Hüseyin Beyin oğlu Mustafa Bey, Osmanlı komutanı olarak görev almıştır. Böylece Burdur’un Osmanlı Dönemi başlamıştır.Osmanlı Şehzadelerinden l. Beyazıt ve ll. Selim Kütahya’da Beylerbeyi olarak bulundular. ll. Beyazıt zamanında Şah kulu ayaklanması ortaya çıkmıştır. Şah kulu Şehzade Korkut’un Antalya’dan Manisa’ya giden hazinesini yağmalamış, Antalya, İstanos, Almalı, Burdur ve Keçiborlu’yu basarak, buraların kadılarını ve bir çok insanı öldürmüştür. Şah kulu sonunda İran’a sığınmış ve böylece tehlike ortadan kalkmıştır.XVl. yy.a kadar Burdur ‘da önemli olaylar olmamıştır. 1522’de de Burdur Tirkemiş İlçesi merkezi durumdadır. Bu dönemde şehir eskiye nazaran daha gelişmiştir.XVl.yy.ın sonuna doğru şehir biraz daha büyümüştür. Ekonomi canlanmıştır. Bu bakımdan verilen vergiler fazlalaşmıştır. 1839 Tanzimat hareketinden sonra Burdur, Kütahya ilinden ayrılarak Konya ilinin Isparta kaymakamlığına bağlandı. 1850 yılına kadar bu bağımlılık sürdü. Daha sonra başta Saden oğlu Hacı İsmail Ağa olmak üzere Burdur’un Sancak olması için uğraşmışlar ve 1872 yılında Burdur sancak olmuştur. Burdur’un ilk sancakbeyi Mehmet İzzet Paşadır. Osmanlı Devleti 1914’te 1. Dünya Savaşına katılınca bütün yurtta seferberlik ilan edilmiş ve aynı yıl Burdur’da şiddetli bir deprem olmuş, yaklaşık 1500 kişi ölmüş ve şehrin önemli dini yapıları bu depremde yıkılmıştır. Her iki felaket birleşmiş ve Burdurlular birkaç yıl bu kötü şartlar altında yaşamışlardır.1920 yılında müstakil mutasarrıflık olan Burdur, doğrudan hükümet merkezi olan İstanbul’a bağlanmıştır. 1.Dünya Savaşının yenilgi ile neticelenmesinden sonra İtalyanlarAntalya’ya asker çıkardılar. Burdur’a gelerek merkez komutanlığı kurdular. Burdur düşmanın yurttan atılmasından sonra kurulan yeni Türkiye Cumhuriyetinde 1923 yılında İl olarak yerini almıştır. Kuva-i Milliye ve Burdur : Mondros Mütarekesinin ilk günlerinde,57.Tümenin önemli bir topçu ve piyade cephaneliği Antalya’nın Badem ağacı köyünde bulunmaktadır. İtalyanların Antalya’yı işgal ettikten sonra Burdur’a doğru ilerleyeceği anlaşılınca 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Bey (AKER) 7 Nisan 1919’da Badem ağacına giderek cephaneliği boşalttırmıştır. Buradaki cephane ve silahlar, daha içerilere, Burdur’un Çeltikçi Köyüne götürülmüştür. Bu silahlardan, Nazilli cephesindeki direniş sırasında ve daha sonraki savaşlarda çok yararlanılmıştır. Burdurlu Kuva-yi Milliyecilerin Demirci Mehmet Efenin Yunanlılara karşı Nazilli Cephesinde verdiği direnişe büyük yardımları olmuştur. Cepheye çok sayıda gönüllünün yanı sıra silah, cephane, yiyecek ve giyecek göndermişlerdir. Nazilli Cephesinde 400’e yakın Burdurlu gönüllü hayatını kaybetmiştir. Burdur Kuva-yi Milliye Teşkilatı çalışmalarını uzun süre bağımsız yürüttüyse de Sivas Kongresi’nden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetine bağlanmıştır. 1920’de toplanan Büyük Millet Meclisine Burdur’dan ünlü kişiler katılmıştır. Bu Milletvekillerinin en ünlüsü İstiklal Marşımızın yazarı milli şair Mehmet Akif ERSOY’ dur. Atatürk’ün Burdur’a Gelişi : Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu büyük Türk Atatürk, ilk olarak 6 Mart 1930 tarihinde Isparta gezisinden sonra Burdur’a teşrif etmiştir.Atatürk 6 Mart 1930 sabahı Burdur’un ileri gelenleri tarafından Baladız’da karşılanmış, yanlarında Prof. Afet İNAN, Burdur, Isparta ve Antalya Milletvekilleri olduğu halde otomobille Burdur’a gelmiştir. Şehrin o tarihte giriş yeri olan Çatal pınar Mevkiinde tüm Burdur halkı coşkulu bir tezahüratla karşılamıştır. Aynı gün Atatürk yanındaki zevatla beraber saat 16.00’ya doğru Antalya’ya varmıştır. Üç gün sonra 9 Mart 1930 tarihinde aynı yolla tekrar Burdur’a gelmiş, yine halk coşkulu tezahüratla karşılamışlar ve kendisini bir gün misafir etmişlerdir.
