Zıplanacak içerik

asterix

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

asterix tarafından postalanan herşey

  1. Yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyordu, gökyüzü iyiden iyiye kararmıştı. Rüzgar yol boyunca ağaçları adeta silkeliyor, önüne kattığı herşeyi savuruyordu. Gök gürlüyor, çakan şimşek bir anda etrafı aydınlatıyor, ovaya düşen yıldırımların kırık beyaz çizgileri gözleniyordu. Otobüsün silecekleri canla başla cama vuran iri damlaları savurmaya çalışıyor, otobüs keskin virajları zorlanarak dönüyor, tabiat adeta tüm gücüyle bu ölüm yolcularına gitmeyin demek istiyordu. Yolcuları dışardaki şiddetli havanın aksine neşe içindeydiler. Kasabadan tanıdık simalar vardı, Liam, Jones, Griffitt, Ray, O'Hara, Keown görebildikleri idi, kalan yolcular Dublin'den binmişti. Çoğu körkütük sarhoş neşeli şarkılar söylüyorlar, biri küçük flütü ile neşeli İrlanda ezgileri çalıyordu. Joseph başını cama yasladı, ileride ovaya düşen bir yıldırımın bir örümceğin ağı gibi havada kıvrılıp duran ve sonra sessizce kaybolan mavi ışığına baktı. Molly bardaktan boşalırcasına yağan yağmura aldırmaksızın koşuyordu. Sarı uzun saçları sırılsıklam olmuş, yüzüne ensesine vücuduna yapışmıştı, gözyaşları yüzüne vuran damlalara karışmıştı. Eve varınca olanca gücüyle kapıyı yumrukladı, bir daha bir daha. Bir süre sonra kapı açıldı, Joseph'in babası kapıda belirdi. Bir anda sanki yıllarca yaşlanmış gibi, ayakta durmakta güçlük çekiyor gibiydi. Molly, Joseph diye sordu, Yaşlı adam nefret dolu bakışlarını kıza çevirdi, hiç birşey söylemedi, bir anda gök büyük bir gürültüyle gümbürdedi. Şimdi herşey eski haline dönmüştü, ihtiyar adam yıllar önceki suskunluğuna ve öfkesine geri dönmüştü. Gözlerinin önünden Joseph'in henüz yeni yürümeye başladığı, henüz yeni yeni konuşmaya başladığı yıllardaki hali geldi geçti. Şimdi yıllardır belli etmese de sahip olduğu, onu farkında olmadan hayata bağlayan yaşam kaynağı kurumuştu. Suyu çekilen bir çiçek gibi bir anda solmuştu ihtiyar adam. Molly bakamadı yaşlı adamın yüzüne, o nefret dolu bakışlara dayanamazdı. Koşarak uzaklaştı oradan Yolun nasıl bitiiğini kasabaya nasıl vardığını hatırlamıyordu bile, istasyona geldiğinde Belfast'a giden asker otobüsünün az önce hareket ettiğini söylediler. İnsanlar koşarak yağmurdan saklanacak bir yerlere sığınıyorlardı. Sırılsıklam olmuş Molly öylece yağmurun altında dikildi.
  2. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Şiir Forumu
    Vardım kırklar yaylasına Gel berü hey can dediler Yüz sürdüm ayaklarına Gir işte meydan dediler Kırklar bir yerde durdular Yerlerinden yer verdiler Meydana sofra serdiler El lokmaya sun dediler Erenler gönlü ganidir Yuduğu kalbi arıdır Gelişin kandan beridir Söyle ey ihvan dediler Gir semaa bile oyna Silinsin pak olsun ayna Kırk yıl bir kazanda kayna Daha çiğsin yan dediler Gördüğünü gözün ile Söyleme sen sözün ile Ahdan sonra bizim ile Öl sen de mihman dediler Düşme dünya mihnetine Talib ol Hak hazretine Ab-ı kevser şerbetine Parmacığın ban dediler Şah Hatayi’m nedir halin Dua edip kaldır elin Kesegör gıybetten dilin Cümlemiz yeksan dediler
  3. elbirliği ile hikayeyi buraya kadar getirdik, iyi kötü birşey çıktı ortaya, emeği geçen herkese teşekkür ederim. Bundan sonra, ilk mesajımdaki acıklı son ile hikayeyi bağlamaya küçük bir düğüm kaldı. Ben belki Pazartesi den sonra bayrama kadar forumda olamayacağım, El birliği ile o düğümü de atın, başka bir hikayede buluşalım gene, sağlıcakla kalın...
