bekir tarafından postalanan herşey
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
Başka bir tartışma konusunda size bunları söyledim... Sanırım cevap ver/e/meyeceksiniz... Bunda beni samimi bulmamanız da etken olabilir. Ben hala cevap verme hakkına sahipsiniz demek için bu metni dahil ettim. Tekrarla cevap verseniz dahi size burada cevap vermeyeceğim. Ayrı bir başlık açabiliriz orası ayrı bir konu... Ama artık ben, sizin samimiyetiniz konusunda ciddi şüphelere düştüm. Kuşku baş belası birşey... Kuşkuya düştüğünüzde insanlar hakettikleri değerin altında değerlendirilebiliyor. Kafam karışık biraz... Konu bir kez daha gündeme taşınsın istedim...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Kaale alınmayan bir konunun devamı sadece aptalca bir ısrardır. es-selamü aleyküm...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Devamla... Avrupa da ilmi, siyasi, dini, felsefi alanda kilisenin hegemonyası tarihte skolastik adı verilen bir felsefeyi neticelemiş... Skolastik ise insanları kiliseden nefret etmeye dolayısıyla Tanrı ile aralarındaki ünsiyetin kaybolmasına neden olmuştur. İnsanlar (herhangi insanlardan bahsetmiyorum) Kilisenin otoritesinin kırılmasını ancak dinin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaklarını sanarak yeni bir faaliyete geçmişlerdir. Reform hareketleri de bu şekilde ortaya çıkmıştır. "Buraya, hemen islamda neden reform olmaz neden tecdit gereklidir diye bir konuda açabiliriz. Abarttım mı? Haklısınız. Reform hareketleri aslında doğru dine yöneliş için yapılmış hareketler değildir. Reform hareketleri dinin insanlar üzerindeki etkisini kırmak için yapılmıştır. Yoksa Hristiyanlığın asli karakterine kavuşturmak kimsenin derdi değildi." Pekiyi, burada hemen can sıkıcı, alıcı, vay canına dedirtecek soruyu soralım... Gerek materyalizm, gerek Darwinizm akabinde ataizm, akabinde sekülarizm, akabinde hümanizm (insancıllıktan bahsetmiyorum, herşeyin ölçüsü insandan bahsediyorum), ümmetçilik yerine milliyetçilik, nasyonal sosyalist hareket, komünizm... (arkadaşlardan biri işsizim mi demişti) Farkettiniz sanırım... Henüz ortada soru yok...Darwinizmin ve materyalizmin birbirinden ayrılır yanları yok... Diğerleri ne olaki...Can alıcı soru bu değil... Evrim teorisi ve materyalizm kilisenin etkisini nasıl kırdı... Kiliseden bıkmış insanlar darwinizme nasıl suyu düşmüş gibi sarıldılar... (cevaplarını yukarda vertim galiba..) Peki akıbetleri hayır oldu mu? HAYIR.... Ben şimdi ayrı bir sorunun derdine de düştüm, zira konunun ucu açık. Maddeci ve Darwinci anlayışın insanlara kazandırdıkları ve kaybettirdiklerini tartışayım mı yoksa, Bu bahsettiğim teorisinin daha sonraki kullanım şekillerini sadece buraya nakledip yorumlayım mı? Neyse biraz düşünelim. Allah, Kerimdir...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Gerek materyalizmin ve gerekse evrim teorisinin taraftar bu kadar taraftar toplamasının gerçek nedeni nedir? İspatlanmış ve dünyayı açıklamış olması mı? Darwin kendi teorisini ortaya attığında dahi çok fazla taraftar bulmuştu arkasında. Ancak bu teori ispatlanmış dahi değildi. İspatı olmayan bir teoriye insanların cansiperane olarak dalmasında bir takım etkenler olmalıydı. Bu girişten sonra Rönesans ve reform hareketlerinden önce Avrupadaki fikri ve ilmi hayata, ayrıca yönetim hayatına yakından (elimizdeki malumatla ancak uzağından bakabiliyoruz ya neyse) bakmakta fayda var... * Bundan sonraki cümlelerim ortaçağ avrupası için söylenmiştir... Hemen hepimiz biliyoruz ki, Avrupa da dini hayat üzerinde kilise baskın unsurdur ve hatta yegane unsurdur. Hiçbir tartışmaya açık değildir ve haddi zatında din hakkındaki herhangi bir şeyi tartışanlar şiddetle cezalandırılmışlardır. Rahipler Allah'ın dünya üzerindeki temsilcileri olarak kendilerini sunmuşlar ve onların günah çıkarmadıkları, vaftiz etmedikleri cehennemin VİP kapısından girecekler yerinde cumburlop diye yerini almıştır. Yada öyle lanse edilmiştir. Kralların krallıklarının yolu Papa'nın eteklerinin altından geçer. Bilim adamlarının ilmi alanda sarf ettikleri söz Papazların sözlerinden farklı olursa bilim adamlarının yedikleri meyvenin cinsi herkesin malumudur. Bütün bunların arasında cennetten boğaz manzaralı gayrimenkul satışları da yapan emlakçı Kilise olgusu (endüljans satışlarından bahsediyorum), ve kilisenin zenginleşirken halkın daha da fakirleşmesi neticesinde ipler din aleyhine Avrupa da kopma noktasına varmıştır. Krallar (dan bazıları) Kilisenin otoritesini tanımak istememişler ancak bu başlarına bela açmıştır. İlim adamları, dünyanın yuvarlaklığını kilisenin tepsi dünyasına rağmen ispata kalkınca olanlar olmuş ve birçok ilim adamı tahtalı köyden 1. mevki bir yere gönderilmiş ve cehennem ateşini dünyada tatmıştır. Avrupa da Kilisenin halkın manevi duygularını istismar ederek, kendisini yegane güç olarak telakki etmesi, bu hale getirmesi, kralların otoritelerinin kendilerine bağlanması, kilisenin ruhban sınıfının sürekli daha zenginleşirken halkın sürekli olarak fakirleşmesi kiliseye ve temsil ettiği dine bir tepkiyi doğurmuştur. Tekrar dönersek materyalist felsefeye... Evet materyalizmin ilk ışıkları 17. 18. yüzyılda atılmış değildir. İlk çağlarda da materyalistler vardı. Ama bunlar birel vakıalardı. Takipçileri yoktu. Tamam Antik Yunan da bunların bir okulu da olmuş ancak halk arasında hiçbir zaman yandaş bulamamışlardır. Ta ki şartlar olgunlaştığında darbe (pardon-ateizm diyecektim) mübah olmuştur. Gerek Darwinizm gerekse bu teoriyi bünyesinde barındıran Marksizm ancak ve ancak o şartların sağladığı imkanlarla taraftarlar bulabilmişlerdir. Devam ettirmeye çalışacağım... selamlar ile...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
