bekir tarafından postalanan herşey
-
Track cdlerinizi Mp3'e çevirin...!
Kardeş ellerine sağlık... Birkaç tane indirdim ama serial istiyordu. Bunda şu an böyle birşey yok umarım ilerde de olmaz...
-
ADMİN'E SORU
Selamlar... Sayın Admin, iletilerin silinme nedenini tekrar tekrar kontrol ettim. "AYRILIŞ MANİFESTOSU" başlıkla açtığım konuyu silmenizi gerektirecek hiçbir şey yoktu. O halde bu başlıklı konuyu neden sildiniz? Buna cevap bekliyorum. Bu konuyu tartışma için açmıyorum. Bir şeyin tescili için açıyorum... Suheda'nın kulakları çınlasın...
-
AYRILIŞ MANİFESTOSU
Nikolay Machivelle devletin geleceği için herşeyin mübah olacağını savunuyordu. O kadar ahlaksızca olmasada kendi açtığım konunun tartışılması için hayli uğraştım. Anlatılacak bir şeyler olduğu inancındaydım. Yanlış bilinen bazı şeyler var diyordum. Doğruyu gösterdiğimizde doğrunun peşine insanlar ne de olsa giderler sanıyordum. "Her uzuvda bir irade olmasına rağmen kalbde irade yoktur ve kalb, çevresinden gelen telkinlerin kendisini yönelttiği istikamete tabi olmak temayülündedir. Kalb ancak içinde bulunduğu vasatın rengine, şekline ve ahengine bürünür" diyordu Osman Nuri TOPBAŞ... Ve ben bu forumda kalırsam daha da kötüleşeceğimi şiddetle farkettim.. Size kelimeleri eksik kalan son bir cümle söyleme derdindeydim... Arkadaşlar o kadar aklı başında yazı yazdım bugün artık saçmalamaya hakkım olsun. Bilgi işte her şeye yetmiyordu. Bilgi anlama yetmiyordu. Bilgi bazen sed çekiyordu duvar oluyordu her şeye... Bu seddi yıkamayacağımı anladım... Ve daha kötüsü kendimi bir sinir hengamesinin içerisinde bulacağımı da ... Hala içimde son sözünü söylememiş adamın burukluğu, eprimsiliği mevcut ancak hiçbir sözün bir şeye denk gelmediğini en azından burada böyle olduğunu biliyorum... Bilmiyorum bir daha karşılaşır mıyız? İnananlara takva, huşu ve ihlas inanmayanlara hidayet diliyorum... "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi raci'ûn" es-selamü aleyküm eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve bereketüh..
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Sanırım acı demek istemişiniz... Dipnot, bu cümleleriniz sonnot gibi geldi bana... Ama hiçbir şeyi açıklığa kavuşturmuyor bu cümleler... Ben burada kendi adıma hemen tarzanca bir savunma yapmak istiyorum müsadenizle... Sonuçta namaz bir ibadettir. Ancak belli bir takım ritüelleri vardır. Mesela tekbir almaz zorundasınızdır ve secde etmek... Bunlar basit şekillerdir bunlar olmazsa olmaz mı? Evet olmazsa namaz olmaz... Bazen öz şekille kucaklaşmak zorundadır. İslama inananlar evet inanmışlardır. Bizim şekil diye geçiştirdiğimiz bir çok şeyin inancın bir gereği olduğuna da inanmışlardır. İşte özümüzde olan; Allah'a iman ettiğimiz gibi Peygamberin sünnetinde buyrulanlara da uymaktır. Yani ki bizim ibadetlerimizdeki şablonlar bir inancın mahsulüdür... Ama bunu bez parçasına indirgemek ezberlenmiş bazı yönelimlerin ürünüdür. Müslüman gibi düşünememenin neticesidir. Eğer başörtü meselesine bir müslümanın hatta mümin kadınların gözünden baksaydınız şeklin bir imanın (iman etmek inanmak anlamındadır) neticesi olduğunu görebilirdiniz.. Zaten diğer tarafta "TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ/SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK..." bakış açınız sarahate kavuşmuş vaziyette. Siz türbana bir gericilik alameti olarak bakıyorsunuz. Başörtüsü takanlar bu bezle beyinlerine girecek bilgiyi engellemek istiyorlar zaten...Neyse artık sizinle bunu tartışmak istemiyorum... Ne kadar demokratik, ne kadar ilmi, ne kadar .... belli oldu...Sanırım bu kadar yeter...
-
TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Sayın dipnot merak ettim de acaba neden kendi cevaplarınızı vermek yerine konuyla pek de alakalı olmayan ve bundan 70-80 yıl önce söylenmiş sözleri getiriyorsunuz. O zaman da mı sıkmabaş pardon başörtüsü pardon türban sorunu vardı? Hiç kimse olmasa bile Suheda ve ben cevap bekliyoruz... Biz de bir söz yazalım bari..."Her şahıs her manaya muhatap olamaz" Elmalılı Hamdi Yazır... Selamlar...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Okuma Parçası...(ben yazdım...Komiklik olsun diye değil ha...) Kimse yoktu etrafında. Aslında etrafında önünde akan sudan başka birşey yoktu. Arkadaki ağaçla bir kaç kayayı saymazsak. Su da herzamanki gibi başıboş akıyordu. Bir ses duymuştu tekrar etrafına bakında. Kimseler yoktu. Sesin illaki başka bir yerden gelmesini istiyordu. Kimse yoktu ve işte en çok bundan korkuyordu. Ses kendinden gelmişti. Ne olduğunu ne dediğini şimdilik bilmesenizde bu sesin, o bu sesten korkuyordu. Susan bir beyin isteği olmayandır, isteği olmayanlar ise kolay yönetilir. Tüm bunlar içinden geçerken "beyin" tekrar konuştu. Bu kez yüksek sesle sanki kızmışa benziyordu. Daha önce Cin Ali oku diye tutturmuş ve Mehmet mecburen okumuştu. İp atlamasını istemiş, damdan atlamasını istemiş Mehmet hep yapmıştı. Onun dediklerini yapmamak Mehmet için imkansızdı. Ancak bu kez pek de makul birşey istemiyora benziyordu. Yani Mehmet'in surat ifadesinden ve içinden geçenleri de rahatlıkla okuyabilen ben böyle sanıyordum. Neyse, Mehmet yerden büyükçe bir taş alıp eline, havaya kaldırdı ve "al sana özgürlük" dedi. Kafası parçalanıp beyni yere döküldü. Özgürlük isteyen Mehmet miydi beyni miydi belli değildi ama her halükarda doğru olan özgürlük isteyenlerin başının ezildiğiydi. BİTTİ.... Buraya İsmet ÖZEL'in yukardaki sözlerini bir kez daha alıntılayalım... "Mürteci, hali hazırda olan biteni belli esaslara göre, belli ilkeler doğrultusunda sorgulayan, yapılan faaliyetlerin nereye vardırılmak istendiğini öğrenmek isteyen insandır. "Türk basınının bugünkü hali bizi nereye götürür" diye sorarsanız, irticayı hortlatmış olursunuz. Türkiye de alkolizmi, fuhşu, havadan para kazanma yolunu artırmanınbizi nereye götüreceğini sorarsanız, ilk halledilmesi gereken mürteci olursunuz... "Türkiyede bazı insanların yalnızca hakları vardır, diğer bazı insanların yalnızca vazifeleri. Eğer haklarını kullanan insanlara vazifeleri olduğunu hatırlatırsanız "irtica hortlar". Yine vazifeleri yerine getiren insanların da belli hakları olması gerektiğini öne sürerseniz, olay "mürtecilerin baş göstermesi" olarak yorumlanır. Kısacası, bazılarının hakları olmaksızın vazifeler yerine getirmesini temin etmek, bazılarının da vazife sorumluluğu taşımadan haklarını kullanmasını sağlamak Türkiyeyi dikensiz gül bahçeşine çevirecektir. "İrtica" soru soranları karalamak için kullanılan "malzeme"dir.çİşte ben çok masumane bir soru soruyorum: Türkiye de hiç müslüman kalmasaydı irtica kalmayacaktı değil mi? " Konu başta kalsın istiyorum... Herkes rahatlıkla görebilsin diye...
-
Başörtüsünü dilinden düşürmeyen erkeklere bir önerim var
Sayın bilimselci bana cevabınıza ne diyeyim ki bilmiyorum... Ama birşeyler demek zorundayım da değil mi? O halde bilgi ve anlamlandırma aynı şey değildir birincisi bu bilinsin. Bilgi anlamlandırmada kullanılmazsa bilgi yüklü bir hayvan vardı kişi ona dönüşür...Yanlış anlaşılmasın kimseyi birşeye benzetmek derdinde değilim sadece bir tespitten neşet eden cümleler... Arkadaşların kaynakları "sadece" Kur'an demişsiniz... İslam hakkında temel bilgiye sahip olan kişiler bu dinin sadece Kur'an olmadığını bilir. Bu yüzden bu arkadaşlar işin başında bir yanlışla forma dahil olmuşlardır... İkincisi bilgili olduklarını iyi tespit etmişsiniz...Ancak şartlanmış olduklarını tespit etme gereği duymamışsınız... "başörtüsü yasağının başörtmek veya türbanla bir ilgisi yok diyelim, başörtüsü yasağı aslında islama karşı yürütülen karşı duruşun yansımasıdır" Ben böyle bir cümle sarf etmişim bu arkadaşımız halen türbana takılıp kalmış... Rica ediyorum siz söyleyin yukardaki cümlem ne anlama geliyor. Apaçık cümlenin anlamını sorar oldum ya Rabbim... Üçüncüsü forma dahil olur olmaz inanılmaz sataşmalı bir konu açıyor arkadaşımız ve siz bu kişiyi savunmaya geçiyorsunuz. Neredeyse bize dönme diyecek bunu demiyorda türbanı savunanların kadınımsı bir faaliyet güttüklerini ima ediyor. Hatta gidin bir hastanede gerekli müdahaleyi yaptırın diyor... Sayın bilimselci türban konusunda kocaman başlık açtım...Türban ve başörtüsü arasındaki fark diye açılan başlığa bir metin ekledim... Böyle demiştiniz orada... Size sorular yönelttim aynı başlık altında...Belki görmemişsinizdir diye son dahil olduğunuz konuda hatırlatmak istiyorum... Eğer gerçekten bir türban tartışması yapacaksak buyrun "TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE" bu başlık altında yapalım... Konulara teferruatiyle bakmanın derdinde olmayan insanlardan oluşan bir forum olduğu intibaını uyandırdığı için buradaki tartışmalardan ayrılış manifestomu yazmak üzereyim... Zira tartışmalarda çözüm aranmıyor sorunlara teferruatlı cevaplar değil yüzeysel yaklaşılıyor.. Bu sebeple bırakıp gitmem sanırım yanlış olmayacak.... Selamlar ile...