  4. eyvallah, hatırlayıp çiçek veren, layık gören dostlar...
  5. Nasıl olduğunu kendi de anlamamıştı, bu kentin büyüsüne kaptırmıştı kendini. Joseph'i sevdiğini sanıyordu, sevmişti gerçekten de o çocuksu saflığını, duygusallığını, çok güzel günler paylaşmışlardı. Ama Dublin'e geldikten sonra anlamadığı değişiklikler olmuştu, kendini yalnız hissesdiyordu ve Joseph'in savaşa katılmaya karar vermesi bir anda bu yalnızlık duygusunu adeta bir korkuya döndürmüştü. Onu fikrinden vazgeçirmeye çalışmıştı birkaç kez, tartışmışlardı. Ölüm karşısında gösterdiğin cesareti, yaşamak için göstermiyorsun demişti. O iri ela gözleriyle öylece bakmıştı Joseph, yağmur yağıyordu ve ayrılmıştı ordan. Dublin'e döndüğünde bütün gece ağladı yatağın içinde. Ve ruhundaki bu fırtınalar ve gelgitler arasında Edebiyat öğrencisi Connar'ın ne zaman ve nasıl kalbine girdiğini bile anlayamamıştı. Bir yanı Joseph'e karşı suçluluk duyuyordu ama öte yandan Connar'la hiç yaşamadığı bambaşka bir hayat yaşıyordu. Bir maceraperest gibiydi o, bu kentte doğmuştu ve heryeri herşeyini biliyordu. Dublin Postanesindeki kurşun deliklerinin hikayesini anlatmıştı, James Connoly ve 1800 kişi 1916 Paskalyasında Dublin'e gelirken yolda biri yolunu çevirmiş ve nereye gittiklerini sormuş, O da gülerek ölüme diye cevap vermiş, sonra adam hiç umut yok mu peki diye sormuş Connoly tekrar gülerek hiç diye yanıtlamış ve ıslık çalarak yollarına devam etmişler, Bütün kamu binalarını işgal etmişler, İngilizler altı gün boyunca kenti bombalamışlardı. Bu postane bir simgeydi, Connoly idam edilmişti, Tüm bunları anlatırken onu seyrediyordu hayranlıkla, Kıvırcık kahverengi saçları rüzgarda savrulurken tıpkı yıllar önceki Connoly gibi gülümsüyordu umuarsızca. Sonra hiç bilmediği bir yerlerde yemek yiyip, İrlanda birası içmişlerdi. ve akşam da geleneksel müzik eşliğinde ahşap zemin üzerine ayaklarını vurarak geç saatlere kadar dans etmişlerdi. Kasabadaki sıradan yaşantısından çok farklıydı, burada bambaşka bir dünya vardı. Ona anlatmayı denedi kaç kez, ama yapamadı söyleyemedi bir türlü zaten Dublin'e geldiğinden beri eskisi gibi görüşemiyorlardı artık.