yam yam... nasıl oldu... hoşunuza gitti mi? Hemen aramızda hiç bir ünsiyet olmadığı halde size sadece yam yam demem hoş oluyor mu? HAYIR.... Bizler alalede insanlar olarak arada yeterli samimiyet olmadan birbirimize isimle hitap ederken dahi gocunabiliriz. Seslendiğimiz kişi bir bürokrat olduğunda garipleşme artarak devam eder, seslendiğimiz kişi başbakan olduğunda artık iyice kötüleşir. Seslendiğimiz kişi bir devlet başkanı ve islam peygamberi olduğunda iyice berbat bir hal alır. Bunlar uhrevi olmayan maddi davranış kuralları içerisinde böyledir. Peki bizim dinimizin peygamberi bizim nezdimizde nasıl bir yere sahip ki siz ona rahatlıkla ismiyle hitap edebiliyorsunuz. O kadar bilgi sahibisiniz islam hakkında da Hz. Peygamberin ismini biz müslümanların salavatsız ağızlarına almalarının mümkün olmadığını bilmiyormusunuz. En yakın arkadaşlarının bile onun ismini desturla ağızlarına aldıklarını bilmiyor musunuz? Onun ismini böyle kullanmak ancak bir kasta müncer olabilir. Bu da aşağılama kastından başka birşey değildir. Samimiyetimden kuşku duymanızı gerektirecek birşey var mı bilmiyorum.. Eğer hayata islam perspektifinden bakıp da seslenişim sizi böyle düşünmeye sevk ettiyse buna bir çözümüm yok... Böyle devam edeceğim... Sayın yam yam, size karşı gayet samimi olmaya çabaladım. Açtığım başlıklarda ve katıldığım konularda gayet samimi yazmaya çabaladım. Kimseyi alt etmenin derdine düşmedim. Hatta bilmediğim ve olmadığını sandığım bir konu hakkında bana aydınlatıcı cevap vermeyen bir arkadaşımın sözlerinin kendi araştırmalarım sonucunda doğru olduğunu tespit ettikten sonra ondan özür diledim. Kendimi övmek en son derdimdir bunun bir anlamı da olmaz. Özür dileyebilmek yüceltilecek bir şey de değildir ancak karşınızdaki kendi sözlerinin ispatını kendisi yapmazken onun sözlerini benim araştırıp da doğruluğunu tespit ettikten sonra ondan özür dilemem en azından samimiyetimi gösterir. Özür dilediğim kişi CYRANO'dur... Yani benim düşüncemede mensup değildir. Siz şunu da düşünebilirsiniz, orada öyle davranmışsın ama burada farklı davranıyorsun...Tabi ki bunu da düşünebilirsiniz ancak düşünceniz bana göre yanlış olur...Sonuçta samimiyet biraz da uhrevi bir vakıadır. Yani kişinin iç dünyasıyla alakalıdır... Ben samimi olduğum kanatindeyim... vesselam...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Ama siz yukarda belirttiğim gibi yük TÜBA, yok bilim adamları, yok dünyanın birçok devleti (buna benzer bir şeylerdi) evrimi kabul etmiş savunmasında bulundunuz. Bu zamana kadar evrim teorisi hakkında ahkam kesen evrimci herkes evrimin olduğunu ve buna nasıl inanmadığımızı sorarak bizi eleştirdiler. Şimdi o halde siz burada evrimin olduğunu ispatlayın. Tamam kardeşim, onu da istemiyorum. İspat mispat istemiyorum. Ben, daha önce de dediğim gibi dinimin dogmalarını kabul ediyorum. Artık tartışmak istemiyorum. İkinci kez peygamberime olmayacak bir üslupla seslendiniz. Peygamberiniz deseydiniz, Hz. Peygamber deseydiniz, sizin resulünüz deseydiniz amenna… Bunları söyleseydiniz bir şeyiniz eksilmezdi ama tam tersi bir üslubu kullanarak, kırıcı oldunuz. İsimle sesleniş bir kast-i mahsusa işaret ediyor. Sanırım yukardaki kırmızı yazılar cevap öbür tartışma başlığına cevap vermeyeceğimin ve söyleyeceklerimi bitirtiğimin delilidir... Gelelim gerisine... HY ismini özellikle belirttim. Zira daha önce aynı şekilde sizin kaynaklarınız diyerek harun yahyadan bahsetmiştiniz. Bugün diyanetten... Ön kabulle başlamayın... Bana kaynak olarak Kur'an hariç şu sizin kaynağınız bu sizin kaynağınız gibi bir cümleyle gelmeyin. Yanlıştır, yakışık alan birşey değildir. Bazı yerlerde sizi belirli bir kişinin takipçisi ve onun yazılarını buraya taşıyan bir isim olarak nitelendirdiler bu hoşunuza gitti mi? Sanmıyorum. Benim kaynağım diyanette olabilir veya başka bir isim veya bir kurum ama ne olursa olsun sizi sizin kaynağınızla çürütüyorum yanlışlıyorum demek saçmalamaktan başka birşey değildir. Biz sözün doğruluğunu mantıkla tartarız. Bir kurumun söylemiş olmasıyla değil. (Şimdi burada peygamber efendimizin sözlerine bir göndermede bulunabilirsiniz.) Orada da sahih olan hadisle olmayan hadisler arasında mantık (islam mantığı) ayrımına gitmeye çalıştığımızı belirteyim. Yerinize düşünmem hoş olmuyor değil mi? Konuyu nereye çektiğimin farkına varmışınız ve ideolojik olduğunu söylüyorsunuz. Haklı olabilirsiniz. Farkına da varabilirsiniz. Yanlışlığına hüküm vermek nereden çıktı. Her ideolojik olan yanlış mıdır? Farkına vardığınız şey yanlış mıdır demektir? Bunların yanlışlığına nasıl vukuf oldunuz. Delilleriniz nelerdir? Göz yummak... Amiyane bir tabir olmuş,,, gözünüzü iyice açmanızı istiyorum ben de... Zira ancak öyle doğruları görebilirsiniz..Görebiliriz...Sizinle tartışmak istemememin nedeni üslubunuzdaki bayağılık, aşağılayıcılık, serkeşlik ve karşıdakini kale almamaktan başka birşey değildi. Bunlarda daha dikkatli, temkinli olmak kaydıyla sizinle tartışmaktan zevk alacağım...Ve eğer benim size karşı üslubumda bir sertlik, bir baştan savma, bir kırıcılık, bir aşağılama, bir serkeşlik olursa beni şiddetle uyarmanızı rica ediyorum.... Siz kendi kaynaklarınızla savunmanızı yapınız. Bizim kaynaklarımızla değil...Öbür tarafta cevap bekleyen bazı sorular var... Onlara da bazı cevaplar vermenizi bekliyorum... Oradaki cevaplarınıza cevap vermeyeceğim. Yanlış anlamayın bir prensiptir bu... Ve konuyu açan ben olduğuma ve ben cevaplarımı verdiğime göre son söz size aittir... Sadece cevaplarda da eşitlik olması için bu gerekli...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Sayın yam yam... İkinci kez benim kaynaklarımdan bahsediyorsunuz... Diğerine de HY demiştiniz... Ben sizin kaynaklarınızla (nerden bileyim sizin kaynaklarınızın ne olduğunu) sözlerinizi çürütmeye çabalıyor muyum? Hangi kaynağın benim olduğunu nerden biliyorsunuz. Evet Kur'an bu noktada istisnadır ama felsefi bir konuyu tartışıyoruz ve bana diyanetten alıntı getiriyor ve işte sizin kaynak... Kusura bakmayın, üslubum biraz sert oldu galiba... Ancak, bunda gerek dinime ve gerekse tartışmaya karşı takındığınız laubalice tavır etken olmuştur. Ne demek "ısrar etmeye devam ederse emin olsun ki, bende çok kaynak var" ... Bu ne saygısızca, karşıdakini küçümserce bir ifadedir. Kaldı ki ben tartışmanın ilerlemesi için bekledim sürekli ve size yukarda da çağrı yaptım... Bir defa cevap verdiniz o halde sizden ikinci bir beklentide daha bulunabiliriz dedim. Konunun başında bilenler anlatsın yoksa ben yorum yapacağım dedim. Bugüne kadar birşey demediniz. Ondan sonra da benim kasıtlı olarak hatta yaptığımdan bahisle konuya tepetaklak daldınız... Neyse, bugün cuma ve namaza gitmem lazım...Namazdan önce kızgınlık hiç hoş olmuyor... Öbür forumda sorduğum sorular cevapsız kaldı.. Ben tartışmayacağım dedim, cevap yazmayın demedim.. Son cevap hakkı sizindi... Arkadaşlar burada bir açıklama daha yapmak istiyorum... Evrim teorisi gerçek midir değil midir, var mıdır yok mudur, sorularının cevabını burda aramıyorum. Burada evrim teorisinin kullanılış şeklini tartışacağım... Mesele bu... Fillerle maymunlar veya maymun insanlar benim derdim değil. Bu apayrı bir konu ve bu formun her tarafında evrim teorisi ispatlanmaya veya çürütülmeye çalışılmış zaten. Burada tartışmaya çalıştığım şey bu sebeple evrim teorisinin çıktığı zaman ve coğrafya... Daha da ötesinde kullanılış şekli...Bu yüzden lütfen, burada evrim teorisinin ispatını yapmaya veya ispatsızlığını yapmaya çalışmayalım..