-
TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Selamlar.... Gönül istiyor ki bu kadar uzun olmasın ama insan söylediği her sözden sonra sanki birşeyleri eksik bıraktığını sanıyor... "TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE" Siyasi simge türbanı çıkarıp siyasi olmayan başörtüsüyle üniversiteye giriş serbest mi? Bu başlıkta bir konu açmıştım... Sanırım bir de buraya bazı cümleleri alıntılamak lazım....Özellikle Türbanın kanuna aykırılığından bahseden arkadaşlar dikkat etsinler... İsteyenler yukardaki başlıktan konuya dahil olabilirler, konuya daha önce dahil olan arkadaşların aynı metinle burada karşılaşmalarından dolayı özür diliyorum...Haberdar olmayanlara kendi yazımdan alıntıdır. Bir sorumuz vardı: Türban takan kızlar bu türbanı çıkartıp, başörtüsü taksalar bugün giremedikleri yer/ler/e girebilecekler midir? El cevap: HAYIR. Koskoca bir HAYIR... O halde mesele nedir? Mesele siyasi simge meselesi değildir. Eğer öyle olsa siyasi simge türbanın şekli tanımlanır ve bu tanımla giyinenler okula alınmazdı ve haddi zatında türban üniversitete serbest olurdu. Bu durumda "köylü işi başörtüsü" (bu tabiri ben bir ateistin bazı cümleleri üzerine sanırım ben uydurdum) ile kızlar tesettüre riayet ederek girecekleri yere girerlerdi. O halde ve tekrarla mesele simge meselesi değildir...Öyleyse, bağcıya karşı girişilen bu müdahale ne anlama geliyor? Laikliğin öz vatanında haç (takılması bu dine göre zorunlu değildir o halde en önemli hristiyan simgesidir) takılması yasak mıdır? Türkiye de yasak mıdır? Soru aklımızda kalsın ve biz dönelim laiklik meselesine... (Dikkat ediyorsunuz değil mi mesele diyorum) Yasağın kalmasını kim istiyor, kim nemalanıyor bu yasaktan, kim muzdarip neler yapılabilir çözüm için... Terör mantığıyla tespit ettiğimiz kişilere karşı yapılabilecek herhangi bir şey... Ancak gerek bürokratik oligarşi ve gerekse dikastokrasi (yani yangıçlar hükümeti) anlayışı ne olaki? Türkiye de gerçekten bir yargıçlar hükümeti var mıdır? Türkiye de kaç tane hükümet vardır? Bunlar aslında alalade gibi durupda önemli olan sorular... Türkiye de bir kısım elit ve dışardan bazı mahfiller dinin (tekrar islamdan bahsediyorum diyeyim) bu devletin her kademesinden uzaklaştırılmasını ve dahası üniversitelerden uzaklaştırılmasını şiddetle arzı ediyorlar. Türkiye de laiklik; dinin halka açık her alandan el çektirilmesi anlamında kullanılıyor.. (Çok fazla üzerinde durmadan bayağı iddialı bir cümle sarf ettim galiba)... Gelelim dediğimiz meseleye geldik... "Evrime inanmayan ateist var mıdır" konulu başlık altında Avrupa Yaşantısı üzerindeki skolastik din anlayışının hegemonyasından bahsettim. Bu etki ancak dinin devletten uzaklaştırılmasıyla mümkündü. Bu sebeple laiklik Avrupa da peydah olmuştur. Oradaki laiklik anlayışı bizzat dine karşı ortaya konulmuş değildi Hristiyan ruhban sınıfına karşı girişilmiş bir vakıaydı. Ama orada demokrasinin teminatlarından biri olarak lanse edildi. Zira siyaset hiçbir vesayet kabul etmiyordu. Yürütme vesayetten uzak bir yönetim istiyordu ve bu yüzden kilisenin olası etkilerini laiklikle bertaraf etti. Pekiyi soralım Türkiye de bir ruhban sınıfı var mıydı? Yani Hıristiyanlık ta olduğu gibi bir örgütlenmeden bahsediyorum.Türkiyede ruhbanlardan oluşan yüksek bir vesayet zümresi asla olmadı. Evet padişahlarımız fetva almanın derdinde oldular bazı dönemler ama bu bir vesayet değildi sadece yaptıklarına kılıf uydurma derdiydi. İşte bu sebeple laiklik bu ülkeye getirilirken bunlar dikkate alınmadığı için büyük bir yanlışlık yapıldı. İkincisi bu ülke halkının islama tabiyetleri ve islamın hıristiyanlık gibi sadece öteki dünyayı düzenleyen bir din olmadığı unutuldu. Daha da felaket olan laikliğin bu ülkeye demokrasi temelinde getirilmesi oldu...Nasıl bir felaketten bahsediyoruz... Demokrasi değil midir ki yönetilenlerin yönetimde söz sahibi olmalırı, yönetimin yönetilenlerin isteklerine göre eylemlerde bulunmasının teminine aracı, azınlığın haklarının da güvenceye alınması da var bunların içerisinde... O halde Türkiye de yönetilen kesimden %kaçı müslüman, %kaçı laikliği istiyor (tabiki yukarda bahsettiğim laiklik tanımlamasından hareketle böyle bir soru soruyorum), %kaçı türbanın yasak edilmesinden yana... Bu halkın %34 dahi bunu istese demokrasinin gereği olarak bunun dikkate alınması kaçınılmaz olmalıdır...O halde ya demokrasi anlayışında veya laiklik anlayışında bir sorun var... İsmet ÖZEL' den irticayla ilgili bir alıntıda bulunalım "İrtica elden gidiyor" kitabından... "Mürteci, hali hazırda olan biteni belli esaslara göre, belli ilkeler doğrultusunda sorgulayan, yapılan faaliyetlerin nereye vardırılmak istendiğini öğrenmek isteyen insandır. "Türk basınının bugünkü hali bizi nereye götürür" diye sorarsanız, irticayı hortlatmış olursunuz. Türkiye de alkolizmi, fuhşu, havadan para kazanma yolunu artırmanınbizi nereye götüreceğini sorarsanız, ilk halledilmesi gereken mürteci olursunuz... "Türkiyede bazı insanların yalnızca hakları vardır, diğer bazı insanların yalnızca vazifeleri. Eğer haklarını kullanan insanlara vazifeleri olduğunu hatırlatırsanız "irtica hortlar". Yine vazifeleri yerine getiren insanların da belli hakları olması gerektiğini öne sürerseniz, olay "mürtecilerin baş göstermesi" olarak yorumlanır. Kısacası, bazılarının hakları olmaksızın vazifeler yerine getirmesini temin etmek, bazılarının da vazife sorumluluğu taşımadan haklarını kullanmasını sağlamak Türkiyeyi dikensiz gül bahçeşine çevirecektir. "İrtica" soru soranları karalamak için kullanılan "malzeme"dir.çİşte ben çok masumane bir soru soruyorum: Türkiye de hiç müslüman kalmasaydı irtica kalmayacaktı değil mi? " Bu alıntıyı niye yaptığımı soracaklar olacaktır elbette? (yani inşallah) Evet, bilindiği üzre 90 lara kadar (1930 lar ve 1950'ye kadar olan sürede baskıları es geçerek söylüyorum ) müslümanların bir başörtüsü sorunu yoktu. Ben hatırlıyorum lise öğretmenimizin başında örtüsü vardı? 10 yıl evvelinden bahsediyorum. 97 de birşeyler değişti. Bir ip koptu veya nerede olmadığını bilmediğimiz meşhur kırmızı düğmeye basıldı... İrtica birden hortladı, başlarını örten ninjalar (pardon şeriat manyağı müslümanlar-sadece espri...Bizim peçeli müslümanlar ve türbanlılara böyle diyorlar) bu devleti ortadan kaldırmanın derdine düştüğü için kendilerine karşı topyekün bir savaş başlatıldı ve bu savaş esnasında 10'dan fazla banka hortumlandı, bazı akım projeleriyle bazıları gönül bağı kurdu ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükümet yolsuzluktan düştü... Tarihimizde irtica söyleminin gündeme getirilmesi sessizliğin ve tepkisizliğin sağlanması için gündeme getirilmiştir...(Dehşetengiz bir tespit oldu değil mi!?) İşte meşhur türban meselemiz de bir mesele haline böyle geldi... Bütün bunlar tamam ancak hala birleştirilemeyen bir renk var o da Yargı'nın islama karşı tavrı... Bu cümleme ihtimal ki bir takım şerhler gelecek. Ben bu noktada bir cumhuriyet tarihinde yargının islam ve islamcılara kestiği cezalar hakkında teferruatlı bilgiler vermek istemiyorum... Ancak özellikle belirteyim ki Ben yargı derken sadece Danıştay ve Anayasa Mahkemesinden bahsetmiyorum.... İstiklal Mahkemeleri ve diğer ceza mahkelerinin verdiği akıl almaz kararlar da mevcut... Evet Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın elinde bulduğu tek parti yönetiminden kalma bir laiklik anlayışı mevcut. Adalet Mahkelerinin elinde de acaba istiklal mahkemelerin yorumu mu var...
-
TÜRBAN VE BAŞÖRTÜSÜ / SIKMABAŞ ARASINDAKİ FARK... (Sevgi Suheda arkadaşımızın sorusuna atfen tartışmaya açılmıştır...)
Sayın bilimselci, konu dört sayfa yazıyla dolmuş ama ben ilk cümlelerinizden hareketle bazı şeyler yazıyorum... Yukardaki sözlerinizin hukuki bir gerçekliği var mı? Soru: Türbanı, başörtüsünü yasaklayan hangi kanun metni vardır? Bu güne kadar çıkartılan hangi yasa vardır ki başörtüsünü yasaklıyor... Nihayetinde Anayasa Mahkemesinin verdiği karardır yasa metni değil. Danıştayın verdiği karardır yasa metni değil. İçtihattır yani anlayacağınız.