  6. asterix şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Müzik Cafe
    Bahçalarda Zerdali Ah Bahçalarda zerdali Benim yârim gül dalı Kiraz gibi dudakları Şeker ezer dilleri güllü yâr, A benim allı yârim Yanağı güllü yârim Ben sana git mi dedim Ellerde yat mı dedim güllü yâr Ah bahçalarda gül dalı Var git ellerin yâri Sen bana yâr olmazsın Yüzüme gülme bari A benim allı yârim Yanağı güllü yârim Ben sana git mi dedim Ellerde yat mı dedim güllü yâr Derleyen Hüseyin Yıkıcı, Dün akşam TRT de Okan Murat Öztürk'ten dinledim, nefis bir ezgisi var, Gaziantep türküsü
  7. Soğuk bir Ekim günüydü, öğleden sonrasının o bildik şiddetli yağmurlarından biriydi. Oysa kimbilir böyle kaç yağmurda el ele koşarak inmişlerdi yamaçtan aşağı. Şimdi o çınarın altında tek başına kalmıştı. sanki keskin birşeyle çizmişlerdi yüreğini ve sanki yüreği kanıyordu, gözlerinden aşağı süzülen kandı sanki. Ellerini cebine soktu kızın ardından baktı bir süre, sonra pek yapmadığı bir şeyi yaptı, patikadan yukarı doğru yürüdü. Anlamıyorsun bir türlü demişti kıza, Bu benim için bir kurtuluş, ikimiz için de, eğer gitmezsem kendime ait bir hayatım olmayacak ve ikimize ait bir hayat da, bu tehlikeyi ikimiz için göze alıyorum. Döndüğümde, işte o zaman geçekten özgür bir insan olabilirim. Kelimeler birer birer zihnine çarpıp geri dönüyordu, tepeye varınca patika sağa kıvrıldı ve gözgözü görmeyen bir ormanın içinde son buldu. Ağır adımlarla ormanın içine doğru girdi, yağmur şiddetin artırmıştı. Çocukken defalarca kaçıp saklandığı Kelt tapınağını bulması zor olmadı. Bin yıl öncesinde kalma garip, insana ürperti veren bir yerdi. Şimdi duyguları allak bullak olmuştu. Üzerinde eski Gal dilince kabartma yazıların bulunduğu lahitin üstüne çıktı. Eski bir kabile şefinin belki de eski bir kralın gizli kalmış mezarı ve eski zamanlarda insanların onun etrafında toplandıkları bir mabetten arta kalanlardı işte. Herşey anlamını yitirmişti. Uzandı mermere kollarını açtı, lahitin üzerine yatırılmış bir kurban gibiydi. Tanrılar kurban istiyor diye mırıldandı, çok yorgundu gözlerini kapadı ve derin bir uykuya daldı.
  8. Bildiğim kadarıyla forumda o tipte bir hikaye başlığı var zaten... Ben de bu öyküye başladıktan sonra farkettim orasını.
  9. asterix şurada cevap verdi: azashthesad başlık Güncel Konular
    Dilerim bir an önce sağlığına kavuşur yavrucak. Ne diyelim Allah yardımcıları olsun...
  10. Burası da bu ülkenin bir parçası, bir aynası bir nevi, bulaşıcı hastalıklar gibi ruhlarımızla taşıyıp getiriyoruz gündelik yaşamdaki sıkıntıları. Ama şunu unutmamak gerek diyorum haddim olmayarak, Bu meseleler bizim meselemiz, şu veya bu biçimde birarada yaşamak durumundayız, Bu derece şiddetle ve yıkıcı bir biçimde tartışırken iyice saflaşmaya başladığımızı ve bunun bizi nerelere götürebileceğini de düşünmek gerek. Bu konuyla ilgili çok önceleri birşeyler yazmıştım. En büyük endişemin de yaşadığımız topraklarda şu ana kadar yaşananları gölgede bırakacak ağır bir trajedinin yaşanması. Bu ülkenin halkı herşeye rağmen kendi sorunlarını, kendi başına çözebilme becerisini gösterebilmeli desteklenmesi ve güçlendirilmesi gereken şey bu ülke halkının birarada yaşaması olgusu olmalı, etiyle kemiğiyle birbirie karışmış insanları birbirinden ayırmak çok kolay olmaz, canlı canlı deriyi yüzmek gibi, yüzene de yüzülene de acı verir. En azından burayı küçük nir halk topluluğu gibi görürsek, buradaki insanları yine haddim olmayarak sorumlu ve sağduyulu olmaya ,en son söylenecek belki de hiç söylenmeyecek şeyleri en baştan söylememeye davet ediyorum. Affınıza sığınarak...