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Kardeşim eyvallah... Değerli katkılarından dolayı teşekkürler.. Ancak sen de biliyorsunki bu forumun hemen bütün konularında dinin dogma olduğu bilimin dogmanın karşısında yerini aldığı din karşıtlarınca (veya dinsizler veya başkaca kimseler tarafından) sürekli söylenmektedir. Bu cümleler sadece bu forumda değil birçok başkaca yerde de tekrarlanmaktadır. Bu sebeple bizler (yani müslümanlar) böyle bir kıyasa böyle bir kategorizasyona gitmiyoruz. Bilimi dinin karşısına yerleştiren bizler değiliz. Defaatle söylediğimiz din ve ilim atbaşı gider. İlim nihayetinde yaratıcının koyduğu kanunlar üzerinden hareket eder ve o kanunları ortaya koyup ona göre yapacaklarını yapar. Bilgi kaynaklarından şüphe duymak...Peki bunu ateisler yapıyor mu? Şöyle sorayım... Tanrının olmadığı (yanlış) bilgisine sahip değil midir ateistler. Ya varsa diye bilgilerini yokluyorlar mı? Neyse.... Evet içimizde (biz müslümanları kastediyorum) yanlış bilgilere sahip olanlar olabilir. Ben de dahil yanlış savunma yaptığımız zamanlar olabilir. Allah'ın iradesine aykırı savunmalarda bulunduğumuz olabilir.. Bunlara da amenna... Yanlışlarımız için Allah'tan af ve sizlerden de özür dilemekten imtina etmem. Ancak, kişilere hakarette bulunmak da inanın hiç hoş olmuyor. Kim olursa olsun... Bu HY olur, Darwin olur, İmam Gazali olur, Marks olur... Kim sahtekar kim değil.... Siz kendi bilgilerinizle H.yahya'yı sahtekar olarak adlandırıyorsunuz, peki yarın bu bilginin yanlışlığını farkederseniz (ihtimal... belki yanlıştır belki de doğru) o zaman bu yanlışlığı düzeltme ihtimaliniz var mı? Hayır... Hiç bir özür böyle bir ithamı ortadan kaldıramaz... O sebeple biraz daha dikkat edelim... Arkadaşlar,,, açtığım başlığa esaslı bir cevap verilmedi... Bu sebeple Pazartesi gününden itibaren bulabildiğim deliller ve yorumlar ve kendi yorumlarımla İlimin neden dinden uzaklaştığını, evrim teorisinin neden sürekli gündemde tutulduğunu, ateizm ve sekülarizme Batının neden gark olduğunu, Bunların neden bizim ülkemizde olmaması gerektiğini, Ruhbanlığa esir olmuş Avrupanın seküler ateist bir dünya tasavvurundan başka bir çıkış noktası bulamadığını, ateizmin ve darwinizmin nasıl bir çıkış kapısı olduğunu işlemeye başlayacağım... İlk çağlardan beridir insan sürekli tanrıyı aramış ama onun varlığını fıtratında hissedenler farklı bir tanrı tasavvurunda bulunmuşlardır. Allah (c.c.) insanlara doğruyu göstermek için peygamberler göndermiş ve bazıları kurtuluşa ermiş bazıları ise farklı tanrılara ibadete devam etmiştir. İlk çağlardan beridir tanrı anlayışı vardır ama şirk de vardır. Bu sebeple ateist sandığımız bir çok topluluk aslında ateist değil şirke sapmış topluluklardır. Şirk bilindiği üzre şerik yani ortak demektir. Yani ki, asıl yaratıcıya yardımcı veya asıl yaratıcıyla beraber başkaca yaratıcılar tasavvur etmek demektir. Hepimiz Zeus'un tanrıların tanrısı olduğunu duymuşuzdur. Veya putperest toplumların putlarına tanrılık vasfı verdiklerini. Ateşe tapınmayı da duymuşuzdur. Bunların tamamı bir tanrının olduğunu kabul ediyorlar ama yanlış bir tanrı tasavvurunda bulunuyorlar. Ateizm 17 ve 18 yy'larda temellerini atmıştır. Bu tarihlerden önce yoktu olması da düşünülemezdi... Bilindiği üzre her kavmin çeşitli tanrıları vardı. Ancak Hristiyanlık ve özellikle kilise gerek krallar, gerek halk, gerek bilim adamları üzerinde inanılmaz bir etki ve yetkiye sahipti ki onun etkisini kırmak hem kralların, hem ilim adamlarının, hem halkın ve hem de .... biraz başlayalım dedim...
-
adsl üçkağıdı
saol aga ii iş...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
ARKADAŞLAR, KONUYU İLK AÇTIĞIMDA "GİRİZGAH" KISMINDA YUKARDAKİ METİNLER YOKTU ANCAK SONRA NE OLDUYSA OLDU VE YUKARDAKİ METİN BENİM BAŞLIĞA EKLENMİŞ BULUNDU... BELKİ BENDEN KAYNAKLANAN VEYA BELKİ DE BAŞKA BİRYERDEN KAYNAKLANAN BİR HATA OLDU. SEBEBİNİ BİLMİYORUM AMA FORMA KATILANLARA HABER VERMEK İSTEDİM.... SELAMLAR
-
EVRİM TEORİSİNİ KABUL ETMEYEN ATEİST VAR MIDIR
selamlar... Biliyorum bu konuda açtığım ikinci başlık bu... Din tartışma başlığı altında bu konuyu açtım. Ama tartışma biraz daha felsefi tabanlı olduğu için burada da cevap beklemek mantıklı olur kanısındayım. o başlıktan aynı cümleleri aşağıya alıntıladım... Daha önce bu konuya katılanlar kusura bakmasınlar.... Merakımın illiyeti "ilkçağlarda ateis filozof var mıydı sorusuna aldığım evet vardı" cevabıdır. Varsa bu filozoflar varlıklarının nedenini-sebebini-illiyetini neye dayandırıyorlardı. Bilen, bulan, bulabilecek olan, kıyısından köşesinden haberdar olan bizleri aydınlatsın...
-
HZ.MUHAMMED MUSTAFA
eyvallah kardeş, sağolasın... İlk cevap benden olsun...Peygamber efendimizde belirtmiyor muydu? Sahabelerine ve ondan sonra geleceklere hitabından bundan sonra onların dinden çıkmayacaklarını ama... işte ortada koskoca bir ama... Şeytan ufacık günahlardan bile zevk alır değil mi? Hani işlediğimiz ufacık günah kalbimizde bir nokta olarak belirir ve sonra...Dünya insana güzel gösterilmedi mi? Evet nisyan ile malul aklın sahibi insan Allah'a arzı alada verdiği sözü unutur. Müslüman unutmamak zorundadır ama içimizden bazıları (belki ben de dahil) gaflete gark olup, bazı günahları es geçebiliyoruz. Görmezden gelebiliyoruz... Şeytan bundan da mutluluk duyuyor... Keşke olmasa... Keşke bütün ibadetlerimizde huşu'yu bütün yaşantımızda takvayı ön plana alabilsek. Keşke Hz. Muhammad Mustafa (s.a.v)'i gerçekten iman ettiğimizin numunesi olarak herşeyden daha fazla sevsek... es-selamü aleyküm....
-
Kimsede Olmayan Msn Mesenger Ve diyer Porogramlar!
larsie, çok sağol dostum,,, sen harikasın bir de ekranın ortasında oynayan şu üç kız var ya bayılıyorum onlara... Bu yakınlarda ortadaki kıza yeni bir figür mü ekledin... Sanırım eskiden farklı birşeyler yapıyor şu an...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Selamlar.... Sanırım konu karşılıklı tartışmaya doğru kayıyor. Bunu hiç birimiz tasvip etmeyiz. Zira konu belli. Karşılıklı tartışmaya döndüğünde kimse diğerinin sözlerinin doğru olup olmadığını tartmadan onu egale edecek nasıl bir cevap uyduracağının derdine düşer. Yanlış anlamayın, sizler böyle yapıyorsunuz demiyorum sadece genel cümleler bunlar... Ama yine de ben konunun başındaki soruları bir defa daha hatırlatayım dedim. ve..... Sorunun asıl can alıcı noktası kırmızı renkte olan sorudur. Sayın yam yam cevap verme nezaketini göstermiş, sağolsun... Ama sorunun burası eksik kalmış. Kendisiyle ben de tartışmak istemiyorum ama kendisinden biraz daha nezaket beklemek en azından bu başlık altında birkez cevap verdiği için hakkımız olsun ve bizlere bu soru hakkında birkaç açıklamada bulunsun. Sanırım bunu ondan isteyebiliriz. Herkes kendine iyi baksın sizden iki tane yok..