-
Başörtüsünü dilinden düşürmeyen erkeklere bir önerim var
Sizin evrensel mesajınız sanırım bu... Kaale almama taraftarıydım yazınıza ama birşey kafama takıldı son cümlelerinizle ilgili olarak birşey sormak istiyorum. Çağdışı-çağiçi ayrımı... Kafam takıldı acaba başörtüsü mü çağdışı addediliyor yoksa erkeklerin bu konuya dahilleri mi? Bu arada en yakın hastaneler belirttiğiniz dönüşümü yapamıyorlarmış. Bildiğiniz başka bir yer var mı? Ya Rabbim ne kadar da konuyu basitleştiriyorlar, biz bir sürü felsefi-sosyolojik arkaplanını deşmeye çabalayalım, başörtüsü yasağının başörtmek veya türbanla bir ilgisi yok diyelim, başörtüsü yasağı aslında islama karşı yürütülen karşı duruşun yansımasıdır diyelim ama bazı arkadaşlarımız konuyu basite indirgeyip tarzanca bir refleks göstersinler... İlk defa bu forumda bu kadar sert cümleler yazıyorum... Bu forumda kalırsam sanırım daha da asabım bozulacak...Sayın evrensel mesaj ne haliniz varsa görün...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Aksini iddia edenler var kardeşim.. Dipnot bunun bir örneği...Tabii yanlışlanabilir bir iddia o ayrı...Benimkisi de söz mü oldu şimdi nihayetinde iddialar yanlışlanabilen kanıtlanmamış şeyler değil midir? Rasim ÖZDENÖREN yumurtanın hangi ucundan kırılacağını tartışan bir halkın sonunda bunun cevabı için birbirlerine etmediklerini bırakmadıklarını anlatır bir kitabında... Bizimkisi acaba böyle bir mevzu mu yoksa... Espriyi bırakıp ciddiyetle bazı şeylerin ayırdına varalım... ARKADAŞLAR KONUNUN GİRİŞ KISMINDA BAZI SORULAR VARDI? BAŞÖRTÜSÜNÜN YASAK OLMASINI SAVUNANLARDAN BU SORULARA CEVAP BEKLİYORUM... BU SORULARI SORDUĞUMDAN BERİDİR YANIT ALAMADIM. BİR TACİZ, BİR KIŞKIRMA, BİR SIKIŞTIRMA DERDİNDE DEĞİLİM. ANCAK, YASAĞIN KALMASINDAN-DEVAMINDAN YANA OLANLAR BU SORULARA CEVAP VERMELİDİRLER? YOKSA BİZİ SAMİMİYET TESTİNE TUTANLARIN SAMİMİYETSİZLİKLERİ BARİZ ŞEKİLDE ORTAYA ÇIKMIŞ OLUR. EĞER BU SORULARA CEVAPLARI YOKSA VE HALA BU YASAĞIN DEVAM ETMESİNİ İSTİYORLARSA: BU ONLARIN MUTAASSIPLIKLARINDAN, DEMOKRASİYİ ÖZÜMSEMEMİŞ OLMALARINDAN, LAİKLİĞİ DARALTICI YORUMA TABİ TUTTUKLARINDAN VE DAHA İLERİ GİDEREK ŞUNU DA SÖYLEYEYİM: İSLAMA KARŞI GÜTTÜKLERİ HASIMANE TUTUMDANDIR. Böyle bir ileti göndermek istemezdim ancak, bu soruları kaç kez sorduğumu bilmiyorum ama hala cevap verilmedi... Bu da gösteriyor ki yasağın kalmasından yana olanlar bunu gerekçelendirmek derdinde değiller. Gerekçesi olmayan bir yasağın bulunması tamamen ideolojik bir yaklaşımdan başka bir şey değildir... Cevabı olanlarla tabiki tartışacağız zira bu konuyu bunun için açtık...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Suheda, İşte mesele de bu... Yani mesele ne... Dikkat edilecek şey: 1. si ne oldu... İkincisi son soru yanlış... Yürütme bilindiği üzre hükümeti temsil eder... Hükümetlerin yaptığı türbanı sınırlandıran bir tasarruf yok.. Orta da yürütmenin aciz kaldığı 82 anayasasıyla kurulmuş bazı kurumların bireysel faaliyetleri ve bu faaliyetlere yargıdan verilen destek var.. Solcularla ilgili konuya teferruatıyla girmeden birkaç şey söyleyim.. Samimi (artık ********* bir kelime halini aldı) solcular müstesna zira onlar hala özgürlük derdindeler, bazı 80 öncesi solcuları ya iktidarlardan veya başkaca yerlerden nemalanarak bir zihniyet dönüşümü yaşamasalarda bir amaç dönüşümü yaşadılar. Bu birçok düşünce açısından böyle olmuştur. 28 Şubat sürecinde islamcı olduğunu sandığımız birçok kişinin hangi saflara katıldıkları biliniyor. Haddi zatında bu süreç toplumu neredeyse bölme noktasına getirdi...Bizim sol anlayışımızda zaten bir garipti ya neyse... Sola devam etmeyelim.. Yargı da ne oldu (değişen birşe oldu mu ki? İstiklal Mahkemeleri kararları, Adnan Menderes'e sizi buraya tıkan güç böyle istiyor" diyen yargı aynı yargı değil mi) Özerk statülü kurumların dinle derdi neydi? Laiklik bu ülkede böyle mi uygulanmalıydı? Başörtüsü yağağıyla ilgili bir kanun yok... Hatta Bir anayasa Hukuku Profesörü başörtülü kızların okullara alınmamasıyla ilgili bariz bir açıklama yapmıştı. Bu yasağın bir suç olduğunu söylemişti. Yasak yoksa serbestlik olmalı değil midir? Hukuk mantığı böyle işler.. Ama kanuni bir yasak olmadığı halde yasak konulması hukuka aykırıdır. Daha garipsenecek durum bu yasaklamanın yönetmelik ve genelgeyle yapılıyor olmasıdır ki yönetmelik kanunların uygulanmasını göstermek için çıkartılabilir. Eeee, çıkartılan yönetmelikler hiçbir kanuna dayanmıyor...Hasılı ortadaki durum hukuka uygun değil... Anayasamıza uygun değil.. Ancak çok genişletici bir yorumla ve mahkemelerin içtihatları doğrultusunda konu bu hale gelmiştir. Peki Anayasa Mahkemesinin yeni uygulama doğuracak içtihatlarda bulunma hakkı var mıdır? Aslına bakarsanız bunlar önemli değil... Ortada bir yasak var ve ısrarla bu yasak sürdürülmek isteniyor. Bu yasağı Anayasa Mahkemesince normal bir kanun metniyle dahi çözmek ihtimali yok. Zira Anayasa Mahkemesinin bu konudaki tutumu sarahate kavuşmuş vaziyette. Yani yasağın devam etmesinden yana bir tavrı var Anayasa Mahkemesinin. .. Biraz işim var, kısmetse devam ettirmeye çalışacağım... selamlar
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Gece Kuşu, cevap vermemi beklediğiniz metin buysa eğer bunun kısmi cevabını konunun ortalarında vermiştim. Yani ben öyle sanıyorum. Biz müslümanlar bilimle din arasında bir fasıla gözetmeyiz. Biz alimin uykusunun bile ibadetlerden daha üstün olduğu inancına sahibiz. Bu sebeple din bilime karşıdır, dinle bilim atbaşı gitmez derdinde değiliz. Belirttiğiniz durum yukarda da izahını yaptığım üzre Avrupa da hıristiyanlıkta bulunan ruhban sınıfının şahsi menfaatlerinin idamesi için bilime karşı takındıkları tavrın neticesinde ortaya çıkmıştır. Yani ki Avrupa da bilim dine karşı mücadele vermiştir. Tarih derslerinde bize bazı saçmalıklardan bahsedilirdi. Osmanlı da camiiler gavur yapımı fırçalar (domuz kılından yapıldığı için) kullanılmadığı için kirinden kokarmış. Toy aklımızla ulan ne geri kafalılar varmış derdik. Fırçanın başka birşeyler yapılma ihtimali var mıydı, en temiz olması gereken camiler nasıl kir pas içinde bırakılırdı bunları düşünmezdik... Bu bir çarpıtma bir göz boyamaydı ama biz nerden bilirdik. Sanılıyor ki din kitleleri uyutan bir afyondur ve bilime asla müsade etmez... Hayır din sadece Hıristiyanlıkta afyondur ve orada kitleleri uyutmuştur. Tarihte bilinen birşey varki Avrupa ortaçağ da geri kalmışlığın tepe noktasındayken islam insanlığa medeniyetin en önemli numunelerini dikmiştir. Ancak bu böyle devam etmemiş, gün gelmiş gerek müslümanların kendi içerisindeki kavgalar gerek Avrupanın emperyalist politikalırı, gerek bölücü bazı fırkalar hatta islamda olmaması gereken mutaassıp çevreler bu dine mensup insanların teknoloji ve bilimde geri kalmalarına neden olmuştur. Ancak, bugün ortadoğu coğrafyasında geri kalmışlığın nedeni teist inanç kalıplarına bağlı kalmak değildir zira bu coğrafya da teist olduğunu bağıra çağıra söyleyip de tarihin en büyük güçlerinden biri olan İsrail de yaşamaktadır. Ancak bu coğrafya yaklaşık 150 yıldır kan deryası halindedir. Bu da hafızalarda tutulmalıdır. Bu coğrafya hakkında kapsamlı bir okuma, kapsamlı bir değerlendirme yapmadıktan sonra ortadoğunun az gelişmişliğinin nedeni dindir dersek, Brezilyanın veya diğer güney amerika ülkelerinin az gelişmişliğine de aynı yorumu yapmak zorunda kalırız. Peki öyle midir? Az gelişmişlik, teknoloji de geri kalmak dinden kaynaklanan şeyler değildir. Hele de islamdan kaynaklanması asla düşünülemez. Kaldı ki bu savı çürütecek başlıca kanıt Avrupanın kendisidir. Zira Avrupa da din bilim üzerindeki en büyük baskı aracıydı ama biliyoruzki medeniyetin lokomotifi Avrupa olmuştur. O halde bu nasıl oldu... İslam coğrafyasındaki mutaassıplık (lokal hadiselerden bahsediyorum) bilimin gelişmesindeki en küçük engeldir. Bu coğrafyanın sürekli olarak sömürülmesi, kışkırtılması, savaşlara gark edilmesi coğrafyayı parçalayan unsur israil, 1890'lardan beridir italya, fransa, ingiltere son olarak amerika bu coğrafyada herhangi bir ilerleme istemiyorlar... Eğer gerçekten ilerlemenin önündeki engel din olsaydı şii İran'ın nükleer silahlarla ne işi olabilirdi... Objektif bir değerlendirme istiyorsak ezberlerimizi gözden geçirmek zorundayız... Ve belirttiğiniz saçmalıktan ziyadesiyle rahatsızım. Hangi saçmalıktan bahsediyoruz... Yeni bir icat çıktığında işte bakın bu Kur'an da var denilmesinden....Kur'an ne bir ceza kanunu ve ne de bir bilim kitabı değildir... Bu sebeple İşte bu Kur'an da var diye ispatlanmaya çalışılması benim nezdimde bir yere denk gelmiyor... Ama bunu yapan kişiler kendi görüşlerine göre bir hayra (islami anlayışta bir hayırdan bahsediyorum) vesile olduklarını düşünüyorlar... Selamlar... Bu arada cevabımı tekrar kontrol ettim de sanki ortadoğuda yaşayan halklar sütten çıkmış ak kaşıklar gibi kalmış. elbetteki onların da ilmi ve teknolojik ilerlemede eksiklikleri var ama bilindiği üzre ilmi ve teknolojik ilerleme için insanların ya maddi anlamda ileri olmaları ya birilerince desteklenmeleri gerekir. Zaten bilim adamları da toplumun istisnasları mesabesindedir. Ortadoğuda istisna pek fazla çıkmamış anlaşılan... Yoksa islamın bilime engel, bilimin karşısında duran herhangi bir nassı yok... Kişilerin kusuru dine atfetmekte hatalı sonuçlara yönlendiriyor bizleri...