-
İçerik Sayısı
2.917 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
2
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
_asi_ tarafından postalanan herşey
-
Isparta Müzesi Isparta ilinde ilk müzecilik hareketi 1933 yılında açılan Halk Evinde başlamıştır. O zamanki halk evi binasının bir odası müze salonu olarak düzenlenmiştir. Çevreden toplanan arkeolojik eserler burada sergilenmiştir. Halk evlerinin kapatılmasıyla birlikte eserler çeşitli depolara kaldırılmış, eserlerin bir kısmı zamanla kaybolmuş ya da zarar görmüşlerdir. Uzun yıllar müzesiz kalan Isparta ilinde 1971 yılında müze binasının temeli atılmış, inşaat 1984 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünce tamamlanarak, 8 Mart 1985 yılında Etnoğrafya Müzesi olarak açılmıştır. Müzeye 1989 yılında Arkeoloji Bölümü olarak küçük bir salon daha eklenmiştir. l999 yılında başlatılıp 2003 yılında bitirilen onarım, teşhir-tanzim çalışmaları sonucunda müzeye arkeolojik ve etnoğrafik eserler ile Isparta ve civarında elde edilen halıların sergilenmesi için yeni salonlar düzenlenmiştir. Müzedeki eser sayısı 16.283 adettir. Müzenin salon girişlerinde Aksu ilçesi sınırları içinde Timbriada Sofular ve Senitli Yaylasından elde edilen Pisidia mezar taşlarının küçük boyutlu örnekleri sergilenmektedir. Arkeoloji salonunda 1989 yılından beri Atabey İlçesi Göndürle I Höyüğü Mezarlığında yapılan kurtarma kazıları sonucunda ortaya çıkarılan İlk Tunç Çağ Mezarlığı’na ait (MÖ 3000-2000) bir kesit 5 adet küp mezarla canlandırılmıştır. Salonda ayrıca Aksu Zindan Mağarası önünden getirilen Eurymedon heykeli, Perge ekolünden mermer heykeller ile Senirkent Yassıören’den elde edilen Geç Arkaik Dönem Greko-Pers (MÖ 530-510) mezar steli sergilenmektedir. I Nolu Vitrin: Göndürle Küp Mezarlarının içinden çıkan gaga ağızlı testiler, ağırşaklar, taş baltalar, idoller ve bronz yüzük, küpe, iğne vb. süs takıları sergilenmektedir. II Nolu Vitrin: MÖ 8. ve 4. yüzyıllar arası döneme ait pişmiş toprak eserler teşhir edilmektedir. III Nolu Vitrin: Hellenistik (MÖ 334-MÖ 30) ve Roma Dönemine (MÖ 30 - MS 395) tarihlenen pişmiş toprak kaplar, kandiller ve figürinler teşhir edilmektedir. Özellikle terra sıgılata seramikler ve Güneykent Kalburcu mevkiinden çıkan geniş tabaklar yoğunluktadır. IV Nolu Vitrin: Bronz ve mermer malzemeler sergilenmektedir. Mermerler arasında Ana Tanrıça heykelleri, bronzlar içinde ise Roma Dönemine ait kandiller, ok uçları ve tıp aletleri bulunmaktadır. V Nolu Vitrin: Takı vitrini olarak düzenlenen bu vitrin içinde altın, yüzük ve yüzük kaşları, küpe, kolye, bronz fibula, ayna, cam boncuk ve bilezikler sergilenmektedir. VI Nolu Vitrin: Roma Dönemine ait cam örnekleri teşhir edilmektedir. VII Nolu Vitrin: Bu vitrinde müzenin sahip olduğu iki define sergilenmektedir. Eğirdir definesi 374 adet altın Osmanlı sikkesinden oluşmaktadır. Eğirdir’de bulunan ve Burdur’a götürülen define 1989 yılında Burdur Müzesinden Isparta Müzesine getirilmiştir. Diğer define ise 1995 yılında Karaağaç Mahallesindeki caminin inşaat temellerinin kazımı sırasında bulunmuş ve müzeye kazandırılmıştır. Defineden elde edilen 468 adet Osmanlı gümüş sikkesi yapılan temizlik ve konservasyon çalışmalarından sonra ziyarete sunulmuştur. VIII Nolu Vitrin: Bu vitrinde İslami sikkeler kronolojik bir düzen içinde sergilenmektedir. Abbasî, Sasanî, Büveyhoğulları, Selçuklu, Memluk, İlhanlı, Timurilere ait altın ve gümüş sikkeleriyle birlikte 16 Osmanlı padişahının altın ve gümüş sikkelerinin yanı sıra II. Mahmud’un (1808-1839) bastırdığı sikkeler sergilenmektedir. IX Nolu Vitrin: Bu vitrinde Pisidia Bölgesi Şehir Sikkeleri (MÖ 100-MS 300), Roma İmparatorluk Dönemi Sikkeleri (MÖ 30-MS395-423), Bizans Dönemi Sikkeleri (MS 500 - I500) ve Venedik Sikkeleri (MS500-1500) sergilenmektedir. Etnografya Salonu: Aydınlatma araçları, giysiler, işlemeler, takılar, saat ve köstekleri, tesbihler, ağızlıklar, kaplar, kahve kültürü ile ilgili malzemeler, ölçü-tartı aletleri, silahlar ve topak ev sergilenmektedir. Halı Salonu: Isparta çevresine ait geleneksel, Şark Halı Dönemi ve sonrası halılar (19. yy.ın son çeyreği-20. yy.ın ikinci çeyreği); kilimler, cicimler, zililer (19. yy.ın son çeyreği-20.yy.ın ilk çeyreği); Uşak, Aksaray, Ladik (Konya), Karapınar, Kırşehir, Yuntdağı, Yağcıbedir-Bergama, Çanakkale, Döşemealtı halıları (16.yy.ın son çeyreği-20.yy.ın ilk çeyreği); hurç, yastık yüzü, çuval, eğer örtüsü, heybe, torba, kolan, halı tezgahı, kilim tezgahı ve dokuma aletleri sergilenmektedir. Ön ve Arka Bahçede: Ön bahçede Sidemara lahit parçaları, Yassıören mezar stelleri ve ostotek örnekleri sunulmaktadır. Arka bahçede ise Pisidia bölgesi mezar taşı örnekleriyle mimari parçalar, Yunanca kitabeler, İslami mezar taşlarından oluşan zengin bir koleksiyon sergilenmektedir.
-
Kocaköy Asarı: Sütçüler İlçesi, Kesme Kasabası’nın 5 km güneyinde Asar Tepesi üzerine kurulmuş kentin kuzey ve batısı Köprüçay Vadisiyle sınırlanmıştır. Kent muhtemelen Hellenistik dönemde kurulmuş olmalıdır. Kentin çevresi kısmen ayakta duran bir surla çevrilidir. Kent içindeki en önemli mimari yapı tamamen yıkılmış durumda olan prostylos planlı tapınaktır. Örenyerinde ana kayaya oyulmuş dikdörtgen biçimli dört adet sarnıç ilginç birer mimarı gösterir. Örenyerinin güneybatısında sur duvarının dışında düzlükte biri sağlama yakın, biri yıkık iki mezar anıtı vardır. Mezar anıtları Podiumlu (kaideli) olup üzerine ionik tapınak tarzında lahit mezarlar oturtulmuştur. Kapak kısa yüzlerinde Meduza kabartması vardır. Şehrin ismi bilinmemektedir. Kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla küçük bir dağ kentidir.
-
ADADA Isparta Sütçüler İlçe karayolu üzerinde yer alan antik kent Sağrak Köyü’ne 2 km, İl merkezine 90 km uzaklıktadır. Şehrin ismi ilk olarak Artemidorosda geçmektedir. Strabon, Ptolomaios ve Hierokles’de kentten bahseder. Kent 1888 yılında ilk olarak G. Hirschfeld ve aynı zamanda W. M. Ramsay tarafından tespit edilmiştir. Kentin kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte şehrin adı ilk kez MÖ II. yüzyılda Termessosla Adada arasında yapılan bir anlaşma metninde geçmektedir. Kentte MÖ I. yüzyılda sikke basıldığı da gözönüne alınırsa kentin bu tarihten daha önce kurulduğunu düşünmek yerinde olacaktır. Roma İmparatorluk döneminde özellikle İmparator Traianus, Hadrianus ve Antoninus Pius dönemleri Adada’nın en parlak dönemleridir. Bir kısım Adadalı, Büyük İskender’den sonraki Hellenistik kralların ordularında hizmet vermek amacıyla anayurtlarından ayrılarak, gurbette paralı asker olarak çalışmışlardır. Bunun kanıtları Kıbrıs’ta ve Fenike’de bulunan Adadalı askerlere ait mezar taşlarıdır. Kent Caralis (Beyşehir) Gölü’nün batı kıyısını izleyerek Antiokheia (Yalvaç), Neapolis (Şarkikaraağaç), Timbriada (Aksu), Adada (Karabavlu) üzerinden Pednalissos (Gebiz ?) ve Perge (Aksu) antik kentine uzanan antik yol üzerinde yer almaktadır. Kentin bulunduğu noktanın dağlık arazide olması nedeniyle fazla tahrip olmadan günümüze ulaşmıştır. Sadece Pisidia bölgesinin değil Anadolu’nun en sağlam kentlerinden birisidir. Kentte tabanı taş döşeli bir antik yol, Roma İmparatorluk Çağı Traianus Tapınağı, İmparatorlar Tapınağı, İmparatorlar ve Zeus Megistos-Serapis Tapınağı ile Yeniköy yolu altında kalan İmparatorlar ve Aphrodite Tapınağı yeralır. Ayrıca forum, bazilika, akropol anıtsal çeşme, yönetici binası, açık hava toplantı yeri tiyatro ve mezar anıtı bulunmaktadır. Kent düzlüğü ile vadi arasındaki bölümde yeralan kayalık alandaki akropol savunma amaçlı yapılmıştır. Akropolün çevresi sur duvarları ve kuleler ile çevrilidir. Akropolisin batı kısmında kentin açık hava toplantı yeri bulunmaktadır. Toplantı yerinin önüne sonradan kentin alışveriş ve idari merkezi olan forum ve bazilika yapılmıştır. Adada forumu 32 x 45 m.lik bir alanı kaplar. Tabanı düzgün taşlarla kaplı olan forumun ortasında büyük bir sarnıç yeralır. Forumun batısında cadde diğer iki yanında stoalar (sütunlu galeri) bulunur. Forumun kuzeyinde doğu-batı yönünde bir bazilika vardır. Forumun güneydoğu kısmında anıtsal bir çeşme bulunmaktadır. Adada’nın en büyük kilisesi vadinin batı kısmındadır. Kilise burada eski bir yapının teras ve iç duvarlarından yararlanılarak Bizans döneminde inşa edilmiştir. Kent düzlüğünün batısında tepe yamacına inşa edilen tiyatronun sahne binası ve orkestra kısmı toprak altındadır. Cavea (seyirci oturma yerleri)’nın uçları kısmen görülmektedir. Tiyatronun kapasitesi yaklaşık 3.000 kişidir. Şehirde dört adet tapınak yeralır. İmparatorlar ve Aphrodite Tapınağı : Basit yuvarlak, Tholos planlı bir tapınaktır. Çevresinde sütun sırası yoktur. Antik kentin içinden geçen Yeniköy yolu altında kalmıştır. Podiuma ait bloklar üzerinde yeralan yazıtta “Tanrı İmparatorlar ve Baba kenti için, kentin dostu, İmparatorlar kültünün Başrahibi, kurucu kentin oğlu ve halk meclisine 4 kez seçilmiş olan Tlaomos oğlu Antiokhos, karısı Başrahibe, Hoplan kızı Anna ve oğulları, kentin dostları,Tlaomos ve Antiokhos ile beraber Aphrodite kült heykelini, tapınağı ve tapınağa ait süslemeleri ve kaplamaları adadılar ve diktiler” yazar. Tapınak MS 200-210 yıllarında yapılmıştır. İmparator Traianus Tapınağı: İon tarzında olan tapınak prostylos planlı olup, ön cephesinde 6 sütun içerir. Yan duvarlardan birisi korniş seviyesine kadar sağlam kalabilmiştir. Diğer kısımlar yıkıktır. Kaynaklara göre, İmparator Traianus MS 114 yılında bazı Pisidia kentlerini ziyaret etmiştir. Muhtemelen tapınak bu ziyaret öncesinde yapılmış olmalıdır. İmparatorlar Tapınağı: İon tarzında olan tapınak prostylos planlı olup, ikisi yanlarda dördü önlerde olmak üzere toplam 6 sütuna sahiptir. Yan duvarlar saçaklık seviyesine kadar sağlamdır. Arka alınlığın yarısı sağlam durumdadır. Tapınağın önündeki sunak ve merdivenler toprak altındadır. Ön kısımda ise tapınağa ait olduğu düşünülen Propylon’a (anıtsal giriş) ait izler yeralır. Sterret tarafından 1888’de kopya edilen yazıtta “Tanrı-İmparatorların iki kez rahipliğini yapmış olan kurucu kentin oğlu, Probusluk yapmış Nikomakhos’un oğlu Theodoros, bu tapınağı Tanrı-İmparatorlara ve kente, ksoanon ve heykelleriyle birlikte kendi parasıyla yaptırdı ve adadı” yazar. Bu tapınak da Traianus Tapınağı gibi MS 114 yılından önce yapılmış olmalıdır. Bu tapınağın en önemli özelliği, tam bitirilmemiş olan tapınağın doğu duvarında antik dönem taş ustalarının nasıl çalıştıklarını ve ince işçiliği hangi aşamalardan geçirerek yaptıklarını gösteren izlerin mevcut olmasıdır. İmparatorlar ve Zeus Megistos-Serapis Tapınağı: Korint tarzında olan tapınak 4 sütunlu prostylos planlıdır. Podiumlu olan tapınak saçaklık seviyesine kadar ayaktadır. Ön cephedeki çıkışı sağlayan merdivenler tahrip olmuştur. Kornişler konsollu olup, yıkılan bloklar orijinal yerlerinde durmaktadır. Tapınağın önünde anıtsal sunak vardır. Sterret tarafından 1888’de kopya edilen yazıtta “Tanrı-İmparatorlar Zeus Megistos Serapis ve Baba kenti için onun karısı, Hoplan kızı, başrahibe Anna ve onların oğulları Tlaomos ve Antiokhos, tapınağı ve heykelleri, çevresindeki stoalar atölyeler ve bütün süslemeleriyle beraber adayarak dikti” yazar. Tapınak Sereruslar Çağında MS 180-210 yıllarında yapılmış olmalıdır. AÇIK HAVA TOPLANTI YERİ BİZANS BAZİLİKASI ÇARŞI BİNASI VEYA YÖNETİCİ SARAYI İMPARATOR TRAİANUS TAPINAĞI MEZAR ANITI TİYATRO İMPARATORLAR VE ZEUS-SERAPİS TAPINAĞI YOL VE HABER TANRISI HERMES KABARTMASI AY TANRIÇASI SELENE KABARTMASI LAHİT PARÇASI ADADA SİKKELERİ AKROPOL VE HELLENİSTİK KULELER
-
Seleukeia Sidera Seleukeia antik kenti Atabey ilçesinin güneyinde, Bayat Köyü yakınındadır. Kent Suriyeli Kral Seleukos I (MÖ 312-280) veya oğlu Antiokhos I (MÖ 280-261) tarafından kurulmuştur. Roma İmparatoru Cladius (MS 41-54) tarafından şehrin adı Claudia Seleukeia olarak değiştirilmiştir. MS 7. yüzyılda yaşayan Hierokles Pisidia'daki Seleukeiadan bahsederken diğer Seleukeialarla karışmaması için sonuna Sidera (Demir) adını eklemiştir. 1993 yılında Müze Müdürlüğü başkanlığında antik kentte bir kurtarma kazısı yapılmıştır. Kentin akropolü (Yukarı kent) surlarla çevrili olup, akropolün kuzeyinde Yunan tiyatrosu tarzında yamaca oturtulmuş tiyatro yer alır. Tiyatronun Cavea (oturma sıraları) kısmı tahrip olmuştur. Sahne binasına yanlardan girişi sağlayan vomitorium (Tonozlu giriş) ayaktadır. Akrapolün güneybatısında Hellenistik döneme ait tapınağın bir podyumu vardır. Alt kısımda tabanı merdivenli, 180 x 120 cm ebadında, 20 m uzunluğunda tünelle inilen bir sarnıç yer alır. Akropolün güneydoğu yamacında ovaya bakan kısımda ardındaki kayaya hatıl delikleri açılmış bir kutsal alan mevcuttur. Bu yapının güneyinde iki tarafı apsisli (yarımay) bir yapı ortaya çıkarılmış, yapının güney cephesi düzgün kesme taş olup, ön kısmında mozaik döşeli bir taban bulunmaktadır. Akropolün kuzeybatı yamacında geniş bir mezarlık alanı bulunur. Mezarlıkta sanduka mezar ve bol miktarda oda mezar mevcuttur. Oda mezarların içi kayaya oyulmuş tavanı yuvarlak tonoz biçimlidir. Mezarların içine iki ya da üç basamakla inilmektedir. Mezar odasının girişinde iki yanda ölülerin yatırıldığı kısım, ortada ise mezar hediyelerinin konulduğu seki bulunmaktadır. Tiyatro Girişi Oda Mezarı
-
KAYA MEZARLARI: Aşağıtırtar Köyü’nün, Eğirdir Gölü’nün Hoyran Gölü olarak adlandırılan üst bölümünde, gölün doğu kısmında kalan arazisinde, Kırk İnler-Dutlubük Mevkii’nde, cephesi göle bakan üçgen alınlıklı kaya mezarları bulunmaktadır. Cephe mimarisi bakımından, üçgen alınlığı bulan Friglerden etkilenmiş bir görünüm arz eden bu kaya mezarları, Frig ardından süren bir geleneğin kanıtı olarak görülebilirler. Uzunca bir süre, Hıristiyanlık devrine kadar tekrar tekrar kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunlardan en önemlisi ve en büyüğünde Kare şeklindeki mezar kapısının sağ yanında bulunan yazıtlı olanıdır. Yazıt Dört satır halindedir. Kapının üst kısmında kare şeklinde bir açıklık bulunmaktadır. İçerisi çobanlar tarafından in olarak kullanıldığı için oldukça harap durumdadır. Kapının tam karşısında yarım kubbe şeklinde yapılmış apsis bulunmaktadır. Apsis fresklerle süslüymüş, ancak bugün harap durumdadır. Hz. İsa ve melekler görülebilmekte bunların etrafında renkler seçilebilmektedir. Tavan üçgen tonoz şeklindedir. Bölgede girişleri mağara görünümünde olan üç kaya mezarı daha bulunmaktadır. Bunlarında içleri mezar odası olarak düzenlenmiş fakat çok harap olmuştur.