-
Tarih Öncesi Çağları İlimizin tarihi;Neolotik Çağa kadar inmektedir.1957-1960 yılları arasında Prof.J.Mellaart tarafından Hacılar’da yapılan kazılarda Neolitik kültürün bütün ayrıntılarını ortaya çıkarmıştır. Bu bulgular M.Ö.7000 yıllarına inmektedir. Yine 1978-1988 yılları arasında Kuruçay Höyükte ve 1989-1992 yılları arasında Bucak Höyücek Höyükte Prof.Dr.Refik DURU tarafından yapılan kazılarda da Neolitik çağın kültürüne rastlanılmıştır. Bu çağın en önemli özelliği: İnsanların,hayvanları evcilleştirmesi,çanak-çömlek yapımını öğrenmiş bulunmasıdır. Anadolu’nun ilk heykelcikleri olarak bilinen ANA İLAHE’yi temsil eden pişmiş toprak figürünler ve süs eşyaları Neolitik Çağda Hacıların en önemli eserleridir. Kalkolitik Çağ;Neolitik çağdan sonra gelen M:Ö.5400-3000 yılları arasındaki çağdır. Bu çağda taş,kemik ve ağaç aletlerin yanısıra,madenin de kullanılmaya başlamış olması en önemli özelliğidir. Kuruçay Höyükte bulunan madeni keskiler,ok uçları gibi aletler çağın özelliğini yansıtırlar. Ayrıca Uğurlu Höyük,Kızılkaya Höyük,Karamanlı Çamur Höyük,Tefenni Beyköy Höyükte bu çağı destekleyen malzemeler elde edilmiştir. M.Ö. 3000-2000 yılları arasına tarihlenen Eski Tunç Çağında,medeniyet daha gelişmiş,taş aletlerin yerini tunçtan yapılan aletler almıştır. Çağın özelliklerini yansıtan bir başka grup da,pişmiş toprak ve mermerden yapılmış keman tipi idollerdir. İlimizde Yassıgüme Höyük,Burdur Höyük,İncirdere Höyük,Tepecik Höyük gibi yerleşim yerlerinde eski tunç çağı malzemesi yaygın olarak tespit edilmiştir.İlimiz,Antik çağlarda. bugünkü sınırları ile Isparta ve Antalya illerini de içine alan antik PİSİDİA bölgesinde kalmaktadır. Bu bölge Pers döneminin ortalarına kadar karanlıkta kalmış,henüz aydınlatılamamıştır. Bölge, M.Ö. 2000 yıllarında ARZAVA konfederasyonunun siyasi merkezi olmuştur. Bu durum M:Ö. 1000 yılına kadar çeşitli toplumların yerleşmesiyle devam eder. M.Ö. 8.yy’da Pisidia’nın batı bölgesi Friglerin hakimiyetine girmiştir. Yarışlı Gölü’ndeki yerleşim yerinde Frig keramiklerinin bulunması bu tezi desteklemektedir. M.Ö. 696-676 Frig devletini yıkan Lidyalıların bölgeye hakim olduğunu görüyoruz.M.Ö. 546 yılında Lidyalıları yenen Persler,bölgeyi ele geçirmişlerdir.M.Ö. 334’te Büyük İskender,Biga Çayı kenarında Persleri mağlup eder ve Anadolu’ya yönelir. Önce Bodrum,Milet ve Phaselis’i alır. Daha sonra Perge,Side,Aspendos’u alır ve M.Ö.333’te de Sagalassos ve Kremna’yı da zapteder.Büyük İskenderin M.