bekir tarafından postalanan herşey
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Tartışma üslubumda asla, ciddi misiniz, yani bu mudur, bu sebeple mi toz koparıyorsunuz gibi sorular yoktur. Sevmem... Ahlaki de bulmam.. Ancak, dediklerinize diyecek açıkcası bunların haricinde de bir söz bulamıyorum. Sorularıma cevap mı vermiş oldunuz yani söylediklerinizle. Tartışmada klişelerden nefret ederim. Siz en büyük klişelerden biri dinin siyasete alet edilmesiyle başlamışsınız. Biraz özgünlük istesem kusur mu etmiş, yoksa çok şey mi istemiş olurum. Konuyu veya sorularımı ayrı minvallere çekerek, ayrı minvalde değerlendirerek cevaplandırmak ne kadar kötü.. Hiçbir cemaat mensubu olmayan ben... Sizin belirttiğiniz Türk Halkından biri olan ben.... Laikliği mi islamı mı (artık birarada yaşama imkanı bırakmadınız maalesef) seçmeliyim. Hangisinden vazgeçmeliyim. Ama önceki tespitime de dikkat edin. Türkiyenin kurucu unsuru olan laiklik değildir. Bu kelime 1937 de anayasaya eklenmiş, çok sonra işlerlik kazanmıştır. Bunu da unutmayalım. Sizce böylesi bir durumda Türk Halkı hangisini seçecektir. Demogoji değil, objektif bir cevap beklesem acaba hata mı etmiş olurum.. Selamlar ile.... Anlaştığımız noktalar elbetteki mevcut olacaktır, yoksa tartışmanın ne anlamı kalır...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
[ Türklerin CAHİL, TEMBEL, FAKİR, RADİKAL İSLAMCI, DELİ, BARBAR ve TEHLİKELİ olduklarını düşünüyor.[/b] Sevgili arkadaşlar Türkiye Cumhuriyeti ve onun kurucusu yüce önder Atatürk’e yönelik içten ve dıştan gelen bilinçli saldırılar, artık Cumhuriyet’e ve Ata’sına yürekten bağlı Türk ulusunun sabrını taşırma noktasına getirmiştir. Radikal islamın, daha da açıkçası şeriat özlemi çekenlerin, hak etikleri dersi ve cevabı, ülkenin vatansever halkından gereken şekilde almalarının zamanı gelmiştir.. O nedenle, kimse gizli emelleri için meydanı boş bulduğunu sanmasın! Türk halkı; Demokrasi dışı özlem taşıyanlara, zamanı geldiğinde içte, gereken dersi demokratik yollarla, dışta da hain emelli yabancı güçlere her platformda hak ettikleri cevabı Türk milletinin şiarına uygun biçimde kararlılıkla verecek ölçüde; Cumhuriyet’ine, Atatürk’üne, vatanına, bayrağına, demokrasi ve laikliğine inanç ve sevgiyle bağlı bir millettir… Herkes bunu böyle bilsin! İslamcıların cehaletinden, fakir, tembelliğinden değil, Türklerin algılanmasından bahsediyorsunuz. Zannımca. Olabilir, bu durum Osmanlının üstlendiği misyon ve yaptıklarının bir neticesidir. Sadece Osmanlıya bağlamak biraz kaçış olur zannımca. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de bugüne kadar bu kötü bakış açışısını değiştirecek birşey yapmaması düşündürücüdür. Türklere güven olmaz onlar başbakanlarını astı sözü Batılı bir mütefekkire aittir. Başbakanımızı dahi asacak kadar tehlikeli bir milletiz biz... Veya buna ses çıkarmayacak kadar uysal bir milletiz. Sayın Objektivist.. Tarihi büyüklükte bir soru soracağım. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Milli Mücadeledeki en önemli çıkış noktası nedir. Şöyle sorayım soruyu.. Bu halkı galeyana getiren, canını vermeyi göze aldıran, yurdunun savunmasını temin ettiren nedir, hangi düşüncedir. Laiklik mi? İnkılapçılık mı? Cumhuriyet mi? Bağımsızlık ve islama karşı gavurun tasallutudur. Bu halk, Laikliğe saldırı olduğunda değil islama saldırı olduğunda yine harekete geçecektir. Bir kıyaslama yapıyorsunuz. Atatürk'ü ve dindarları karşı karşıya bırakmaya çalışıyorsunuz. O halde ben sizden çok daha öte gideyim ve bu toplumda ve sizin kafanızda dahi sorulamayan o zor soruyu