  11. asterix şurada cevap verdi: içimdeki deniz başlık Doğal Afetler
    yetkililere seslenmek istiyorum buradan "Sallamayın laaaayn" Şaka bir yana geçmiş olsun İzmir'lilere Allah kötüsünden saklasın...
  12. Horozlar birbiri ardına ötüyordu, düzenli aralıklarla ve gittikçe artan şiddette. Rekabet halindeydiler sanki. Gözlerini açtı, sarı horozu kesmeli artık diye geçirdi içinden, sesi dayanılmaz, naaparsın ki babannemin arkadaşı dedi yatağın içinde kendi kendine kıkırdamaya başladı, güne hep neşeli başlardı. Lavaboya gitti, yüzünü yıkadı, buz gibi suyun yüzüne vurması ile kendini ferahlamış hissetti. Mutfağa indi, hava henüz tam aydınlanmamıştı. babaannesi sedirde oturuyordu, arkadaşın nezle olmuş sanırım dedi, kadın ters ters baktı münasebetsiz şey der gibi, sakın aklından bile geçirme diye de ekledi. Yerinden kalktı çorba kasesini doldurdu, torununun sıcak dumanı tüten çorbayı kaşıklamasını seyretti. Ne zaman büyüdü diye geçirdi içinden, 23 yaşına gelmişti, tıpkı babasının gençliği dedi. Çorbayı bitirdi, yerinden kalktı bir tas daha aldı. Onu da bir çırpıda içtikten sonra yerinden kalktı aceleyle, ani bir hareketle babaannesine sarıldı, boynundan sıkıca öptü, kadın omuzuna bir şaplak indirdi, münasebetsiz şey, kudurdun mu dedi. Gülerek ayrıldı yanından üzerini değiştirdi, kirli elbiseleri ile ahırın yolunu tuttu. Hava aydınlanmıştı bu arada, içeride ağır bir koku vardı, eşarbını burnunun üstüne kaldırdı, içeri girdi, Önce Zencefil'i çıkardı dışarı siyah inek istifini bozmadan ağır hareketlerle, iri gözlerini ona dikerek yürüdü ve dışarı çıktı. Sonra Kurabiye'nin ipini çözdü, ona bu ismi kendi vermişti, Diğer iki ineği ne çıkartıp, otlaktan içeri soktu ve çitin kapısını kapattı. Sonra tırmığını aldı, hayvanların altına serilen kirlenmiş samanları toplamaya başladı, koku dayanılmazdı ama o yıllardır alışmıştı bu kokuya, toplanan saman gübre karışımlarını arabaya yükleyip, bahçelerde kullanmak üzere biriktirdikleri yere doğru taşımaya başladı. Patikadan geçip de yokuşu tırmanmaya başladığı zaman zorlandı. Kendisiyle mücadele etmeyi, gücünün sınırlarını zorlamayı seviyordu, yarın daha fazla doldurmalı diye düşündü. Yanağında boncuk boncuk terler birikmişti, ıslık çalarak patikadan aşağı indi. Bir saman balyası aldı ve ahıra sermeye başladı, yalakları temizledi. Ahırdaki işi bitmişti, tel makasını aldı ve otlayan hayvanların yanına döndü, tek tek kulaklarının arkasını inceledi, gözüne çarpan birkaç keneyi çıkarttı. Yıllardır hiç ihmal etmeden hep aynı şeyleri yaparlardı. Sonra doğruldu ve gökyüzüne baktı, çok yükseklerde tek başına uçan bir kuş vardı, büyük bir pamuk yumağını andıran bulutlar, mavi gökyüzü. Gülümseyerek kanallar diye geçirdi içinden. Tırmığın alarak su kanallarına doğru koşmaya başladı. İlk kanala vardığında gecikmiş olduğun farketti. Babası elindeki tırmıkla kanalın içindeki pislikleri çekmeye başlamıştı, evin üstünden dolaştı bahçenin en uzak noktasından tam ters istikametten başladı kanalları temizlemeye. Bir yandan birikmiş yaprak ve pislikleri topluyor diğer yandan el çapası ile kanalda bitiveren ayrık otlarının kökünü temizlemeye çalışıyordu. Ayrık otu ayrılık demektir derdi babaannesi, temizlemek gerekir derdi. Birbirine paralel geçen kanallrın etrafında babasıyla karşılaşmadan dönerek temizliklerini yaptılar. Öğlen olmuştu, elindeki tırmığı ve çapayı ahıra bıraktı, eve çıktı kötü kokuyordu, banyo yaptı üzerini değiştirdi. Sipariş listesini aldı ve kasabaya doğru yola koyuldu. Babası patikada gözden kaybolana kadar baktı arkasından, savaşa gidecek olması yüzünden, aralarında hiç konuşulmamış, kendiliğinden bir hoşgörü oluşmuştu. Elini cebine attı ve sararmış bir resim çıkrdı tırmığına dayandı nefes nefeseydi. Sana benzemesini isterdim ama dedi, benim gibi aksi ve inatçı biri oldu sanırım dedi.