-
Pisidia Antiocheia Antiokheia, Isparta iline bağlı Yalvaç İlçesinin yaklaşık 1 km kuzeyinde Sultan Dağları’nın güney yamacı boyunca uzanan Anthios Vadisinde kurulmuş bir Pisidia kentidir. Kent Smyrna’da (İzmir) rahiplik yapan F. V. Arundell tarafından 1833 yılında ilk kez keşfedilmiştir. Daha sonra birçok gezgin ve arkeolog tarafından araştırılmıştır. 1880 ve 1920 yılları arasında Antiokheia’yı sık sık ziyaret eden W. M. Ramsay, 1920 yılında izin alarak Robinson ile birlikte kentte kazı yapmıştır. Ekip Roma kolonisinin büyük bir kısmını ortaya çıkarmıştır. Kent yakınındaki Karakuyu Tepesinde bulunan Men Kutsal Alanında bulunan yazıtlar üzerinde de çalışılmıştır. Antiokheia Apollonia gibi bir Seleukos kolonisidir. Şehrin kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Şehir Seleukos I (MÖ 312-280) veya oğlu Antiokhos I (MÖ 280-261) tarafından kurulmuştur. Apameia Barışı sırasında (MÖ 190-188) kent Magnesia ad Meandr’dan (Ortaklar) getirilen kolonistler tarafından kolonize edilmiş ve kente Romalılar tarafından bağımsızlık verilmiştir. Kent bu durumunu MÖ 39 yılında Amyntas yönetimine girinceye kadar korumuştur. MÖ 39 yılından Galat Kralı Amyntas’ın öldürüldüğü MÖ 25 tarihine kadar kralın egemenliği altında kalan kent daha sonra Galatia Eyaleti içine alınmıştır. Kent MÖ 25 yılında İmparator Augustus zamanında Colonia Caesarea adıyla Roma kolonisine dönüştürülmüş ve bu statüsünü yaklaşık ikiyüz yıl korumuştur. İus İtalicum (Serbest Şehir) bahşedilen kent Roma’da olduğu gibi 7 küçük tepe üzerine oturan “vici” lere bölünmüştür. Koloninin resmi dili Latince olup, halk Grekçe konuşmaktaydı. Latince’nin MS 295 yılına kadar resmi dil olarak kullanıldığını İmparator ve Legatları için olan yazıtlar kanıtlamaktadır. I. A. Richmond ve R.G. Callingwood’un tahminlerine göre, kent merkezindeki nüfus 7500-10.000 civarında idi. B. Levick ise, üçbinin üzerinde veteran (asker) bulunduğunu ileri sürmektedir. Kolonide yaşayan pek çok insan imparatorluk idaresinde görev almıştır. Antiokheia MS III. yüzyılın sonunda kurulan genişletilmiş Pisidia Eyaletinin metropolisi olmuştur. Kilise kayıtlarından anlaşıldığına göre kent Bizans döneminde de önemine korumuştur. Kentin bilinen en erken sikkeleri MÖ I. yüzyılın sonuna tarihlenmektedir. Sikkeler üzerindeki tipler çoğunlukla Tanrı Men ile ilgilidir. Sikkeler üzerinde “Colonia” legadı yeralır. Kentin ekonomik durumu MS III. yüzyılda en üst düzeye çıkmıştır. MS 713 yılında Arap istilasına uğrayan kent yakılıp yıkılmıştır. Bugün kent üzerinde sütunlu cadde, Augustus Tapınağı, Tiberius Alanı, Propylon (Anıtsal Giriş) Roma Hamamı, Nimfeum (Çeşme), Bouleuterion (Toplantı Binası), Tiyatro ve kilise kalıntıları mevcuttur. Sütunlu Cadde Anthios Vadisi’ne hakim bir tepe üzerine kurulan kent yaklaşık 3 km uzunluğunda oval bir surla çevrilidir. Hellenistik devirde inşa edilen ilk surlar Roma ve Bizans döneminde genişletilmiştir. Sur içinde kalan 47 hektarlık alan düz değildir. Kent arazinin dalgalı durumundan yararlanılarak ızgara planlı olarak inşa edilmiştir. Güneyden kuzeye ve doğudan batıya uzanan ana caddeler şehir planının özünü oluşturmuş ve diğer planlama bu caddelere göre yapılmıştır. Giriş Kapıları: Kente giriş üç kısımdan yapılmaktadır. Güneyde ve kuzeybatı köşede tek geçitli iki kapı vardır. Üçüncü kapı şehrin en görkemli kapısı olup şehrin batısında yeralmaktadır. Üç tonozlu olan kapı üzerinde karşılıklı diz çökmüş flama ve standart taşıyan iki part kabartması ayaklar üzerinde girland taşıyan nikeler (Zafer Tanrıçası) bezeme olarak kullanılmıştır. Kent dışına bakan kısımda bronzdan kabartma harflerle “Gaius Julius Asper Con 212” yazıtı yeralır. Yazıtın üstü zırh ve çeşitli silah kabartmaları ile bunun üzeri bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Anıtsal kapı MS 212 yılında yapılmıştır. Üç kapı da yıkılmış ve temel seviyesindedir. batı kapısı parçaları batı kapısı parçaları Augustus Tapınağı: Tapınak kentin en yüksek yerindeki kutsal alan içinde İmparator Augustus’un ölümünden sonra onun adına izafeten yapılmıştır. Tapınak, temeli doğal kayanın kesilmesiyle oluşturulmuş bir podium üzerine oturmaktadır. Podiumun içi kayanın oyulmasıyla mahzene dönüştürülmüştür. Yapı yanlarda ikişer, önde 4 sütun olmak üzere 8 sütunludur. Ön cepheye 12 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Korint düzenindeki tapınağın cella (kutsal oda) kısmı üstte bitkisel motifli frizle çevrilmiş durumdadır. Arşitrav üzerinde girlandlar (çelenk) arasında bukranion (öküz başı) kabartmalı bir friz yeralır. Alınlıkta epifani bir pencere bulunmaktadır. Tepe akroterinde Nike, yanlarda akanthus yaprakları işlenmiştir. Tapınağın arkasındaki kayada, oyularak meydana getirilmiş alt katta dor, üst katta ion düzeninde sütunlarla taşınan iki katlı galeri vardır. Augustus Tapınağı Tapınağın önünde 63 x 85 m boyutlarında kuzey ve güneyinde sütunlu galerilerin olduğu Augustus Alanı bulunmaktadır. Tapınağın yapım faaliyeti Tiberius (MS 14-37) döneminden Cladius (MS 41-54) dönemine kadar sürmüştür. Tapınak ve sütunlu galeriler yıkılmış ve temel seviyesindedir. Propylon (Anıtsal Giriş): Augustus Alanı ve Tiberius Alanının kesiştiği yerde inşa edilmiştir. Üç tonozlu ve zafer takı biçiminde yapılan propylon İmparator Augustus onuruna dikilen ve onun deniz ile karada kazandığı zaferlerini sembolize eden heykel ve kabartmalarla süslenmiştir. Anıtsal giriş kapısına Tiberius alanından 12 basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Geçit tonozlarının ortada olanı geniş olup, dört adet ayak ve korinth başlıklı dört sütun üzerinde durmaktadır. Ortadaki kemerin üzerinde diz çökmüş ve kolları arkadan bağlanmış, biri giyimli diğeri çıplak iki Pisidialı esir ve önlerinde meşale ve çelenk yanlardaki kemerlerin üzerinde ise girland taşıyan kanatlı Eros ve Nike kabartmaları yeralmaktadır. Arşitrav kısmında bronzdan kabartma harflerle Imp Caes Avgvsto Pontıfex Max Trıbunıca Potestate XII Con yazıtının bulunduğu anlaşılmıştır. Kemerlerin üzerinde devam eden frizde tritonlar savaş gemileri, kalkanlar, çeşitli hayvan kabartmaları yapılmıştır. En üstte Poseidon (Deniz Tanrısı) ve Demeter’in (Bereket Tanrıçası) tasvirleri de yeralmaktaydı. Bu heykeller Yalvaç Müzesinde teşhir edilmektedir. İmparator Augustus’un ölümünden önce yazdığı “Res geastae Divi Augusti” nin (Augustus’un vasiyeti) Latince kopyası da bu yapıda yeralmaktaydı. Kazılar sırasında bir çok kitabe parçası da ele geçmiştir. Anıtsal giriş MS I. yüzyıl ortalarına tarihlenir. Yapının üst yapısı bugün tamamen yıkılmış ve temel seviyesindedir. Tiberius Alanı: Sütunlu caddenin doğu bitiminde yer alan Tiberius Alanı’nı doğuda Propylonun Anıtsal Merdivenleri, kuzey ve güneyde ise sütunlu galeriler çevrelemekteydi. Yaklaşık kare plana sahip alanın iki yanındaki sütunlu galerilerin içinde geç devirde dükkanlar yapılmıştır. Tiberius Alanı MS I. yüzyıl ortalarında inşa edilmiştir. Tiyatro: Kent merkezine yakın bir tepenin yamacına inşa edilen tiyatro şehre hakim bir noktadadır. Tiyatro caveasının (oturma kısmı) kuzey bölümü tepenin yamacına güneydeki kısımları tonoz kemerler üzerine oturtulmuştur. Tiyatro Roma döneminde genişletilmiş ve ana cadde tiyatro altında kalmıştır. Kentin doğu batı yönündeki ana caddesi güney cavea altında bulunan tonozlu bir tünelle tiyatronun altından geçmiştir. Bu tünelin uzunluğu 56, genişliği 8 metredir. Yaklaşık 5.000 kişiyi alabilecek kapasitede olan tiyatronun sahne kısmı tamamıyla tahrip olmuştur. Mevcut kalıntıları MS IV. yüzyıl başlarına ait olmalıdır. tiyatro Roma Hamamı ve Palaestra: Kentin kuzey-batı köşesinde yeralmaktadır. Yapı Palaestra (oyun alanı) ve kapalı hamam binasından oluşur. Palaestra kısmı üç yanı sütunlu galerilerle çevrili bir orta avludan oluşmaktadır. Üst yapıdan fazla bir kalıntı yoktur. hamam hamam Hamam kısmı Frigidarium (soğukluk kısmı), Tepidarium (ılık kısım), Caldarium (sıcak kısım) ve Apodyterium (soyunma yerleri)’dan oluşmaktadır. Doğu batı yönündeki yapı 69 x 54 m ölçülerindedir. Binanın çatısı tonozla örtülüdür. Yapı MS I. yüzyıl sonu II. yüzyıl başında inşa edilmiş olmalıdır. Yapının büyük bir kısmı ayaktadır. Stadium: Sultan Dağlarının eteklerinde akropolün batısında yeralmaktadır. Yapı 190 x 30 m ölçülerinde, “at nalı” şeklinde plana sahiptir. Hellenistik dönemde inşa edilen yapı MS II. yüzyılda onarım geçirmiştir. Antik çağda çeşitli atletizm, güreş ve boks gibi bedensel hareketler ile MS III-IV. yüzyılda gladyatör ve vahşi hayvan oyunları da bu yapılarda düzenlenmiştir. Yapıda günümüze kadar bir kazı yapılmamıştır. Nymphaeum: Anıtsal çeşme kuzey-güney caddesinin kuzey ucunda yer almaktadır. Yapı önde çeşmelerin bulunduğu sütun mimarisi ile süslü kısım ve arkasında suların toplandığı depo kısmından oluşur. “U” planlı yapı 21 x 21 m ölçülerindedir. Depoda toplanan su pişmiş toprak, taş ve kurşundan yapılmış borularla kente dağıtılmıştır. Muhtemelen MS I. yüzyıl sonlarında yapılan çeşme binası bugün temel seviyesindedir. Su Kemerleri: Kent mimarisinin en önemli yapılarından birisi su kemerleridir. Roma döneminde gelişen şehrin artan su ihtiyacını karşılamak için “su çıktı” kaynağından kente uzanan yaklaşık 10 km uzunluğunda su kemeri inşa edilmiştir. Ayakta duran kısmın uzunluğu yaklaşık 250 m olup, 5-7 m yüksekliktedir. Suyun aktığı Canalis’in yapısı bilinmemektedir. Su kemerleri MS I. yüzyılın sonunda inşa edilmiş olmalıdır. su kemerleri su kemerleri St Paul Kilisesi: Kentin ilk ve en büyük kilisesi olup, şehir suruna bitişik ve Roma Hamamı’nın yaklaşık 200 m güneyindedir. Bazilikal plan gösteren bina 70 x 26 m boyutlarında olup, apsid kısmı doğudadır. Yapı üç nefli (bölümlü) olup, orta nef daha geniştir. Kilisenin batısında enine yerleştirilmiş narteks (giriş bölümü) yeralır. st Paul Klisesi Yapıda 1924 yılında Robinson tarafından sondajlar açılarak inşa evreleri incelenmiş, bu çalışmalarda daha önceden inşa edilmiş küçük boyuttaki bir kilise tabanına rastlanmıştır. Ramsay ve Arundell, bu küçük kilisenin altında da bir sinagog olduğunu düşünmektedirler. StPaul Kilisesi Yalvaç Müze Müdürlüğü başkanlığında 1987 yılından itibaren başlatılan kurtarma kazısında kilisenin üç safhada yapıldığı ortaya çıkmıştır. İlk evrede büyük boyutlarda bir sinagog, ikinci evrede MS III. yüzyılın başlarında küçük bir kilise, üçüncü evrede MS IV. yüzyıl başlarına ait şu anda mevcut büyük kilise inşa edilmiştir. Kilisenin tabanı renkli ve çeşitli mozaiklerle kaplıdır. Mozaikli tabanda dört adet Yunanca kitabe ve bu kitabelerde mozaiği yaptıranlar ve görevli papazların ad ve adaklarının olduğu bilinmektedir. Hristiyanlık için önem arzeden bu kilisenin altında bulunan Sinagog’ta Hz. İsa’nın havarilerinden St Paulus, Barnabasla birlikte MS 46 yılında ilk vaazlarını vermişlerdir. Bu nedenle St Paulus’a adanan kilise büyük önem arzetmektedir. Men Tapınağı: Antiokheia, Men Kültünün en önemli merkezlerinden biridir. Men Kutsal Alanı, Antiokheia’nın kuruluşundan önce kentin yaklaşık 5 km güneydoğusunda Karakuyu Tepesi üzerinde kurulmuştur. Ay Tanrısı Men MÖ 3000 yılından beri ibadet edilen eski bir Anadolu Tanrısı’dır. Men Tapınağı Antik Kentten Görünümler
-
Şark-i Karaağaç Anabura: Şarkikaraağaç İlçesi Salur Köyünün güneyinde, Belceğiz Köyünün batısında yeralan antik kentin adı Strabonda geçer. MÖ I. yüzyılın ilk çeyreği içinde Strabon’un Geographika isimli eserinde kent halkından Anabouralılar diye bahsedilir. Oysa Naturalis Historia (Doğa Tarihi) isimli yapıtını MS 75 yılları civarında yazan Plinius aynı yöreyi anlatırken sadece Neapolis (Şarkikaraağaç) kentinden söz eder. Buradan da anlaşılıyor ki, MS I. yüzyılda yeni kurulan Neapolis bölgedeki Anabura’nın adının sönükleşmesine, önemsiz bir kent durumuna düşmesine sebep olmuştur. Kent Roma İmparatorluk döneminde bölgede kurulan tetrapolisin bir üyesidir. J. R. Sterrett, Beyşehir Gölü’nün kuzeybatısında Enevre denilen yerde ortaya çıkan yazıtlarda “Anabura” ismini bularak kentin yerini kesinleştirmiştir. Şehir kuzeye alçalan bir yamaç üzerinde kurulmuştur. Kent üzerinde pek fazla kalıntı yoktur. Tiyatro ve tapınak kalıntısı ile konut temellerinin izleri görülür. Neapolis: Şarkikaraağaç ilçe merkezi civarında olduğu bilinen antik kentten ilk olarak Plinius, “Naturalis Historia” adlı yapıtında bahseder. Plinius, antik kentin Galatia’da olduğundan söz eder. Ptolomaios ise, kenti Pisidia’nın Galatia’ya yakın kısmında olarak gösterir. Neapolis Beyşehir Gölü’nün kuzeyinde Antiokheia’dan (Yalvaç) Likaonya ve Pamphilya’ya giden Roma yolu üzerindedir. Neapolis’in Apollonia (Uluborlu) ile aynı tarihlerde Trakyalı kolonistler tarafından kolonize edildiği anlaşılmaktadır. MS III. yüzyıla ait bir yazıttan bölgede bir tetrapolisin olduğu bilinmektedir. Tetrapolisin üyelerinden Altada (yeri bilinmiyor), Anabura (Enevre) ve Neapolis (Şarkikaraağaç) bilinmekte; fakat, dördüncü kentin ismi bilinmemektedir. A. H. M. Jones, bu dörtlünün “Cillanian Ovası” tetrapolisi olabileceğine işaret etmektedir. Sözkonusu kentten yakın çevrede bir kalıntı gözükmemekle birlikte İlçe Halk Kütüphanesi’nin bahçesinden arsitrav blokları, sütunlar ve mezar stelleri Isparta Müzesi’ne nakledilmiştir.
-
Senirkent Tymandos: Senirkent İlçesi Yassıören Kasabasında olduğu kabul edilen kentin kalıntıları günümüze kadar ulaşmadığı için kent hakkında yeterli bilgi yoktur. Kentin adı Ptolomaios’da Talbonda, ortaçağ kilise kayıtlarındaki Piskoposları gösteren listelerde Tymandos, Tymandros şeklinde geçmektedir. MS 451 yılında Khalkedon’da (Kadıköy) toplanan kilise kurultayındaki tutanakların Yunan dilinde olanı “Tymandosluların kentinden Longinos” adlı piskopostan sözünü ederken Latin dilinde olan tutanaklarda aynı kişiyi “Talbonda kentinden Longius” diye göstermektedir. Bundan da Talbonda ve Tymandos isimlerinin bir arada kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Yassıören’de bulunan postament, sütun, kapı biçimli ve alınlıklı mezar stelleri ile yine bu köy sınırları içinden çıkan ve Senirkent Kütüphanesi bahçesinde duran iki adet palmetli, bir adet sphenksli Geç Arkaik Çağ (MÖ 540/530-480) mezar steli Isparta Müzesine nakledilmişlerdir. Son üç eser Pisidia bölgesinin İl sınırları içinde çıkan Greko-Pers üslubundaki ilk örnekleri olup, çok büyük öneme sahiptirler.
-
Eğirdir Malos: Antik kent, Eğirdir İlçesi, Sarıidris Kasabası, Göynücek Gediği mevkiinde bir tepe üzerinde yer alır. Kent akropolü Hellenistik ve Roma dönemi surlarla çevrilidir. Tepenin doğu yamacında kayaya oyulmuş basamaklı bir toplantı alanı mevcuttur. Küçük bir dağ kenti olan yerde şehrin resmi yapıları tespit edilememiştir. Sur kulelerinden bir tanesi hâlâ sağlam ve ayaktadır. Şehirdeki tapınaklardan birisi kentin 1 km kuzeybatısında Kaşerenler Tepesi yakınındadır. Tapınağın doğu duvarı ve kapısı halen ayaktadır. Tapınağın arkasında bir mağara vardır. Kareye yakın planlı tapınağın yan duvarlarının bir kısmı ayaktadır. Bu tapınak da aynı bölgede Aksu Zindan Mağarası önündeki Eurymedon Kutsal Alanı gibi bir mağara önüne yapılmıştır. Parlais: Eğirdir İlçesi Barla Kasabasında bulunan antik kentte MÖ I. yüzyıldan itibaren para basılmıştır. Şehrin kesin yeri konusunda uzun süre görüş birliğine varılamamıştır. L. Robert’in Bedire Köyü yakınında bulduğu sınır yazıtıyla Prostanna (Eğirdir) ve Parlais’in (Barla) yeri net olarak tespit edilmiştir. MÖ I. yüzyıldan beri sikke basılan kentin ne zaman şehir hüviyetine kavuştuğu bilinmemektedir. MÖ 25 yılında İmparator Augustus tarafından Galatia Eyaletine dahil edilen şehrin ismi “Colonia Julia Augusta Parlais” olarak değiştirilmiş ve kent bir Roma kolonisine dönüştürülmüştür. Ordu üssü olarak kullanılan kent Pisidia ve komşu İsauria (Konya-Bozkır) halklarını denetim altına almıştır. Şehirde Roma İmparatorluk çağında İmparator Marcus Aurelius’dan (MS 161-180) İmparator Caracalla (MS 198-217) dönemine kadar sikke basılmıştır. Yüzeyde fazla bir kalıntı yoktur. Prostanna: Eğirdir İlçesi içinde, Eğirdir Sivrisinin eteğinde kurulan antik kentin yeri L. Robert’in Bedre Köyü yakınında bulduğu sınır yazıtıyla kesinleşmiştir. Şehrin tarihi hakkında fazla bir bilgi yoktur. 1957 yılında buradaki kalıntıları inceleyen M.H. Ballance’a göre, Prostanna Hellenistik devirden önce kurulmuş ve bir şehirden çok karakoldur. Kent Roma döneminden sonra terkedilmiştir. Şehirle ilgili en eski belge, Asia Eyaletinden bir görevli şerefine dikilen MÖ 113 yılına tarihlenen bir yazıttır. Bu yazıtta “ Pisidia’daki Prostanna halkı” yazmaktadır. Kent sikkeleri MÖ I. yüzyıldan itibaren görülmektedir. İmparatorluk döneminde de İmparator Antoninus Pius’dan (MS 138-161) Claudius II’ye kadar sikke basılmıştır. Şehrin akropolisi Eğirdir Sivrisinin güneyindeki alçak bir tepe üzerindedir. Hem bu tepe hem de Sivri üzerinde sur vardır. Her iki tepenin arasındaki boyunda podiumlu tapınak kalıntısı olabilecek yapı temelleri yeralır. Bu kısım surla kaplı değildir. Küçük tepedeki sur içinde kare biçimli yapı temelleri mevcuttur. Kent üzerinden toplanan sunak, mimari parça ve kitabeler Isparta Müzesine getirilmiştir. Gökçehöyük Kilise Kalıntısı: Gökçehöyük Kasabası, Kocapınar mevkiinde bulunmaktadır. Doğu-batı yönünde yapılmış olan kilisenin yan duvarları l metre kadar korunmuş durumdadır. Kilise üç nefli olup, apsis kısmı doğuda yarım yuvarlak biçimdedir. Kilisenin çevresinde bir takım temel kalıntıları mevcuttur. Kaletepe Kilise Kalıntısı: Akbelenli Köyü, Kaletepe mevkiinde yeralan kilise kalıntısının yan duvarları görülebilmektedir. Kilise kalıntısının yanında bir sarnıç bulunmaktadır.
-
Aksu Timbriada ve Eurymedon Kutsal Alanı: Aksu İlçesi Mirahor Mahallesinin kuzeyindeki Asar Tepenin güney eteklerinde bulunan kentten ilk kez Strabon bahsetmiştir. W. M. Ramsey, gördüğü bir yazıtta şehrin adını okumuş ve Timbriada'nın yerini kesinleştirmiştir. Ayrıca Apollonia (Uluborlu) ile Timbriada arasındaki sınır çatışmasını anlatan ikinci bir yazıt da bulunmuştur. Küçük bir kent olan Timbriada, Eurymedon (Köprüçay) kaynakları yakınındadır. Kentin Zindan Mağarası önünde Eurymedon Tanrısına adanmış bir açıkhava tapınağı bulunmaktadır. Açıkhava tapınağı mağaranın önünden alt kısımdaki dere yatağına kadar basamaklı inşa edilmiştir. Kutsal alanın önüne Roma dönemi tonozlu bir köprü yapılarak kutsal alan ile güneyindeki mezarlık birbirine bağlanmıştır. Köprünün kilit taşı üzerinde Eurymedon'un kabartması yeralır. Antik çağda mağara ağzının sağında ana kayaya oyulmuş niş içinde duran Eurymedon Tanrısının insan ölçülerindeki heykeli Isparta Müzesinde sergilenmektedir. Antik kentte Roma İmparatoru Hadrianus’dan (MS 117-138) İmparator Severus Alexander'e (MS 222-235) kadar para basılmıştır. Tynada: Aksu İlçesi, Terziler Köyü yakınında Asar Tepe mevkiindedir. Kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte Hellenistik dönem tapınak ve işlevi belirsiz bina kalıntıları mevcuttur. Senitli Yaylası: Aksu İlçesinin 15 km kuzeybatısında yeralan kalıntıların adı ve kuruluş tarihi bilinmemektedir. Birbirine yakın büyük ve küçük 2 tepe üzerinde yeralan kalıntılar geniş yer kaplamaz. Tepelerin güneybatısında geniş bir nekrapol (mezarlık) alanı bulunmaktadır. Tepe üzerindeki yapılar fazlaca tahrip olmuştur. Tepe çevresinde dağınık halde mimari bloklar, heykel kaideleri, mezar stelleri bulunmaktadır. Sözkonusu saha Pisidia mezar taşlarının Timbriada ve Sofulardan sonra çıktığı en önemli yerdir.