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Gece Kuşu, haklısın... Ben yazdıklarımı bir bütünlük içerisinde yazmanın derdindeyim. Ancak, daha önce forumlarda tartışmaya katılmadığım için bir sorun yaşıyorum. Dikkat ettiyseniz genelde cümleleri kendimden alıntılıyorum. Ancak, başka bir tartışma konusunda söylediğim bir cümleyi başka bir yere taşıdığımda kayma yaşanıyor. Ben ise ne de olsa öteki konuda oradan kesip aldığım cümlemin devamı var diye anlam kayması yaşanmadığını sanıyorum. Tabiki herkesin benim bütün cümlelerimden haberdar olmaları beklenemez. Demokrasiyle ilgili cümlelerim de böyle bir vakıanın kurbanı oldu galiba... Tekrarla formda yazdığım bütün cümleler belirli bir konuya hasredilmiş değil, hemen tamamı birbirinin tamamlayıcısı... Dünyamı şekillendirmesi gereken islamdır. İslami kaynaklardan beslendiğim kadar başkaca kaynaklara da itibar etmek zorundayım. Bunlar hepimizin yapması gereken şeyler (müslümanlar adına konuşuyorum)... Acaba böyle bir hakkım var mı? Yukarda belirttiğim gibi ne kadar objektif sonuçlara ulaşmaya çabalarsam da sonuçta ben bir müslümanım ve müslümanların dertlerini de anlatmak zorundayım. Müslümanların dertlerinin anlatılması objektifliği etkiler mi diye sorulursa sanmıyorum sadece değerlendirmede dikkat edilecek hususlar objektifliği etkiler bana kalırsa... Yukarda ucu açık bazı sorular bıraktığımın farkındayım... Ben çokça cevap vermekten yana çokça soru sormanın derdindeyim. Keşke sorulan sorulara dikkate değer cevaplar aransa ve haddi zatında burada insanlar da sorular üretip bu soruların cevaplarını tartışsak. Mesela ben yukarda sordum: Hepsini anlayabiliriz ama yargının verdiği türban kararlarının sebebi nedir? Sadece laiklik anlayışı mı? Türbanın veya islama ait numunelerin yasaklanması (o kadar da değil demeyin ortada bir de imam-hatip sorunsalı var) kime hizmet ediyor? Ya da bundan çıkar sağlayanlar var mıdır? İnsanların düşünmeleri okumalarından daha elzemdir. Tabi belirli bir birikimden sonra...Allah nasip ederse devam edeceğiz... Herhangi bir yerden kopyala yapıştırdan nefret ederim ama buraya türban meselesiyle ilgili aynı yerden bir aktarım daha yapıyorum...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
HEY SEN BAŞÖRTÜLÜ KIZ/Yenişafak Ontolojik kaynağını Kur'an'dan alan ve asırlardır bu topraklarda var olan başörtüsü, yasaklandığı ve 'türban' adını aldığı 1980'lerden bu yana Türkiye'nin değişmeyen gündem maddelerinden biri. Çatışma kültüründen beslenen ülkede başörtüsü, iç bölünmenin neredeyse tek simgesi haline getirilirken başörtülü kadınlar 'modernliğin mabedi' kamusal alanın tamamen dışında tutuluyor. Konunun bir 'sorun' halini alışı da buradan kaynaklanıyor zaten. Başörtülü kadınlar 'ya aç ya terk et' baskısına maruz bırakılırken tartışmalar klişelerle, ezbere konuşmalarla yürütüldü bugüne kadar; mesele dar bir alana sıkıştırıldı ve konuşanlar da çoklukla ve nedense erkekler oldu hep. O yüzden Elest Yayınları'ndan çıkan 'Yemenimde Hare Var / Dünden Yarına Başörtüsü' adlı kitap konuyu / sorunu 43 kadının katılımıyla tanımlıyor ve çözüm önerileri üretiyor. Yaşanan tarihi süreci de kapsayan kitapta siyasetçiler, akademisyenler, yazarlar, gazeteciler ve sanatçılar başörtüsünü konuşuyor. Üç gün sürecek olan yazı dizisi de toplumsal bir sorun haline gelen konuyu ele alıyor, ortaya çıkacak çözüme katkı da bulunmayı amaçlıyor. Türkiye'de başörtüsü yasağı son 20-25 yıla damgasını vurmuş ve süreklilik arz etmesi nedeniyle bir 'sorun' haline gelmiş olmakla birlikte, giyim kuşam üzerindeki tasarrufların tarihi 19. yüzyılın ikinci yarısına, 1876'da kabul edilen ve toplumdaki herkese kıyafet eşitliği getiren Kanun-i Esasi'ye dayanır. Müslüman tebaya da fes giymeyi zorunlu kılan uygulama, kadınlar için işletilmez. Kadın kıyafetlerindeki farklılık, Müslüman kadınların gayri müslim kadınlardan ayrılması gerektiği düşünülerek korunur. II. Mahmut döneminde başlayan batılılaşma hareketi Avrupai hayat tarzının benimsenmesine ve yaygınlaşmasına yol açar. Bu dönemdeki genel alafrangalaşmadan kadın kıyafetleri de etkilenir. 20. yüzyılın başlarında yani, II. Abdülhamit döneminin sonlarında İstanbul kadınları Avrupa kadın kıyafetleri modasının etkisindedir. Çağdaşlığın lokomotifi: Kadın Cumhuriyetin ilanından ve kılık-kıyafet inkılabından sonra kadın, Türk modernleşmesinin lokomotifi haline gelir. Çağdaşlığın görünürlülüğü kadın bedeninde gerçekleşir ve sonradan "kostüm modernliği" olarak tanımlanan bir değişiklik yaşanır. Batı karşısındaki ezikliğin sebebi ve göstergesi olarak gösterilen başörtüsü ise geriliğin, çağ dışılığın simgesi olarak kodlanır. Milli Şef döneminde de aynı algı ve kıyafetler üzerindeki baskı devam eder. 1950 seçimleriyle iktidar olan Demokrat Parti'nin dini yaşam alanları üzerindeki baskıyı kaldırmasıyla başlayan süreçte başını örtmek, okumak ve çalışmak isteyen kadınlar -sayıları az olmakla birlikte- kamusal alanda görünmeye başlar. 1950'li yıllarda Türkiye ilk kez başörtülü bir doktorla; Hümeyra Ökten ile tanışır. Başını Tıp Fakültesi'nde iken örten ilk öğrenci ise Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ni birincilikle bitirmesine rağmen kürsüye çıkarılmayan Dr. Gülsen Ataseven'dir. İlk başörtülü öğrenci: Babacan Türkiye başörtüsü tartışmalarının bugünkü halini aldığı ilk olayla gençlik hareketlerinin dünyayı sardığı yıllarda karşılaşır. A.Ü. İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice Babacan 1967 yılında başı örtülü olarak İslam tarihi dersine girer. Kürsüdeki hoca Prof. Neşet Çağatay, Babacan'ı farkeder ve yıllarca aynı kalıp içinde tekrar edilecek olan cümleyi ilk kez sarfeder: "Hey sen! Sen başörtülü kız! Sınıfta bu kıyafetle oturamazsın. Ya başını aç ya da dışarı çık!" Gerilimin sürmesi ve genç kızın bir gün tartışma esnasında bayılması üzerine konu basına yansır. İlahiyat Fakültesi'nde öğrenci eylemleri yapılır. Bu eylem öğrenci eylemlerinin ilki olarak Türkiye tarihe geçer. Başörtüsü ile bir sembol haline gelen, başını örtme biçimi 'Şulebaş' olarak adlandırılan ve hapis yatan ilk başörtülü yazar ise Şule Yüksel Şenler olur. Erken bir yaşta hikaye yazmaya ve gazeteciliğe başlayan Şenler, önce Mehmet Şevket Eygi'nin Bugün gazetesinde "İslam Kadını" başlığıyla yazılar yazar, daha sonra Babıali'de Sabah gazetesinde "Kadın ve Giyim" başlıklı bölümde modern tasarımlı tesettür kıyafetlerini yayınlar. Toplumsal bir figür halini alan Şenler, tüm yurdu dolaşarak "İslam'da kadının mükellefiyetleri ve vazifeleri" konusunda konferanslar verir. Sorun ortak bir sorun Nimet Çubukçu/ AK Parti İstanbul Milletvekili - MKYK üyesi - Hukukçu "Başörtüler bir güruh veya bir partinin tabanı değiller. Bu Türkiye'nin ortak sorunu. Bir tek bizim sorunumuzmuş gibi tarafımızdan sahiplenilmesi meseleyi şahsileştiriyor, toplumun cepheleşmesine yol açıyor. Burada yaygın bir insan hakları ihlali söz konusu. Toplumdaki her kesimin çözüme katkı sağlayacak şekilde çalışması gerek. Diğer hak ihlallerine karşı sesimizi nasıl yükseltiyor ve çözüm arıyorsak bu soruna da öyle yaklaşıyoruz. Bir hukukçu olarak olanlara üzülüyorum. Biz onlardan farklı düşünen insanlar değiliz. Bunu ben malumun ilanı gibi düşünürüm. Sorunu anlayan insanların iktidarda olduğunu unutmamalarını ve güvenlerinin devam etmesini bekliyorum onlardan." Yasak yasal değil! Kezban Hatemi/ Hukukçu "Başörtüsü yasağı için mevcut anayasal düzen içinde savunulabilecek hiçbir hüküm yok. Üstelik halkın bir sivil toplum hareketi olarak bu yasağa karşı gelmesi yani sivil itaatsizliği gibi bir durum da yok. Yasak söz konusu olduğunda yanlış Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla başlıyor. Anayasa Mahkemesi'nin önüne mevcut kanuni sisteme aykırılık nedeniyle iptal edilmesi gereken kanuna aykırı bir yasa geldiğinde mahkeme ya o kanunu mevcut yasaya, Anayasa'ya aykırı bulup iptal eder veya aykırı bulmaz ilga eder, yani geri gönderir. Oysa Anayasa Mahkemesi iptal etmemiş, sadece "başörtüsü çağdaş değildir" diye bir yorum yapmış. Oysa yorum yapamaz. Burada bir hukuk karmaşası var." Derinde bir korku var Ece Temelkuran/ Milliyet gazetesi yazarı "Derinde bir korku var. Bilhassa kadınlar için. Hatta bu korku çoğu kez resmi ideolojiyle açıklanamayacak kadar içkin ve kadın olmakla ilgili. 'Bizi tuzağa düşürecekler, eve kapatacaklar' korkusu. Bu, kabul etmemekle birlikte anlayabileceğim bir şey. Evet, 'açık' bir kadın olarak Türkiye'deki muhafazakarlaşmadan ben de ürküyorum. 