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Selamlar... Sorumun şu anda ne anlama geldiğini nereye gideceğini tam olarak tahmin edemiyorum.. Ama bildiğim birşey var ki evrim teorisinin geçmişi milattan önceye dayanmıyor. Tamam bir iki filozof eşyanın tabiatında diyalektik bir takım unsurlardan Darwin'den önce bahsetmiş ama böyle bir teori ancak yenilerde ortaya çıkmış. Acaba insanlar ve filozoflar var olmayı daha önce ne ile açıklıyorlardı. Ateislerin durumunu bu noktada daha fazla merak ediyorum. Ellerinde evrim gibi bir teori de olmadığında acaba ateist filozoflar meydanda olmalarını neye dayandırıyorlardı? Bilenler varsa beni aydınlatsınlar, yoksa ben daha önceki filozofların bu konudaki cümlelerini bilmediğim için yenilerde ortaya çıkan evrim teorisi hakkında yanlış bir takım yorumlar yapabilirim. Dikkat edin lütfen.... Ben evrim teorisi gerçek mi değil mi var mıdır yok mudur tartışması yapmaya çalışmıyorum. Bildiğim kadarıyla tarihi eskilere dayanmıyor diyorum. Yine bildiğim kadarıyla reform hareketleriyle parallelik arzediyor. Yanlış ve eksik bildiklerim vuzuha kavuşturulursa mesele yok... Ama eğer doğru biliyorsam işte o zaman... Çok uğraşacağım demektir. Arkadaşlar bu konunun girişi aslında başka bir tartışma alanında atıldı. "BİR DOĞMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM" tartışma alanının bir bölümünde başladı. Ancak formda tartıştığım zat, peygamber efendimize adıyla seslenerek hiç hoş olmayan bazı cümleler kurdu. Hasılı, kendisine kırıldığım için orada tartışmaktan vazgeçtim. Tartışacaksak, birbirimizin kutsallarını dikkate almak zorundayız. Karşımızdakine en azından onun bize duyduğu saygı kadar saygı duymak zorundayız. Burada bu sebeple rica ediyorum kutsal saydığımız değerlere biraz daha itinayla yaklaşabilirsiniz. Kimse kırıcı olmak zorunda değildir. Bizim kutsallarımız, Allah Teala, Peygamber/ler/imiz, Kur'an-ı Kerim, Sahabeler' dir. Burada bu adlarla seslenmek sizi incitmez, sizden birşey kaybettirmez. Haddi zatında tartışmada bunlara dikkat etmeniz karşınızdakine saygı duyduğunuzu gösterir. Arkadaşlar kimseye akıl vermek derdinde değilim ama lütfen biraz daha dikkat edelim... Neyse, tekrar selamlar... Belki eksik kalan, yazmayı unuttuğum yerler olmuştur bu sebeple şimdiden özür diliyorum. Nihayetinde ön bir hazırlık yapmadan yazıyoruz çoğumuz ve hata kaçınılmaz oluyor... "Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER TARAFINDAN İŞGAL EDİLDİĞİNDE, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, bugün Avrupa'nın TÜRKLER TARAFINDAN İŞGALİ bize ne kadar gülünç geliyor. Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRK BARBARLIĞINA karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, BU TÜR AŞAĞI IRKLARIN çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) görüyorum." (Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York: D. Appleton and Company, s. 285-286) buyurun evrimci darvinin sözleri türkler hakkında Kardeş eyvallah. Sağol yapmaya çalıştığın katkıdan veya yaptığın katkıdan dolayı ama kusura bakma ben birşey anlamadım. Sakınmayın, yazacaklarınızı sarahatle yazın. Uzun olmasından falan korkmayın... Ben okumaktan imtina etmem. es-selamü aleyküm...
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Selamlar.... Yaşar Nuri Hocanın siyasete girmesi neden bir yanlış olarak telakki ediliyor fena halde merak ettim. İkincisi başka birşey daha sorayım; Siyaset nedir ki ona giren kötü olarak görülüyor. Ücüncüsü M.Hamidullah Hocanın Peygamber efendimiz hakkındaki kitabında; Peygamber efendimizin siyasetçi kimliği hakkında çeşitli açıklamalar ve tespitler mevcut. Bu dinin kemale erişmesinde onun güttüğü politikalar inanılmaz olmuştur. Yaptığı anlaşmaları hatırlamamak mümkün mü? Siyasete girip girmemek başlı başına kötü değildir. Bu noktada siyasilerin yapıp ettikleri kötü veya iyi olarak görülebilir. Bunların ayırdına varmak lazım... Bunları tespit ettikten sonra kendimizi Y.N.Ö. savunuculuğundan kurtaralım. Şimdiden bazı arkadaşlar bizi kötü kabul ettiler bile... 28 Şubat sürecinde neden sürekli biz müslümanların üzerine gelen ve hasmane tutum sergileyen gerek Doğan yayın grubu televizyon ve gazetelerinde gerekse Star da çıkıp konuşmalar ve yazışmalar yapmıştır. Ben iyice açık yazayım... Bu dönemde açık bir savaş yaşanıyordu ama Yaşar Nuri Hoca düşmanların safında bulunuyordu. Belki o düşmanları içten içe engellemek daha kolaydır diye düşünmüş olabilir. Bu da mümkün... Ama CHP'den aday olması da mı aynı sebepledir, bu da tartışılmalı. İlmi bilgisine biz bu formda tartışanların bilgisinin yetişmesi mümkün değil. Bir tartışmada 20 yıllık (öyle hatırlıyorum) medrese eğitimi aldığını da belirtmişti. Bu da onun açısından ayrı bir övünç kaynağıdır özellikle din hakkında hüküm vermek istiyorsanız. Yanlış anlaşılmasın benim nezdimde Y.N. Hoca böylece artı bir değeri daha hakediyor. Ayrıca bildiğim kadarıyla Hukuk Fakültesi mezunudur. Bu da onda hukuk mantığı olduğunu da gösterir. Tüm bu meziyetlerine rağmen ben hala Y.N. hocaya temkinli yaklaşan bir insanım. Belki yukarda belirttiğim gibi 28 Şubat sürecinde yüzünü dahi görmek istemediğimiz Doğan yayın grubu star, gibi yayın gruplarında sürekli onu gördüğümüzdendir. Belki de bir programda eline Kur'an-ı Kerim'i alıp işte bu elimizdeki kitap herşeye yeter bize başka birşey gerekmez sözleridir. Bu sözler belki o an için söylenmiş sözlerdir ama Yaşar Nuri Hoca acaba böyle bir gaf yapabilir mi? Yani Hadis'i yok sayan bir gaf yapabilir mi? Belki seslendiği kesime sünnette olmayan kötü bidatlar, karaçarşaflılar (sadece espri, onlar bizdendir) aczimendiler örnek gösterildiği için, Hoca yahu bakın bunlar yanlış işte Kur'an da bunlar yok. Yanlış inanıyorsunuz mesajı vermiştir. İç alemini bilmiyoruz. Ama yukarda belirttiğim medrese eğitimi aldığını da söylediği tartışmada başörtüsüyle ilgili bazı cümleler Hocadan sadır olup kulaklarıma ulaştı işte o cümleler felaketti. Hocanın başörtüsüyle ilgili düşüncesi problemi çözmekten yana değil başörtüsünü çözmekten yana... Veya ben öyle anladım. Zira Peygamber efendimiz zamanında örtünmenin böyle olmadığını bunun bidat olduğunu belirtti...Belki de doğru söylüyordur. Ama, iyi yönde çığır açan ondan dünya durdukça ve kötü yönde çığır açanda dünya durdukça ödülü ve cezasını ahirette almak üzere açtığı çığırdan faydalanırmış. Başörtüsü eğer yoksa (ben vardır diyorum o ayrı hikaye, kimse beni dikkate almak zorunda değil ama onu dikkate almak zorundayız ) dahi iyi bidatlardan kabul edilse ve Hoca onu ortadan kaldırmaya çalışmasa olmazmıydı. Karısının başının açık olması, şortla gezmesi falan mesele değil. Mesele yukardaki "çığır" meselesi. Kur'an da birşey yok diye kaldırılıp atılamaz...
-
(MHP) Milliyetçi Hareket Partisi'nin geçtiğimiz seçimdeki oy kaybına sebep nedir?