Ö. 323 yılında ölümü,imparatorluğun paylaşılmasına sebep olur. Bölgeye, M.Ö. 321 yılında komutan Antigonos hakim olur.Fakat M.Ö.301 yılında İpsos Savaşında Selefkoslulara yenilince ülkesini kaybeder. Selefkoslardan sonra bölge,Bergama krallığına ve daha sonra da Roma’ya bağlanır. Bu durum,M.S. 395 yılına kadar devam eder. Bu yıl Roma İmparatorluğu ikiye bölünür;bölge Doğu Roma(Bizans) idaresine girer. Bu durum M.S. Xl yy sonlarına kadar devam eder ve bu tarihten itibaren Türk hakimiyeti başlar. Roma çağında Psidia’nın her tarafında kesif bir yerleşme vardır. Bir çok yeni şehir kurulmuş, eski merkezler yeniden onarılmıştır. Burdur ve çevresinde antik devirde kurulmuş olan ve bilinen şehirlerin isimleri şunlardır:Milyas(Melli),Kremna(Çamlık),Sagalassos( Ağlasun),Kreitai(Belören),Kretepolis(Kızılkaya),Ko drula(Kestel),Komama(Ürkütlü),Palaipolis(Akören),L ysinia(Karakent),Mallos(Karacaören),Korbasa(Yuva), Olbasa(Belenli),Muatra(Bereket),Tymbrianosus(Düğer ),Kybra(Gölhisar),Bubon(İbecik),Panematrikhos(Boğa zköy),Sia(Karaot).Bütün İlimizde bulunan harabelerin hemen hepsinde bu çağa ait mimari kalıntılar görünmektedir. Bu çağa ait çeşitli heykeltıraşlık eserleri de Burdur Müzesinde teşhir edilmektedir.
-
Hatay Müzesi Antakya Müzesi Cumhuriyet Alanı’nda, Asi Irmağı kenarında ve köprü yakınında bulunmaktadır. Antakya yöresinde ilk bilimsel kazı ve araştırmalara, Suriye Eski Eserleri Nizamnamesi’ne göre 1932 yılında başlanmış ve çalışmalar üç ayrı grup tarafından sürdürülmüştür. Bunlardan birinci grup 1933-1938 tarihleri arasında Chicago Oriental İnstitue tarafından Tel El Cudeyde, Tel Delep, Çatal Höyük ve Tel Tainat’ta yapılan kazılardır. İkinci grup çalışmalarını British Museum adına Sir Leonard Wolley’in El Minâ (1936) bölgesinde ve Tel Aççana’da (1937-1948) yapmıştır. Üçüncü grup çalışmalar Antakya yakınlarında Princeton Üniversitesi’nce devam edilmektedir. Hatay bölgesinde 1932 yılında başlayan çalışmalar sonunda ortaya bir çok buluntu, korunması gereken eserler çıkarılmıştır. Bu konuda bir müze kurulması fikri, 1933 yılında o zamanlar Hatay’da bulunan ve İskenderun Sancağı Antikiteler Müfettişi Fransız M.Claude Prost tarafından ortaya atılmıştır. Bunun üzerine Mimar M.Michel Ecocherde o günkü koşullara göre müze binasının yapımına 1934 yılında başlamış, 1938 yılı sonunda da müze tamamlanmıştır. Bundan sonra ilin değişik yerlerinde depolanmış bulunan eserler buraya taşınmış, 1939 yılında Hatay Devleti tarafından Amerikalı Mr.Perason müzenin düzenlenmesi