'Türbanlı' kadınlardan ürkmüyorum, bir ideolojinin, istediğim gibi yaşama hakkını elimden alacağından korkuyorum bireysel olarak. Ki bu bence son derece doğal bir durum. Şöyle de bir mesele var aslında: 'Açık' kadınların fazla örtünmüşler tarafından tacizi! Ya da başörtülülerin 'namus timsali' olarak bir göstergeye dönüşerek geriye kalan kadınları 'daha az namuslu kadın' göstergelerine dönüştürmeleri." Bu, yüzyıllık bir algı Nazife Şişman/ Yazar-Çevirmen "Sorunun başlangıç noktasına gitmek, bizi geçen yüzyılın başlarına götürür. Modern Batı karşısında hissedilen gerilik, en fazla kadınların tesettürü alanında kendisini göstermişti. Modernleşme tecrübemizde yüzü açık bir kadın fotoğrafı, bir traktör veya bir fabrika kadar, hatta ondan da önemli bir çağdaşlık sembolü olagelmiştir. Bu nedenle de konjonktürel olarak peçe, çarşaf, sıkma baş, başörtüsü, türban gibi farklı isimler alan tesettür, hem batı karşısındaki gerilik ve ezikliğimizin sebebi, hem de göstergesi olarak kodlanmıştır. Başörtüsü karşıtlığı, kökleri modernleşme tecrübemize uzanan ve cumhuriyetin kuruluş dönemi reflekslerinden beslenen bir tutumdur. Ve daima sembolik bir önem taşımıştır." Ben yenişafak gazetesinden bu yazıyı alıntıladım... Bazı yerlerini kesecektim ama gönlüm elvermedi.Suheda hiçbir hükümet böyle bir şeye yani başörtüsünü doğrudan yasaklamaya cesaret edemez...En azından bu ülkede bunu yapamaz... Zaten başörtüsüne değil türbana karşıyız denmesinin altındaki art niyet de göz boyamaktır. Dolayısıyla hükümetlerin burada bu eylemin doğmasında icrai bir sorumlulukları yoktur ama ihmali bir sorumlulukları vardır. Başörtüsünü keyfi olarak yasaklayan (kanun olmadığı yerde keyfiyet vardır) kişilere karşı hükümetler yaptırımda bulunmamışlardır...Sorun böyle doğmuştur. Yazar Abdullah YILDIZ'ın "Meşrutiyetten Cumhuriyete iktidar kavgaları ve sanal irtica" adlı kitabında da başörtüsü sorunun cereyan edişini böyle anlatılıyor... -http://www.yenisafak.com.tr/diziler/basortusu/index.html- yukarda adresini verdiğim yerden türbanın doğuşu ve gelişimini de bulabilirsin... Bu üç konudan oluşan bir yazı dizisi...Samimiyetinizden eminim... Allah'a emanet olun...
-
BİR GÜN PEYGAMBER Hz. MUHAMMED KAPINIZI ÇALSA... (İçeri almadan önce, aceleyle dergileri ve gazeteleri kaldırıp kur'anımı koyarsınız. Peki kasetler..)
Acaba yanlış mı biliyorum bilmiyorum... Ama belirtilen metni İbrahim SADRİ güzel okumuş... Eğer adlı bu şiir bütün sitelerde ibrahim Sadri'nin olarak belirtiliyor... Şairi İbrahim SADRİ'midir bilmiyorum ama bir arkadaşım onun şiirine biraz görüntü eklemiş ve ortaya güzel bişey çıkmış bana da bunu internete taşımak düştü...Bayağı bir uğraştım hasılı... Buyrun arkadaşlar aşağıda linki biraz uzun ama 50 mb civarında... Bu kadar da olsun... http://rapidshare.de/files/21087648/bir_gu..._gelse.DAT.html ... Bu arada ben ne yapardım onu cevapsız bıraktım... Bilmiyorum...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Selamlar... Evvela sayın Gece Kuşu sanıyorum ki bu cevapları daha önce okudunuz. Sayın yam yam'la bir dogma olduğu söylenen.... konu başlığı altındaki cevaplarım... Evet bunlar bir tarafın görüşleri... Çok yönlü bakmaya azami çabayı sarf edeceğim emin olabilirsiniz. Ama nihayetinde kangren haline gelmiş bu meselede müslümanların yaşadığı sorunu bir müslüman olarak da dillendirmek zorundayım bu da biline... Konun devamında değerli tespitlerde bulunmuşsunuz. Türban gibi bir kelime neye niçin kullanılıyor, bu kısıtlamanın asıl nedeni nedir bunlara atıflarda bulunmuşsunuz. Buraya ufacık da olsa ben bir ekleme yapayım ki akıllar bir soruya çözüm arasınlar... Erbakan hükümeti irtica yaygaraları arasında düştükten sonra müslümanlara inanılmaz baskılar yapılırken Türkiye tarihinin en büyük hortumlama vakıası yaşanmıştır. Bu puslu ortamda Halk inanılmaz fakirleşmiş ve bir hükümet yolsuzluk nedeniyle düşmüştür... Evet can alıcı soru şudur? İrtica yaygarasından ve bu yaygaranın oluşturduğu baskı ortamından en fazla kim nemalanmaktadır? Bu basit bir akıl yürütmedir ama konunun sadece artistik tarafıdır... Konunun felsefi, psikolojik, sosyal yönlerine değineceğiz.. Umarım burada bir çözüm yolu da bulabiliriz. Çözüm yolu dediğimde hemen türban veya başörtüsü serbest bırakılsın manasında bunu anlamayın... Ama aklımızda tutacağımız şey başörtüsünü yasaklayan bir metin (kanun veya khk) yok.. Yani ki yasadan doğmayan bir yasak mevcut...Lakin Türkiye deki laiklik anlayışı veyahut da yorumu (yorumu yapanlara dikkat) hukuka ve laikliğin felsefesine uygun değil. Ancak bu laiklik anlayışıyla gerek haç, gerek başörtüsü, gerekse diğer dini herşey yasak olmak zorundadır... Bu laiklik anlayışıyla türban serbest bırakılsın diyecek herhangi bir kurum olamaz... Sayın gece kuşu, yazmak istediğim asıl metin bu değildi...Ancak sizin cevabınız üzerine şimdilik bu cevabı veriyorum... Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri cevap veremememin nedeni izinde olmamdı buraya cevap yazıp da bu süre içerisinde kendilerine cevap verilmeyen arkadaşlardan özür diliyorum... Devam ediyoruz... Bahsettiğimiz yasağa terör mantığıyla bakarsak acaba istediğimiz çözümleyici sonuca ulaşabilir miyiz? Yani bir eylemden en fazla kim nemalanıyorsa eylemi o yapmıştır mantığı... Yani bu yasaktan en fazla kim kar sağlıyorsa yasağın müsebbibi odur. Olabilir ama bu durumda bu yasağın bir çok faili vardır? Şerikleri vardır? Tespiti imkansız bir hal alır... Siyasi partiler olsun, çeşitli lobiler olsun, ABD olsun, AB olsun, ülkenin içerisinde bazı yerleri işgal etmiş ateistler olsun bunlar bir nebze olsun yasak istemeleri anlaşılabilir ama ya bürokratik oligarşi ve bazı yüksek mahkemelerin tutumu... Bazı kişilerin yurt dışı bağlantıları olduğunu veya yurtdışından aldıkları destekle siyasi ve dini faaliyet güttüklerini biliyoruz onların dine (islamdan bahsediyorum) karşı bir tavır takınmalarında bir gariplik görmek mümkün değil. Ama yüksek yargı organlarının bu halkın dini kimliğini dikkate almayan kararlar vermesi garipsenebilir. Onlar kendilerince haklıdırlar zira bu ülkede sürekli bir kemalizm ideolojisi bürokrasiye ve yargıya hakim kılınmaya çabalanmıştır. Onlar yine haklıdır Türkiye de laiklik anlayışı ilk kez bu topraklarda uygulanmaya başladığından beridir yanlış bir yoruma tabi tutulmuştur. Onlar bu yorumun devamını idame ettirmektedirler... Şimdi konunun başındaki kısma geri dönelim.... Bir sorumuz vardı: Türban takan kızlar bu türbanı çıkartıp, başörtüsü taksalar bugün giremedikleri yer/ler/e girebilecekler midir? El cevap: HAYIR. Koskoca bir HAYIR... O halde mesele nedir? Mesele siyasi simge meselesi değildir. Eğer öyle olsa siyasi simge türbanın şekli tanımlanır ve bu tanımla giyinenler okula alınmazdı ve haddi zatında türban üniversitete serbest olurdu. Bu durumda "köylü işi başörtüsü" (bu tabiri ben bir ateistin bazı cümleleri üzerine sanırım ben uydurdum) ile kızlar tesettüre riayet ederek girecekleri yere girerlerdi. O halde ve tekrarla mesele simge meselesi değildir...Öyleyse, bağcıya karşı girişilen bu müdahale ne anlama geliyor? Laikliğin öz vatanında haç (takılması bu dine göre zorunlu değildir o halde en önemli hristiyan simgesidir) takılması yasak mıdır? Türkiye de yasak mıdır? Soru aklımızda kalsın ve biz dönelim laiklik meselesine... (Dikkat ediyorsunuz değil mi mesele diyorum) Yasağın kalmasını kim istiyor, kim nemalanıyor bu yasaktan, kim muzdarip neler yapılabilir çözüm için... Terör mantığıyla tespit ettiğimiz kişilere karşı yapılabilecek herhangi bir şey... Ancak gerek bürokratik oligarşi ve gerekse dikastokrasi (yani yangıçlar hükümeti) anlayışı ne olaki? Türkiye de gerçekten bir yargıçlar hükümeti var mıdır? Türkiye de kaç tane hükümet vardır? Bunlar aslında alalade gibi durupda önemli olan sorular... Türkiye de bir kısım elit ve dışardan bazı mahfiller dinin (tekrar islamdan bahsediyorum diyeyim) bu devletin her kademesinden uzaklaştırılmasını ve dahası üniversitelerden uzaklaştırılmasını şiddetle arzı ediyorlar. Türkiye de laiklik; dinin halka açık her alandan el çektirilmesi anlamında kullanılıyor.. (Çok fazla üzerinde durmadan bayağı iddialı bir cümle sarf ettim galiba)... Gelelim dediğimiz meseleye geldik... "Evrime inanmayan ateist var mıdır" konulu başlık altında Avrupa Yaşantısı üzerindeki skolastik din anlayışının hegemonyasından bahsettim. Bu etki ancak dinin devletten uzaklaştırılmasıyla mümkündü. Bu sebeple laiklik Avrupa da peydah olmuştur. Oradaki laiklik anlayışı bizzat dine karşı ortaya konulmuş değildi Hristiyan ruhban sınıfına karşı girişilmiş bir vakıaydı. Ama orada demokrasinin teminatlarından biri olarak lanse edildi. Zira siyaset hiçbir vesayet kabul etmiyordu. Yürütme vesayetten uzak bir yönetim istiyordu ve bu yüzden kilisenin olası etkilerini laiklikle bertaraf etti. Pekiyi soralım Türkiye de bir ruhban sınıfı var mıydı? Yani Hıristiyanlık ta olduğu gibi bir