  13. Belli etmese de endişeliydi, bu savaş herşeyi allak bullak etmişti bir anda, Verandada oturmuş sallanıyordu, bir ileri bir geri, gökyüzüne baktı, binlerce yıldızın pırıltısına, kurbağalar ve diğer böcekler sanki dev bir orkestranın elemanları gibi bilinmeyen bir senfoniyi seslendiriyorlardı. Herşeyi yoluna koymalı dedi, kız üniversite eğitimi için gittiği şehrin büyüsüne kapılmıştı, oysa o buraları seviyordu. Babamla konuşurum demişti, ama bunu söylerken kendi de inanamamıştı. En güzeli okula gitmeli yarın diye düşündü. Sabah erkenden işlerimi bitirip okula gitmeliyim. Öğretmeni görürüm, onunla konuşmak hoşuna gidiyordu. Savaşı sormuştu ona, Toprağın gökyüzüne fışkırdığı ve et ve kemik parçaları ile beraber yere düştüğü, güneşin hiç açmadığı gri kasvetli bir yerdir cephe demişti öğretmen. Yerinden kalktı ve odasına çıktı.
  14. asterix şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    Sayın Golgi; Geçen gün Çemberlitaş'ın göbeğinde KADINLAR GÜL GİBİ OLMALI, NATAŞALAR GELİYOR... SONRA DA ERKEKLER YALLAAH diye bağırmışınız, bi de iftarla ilgili açıklamalarınız var, bi açıklık getirirmisin konuya.
  15. sen müsterih ol, yok inan bişi olmaz, ben geçen pazar gittim yerinde duruyo Ayasofya valla bak gitmez biyere emin ol...
  16. topicimde ismini görünce gözlerime inanamadım, atladım hemen geldim bi koşu ama, hayal kırıklığına uğrattın beni. Oysa bu vurdumduymaz görüntünün ardında buraya da birşeyler karalayacak bir potansiyelin olduğunu biliyorum. neyse gene de sağol...