Konuya sondan daldık, haydi bismillah... selamlar arkadaşlar...Aslında tartışmadan uzak durmak istiyorum ama kanım mı çekiyor ne oluyor anlamadım gitti buralardan uzak duramıyorum. Allah ıslah etsin beni... Konu türk ve diğerlerine dönmüş galiba...Neyse... MHP dediğimizde de kaymaması düşünülemezdi değil mi? Ben MHP den başlayım... Türkiye deki milliyetçilik anlaşımız veya MHP'nin Bahçeli dönemine kadar kendisine biçtiği misyon nevi şahsına münhasırdı. veya şöyle diyelim. Türkiye de bugüne kadar (bahçeli dönemini kastediyorum) MHP, islamcı bir kimliği öne çıkarıyordu. Tam uymadı değil mi? Dine dayalı bir milliyetçilik anlaşını yansıtıyorlardı diyelim. Ama birşeyi de unutmayalım, MHP nihayetinde sağ tabanlı bir partiydi. Yada toplum böyle anladı. (Albay Alparslan TÜRKEŞ'in darbenin sözcüsü olduğunu ve bir şekilde bir başbakanın ölümüne giden yolu açtığını belirteyim. Tamam ortada çok sayıda komutan vardı ve o da onlardan biriydi.Ama yine de unutmayalım sözcülük o dönem çok önemli bir şeydi. Ben hala MHP'nin sol bir anlayışla kurulduğunu düşünüyorum..) Bahçeli dönemine kadar %10 larda bir oyu vardı ama o dönem (%19' muydu) hayli yüksek bir potansiyelle meclise girdi MHP. Bunda da en önemli etken Saadet (Fazilet-(refah tı herhal) miydi, ne çok kapattılar hocanın partilerini artık isimlerini bile karıştırıyorum) partisinin halkın beklentilerine cevap verememesiydi. Aynı düşünceleri seslendiren ve hem askeriyenin ve hem de polis teşkilatının içerisinde önemli yerleri işgal ettiği bilinen aynı zamanda islami bir söylemi seslendiren MHP'nin beklentilere cevap veremeyen saadet partisi taraftarlarınca desteklenmesi kaçınılmazdı. Seçimden sonra olaylar garip şekilde gelişti. Seçimlere başörtüsüyle giren MHP Antalya Milletvekili Nesrin NAS' başını açıp meclise girdi... Bu MHP'nin islami hassasiyetlere sırtını döndüğünün veya dönecek olduğunun ilk belirtisiydi. Bu ben de dahil herkesin ümitlerini kırmış ve bizi yaralamıştı. Bir çok ilahiyat fakültesi mezunu arkadaş dahi o seçimlerde MHP'yi deneyeceklerini söylemişler ama o dönem MHP'nin yaptıkları veya yapmadıkları dolayısıyla 2002 seçimlerinde AKP'ye oy verdiler. Sonra yine bazı vakılar yaşandı aynı minvalde. Bu yetmezmiş gibi bir de APO'nun yakalandığı dönemde hükümette bulunuyorlardı ve terör başı asılmadı. Tamam biliyorum 1986 dan beridir (83 müydü) idam cezası Türkiyede uygulanmamış ama APO bir istisna olabilirdi. Sonuçta bu ülke idamdan korkan bir ülke değildir zira biz başbakanımızı dahi asmışız. ... Ama hükümette her fırsatta APO'yu asacaklarını söyleyen bu parti var ama Apo asılmıyor... Bu arada değinmeden geçmeyelim.. bir arkadaşımız bir savunmada bulunmuş... Neymiş efendim, hükümetteymişler ama kanunun çıkmaması için olumsuz oy kullanmışlar. Bunlarda göz boyama.Tamam özür diliyorum dan diye böyle bir cümle kurmak yakışık almıyor. Eğer bu asmama kanunu çıkartılırsa veya meclise gelirse hükümetten çekiliriz deselerdi... ve çekilselerdi onlar bu kanunu getirir miydi... Ha, ben birşeyin bilincindeyim. Apo MHP değil hangi parti olursa olsun asılmayacaktı. Türkiye ye teslimi de zaten asılmaması şartıyla olmuştur. Daha da garip bir şey söyleyeyim. 80 öncesinde birbirlerini sokak ortasında deşen ve kuruluşun bir kısmı da sola karşı olan milliyetçi anlayış DSP ile koolisyona giderek aslında milliyetçi düşünceye değil de oportünist politikalara itibar ettiklerini gösterdiler. Bu MHP için büyük bir itibar kaybıydı. Son kertede dünyada milliyetçi politikalarda zaten bir gerileme mevcut. Türkiye deki milliyetçi halk da bundan biraz da olsa etkilenmiş görünüyor. PKK tehditi ve sürekli güvenlik paranoyası dahi Milliyetçiliği MHP gibi 99-2002 yılları arasında inanılmaz hatalar yapan bir partinin temsil ediyor olması sebebiyle gerilemede... En son milliyetçi olduğunu söyleyen halk nazarında birşeyleri sorgulayalım. Savunacak neleri kalmıştır. Yani solcuların bu ülkeyi işgal etmesini veya solyalızme karşıyız savunmasını yapamazlar zira onlarla hükümet kurmuşsunuz. Terör örgütünü ortadan kaldıracağız diyordunuz ama terör başı yakalandığı halde döneminizde asılmamış. Muhafazakar söyeminiz tarumar olmuş. Başörtüsü sorununu çözmediğiniz gibi (bu belki de bu ülkede en büyük oy potansiyeline sahip konu olmuştur Türkiye de) bir de derinleşmesine neden olmuşsunuz. Eeee, halkın size oy vermesi için hangi saik vardır onu bir düşünelim... Ben bulamadım.... Bulan, bilen varsa bana da söylerse memnun olacağım...
-
Direniş
Kardeş sorduğun soruların cevap hacimleri cok büyük.. Bu sebeple bunları teker teker açmanda yarar var yoksa kimse burada bu sorulara cevap veremeyecektir. Ama aradığımız kuvayı milliye ruhu bu ruha sahip insanların ellerinden (ihanete açık veya böyle kullanılan) halifeliğin alınması, dine hasmane devlet tutumu, laik bürokratik oligarşi ve laik milli eğitim neticesinde son bulmuştur. Bizim yani halkımızın yüreğindeki kuvayı milliye ruhu en fazla dinden daha sonra topraklarımıza sahip çıkma arzusundan doğmuştur. Ancak savaş kazanıldıktan sonra bize savaşı kazandıran duygulara devlet katında bir karşı duruş, bir ortadan kaldırma harekatı başlatılmış ve bugünkü durum ortaya çıkmıştır. Hangi durumdan bahsediyoruz... Askerliği bir yük bir baş belası gören gençlikten, para olduktan sonra dünyanın her yerini vatan olarak gören gençlikten. Bizi biz olarak, bizi bir arada tutan değerler bu milletten alınmıştır. Ortak bir ülkünüz yoksa dağılmak kaçınılmazdır. (Buraya hemen Amerikanın sürekli savaş paranoyasını neden pompaladığını bir düşünelim. Bu onları bir arada tutan bir şey olmuştur.) selamlar ile...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
Özür diliyorum, 2 yıllığına demişim, 1 yıl olacaktı...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
selamlar...tartışma o kadar garip bir hal aldı ki, herkes konuda uzaklaştı. Böyle bir forumda bu kadar geniş bir tartışma sanırım forumdaki arkadaşlara ağır geldi. İşin hasılı, ben de bu kadar uzun metinleri okumaktan yana değilim formlarda. Bu ve başkaca sebeplerle kısa kesip konuyu bitirmeyi düşünüyorum..Hem konunun özü kayboldu. Ben ateislerin saldırılarının nedenini sordum, sonunda ben savunma makamında bırakıldım. Bu da çözümleyici bir yerlere ulaşamayacağımızı gösteriyor...Neyse... Katılanlara kendinize iyi bakın temennisinde bulunuyorum... Evrim teorisini sular seller gibi biliryorsunuz, bana keşke iktisat okusaydınız, okumuş olsaydım dediklerime güleceğimi söylüyorsunuz (ben çoğu zaman dediklerime gülerim zaten). Felsefeden, siyaset biliminden, hukuktan, biyolojiden ahkam kesiyorsunuz ve sonra da beni samimiyetsiz bulduğunuzu söylüyorsunuz evrim teorisi hakkındaki sözlerim neticesinde. Vallahi ben de akademik kariyerinizi fena halde merak ettim. Hem iktisat okumu, hem biyoloji uzmanı olmuş ve hem de siyaset, felsefe hakkında hiç korkmadan hüküm verebilecek nasıl bir eğitim, nasıl bir akademik kariyer var Türkiyede. İnşallah ilkokul mezunu değilsinidir. Yanlış anlaşılmasın ilkokul mezunlarına bir dokundurmada bulunmuyorum. Ama bu kadar