ve tanzimi ile görevlendirilmiştir. Bu uzmanın çalışmaları 3,5 ay kadar sürmüştür. Hatay’ın 1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti Topraklarına katılmasından sonra, Ruhi Tekan ilk müze müdürlüğüne atanmış, teşhir ve tanzim çalışmalarını sürdürmüştür. Müze binasının tamamlanmasından 9 yıl sonra Hatay’ın Türkiye Cumhuriyeti topraklarına katılış yıldönümü olan 23 Temmuz 1948’de ziyarete açılmıştır. Princeton Üniversite’sinin Antakya yakınlarında yaptığı kazılarda ortaya çıkan eserler, Harbiye yolu üzerindeki Roma villalarında ortaya çıkan taban mozaikleri müzeye taşınmıştır. Bu durum karşısında müze binası yetersiz kalmış ve müze 1970 yılından sonra yapılan eklerle daha genişletilmiş bu da yetersiz kalınca, müzeye 1975 yılında yeni bir ek bina daha eklenmiştir. Türkiye’nin ve dünyanın en önemli mozaik müzelerinden biri olan Hatay (Antakya) Müzesi’nde Roma çağının en ünlü mozaikleri yer almaktadır. Hatay Müzesi’nde MS.II.yüzyıldan V.yüzyıla kadar yapılmış yöredeki Roma ve Bizans yapılarından çıkarılan mozaikler bulunmaktadır. Roma mozaik sanatının klasik dönemi olarak isimlendirilen II.-III.yüzyıllar Antoninus ve Severius dönemlerini kapsayan figürlü mozaikler müzede geniş bir yer kaplamaktadır. Bu mozaiklerde Psykhe, Eros, Satyros, Aphrodite, Baccus gibi mitolojik tanrıları resmedilmiştir. MS.IV.yüzyılda Hıristiyanlığın Bizans’ta resmen tanınmasından sonra müzede sergilenen mozaiklerde de mitolojik konuların azaldığı görülmüştür. Onların yerlerini daha çok mevsimleri, dini konuları içeren mozaikler almıştır. Hatay Müzesi’nde Amik Ovası’nda bulunan 183 höyükten çıkarılmış Mitanni, Hitit ve Asur eserleri de sergilenmektedir. Onların yanı sıra dünyada üçüncü sırada olan sikke koleksiyonlarında Roma, Bizans dönemlerine ait olan ve Harbiye, Antakya, Aççana, Çevlik, ve İskenderun’da yapılan kazılarda bulunan sikkeler bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli süs eşyaları, heykeller, lahitler ve mezarlar da müze koleksiyonlarını tamamlayan diğer eserler arasındadır. Özellikle bu heykeller arasında 3 m. boyundaki Apollon heykeli ile 2000 yılında Antakya’da bulunan, MS.265-270 yıllarına tarihlendirilen Roma dönemi Antakya Lahdinin ayrı bir önemi vardır. Bu mermer lahdin ön arka ve yan cepheleri ile kapağı figürlerle bezenmiştir. Hatay Arkeoloji Müzesi’nin St.Pierre Kilisesi, Açana saray kalıntılarının bulunduğu ören yeri (Reyhanlı-Hatay), Antik Seleucia Pierre ören yeri (Samandağ-Hatay) bağlı birimleridir.