-
Isparta Merkez Baris-Fari: Baris’in Isparta Merkez İlçe sınırları içerisinde bulunduğu; fakat, bugüne kadar bilimsel arkeolojik araştırmalar yapılamadığı için herhangi bir kalıntı bulunamamıştır. Cestrus (Aksu) ırmağını besleyen kaynakların yakınında olduğu bilinen Baris antik kentinin bugünkü Isparta adının da kaynağı olduğu düşünülmektedir. Isparta adının geldiği köken için düşünülen diğer bir görüşte ise, Polybios’da (V.72) bir metinde geçen Saporda adı üzerinde durulmaktadır. XIV. yüzyıl Arap kaynaklarında ilin bugün bulunduğu yöre Saparta olarak anılmakta ve Isparta adınında Saborta isminin değişmiş hali olduğu düşünülmektedir. 1948 yılında L. Robert, bu antik kentin Keçiborlu-Kılıç Kasabası yakınında Fari'de olduğunu göstermiştir. Hellenistik çağdan itibaren sikke basan kent, Roma dönemi sonuna kadar para basmaya devam etmiştir. Kapıkaya Harabesi: Isparta ili merkez ilçeye bağlı, Güneyce ve Çukurca köyleri arasında Güneyce Köyüne 5 km uzaklıktadır. Kentin adı ve kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber kentin adı bilinen fakat tespit edilemeyen Sandallion, Minassos, Tityassos gibi kentlerden birisi olduğu düşünülmektedir. Şehir Hellenistik dönemde kurulmuştur. Eğimli arazide yeralan kentin güney tarafı surla çevrili, kuzey tarafında ise yüksek bir kayalık bulunmaktadır. Kente girişte iki yandaki kayalara Sagalassos'da olduğu gibi nişler oyularak ostotekler (külkabı) yapılmış, kentin doğu ve batı yamacında teraslar oluşturularak yapılar yerleştirilmiştir. Güneydeki geniş düzlükte 5 sıra oturma basamaklı at nalı biçimli toplantı alanı, doğusunda işlevi belli olmayan kentin en büyük binası bulunur. Tapınak olabilecek bir yapı ve haç planlı bir şapel yeralır. Kentte lahit mezar ve kapak üzerine mezar sahibinin işlendiği iki adet lahit kapağı ve heykeller yeralmaktadır. Heykeller Isparta Müzesine nakledilmiştir. Kentin güneybatısında antik basamaklarla ulaşılan doğal bir mağara bulunur. Mağara muhtemelen bir kutsal alan olduğu düşünülmektedir. İncirlikaya Oda Mezarları: Merkez İlçeye bağlı Gölbaşı Köyü yakınında bulunan kaya mezarları zemin kodunun altında kayaya oyulmuşlardır. Mezarlara giriş kısmı kapılıdır. Mezarların tavanları tonozlu ya da iki yana eğimlidir. Mezar içinde üzerine ölünün yatırılacağı klineler bulunmaktadır.
-
Eski Isparta Evleri Isparta, Anadolu’nun Akdeniz Bölgesinde Göller Bölgesinin merkezi durumunda eski yerleşme yerlerindendir. Tarih boyunca Isparta, M.Ö. 40000-30 arasında Üst Paleolitik - Mezolitik - Neolitik - Kalkolitik - Tunç - Demir - Arkaik - Klasik - Hellenistik - Roma ile M.S. Bizans, Selçuklu, Hamitoğulları ve Osmanlı Dönemlerini yaşamıştır. Son dönem yapılarından günümüze pek azı gelebilmiştir. Isparta tarihi incelendiğinde Selçukoğullarından olan Kınık boyunun Isparta’ya yerleştiği, bundan da Selçuk oğullarının bu bölgede yaşadığı görülmektedir. Ayrıca yirmi dört Oğuz boyundan on tanesinden fazlası Isparta ve çevresinde yaşamıştır. Bu duruma göre Isparta halkının %70’inin Oğuzlardan olduğu Isparta tarihi kitaplarında yazmaktadır. Fehmi Aksu’nun aktardığı bilgiye göre Isparta’nın asıl halkını Eti, Oğuz ve Selçuk Türkleri teşkil etmektedir. Böcüzade tarihinin verdiği bilgilere göre il içinde Kara Koyunlu, Sarı Keçili, Eski Yörük, Fettahlı, Gebiz ve Kara Tekeli, Ak Sığırlı,Tahtacı, Hamamlı, Saçı Karalı gibi aşiretlerinin de Isparta ve çevresinde yaşadığı yazılıdır. Bundan başka eski muhacirler, 1887 yılında (93 savaşından sonra) Kafkasya’dan gelen Çerkez muhacirleri, 1913’de Balkan Savaşından sonra Bulgaristan’dan 186 hane Türk Muhacirleri gelmiş, Lozan Anlaşması çerçevesinde Yunanistan’dan 217 hane göçmenden 27 hane Türk muhaciri Merkez ve Gönen ilçesi ve civarlara, 1920 ve 1921 yıllarında Romanya ve Bulgaristan’dan gelenler Uluborlu ve civarına, son göçmenler ise 1. Dünya savaşından sonra 1923’de Kesriye ve Girebine’den gelen Türk göçmenleri yerleşmiş ve Isparta’da hayat sürmüş, âdet ve geleneklerini de yaşantılarına aksettirmiştir. Bu göçmenler Emre Mahallesi başta olmak üzere Sülübey, Hızırbey, Turan Mahallelerine yerleşmişlerdir. Günümüzde arkeolojik, tarihsel, kültürel ve mimari değerlerin hızla yok olması, geçmiş uygarlıklardan kalan mimari mirasın ve onların getirdiği tarihsel ve kültürel değerlerin korunmasını sağlamak gereklidir. Bu amaçla geçmişteki sosyal, ekonomik, kültürel, değerlerin günümüz sosyal ve ekonomik koşulları altında yok olmasına engel olmak, koruma imar planları hazırlanarak kentsel korumanın sağlanmasına çalışılmalıdır. Isparta zengin tarihinin yanı sıra önemli tarihi eserlere, sivil mimarlık ürünlerine sahiptir. Bunların içinde geleneksel konutların ayrı bir yeri vardır. Sayıları giderek azalan Eski Isparta evleri hakkındaki bilgiler daha önce elde edilen bilgiler ve yeni yapılan incelemeler doğrultusunda ele alınmıştır. Isparta ve civarında eskiden yaşayan halkın çiftçilik ve hayvancılık yanında kısmen halıcılıkla meşgul olmaları nedeniyle evler genellikle iki katlı olarak inşa edilmiştir. Bu evlerin zemin katları halı atölyesi, kiler, ahır ve samanlık olarak kullanılırken, birinci katları ise yaşanan yerler olarak düzenlenmiştir. Bu şekilde inşa edilen evlerin avluya bakan odalarının önünde büyükçe iki teras bulunur. Zemin kattaki terasa tarım aletleri konulurken, birinci kattaki terasta aile fertleri yazın günlük hayatlarını sürdürürler. İki katlı köy tipi evlerde evin arka cephesi devamlı kuzeye gelecek şekilde inşa edilmiştir. Arka ve yan cepheleri taş duvar olarak inşa edilen evlerin diğer kısımları ahşap bağdadi olarak inşa edilmiştir. Sıva malzemesi olarak en çok samanla kıtıklı sıva harcı haline getirilen çamur kullanılmıştır. Evlerin çatı örtüleri genelde kiremit ve damdır. Pazarlamanın ve ticari aktivitenin sürekli il merkezinde olması, köylüyü satacağı ürünler ve çalışma imkanları yönünden il merkezine doğru itmiştir. Bu nedenle ilin Yayla, Gülcü ve Karaağaç mahalleleri civar köylerden gelenlerin akınına uğramıştır. Bu mahallelere gelen köylüler köydeki yaşantılarını devam ettirmek düşüncesiyle, ucuz ve basit köy evi karakterinde evler yapmışlardır. Bu sebeple bu mahallelerde yakın zamana kadar fazla gelişme olmamıştır. Isparta evlerinin ana yapı malzemesi taştır, bodrum ve zemin katların bütünü taştan inşa edilmiştir. Üst duvarlar kerpiç dolgu “hımış” (iskiyet) veya bağdadi olarak inşa edilmiştir. Evlerde kullanılan ahşap malzemesi, taşıyıcı sistemde, doğramada ve örtüde kullanılmıştır. Bu ana malzemelerden başka yardımcı malzeme olarak toprak ve alçı da kullanılmıştır. Evler genellikle iki katlı olarak yapılmış olup az sayıda üç katlı evlere rastlamak da mümkündür. Sokağa bakan cephelerde oda ve sofalar cumba çıkma yapılmıştır. Evlerin genelde zemin katı taştan yapılmış, kışlık odalardan oluşur. Üst katlar ise odalar ve onların açıldığı sofalardan meydana gelir. Odalar özenle işlenmiş, tavanları genelde ahşap tekne tavan olarak tasarlanmıştır. Isparta evleri genellikle sokağa cepheli, yan ve arka bahçeli, 1 veya 2 katlı ve sofalı yapılardır. Yöresel özellikler gösteren evler daha çok sit alanı içinde yoğundur. Sit alanı dışında da eski evlere rastlamak mümkündür. Kepeci, Çelebiler, Gazi Kemal, Keçeci, Sermet, Kurtuluş, Doğancı, Dere, Emre, Karaağaç, Yayla mahallelerinde geleneksel özellikleri taşıyan Isparta evleri bulunmaktadır. Isparta evleri genel olarak Türk Evleri, Acem Evleri ve Rum Evleri şeklinde üç ana başlıkta ele alınabilir. Türk Evleri: Isparta ili içerisinde günümüze kadar gelmiş bu tip evler iki guruba ayrılabilir: 1.Tip Türk Evi (Ağa Evleri): Yaşantıya uygun olarak Ağa Evleri Tahtani ve Fevkani şeklinde iki kısımdan oluşur. Tahtani olanlar, Ağaya hizmet eden uşak, seyis v.b. kişilerin ikamet ettikleri avluya bakan tek sıra odalardan oluşur. Yani tahtani, bahçeye bakan küçük odalardır. Tahtani odalara avludan açılan kapılardan girilir. Bu odalar küçük, fazla tezyin edilmemiş, fakat yaşantıya uygun olarak yiyecek malzemelerin konduğu dolaplar, davlumbaz gibi öğelerden oluşur. Avluya bakan pencereleri vardır. Fevkani olan kısma ise evin içinden tahta bir merdivenle çıkılır. Buradan geniş bir sofaya geçilir. Merdivenin üzerinde bulunan kısım yükseltilmiş olduğundan buraya yüksek hanay denir. Böylece büyük sofa daha fazla hacim kazanmış olur. Merdiven üzerinde bulunan kısım ise kapalı olup, bu kısma çeşitli malzemeler konulur. Hanayda güneye bakan cephede abdestlik yer alır. Hanaya açılan odalara genellikle yan yana bulunan kapılardan girilir. Bu odalar fazlasıyla tezyin edilmiştirler. İnsanların hayatlarının büyük bir bölümünü bu odalarda geçirmesi sebebiyle tavandaki ahşap süslemelere, duvardaki nişlere ve dolaplara önem vermişlerdir. Evlerde erkeklerin bulunduğu zamanlarda bu odalarda bayanlar oturur, erkekler ise fevkani hanayda otururlar. Ağa evlerine Böcüzade Süleyman Efendi evi, Tahir Paşa ve Demiralay Konağı gibi yapılar örnek olarak gösterilebilir. 2.Tip Türk Evleri (Hanaylı Evler): Orta sınıf evler olan hanaylı evler alt hanay, üst hanay olmak üzere iki kısımdan oluşur. Alt kısımda ahır ve eve açılan kapılar vardır. Üst hanayda ise 1. Tip evlerde olduğu gibi iç odalara açılan kapılar vardır. Bu odalar günlük yaşantının geçtiği yerlerdir. Yine güneye bakan kısımda abdestlik yeri vardır. Ortak özellik olarak odalarda gömme dolaplar, tuzun ve şekerin konulduğu tuzluk ve kahve-çay-şeker nişleri bulunmaktadır. Bu tip evlerde alt hanayın açıldığı geniş avluda aş ocağı mutlaka bulunur. Aş ocağının yanında bir ocak vardır. Dolayısıyla 2. Tip evlerde ev sahibi tabiatla daha fazla iç içedir. Her iki tip Türk evinde hanaya açılan odalarda atlanmaması gereken bir özellikte Musandıra (yani bir nevi meyve kurutma dolabı) bulunur. Duvarda boydan boya bir raf mevcuttur. Buna halk arasında Iraf denir. Ayrıca odaların tavanları süslemelerle kaplıdır. Acem Evleri: 17. yy. sonunda 300 kadar Ermeni vatandaşın Isparta’ya Kafkasya’dan gelmesiyle kendilerine öz bir mimariyi de beraberlerinde getirmişlerdir. Fakat bu mimari yalın olarak uygulanmamış, yerleşik halkla beraber yaşamalarının sonucu olarak kompozit bir yapı şekli ile karşımıza çıkmıştır. Bu evlere Acem Evleri denilmektedir. Bu tür evler genellikle çay boyu Sümerbank ve Kestaneli sokak civarında yeralmaktadır. Yapılan araştırmalara göre bu tür evlerden 17 adet tespit edilmiştir. Bu yapılardaki mimari özellikler Türk evlerine oranla kapalı bir mimari özellik göstermektedir. Bu tür evlerin özellikleri Türk evi özelliğini ve yabancı mimariyi birlikte yansıtmasıdır. Bu özelliği ile diğerlerinden farklı bir gurup oluştururlar. Örneğin evlerin köşelerinde ve kapı girişlerinde bulunan süs mahiyetindeki bağdadi sütünceler cumba altlarındaki ahşap (stilize edilmiş) palmet motifleri, saçaklardaki aşırı süslemeler bu evlerin en belirgin özellikleridir. Bu evlerde zemin katlar genel olarak düzgün kesme taşlardan yapılmış ve pencerelerdeki basılı kemerlerde ise kilit taşı kullanılmıştır. Rum Evleri (Ecnebi Evleri): Rumlar da yapmış oldukları evleri Ermenilerin etkisinde kalarak yapmışlar, yine kapalı mimariye uygun olarak yeni bir yapı türü ortaya çıkarmışlardır. Bu tür evler diğerlerinden tamamen farklıdır. Türk evi mimarisiyle hiç ilgisi olmayan süslemeler bu tip evlere bakıldığında hemen kendisini göstermektedir. Rum evlerinde Türk evlerindeki hanayların önü cam ile kapatılarak, bir nevi kapalı hanay durumuna getirilmiştir. Türk mimarisinde bulunmayan üçgen alınlık (tympanon) mevcuttur. Bu üçgen alınlıkların ortasında çoğu zaman yuvarlak süs mahiyetinde silme (sağır) pencereler bulunur veya kabartma, boyama şeklinde bir madalyon mevcuttur. Ayrıca bu tür evlerin girişlerinde sütün veya sütünceler (süs) vardır. Aynı sütünceleri bazı evlerin pencerelerinde de görmek mümkündür. Yine bu evlerde Türk mimarisinin ortak özelliği olan cumbalar (cihannümalar) bulunabilir. Fakat bunlar Türk mimarisinden farklı olarak aşırı süslemelerle bezenmişlerdir. 1908’den sonra Isparta’daki mimaride büyük bir değişiklik olmuştur. Bu değişikliğin sebebi de şehrin büyük bir deprem geçirmesi ve sonucunda yukarıda bahsedilen kapalı mimariden etkilenerek sakız gibi ev denilen kapalı balkonlu yapıların ortaya çıkmasıdır. Bu evlere tam ortadan taş basamaklı merdivenle çıkılır. Genellikle tek katlı olup, sağında ve solunda iki oda yer alır. Eski Isparta Evlerinden Örnekler [/size]
-
Isparta Kaleleri Eğirdir Kalesi: Eğirdir Kalesi, Eğirdir Gölüne uzanan yarımada üzerinde bulunur. Kuzey-güney doğrultusunda yarımada boyunca uzanan sur duvarları üzerinde konutlar vardır. İç ve dış kaleden oluşan Eğirdir Kalesinin inşa tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bugünkü kalıntılar Bizans döneminden kalmadır. Çeşitli zamanlarda onarılan kale surları bir sıra tuğla ve taş olarak inşa edilmiştir. Dış kaplama, iç moloz dolgudur. Timur’un Eğirdir’i istilası sırasında hasar görmüş, Hamidoğulları ve Osmanlı dönemlerinde tamir görmüştür. Kalenin kitabesi şöyledir: “Allah-ü müfettihü-l ebvab / Âmmere hazihi-l imareti-l mübareket-ü bi emri-l emiri-l âzam-ı Felekü-d dünya veddin-i / E’âzzallah-ü ensareh-u fi senet-i seb’a ve sablâ miete 707 (Bütün kapıların fâtihi Allah-ü Zülcelaldir. Din ve dünyanın meliki Feleküddin emir-i azam’ın emriyle şu mübarek imaret tamir edildi. Allah-ü Zülcelal yardımla-aziz etsin. H.707/M.1307). Uluborlu Kalesi: Kapıdağı eteğinde etrafı kayalıklarla çevrili olan kale MÖ IV. yüzyılda şehrin kuruluş döneminde inşa edilmiş olmalıdır. Zaman içinde tahrip olan kale Bizans Döneminde Roma Dönemi malzemeleri de kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. Kale Selçuklu ve Hamitoğulları Beyliği zamanında tamir edilmiştir. Kuzey güney doğrultusunda uzanan kale bedenleri üzerinde üç burç bulunur. Kale kapısı büyük ve dışa taşkındır. Sığırlık I Kalesi: Sütçüler ilçesi, Asar mahallesinde bulunan kale tepenin kuzey yamacına kurulmuştur. Sur duvarları sağlam ve köşelerde birer kule vardır. Erken Bizans Döneminde yapıldığı düşünülmektedir. Sığırlık II Kalesi: Sığırlık ve Çandır köyü arasında yolun kuzeyinde bir tepe üzerindedir. İyi korunmuş kalenin doğu duvarlarında üç yuvarlak pencere vardır. Erken Bizans Döneminde yapılmış olmalıdır. Zengibar Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi, Muratbağı (Zengibar) Köyünün doğusundaki dağ üzerinde yeralır. Dağın zirvesine doğru uzanan sur duvarlarının sadece temelleri kalmıştır. Ördekçi Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi, Ördekçi köyü Sivri Dağın üzerindeki yaylada tahrip olmuş durumda bir kale kalıntısı mevcuttur. Anabura Kalesi: Şarkikaraağaç İlçesi Salur Köyü Enevre mevkiinde, Kızılkale Dağı üzerindeki kale Roma döneminde kurulmuş olmalıdır. Kale tamamiyle tahrip olmuştur.
-
Kutlubey (Ulu) Camii Kutlubey (Ulu) Camii: Ulu Cami adını I. Murad döneminde yaşamış yararlıklar göstermiş Osmanlı komutanı olan Kutlubey’den almıştır. İl Merkezindeki camilerin en eskileri arasında adı geçen Kutlubey Caminin (Ulu Cami) bulunduğu yerde, bir vakfiyeye göre 1429 yılında cami bulunmakta iken, 1899 yılında bu caminin çürüyen kısımlarının yenilenmesi için damı açıldığında tavanı taşıyan direklerin çoğunun çürümüş olduğunun görülmesi üzerine bütünüyle yıktırılarak, Padişah II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. yılı hatırasına Ayasofya’ya benzer kargir ve çok kubbeli bir cami yapılmasına karar verilerek inşaata başlanmıştır. 1904 yılında tamamlanan yeni caminin duvarları kövkeden yapılmıştır. 1914 yılındaki büyük depremde caminin yıkılması üzerine, 1922 yılında bugünkü cami yapılmıştır. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı caminin kuzeybatı köşesinde bir minaresi vardır. Doğu ve batı cephesinde alt ve üstte beşer, güney cephesinde altta ve üstte dörder, kuzey cephesinde ise altta dört, üstte beşer kemerli pencere açıklığı vardır. Harimde kadınlar mahfilinin bulunduğu bölüm haricinde çatı örtüsü, ortada merkezi bir kubbenin dört yanındaki birer elips, köşelerde ise birer küçük kubbeden oluşmaktadır. Kadınlar mahfili üstü ise ortada elips, iki yanda birer küçük kubbe ile örtülmüştür. Alttan sütunlara binen sivri kemerlerle taşınan örtülere geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Merkezi kubbede sekiz pencere açıklığı bulunmaktadır. İç cephelerde, özellikle örtü ve pandantif yüzeylerinde kalem işi süslemeler ile madalyonlar göze çarpar. Mihrabı sivri kemerli bir kavsaraya sahiptir. Kuzey cephenin batı ucunda camiden bağımsız olarak yer alan minarenin kaidesi pabuç bölümüne kadar üç aşama gösterir. Subasman seviyesinde kare planlı olan kaide, köşelerde pahlarla sekizgene dönüştürülmüş, daha sonra üst üste üç bilezikle sekizgenin çapı daraltılmıştır. Bileziklerle pabuç arasında kalan bu bölümde taş aralarında yer yer üç sıra tuğla hatıllar vardır. Bileziklerin alt seviyesinde akantus yaprakları bulunan devşirme friz parçası vardır. Sekizgen kaideden köşeleri pahlı bir pabuçla onaltıgen gövdeye geçiş sağlanmıştır. Gövdede biri pabuçtan sonra, diğeri şerefeye yakın bölümde birer silmeli taş bilezik yer alır. Şerefe altı mukarnaslı olup, korkuluklarda geometrik taş süslemeler vardır. Petek üstünde yükselen külah kurşun kaplamalıdır.