geniş konularda hüküm verebilecek olanlar bir onlardır bir de felsefenin 2. sınıfında olanlar. Kardeşim mezuniyetiniz nedir? Bütün konuları kapsayacak Türkiyede hangi mezuniyet vardır. Ben evrim teorisi hakkında malumat sahibi olmadığımı defaatle belirttim zaten. Eleştirilerimi kendim ortaya sererim o kadar. Kanıtlanmış, kanıtlanmamış benim işim değil. Bu sizin işiniz. Arkadaşım sürekli ispatlandığını söylüyorsunuz ama ispatın nasıl yapıldığını söylemiyorsunuz. Sürekli bilimsel diyorsunuz ama beni inandırıcı bir delil öne sürmüyorsunuz. Bir fil ile insan arasındaki geçiş formunun bana ne olduğunu söyleyin, gösterin. (saçmaladım mı- olabilir, bilmiyorum siz söyleyin). Mükemmele yakın bir bilime sahip olalım ama işleyişindeki mekanizmayı tespit edemeyelim. (sanırım böyle demiştiniz) Bu nasıl saçmalık hücrenin içindeki atomlardan daha küçük parçacıkları tespit ediyoruz ama evrim mekanizmasını…bundan daha dogmatik bir kabullenme var mıdır acaba.. Dünyanın birçok ülkesi kabul etmiş, birçok bilim adamı kabul etmiş savunmasıyla geliyorsunuz karşıma. Siz niye inanmıyorsunuz diyorsunuz. Ondan sonra da dogmaya inandığımızı söylüyorsunuz. Ben size dünyadaki birçok kişi, birçok ilim adamı islamı kabul etmiş, bunu nasıl görmez buna nasıl inanmazsınız savunmasında bulundum mu? Kendim cevap vereyim. HAYIR (büyük harfle) Ama siz yukarda belirttiğim gibi yük TÜBA, yok bilim adamları, yok dünyanın birçok devleti (buna benzer bir şeylerdi) evrimi kabul etmiş savunmasında bulundunuz. Bu zamana kadar evrim teorisi hakkında ahkam kesen evrimci herkes evrimin olduğunu ve buna nasıl inanmadığımızı sorarak bizi eleştirdiler. Şimdi o halde siz burada evrimin olduğunu ispatlayın. Tamam kardeşim, onu da istemiyorum. İspat mispat istemiyorum. Ben, daha önce de dediğim gibi dinimin dogmalarını kabul ediyorum. Artık tartışmak istemiyorum. İkinci kez peygamberime olmayacak bir üslupla seslendiniz. Peygamberiniz deseydiniz, Hz. Peygamber deseydiniz, sizin resulünüz deseydiniz amenna… Bunları söyleseydiniz bir şeyiniz eksilmezdi ama tam tersi bir üslubu kullanarak, kırıcı oldunuz. İsimle sesleniş bir kast-i mahsusa işaret ediyor. Daha ötesinin geleceğine…
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
Şeriat koymayla ilgili cümlelerinizi dikkate almıyorum… Eğer şari, şeri, şeriat nedir bununla ilgili bir şeyler bilmek istiyorsanız, yukarda yerini belirttim. Gelelim thales’e… İşte bu konu çok uzun olacak.. Sizinle ancak onu tartışabiliriz. Konu felsefeye kaydığında tartışmanın ucu açılıyor… Thales boşuna verilmiş bir örnek değildi. Thales’te mi ateistti sorusu boşuna sorulmuş bir soru değildi? Bu yüzden bana onun su kenarında yaşadığını söyleyip de bu yüzden böyle düşündüğünü söyleyip de beni kurtarmaya çalışan ---- ‘ teşekkür ediyorum ama, kurtuluş aramıyorum, yine de teşekkürler...Ne yaptığımın bilincindeyim... Thales’in M:Ö: 6. yüzyılda yaşadığı ve ilk olarak felsefeyi onun başlattığı söylenir. (bunu bütün felsefecilerin kabul ettiğini söyleyemiyoruz)Aristoteles felsefenin başlangıcını Miletli filozof Thales’in yaşadığı dönemi kabul etmektedir. Thales’in sözleri bize tam olarak gelmiş değildir. Bu sebeple onun hayatı ve özellikleri üzerine bildiklerimiz kuşkusuz çok değildir. Onun sözleri, hep başkalarınca bize aktarılmıştır. Ama evrenin özü sudur dediğini suyun her şeyde içkin olarak bulunduğunu söylediğini biliyoruz. Thales’te ve bütün filozoflarda söz konusu olan nesneler değil, nesnelerin özüdür. O, dünyadaki çok şekilli varlıklarda, dağlarda, hayvanlarda, bitkilerde, rüzgarda ve yıldızlarda, insan eyleminde ve düşünüşünde neyin olup bittiğinin izine ulaşmak istemektedir. Bütün bunların özü nedir diye sormaktadır Thales. Şöyle sürdürür; bütün bunlar nereden gelmektedir, neden doğmaktadır, varoluşunu ve mevcudiyetini sürdürmesini sağlayan o Tek, (şimdilik Tanrı’dan bahsetmiyorum) her şeyi kuşatan şey, ilke nedir? Thales’in bu soruya verdiği cevap acayiptir. Belirtildiğine göre, o her şeyin kökeninin su olduğunu iddia etmiştir. Nasıl? Bizim dünyanın şekillerinin zenginliği olarak gözlerimizin önünde duran bütün bu şeyler, şu dağlar, yıldızlar ve hayvanlar, bizzat kendimiz ve içimizdeki ruh bütün bunlar sudan mı gelmektedir. Hepsi de en iç mahiyetlerine göre sudan başka bir şey değiller mi? Başlangıçtaki bu felsefe, tuhaf bir felsefe olmalı. Besbelli Thales’i bu ana düşüncesinden dolayı tam manasıyla materyalist olarak görmek mümkündür. (şimdilik haklı bir yaklaşım). Su, maddi bir şey olarak ezeli ilke haline getirilmiştir. Buna göre bu filozof her şeyi maddi olandan ortaya çıkarmak istemektedir. Felsefe tarihinin bazı okul kitaplarında onu böyle görüyoruz. (demek ki görünümün başkaca şekilleri de mevcut) şu da ekleniyor, elbette Thales bir ilkel maddecidir, çünkü realitenin ezeli cüz-i tamlarını araştırışta, onun tezi hiçbir vakıt doğrulanmamıştır. Dünyanın başlangıcındaki yapıcı ögelerine dair soru, suyun ezeli ilke olduğu mealindeki basit bir görüşle cevaplandırılamayacak kadar karmaşıktır. Buna göre Thales bir maddecidir ve bugün onu modası geçmiş görüşüyle ciddiye alamayız. (sabredin henüz bitmedi…) Eğer Thales’in o cümlesinin hemencecik felsefi bir maddeciliğin ifadesi olarak yorumlarsak, suyun ezeli ilke olarak gördüğü cümlesini doğru mu anlamış oluruz? Thales’den maddeci yoruma asla uymayan bir ikinci cümlenin intikal ettiğini eklersek, bu sakınca daha da güclenmiş olur. Bu ikinci cümlesi şöyledir. Her şey tanrılarla doludur. Şimdi besbelli tüm realitenin bir ezeli madde ile izah edilmesi söz konusu değildir. Artık daha doğrusu şu nokta belirtilmektedir. Bizim karşımızda gördüğümüz şey, bu büsbütün görülür dünya, tanrıların mevcudiyeti mahallidir. İnsan dünyayı çevresinde gördüğü şeylerin sadece mevcut nesneler olduğunu sanırsa, dünyayı doğru kavramış olmaz. O şunu görmelidir: içlerinde tanrısal bir gücün oluşu nesnelerin mahiyetidir. Buna göre Thales acaba su ile tanrılar üzerine dile getirtiği bu iki cümlede birbiriyle çelişen iki iddiada mı bulunmuştur. Zira bu ikisi birbiriyle karşıtlık teşkil etmektedir!? Ya realite sırf bir maddedir, ya da o tanrısal hayatla doludur, ama burada bir ‘ya, ya da’ egemen olursak, bu takdirde gerçek hangi taraftadır. İşler karıştı ha… Thales ne yapmıştır. Birbiriyle çatışanı birbirine bağlamadan yan yana mı koymuştur, çelişkiyi sezmeden, barışmaz olanı mı öğretmek istemiştir. Yoksa her şeyin sudan doğduğuna dair iddiası, bütün nesnelerin tanrılardan geldiğine dair düşüncesi ile bağlantı halinde midir? Belki de bizim hatamız, sudan kaynaklanmayı, bu iki görüşün birleştirilemezliğini bugünün modern tabiat bilimleri anlamında yorumlamamızdan geçiyordur. Yani, biz onun sudan gelme tezini bugünkü bilimle değerlendirdiğimiz için yanılıyoruzdur. Biz maddeci bir yorumla gittiğimizde onun sözlerinin bir çelişki olduğunu sanıyoruz zira suya dair düşüncesi onu maddeci yapmaktadır. Yanılmamız, değerlendirmemizi felsefe alanında dahi yaşanılan döneme hasredeyişimizden olmasın. Şunu düşünmemiz şarttır. Bugünkü anlamda maddeci bir görüş, tabiat bilimi nazariyesi M.Ö. 6. yüzyıldaki insanların görüşüne pek uymamaktadır. Thales her şeyin özü şudur dediğinde dönem dikkate alınarak, sözleri bir daha değerlendirilmelidir. Devam edecek... iki üç sayfa daha thales hakkında yazacağım... aristoteles'ten, Thales'in büyük öğrencisi Anaximander'den alıntılar olacak....demokritos'un yazdığınız sözlerine bir bakın... Bütün olup bitenleri, ilk hücrenin oluşumunu, dünyanın oluşumunu rastlantılarla açıklayan kimlerdir.. Biz müslümanlar rastlantılara itibar etmeyiz... Özdeksel atom dediğiniz şeyi Said Nursi esir maddesi adını vermiş... İslam inancından çok da ayrı birşey yok bu sözlerinde hatta uyuşuyor bile diyebilirim. Varsa demokritos'un başkaca sözlerini yazın zira bu belirttikleriniz düşüncenizi desteklemiyor... bu arada yazıların büyük bir kısmı alıntıdır.. ben de neresi alıntı neresi bana ait çıkaramaz oldum.. selamlar ile...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