-
HATAY KİLİSELERİ Antakya Protestan Kilisesi (Merkez) Fransızlar döneminde elçilik ve Fransız Bankası olarak kullanılmış, 2000 yılında Güney Kore Kwong Lim Metodist Kilisesi tarafından Protestan Kilisesi olarak tanınmıştır. Kilisenin Giriş kapısı üzerindeki Türkçe, İngilizce ve Kore dilinde yazılmış plakette, Haziran 2000’de açıldığı yazılıdır. Bu kilise Kore’li bir din adamı Pastör tarafından açılmıştır. Bahçe içerisinde beyaz köfeki taşından kilisenin giriş bölümü boydan boya ileriye doğru hafif bir çıkıntı yapmakta ve sivri kemerli bir kapıdan içeriye girilmektedir. Cephe görünümünün iki yanında dikdörtgen birer pencere, üst katta da yanlarda birer çıkıntılı kısımda da yine dikdörtgen söveli 3’er pencere bulunmaktadır. Kilisenin en üst noktasına da bir haç yerleştirilmiştir. İbadet mekânı dikdörtgen bir plan göstermekte olup, apsidin önünde kürsü bulunmaktadır. Ayrıca iç mekânda geç devre ait kilise eşyaları ile ikonalar bulunmaktadır Katolik Kilisesi (Merkez) Antakya şehir merkezinde Kurtuluş Caddesi’nde bulunmaktadır. Katolikler 600 yıl aradan sonra tekrar Antakya’ya yerleşmişlerdir. Buraya ilk gelenler bir kilise ve Avrupalıların çocukları için bir de okul açmışlardır. Sonraki yıllarda Antakya’ya gelen Fransız Rahipleri burada küçük bir manastır kurmuşlardır. Buradaki Katolikler Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecid’den 1852 yılında bir Katolik Kilisesi kurmak için izin aldılar, kilise birkaç yıl sonra yapıldı. Hıristiyan Rum Ortodoks Kilisesi (Merkez) Antakya’nın Hıristiyan dini yönünden önemli olması bu bölgede kiliselerin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da Antakya Kilisesi 1833 yılında Mısır Bilad Al Şam hükümdarlığı zamanında Mohammed Ali oğlu İbrahim Paşa’nın izni ile ahşap, basit bir kilise olarak yapılmıştır. Sonraki yıllarda beyaz taştan yüksek bir alanda geniş bir avlu ortasında yapılmış, çevresine de müştemilat binaları eklenmiştir. Kilisenin içerisine 70x70 cm2’lik iki sütun arasından girilmektedir. Bu sütunlardan bir tanesinin üzerine 2 m. yüksekliğinde 12 satırlık bir şiir, bu kiliseye maddi yardımda bulunan bir aile tarafından Mihail isimli oğullarının anısına yazılmıştır. Kilisenin üç salonu ve batı, kuzey, güney yönlerine açılan üç büyük kapısı vardır. Doğu Ortodoks Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan bu kilise deprem sonrası Rus mühendislerinin yardımları ile yeniden yapılmış ve Rus kiliselerinin üslubu burada da karşımıza çıkmıştır. Kilisenin içerisinde liturjik kilise eşyaları bulunmakta olup, bunların yanı sıra Bizans, Rus ve Suriye kökenli ikonalar da vardır. Ayrıca antik bir taştan yapılmış Taufe Curunu (Vaftiz Kuyusu)’dan akan sular kilise altındaki mezarlığa dökülmektedir. Kilisenin kuzeyinde 1911 yılında Patrik IV.Gregorios zamanında yapılmış olan Ruhban okulu günümüzde kilisenin protokol salonu olarak kullanılmaktadır. Aziz Piyer ve Aziz Paul Kilisesi (Merkez) Antakya’da Hürriyet Caddesi’nde bulunan Ortodoks Kilisenin yapımına 1860’lı yıllarda başlanmış, ancak 1872 depreminde büyük hasar görerek yıkılmıştır. Üç Semavi Dininin birleştiği bir yer olarak bilinen Antakya’daki bu kilisenin yapımına XIX.yüzyılın sonlarında başlanmış ve 1900’de ibadete açılmıştır. Dikdörtgen plânlı bir kilise olup, sağında çan kulesi bulunmaktadır. Avlusu revaklarla çevrilmiştir. Kilise günümüzde ibadete açıktır. Saint Pierre Kilisesi Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde, kente 2 km uzaklıkta bulunan St. Pierre Kilisesi, zeminindeki yer yer bozulmuş mozaik kalıntıları ve duvarlarındaki freskleriyle ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Habib-i Neccar dağının eteklerindeki bir mağaraya kurulmuştur. Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir. Doğal bir mağara olup, eklemelerle Kiliseye dönüştürülmüştür. Hz. İsanın 12 havarisinden biri olan St. Pierre (Aziz Petros), M.S. 29-40 tarihleri arasında Antakyaya gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almıştır. Bu mağara M.S. 12-13. yy.larda Haçlılar tarafından ön cephesine yapılan ilave inşaat ile gotik tarzda bir kilise şekline çevrilmiş mağaranın tabanında tahrip olmuş bir şekilde M.S. 4 ve 5. yüzyıllara ait mozaik kalıntısı vardır. Ayrıca bir altar, niş içinde mermer küçük St. Pierrein heykeli, kutsal sayılan su, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel bulunmaktadır. Kilise, 1963 yılında Papa VI. Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri ilan edilmiş olup, her yıl burada 29 Haziranda Katolik Kilisesince ayin düzenlenmektedir. Aziz Hanna Kilisesi (İskenderun) Hıristiyanlığın ilk yıllarında bu dini yaymak amacıyla bir çok rahip ve keşiş, Arsuz çevresine yerleşmişlerdir. Bu rahiplerden Aziz Hanna Arsuz’da bir kilise yaptırmıştır. Depremlerde hasar gören bu kilise 1514 yılında yenilenmiştir. Günümüzde ibadete açıktır. Kilisenin içerisinde değerli ikonalar bulunmaktadır. Markirkos Ortodoks Kilisesi (İskenderun) İskenderun Denizciler Caddesi üzerindeki Markirkos Ortodoks Kilisesi 1585 yılında yapılmıştır. Günümüze iyi bir durumda gelmiş olup, halen ibadete açıktır.
-
Teşekkür ederim bazen görsel ve resim bulmak işkenceye dönüşsede benim için büyük bir zevk
-
Ortodoks Kilisesi Antakya’nın Hıristiyan dini yönünden önemli olması bu bölgede kiliselerin yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bunun sonucu olarak da Antakya Kilisesi 1833 yılında Mısır Bilad Al Şam hükümdarlığı zamanında Mohammed Ali oğlu İbrahim Paşa’nın izni ile ahşap, basit bir kilise olarak yapılmıştır. Sonraki yıllarda beyaz taştan yüksek bir alanda geniş bir avlu ortasında yapılmış, çevresine de müştemilat binaları eklenmiştir. Kilisenin içerisine 70x70 cm2’lik iki sütun arasından girilmektedir. Bu sütunlardan bir tanesinin üzerine 2 m. yüksekliğinde 12 satırlık bir şiir, bu kiliseye maddi yardımda bulunan bir aile tarafından Mihail isimli oğullarının anısına yazılmıştır. Kilisenin üç salonu ve batı, kuzey, güney yönlerine açılan üç büyük kapısı vardır. Doğu Ortodoks Kiliselerinin en güzel örneklerinden biri olan bu kilise deprem sonrası Rus mühendislerinin yardımları ile yeniden yapılmış ve Rus kiliselerinin üslubu burada da karşımıza çıkmıştır. Kilisenin içerisinde liturjik kilise eşyaları bulunmakta olup, bunların yanı sıra Bizans, Rus ve Suriye kökenli ikonalar da vardır. Ayrıca antik bir taştan yapılmış Taufe Curunu (Vaftiz Kuyusu)’dan akan sular kilise altındaki mezarlığa dökülmektedir. Kilisenin kuzeyinde 1911 yılında Patrik IV.Gregorios zamanında yapılmış olan Ruhban okulu günümüzde kilisenin protokol salonu olarak kullanılmaktadır.