örgütlenmeden bahsediyorum.Türkiyede ruhbanlardan oluşan yüksek bir vesayet zümresi asla olmadı. Evet padişahlarımız fetva almanın derdinde oldular bazı dönemler ama bu bir vesayet değildi sadece yaptıklarına kılıf uydurma derdiydi. İşte bu sebeple laiklik bu ülkeye getirilirken bunlar dikkate alınmadığı için büyük bir yanlışlık yapıldı. İkincisi bu ülke halkının islama tabiyetleri ve islamın hıristiyanlık gibi sadece öteki dünyayı düzenleyen bir din olmadığı unutuldu. Daha da felaket olan laikliğin bu ülkeye demokrasi temelinde getirilmesi oldu...Nasıl bir felaketten bahsediyoruz... Demokrasi değil midir ki yönetilenlerin yönetimde söz sahibi olmalırı, yönetimin yönetilenlerin isteklerine göre eylemlerde bulunmasının teminine aracı, azınlığın haklarının da güvenceye alınması da var bunların içerisinde... O halde Türkiye de yönetilen kesimden %kaçı müslüman, %kaçı laikliği istiyor (tabiki yukarda bahsettiğim laiklik tanımlamasından hareketle böyle bir soru soruyorum), %kaçı türbanın yasak edilmesinden yana... Bu halkın %34 dahi bunu istese demokrasinin gereği olarak bunun dikkate alınması kaçınılmaz olmalıdır...O halde ya demokrasi anlayışında veya laiklik anlayışında bir sorun var... Daha önce bir alıntıda bulunmuştuk."Demokrasi amiyane tabirle kitabına uydurma rejimidir" Bugün başka bir alıntıda daha bulunalım...Bu da İsmet ÖZEL'den olsun... "Mürteci, hali hazırda olan biteni belli esaslara göre, belli ilkeler doğrultusunda sorgulayan, yapılan faaliyetlerin nereye vardırılmak istendiğini öğrenmek isteyen insandır. "Türk basınının bugünkü hali bizi nereye götürür" diye sorarsanız, irticayı hortlatmış olursunuz. Türkiye de alkolizmi, fuhşu, havadan para kazanma yolunu artırmanınbizi nereye götüreceğini sorarsanız, ilk halledilmesi gereken mürteci olursunuz... "Türkiyede bazı insanların yalnızca hakları vardır, diğer bazı insanların yalnızca vazifeleri. Eğer haklarını kullanan insanlara vazifeleri olduğunu hatırlatırsanız "irtica hortlar". Yine vazifeleri yerine getiren insanların da belli hakları olması gerektiğini öne sürerseniz, olay "mürtecilerin baş göstermesi" olarak yorumlanır. Kısacası, bazılarının hakları olmaksızın vazifeler yerine getirmesini temin etmek, bazılarının da vazife sorumluluğu taşımadan haklarını kullanmasını sağlamak Türkiyeyi dikensiz gül bahçeşine çevirecektir. "İrtica" soru soranları karalamak için kullanılan "malzeme"dir.çİşte ben çok masumane bir soru soruyorum: Türkiye de hiç müslüman kalmasaydı irtica kalmayacaktı değil mi? " Bu alıntıyı niye yaptığımı soracaklar olacaktır elbette? (yani inşallah) Evet, bilindiği üzre 90 lara kadar (1930 lar ve 1950'ye kadar olan sürede baskıları es geçerek söylüyorum ) müslümanların bir başörtüsü sorunu yoktu. Ben hatırlıyorum lise öğretmenimizin başında örtüsü vardı? 10 yıl evvelinden bahsediyorum. 97 de birşeyler değişti. Bir ip koptu veya nerede olmadığını bilmediğimiz meşhur kırmızı düğmeye basıldı... İrtica birden hortladı, başlarını örten ninjalar (pardon şeriat manyağı müslümanlar-sadece espri...Bizim peçeli müslümanlar ve türbanlılara böyle diyorlar) bu devleti ortadan kaldırmanın derdine düştüğü için kendilerine karşı topyekün bir savaş başlatıldı ve bu savaş esnasında 10'dan fazla banka hortumlandı, bazı akım projeleriyle bazıları gönül bağı kurdu ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükümet yolsuzluktan düştü... Tarihimizde irtica söyleminin gündeme getirilmesi sessizliğin ve tepkisizliğin sağlanması için gündeme getirilmiştir...(Dehşetengiz bir tespit oldu değil mi!?) İşte meşhur türban meselemiz de bir mesele haline böyle geldi... Bütün bunlar tamam ancak hala birleştirilemeyen bir renk var o da Yargı'nın islama karşı tavrı... Bu cümleme ihtimal ki bir takım şerhler gelecek. Ben bu noktada bir cumhuriyet tarihinde yargının islam ve islamcılara kestiği cezalar hakkında teferruatlı bilgiler vermek istemiyorum... Ancak özellikle belirteyim ki Ben yargı derken sadece Danıştay ve Anayasa Mahkemesinden bahsetmiyorum.... İstiklal Mahkemeleri ve diğer ceza mahkelerinin verdiği akıl almaz kararlar da mevcut... Evet Anayasa Mahkemesi ve Danıştay'ın elinde bulduğu tek parti yönetiminden kalma bir laiklik anlayışı mevcut. Adalet Mahkelerinin elinde de acaba istiklal mahkemelerin yorumu mu var... Biri beni acilen konu dağılıyor diye uyarmalı...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Cümlelerin gerisini bir kenarda bırakalım.. Sayın Gece Kuşu, Yukardaki Suheda'nın konunun devam etmesi için yazdığı mesaja verdiğim cevabın ilk cümlesi... Siz sanıyor musunuz ki ben o cümleyi oraya öylesine yazayım... Yani ne anlamı var ki bu cümlenin girişte hemen karşınızda duruyor... Suheda'ya müteşekkir olmamın nedeni konunun devam etmesi için mesaj yazmasıdır. Yoksa ne kime ne kadar büyük beden gelir bunu tespit etmem mümkün değildir... Ben Suheda'nın nezaketine cevap verdim... Yazdığı metne değil...Cümlelerin beni memnun etti ifadesi gerisini bir kenarda bırakalım ifadesiyle ve Kaale alınmayan bir konunun devamı sadece aptalca bir ısrardır cümlemle beraber değerlidir... Ben burada Suheda'ya tekrar teşekkür ediyorum... Konunun takip edildiğini onun sayesinde görmüş oldum... Selamlar...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Selamlar... Buraya bir tartışma alanından cümleleri naklediyorum... Türban meselesine bir de böyle bakalım dedim... Hatta bazı arkadaşlar köylerde kimsenin türban takmadığını falan da söylediler...Müslümanların türbanı kamusal alana sokmaya çalıştığını da...Bu sebeple buraya bu konulardaki cevapları yazıyorum...
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Kardeşim en azından böyle vahim bir olaydan sonra gerek türban gerek demokratik güclerin harekete geçmeleri gibi konulara değinmeyelim... İstersen ben bir topik vereyim ve türbanın, demokrasinin, demokratik güç ( bu da ne demekse, inşallah halktan bahsediliyordur), mahiyetlerini oradan bir incele...Zaten bütün konu benim yazımla doldu bir de oradan alıntı yapmayalım. İddialı bir cümleniz daha var müminle münafığı ayırt etmekle ilgili. Neyse buraya deşelemek istemiyorum. Topyekün bir eylemin adıdır savaş. Yoksa bir kişinin savaşı ancak yeldeğirmenlerine karşı olur. Topyekün bir eylemden bahsediyorsak o halde bir düşünce bir ülkü birliğine sahip kişilerin birleşip Cumhuriyete karşı Atatürkçülüğü karşı bir eyleme katılmaları lazım. (ben acaba cümlelerinizi zorla mı böyle yorumluyorum!?) eee o halde bu eylemin içerisinde bir çok müslüman da vardı öyleyse.. Saçmalıyor muyum acaba.... Kardeşim biz müslümanlar devlet katında ancak seçimle söz sahibi olabileceğimizin ayırdına 1946 da vardık. Aslında bu daha erken olmuştu ama seçimin nelere kadir olduğu o zaman farkedildi. Bu hakkın elden alındığı bir şeriat devletini müslümanların istemesi mümkün değil. Hep beraber bir arada yaşayacağımız devlet ancak demokrasi ve cumhuriyetle yönetilen bir devlettir. 28 Şubat sürecini yaşayan bu süreçte takibe uğramış birçok müslüman demokrasinin bu ülkeye ne kadar gerekli olduğunu en fazla ayırdına varmışlardır. Biz bu ülkede haklarımızın teminatı için demokrasinin vazgeçilemez bir unsur-değer olduğunu biliyoruz. Bu noktada ne bir istibdatın ne teokratik bir devletin peşinde değiliz. Ve ben sanmıyorum ki böyle bir şeyin peşine düşen müslümanlar olsun...Şeriat devleti denilip duruyor ama bu ülkede böyle bir devletin hayata geçmesi imkansız. Bunun derdine düşülmesi de mümkün değil. Ne osmanlı bir islam devletiydi ve ne de Medine islam devletinin haricinde bugüne kadar bir islam devleti kurulabilmiş değildir. Bunun bugün olması ise imkansız. Bunların da dikkate alınması lazım. Verdiğin cevabı verdiğim cevapla biraz dağıttım galiba. Toparlamaya çalışayım. Bu ülkede fark edilmesi gereken mesele bir islam devleti peşinde koşan müslümanların olmamasıdır. Ne teokratik bir devlet peşinde koşanlar ve ne de ibtibdat isteniyor. Biz Cumhuriyet ve Demokrasiyi fazlasıyla benimsedik. Bu sebeple sürekli bir irtica yaygarası koparmak ancak ve ancak seçimle gelinemeyen yerleri darbe veya demokrasi dışı hamlelerle elde etmeye çabalamaktan başka birşey değildir. Veya müslüman halkın seçtiği (böyle demiştim ama cümlemin anlamı diğer partilere oy verenlerin müslüman olmadığı anlamı çıkıyor o yüzden düzeltiyorum halkın bir kısmının seçtiği) kişilerin köşeye kıstırılmaya çalışılmasından öte sanırımki bir anlamı yoktur. İşte bu sebeple tarihimizde halka rağmen halka karşı demokrasi, militan demokrasi gibi kavramlar yer etmiş. Hatta son seçimlerde halkın %34 ünce meclise bir parti taşındığında halkın cahil olduğundan bahisle bu partiye oy verdiği bile söylenmiştir. Uzattıkça uzattım ben de...Türkiye de eğer gerçekten demokrasi ve cumhuriyete karşı bir eylem güden ve kendisini müslüman olarak tanımlayan birileri varsa onun idrakinde olmadığı ya birşeyler vardır veya .... (burayı sizler de doldurabilirsiniz.)