Demokrasi ; en dar anlamıyla (Kelime anlam) halk yönetimidir. Peki halk yönetimi ne demektir. Cumhuriyet adlandırmasının genişletilmiş şekli mi? Demokrasi kavramının sabit bir tanımını yapmak mümkün bulunmamaktadır, ancak neyin demokratik veya neyin anti-demokratik olduğunun tespiti mümkündür. Şöyleki, devlet yönetiminde söz sahibi olduğumuz, özgürlüklerimizin teminat altına alındığı, eşitliğin sağlandığı bir faraziyedir demokrasi. Bir faraziye, bir ütopya, bir idealdir zira bugün bunları sağlamış bir devlet yoktur. Bir sistemin, bir devletin belirttiğimiz varlıkları garanti etmesi durumunda, yönetim (siyasi iktidar diyelim) ister başkan, ister yarı başkan, ister parlamenter sistem, ister meclis hükümeti veya sayamadığım başkaca şeyler olsun (aristokrasi, oligarşi, monarşiden bahsetmiyorum) ona demokratiktir diyeceğiz. Teokrasiye sonra bakacağız… Peki bahsettiğimiz icma, müctehid, ictihad ne demek oluyor.. Konunun kalanından bağımsız olarak bir cümlenin kopartılıp alıntılanması anlam kayması yaşatıyor hiç şüphesiz ama ben bir cümlemin dahi tek başına savunucusuyum. Yanlış bir şey söylemiş olsam arkasında durmaz ve hata etmişim derdim…Neyse, biz cümlemizden devam edelim. Yukarda demokrasinin özellikleri hakkında kısaca durduk. Belirttiğim icma, müctehid, ictihad olgusu demokrasiye aykırı mıdır? Bu haliyle evet…Hangi halinden bahsediyoruz..Seçilmemişlerin kanunlardaki etkisinden… İcma sonuçta müctehidlerden oluşan kurulun kararıdır, ictihad basit manasıyla bir müctehid’in yorumudur. Bunlar seçilmiş kişiler değildir.. Halk istediği müctehide inanıp inanmamakta serbesttir. (Müslümanlar için diyorum). Peki müctehidlerden oluşan bir icma heyeti seçimle işbaşına gelirse (işbaşından kasıt siyasi iktidar değil, yürütmenin haricinde bir yerden kanun yapımından veya kanun yorumundan bahsediyorum) bunun anti-demokratik olduğundan bahsedemeyiz. Demokratik rejimin en önemli saç ayaklarından biri yasa yapıcıların seçimle işbaşına gelmeleridir. Yasayı yapacak müctehidler halk tarafından seçilince bu demokrasiye uygun olmaz mı? Dünyanın bazı ülkelerinde bulunan anayasa mahkemesi (atanmışlar-seçilmiş değil) demokrasiye uygun bulunduktan sonra seçimle işbaşına gelen (ister anayasa mahkemesinin görevini kendilerine verelim, ister meclis alt komisyonu görevini, isterse milletvekillerinin yasama faaliyetlerine ilişkin yetkilerini) demokratiktir. Tekrarla, seçilmişlerin iradesinden daha üstün bir atanmış gücü bünyesinde bulunduran bu ülkede demokrasi, belirttiğim teminatları sağladıktan sonra bunu müctehidlerin eliyle yapmış olsa ne çıkar.. Bu sebeple müctehid, icma gibi kelimeler (barındırdıkları anlamlar) başlı başına demokrasiye aykırı değildir. Yeter ki uygulama da seçim, eşitlik, hürriyet, istensin… Gelelim teokrasi meselesine…Bugüne kadar birçok yerde, bugün kurulu bir İslam devleti yok dedim. İkincisi bunu isteyen de yok dedim. Üçüncüsü bunun kurulma ihtimali yok dedim. Benim icmadan, müctehidden bahsetmemi yanlış yorumlamışsınız. Olabilir, insanlık hali…Ben Osmanlının yeniden gelmesini isteyebilir miyim? Oy hakkımdan vazgeçebilir miyim? Bunlara kısaca hayır diyelim… İcma ve müctehidlik olgusu bizi direkt olarak bir din devletine götürmez. Sonuçta icma ve müctehidlik dindendir ama böyle bir kurul diyanet bünyesinde oluşturulsa bu ancak bu dine mensupları bağlayacaktır. Yani diyanet bünyesinde böyle bir kurulun oluşturulması (Diyanet sonuçta Sünni Müslümanları sınırlandırmak için kurulmuş bir yerdir, diğer dinlere mensup olanlar için kurulmamıştır) ve kurulun verdiği kararlar ancak Sünni Müslümanlarca dikkate alınacaktır. Sonuçta icmayla sabit olan birçok konu olduğu halde buna uymayan birçok Müslüman da vardır. İcma olan konularda kendinizi sınırlı hissediyor musunuz sayın yam yam… Sanmıyorum… O halde icma=teokrasi değildir… Veya icmanın olduğu bir yer illaki teokrasi ile yönetiliyor/yönetilmektedir değildir.. Yasama yetkisi müctehidlere verilsin mi demişim… Hayır, ama müctehidlerin icmaı bence kanundan daha üstün bir değeri hak eder demiş olabilirim. Evet ben bir müslümanım ve kanım halen budur. Yasa yapılma yolu bellidir. Yasayı yapanlar bellidir. Çok yadırganacak insanlara hizmet eden kanunlar çıkartılmıştır, af kanunları çıkartılmıştır, bugün Erbakan için bireysel kanun çıkartılmıştır vs vs.. Ancak icma da bu yoktur… Yine icma kanundan üstün bir değeri hak ediyor ama, orada belirtmişim, 1400 yıldır böyle bir heyet yok bugün olması da mümkün değil demişim. Olmayan birilerine yasama yetkisinin bırakılması mümkün olabilir mi? Alenen ifade ettiğim “değer” mevzuu… Teorkarisi gibi bir terimi biz Müslümanlara karşı bir silah olarak kullanmaya çalıştığınız intibaı bende nasıl hasıl oldu anlamadım sayın yam yam… Sayın yam yam, kimse özellikle müslümanlar kimsenin özgürlüğünü yok etmeye çabalamıyorlar. Türkiyede yaşıyorsak birinci derdimiz Türkiyedir. Buradaki müslümanlar sizlerin özgürlüğünüzü ortadan kaldırmanın derdinde değildir. Buradaki müslümanların özgürlüğünü tehdit olarak algılayan sizlersiniz. Evet demokrasi kendisini ortadan kaldıracak bir özgürlüğe müsade etmez (acaba gerçek anlamdaki demokrasi etmez mi-madem halkın oyunu en önemli şey sayıyoruz) ama demokrasi ilk önce özgürlüklerin teminatıdır, sınırı veya daraltılması değil...Demokrasi rejimi kendini koruyacak önlemlerden yoksundur bunu da iyi bilin....Darbe demokratik rejimin bir önlemi değildir, demokrasi dışı bir hamledir darbe.. Haddi zatında darbe diktatörlüktür, demokrasiyi ortadan kaldıran şeydir. Bunları da iyi tartmamız lazım.. Bu konu üzerinde ayrıca değineceğim.. Bahsettiğiniz topikten alıntılarda bulunacağım, en azından konu iyice sarahate kavuşsun temennisindeyim.. Sizin yazılarınız kırmızı olanlar...aşağıdakiler.. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...hl=şerihat&st=0 adresinde…
-
Başaracaksın Kardelen ( Türk mutfağı)
maşallahın var dilku... cevap vermediğin, katılmadığın konu yok...yanlış anlama sadece gıpta ettiğim belirtmek istiyorum.. ben de balık yemekleri için dalmıştım buraya seni görünce şaştım kaldım vallahi...