-
HATAY KALELERİ Antakya Kalesi ve Surları: Antakya Kalesi ve Surları, Seleucus I. Nicator tarafından Antakya şehri ile beraber inşa edilmiştir. Silpiusıun (Habib-i Neccar Dağı) en yüksek ve sarp tepesi üzerindeki iç kale ve dolayısıyla şehrin etrafı yüksek surlarla çevriliydi. Uzunluğu 23.600 metreyi bulan surlar üzerinde yürünebilecek yollar bulunurdu. Bugün surların sadece Hacıkürüş deresine bakan yamaçlarındaki bölümü ile dere üzerinde aynı zamanda baraj ve köprü görevi de yapan Demirkapı bölümü sağlamdır. Günümüzdeki Habib-i Neccar Dağıının tepesinde yıkılmış sur ve burç kalıntıları ile iç kalenin kalıntılarını görmek mümkündür. Yıkılmadan önceki dönemlerde bu surlar üzerinde çeşitli yönlere (İskenderun, Halep, Defne, Kuseyr gibi) açılan kapılar vardı. Bunların en önemlisi, şehre kuzeyden gelen yolların tek giriş yeri olan ve Asi ırmağı üzerinde bulunan Köprü Kapısıydı. Kapı 19. yüzyılın sonlarında kaldırılmış, taş köprü ise 1972 yılında yıkılarak yerine yenisi (Ata Köprüsü) yapılmıştır. Demirkapı: St. Pierre Kilisesi yakınından geçen Hacıkürüş Deresinden akan şiddetli selleri kontrol altına alabilmek için Habib–i Neccar Dağı ile Haçdağı’nı birbirinden ayıran derin ve dar vadi üzerinde yüksek ve sağlam bir duvar yapılmıştır. Şehir kapılarından biri de (Demirkapı) aynı zamanda sur görevi yapan bu duvar üzerindedir. St. Pierre Kilisesi yanından Demirkapııya gidilebilmektedir. Bakras Kalesi: Bakras Kalesi, Antakya-İskenderun yolu 27. kmısi üzerinde bulunan Bakras Köyüınün üst tarafındadır. Kale köy yolunun batısında, dağların arasında sarp bir tepe üzerinde yapılmıştır. Çok eski bir kaledir. Kale önceleri Belen geçidinin girişini, Antakya kurulduktan sonra ise Seleukos başkentini koruma gayesine hizmet etmiştir. Haçlılar döneminde de Antakya Prensliğiınin kuzeyde en önemli savunma noktası olmuştur. Birkaç defa el değiştirdikten sonra Templier Şövalyeleriınin eline geçen kale, 1268 yılında Baybars tarafından kuşatılarak zaptedilmiştir. Birkaç katlı ve bir alay askeri barındıracak büyüklükte olan kale genel olarak harap olmaya yüz tutmuş olmakla birlikte, bir çok mekanı sağlam durmaktadır. Payas Kalesi: Külliyenin bir parçasi gibi duran Payas Kalesi, Sokullu Külliyesiınin batısında yer almaktadır. Payas Kalesi, külliyeden yüzlerce yıl daha eskidir. Çevresi hendekle çevrili olan kale, iç içe geçmiş iki binadan oluşmaktadır. İç avluda, bazı bina kalıntıları bulunmaktadır. Aslında Haçlılar tarafından yapılan kale, daha sonra Osmanlılar döneminde restore edilmiştir. Sekiz kuleli bu kalenin, Osmanlılar döneminde tutukevi olarak kullanılmıştır. Hatta, Namık Kemal, bu kaledeki zindanlardan birinde hapis bile yatmıştır. Darbısak (Darb-ı Sak) Kalesi (Kırıkhan) Kırıkhan’a 4 km. uzaklıkta, Alaybeyli Köyü’ndedir. Bu kale Helenistik dönemde Belen Geçidi’ne kuzeyden gelen yolu korumak için yapılmıştır. Bu kale de Bakras Kalesi gibi 50-60 m. Yüksekliğinde bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Günümüze doğu tarafına ait bazı kalıntıları ile kaleye dağdan su getiren su kemerleri ayakta gelebilmiştir. Ayrıca İslâm velilerinden Beyazıt Bestâmi adına burada bir ziyaret yeri ve cami yapılmıştır. Kalenin bir bölümü sonraki dönemlerde konut haline getirilmiş ve Osmanlı dönemi idarecileri ile ailelerinin mezarları burada bulunmaktadır. Bu yüzden de halkın ziyaret yeridir. Sarıseki Kalesi (İskenderun) İskenderun-Adana Karayolu üzerinde, İskenderun’a 10 km. uzaklıktadır. Helenistik dönemde (MÖ.300-MS.20) yapılmış, Romalılar, Bizanslılar, Haçlılar ve Selçuklular, Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Evliya Çelebi’nin belirttiği gibi, dörtgen plânlı, yekpare taşlı bir yapıdır. Yavuz Sultan Selim yol güzergâhı üzerinde bulunan bu kalenin onarımına 1516’da başlamış ve Kanuni Sultan Süleyman 1549’da tamamlamıştır. Kaleden çok az bir kalıntı günümüze gelebilmiştir. Şalen Kalesi (Sıvlan Kalesi) (İskenderun) İskenderun’un kuzeydoğusunda Değirmendere Köyü yakınındaki Şalen Kalesi Amanos Dağları’nın uzantısı olan sarp ve kayalık bir tepeye kurulmuştur. Helenistik dönemde yapılmış, Bizanslılar ve Haçlılar zamanında gözetleme ya da karakol kalesi olarak kullanılmıştır. Günümüze bu kaleden, pek az kalıntı gelebilmiştir.