  17. Yine herzamanki ağacın altındaydılar, Dalları salkım salkım etrafa yayılan o koca çınarın gövdesine yaslanmışlar, aşağıda düzenli çizgilerle birbirinden ayrılmış tarlaları seyrediyorlardı. Ovayı tam ortasından bir bıçak gibi ikiye bölen ve kıvrıla kıvrıla ufka doğru uzanan nehir, kafileler halinde göçeden kuşlar ve bakır rengine bürünmüş yaprakları ile ağaçlar insanı büyüler gibiydi. Burayı seviyordu. Bu toprağı, bu kartal yuvasını andıran yamacı, etrafa kollarını açmış bu çınar ağacını, binbir türlü kuş cıvıltılarını ve rengarenk çiçekleri, insanı sarhoş eden o kokularını. Elini aldı avucuna, yumuşacık küçük ellerini. kimbilir kaç kez tutmuştu bu küçük ve sevimli elleri, kaç kez ısıtmıştı avuçlarının içinde. Kendi ellerine baktı sonra, daha bu genç yaşında yaşlı bir çiftçinin ellerine benzeyen ellerine, derin çatlakların, yara izlerinin olduğu ellerine. Çok korkuyorum dedi kız, sana birşey olmasından. Başını omuzlarına yasladı, şimdi bu haliyle daha da küçülmüş, küçük bir kız çocuğu gibi olmuştu. Sarı saçlarını kokladı kızın, onu sarhoş eden o kokuyu içine çekti. Endişelenme dedi, bana birşey olmaz. Nasıl böyle emin konuşabiliyorsun diye öfkeyle doğruldu kız, eğleniyorsun benimle gözleri çakmak çakmak olmuştu ve bu haliyle çok güzeldi. Gülümsedi muzipçe, birşey olmaz çünkü, Çünkü ne, Ben babamın oğluyum, katır gibi inatçı ve güçlü, Sonra içinden kopan gökgürültüsü gibi, ağızdolusu bir kahkaha patlattı. Ayağa kalktı yamacın başından aşağıda kızıla çalan güneşin ışıkları altında derin uykusuna hazırlanan ovaya baktı. Kız da kalktı yerinden, başını sırtına yasladı, elleriyle gövdesini sardı. Kendini o an çok güçlü hissetti, herşeyin üstünde adeta bir Tanrı gibi. Buraları özleyecekti.
  18. ve ,O bu masal gibi aşkı bitiren kişi de olmuştu aynı zamanda. Annesi onu doğururken ölmüştü. Evliliklerinin ertesi yılıydı. Soğuk bir kış günüydü. Kanter içinde kalan kadın, o buruşuk, yumuk yumuk bebeğini göğsüne bastırmış önce, sonra derin bir nefes almış, nefesi bir fısıltı gibi dudaklarından çıkarken gözlerini öylece tavana dikmiş ve sonra sanki uyur gibi usulca kapamıştı. babası görmek istemedi çocuğu, o kışı evin içinde hiçbirşey yapmadan öylece oturarak ve düşünerek geçirmişti. Hiçkimseyle konuşmuyor çok az yiyor ve çok az uyuyordu. Annesi ve kızkardeşi eve gelmişler, çocukla onlar ilgileniyordu. Sonra baharla birlikte silkindi. Bitmek bilmeyen bir enerji ve öfkeyle toprakla, tabiatla kavgaya tutuştu. Ölesiye çalışıyordu, yıllar yılları kovaladı, içindeki hayata karşı duyduğu bu öfke dinmek bilmedi. O da bu kavgadan nasibini alıyordu. Okul dönüşleri mutlaka yapılacak işler oluyordu, kendi gücünü aşan işlerin altına sessizce giriyordu. Hava kararana kadar dönmüyorlardı ve gece yarısından sonra okumaya çalışıyordu. Tüm bu zamanlarda babası onunla gerekmedikçe konuşmuyor, konuştuğu zamanlar da kısa ve sert cümlelerle yapması gerekenleri söylüyordu. Allahtan babaannesi vardı, bir de dünyalar tatlısı halası. Babasından bu derece korksa da, ona içten içe derin bir hayranlık ve sevgi duyuyordu. Tarlanın içindeki taşları pençeleri ile söküşünü, hayvanlara gösterdiği ilgiyi, ağaçların aşılanmasını, hava durumuna göre hareket etmesini, verandanın tamirini, makinaların bakımını ve tüm bunları yaparken ortaya koyduğu o inatçı, kavgacı ruh halini çok seviyordu. Ama söyleyemezdi tabi bunu.
  19. **** allah müstehakını versin, Türk filmine çevirdein leyynn. Öğlen yemeklerinde şarap içen Türk köylüleri... Neyse devam edelim naapalım, Emineeee
  20. haydi arkadaşlar el verin, çok zor değil, cep telefonlarınızla 2868 e mesaj gönderin. 5 YTL tutarında bağış yapın, damlaya damlaya göl olur. Belki Pakistan halkının yaralarının sarılmasına bir yardımımız dokunmuş olur. Dünyanın başka bir yerindeki insanların şu an insan kardeşlerinin yardımına ihtiyacı var.