-
başörtüsü sorunu ve ilim tahsili
Selamlar... Birşey soracağım, kadrolaşma nereden çıktı. Her tarafa solcular, milliyetçiler doldurulurken kadrolaşma yok muydu? Neyse konu kadrolaşma falan değil. Konu biz erkekler olarak kendimize bir yükümlülük yüklemekten kaçınıp da iş başörtülülere düşüyor sorunu değil. Konu bunların haricinde olan bir uygulama... Özellikle diyorum uygulama. Bakanlıklara gönderilen yönetmeliğiymiş.. Her bakanlık kendi görev alanını ilgilendiren konuda, kanunların uygulamasını göstermek üzere yönetmelik çıkartabilir. Yönetmelik bir kanunun uygulanmasını gösterir ve kanuna dayanmak zorundadır. Böyle bir kanun var mı? Anayasanın 24. maddesinde ifadesini bulan laiklik var. Şaka mı bu...Bir anayasal metnin uygulanmasını gösteren yönetmelik..O anayasal metini ancak zorlayarak, kasti mahsusla kamuda başörtüsü yasaktır diyebilirsiniz. Atamaların muhafazarlıkla alakası yok...Atamalar bütün iktidarlar boyunca böyle olmuştur. Herkes kendi düşüncesine yakın hissettiği kişilerle çalışmak istemektedir. Bunun adı kadrolaşma değildir. olsa olsa düşünce birliğidir. Şöyle düşünün serbest bir piyasa ekonomisi istiyorsanız, liberal politikalar güdenlerle beraber çalışmak zorundasınız, devletçi politikalar güdenlerle değil. Bu durumu sadece ekonomiye hasretmeden genişletelim. Milli eğitimde, turizmde güdeceğiniz politikaların uygulanmasında da kendinize yakın hissetiğiniz, sizinle çalışacak birilerine ihtiyacınız vardır. Muhafazakar bir adamın, solcu biriyle çalışması ancak işleri aksatmaya ve tartışmaya götürecektir... Bir de dikkati çektiği için sorun, çekmediği için sorun değil anlamına gelen cümleniz.. Hay Allah... Sanırım yanlışlıkla yazdınız. Dikkati çekse de çekmese de sorun aynı sorundur... Kadrolaşma dediğimiz eğer devlet memurluğuna sınavsız atamalar vardırsa, kişilerin dava açma hakkı vardır ve herkes (hakları ihlale uğrayanlar , zira bu konuda kanun var) dava açabilirler. Ama genel müdürlük, özel kalem müdürlüğü, müsteşarlık gibi kadrolara atamalarda kadrolaşma vardır diyorsak, o zaman saçmalamaktan başka birşey yapmamaktayız. Bu kadrolar, kadrolaşma kadrolarıdır ve bu sebeple sınavsız atama yapılabilecek kadrolardır. İmam atamalırını kadrolaşma olarak gösterme heveslisi olanların mevcudiyetini de unutmayalım bu arada... Bu kadarı yeter sanırım....
-
başörtüsü sorunu ve ilim tahsili
siestoren, hukuk devleti hakkında ne biliyorsun...Ne güzel demişsin, yönetmelik diye... bir alıntı ile devam edelim o zaman, türban mevzuu da biraz sarahate kavuşsun bari... - Başka bir tartışmadaki cümlelerim--- Türban kelimesi bir uydurmaca, bir göz boyama, bir kıstırma hareketinin ilk adımıdır. Nasıl ki biz islama değil, şeriate karşıyız deniliyorsa biz başörtüsüne değil türbana karşıyız adlandırması da aynı minvaldedir. Başörtüsünün tek bir modeli mi vardır? Veya başörtüsü sadece şudur ve bütün müslümanlar bu şekilde başlarını örtmek zorundadır gibi bir sınırlama mı vardır bizim bilmediğimiz, sizin bildiğiniz? Tesettürde, yüz ve ayaklar haricindeki yerlerin örtülmesi ve vücut hatlarının belli edilmemesi esastır. Bunu sağlayabilecek her tür giysi serbesttir. Köylüler öyle şehirliler böyle giyinebilir. Köylüler şalvar giyiyor diye şehirliler de şalvar giymeli midir? vs.vs. Ben size daha ileri giderek başkaca birşey sormuştum. Üniversite öğrencilerinin siyasi faaliyet gütmeleri yasak mıdır? Siyasi simge taşımaları yasak mıdır? Madem türban siyasi bir simgedir en azından üniversite de serbest olamaz mı? Türbanın tanımlanmış bir hali var mıdır? Türbanla giril/e/meyen yerlere "Köylü işi başörtüsü " ile girilmesi serbest midir? -Meclis Başkanımız türbanın ne olduğunu, şeklini belirleyin. TSE standartlarını belirlesin dedi. Yasak koyan kurumlar standartlarını belirlesin dedi. Kim çıkıp da işte şudur, şöyle şöyle bağlarsanız bu türbandır dedi. Bunun haricinde başınızı örtüp gireceğiniz yere girebilirsiniz dedi. Hiç kimse... Hiç kimse... 71 yaşındaki bir kadın, yeşilkartlı bir kadın türbandan ne anlardı da, hastaneye kartındaki resim "başörtülü" olduğu gerekçesiyle alınmayıp da ölüme terkedildi. Bu mudur türban...16 yaşındaki kardeşim, siyasetten ne anlardı da başını açmak zorunda bırakıldı. Evet türban siyasi bir simgeyse siyasi simge olmayan başörtüsünü tanımlayın, ve hadi başörtüsüyle üniversiteseye giriş serbesttir deyin, diyebiliryorsanız... Bazı kesimler ısrarla türbanı kamusal alana sokmaya çalışmıyor. Aksine kamusal alandan çıkarmaya çalışıyor. Zira türban daha önce kamusal alanda serbestti. Cumhuriyetin ilk yıllarında dahi durum böyleydi. Sanılıyor ki, bu ülke laik olarak dünyaya geldi. Müslümanlar sonradan bu ülkeye geldi, bunlar mülteci (mürteci değil ha-siz onu da söylüyorsunuz ya neyse) ve şimdi bizim ülkemizde ******** inançlarını yaşamak istiyorlar. İslam bu ülkeye sonradan dahil olmamıştır. Laiklik bu halkın inançlarına dirençle bu ülkeye getirilmiştir. Halkın inançlarını hiçe sayarak bir laiklik uygulaması bu halka dayatılmıştır, dayatılmaktadır. Ve dahası durum hukuk ve demokrasi adı altında yapılmaktadır. Halk iradesini hiçe sayan demokratik bir anlayışla. Derdimiz laiklik değil, inançlarımızın gereğini yerine getirebilmek? Laiklikle bu yüzden bir çatışma yaşıyoruz. Nasıl ki laikliği demokrasinin teminatı olarak görüyorsak, nasıl ki hür, eşitlikçi, katılımcı bir sistem hayal ediyorsak, nasıl ki ,,, nasıl ki? Nevi şahsına münhasır demokrasimiz, halkın bir kısmını hiçe sayıp, halkın bir kısmına karşı tutunamaz. Tutunmaya çalışırsa sürekli gördüğümüz ve ülkeyi kangrenli bir uzva çeviren darbelere daha çok seyirci kalırız. Zira bu halk her seçimde dini inançlarını garanti edeceğini belirten partilere oy vermektedir. İslami hassasiyeti olduğunu varsaydığı partileri iktidara getirmektedir. Seçim sonuçlarından da görüldüğü üzere halkın dininden vazgeçme heveslisi olmadığı belli. Dine karşı, devlet zihniyetinde bir karşı duruş mevcut. Bu da sürekli olarak bir çarpışmanın olacağını gösteriyor. Dindarlar ve laikler arasında sürekli darbeler yaşanacak gibi görünüyor. Bugüne kadar darbeyi hep laikler yaptı. (12 Eylülden uzun bir hikaye.) İslamcı serseriler (Hakan ALBAYRAK?ın kulakları çınlasın) bu kadar sindirildikten sonra, Allah göstermesin bir ihtilal yaparlarsa akıbet hiç kimse için hayırlı olmayabilir. Bu topraklara sonradan sokulan laikliktir, türban değildir. Kamusal alana kimse türban sokmaya çalışmıyor, zaten kamusal alanda olan türbanı kamusal alandan çıkarmaya çabalamak mevcut. Laikliğin yaptığı dağdan gelip bağdakini kovmaya çalışmak. (amma da uydu ha) Ve dahası, Zira bu konuda yargı uygulamalarının haricinde yasal bir dayanak yoktu. Başörtüsünün kamusal alanda yasak olduğuna dair bir kanun metni mevcut mudur? Hayır böyle bir metin mevcut değildir. Hiç bir siyasi iktidar (halkın tercihlerini yansıtan güç) böyle bir şeye bu ülkede cesaret edemez. Ama bürokrasi cesaret edebilir zira yeri halk tarafından belirlenmemiştir. Halktan korkmasını gerektirecek birşey yoktur ve demokrasiyle işi yoktur. Bunlara da varmı cevabınız, laik düzenin yılmaz savunucuları...Bana meclis tarafından (halkın yegane temsilcisi) çıkartılmış ve türbanı yasaklayan bir metin getirin... Hukuk dediğimiz şey birgün size de lazım olursa hukukun ne olduğunu anlarsınız..