-
Isparta Camileri Firdevs Paşa Camii (Mimar Sinan Camii): Üzüm pazarı civarında, Ispartanın en eski camileri arasında yeralan cami Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Isparta Valisi Firdevs Paşa tarafından, 1561 yılında Mimar Sinan stilinde yaptırılmıştır. Kare planlı ve tek kubbeli olan cami, kuzeyde beş kubbeli bir son cemaat yeri ile kuzeybatı köşesinde bir minareye sahiptir. İnşa kitabesi bulunmamakla beraber H. 973/ M. 1565 tarihli bir vakfiyesi vardır. Ayrıca Tezkiret-ül Bünyan, Tezkerat-ül Ebniye, Tuhfet-ül Mimarin’de adı bulunması ile Mimar Sinan eserleri içinde yer almaktadır. Düzgün kesme taşla inşa edilen yapının batı ve doğu cephelerinde altta ve üstte ikişer, güney cephesinde ise altta iki, üstte üç pencere açıklığı bulunmaktadır. Alt pencereler düz atkılı, taş söveli dikdörtgen karakterde olup, sivri kemerli alınlığa sahiptir. Üst pencereler yine sivri kemerli açıklıklar şeklindedir. Caminin kuzey cephesinde ortadaki çapraz tonozla, iki yanlara pandantiflerle geçilen sekizgen kasnağa sahip kubbelerle örtülü beş gözlü son cemaat yeri bulunmaktadır. Örtü sistemi cephelerde altı sütuna oturan sivri kemerlerle desteklenmiştir. Sütun başlıklarından iki yandakilerle Türk üçgeni, diğer dördünde mukarnas süsleme görülür. Kemer gözleri bugün camekanlarla örtülüdür. Son cemaat yerine açılan caminin kuzey cephesinde harime giriş kapısı ve pencereler yer alır. Giriş açıklığının batı yanındaki pencere ile batı uçtaki minare girişi arasında görülen mihrabiye mukarnas kavsaralıdır. Harim, pandantiflerle geçilen kubbe ile örtülü olup, cephelerde onbeş, kubbe eteğinde sekiz pencere ile aydınlanmaktadır. Caminin giderlerini karşılamak üzere l561 yılında, Firdevs Paşa tarafından bir de bedesten yaptırılmıştır. Abdi Paşa Camii (Kavaklı Camii-Peygamber Camii): Kaymakkapı meydanı yakınında Çinili Camii olarak da bilinen yapının kitabesine göre H. 1196-97/M. 1782-83 yıllarında inşa edilmiştir. Caminin inşa edildiği sahada bulunan harap durumdaki “Kadı Mescidi” yıktırılarak yerine bu cami yapılmılştır. Kare planlı, ahşap tavanlı ve üstten kırma çatıyla örtülü caminin kuzeyinde son cemaat yeri kuzeybatı köşesinde bir minaresi vardır. Camii 1832, 1879, 1888, 1914 ve 1950 yıllarında onarım görmüştür. Caminin doğu cephesinde altta üç, üstte dört, batı cephesinde altta üç, üstte beş, güney cephesinde altta ve üstte dörder pencere açıklığı ile doğu ve batı cephelerinde birer tali giriş açıklığı yer almaktadır. Açıklıkların tamamı taş söveli ve sivri kemerlidir. Batı cephesinin kuzey ucunda yer alan iki şerefeli minaresi kare kaide üzerinde yükselir. Köşeleri pahlı pabuçla geçilen gövdenin şerefe altları mukarnaslıdır. Kare şeklinde turkuaz çini plakalarının birbirine köşelerinden birleştirmek suretiyle oluşturulan birer süsleme şeridi gövdede yer alan taş bilezikleri alttan ve üstten sınırlandırmaktadır. Ayrıca peteğin külahla birleştiği kesimde turkuvaz çini plakalar göze çarpar. Son cemaat yeri yedi sütunla desteklenen düz ahşap tavanlıdır. Üstten kırma çatıyla örtülüdür. Çatı giriş ekseninde üçgen alınlıklıdır. Harimin son cemaat yerine bakan cephesinde üstte beş, altta dört adet sivri kemerli pencere vardır. Eksende bir giriş kapısı yer alır. Cephe yüzeyinde, mihrabiyeler ile bunların çevresinde yoğunlaşan XVIII. yy. Kütahya çinileri bu cephede önemli süslemeyi oluşturur. Duvar üzerinde bitkisel ve geometrik süslü devşirme malzemeler de vardır. Harim içi, ahşap direklerle üç bölüme ayrılmış ve Kütahya çinileri ile süslenmiştir. Feyzullah Paşa Camisi: Feyzullah Paşa Camisi Atabey’in Müftü Mahallesinde, Ertokuş Medresesinin tam karşısında bulunur. Medrese avlusu ile cami arasında 5-6 metrelik yol vardır. Böcüzade Süleyman Sami’nin el yazması Isparta Tarihinde adı geçen caminin H. 900 / M. 1495 yılında yapıldığı yazıyorsa da buna imkan yoktur. Çünkü Osmanlıların kuruluşundan XIX. yy. başına kadar geçen dönemde Köprülüzadeler dışında (Fazıl, Feyzullah, Fazlullah) adında biyografisi verilen paşadan başka birisine rastlamak mümkün olmamaktadır. Yapılış tarihi 1645-1648 yılları arasıdır. Caminin üstü eskiden toprak damla örtülüyken, zamanla harap olduğu için 1924 yılında yıkılarak yeniden bugünkü haliyle yapılmıştır. Yapımı sırasında eski gelenek izlerini taşıyan ahşap sütunlar ve tahta işlemeler aynen tekrar kullanılmıştır. Caminin tuğla minaresi sağlam olduğundan aynen bırakılmıştır. Minarenin kuzeye bakan kısmında kürsü ile gövde arasında yani pabuç kısmında H. 1278 / M. 1861 tarihli bir kitabe vardır. Bu kitabede minarenin belirtilen tarihte Mehmed Uşşaki tarafından imar edildiğinden söz edilmektedir. Eğirdir Hızırbey Cami: Halk arasında Ulu Camii olarak da bilinip, resmi kayıtlardan caminin yapılış tarihi hakkında bir bilgiye rastlanılamamıştır. Bununla birlikte Hızırbey (Ö. 1328) tarafından duvarlar kargir ve üstü toprak damlı olarak yaptırıldığı düşünülmektedir. 3000 kişinin aynı anda ibadet yapabildiği caminin damında kışın biriken karları atmak için damın bir bölümü açık bırakılmış ve caminin içinde bir kar kuyusu yapılmıştır. Cami, 1814 Eğridir de çıkan yangında yanmıştır. Eğridir mütesellüm ve muhafızı Yılanlıoğlu Şen Ali Ağa tarafından halktan toplanan yardımlarla eski tarzına uygun bir şekilde yeniden inşa edilmiştir. 1883 yılında da Hacı Murat Ağa öncülüğünde çatısı kiremitle örtülmüştür. Caminin minaresi Dündar Bey Medresesi ile Hızırbey Camiinin ortak duvarını oluşturan kale suru üzerinde kale kapısı üzerinde inşa edilmiştir. Bu şekliyle oldukça orjinaldir. Sütçüler Sefer Ağa Camii: İlçe merkezinde 1296 yılında hayırsever bir kadının maddi desteği ile Sefer Ağa adında bir zat tarafından yaptırılmıştır. Kapısının üzerinde Arap harfleri ile Türkçe yazılmış bir kitabe vardır. 1955-1959 ve 1977 yıllarında restore edilmiştir. Uluborlu Alaaddin Camii (Ulu Camii): Eski kasabada yeralan cami Sultan Alaaddin Keykubat zamanında H. 629 / M.1231 II. Kılıç Arslan’ın torunu ve Tuğrul Şahın kızı tarafından yaptırılmıştır. H. 680 / M. 1281 yılında Bedrettin Ömer bin Emirülhaç tarafından Gıyaseddin Mes’ud II’nin saltanatı zamanında tamir edilmiştir. Caminin kuzey, doğu ve batıya açılan üç kapısı ve tek şerefeli olarak tuğladan yapılma bir minaresi vardır. Dört sütun üzerine oturtulmuş iki kubbesi, 35 penceresi ile 3 kapısı vardır. 1652 yılında yerli halktan Vahap Kadı tarafından ikinci tamiri yaptırılmıştır. 1909 yılında yanan cami, 1927 yılında yeniden elden geçirilmiştir. Sıvası, boyası ve yazıları da 1932 yılında Hacı Nuri Altın tabak tarafından yapılmış, cami kitabesinde şu ifadeler yer almaktadır: “Bu mübarek mescit, Kılıç Arslan’ın oğlu şehit Sultan Tuğrul Şahın, âlim dünya ve dinin koruyucusu, İslam’ın ve müslümanların seçkini olan kızı Melike-i Adile’nin malından olmak üzere, en ulu padişahlar padişahı alemdar Allah’ın gölgesi mesabesinde olan, dünya ve dininin şerefçe yücesi Fatih babası Keyhüsrev oğlu Keykubat’ın hüküm sürdüğü günlerde H. 629 yılının Recep ayında kendisi tarafından yaptırılmıştır. Allah ikbalini daim etsin”. Yalvaç Devlethan Camii: Caminin kesin yapılış tarihi ve mimarı bilinmemektedir. Bununla birlikte caminin Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud’un ortanca oğlu devlet adına yaptırıldığı ya da Selçuklu hükümdarlarından birinin kız kardeşi olan Devlet Hatun tarafından yaptırıldığı görüşleri vardır. Cami Yalvaç’ın merkezindedir. Devşirme malzeme ile yapılan cami, beylikler devri cephe özelliğine sahip olup, enine atılmış üç sütun dizisi ile dört sahana ayrılmış üzeri kırma çatı ile örtülü bir yapıdır. Caminin tek minaresi yapının kuzeydoğu köşesinde yer almaktadır. Mihrabı ve minberi düz sadedir. Caminin muhtelif zamanlarda onarımlar geçirdiği bu yüzden 15-16. yüzyıla ait olan bu yapının günümüzde orijinalinden ayrıldığı gözlenmektedir. Yalvaç Yeni Camii: Yalvaç merkezinde ve Devlethan Camisinin hemen önünde yer almaktadır. Duvarları dıştan moloz taş, içten horasan harcı ile yapılan ve 19. yüzyıla ait olan yapı, yaklaşık kare bir plana sahip olup, dört sütun üzerine oturan bir kubbeye sahiptir. Tavanı kırma çatı ile örtülüdür. Minare kuzeybatı köşede bulunmaktadır. Mihrabı ve minberi düz ve sadedir. Kubbede bulunan süslemeler son dönemde onarılmıştır. Yalvaç Leblebiciler Camii: Bu yapı da oldukça sade dış cephelere ve bir harime sahiptir. Devşirme malzeme ile yapılmıştır. Girişin sağında, tuğla malzeme ile tek şerefeli olarak yapılmış bir minaresi vardır. Şarkikaraağaç Ulu Camii (Cami-i Kebir): Camii H. 680 / M. 1282 yılında Selçuklu Sultanlarından Feramuz oğlu Alaaddin Keykubat döneminde Ömer bin Ali tarafından yaptırılmıştır. Camii zaman içinde haraplaşması sebebiyle Fatih Sultan Mehmet döneminde H. 860 / M. 1456 tamir edilmiştir. Zamanla minaresiyle birlikte daha pek çok tamir görmüş, üzeri vakıflar tarafından çatı yaptırılarak çinkoyla örtülmüştür. Barla Çeşnigir Sinan Paşa Camii: Barla Kasabası Orta Mahallede bulunan caminin kapı üzerindeki kitabesinden H. 777 / M. 1376 tarihinde Çeşnigir Sinan Paşa tarafından yaptırıldığı yazmaktadır. Buna göre caminin Isparta ve civarının Osmanlı İdaresine geçmesinden altı yıl önce yapıldığı anlaşılmaktadır. Yan duvarları kargir, üzeri ahşap ve toprak damlı, minaresi sovan biçimli ve renkli tuğlalardan yapılmıştır. Kapının içerisinde sol tarafta gömülü bulunan bir kişinin mezar taşında Hafız Tuti’i Karamani ibaresi ve H. 794 / M. 1392 tarihi görülmektedir. Cami, 1878 yılında onarılarak damı kiremitli hale getirilmiştir. Cumhuriyet döneminde tekrar onarılarak bugünkü durumuna getirilmiştir. Yılanlıoğlu Cami (Yılanlı): Yılanlıoğlu Şeyh Ali 1809 yılında kendi köyü olan Yılanlı’da bir cami yaptırmıştır. Son yıllarda onarılan cami bugün kiremitli bir çatı ile örtülmüştür. Küçük Gökçeli Kırık Minare Camii: Cami yıkılmış olup, bugün yerine yeni küçük bir cami yapılmıştır. Minaresi eski olup, tuğladan yapılmıştır. Yapı tekniğine göre Anadolu Selçukluları döneminde XIII. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. 1402 yılında Timur istilası zamanında tahrip olmuştur. Minaresi Anadolu Selçuklu döneminin mimari özelliklerini taşımaktadır. Minarenin kaidesi düzgün kesme taştan olup, silindirik gövde kırmızı tuğladandır. Atabey Sinan Camii (Kurşunlu Camii): Bu yapıya Defterdar Burhanettin Paşa Camii de denilmektedir. Isparta’daki Firdevs Bey Camisi gibi Mimar Sinan stiliyle H. 1000 / M. 1591 yılında yapılmıştır. Tek kubbeli olan yapının kubbesi kurşun kaplıdır. Caminin minaresi, basamak merdiveni, orta direk ve dış duvarının bir bütün olarak oyulduğu kasnakların üst üste dizilmesiyle meydana gelmiştir. Hızırbey Camii: Keçeci Mahallesinde bulunan bu camii Hamidoğulları Devletinin kurucusu Feleküddin Dündar Bey’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Hızırbey adına yapılmıştır. Hızır Bey’in taht’a geçişi H. 728 (M.1325) yıllarında olduğuna göre bu caminin Isparta’da en eski cami olması gerekir. Cami küçük olup, dört duvarı taş, içi ahşap, çatısı toprak dam, minaresi kövkeden yapılmıştır. 1881 tarihinde damı yıkılarak çatı biraz daha yükseltilmiş, 1887 yılında minaresi harap olmuş ve cami 1911 yılında tekrar onarılmıştır. 1969 yılında yeniden tamir edilen cami bugünkü halini almıştır. Hacı Abdi Camii (İplik Pazarı Camii): Caminin bulunduğu yerde İplik Pazarı kurulduğu için İplikçi Camii olarak adlandırılmıştır. Çarşı civarında, Ispartalı zenginlerden Abdi Ağa tarafından 1562 tarihinde inşa edilmeye başlanmış, 1569 yılında bitirilmiştir. İlk binanın üstü tahta ile örtülmüş; fakat, kurşun kaplanmamıştır. Yıpranan çatı örtüsü 1725 yılında eski haliyle onarılmıştır. 1782 yılında Sadrazam olan Halil Hamid Paşa tarafından caminin doğu ve batı tarafına birer kanat ekletilmiş, doğu yanına kövkeden bir minare ve kitaplık yaptırılarak genişletilmiştir. Daha sonra kubbeli cami tamamı yıkılarak yerine bugünkü cami yapılmıştır. İlaveler yapan Halil Hamid Paşa’dan dolayı cami Halil Hamid Paşa Camii olarak da anılmıştır.
-
Kiliseler Aya Ishotya (Yorgi) Kilisesi: Doğancı Mahallesinde yer alan kilisenin yapım tarihi 1857-1860 yılıdır. Bununla ilgili giriş kapısı üzerinde bulunan kitabe bugün Isparta Müzesinde bulunmaktadır. Yazıt Rum alfabesi ile Türkçe yazılmıştır. Doğu-batı yönünde uzanan yapı dikdörtgen planlı üç nefli, apsisli ve nartekslidir. Dış duvarlar yerel taş kövke ile yapılmıştır. Batı, kuzey ve güneyden birer girişi vardır. Kuzey girişi üzerinde dışarı taşkın ve iki sütun üzerine oturan yağmurluk vardır. Yapının çatısı kövkeden çapraz tonozla örtülüdür. Neflerin yükseltisi çatıda izlenir. Narteks iki kısımdır. Narteks önündeki çan kulesinin çanı bugün Isparta Müzesinde yer alır. Çanın yapım tarihi 1903 yılıdır. Çatıdaki pencereler üçgen alınlıklı dikdörtgen ve yuvarlaktırlar. Apsis doğu yönünde olup, tabandan 60 cm yüksekliktedir. Apsis tabanı çay taşlarıyla döşenmiştir. Apsis dışta beş kenarlıdır. Sütunlar ve yan duvarlar alçı ile sıvanmış, resimlerle süslenmiştir. Aya Stefanos (Yeşilada) Kilisesi: Eğirdir ilçesi Yeşilada içinde bulunur. Doğu batı yönünde uzanan kilise dikdörtgen planlı olup, üç nefli ve apsislidir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır. Yan duvarlar moloz taş ile örülmüştür. Çatı beşikçatı olup, içyüzü harç sıvalıdır. Dışı sıvalı ahşap direkler üzerine oturan çatı alaturka kiremitle kaplıdır. Yapının doğu duvarında dışa çıkık yarım yuvarlak apsis bulunmaktadır. Apsisin aydınlatılması altta bir, üstte ikinci kat seviyesinde iki pencere ve en üstte yuvarlak bir pencere ile yapılmaktadır. Pencere kenarları beyaz mermer bloklarla çevrelenmiştir. İçte alçı süslemeler dökülmüştür. Kilise Göller Bölgesi Araştırma Projesi dahilinde restorasyon kapsamına alınmış, daha sonra çatı kaplaması yenilenerek, dış duvarları yapılmış, iç ahşap kısımlar yenilenmiştir. Aya Baniya (Aya Payana) Kilisesi: Isparta’nın eski yerleşme yerlerinden olan Turan Mahallesindedir. 1750 yıllarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Ana aksı kuzey-güney istikametinde olan kilise dikdörtgen planlı, üç nefli ve apsislidir. 15 x 26 m ölçülerindeki yapının kuzey, batı ve doğudan birer giriş kapısı vardır. Tavan ahşaptan yapılmış olup, dışı harçla sıvanmış çapraz tonozla örtülüdür ve on sütun üzerine oturur. Sütunların içi ahşap dışı sıvalıdır. Sütunlar kaidesiz ve korint başlıklıdır. Apsis, tabanı ana mekandan 70 cm daha yüksektedir. Apsis altta üç büyük üstte üç küçük pencere ile aydınlatılmaktadır. Apsis dışta beşgendir. Pencere pervazları dıştan kesme taşlarla kemerli yapılmıştır. Yapı l993 yılında Göller Bölgesi Projesi dahilinde restorasyon kapsamına alınmış; fakat; fazla bir çalışma yapılamamıştır. 1999 yılında kilisenin çatısı tamamiyle yenilenmiştir. Emre Mahallesi Kilisesi: Sultan III. Selim zamanında müslüman olmayanların da mabet yapabilmelerine imkân veren fermanla birlikte Emre mahallesinde eski bir kilisenin temelleri üzerine bir kilise yapılarak, 1794 yılında bitirilmiştir. Bugün bu kilise yıkılmış ve temelleri üzerinde bir ev vardır. Çevresinde yaklaşık 5’er metre uzunluğunda siyah sütunları vardır. Aya Georgios Kilisesi : Eğirdir ilçesi Barla Kasabası Rum mahallesinde yeralan kilise dikdörtgen planlıdır. Kilisenin dış duvarları, narteks kısmı ve orta mekanı moloz taşlarla yapılmıştır. Narteks binanın güneyindedir. Doğusunda üstte yuvarlak kemerli bir pencere, altında niş vardır. Orta mekan üç neflidir. Doğuda apsis, yanlarda birer niş vardır. Yapı oldukça tahrip olmuş bir durumdadır.
-
Köprüler ve Su Kemerleri Köprüler hemen hemen insanlık tarihi kadar eskidir. Özellikle göçler, ticarî faaliyetler ve çeşitli savaşlar dolayısıyla yer değiştirme, istenilen yere ulaşma işlemine imkân hazırlamışlardır. Köprüler ve su kemerleri ihtiyaçlardan doğmuşlardır. Çeşitli medeniyetlere sahip insan toplulukları bilhassa sanat özelliklerini köprülere de yansıtmışlardır. Ne var ki, zaman aşımı ve tabiî afetler sonucu büyük bölümü yıkılmış ve yok olmuş, sadece bir kısmı günümüze kadar ayakta kalabilmişlerdir. İlde bulunanların başlıcaları şunlardır: Zindan (Roma) Köprüsü: Aksu ilçesinin 2 km kuzeydoğusundaki Zindan Mağarası önünde akan Eurymedon (Köprüçay) deresi üzerinde yer alır. Tek kemerli yuvarlak köprüde, kilit taşı üzerinde Eurymedon Tanrısının sakallı büst heykeli vardır. Blok taşlardan yapılan köprünün yan tarafında nehire inen bir merdiven vardır. Gelendost Afşar Köprüsü: Afşar köyünde, Selçuklular dönemine ait olduğu bilinen köprü günümüzde de kullanılmaktadır. Sütçüler Çandır Köprüsü: Çandır köyü Köprübaşı mevkiinde, Selçuklular Döneminde yapılmış olan 65 m uzunluk ve 5 m genişlikteki kemerli köprü günümüzde Karacaören Barajı sularının altında kalmıştır. Barla Roma Köprüsü: Barla Deresi üzerinde, yeniyol yakınındaki köprü MS II. yüzyıla tarihlenir. Kemerli olan köprünün yan yüzü kesme taştan yapılmış olup, üst kısmı moloz taşlarla kaplıdır. Zindan Mağarası önündeki köprüye benzer. Barla Osmanlı Köprüsü I: Barla Deresi üzerinde bulunan köprü sivri kemerlidir. Kemer düzgün kesme bloklarla inşa edilmiştir. Üzeri moloz taşlarla kaplıdır. Taş döşeme yolda da devam eder. Barla Osmanlı Köprüsü II: Barla Deresi üzerinde bulunan köprü sivri kemerlidir. Kemer düzgün kesme taşlardan inşa edilmiş, yanları moloz taşlarla doldurulmuş, üstü taş kaplıdır. Bu köprü halen kullanılmaktadır. Pisidia Antiokheia Çeşme Binası ve Su Kemerleri: Yalvaç ilçesinde yeralan Pisidia Antiokheia kentinin Anıtsal Çeşmesi kuzey-güney caddesinin kuzey ucunda yeralmaktadır. Yapı önünde çeşmelerin bulunduğu sütun mimarisi ile süslü kısım ve arkasında suların toplandığı depo kısmından oluşur. U planlı yapı 21 x 21 m ölçülerindedir. Depoda toplanan su pişmiş toprak ve kurşundan yapılma borularla kente dağıtılmıştır. Muhtemelen MS I. yüzyıl sonlarında yapılan çeşme binası bugün temel seviyesindedir. Roma Döneminde gelişen şehrin su ihtiyacını karşılamak için “Su Çıktı” kaynağından kente uzanan yaklaşık l0 km uzunluğunda kesme taşlardan su kemeri inşa edilmiştir. Ayakta duran kısmın uzunluğu yaklaşık 250 m olup, 5-7 m yüksekliktedir. Suyun içinden aktığı Canalis’in yapısı bilinmemektedir. Su kemerleri de çeşme binası gibi MS I. yüzyılın sonunda inşa edilmiştir. Seleukeia Sidera (Bayat) Su Yolu: Atabey İlçesi bayat köyündeki Seleukeia Sidera antik kentinin su ihtiyacınının Findos (Büyük Gökçeli) Köyü yakınındaki su kaynağından karşılandığı düşünülmektedir. Bu su yolundan ele geçen taş taksimat künkleri Kocakemer denilen mevkide bulunmaktadır. Cirimbolu Köprüsü ve Su Kemeri: Uluborlu Cirimbolu Su Kemeri ilçenin eski yerleşim yerindedir. 1869-1872 yılları arasında Kapu Dağından kale içine Kavil Pınarının suyunu getirmek için inşa edilmiştir. Aynı zamanda köprü olarak da kullanılan kemer üst üste iki yuvarlak kemer üzerine inşa edilmiştir. Uzunluğu 4,5 m, genişliği 2,5 m yüksekliği ise 20 m.dir.