-
Atçana (Alallah) Hitit Saray Harabeleri Antakya-Reyhanlı karayolunun 22. kmısinde yer almaktadır. Yaklaşık 30 dönümlük bir alanda bulunmakta olup, 10.082 m2ılik kısmında British Museum tarafından 1936-1938 yılları arasında arkeolojik kazılar yapılmış ve 17 kültür katı tespit edilmiştir. Atçana Höyüğü üzerinde M.Ö. 19 ve 15. yüzyıllara ait Hititlere ait iki saray harabesi mevcuttur. Dünyada tek olması ve işlek bir karayolu üzerinde bulunması nedeniyle turistik önemi büyüktür. Atçana höyüğü antik “Alalah” şehrinin kalıntısıdır. İlk yerleşim M.Ö. 3400 yılında başlamıştır. Alalah, Mısırlılar, Asurlular, Babilliler ve Etilerin birbirleriyle yaptıkları savaşlarda geçit yolu üzerinde bulunmasından dolayı devamlı olarak istilalara maruz kalarak defalarça yıkılmış, el değiştirerek yeniden kurulmuştur. Yapılan kazılarda 17 yerleşim tabakası tespit edilmiş, 4. ve 7. tabakalarda büyük saraylara rastlanmıştır. En eski saray, 7. tabakada, Babil kralı Hammurabi ile Halep Kralı Yarim-Lam tarafından M.Ö. 18. yüzyılda inşa edilmiş olanıdır. Burada bulunan çoğu eserler Hatay Arkeoloji Müzesiınde sergilenmektedir
-
Titus-Vespasianus Tüneli Hatay Samandağı’nın 5 km. kuzeyinde denize hakim bir yamaçta MÖ.300 yıllarında Seleukos Nikator tarafından bir şehir kurulmuş ve bu şehre Onun ismi verilmiştir. Bu şehrin sonunda da dağdan gelen dere ağzında bir iç liman bulunuyordu. Bu liman aynı zamanda Antakya bölgesinin ticari yönden önemli bir merkezi konumunda idi. Ancak, dağlardan gelen sellerin limanı doldurmaya başlaması üzerine İmparator Vespasianus zamanında dağın bir bölümü delinerek bir tünel açılması ve böylece limanın sellerin getireceği alüvyonlardan kurtarılması düşünülmüştür. Bunun üzerine çalışmalara İmparator Vespasianus (MS.69-79) zamanında başlanmış, oğlu İmparator Titus (MS.79-81) zamanında da tamamlanmıştır. Bununla beraber bir belgede İmparator Antonius Pius (138-161) zamanında tamamlandığı da yazılıdır. Bu durumda tünelin ne zaman tamamlandığı kesinlik kazanamamıştır. Burada yapılan çalışmalarda derenin önü bir duvarla kapatılmış ve sel suları yüksekliği 7.00 m., genişliği de 6.00 m. olan bir tünel ile limandan uzakta denize akıtılmıştır. Bu çalışma sonucunda da limanın dolması önlenmiştir. Titus Tüneli 130 m. uzunluğundadır. Bu kanalın uzunluğu girişten Çevlik’e kadar 1.380 m.dir. Tünelin deniz tarafındaki girişi yakınında da kaya mezarları bulunmaktadır. Günümüzde tünelin üzerinde blok taşlardan yapılmış, bugün de kullanılabilir durumda olan tek kemerli bir Roma köprüsü bulunmaktadır.