  21. ÖNCELİKLE ELVERDİĞİN İÇİN SAĞOL; BELLİ BİR ZAMANA VE BELLİ BİR MEKANA BAĞLI DEĞİL HİKAYE, BİLİNMEYEN BİR ZAMANDA VE BİLİNMEYEN BİR YERDE. ÇATIŞMALAR SANKİ 1.DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİNİ ANDIRIYOR AMA İNSANLAR OTOBÜSLE YOLCULUK DA YAPIYOR, YANİ BİRAZ DA MODERN BİR ZAMANDAYIZ, NEYSE BİZ DEVAM EDELİM... Onu ilk değirmende görmüştü, un çuvallarından birini dereye düşürmüştü, kız nasıl da gülmüştü, önce utangaç, çekinerek, sonra ağız dolusu. Evet ikisi de köprünün kenarına oturmuşlar ayaklarını sallandırarak gözlerinden yaşlar gelinceye kadar gülmüşlerdi. Tanrım ne de güzel gülüyordu, babasının göstereceği öfkeyi düşünerek ürpermiş, hemen toparlanıp arabaya yüklediği çuvallarla yola koyulmuştu. Dönüp arkasına baktı, kız köprünün başındaydı, zarif bir çiçek gibi öylece dikilmiş ona bakıyordu, onaltı yaşın verdiği tüm tazelik ve saflıkla. Aslında hiçbir şey kâr değil insana Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara Mutlu aşk yok ki dünyada Louis Aragon'un dizeleri dökülüverdi dudaklarından, toparlandı sonra Örtüyü açtı, kestane ağacının altına serdi. Sepettekileri boşalttı. Ekmek somunu, peynir, üzüm ve şarap... Babası biçerdöverden indi, örtünün etrafında bağdaş kurdular sessizce yemeklerini yediler. Kırlaşmış saçları ve bıyığına rağmen oldukça dinç bir adamdı babası, geniş alnı, çıkık elmacık kemikleri ve ela gözleri, bir de şakaklarından yanağına doğru uzanan derin bir kesik yarası vardı.
  22. yapma bozan hocam, bırak kendini şu şiirin dizelerine bak sen de seveceksin, sadece benden değil, senden de birşeyler vardır Nazım Hikmet'te... "Memleket mi yıldızlar mı Gençliğim mi daha uzak" söyle hangisi bize daha uzak, yoksa hepsi birden mi???
  23. asterix şurada bir başlık gönderdi: Öykü Forumu
    Evet, hep beraber bir öykü yazalım, Herkes öykünün bir bölümünü yazsın, arada kopukluk olmadan, Ben öykünün sonunu yazayım, siz de bu sona giden tuğlaları koyun üstüste, Yalnız kasvetli bir son ona göre... Yerinden doğruldu, gökyüzüne son kez baktı, kir pas içindeydiler, yarı aç yarı tok, üstelik günlerdir bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, hendekleri suyla doldurmuştu. Dizlerine kadar suyun içindeydiler, yan gözle arkadaşlarını süzdü. Tedirginliğin hakim olduğu, yeşile çalan yüzler, Tanrım benim de yüzüm böylemi acaba diye geçirdi içinden, ister istemez elini yüzüne götürerek, uzamış sakallarını sıvazladı. Şimdi herkes, bilinmeyen bir zamandan ve bilinmeyen bir yerden gelen tanrılar gibi, derin bir sessizlik hakimdi, herkes adeta taş kesilmiş, kulakları çalınacak olan düdüğün sesini bekliyordu. Çamur deryasına dönmüş ovada tiz bir ses duyuldu ve kalabalıkta bir hareketlenme, işte başlıyor dedi kendi kendine, üçyüz metre koşusu, hayatımızın son üçyüz metresi, Gri bulutların altında çamurlara bata çıka ilerlemeye çalışan yüzlerce kişi, Başladı işte, üzerlerinden geçen top mermilerinin ıslığı, mermilerin sinir bozucu vızıldamaları, ötede beride patlayan ve patlamasıyla