-
Medreseler Isparta il merkezinde bugün hiç bir medresenin izi kalmamıştır. Sadece isimleri bilinmektedir. Bunlar sırasıyla şöyledir: Sa’diye Medresesi, Şakirzade Medresesi, Harabizade Medresesi, Hasan Efendi Medresesi, Müftü Efendi Medresesi ve Mehdioğlu Medresesi. Atabey Gazi Ertokuş Medresesi: Medrese, I. Alaaddin Keykubat zamanında, Selçuklu uç kumandanı Mübarizeddin Ertokuş tarafından H. 621 / M. 1224 yılında yaptırılmıştır. Medresenin taşları Agrai (Atabey) ve Seleukeia Sidera (Bayat) harabelerinden getirilmiştir. Medrese “Kapalı Tip Medrese” türüne girer ve dış avlu, iç avlu ile türbe ve medrese odalarından oluşur. Medresenin hücreleri zemin katta olup, üzerleri kubbelidir. İç avluda bir havuz ve üstünde ortası açık bir kubbe vardır. Bu kubbe yarım kemerlerle dört mermer direğe dayanmaktadır. Medresenin portali ve yan nişleri, daha sonraki Selçuklu Medreselerine göre daha sade bir tezyinatla işlenmiştir. Fakat bu sadelik içinde portal birkaç bordürle canlandırılarak olgun bir cephe tesiri yaratılmıştır. Medresenin içinde hiçbir dekor bulunmadığından, sadece mimarî kuvvete dayalı değişik bir mekan ifadesi elde edilmiştir. Burada büyüklük ve ahenk bakımından gerçekten az görülen tesire varılmıştır. Taş mihrabıyla Anadolu Selçuklu eserlerinin nadir örneklerindendir. l993 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir. Eğirdir Dündar Bey Medresesi (Taş Medrese): Medrese, 1237 yılında Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında han olarak yapılmış, daha sonra 1301 yılında Hamidoğlu Dündar Bey tarafından medreseye çevrilmiştir. Medrese iki katlı olup, 30 hücresi vardır. Büyük dış kapısının fevkalâde süsü ve mimarî değerinin üstünlüğü ile şöhret bulmuştur. Dış kapıdan içeriye girilince, küçük antreden sonra ikinci bir kapıdan geçilerek ortasında şadırvan olan avluya girilir. İkinci kata 12 basamaklı bir merdivenden çıkılır. Medrese 11 odalı olup, 6’sı avlunun sağında, 5’i solundadır. Kitabeleri Selçuklu sülüsü ile büyük kapının etrafına kazılmıştır. Şarkikarağaç Medreseleri: Şarkikaraağaç ilçesinde günümüze ulaşan medrese kalmamıştır. Adı bilinenler ise şöyle sıralanabilir: Durmuş Efendi Medresesi, Hacı Emin Efendi Medresesi (Minareli), Süleyman Efendi Medresesi, Beşkonaklızadeler Medresesi, Koca Rüştü Efendi Medresesi, Müftü Ragıp Efendi Medresesi, Hartuşlu İbrahim Efendi Medresesi ve Hacı Sait Efendi Medresesidir. Gargılı Lala Medresesi (Taş Medrese): Uluborlu İlçesinde, Aladdin Caminin güneyinde, Hamitoğulları Beyliği döneminde yapılan medrese bugün harap durumdadır. Kapalı avlulu plan tipindeki medresenin üst kısmı tuğladan yapılmıştır. Medresenin 10 odası vardır.
-
ISPARTA HANLARI Hanlar ve kervansaraylar, bilhassa Selçuklu devrinin eserleri olup, anıt değeri taşıyan tarihi yapılardır. Hanlar ve kervansaraylar askerî ve sivil özelliklidirler. Askerî sevkiyatlarda ve ticaret kervanlarının konaklamasında bilhassa güvenlik görevini de yerine getirmeleri bakımından Selçuklu Döneminde önemli bir görev ifa etmişlerdir. Isparta il sınırları içinde bulunan kervansarayların tamamı Konya-Antalya yolu üzerinde yer almaktadır. Bu gün Isparta’da eski hanlardan hiçbiri ayakta kalmamıştır. Eskilerden bilinenler ise şunlardır: Kerimpaşa Hanı, Antalyalıoğlu Hanı, Hatipoğlu Hanı, Alaybeyoğlu Hanı, Pamuk Hanı, Vakıfhan, Kereste Hanı, Nalbant Hanı. Gelendost Hanı (Kudret Hanı): Eğirdir Gölünün doğu tarafında, Yeşilköy mevkiînde bulunan Gelendost Hanı Selçuklu kervansaray planına uygun olarak inşa edilmiştir. Diğer Selçuklu hanları kadar itinalı olmayıp, duvarları kaba bir işçilik göstermektedir. Yıkık portalden içeriye girildiğinde simetrik olarak avluya açılan tonozlu oda, daha ileride iki tarafında dörder revak ile avlu uzanmaktadır. Revak tonozları avluya paraleldir. Üstü kapalı olan bölüm daha dar olarak yapılmıştır. Bu bölüm girişi olan ikinci portalin sivri nişi içerisinde kitabe yeralır. Kitabeye göre han, M. 1233 yılında Mubarezettin Ertokuş tarafından yaptırılmıştır. Eğirdir Hanı: Yeni mahallede bulunan Eğirdir Hanı, klâsik Selçuklu hanları özelliğini taşımaktadır. İlçe merkezinin 3 km güneyinde, göl kıyısında yer alan yapı Anadolu Selçuklu kervansaraylarının en büyüklerindendir. Konya-Antalya kervan yolu üzerindeki yapı avlu ve kapalı mekan olmak üzere iki bölümlüdür. Her iki bölüm de yıkılmıştır. Avlunun doğu duvarı ortadan kalkmış, günümüze kalabilen diğer beden duvarlarının kaplamaları sökülmüş, bu nedenle duvarlar bir hayli incelmiştir. Açıkta kalan moloz taş örgünün içine sızan sular duvarların daha fazla yıpranmasına sebep olmaktadır. Eğirdir Hanı, 1237 yılında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmıştır. 1237 yılında yaptırılan han 64 yıl gibi kısa bir süre sonra bir yangınla işlevini yitirmiştir. Hanın tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1993 yılında kervansarayda yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan geometrik süslü taş parçası Dündarbey Medresesinin portalindeki sol mihrabiyenin çerçeve bordüründeki kırık yere tam oturmuş ve kompozisyon tamamlanmıştır. Dündar Bey Medresenin 1301 yılında inşası sırasında portalin handan sökülerek taşındığı ve dolayısıyla hanın inşa tarihinin portalde belirtildiği üzere 1237 yılında yapıldığı kesinlik kazanmıştır.
-
ISPARTA HAMAMLARI Bey Hamamı: Hamam, Hükümet konağı civarında Ulu Caminin doğusunda yer alır. Yaptıranın adı ve yapım tarihi bilinmemektedir. Hamamda kullanılan suyun ilk yapılışında çay suyundan ayrılarak bir dolma çeşmede toplandığı ve bu çeşmeden alındığı, daha sonra Amine Hatun adında bir kadının Andık deresinden getirttiği sudan bir kısmının, hamamdan önceki su kanallarına hamam sahiplerinin bakması ve onarması şartıyla verildiği ve H. 1140 / M. 1728 tarihinde şer’i senede bağlandığı bilinmektedir. Hamamda soğukluk, ılıklık, sıcaklık kısımları vardır. Sıcaklıkta soğuk ve sıcak su akıtan ikişer musluklu sekiz kurna ve göbek taşı yeralır. Üzerinde çok pencereli olan kubbe basık ve alçaktır. Erkek Hamamı (Yeni Hamam): Isparta’daki hamamların en büyüğü ve en önemlisidir. Kadın ve Erkek hamamı olmak üzere iki hamam bitişiktir. Bunun külhan ve kazanları bir olduğu halde, biri daima kadınlara mahsusdur. İkisinin de kapıları ayrıdır. Bu hamamı Sav Köylü Dalboyunoğlu Hacı Ahmet Ağa yaptırmıştır. Bu kişi adına düzenlenen H. 1100 / M. 1697 tarihli vakfiye suretinde, Isparta’ya bağlı Sav Köyü ahalisinden Mısır’da yerleşen ve dört sene evvel vefat eden Yeniçeri Ocağı ihtiyarlarından Dalboyunoğlu Hacı Ahmet Ağa’nın sağlığında, hamamın yapılması için vekil tayin ettiği Ispartalı Kethüda Yusuf Ağa ve Hacı Ahmet Ağanın Mısır’dan gönderdiği 14.918 kuruşla yaptırmakta iken, inşaatın bitiminden evvel vefat etmesiyle Yusuf Ağa geri kalan parayı kendi kesesinden harcayarak, noksan kalan su, kazan ve camekanları ikmal etmiş ve getirttiği suyun 6 masurasını hamama vermiş, hamam gelirinin 2/3’nin Ahmet Ağa, geri kalanının Yusuf Ağa Vakfı olmak üzere Sav’daki cami ile okula ve Karaağaç Mahallesinde Yusuf Ağanın yaptırdığı cami ve okula tahsis edildiği görülmüştür. Sav Köyündeki camide bulunan kayıtlardan anlaşıldığına göre, Hacı Ahmet Ağa adına H. 1124 / M. 1712 tarihli vakfiyede hamamın suyundan Çelebiler Mahallesindeki akar çeşme ile Yusuf Ağanın evi civarında yapılan çeşmeye su verilmesi uygun görülmüştür. Hamamın yapımına l689 yılında başlanmış, 1693 yılında bitirilmiştir. Karaağaç Hamamı: Bina Karaağaç mahallesi halkı tarafından yapılmıştır. Suyunu Amine Hatun vermiştir. Yapılış tarihi bilinmemektedir. Isparta Merkez İlçesinde Sülübey, Sarıkadı, Yenice Mahallesi hamamları diğer hamamlardır. Ayrıca Ali Köyü ve Büyük Gökçeli hamamları da Osmanlı döneminde yapılmışlardır. Eski Hamam: Yalvaç ilçesi Kaş Mahalle mevkiinde bulunan hamam, Osmanlı geleneklerini ihtiva eden soyunmalık, soğukluk, sıcaklık, su deposu ve külhan gibi bölümleri ile klasik Türk hamamlarının özelliği yansıtır. Yeni Hamam: Yalvaç ilçe merkezinde yer alan 19. yüzyıla ait olan bir yapıdır. Geçirdiği tamiratlarla ilk özelliğini kaybetmekle beraber günümüzde işlevini sürdürmektedir.
-
Isparta Halk Mimarisi İl merkezinde Karaağaç, Sermet, Kurtuluş, Doğancı, Dere, Emre, Gazi Kemal, Çelebiler, Keçeci ve Kepeci mahalleleri en eski yerleşim yerleridir. Bu yerlerde olan -özellikle Damgacı sokağındaki- evler şehrin tarihî ve geleneksel yapılarıdır. Bu evlerin ana yapı malzemesi taştır. Zemin katlar bütünüyle taştan yapılmıştır. Üst katların diğer duvarları kerpiç dolgu "hımış", "iskiyet" veya "bağdadı" olarak inşa edilmiştir. Ahşap, evin taşıyıcı sisteminde doğramalar ve örtü de kullanılmıştır. Bu ana malzemelerin yanı sıra toprak, alçı gibi yardımcı malzemeler de kullanılmıştır. Evler genellikle iki katlı olarak yapılmasının yanında üç katlı evlere de rastlanır. Sokağa bakan cephelerde odalar veya sofalar çıkma yapmıştır. Evlerin zemin katı, taşlık ile etrafında servis hacimleri ve kışlık odaları kapsar. Üst katlar ise odalar ve onların açıldığı sofalardan oluşur. Evlerin boş odaları özenle işlenmiş ve bu odaların tavanları genelde tekne tavan şeklinde tasarlanmıştır. Plan tipi olarak da en çok iç ve dış sofalı evlere rastlanılmaktadır. Evlerin cephesi çıkma ve saçaklarla zenginleştirilmiştir. Sofa çıkmaları ahşap payandalarla desteklenir. Çatılar kiremit kaplıdır. Köylerde eskiden yapılmış evlerin temelleri taştan, çatıya kadarki kısım ise kerpiçten, dikmeler ve hatıllar ile çatı ahşaptan yapılmıştır. En eski ev tiplerinin çatıları toprak damlıdır. Çatısı kiremitli evlere geçildikten sonra da toprak damlar devam etmiştir. Bu sefer evlerin oturma odaları hizasından avluya uzanan toprak damların altları ahır veya odadır. Damlar özellikle yıkanan buğdayların kurutulmalarında, bulgurların serilmesinde, kışlık sebzelerin kurutulmasında, salça yapımında bugünkü balkonların işini görmektedir. "Ayak damı" diye adlandırılan bu yerlerde evin tuvaleti de bulunur. İki katlı köy tipi evlerde evin arka cephesi daima kuzeye gelecek şekilde inşa edilmektedir. Birinci katta halı atölyesi, kiler, ahır ve samanlık yer alırken ikinci katta oturma, yatak ve misafir odaları ile mutfak ve banyo bulunmaktadır. Odaların önünde büyükçe iri teras teşekkül etmektedir. Tuvaletler eski binalarda genellikle ev dışındadır. Ancak betonarme, tuğla, briket, taş ve kövke denilen yumuşak taşlardan yapılan yeni evlerde tuvalet evin içindedir. Bu evlerde bağlayıcı ara madde çimento kullanılır. Kerpiçten yapılma binalarda ise yapıştırma malzemesi çamurdur. Ancak tahta çıtalardan bölünmüş kısımlarda "kıtık" denilen bir tür çamur kullanılır. Kıtık çamuru hazırlanırken içine saman, alçı, kireç kullanılır. Kıtık ile yapılan sıvaların çok uzun yıllar dayandığı tecrübelerle görülmüştür. Isparta’nın eski evlerinin kapıları çoğunlukla iki kanatlıdır. Kapıların çoğunda ahşap oymacılığına ait örnekler görülür. Aynı zamanda demir veya bronzdan yapılmış kapı tokmakları bu örnekleri tamamlayan birer unsurdurlar. Evlere sokak kapısından girilirken genellikle önce avluya geçilir. Avludan ahşap merdivenle "hanay" denilen üst kata çıkılır. Hanaylar geniş tahtalardan meydana getirilmiştir. Hanayların genellikle güneye bakan bir tarafı açıktır ve bir köşesinde tahtadan yapılmış ve kuyu şeklinde aşağıya sarkan, buğday konulmak için yapılmış "serpin"ler mevcuttur. Hanaya oda kapıları açılır. Çoğu evlerde oda kapıları iki tanedir. Pencerelerin boyu uzun, eni dardır. Genellikle demir parmaklıklar ile muhafaza edilmiştir. Bu evlerin tavanları gibi taban kısımları da samanla karıştırılmış çamurla örtülüdür. Örtü malzemesi olarak hasır, üstünde de keçe, kilim, haba, halı bulunur. Günümüzde yapılan betonarme evlerde taban tahtadan betonun üzerine yapılır. Üstünde de sadece halı vardır. Tavanların odaya bakan kısımları ahşap süslemeler ile kaplıdır. Odada yatak ve yorganın konulabilmesi için duvara gömmeli "yüklük" denilen bölümler yapılmıştır. Yüklüklerin bir kısmını "döner" denilen gusülhaneler teşkil eder. Odaların bir bölümünde ocak bulunur. Ocağın üstünde yine ahşap süslemeli "Baca başı" bulunur. Tavanın hemen altında iki ve üç duvarı çevreleyen raflar vardır ve buraya bakır kaplar konulur. Bunlar tabak çeşitleridir ve bugünün büfeleri gibi teşhir ve süsleme amacıyla da konulmaktadır. Rafların altında duvarlara gömülü dolaplar vardır. Hanayın altı olan zemin kata "hayat" denilir. Bu bölümde ahır ve çeşitli amaçlar için kullanılan ambarlar mevcuttur. Bazı eski evlerin iç süslemelerinde; kapı aynalarında, pervazlarda, davlumbazlarda, raf ve tavan süslemelerinde, panjur ve tırabzanlarda, ağaç oyma işi kullanıldığı ve bu işleri de bugün hayatta olmayan ustaların yaptığı bilinmektedir. Günümüzde hemen hemen yok denecek kadar az olan eski evlerde çatı yerine ağaçtan (çam, ardıç ve ceviz) dam örtü tercih edilmiştir. Sofaların tavanı tahta ile kaplı olup, ortaya yıldız veya yuvarlak göbek süslemeleri yapılmıştır. Yörede bu sanatın icra edildiği dönemlerde hızar ve diğer elektrikli araç ve gereç bulunmadığı için ormandan kesilen tomruk, kolostro denilen iki tarafı saplı kalın bıçkılarla biçilerek, tahta haline getirilirdi. Ustalar kullandıkları motifleri kendi yeteneklerine göre ya kendileri üretir ya da kendi ustalarından aldıkları motifleri işlerlerdi. Bu motiflerde saç örmesi burmalar, yıldızlar, pergelle çizilmiş yıldızlar ve köşe göbek denilen motifleri sıkça kullanılırdı. Davlumbaz, oyma ve dolap çerçevelerin kelerli oymalar dikkati çeker, dikme ve düverlerin süslemelerinde boydan oyuklu oymalar ve salyangoz kıvrımlı oymalar da yer almaktadır. Tırabzan ve korkuluk uçlarında bazen kübik şeklin ucuna oyulmuş küre başlık bazen de tırabzanın uzanan ucuna sıkılmış yumruk içinde oymalarda süslenmiştir. Tırabzanların altlarında dikey olarak uzanan parmaklıklarda değişik şekillere oyulup, şekillendirilmiştir. Odaların tavan ve tabanları tahta ile kaplanmış olup, tavanlar yıldız göbek, yuvarlak göbek veya tamamı çıtalı veya baklavalı süslemelerle oluşmuştur. Yüklüklerin kapak, aynaları ve pervazları çeşitli motiflerle oyulmuştur. Dolap ve yüklüklerin boşluğunu değerlendirmek üzere önü kemerli oymalar (süslemeler)la süslenmiştir. Rafların genelinde ise kenarları işlemelidir. Eski evlerde olan tuvalet kimi zaman ikinci katta, evin dış yan kısmına yapılmış, kimi yerlerde ise evin zemin katında, dış bir yerde, avlu içindedir. Tuvalet zemini tahtadandır. Tahta kesilerek dikdörtgen bir oyuk oluşturulmakta ve zemin toprakla örtülerek baskılanmaktadır. Dışkı alt kata birikir. Zaman zaman üzerinden alınarak bostanlara vb. yerlere dökülür. Eski tuvaletlerde taşıma su kullanılır. Yeni yapılarda ise klozet, taharet musluğu ve sifon bulunur. Hemen her evde elektrik ve su bulunur. Su bulunmayan evlerde ise avludaki çeşmeden su temin edilir. Evlerde ısınma kuzine veya diğer sobalarla sağlanır. Yakacak olarak tezek, kömür ve odun kullanılmaktadır. Kaloriferli binalar da bulunmaktadır. Köy evlerinde döşemeler genelde her duvarı kaplayan tahta sedirlerden yapılır. Sedirin üzeri sünger yataklar veya yün minderlerle kaplanır ve üzerleri battaniye ya da kalın kumaştan bir örtü ile kapatılır. Sırtın duvara yaslanmaması için yastıklar bulunur. Serdir bulunmayan evlerde yün minderler yere döşenir. Bazı evlerde sedir yerine "somya" denilen demirden yapılmış yatak konur. Isparta'da geleneksel olarak yapılan evlerin geçim şartlarına ve kaynaklarına göre şekillendiği görülmektedir. Evlerin altlarında yapılan samanlık, ahır ve ambar gibi odaların olması yörede en önemli geçim kaynağının tarım ve hayvancılık olduğunu göstermektedir.