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
gece kuşu tekrar selamlar... 2. sayfanın başındaki cevabı verdiğimde sizin birinci sayfadaki yazınız henüz ortada yoktu. Ben cevabı yazarken sanırım siz forma katılıp benden bazı konularda açıklama istetiğiniz mesajı yazmışsınız. Ben ikinci sayfanın başındaki mesajı bitirip de birinci sayfayı açtığımda sizin birinci sayfadaki mesajınızla karşılaştım ona cevap verdim ki bu arada siz ikinci sayfada benim cümlelerimle ilgil yeni bir değerlendirme de bulunmuşsunuz. Bu dördüncü cevabım oluyor bu konuda. Ben bir tanesiyle bırakmak istiyordum ama 4 oldu... Korkuyorum şimdi ben bunları yazarken siz ikinci sayfanın sonunda 1. sayfada sorduğunuz sorulara verilen cevapları değerlendirdiğim konuya cevap vereceksiniz ve işler iyice karışacak. Saçmalamak ve dezenformasyon... Talihsiz sözler olmuş. Kendiminkilerden bahsediyorum. Ama o arada biraz sinirliydim sanırım. Keşke forumda okuduğum cümlelere hemen bir karşılık yazmasam da biraz daha sabretseydim. Sinirle yazılan yazılarda üslup da ziyadesiyle sertleşiyor... Saçmalamakla itham ettiğim kişilerden özür diliyorum. Saçmalamayla ilgili kelimelerimin "yanlış bir değerlendirme olur" ifadesiyle değiştirilmesi uygun olur. Zaten bu tipten değerlendirmelirin hakkaniyete uygun olmadığını belirtmiştim. O yüzden ayrıca bir de saçmalamaktan bahsetmem biraz saçma olmuş... Dezenformasyon meselesi ise beklenilip görülecek bir meseledir. Dediğim gibi ortalıkta puslu bir hava mevcut. Bakın, bir dönem hizbullahçı diye yakalananların 2 ay tutuklu kaldıktan sonra salıverildiklerini gördük. Ladinci diye yakalananların yine aynı şekilde serbest bırakdıklarını gördük. İhaleye fesat karıştırdıkları belgelendikleri söylenenlerin salıverildiklerini gördük. Şimdi Allah-u Ekber diye bağırdığı ve türban için yaptığı söylenen bu adamın eymeninin arkasından başka bir şey çıkar mı onu düşünüyoruz. Biz müslümanların gönlü istiyor ki inşallah türban için yapmamıştır... Ama hem içki içip hem de radikal islamcılık mümkün olan birşey değildir bildiğimiz kadarıyla. Kanal 7'nin ısrarla bunu ispatlamaya çalışması manidar geldi bana bu sebeple...Gerçekten eylemi bunun için mi yapmış bu konuda sanığın kendisinden televizyon ve gazetelere ulaşan bir haber yok. Ancak görgü tanığı olduğu söylenen kişilerden böyle bir açıklama geldi. Şu nu aklımızda tutalım türban için yaptığını sanık kendisi söylemiş. Kime, ne zaman, nerede...Polise mi söylemiş, savcıya mı... Adam henüz konuşamadı bile...Medyamız defaatle dezenformasyona gitmiştir. 28 Şubat sürecini yaşayanlar bunu çok iyi bilirler. Aslı astarı olmayan birçok haberin yayınlandığını hatırlıyoruz. Andıçlama vakıalarını hatırlıyoruz. Böyle bütün medyanın aynı sesten hareket etmesi benim gibi düşünen birçok insanı biraz daha bu konuları teferruatlı incelemeye ve haberleri acaba bir hata bir yanlışlık var mı, bir dezenformasyon var mı tavrıyla incelemeye sevketmektedir. Birşeyi eksik bırakmışım... Düzeltmek zorunda kaldım... Bu kişi gerçekten radikal islamcı olabilir. İçki içip içmemesi mesele değil. Bu cinayet ve yaralamaları gerçekleştirmiştir. Yine biz müslümanların gönlü istiyor ki keşke başka bir mesele, başka bir saikle bu eylemi gerçekleştirmiş olsun. Çünkü bu vakıadan bu insanların kendi ve ailelerinden sonra en fazla zarar görecek olan islam ve müslümanlar olacak gibi görünüyor. Bugün yapılacak bir türban anketiyle 1 hafta yapılacak türban anketi arasında sanıyorum ki müslümanlar açısından nefatif olacak sonuçlar çıkacaktır. İslam korkusunu törpülemiştir bu eylem...Bu eylemi devletimiz bir kişinin yaptığı bir eylem olarak değil de terör faaliyeti olarak değerlendiriyor. Bahsedilen görgü tanığı kadının da neden 2 veya dört kişi değil de üç kişiden bahsetmesi terör (organize suçla mücadelede eyleme katılan kişilerin en az üç kişi olması gerektiğini burada hatırlatayım) değerlendirmesine ne kadar kolay sebep olmuştur. Artık göz altı ve soruşturma şekli değişik olabilir. Tutuklanacağı kesin olan birinin gözaltı süresi uzasa ne olur uzamasa ne denebilir ama gözaltı süresi açıklama yapamayacağı bir süredir. Sanık hele bir mahkemeye çıksın ondan sonra türban, radikal islam, şeriatçilik gibi konular ancak o zaman sarahate kavuşacaktır. En azından ben öyle sanıyorum. Biz bu eylemden hem insanlık adına ve hem de zararının bize dokunma ihtimali olduğu için üzgünüz. Hz. Ömer hani diyordu ya "Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu yese bundan ben sorumluyum"... İşte bu eylemin (eylem deyip duruyorum ama cinayet ve yaralama uzun olduğu için bunu kullanıyorum yoksa eylem tabiri böyle bir vakıa için pek uygun değil) AKP'ye ve birtakım müslümanlara (Kendilerine islamcı diyen) mal edilmesi de aynısı bir durumun vaki olduğunu gösteriyor. Adamın biri laiklikten haz almıyor, AKP'nin suçu, adamın biri dini saikle yargı mensuplarını öldürüyor AKP'nin suçu ve hatta neredeyse türbanı savunanların suçu...Yine sinirleniyorum galiba.... Selam ve tekrar saygıyla...
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Gece kuşu, yukardaki sözlerinize aşağıdaki alıntı sanırım ufak da olsa cevap olur.. Bu olaya karşıyım. Hemde şiddetle... Ama yapılan eylemi doğru değerlendirip, bundan hiç suçu olmayan insanların sorumlu tutulmasını da istemiyorum. Türkiye de bazen devlet refleksif tavırlar takınıyor. Bunlar tarihimizde mevcut. İstiklal mahkemelerinin kuruluşu öncesinde yaşananları, Ahmet Emin Yalman'a sıkılan kurşun neticesinde topyekün tutuklamaları biliyoruz. Bazı arkadaşlar biz müslümanların takiyye yaptığını belirtilyorlar. Tipik örnek... Buyrun... Yanlış anlamayın, gerçekten sanki müslümanlar bugünlerde bu konuda söyledikleri sözler hakkında sanki samimiyet testine tabi tutuluyor gibiler. Ben gerek insan hayatına verdiğim önem, gerekse dinimin verdiği önem ve gerekse eylemin gerçekleştirildiği kişiler bu ülkenin aydınları olduğu için karşıyım. Böyle bir anlam çıkıyorsa sözlerimden gerçekten çok çok özür diliyorum. Samimi bir şekilde (bugünlerde bu kelimeyle başım hiç hoş değil hatta kullanmak dahi istemiyorum) bu eylemi kınayanlar müstesna... Ama bu eylemden dolayı olmayacak sözler söyleyenler, bu eylemden dolayı genel mahiyette karalama kampanyaları başlatanlar bu sözlerimin hedefidir. Yoksa ben yapılan eylemi içlerinde gerçek bir burukluk ve acıyla hissedenleri asla hedef almadım, almam da...Çünkü aynı şekilde biz de üzgünüz. Olaya zaten ziyadesiyle karşı duruyorum. Ancak vukuat bellidir cezası bellidir...Evet, bu eylemin psikolojik, sosyolojik arka planı da araştırılmalıdır. Ama bu eylemden sorumluluğu olmayan insanların hedefe alınmalırı üzücüdür. Ben geçmişteki uygulamaları hatırladığım için burada olaya daha dikkatli yaklaşılması gerektiğini belirttim. İstiklal Mahkemesi uygulamalarını hoş bulan arkadaşlar var mı içimizde... 12 Eylül sonrası uygulamalarını esefle karşılamayan var mıdır? (belki de vardır) Zorbaca, müslümanlık olmaz. Cinayetlerle çözüm olmaz. Hele bu yargıya karşı yapılıyorsa çözümsüzlük kangrenleşir. Bunlar bilinen şeylerdir. Ama şu an hiç de yapılmayan şey selim akılla hareket edilmemesidir. Tabi ki eylemi kınayacağız ama eylemi eylemci üzerinden kınamak yerine başka yerlere göndermede bulunmak.... Arkadaşlar lütfen yapmayın dediğimde de sanırım forma katılan herkes kastedilmemişti. Kaç tane saldırı oldu ben merak ettim... Sanırım bu kadar yeter... Son olarak dezenformasyon meselesine gelirsek; İşte buna dikkat etmemiz lazım... Kanal7 gitti Sanığın staj yaptığı avukatla görüştü. Adam yanımda içki içtiğini görmedim ama içiyordur herhalde dedi, sokaktan birine soruyorlar o adam ise içki içerdi diyor.Hatta bir kaç kez aynı birahanede bira içtiğini gördüğünden bahsediyor. Kanal7 nedense illaki adamın içki içtiğini kanıtlamaya çalışıyor. Bu islamcı dezenformasyon. İçişleri Bakanı arkasında neler var herkes şaşıracak diyor. Yine aynı avukata soruyorlar nasıldı diye içe kapanıktı diyor adam... Bu kez yine Kanal7 muhabiri devreye giriyor ve agresiflik var mıydı diyor... Kamera suratına doğrultulmuş adam dikkatsizce evet biraz vardı diyor. Kanal 7 Kendince agresif ve içki içen bir kişinin eylemi yaptığını söylüyor. Bir kadın ortaya çıkıyor ve avukatı bir gün evvel üç kişiyle şiddetli şekilde tartışırken gördüğünü söylüyor. Bu arada ben neden bu kadar avukatın içerisinden hiçbirini hatırlamıyorum kadının bu cümlesinden sonra şiddetle merak ediyorum. Tabancada acaba 2 şarjör mü kullanılmış. Bunu da merak ediyorum. Eğer iki şarjör kullanılmışsa (polisiye bir akıl yürütme) adam ya gayet soğukkanlı olmalı veya hayli hızlı... Belki şanstan iki şarjörü kullanabilmiştir. Ve konuda daha önce sorduğum sorularla bunları birleştirmeye çalışıyorum. Mesele siz de tahmin edebilirsiniz ki böyle bir eylem müslümanlara hiçbir şey kazandırmayacaktır. Kazandırmamıştır da... Bu tipten bir eylem hem insanları dinden soğutacak ve hem de dine karşı bir kalkışma,direnme, bastırma eyleminin belki de ateşleyici unsuru olacaktır. Tarihimizde bu böyle olmuştur. Bu kişi bunları tahmin edemeyecek kadar aptal mıydı? Eylemi gerçekleştirdiğine göre evet aptaldı... Sonuçları daha dikkatli değerlendirmek şu bir kaç günlük haberleri yakından incelemekte fayda var. Unuttuğum bir şey daha var. Vakit gazetesiyle ilgili medyanın büyük kısmındaki hasımane tutum. Vakit hedef göstermiş midir yoksa onlar başka bir şeyin derdindemiydiler bilmiyorum. Ama 95 yılındaki bir vakit vakıasının olayın gerçekleştiği günün hemen ertesinde bugünkü haberle aynı anda gündeme sokulması da düşündürücüdür. Bu ve buna benzer değerlendirmeler, Tayyip Erdoğan'ın Danıştay Başkanının konuşmasını yarısında salonu terketmesi, Meclis Başkanının 23 Nisan açıklamaları şu an sanki birer suçmuş gibi değerlendiriliyor... Bu eylemler de gösteriyor ki selim akılla hareket edilmiyorda refleksif bir tavır sergileniyor imajı uyandırıyor. Ben bütün cevapları ve bütün derdimi bu forumda bir yazıyla anlatayım diye genel hatlarıyla herşeye değinmeye çalışmıştım ilk mesajımda o sebeple aynı konu içerisinde gerek üzüntü ve gerekse bundan sonra yapılması gereken ile yapılmaması gereken hakkında birşeyler söylemek istedim. Selam ve saygıyla...