çamur-insan karışımlarını ötelere fırlatan bombalar, Bir an nedense tam da tehlikenin ortasında içini müthiş bir güven ve huzur duygusu kapladı, küçükken koşturduğu tarlalar, sarı buğday başaklarının rüzgarda dans edişleri geldi aklına, sıcaktı ve masmavi bir gökyüzü vardı. Az ötede sendeleyen fırıncıyı gördü, kocaman iri gözleri ve elleri olan fırıncı, dizlerinin üzerine çöktü yavaşça ve sonra tıpkı koca bir ağacın gövdesi gibi devrildi çamurların üzerine ve onu başkaları izliyordu Kaçınılmaz olana yaklaşıyoruz diye düşündü... Ne olduğunu, nasıl olduğunu bile anlamadan kendini çamur deryasının içinde buldu, sol yanağında bir sızı vardı, yerinden doğrulmaya çalıştı, dayanılmaz bir acı kapladı vücudunu. Şimdi etrafta olup bitenleri bir sinema salonundan seyrediyor gibiydi, İşte az ilerde fırıncı kıpırdamıyordu artık, biraz ötede dağ köylerinden birinden gelen ve arkadaşlarının alaylarından çokça nasibini alan o genci gördü, belli ki çok acı çekiyordu, ama ne tuhaf o hiçbirşey duymuyordu, en ufak bir gürültüyü bile.. Biraz ilerde tel örgülere takılmış biri sallanıp duruyordu, yanıbaşında mekanik hareketlerle koşulturan birileri birer birer düşüyorlardı. Otobüs terminalini düşündü, kalabalığın içinde hiçbirşey söylemeden babasıyla bakışmaları geldi aklına, sert öfkesi burnunda babasıyla sessiz bakışmaları, hayatlarında birbirlerine karşı belki en yaklaştıkları andı o... boğazlarında birşey düğümlenmişti ikisininde ve sessizce ayrılmıştı oradan, Birileri eğildiler üzerine, tanıyamadı onları, vücudunu yokluyor birşeyler söylüyorlardı. Tanrım rahat bırakın beni dedi içinden. Tekrar o sarı buğday başaklarını ve o sıcak yaz gününü düşündü, onu ilk gördüğü an geldi aklına, onunda saçları o sarı buğday başakları gibiydi. Sağ eli ile cebinden o buruşmuş, kıvrılmış fotoğrafı çıkarttı, İşte sen,sen benim hayattaki en değerli şeyimdim ve en büyük yenilgim. Bir büyük şairin dediği gibi mutlu aşk yoktur... Yanağından aşağı damlalar süzülmeye başladı, boylu boyunca uzanmıştı toprağa ve yağmur yeniden yağıyordu. Gökyüzünden uzanan o yumuşak elleri tuttu ve ayağa kalktı usulca, hava yine sıcaktı, tıpkı o günkü gibi...
  24. Mesleğimizi seviyormuyuz, ya da ne olmak isterdik hayatta, Örneğin ben muhasebeciyim, Orkuduğum orta okul ile, Ticaret lisesi bitişikti, beni arkamdan ittiler, sonra üniversite, derken muhasebeci oldum çıktım. Gelgelelim hiç sevmiyorum mesleğimi, bana kalsa, üniversite de tarih okumak ya da bağlama sanatçısı falan olmak isterdim. Şu anda ilgi göstermesem de en sevdiğim alanlar bunlar, Var mı sizin de böyle pişmanlıklarınız?
  25. asterix şurada cevap verdi: arman başlık Havadan Sudan Konular
    ben araya girip bir düzeltme yapayım, Bu soru nerden icabetti; 1-sen konuksun 2-gerçekten merak ettiğim bir konudur belki de çıkaracağım dersler olabilir (samimiyetten kastım buydu) ben ayrıca reklam olabileceğini hiç düşünmedim zaten, açıkyüreklilikle cevap verdiğin için teşekkürler...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.