-
Geleneksel El Sanatları Eskiden Isparta'da dikiciler, mesciler, pabuççular, yemeniciler, çizmeciler, çarıkçılar, semerciler, mumcular, yağcılar, sabuncular, urgancılar, kendirciler, cezveciler, bakırcılar, kavafçılar, demirciler, çilingirciler, oymacılar, marangozlar, bıçakçılar, hasırcılar, nalbantlar, saraççılar, keçeciler vb. gibi sanat kollarının olduğu bilinmektedir. Ancak bu sanatların çoğu kaybolmuş, günümüzde azalarak devam eden halıcılık, dericilik, keçecilik, semercilik, nalbantçılık, ayakkabıcılık, marangozluk, demircilik, bıçakçılık, bakırcılık, kalaycılık, sobacılık son temsilcilerinin elinde yürütülmektedir. Bu sanat kollarını devam ettirecek çırakların olmayışı da kaybolmayı hızlandıran ayrı bir faktördür. Bu sanatların her birilerinin önceleri arastaları, sokakları, pazarları var iken günümüzde yalnızca ayakkabıcıların ve tuhafiyecilerin siteleri bulunmaktadır. Bugün devam etmekte olan marangozluğa rağmen eski ahşap süsleme sanatları, oyma ve nakışçılık da kaybolan diğer sanat kollarıdır. El sanatlarından yün ve kıldan imal edilen çuval, heybe, aba, çadır, kilim ve çulha gibi dokumalar ile işlemeler zamanın gelişen ihtiyaçlarına ayak uyduramayarak ortadan çekilmeye başlamışlardır. Günümüzde, azalarak devam eden geleneksel el sanatlarından halıcılık, kilimcilik, semercilik, keçecilik, saraççılık, oya ve nakış işlemeleri yörede yaygındır. Kullanmak için yapılmasının yanı sıra çeyize koymak ve gelir elde etmek için yapılan el dokuma ve işlemeleri daha çok tarla ve bahçe işlerinin azaldığı kış döneminde yapılırlar. Dericilik, keçecilik, saraççılık, semercilik ve nalbantçılık gibi el sanatlarının günümüzde artık sadece Yalvaç ilçesinde, bıçakçılığın ise yalnızca il merkezi ile Uluborlu ilçesinde yapıldığı görülmektedir. A) Halıcılık: Isparta halıcılığı eski bir tarihe sahiptir. 12. yüzyıldan itibaren çok önemli Türkmen nüfusunu barındıran Isparta ve çevresinde, meşhur Türkmen halılarını dokuyarak, komşu ülkelere ihraç edebilen eski bir ticari dokuma geleneği bulunmaktadır. 19. yüzyıl sonuna kadar Isparta ve çevresinde yaşayan Türkmenler ve Hamitoğulları, Melli, Sarıkaralı, Sarıkeçili, Karakoyunlu gibi aşiretlerle sürdürülen mahalli ve geleneksel Isparta halıcılığı yüzyılın sonundan itibaren, İzmir’den başlayarak Manisa, Kula, Uşak ve Isparta’da en ücra köylere kadar nüfus eden Şark Halı kumpanyası siparişleri ile Avrupa’dan gelen modeller ve bunlara uygun renklerle geleneksel dokuma tarzında büyük bir kültür değişimine uğramıştır. Isparta halı dokumacılığı, ilk defa 1891 yılında Babanzade Mustafa Zihni Paşa zamanında teşkilatlanarak köylere kadar yayıldığı görülmektedir. Ancak bu çalışma uzun ömürlü olmamıştır. Daha sonra Etirelizade Mehmet Efendi, doktor Bodasaki ve tarihçi Böcüzade Süleyman Sami, Cumhuriyet öncesi Isparta halıcılığını geliştiren ve bölgeye yerleştiren kişilerdir. Bu kişiler, Isparta’da sürgün bulunan Hacik Usta ile İzmir’de bulunan Isparta’lı Agapoğlu ve mahdumlarıyla ilişki kurarak, Isparta’da Şark Halı kumpanyasını kurmuştur. 1890’lı yıllardan 1930’lara kadar bölgede Şark Halı Kumpanyasının organizasyonu ile üreticilere yün ipi, boya ve desen verilerek, en ücra köylere kadar halıcılık götürülmüştür. Bu dönemde üretilen halıların desenleri ticari albeniye göre Uşak, Hereke, İran halılarından uyarlanmıştır. Üretilen halı desenlerine dokuyan kimseler halının desen kompozisyonlarına göre bir takım isimler vermişlerdir. Bunlar: Kandahar, Üzümlü, Saatli, Hançerli, Bademli, Şimşekli, Ağaçlı, Beşir, Elvan, Goblen, Goncalı, Çelenkli gibi isimlerdir. B ) Kilim (Düz) Dokumacılık: Kilimciliğin Isparta'da en yaygın olduğu yerler Yörük köyleridir. Bununla birlikte Türkmen köylerinde de kilim dokumalarına rastlanır. Kilim dokunan bu yörelerde heybe, çanta ve çuvallar da dokunduğu görülür. Ancak modern kullanım örtülerin yaygınlaşması ve kilim dokuyacak gençlerin bu işe rağbet ve emek çekmemesi gibi sebeplerden kilim dokuması giderek azalmaktadır. Kilim dokunan yörelerde, dokumayı daha çok otuz yaşın üzerindeki kadınlar yapmaktadır. Dokunacak kilimin ipi yün ise aynı yukarıda halı ipinin elde edilmesindeki işlemler yapılır. Kıldan dokunan kilimlerin ipi ilkbaharda kırkılan keçilerin kilinin "tarak" denilen 25x60 cm. civarında bir tahtanın ucuna geçirilen, ucu sivri ince saç demirlerinde taraklanır, ayrışması yapılır. Yıkandıktan sonra yapılan bu işlemin arkasından keçi kılı kirmende eğrilip bükülmesi için kolda "burma" haline getirilir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak ya da çeyiz olarak değişik boyutta ve değişik kullanım amaçlı düz dokumalar üretilir. Dokumalar dik, duvara dayalı şekilde kurulmuş, ıstar denilen tezgahlarda dokunur. Çözgünün hazırlanmasından sonra dardağan veya gürgen ağacından yapılan ahşap kirkitlerin yanı sıra sapı ahşap dişleri metal olan Isparta tipi kirkitler ile dokuma yapılır. Uygulanmak istenen motiflerin kaç çözgü teline yerleştirileceği yılların tecrübesi ile bilinmektedir. Dört çözgü teline "bir el", on tanesine "bir çile" denmektedir. Namazlık boyutundaki bir dokuma için 4-5 çile yün ip harcanmaktadır. Çözgü dokumaların boyutuna göre toprağa karşılıklı olarak çakılan kamalar arasında düz olarak hazırlanır. Bir kişi çözgü ipini kamalara teker teker yerleştirirken diğer iki kişi de çözgü iplerinin dağılmaması için ayrı bir iplik yumağı ile zincir şeklinde çözgüleri birbirine birleştirerek örgü oluşturmaktadır. Hazırlanan çözgü ince çubuklar yardımı ile tezgaha takılır ve dokumaya geçiş hazırlıklarına başlanır. Dokumaların başlangıcında çiti yapılmamakta, kilim örgüsü 4-5 cm boyutunda ve "çubuklu" olarak adlandırılan 0,5 cm.lik renkli şeritlerden oluşur. Dokumanın bitiminde uzun kesilen çözgüler önce ikişer ikişer düğümlenerek çiti oluşturulur, sonra "top örüm" diye adlandırılan örgü şekliyle saçaklar örülür. Kilim örgüsü kısmında ipliklerden 6-7 çözgü teline düğüm atılır ve bu "toka" diye adlandırılır. Tokalara dokumaların kenar örgülerinde uzun bırakılmış düğümler olarak da rastlanır. Yörede dokunan kilimler ilikli kilim, iliksiz çapraz kilim, eğri atkılı kilim ve sarma kontür teknikli kilimlerdir. Kilim dokumalarının enleri 100 cm, boyları 180 cm civarında değişir. Atkı yüzlü zemin üzerine sık motifli, bez ayağı zemin üzerine seyrek motifli cicim uygulamalarına da rastlanır. "Soyfana" olarak adlandırılan bu dokumalar eni 90 cm. boyu 250 cm tek kanat olarak üretilen, sonradan ortadan çadır dikişiyle dikilip çift kanat haline getirilen yer yaygılarıdır. Yastık (50x70 cm), heybe (40x40 cm), torba (35x35 cm) gibi uygulamalarda cicim tekniğinin tercih edildiği tespit edilmiştir. "Farda" ismini verdikleri yine çift kanat olarak üretilmiş kontürlü zili tekniği ile dokunmuş yer yaygılarına az da olsa rastlanır. Yörede önceden kök boya ile boyama yapılırken günümüzde suni boyama tercih edilmektedir. Geçmişte karamık çalısından sarı, sarı ipin çivit ile boyanmasından yeşil, çivitten mavi, soğan kabuğu ile kök bitkisinden kırmızı ve ikinci sularından açık renk tonları, ceviz kabuğundan kahverengi elde edilirmiş. Ancak, günümüzde ise pazardan alınan iplerle dokumanın yapılması yaygınlaşmaktadır. Yörük köylerinde dokumalar cenazelerde tabutların üzerine de sarılır ve bu dokuma daha sonra köyün camisine bırakılır. Düğünlerde, kız evinden gelin alınması sırasında atın üzerine, arabaların ön taraflarına torba, heybe, yastık boyutunda dokumalar asılmakta ve bunlar gelin alan kişiye; at ya da araba sahibine, hediye edilir. Yörede, kilim motiflerine "yanış" denilmektedir. Kirtmeli Kilim, Toplu Namazlık, Kırmızı Namazlık, Taraklı, Kırmızı Taraklı, Koç Boynuzu, Alaylı dokumaların desenlerine göre aldıkları isimlerdir. Ayak (Çarpan Ayak), Keklik Ayağı, Sevdim Dolaştım, Çatak, Armut (Mihrap), Karga Burun, Kara Boğaz, Aklısu, Çolaksu, Ayna, Kuş (Oğlancık), Kurbağa, Top, Koç Boynuzu, Taraklı, Tavşan Topuğu, Eli Belinde, Balıklı Bıtırak, Karnı Yarık, Patlıcanlı, Çıngıllı, Cıynak, Halı Kapağı gibi yanışlar yöresel isimlendirme ile dokunan motiflerdir. Köylerde dokuması yapılan diğer bir örgü de "çarpana"dır. Kare biçiminde bir kaç tahtacıktan ya da kalın meşinden yapılan çarpananın köşelerine birer delik delinir. Çözgü ipleri bu deliklerden geçilir. Dokunacak yassı ipin enine göre kare parça çoğaltılır. Bu karelerden biri aşağı, biri yukarı çekilerek ağacın geçeceği durum ortaya çıkarılır. "Kılıç" denilen tarakla argaç sıkıştırılarak istenilen yassı ip dokunmuş olur. Kare parçalar birbirine çarpıla çarpıla çalıştığı için buna "çarpana" adı verilmiştir. Çarpanada dokunan ipler öncelikle devenin havudunu, eşeğin palanını, atın eğerini hayvana bağlamada kullanılır. Bundan başka kadınların bellerine kuşandıkları, kemerler, kolonlar da çarpanada dokunur. Buna "olukma" denilir. Yassı, oluk gibi olduğu için bu adı almıştır. C) El İşlemeleri (Oya ve Nakış): Yörede, kadınların geleneksel olarak yaptıkları el işlemeleri arasında oya işlemeleri yaygın bir durumdadır. Yöreye has olarak en çok çiçek motifleri işlenmektedir. Oyalar yapıldığı araçların isimlerine göre "iğne oyası", "tığ oyası", "firkete oyası", "mekik oyası" olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca, kullanılan malzemeye göre de "boncuk oyası", "mum oyası", "iplik oyası" gibi adlar da verilir. Isparta'da en yaygın olarak yapılan oya çeşidi tığ oyasıdır. Uluborlu İlçesi bu oyaların yapıldığı sanki bir merkez bölgedir. Tığ ve merserize iplikle yapılan oyaların her rengine rastlamak mümkündür. Özellikle kenarına dikilecek yazmalarla renk uyumu içerisinde olması düşünülerek yapılan oyaların motifleri erik, gül, gelinlik, patates çiçeği, karanfil, iğde çiçeği, çilek, yasemin, hercai menekşe, papatya, nar çiçeği, fındık çiçeği, maydanoz yaprağı, leylak, dut yaprağı, kardelen, kir menekşe, çarkı feleği, dalgan çiçeği, biberli, çoğunluğu oluşturmaktadır. Bununla birlikte serçe gözü, kaz ayağı, tavşan dudağı, kelebek, paket taşı, gökkuşağı, inci demeti, berber aynası, tintin ve kaşgöz motifleri de işlenir. Görüldüğü gibi motiflerin çoğunluğunu çiçek, meyva, ağaç gibi bitkisel motifler oluşturmakla beraber hayvanların çeşitli özelliklerini belirten motiflere de rastlanır. -Keçecilik: Isparta ilinde keçeciliğin yapıldığı tek yer Yalvaç ilçesidir. Yalvaç’ta sayıları giderek azalan 8 tane keçe imalatçısı bulunmaktadır. Keçeden kepenek, yolluk, duvara asmak için minyatür keçeler, yelek gibi eşyalar yapılarak kullanılır. Hasırdan oluşan kalıbın (1.8x10 m) üzerine boyanmış şerit keçe şeklindeki parçalar ile “naaş/nakış” denilen motifler döşenir. Bu motiflerin üzerine şifon makinesinde atılmış kuzu yünleri “çırpı” denilen aletle serilir. Hasır kalıba döşenen yünlerin üzerine tas ve süpürge yardımıyla su serpildikten sonra hasır kalıp rulo şeklinde toplanır, iple sıkı sıkıya bağlanır ve tepme makinesine konulur. Tepme makinesi bunu 1 saat teper. Ham keçe haline gelen yünün kenarları pürçüklü olur. Bu pürçüklü kenarları düzeltmek için “Kapaklama” denilen bir işlem yapılır. Bunun için hasır kalıp açılır. Pürçüklü kenarlar tersine kıvrılarak, hasır kalıp tekrar rulo şeklinde toplanır ve iple bağlanır. Bu vaziyette hasır kalıp tekrar tepme makinasına konularak, 2 saat tepilir. Tepme makinasından çıkarılan hasır kalıp bu sefer pişirme makinasına konularak, en az 2-4 saat kaynamış su ile pişirilir. Pişirme işlemi bittikten sonra keçe kalıptan çıkarılarak kuruması için asılır. Keçelerde kullanılan motifler koyungözü, kıvırma, tavan arası, üçleme, dörtleme, sığır sidiği, ayı kulağı gibi motiflerdir. Keçelerde kullanılan renkler genellikle siyah, mavi ve kırmızı renkleridir. -Semer-Saraç ve Nalbantçılık: Günümüzde, kitle ulaşım araç-gereçlerinin yaygınlaşması, tarım araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması gibi nedenler ile semer, saraç ve nal yapımı yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Yörede, özellikle Yalvaç ilçesinde sayıları giderek azalan 5 tane semer, 4 tane saraç ve 2 adet nal imalatçısı bulunmaktadır. Minyatür At Arabası: Yalvaç ilçesinde minyatür at arabası yapan bir imalatçı bulunmaktadır. Modern hayat içinde kullanımı giderek kalkan at arabalarının minyatür hale getirilerek otel, lokanta, bahçe vb. gibi sivil mimari yapılarda dekoratif bir araç haline geldiği görülmektedir.
-
Halk Hekimliği Isparta’da diğer sahalarda olduğu gibi hastalıkların tedavisi konusunda da halk inançları olarak bir takım pratikler görülmektedir. Bu tür pratikler Anadolu’nun diğer bölgelerinde de aynısıyla veya benzeriyle yaşatılmaktadır. Büyük yerleşim yerlerinde her hangi bir rahatsızlığı olan, önce faaliyet gösteren sağlık kuruluşlarına başvururken bu durum küçük yerleşim merkezlerinde değişmektedir. Köylerde bilinen geleneksel tedavi şekillerine rastlamak daha çok mümkündür. Bazı hastalıklar için kendisine "Ocaklı" denilen kişilere müracaat edilir. Bazı basit sayılan hastalıklar için ise, ferdi pratikler tedavi olarak uygulanmaktadır. Ocak tedavisinden sonuç alınmadığı veya ferdî pratikler yetersiz kaldığı takdirde modern tıbbın icra edildiği hastanelere ve doktora gidilmektedir. "Ocaklı" kelimesi bir veya birden çok hastalığı sağaltma gücüne sahip, hastalığı iyileştirme yöntemlerini bilen, "Eli sebepli" kişi karşılığında kullanılmaktadır. Ocaklık yeteneği akraba çevresinden uygun birisine veya bu işi başarabileceğine inanılan kimseye el verme işlemi ile geçer. Yörede Ocaklı olan şahıs, yaşlanınca seçtiği adaya "Bundan sonra elim sende" der ve bununla yetinmeyerek hastalığa dair her türlü bilgi ve tedavi şeklini ona aktarır. Ocaklının kendisine de bu yetenek aynı şekilde geleneksel olarak aktarılmıştır. Ocaklıya giderek şifa bundadır umuduyla yapılan tedavi şekline "Irvasa" denilmektedir. Bu ırvasadan başka türbe ve yatırlara giderek adakta bulunmak ile "Nefes ettirme", "Okutma" gibi diğer tedavi şekillerine de başvurulduğu görülür. Türbe ve yatırlara giderek hastalıktan kurtulma dilekleri hakkındaki bilgiler "Adak" kısmında verilmiştir. Baş ve karın ağrısı, sayıklama, cilt kızarıklıkları, tekin olmadığı söylenilen, pis ve karanlık yerlerden geçerken ve çişini yaparken ağzı burnu çarpılanları "Nefesi bire birdir" diye bilinen hocalara ve yaşlılara götürülür. Yörede, geleneksel olarak Ocaklıların tedavi ettiği hastalıklar ve tedavi şekilleri şunlardır: 1. Ağrılar-Sızılar: Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, belime çivi saplanmış gibi bir ağrı girdi diyenlere, birisi ucu sivri bir bıçak alır, hastanın yanına sokulur. Acımasızca hastanın ağrıyan yerine bıçak saplıyormuş gibi yapar. Baş ağrılarına karşı çiğ patates dilimlenir, tuzlanarak, başa sarılır. 2. Arpacık ve Siğil: Yörede, arpacık en yaygın olarak "İt dirsek" şeklinde bilinir. Arpacık göz kapağında çıkan bir sivilcedir. Bu hastalık karşısında "Ocaklı" denilen kimselere gidildiği de görülür. Siğiller ise ellerde çıkan bir hastalıktır. Ocaklı elde veya gözde bulunan siğil sayısınca hastadan buğday isteyerek Çarşamba günü gelmesini söyler. Ocaklı her buğdaya besmele ile kırk defa İhlâs suresini okuyup buğdayları bıçakla, tahta ile veya havanda demir ile ezerek bir bezin içine koyar. Bu bez su akan bir yerde, suyun altındaki toprağa gömülür. Buğdayların çürümesi ile hastalığın geçeceğine inanılır. İt dirseği olan kişinin yüzü yere yatırılır, gözünün üstüne bir ekmek konur. Bir köpek getirilerek bu ekmek gözün üstünden aldırılırsa it dirseği iyileşir, yok olur. Elinde siğil olan kişi ilkbahar mevsiminde bir incir ağacından kopardığı yaprağın sütünü siğillerin üstüne sürerse siğiller iyileşir. 3. Bronşit: Bronşit olan küçük çocuklar için keten tohumu ezilerek sütle pişirilerek çocuğun göğsüne ve sırtına sarılır. 4. Çıban: Yüzü çıbanlarla dolu bir kişinin yüzüne karşı birisi çakmağına çakarak “Atmış, yetmiş, çıkmış gitmiş!” derse yüzdeki çıbanlar iyileşir. Hoca bir çıbanın üstüne okur ve püüüh! diye tükürürse çıban iyileşir, yok olur. 5. Felç: Halk arasında felç hastalığına “Nüzul” denir. Felçli hastaya bir Cuma günü, okunan ezan ile verilen selâ arasında bal yedirilirse felçli hasta iyileşir. 6. Göğüs şişmesi: Çocuk sütten kesilince genellikle annelerin göğüsleri şişer. Bu durum karşısında asma yaprağı tuzlanarak göğüsün üzerine konulur. Yaprak sütü yakar, göğüs ağrısını geçirir. Eğer normal zamanda göğüs şişerse göğüs lavaboya sarkıtılır ve üzerine tarak sürülür. Böylece şişlik lavabodan akıp gider. 7. Göz Hastalığı: Bir insana göz akı inince, bir kör kuyudan alınan su göze damlatılırsa inen göz akı kaybolur. 8. Kırık ve Çıkıklar: Kırık ve çıkık işlerine bakan kimselere "Kırıkçı-Çıkıkçı" denilmektedir. Bu ad babadan oğula, anadan kıza aktarılan bir eğitim içinde gerçekleştirilir. Bu geçişte Ocaklı, aile dışından birisi olacaksa bu yeni adaya el verilir. Kırıklarda; sabun rendelenerek yumurta ile "Lök" veya "Yumurta Lökü" denilen ilaç yapılır ve bu ilaçla kırık bölge sarılır. Bu sargı yaklaşık bir hafta kaldıktan sonra iyileşme olup olmadığı anlaşılır. Çıkıklarda ise, çıkık kısım ovularak ve çekmek suretiyle yerine getirilir. Kırıkta olduğu gibi buna da "Lök" sarılır. Sabun ve yumurta karışımı donunca alçı görevini yapar ve kırık bölgenin bilinçli veya bilinçsiz hareket etmesini önler. Bu tedavi şekli gerçekçi, akılcı yöntemlerle deneme-sınamaya dayanmaktadır. 9. Kuduz: Kuduz hastalığından korunmak için dağlama (parpılama; demiri ateşte kızdırıp insanın dilinin altındaki siniri yakma) işlemi yapılır. 10. Sarılık: Hasta olan kişinin gözleri sararmış ve yüz rengi değişmiş bir vaziyettedir. Halsizliğe düşen hasta, kadın veya erkek ocaklıya getirilir. Ocaklı, hastanın alın bölümünü ustura veya jiletle çizerek kan akıtır. 11. Sıtma: Dere Mahallesi’nin batısında “Andık Deresi” diye bilinen yerde var olan su eskiden sıtma hastalığına iyi gelirmiş. Temiz bir tasa doldurulan suyun içine 40 tane yıkanmış taş konur ve bu suyla çıplak vücut tertemiz yıkanır. Sonra da dua ile kalın bir elbise giyilir veya örtülere sarılınır. 12. Temre: Elde, yüzde ve vücudun değişik yerlerinde kırmızı kırmızı kabarcıkların çıkmasına yörede "Demriye" adı verilir. Ocaklı, hastanın yaraları üzerine üç ihlas bir fatiha okur ve yaraya tükürerek eliyle dağıtır. Vücutta çıkan bu kızarıklara karşı Gelendost'un Köke Köyü'nde "Bezeme" yapılmaktadır. Bezemeci tarafından köyde bulunan kırmızı renkteki topraktan suyla bulamaç hazırlanır. Su ve toprak karışımından oluşan bu bulamaç hastanın hasta bölgelerine elle sürülür. Ocaklı hastaya bir hafta süre ile ekşi, soğan, bulgur pilavı, turşu ve biberli yemekler yememesini öğütler, bundan sonra bu kızarıklar kaybolur. Ş.Karaağaç'ta "Fatma Anamızın Eli" denilen kadınlar, hastanın kaşınan yerlerine tükürüp "Enginlere, dağlara taşlara" der ve tuzlanmış kuru soğanı sürerler. 