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Bu gerçekten Başbakanın konuşması mıdır bilmiyorum ama, (günün mana ve önemine binaen böyle espriler yapmak hoş olmuyor ama) hakikaten harika bir iş çıkarmışlar... Bu yazıyı yazan her kimse onu tebrik etmek boynumun borcu oldu... Zeka karşısında apışıp kaldım...Yanlış anlaşılmasın cümleleri tasvip etmiyorum, işçiliğin hakkını vermek lazım.. Bu arada gelincik, "Yazınızda halen bir kınama göremiyorum" diye bir cümle etmişsiniz. Arkadaşım yapmayın böyle. Kınama Tayyip Erdoğan'ı, A.Aksu'yu, C.Çiçek'i, B.Arınç'ı sizin gözünüzdeki suçlu konumundan çıkardı mı? Çumhurbaşkanımız kınadığında bu güzel bir davranış olarak telakki edilirken bahsettiğim isimler bunu yaptığında takiyyeye mesnet teşkil ettiği düşünülüyor. Haddi zatında biz müslümanlar böyle bir eylemi kınasak dahi sanmıyorum ki kafanızdaki terörist, katil müslüman imajı etkisini yitirsin. Kaldı ki herkes bir eylemi kınayıp kınamamakta serbesttir. Bir daha hatırlatayım, herkes kendi eyleminden sorumludur. Bu eylem neticesinde farklı farklı yerlerin suçlandırılması hukuka uygun değildir. Hakkaniyete uygun değildir. 80 öncesinde solcu ve sağcıların arasından birbirlerini vuranlar darbeden sonra ayrım yapılmadan topyekün bir kovuşturmaya tabii tutulmuşlar ve çok ağır hak ihlelleri olmuştur. Tarihimiz bir kişinin işlediği suçun onun düşüncesine mensup insanlara ceza verilerek giderilmeye çalışıldığının en önemli numunelerine sahiptir. Bu kişi sadece kendi eylemiyle ve kendisi cezalandırılmalıdır. Yok laikliğe, yok cumhuriyete topyekün bir kalkışmadan bahsetmenin saçmalamaktan başka bir anlamı yoktur. Hadise bireyseldir kollektif bir kalkışma yoktur. Bireysel vakıaların bireysel sonuçları olmalıdır. AKP'nin (bu partiye mensup değilim ve tutarsızlıklarını şiddetle eliştirdim de) suçlu olarak cezalandırılmaya çalışılması ise tamamen saçmalamaktır...
-
DANIŞTAY'DA "TÜRBAN" DEHŞETİ... (Danıştay İkinci Dairesi üyelerini 'TÜRBANLI ÖĞRETMENE müdürlük yolunu kapatan karar yüzünden hedef aldığını' söyle..)
Selamlar... Arkadaşlar, eylem değilse bile sonuçları sanırım bir menemen vakıasına benzeyecek. İstiklal Mahkemelerinin kurulmasını bekler oldum desem yeridir. Evet saldırıyı kınıyoruz. Bunu sizin memnun olmanız için de yapmıyorum. Hadise bireysel ama hemen kollektif sonuç çıkartıyorsunuz. Eylemi gerçekleştiren bir adam ama nedense, nasılsa bütün inananlar neredeyse ateşe atılacaklar. Arkadaşlar lütfen yapmayın. Tarihte menemen vakıasını yaşadık. İstiklal Mahkemelerini yaşadık. Sonuçta özgürlük herkese gereklidir. Bugün bu cendere islamcılar için kurulursa yarın başkaları için de kurulabilir. Tekrarla hadise bireyseldir. Vakıayı gerçekleştiren bir kişidir. Bütün bir islam toplumunun zan altında bırakılmasını da şiddetle kınıyorum. Tarihte buna benzer bir vakıa daha var. Yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Üzmez (lise öğrencisiydi o zamanlar) Ahmet Emin YALMAN'ı vurduğunda toplu tutuklamalar yaşanmıştı. Bu adamın yaptığı eylemle AKP'nin bir sorumluluğu, müslümanların bir sorumluluğu, milliyetçilerin bir sorumluluğu yoktur. Sizlere soruyorum, bir CHP'li bir AKP'liyi vursaydı bütün CHP'liler sorumlu mu tutulacaktı. CHP'li yerine siz çeşitli düşünce platformlarını, siyasi görüşleri ekleyebilirsiniz. Şimdi demokrasimiz, hukukumuz, haklarımız için daha dikkatli tespitler yapmak zorundayız. Zira ortada puslu bir ortam var ve inanılmaz bir şekilde dezenformasyon mevcut. Bu sebeple hemen suçlu aramadan/bulmadan önce selim akılla hareket etmek zorundayız... Ayrıca buraya bir soru ekleyeyim yeri gelmişken... Bir avukat acaba bir kişiyi, iki kişiyi öldürmekle veya vurmakla türban sorununun çözülemeyeceğini ve hatta arkasından bugünkü gibi tepkilerin geleceğini düşünemez mi? Dahası tarihimizde bizler biliyoruz ki böylesi hadiselerin akabinde islam ve islama mensuplar iyice köşeye sıkıştırılmamışlar mıdır? Bu avukat bunları bilemeleyecek kadar cahil midir? Bu soruların cevapları aslında bizi doğru yola sevk edebilecek sorulardır... Tekrarla bu saldırıyı kınıyoruz...Müslümanların derdi kişilerle olmamalıdır, biz topluma bir zihniyet bahşetmenin derdindeyiz. En azından kendi adıma bunu söyleyebilirim. Bizler; *(en azından kendi inançlarımızı yaşayabilmek için) hür, insani, katılımcı, eşitlikçi, yerleşik değerlere saygılı, baskıcı-tutucu olmayan demokratik bir anlayışın hakim kılındığı, özgürlüklerin baskı değil teminat altına alındığı bir yönetim tasavvurundayız. Zaten bu belirttiklerim demokrasinin işleyiş mekanizmasıdır. Zihniyet meselesi ise bu değerlerin hakim kılındığı bir toplumdur. Şiddet çözümün değil sorunun müsebbibidir. Tekrar selamlar ile... * Bazı arkadaşlar demokrasiyi niye illaki istediğimizi soruyorlardı... Evet demokrasiyi biz müslümanlar yukarta belirttiğim şey için istiyoruz. Yani ki demokrasi artık bu kadar baskının altındaki müslümanlar açısından bir çıkış kapısı olmuştur... Tolstoy'un "itiraflarım"ına benzedi. Ama burada benim bunu açıklamam bir takiyye yapmadığımı gösterir. Evet bizler kendi inançlarımızı yaşayabilmek için demokrasiyi istiyoruz...
-
EVRİME İNANMAYAN ATEİST VAR MIDIR?
Cümlelerin gerisini bir kenarda bırakalım.. Suheda, Sağol. Cümlelerin gerçekten beni fazlasıyla mutlu etti... Gerçekten bir başıma konuyu devam ettirmeye çalıştığımı ve hatta hiç okunmadığını düşünerek hayli bocaladım. Bu uğraşa değer mi, değmez mi diye bayağı düşündüm. Kimse cevap vermek zorunda değil ama benim konuyu devam ettirmem ancak bunların dikkate alındığını bilmemle mümkündü. Yoksa gerçekten bundan sonra yazacaklarımı genel bilgilere değil, teferruatlara girerek anlatmak zorundayım.. Bu da haliyle sıkıcılığın daha da artacağını bana gösteriyor. Konuyu basit şekliyle anlatmaya çalıştığımda dahi karşılık bulamayınca ağırlaştırırsam hiç bulamayacağım zehabına kapıldım ve artık bırakma zamanı gelmiştir dedim. Hasılı, şimdi bu uğraşa gireyim mi girmeyeyim mi diye düşünmeye başladım. Farkettiğin gibi cevabından önce bu uğraştan vazgeçmiştim. Allah kerimdir değil mi... Bakalım ne olacak... ve tekrar çok sağol...