13. Bel Çekme ve Bel Ağrısı: Ocaklı, hastayı yere yatırıp belin en alt kısmından başlayarak, parmakları ile eti sıkıca tutup yukarı doğru çeker. Böyle bir müddet yaptıktan sonra hasta yüz üstü biraz dinlenir. Daha sonra hastaya "yakı" denilen eczaneden alınmış madde sarılır. Bel çekmede diğer bir yol da, hastanın boynundan çekilerek yapılan harekettir. Tehlikeli bir yol olan bu tedavi şeklinde Ocaklı hastayı yere yatırıp üzerine çömelir. Elinde yazma veya sofra bezi gibi bir örtü ile hastanın boynundan geçirerek örtüyü, iki ucundan kendine doğru çeker. Böylece hastanın beli çekilmiş olur. 14. Ocak Geleneği Dışında Kalan Tedaviler: Ocakların dışında bazı hastalıklar için şu tedaviler uygulanmaktadır: - Bazı Çocuk Hastalıkları: Rahatsızlanan çocuklar konuşamadıklarından dolayı ellerini ağrıyan bölgeye götürüp ağlayarak rahatsızlıklarını belli ederler. Bebeklerin kulakları ağrıdığında kuru soğan ezilip suyundan iki damla kulağa damlatılır. Bundan başka annenin sütü az su ve tuz ile sulandırılıp bir kaç damla kulağa damlatılır. Karnı ağrıyan çocukların karnına kekik yağı sürülür. Yalvaç'ta yumurta tavada pişirilip hamurla birlikte karına sarılır. Sütçüler'de ebe gümeci otu un ile birlikte pişirilerek karına sarılır. Yukarıda belirtilen tuz, Türk folklorunda birçok pratiğin içinde koruyucu veya tedavi edici fonksiyonlarıyla girmiş sihirli bir öğedir. - Göbek Düşmesi: Göbek üzerine sabun sarılır. - Kulunç Çekme: Kişinin terleyip soğukta kalarak hastalanmasına "Kulunç" denilir. Yağ ile hasta bölge ovulur. Bundan başka; çay bardağının içine hafifçe alkolle ıslatılan pamuk konularak kibritle yakılır ve ağrıyan bölgeye kapatılır. Buna "Kupa Vurma" denilir. Bir müddet sonra bardakların içi deri ve etle dolar. Daha sonra bardak kendiliğinden ayrılır. - Böbrek hastalığı: Bol limon suyunun içine yeni çıkmış sıcak yumurta atılır ve bir gün bekletilir. Bir gün sonra yumurta kabuğuyla eridikten sonra süzülerek suyu içilir. Bunun böbrek ağrılarına ve taşlarına iyi geldiğine inanılır. - Yılan ve Böcek Sokmaları: Zehirlenen bölge jiletle veya bıçakla biraz kesilir ve ağız ile emilir. Bir tas süt konularak emilen kan bunu içine tükürülür. Sütün rengi değişip "kesildiği" zaman süt değiştirilir. Sütün kesilmesi bozuk sütün dibe çökmesi gibidir. Ne zaman süt kesilmezse emme işi o zaman biter. Sonra hastaya ayran içirilir. Arı sokmalarında çamur veya yoğurt sürülür. - Burkulmalar: Ayak veya kol burkulmalarında et dövülüp sarıldığı gibi, soğan pişirilip sıcak sıcak sarılır veya kuru üzüm ezilerek sarılır. - Baş Ağrısı: Patates veya soğan çiğ olarak başa bağlanır. Şifalı Otlar: Yörede şifalı olduğuna inanılan ve tedavi amacıyla kullanılan bitkiler şunlardır. Adaçayı: Mide ağrılarında ve soğuk algınlıklarında çay gibi kaynatılıp içilir. Arpa: Siyah arpa kaynatılarak suyu içildiğinde böbrek taşını döktüğü gibi harareti yükselen kimselere de iyi gelir. Ayrık Otu: Kökü kaynatılıp soğuk içildiğinde idrar zorluğuna iyi gelir. Ayva Yaprağı: Ayvanın yaprağı ve çekirdeği kaynatılıp çay gibi içilirse öksürüğe iyi gelir. Ceviz: Mide için yaprakları dövülüp veya kaynatılıp içilir. Balgam sökmesinde kaynatılmış yaprağın suyu içilir. Dut: Aç karnına bir miktar yenilirse bağırsaklardaki solucanları düşürür. Elma: Öksürük için külde pişirilip ılık olarak yenir. Boğaz ağrılarında kaynatılıp suyu içilir. Gül: Kabızlık için yapraklarından reçel yapılır. Isırgan Otu: Mide ağrısında yaprağı kaynatılıp içilir. Mürver Çiçeği: İlkbaharda çiçeği toplanır. Çay gibi kaynatılır, içilirse öksürüğe iyi gelir. Papatya Çiçeği: Kabızlık ve asabî hastalıklarda kaynatılarak suyu içilir. Sarımsak: Kulak ağrılarında bir diş sarımsak külde pişirildikten sonra zeytinyağına batırılıp kulağa konulur. Sütleğen: Sütü çıkarılarak siğillerin üzerine konur. Görüldüğü üzere şifalı bitkiler çoğunlukla kaynatılarak suyu içilmek suretiyle ilaç mahiyetinde kullanılmaktadır. Halk Veterinerliği Halkın hayvan hastalıklarında teşhis ve tedavide kullandığı tüm yöntem ve teknikler "halk veterinerliği" adı altında toplanmaktadır. Halk veterinere gitmeden önce hastalığı kendisi tedavi etmeye çalışır. Yörede bilinen belli başlı hayvan hastalıkları ve tedavi şekilleri şunlardır: 1. Nazar: Hayvanlara nazar değdiğine inanıldığında muska yazılarak hayvana takılır. Nazardan korunmak için mavi boncuk veya kaplumbağanın küçüğü öldürülerek kabuğu delinir ve hayvanın boynuna takılır. 2. Arpalama: Halk arasında "Gabalama" olarak da bilinir. Hayvan bağlıyken ipinden kurtulması ya da çok çalıştırıldıktan sonra dinlendirilmeden terli terli çok fazla arpa yedirilmesi sonucu görülen hastalıktır. Hayvan soğuk suya sokulur, göz damarı yarılarak kan alınır. Kanın fazla akması için hayvanın başını eğerek üzerine vurulur ve koşturulur. Sonra hayvana sulu gıdalar verilir. 3. Damak: Halk arasında "Çatı Yarma" denir. Hayvanın damağı şişer, yemini ıslatır. Şiş kısımlar bıçakla yarılarak kanatılır ve üzerine tuz basılır. 4. Dili Kırkma: Sığırlarda dilin üzeri pütür pütür olur ve hayvan yem yiyemez, geviş getiremez. Pütürler tığ ile delinir, üzerine tuz basılır. Alt ve üst dudakta görülen biçimine "Kırkma" denir. Makas, jilet ya da bıçak gibi aletle kesildiği için bu ad verilmiştir. 5. Gaz Sancısı: Dengesiz bir şekilde yonca, hardal yiyen hayvanda olur. Hayvanın karnı şişer. Şişliği karın delinerek alınır. 6. Karakuş: Eklem yerlerindeki sertliklerdir. Hayvan yorulunca ve zorlanınca olur. Hastalıklı bölge önce ispirto, acı yağ ve rakı ile ovulur. Hayvan dinlendirilir ve bu eklem yeri delinir. 7. Keçebaş: Sıcaktan hayvanın karaciğeri kaburgasına yapışır. Çamdan alınan sarı katran, haşhaş ve tuz ile karıştırılarak, hayvana yemi ile yedirilir. 8. Kırık ve Çıkıklar: Hayvanın ayağı katran ve keçe ile sarılır. Üzerine tahta çubuklar bağlanarak tekrar sarılır. Hayvan kırık ayağını yere basabilecek duruma geldiğinde sargı çıkarılır. 9. Temre (Ekzama): Hastalanan bölgeye tuzlu ve sirkeli çamur sürülür. Ağız çevresinde olan temreler kızgın demirle dağlanır. 10. Tedavisi Olmayan Hayvan Hastalıkları - Şarbon: Şarbon hastalığına tutulan hayvan ölür. Hayvanın ölüsü gömülür. - Zehirlenmeler: Halk arasında "Ot Tutması", "Ot Vurması", "Gavuzlama" denir. En çok baharda otlaklardan zehirli otların yenmesi ile olur. Hayvanların karınları şişer ve titreyip tepinerek ölürler. Halk, veterinerden hangi ilaçların kullanılacağını öğrenmek amacıyla bir danışman olarak yararlanmakta veya çözüm bulamadığı hastalıklarda veterinere başvurmaktadır.
-
Halk İnançları ve Uygulamaları Halk inançları deyimi toplum tarafından kabul edilmiş ilâhî bir dinin bilinen hükümleri ve öğretileri dışında kalan, fakat halk arasında yaygın bir şekilde yaşatılan, itibar gören ve bir sonraki nesle aktarılan inanmalardır. Halk arasında yaygın olan toplumsal kabullenmeler, benimsemeler, âdet-gelenek olarak varlığını sürdüren bir takım folklorik uygulama ve pratikler halk inançları şeklinde adlandırılmaktadır. Halk inançları, hayatın hemen hemen her ünitesinde yer almıştır. Teknik gelişmelerden tutun da, evlenmeden, doğumdan, ölümden, sosyal hayatımızdaki her türlü etkinliklere kadar benimsenen halk inançları vardır. Dinen İslam tarafından yasaklanmış ve İslam’a ters düşen inançların halk arasında yaşatılması; eski inanç, kültür, örf, âdet ve folklorun tesirine bağlanabilir. Ancak zaman geçtikçe İslam’a ters olan inançlar yavaş yavaş terk edilmekte, bazı halk inanışları azalmakta, bazıları tamamen yok olmakta, bazıları ise Türkiye genelinde olduğu gibi hâlâ varlıklarını devam ettirmektedirler. Bu inanışların zamanla görülemez olması eski kültür, örf ve âdetlerin zayıflamasına, İslami eğitim-öğretim, bilgi ve şuurun artmasına, bu sahada bilgili kişilerin, eserlerin çoğalmasına; yol, araç, hastane, okul vb. imkanların yaygınlaşmasına bağlamak mümkündür. A) Uğurluluk ve Uğursuzluklarla İlgili İnanışlar 1. Günlerle İlgili Olanlar Sabah erkenden kalkan kişinin rızkı bol olur. Sabahleyin sağ tarafından kalkan kişi için o günkü işleri hayırlı ve normal; sol tarafından kalkan kişi için o günkü işleri ters gider. Geceleyin küçük çocuklara aynaya baktırılırsa bahtlarının kapanacaklarına inanılır. Geceleyin tırnak kesmek, ıslık çalmak, sakız çiğnemek iyi sayılmaz. Geceleyin ıslık çalan kişi cinleri etrafına toplamış olur ve cin çarpmasına uğrayacağı kabul edilir. Geceleyin sakız çiğneyen kişi ölü eti çiğnemiş sayılır. Salı günü uğursuz bir gündür. Bu günde yeni bir işe başlanmaz. Başlanan işin sallanıp kalacağına inanılır. Perşembe günü okuldan çıkan öğrencilere elma, mısır patlatması, bisküvi, şeker, pişi, katmer, nokul gibi yiyecekler dağıtanların işleri iyi gider. Cuma günü ömür kısalır diye saç ve tırnak kesilmez. 2. Yer ve Eşyalarla İlgili Olanlar Ağaç, taş ve damlarda yuva yapan hayvanların yuvasını bozmak uğursuzluk sayılır. Bir elbiseyi kişinin üzerinden çıkarmadan dikmek uğursuzluk sayılır. Şayet elbise kişinin üstünde dikilirse diken kişi ağzına bir şey alır; almaz ise üzerinde dikiş dikilen bir iftiraya uğrar. Bulaşık suyu, bir yere besmele okunduktan sonra dökülür. Besmele okunmadan dökülürse dökeni cinler çarpar. Ekmek pişirirken teknede hamur bitince, bereketin kesilmemesi için hemen tekneye ekmek koymak gerekir. Eşik üzerine oturulmaz. Oturulur ise cinlerin veya şeytanın çarpacağına inanılır. Evde ne kadar cin, peri varsa barınak yerleri ev eşikleridir. Eşiğe oturan eğer kızsa kısmeti kapanır ve evde kalır, erkekse kapılarda kalır ve daima başkasının işinde çalışır. Sağlıklı olan yedi ailenin evlerinin eşiklerinden alınan kıymıklar yakılarak, dumanı hastaya koklatılırsa hasta iyileşir. Kişi gücü yetmediği birine kızdığında görünmeden kişinin evinin önüne kabirden aldığı toprağı serptiği taktirde onu kötü duruma düşürür. Makas evde kesinlikle çiviye asılmaz. Çiviye asılan makasın ağzı açık kalacağı için düşmanların da ağızlarının açılacağına ve haklarında kötülük yapmak üzere konuşacaklarına inanılır. Makas genellikle minder, döşek gibi eşyaların altına konulur. Merdivenin altından geçmek uğursuzluk sayılır. Geçenin işleri ters gider. Mezarlık, türbe ve yatırların yanından geçerken dua okunması gerekir. Aksi taktirde yatan ölülerin ahirette davacı olacağına inanılır. Mezarlıktan geçerken bir ekmek vb. bir yiyecek bırakmak çok sevap kazandırır. Sabun birisine verilirken elin tersiyle alınıp verilir. Böyle yapılmazsa alanla verenin araları açılır, sonunda kanlı bıçaklı düşman kesilirler. Ocaktaki sac ayağı ters çevrilmez, aksi taktirde evden ölü çıkar. Yeni yapılan binanın temeline kurban keserek, kan akıtmak o binayı uğurlu kılar ve musibetlerden korur. B ) Canlı-Cansız Varlıklarla İlgili İnanışlar 1. Canlı Varlıklarla İlgili İnanışlar a) Hayvanlarla İlgili Olanlar Baykuş: Halk arasında baykuşa “Koca Kuş” da denilir. Baykuşun ötmesi sonucu öttüğü eve veya dükkana bela gelir yahut o evden birisi hastalanıp yatar, bir organına zarar gelir. Baykuş ötünce bir soğanın kafası alınır ve “Al arzunu ver muradımı” denilerek, baykuşun öttüğü yöne doğru atılır. Baykuş öterken ne tarafa bakıyorsa o tarafta bir felaket olacak demektir. Horoz: İkindi vaktinden gece; şafak sökene kadar horozun ötmediği vakitlerdir. Bu süre içinde öten horoz, vakitsiz öttü diye kesilir, eti yenir. Kaplumbağa: Kaplumbağa ters çevrilirse kurtulmak için Allah’tan yardım ister ve yağmur yağmasına neden olur. Karga: Bir karga evin damına gelip öterse eve pek yakında mutsuz bir haber gelir. Karganın öttüğü evden birisi hastalanır ve ölür. Karga kara olduğundan kara günlere işaret sayılır. Kedi: Kediyi öldürenin başına çok büyük kazalar ve belalar gelir. Kara kedi insanın önüne çıkarsa işlerin ters gideceğine inanıldığından dolayı kedinin önden geçmemesi için gidilen yol değiştirilir. Kedi, kendi kendine yalanırsa o eve misafir gelir. Köpek: Uzun uzun köpek uluması bir felaketi bildirir. Buna karşılık köpeğe ekmek verilir. Uluyan köpekler evin önünden uzaklaştırılır. Ezan okunduğunda uzun uzun uluyan köpek ya öldürülür ya da alınarak uzaklara bırakılır. Örümcek: Örümcek evini bozmak hoş karşılanmaz. Bunu yapan çocuklar azarlanır. Tavşan: Bir işe giderken yolda bir tavşan görülürse o iş iyi gitmez, kesinlikle bir aksaklık olur. Uğur Böceği: Uğur böceği kimin eline konarsa o kişi hacca gider. Eline veya vücudundan bir yerine uğur böceği konan kişi çok şanslı sayılır. O gün, o kişinin bütün işleri iyi gider. Yılan: Yılan öldürmek ya da ölü yılan görmek uğurlu sayılmaz. Öldürenin veya görenin başına kötülükler gelir. Ölü veya öldürülen yılan yakılırsa bereketli yağmurlar yağar. İşe giderken yılan görülürse uğurlu sayılır. Gidilen işin yılan gibi akıp gideceğine inanılır. b ) Bitkilerle İlgili Olanlar -Kutsiyetine inanılmış belirli bir ağaç yoktur. Ancak cinsi ne olursa olsun mezarlık, yatır ve türbelerin bulunduğu yerlerdeki ağaçlar kesilmez. Ağaç dikilmesi büyük sevaptır. Ağaçların altına işenmez. İşenirse cinler, insanın ağzını, yüzünü eğerek çarpar. -Bir elmanın kabuğu hiç parçalamadan bıçakla soyulup, yatılan yastığın altına koyulursa gece uyurken sevdiğinin kim olduğu görülür. -Narın içindeki taneleri hiç dökmeden yiyen kişinin dileği kabul olur. c) İnsan ve Organlarıyla İlgili Olanlar Ayak: Evden çıkarken önce sağ ayak atılır. Eve, okula, cami ve işyerlerine sağ ayak ile girilir. Tuvalet, banyo, hamam gibi yerlere ise sol ayakla girilir. Sağ ayağın altı kaşınınca yolculuğa çıkılacağına, sol ayağın altı kaşınırsa misafir geleceğine inanılır. Diş: Diş insanın kutsal organlarından sayılır. Çektirilen diş veya kendiliğinden çıkan diş rasgele bir yere atılmaz. Dua edilerek bir kağıda sarılır ve duvar kovuğuna konulur. Bu davranış ile dişin sahibini cennete götüreceğine inanılır. El: Sağ avuç içi kaşınınca para alınacağına, sol avuç içi kaşınınca para verileceğine inanılır. Yemek vb. yiyecekler sağ elle yenilmelidir. Sol el yalnız tuvalette kullanılır. İşler sağ elle yapılır. Sol elle yapılan işlerde uğursuzluk düşünülür. Göz Seğirmesi: Sağ göz seğirirse iyi, sol göz seğirirse kötü haber geleceğine işarettir. İşemek: Ağaç altına, örümcek evlerine, hayvan terslerine işenildiğinde cinler çarpar. Ayrıca güneşin doğduğu, battığı yöne ve kıbleye karşı işenmez. Kulak: Bir kişinin kulağı çınladığında başka bir yerde kendisi hakkında konuşuluyor demektir. Birisi anılırken de “Kulağı çınlasın” denir. Saç: Kesilen saç ayak altına atılırsa atanın başı ağrır. Kızlar, saç uzatır inancı ile sığır etinin sinirinin fazla olan yerinden yerler. Tırnak: Gece tırnak kesmek uğursuzluk getirir. Kesilen tırnaklar gelişigüzel yerlere atılmaz, yakılır veya toprağa gömülür. Çocukların ilk el ve ayak tırnakları kesildiğinde tırnaklar sokağa atılır ve onları tavuklar yerse hem çocuk hem de ailesi dertten kurtulmaz. Kesilen tırnak ateşe atılırsa ailecek sara hastalığına yakalanılır. d) Gözle Görülemeyen Varlıklarla İlgili Olanlar: Yörede, İslam dininin iman esasları içerisinde yer alan Allah, melek, cin ve şeytan gibi varlıkların kabulüne şüphesiz inanılmaktadır. Halk arasında cinler hakkında şu inanışlar vardır: Geceleri çok defa kara kedi suretinde görünürler. Böyle bir kediye vurulursa insan cin çarpmasına uğrar. Kara yılanın da aslında yılan şekline girmiş cin olduğuna inanılır. Geceleyin dışarıya sıcak bulaşık suyu dökülürse cinlerin bir yerini yakacağı inancı ile insanı cin çarpar. Gece dışarıya sıcak bulaşık şeyler dökülürse cinlerin bir yerini yakacağı için insanı cin çarpar. Melek denilince nezih, temiz ve güzel varlıklar akla gelmektedir. Kötü kokulardan rahatsız olan, sadece iyilik düşünen, Allah’ın emirlerini yerine getiren varlıklardır. Yörede, cin çarpmasına uğramamak için dualar okunur. Cin çarptığına inanılan kişileri okuması kuvvetli olduğuna inanılan hocalara, dedelere götürülür, muskalar takılır. 2. Cansız Varlıklarla İlgili İnanışlar Ateş: Ateş yanarken alevden “tısss” diye ses çıkarsa o kişiyi birinin andığı söylenir. Anan kişinin adı tahmin edilerek çabukça söylenebilirse ateşin içinden gelen ses kesilir. Ay-Yıldız: Bir kişi, gece yıldızlara bakarken bir yıldızın kaydığını görürse ve bu anda bir dilek tutarsa o dileği gerçekleşir. Ayna: Ayna kırılırsa bir felaketin geleceğine inanılır. Gökkuşağı: Gökkuşağının altından geçen kimse erkekse kadın, kadınsa erkek olur. Kıble: Kıbleye karşı ayak uzatılmaz. Kına: Elinde kına olan bir kadın, o kınanın üzerine yeniden kına yakmaz. Yakarsa kocası tarafından üzerine eş getirir. Bunun için kınasının rengi tamamen geçmeyen kişi yeniden kına yakmaz. Küçük Çay Çöpü: Çay bardağının içinde çaya ait küçük çöp çıkarsa misafir gelir. Çöpe bakıldığında eğer çöp uzun ise misafirin uzun boylu, kısa ise misafirin kısa boylu olacağına inanılır. Çöp iki ucundan bastırıldığında çöp eğilir ve kırılırsa misafirin kadın, eğilmezse erkek olduğuna inanılır. Testi: Evde bulunan testi kaza ile aniden devrilirse eve bir misafirin geleceğine inanılır. C) Nazar (Göz Değmesi) İle İlgili İnanışlar: Halk arasında nazar kelimesi yerine, “göz değmesi, göze gelme, isabet” gibi kelimeler kullanılmaktadır. Bakışlarında tesir olan kimselerin (özellikle mavi gözlü olanların) baktıkları canlı veya cansız nesnelerde olumsuz yönde gelişmeler olmakta ve buna karşı önceden çeşitli tedbirler alınmaktadır. Bu tedbirler şöyle özetlenebilir: Ağaçlara nazar değmesin diye ölmüş kaplumbağanın kabuğu veya bir parçası ağaçlara bağlanır. Evlere bereket getirsin, nazar değmesin diye üzerlik tohumları ve buğday başaklarından yapılmış kolyeler asılır. Evlerin giriş kapılarına at nalı, küçük yavru kaplumbağanın kabuğu asılır. Çörek otunun her tanesi ayrı ayrı okunur, bir bezin içine konduktan sonra nazar değmemesi istenen kişinin giysisinin bir yerine dikilir. Mavi boncuk, çörek otu, çıtlık ağacından yapılan nazarlık bir hocaya okutturulur. Bunlardan biri elbiselere dikilerek vücutta taşınır. Ayrıca muska yazdırılır ve taşınır. Tarlalara kuru at veya eşek kafası bir dikili sırığa veya ağaca bağlanarak bırakılır. Araçlara Kur’an, enam, maşallah, mavi boncuk, göz resimleri, el resminin içine çizilen göz resimleri asılır. Bir şeyi hayırlı etmek, bir şeyi kutlamak ve göz değmesini önlemek için “Maşallah”, “Hayırlı olsun”, “Güle güle kullan”, “Allah bağışlasın” vb. sözler söylenir. Yörede, genel inanışa göre eğer çocuğa nazar değdiyse çocuk devamlı ağlar. Nazar değen büyük biriyse üzerinde bir ağırlık olur, hastalanır ve iştahsızlanır. Nazardan kurtulmak için başlıca şu âdetler yapılır: Nazar değen kimseye kurşun dökülür, suyu o kimseye içirilir. Biraz suya: "Akgöz, kara göz, sarı, mavi, yeşil, ela göz İnne fiş inne fiş inne fiş Kara yılanın sütünü yoğurt mayalamışım Ye de çatla, patla, çık." diye bir duâ okunarak, her renkteki göz için suya bir kömür parçası atılıp çalkalanır. Bu suyla yıkanılır, biraz da içilerek kalanı ateşe dökülür. Üzerlik yakılarak dumanın üstünden atlanılır. Baş, kol ve ayaklar bu dumanın üzerinde biraz tutulur. Kur'an'dan ayetler ve Felâk ile Nâs sureleri, üç İhlâs ile bir Fâtiha suresi okunur. Dört yol ortasından çöp alınıp toplanır, ateş yakılır ve ateşin üzerine tuz konularak çocuk atlatılır. Nazar edenin gözü burada patlatıldığına inanılır. Yedi eşikten gizlice parça alınır ve hasta olan çocuğa tütsü yapılır. Nazarı dokunan kimselerin üzerinden bir düğmesi veya sırtındaki elbiselerden bir parçası haberi olmadan alınıp nazar değdiğine inanılan hayvana yedirilir. Ocaklı veya başkasından hastalığı iyileştirmek için el almış kişi üç parça kaburga kemiği üzerine, Arap harfleriyle birisine berakış, ikincisine betakış, üçüncüsüne etakış kelimelerini yazar, bunu dumansız kor üzerine bırakır ve o sudan hastaya içirilir. Yörede muska, hamayıl (büyük muska) yazdırmak ve taşımak, muska şeklinde cevşen duasını taşımak suretiyle hastalıklardan, kötülüklerden ve kem gözlerden korunulur. D) Büyü-Sihir-Tılsım-Muska İle İlgili İnanışlar: Yörede, halk arasında “büyü, sihir, tılsım ve muskacılık” tabirleri birbirleri yerine kullanılır. Büyücülük açık-gizli, isteğe bağlı olan-olmayan şeklinde olduğu gibi olumlu ve olumsuz olarak da iki kısımda değerlendirilebilir. Olumsuz olarak yapılan büyü şu amaçlar için yapılır: Düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik nedeniyle eşlerin arasını açmak, bir kızın kısmetini bağlamak, erkeklik uzvunu bağlamak, mağdur etmek veya süründürmek. Olumlu olarak yapılan büyü ise şu amaçlar için yapılır: Arası iyi olmayan iki eşin veya kimsenin arasını düzeltmek, kurdun ağzını bağlamak, baht açmak, çalınan eşyayı bulmak, cin çarpmasını kaldırmak, eşlerden birinin diğerini itaatına almak, çocuğu olmayanı çocuk sahibi yapmak, nazarı önlemek. E) Rüya Tabirleri Rüyada ay ışığı görmek aydınlığa, hayıra işarettir. Rüyasında ağlayan sevinir. Rüyada ölü görmek, diriden haber alınacağına işarettir. Rüyada suya giren paraya kavuşur. Rüyada ip gören yola gider. Rüyada ayakkabı görmek, darlığa işarettir. Rüyada koyun görüldüğünde hayıra, keçi görüldüğünde şeytana işarettir. Rüyada deve sürüsü veya çadır direğinin göçtüğü görülürse akrabadan birisi ölür.
-
Isparta Halk Edebiyatı EFSANELER 1. Eğirdir İsminin Efsanesi: Zamanın birinde Eğirdir’de yaşayan bir bey, eşi ve çocuklarıyla birlikte Sivri Dağı eteklerinde avlanmaya çıkar. Bey orada bir geyik görür, okunu gerer ve geyiğe atar. Ancak ok geyiğe değil, arkada bulunan kayaya saplanır. İşte tam bu noktadan sular fışkırmaya ve çoğalarak akmaya başlar. Beyin çocuğu bu suya kapılır ve boğularak ölür. Bey, hanımının yanına koşar ve çocuğun boğularak öldüğünü bildirir. Hanım dalmış, elindeki tenkerekiyle yün eğirmektedir. Bey daha da bir isyankâr tavırla; “Hanım hanım çocuğu su aldı götürdü, sen hala elindekini eğirir durursun. Eğirdur bakalım” der. Böylece Eğirdir ismi ilk defa söylenmiş ve bu yöreye verilmiş bir isim olarak kalmıştır. 2. Anamas Efsanesi: Anamas Yaylası, Anamas Dağı’nın eteğindedir. Sütçüler, Beyşehir Gölü, Ş.Karaağaç arasında oldukça geniş bir yayladır. Yüksekliği 1500 metrenin üzerindedir. Anamas adının verilmesiyle ilgili iki tane rivayet bulunmaktadır. Birinci Rivâyet: Aksu İlçesi'nin ilk adı olan Anamas'da vaktiyle fakir bir ailenin oğlu, anasının yanlış telkinlerine kapılarak küçükken yumurta ve tavuk hırsızlığına başlamıştır. İşi gitgide büyüterek korkulur bir eşkıya olmuş, yol keser, haraç alır, her türlü pislikleri yapmaya başlamış. Nihayet yakasını hükümetin pençesine kaptırmış. Kıydığı canların, yollarını kestiği mazlumların bedduâsı onu darağacı altına getirmiş. Tam asılacağı sırada son isteği sorulmuş. Abdest almış ve iki rekat namaz kılmış ve ellerini göğe kaldırarak: "-Yarabbi, bu işlerde benim günahım yok. Beni bu kötü yollara anam öğütledi. Beni asma Anamı-as..." diye yalvarmağa başlamış. Derken adamı asmağa memur olan hükümet adamları, zavallı delikanlı yiğidin macerasını dinlemişler ve onu asmaktan vazgeçmişler. İşte, kendini bilmez, cahil bir ananın teşvikiyle hırsızlığa alışan masum delikanlının macerası bu dağlara Anamı-as adını verdirmiştir. İkinci Rivâyet: Çok eskiden bu dağda bir zengin ağa yaşarmış. Astığı astık, kestiği kestikmiş. Ağanın adamları, sürüleri, sürülerine bakan çobanları varmış. Çobanlarından biri özü sözü doğru, yağız bir delikanlı imiş. Delikanlı, ağanın kızına aşıkmış. Yıllarca "Ben bir çobanım, o ağa kızı" diye aşkını kor yapıp içinde saklamış. Ama bir zaman gelmiş dayanamamış "-Ana" demiş. "-Bana ağanın kızını isteyeceksin." Ana önce korkmuş, çekinmiş ama oğlunun solan yüzüne dayanamamış, gitmiş kızı istemiş. Meğer kız da çobanı severmiş. Ağa, kızının hatırı için çobanın dileğini hoş görmüş. Demiş ki: "-Kızımı veririm, ama, koyunlarımı bir gün susuz bırakacak, ertesi gün göl kıyısına götüreceksin." Çoban kabul etmiş. Ağanın dediği gibi sürüyü susuz bırakıp, göle götürmüş. Tam yaklaştıklarında başlamış kaval çalmaya. Cümle koyunlar, kuzular durmuşlar. Kavalın sihirli sesi onları büyülemiş, suyu görmez olmuşlar. Yalnız içlerinden biri kendini sudan alamamış. Binlerce başlık sürüdeki bir koyun yüzünden de ağa: "-Olmaz" demiş. Bir daha denemişler yine olmamış. Üçüncüsünde inatçı koyun da, kavalın nağmesine uyup su içmemiş. Bu defa ağa: "-Bir kere daha dene" deyince çoban kızmış. "Anamı assalar bu kızı almam" demiş ve vermiş kendini dağa. Bir daha ne gören olmuş, ne sesini duyan. "Anamı assalar" sözü de yılların altında ezile ezile değişerek Anamas olmuştur. Efsanede geçen hadise sonucunda çobanın "Anamı assalar" sözü zamanla yöreye Anamas adını vermiştir. Efsane içinde çobanın olağanüstü bir gücü ortaya konmuştur. Bu gücü aşkına olan samimiyetinden dolayı Allah tarafından aldığına inanılmaktadır. 3. Ayazmana Efsanesi: Ayazmana Senirkent ve Isparta'da olan bir mesirelik yerin adıdır. Rivâyete göre eveli bir anaynan gızı varımış. Evleri bitecik adayımış. Bunnarın bir sürü goyun guzuları varımış. Yakınnarında da su yoğumuş. Goyunnarı sulamaya de uzaklara giderlerimiş. Gız, çok bıkmış goyunnarı sulamak için uzaklara gidip gelmekten. Oturmuş, Allah'a yalvarmış: "-Allahım ne olur şuracıkda su olaydı. Su çıkar da istesen evimin ortasından çıkar" demiş. Bunun üzerine odanın ortasından su çıkmış Bi gış günü guru darı bi şey bişirceklermiş. Yakacakları galmamış. Gadın, yakıcak aramaya dışa çıkıyomuş. Amma, soğuktan, fazla uzaklaşamadan dönüyomuş. Her defasında da gız sormuş: "Ayaz mı ana?" derkene oranın adı Ayazmana galmış. Ayazma adı bu geçen efsanedeki hadisenin sonunda verildiğine inanılmaktadır. 4. Gelincik Dağı (Gelincik Ana) Efsanesi: Senirkent'in 10 km. doğusunda, Senirkent'in yaslandığı dağın doğuya doğru devamı olan, Barla dağının kuzeye bakan tepesinde, 2734 metre rakımlı bir tepe vardır. Bunun üzerinde çimenlik bir düzlükte etrafı gelişi güzel bir taş yığını biçiminde sıralanmış, bir duvarla çevrili, 10 metre uzunluk ve 5 metre genişlikte, oval bir alan içinde Gelincik Ana’nın yatmakta olduğu rivâyet edilmektedir. Birinci Rivâyet: Her yıl buraya yaylamayı âdet edinen Sarıkeçili oymağından bir oba, günün birinde yine yaylada çadır kurar. Obanın oğlu geçen yıl burada evlenmiş ve gelin kadın ilk kınalı parmak aşını burada yaktığı ocakta yapmış. Gelinin kaynatası ona, hemen ateş yakmasını ve saç kondurmasını söylemiş. Gelin, o an aklına gelen geçen seneden kalan, toprağa soktuğu üç yanık esiyi alıp getirmek için soktuğu tarafa gitmiş. Topraktan çekip getirmiş. Hâlâ yanmakta olduğunu gören kaynatası hayretler içinde kalarak esinin toprağın içinde bir sene yanık kalmayacağını, gelinin başka bir amaçla oraya kendinden önce geldiğini ve kendini kandırdığını söylemiş. Gelin tüm saflığıyla bakmış. Elindeki yanık esileri tüm gücü ile atarak: "-Allah’ım canımı al" demiş ve can vermiş. Attığı esilerden biri olduğu yerde, ikincisi kendisinin aşağısındaki Akdere denen derenin içinde, üçüncüsü Yassiören'in altında bulunmaktadır. Adları yanık katrandır. Bu dağa daha sonra bu gelinin ismi verilmiştir. Gelin-Kaynata arasında geçen bu hadiseden sonra yaylanan bu dağa Gelincik Dağı adı verilmiştir. Burada yatan Gelincik Ana mezarına adak adamaya, dilek dilemeğe gelinmektedir. İkinci Rivâyet: Her sene yaylamaya gelen Sarıkeçili oymağından olan Yörükler geldikleri tepedeki yaylaya bir çadır kurarlar. Daha yeni evli olan gelinin kaynanası gelinden bir ateş yakmasını ve yemek pişirmesini ister. Gelin şuradan, buradan, çalı, çırpı toplar, ancak çıkan rüzgardan ateşi yakamaz veya yanında kibriti yoktur. Gelin bütün çabalarına rağmen ateşi yakamayınca cadaloz kaynana, elinde oklava değneğiyle geline çok şiddetli saldırır. Ne olduğunu anlamayan gelin geçen seneden kalan küllere başını eğer ve saçlarını küllere bular. Meğerse, ta geçen seneden küllerin altında kalmış olan kıvılcım zavallı gelinin saçlarını tutuşturarak orada yığılı çalı, çırpı de alev alev yanar ve gelin de bu alevlerin içinde kül olur. Facia yerine yetişen güveyi ve Obanın gün görmüşleri bu hale acırlar, göz yaşı dökerler. Hain kaynana diz çöküp Hakk'a yalvarır ve masum gelinine yaptığına pişman olur; ama, iş işten geçmiştir. Gelinciğin kemiklerini bu ocağın mezarına gömerler ve bu dağa Gelincik Ana adını verirler. 5. Isparta Adı İle İlgili Bir Efsane: Vaktiyle Gülistan denilen bir diyarın Gülsultan adında bir hükümdarı varmış. Bu hükümdarın elma yanaklı, kiraz dudaklı, pembe gül tenli ve ahu bakışlı güzel bir kızı varmış. Kız, pembe gül tarlaları arasında doğup büyüdüğü için kendisi de güller gibi kokarmış. Bütün tabiat bu kıza aşıkmış. Bu güzel kız yüzünden komşu hükümdar dağlar yıllarca birbirleriyle mücadele etmişler. Bunlardan Davras adında dağ, yanıp tutuşan bağrından semalara alevler fırlatmış. Neden sonra bu dağlar bir karara varmışlar. Demişler ki: "Elele, omuz omuza verelim. Geniş bir dağ halkası yapalım. Bu halkanın ortasında hasıl olacak ovayı bereketlendirelim. Ovanın güney bölgesini bağ, bahçe ve gül tarlaları ile süsleyelim. Hiçbirimize yâr olmayan sevgilimizi oraya yerleştirelim. Başına da bekçi olarak Yağız Karatepe ile Efe Sidre tepeyi dikelim. Onun güzelliğini uzaktan seyredelim." Öyle yapmışlar. Böylece dağ halkasının ortasındaki geniş ovanın güneyinde güzel Isparta bütün tarih boyunca emniyet içinde, düşman istilası görmeden, huzur ve sükun içinde, yeşil fistanının uzun eteklerini yayarak, sevdalılarına cilveler yapıp durmuştur. En nefis elma ile kirazın ve en güzel gülün yetiştiği bu diyarda yetişen kız da elbet güzel olacaktır. ATASÖZLERİ Aça kuru ekmek bal helvası gibi gelir. Acı sakız gibi yapışır, kedi gibi sırnaşır. Akrabalar, akrep olmuş kimse bilmez nettiğini, Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini. Alan razı satan razı, ne halt eder it Niyazı. Alemin tenceresi kapalı kaynar. Anası ne ise danası da odur. Aramakla güzel bulunmaz. Aşı pişiren soğutsun, doğuran avutsun. Ata et ite ot döker. Atın bahtsızı arabacıya düşer. Başta akıl olmayınca kuru kafa neylesin. Bilmediğin ot karın ağrıtır. Bir bulutla kış olmaz. Boş keseden beleş bağışlar. Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme. Çalı çırpı ile ev yapılmaz. Çalıda gül bitmez, cahile söz yetmez. Dağa gidenin işi, kabak keçinin yaşı belli olmaz. Düğün evini bilmeden keşkek sahanının alıp koşma. Eşeğe semer yük değildir. Fukaranın cebi boş gönlü doludur. Göl yerinde, su eksik olmaz. Gül dikensiz olmaz. Hamam tokmağı gibi başa vurur. Her balık kendi yemi ile tutulur. Her çıkık yerini bulur. Her sakaldan bir kıl alsan köseye bir sakal olur. Herkes ayağına ipin nereden takıldığını bilir. Herkes gidişen yerini kaşır. Kar yağdığı gün tozar. Karının adını söyle ama kârını söyleme. Karpuz kesmekle yürek soğumaz. Katrandan olmaz şeker, olsa da cinsine çeker. Kokmuş ete tuz çare eylemez. Köpek ekmek yediği kapıyı bilir. Lezzetsiz çorbaya tuz kâr etmez. Lokma çiğnenmeden yutulmaz. Malını övme pazarını öv. Nâdan ile ye iç sohbet etme. Oğlan yer oduna gider, çoban yer koyuna gider. Olacakla öleceğe çare bulunmaz. Ölenle ölünmez. Ölüye gülmezler deliye gülerler. Pişinceye kadar durur da soğuyuncaya kadar duramaz. Sahipsiz eşeğe kim olsa biner. Söyleme arsız edersin, kitleme hırsız edersin. Tencere kapağını bulamayınca kaynamaz. Turna katarıyla, leylek alayıyla uçar. Ulu ağacın gölgesi bol olur. Üzüm çöpsüz olmaz, armut sapsız olmaz. Yel esmeyince, çalı çıtırdamaz. Yenecek aş buharından bellidir. Yolda giden yorulmaz. Yörük at kendine özengi vurdurmaz. Yükün ağırını koca öküz çeker. Yürük at yemini kendi arttırır. Zenginin kokusu çıkmaz. Zengin isterse fakir bulursa yer. DEYİMLER Ayranı kabarmak: Öfkelenip köpürmek. Baş göz olmak: Evlenmek. Bir eli balda bir eli yağda: Bolluk içinde bir yaşayışı olmak. Çene çalmak: Arkadaşlarıyla şundan bundan konuşup vakit geçirmek. Çiçeği burnunda: Taptaze. Devede kulak: Büyük bir varlıktan ya da işten çok küçük bir parça. Eli kulağında: Olması, gerçekleşmesi çok yakın. Eli uzun: Fırsat buldukça öteberi aşıran. Gizli çıkı: Başkalarına duyurmadan, kimseye haber vermeden iş yapan kişi. Iska geçmek: Üzerinde durmamak, atlamak, önem vermemek. İçine kapanmak: Çevresindeki kişilerle ilişki kurmamak ve duygularını kimseye açmamak. İnsan sarrafı: İnsanların iyisini, kötüsünü iyi seçen kimse. İt sürüsü kadar: Pek çok gereksiz kişi bir arada. Kabir suali: Çok ayrıntılı, usandırıcı sorular sormak. Kof çıkmak: Bilgisiz, değersiz, işe yaramaz bir kişi olduğu anlaşılmak. Laf aramızda: Söylediğim aramızda gizli kalsın. Leke sürmek: Birine suç yüklemek. Notunu vermek: Değeri, nasıl bir kişi olduğu üzerine bir kanıya varmak. Oh çekmek: Birini üzen duruma sevinmek. Ölü mevsim: İşin ve alışverişin pek az olduğu aylar. Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, sorumsuzca oturup kalmak. Püsküllü belâ: Büyük sıkıntı ve zarar veren kişi ya da şey. Sır küpü: Bildiği sırları hiç kimseye söylemeyen kişi. Sudan ucuz: Çok ucuz, bedava gibi. Şifayı bulmak: Hastalanmak, hastalığı artmak. Taş atmak: Söz dokundurmak. Tıraş etmek: Usandıracak kadar uzun laflar söylemek. Toz olmak: Ortadan kaybolmak. Ucuz atlatmak: Tehlikeli bir durumdan az bir zararla sıyrılmak. Uyku bastırmak: Çok uykusu gelmek. Üç aşağı beş yukarı: Yaklaşık olarak, belli bir sayıdan biraz eksik ya da biraz artık olarak. Vaktini almak: Yapılması için bir süre uğraştırmak, epey bir zaman harcamasını gerektirmek. Vur patlasın, çal oynasın: Elindeki avucundaki parayı zevk ve eğlencesi uğruna harcayan kişinin durumu. Yağ bağlamak: 1. Semirmek. 2. Üzerine kat kat biriken yağ katılaşmış olmak. Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan müşteri. Zevkine varmak: Güzelliğini, tadını gereği gibi duymak. Zılgıt yemek: İyice azarlanmak. Zihni açılmak: Daha iyi anlar ve kavrar olmak. Zil zurna sarhoş: Aşırı derecede sarhoş. Zora binmek: İş, zor kullanmakla sonuçlanacak bir durum almak.