sorayım. Atatürk ve İslam inancı karşı karşıya geldiğinde ikisinden birini bu halk seçmek zorunda bırakıldığında bu halk hangisini seçecektir. Türk Halkı derken, sanki herkes kast ediliyormuş gibi geldi bana... Elbette biz müslümanlar vatanına sonuna kadar bağlı insanlarız dinimize bağlılığımız kadar, vatanımıza ve dinimize tasallut edecek elleri kırmaya da hazırız.. Şimdi ben bahsettiğiniz Türk Halkından biriysem, dini mi savunmalıyım, yoksa karşı karşıya bırakmak istediğiniz ve dinime özgürlük imkanı tanımadığını düşündüğünüz Kemalist ideolojinin getirdiği, laikliği mi? Bu ülkede sadece islam tehlikededir. Laikliği savunmak üzere ordu, anayasa mahkemesi, danıştay, cumhurbaşkanı ve daha da önemlisi bir batı medeniyeti var.. Tehlike de olan tüm dünyada olduğu gibi müslümanlardır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahi Türkiye de laikliği korumaya çalışmaktadır. Siz boşuna kendinizi tehlikede hissetmeyin. Türk Halkının müslüman kesimi tehlikededir. Türk Halkı dediğimiz halkın asli değeri, ona tarihteki gücünü vereh laiklik değil, islamdır. islamdaki cihad inancıdır. O sebeple siz de biliyorsunuz ya, dillendiremiyorsunuz ayrı mesele, islam ve laikliği mümkün olduğunca karşı karşıya getirmemeye çalışıyorsunuz. Biz islama değil, Başörtüsüne değil, siyasi simge türbana karşıyız falan diyorsunuz..Hadi erkekçe, biz islamın bu ülkede güç kazanmasını istemiyoruz deyin de olsun bitsin...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
***Zaten din denen şeyi insanlara, ergenlikten sonra inandıramazsınız... Bunun için küçük yaşlardan itibaren insanın beynini yıkamak gerekir. -Dogmatik bir cümle daha... Ben bilinen örnekler diye kısaca şu isimleri sayayım. Martin LİNGS, Cat STEVENS(Yusuf İslam), Muhammed ESED... Yoksa bu kişiler hala erginliğe girmediler mi? Paygamber efendimizin tebliğini kabul eden sahabeler ergenliğe ulaşmamışlar mıydı..Harika bir ilme ve teknolojiye sahip müslümanlar beyin yıkamanın da tekniğini bulmuşlar ne ala. Bir ara bana da bir format atsalar iyi olur herhalde, beynim fazla dolmuş galiba...Düşünemiyorum... ***Cinsel isteğin sadece ateistlerde olduğunumu sanıyorsunuz? Bu istek yeme-içme gibi bir ihtiyaç olmasın sakın? İslam zinayı yasaklarken neden cariyeliği ve çok eşililiği de yasaklayamamış? O zaman görürdük inanç ve uygulamayı... Cami-okul mesele için ; her cuma ve bayram namazlarında, cemaat uzatılan bisküvi kutularını parayla doldururken aynı duyarlılığı eğitim için göstermemektedir. Para toplamanın prosedüründen bahsetmedim.Çocuğu okuldan para istediklerini söylediğinde "hay başlayayım okuluna da, ..." diye başlayan küfürler sıralamaktadırlar. Kesilen kurbanın derisini camiye yetiştiren çok insan gördüm de, "okulumuzun şu eksiği var, şuna bir el atalım" diyen insan sayısı maalesef çok az... -Cümlemi zorla mı böyle yorumluyorsunuz. Kafanıza silah mı dayayan var yoksa... Ben dinden kaynaklanan sınırlar var diyorum. Ateizmde ise böyle bir sınırlama mevcut değil diyorum. Yoksa tabi ki ben de bir kızı ayarlayıp yatağa atmak isteyebilirim. Ama dinim haram demiş ve ben buna uymaya çalışıyorum. Kutu meselesine gelince, bir ara eğitimciler de bir kutu uzatsın bakalım ne olacak. Kurban haddi zatında uhrevidir ve bağışlandığı yerinde uhrevi bir ihtiyaca münhasır olması daha güzeldir. Bir de müslümanların, okullara değil de camilere bağış yaptıkları gerekçesiyle eleştirileceklerini düşün/e/mezdim. Devletin korumasının olmadığı bir alanda (camileri kast ediyorum) halkın inançlarının korumaya çabalaması gereklidir. Kaldı ki, okulların kurban derisi kabul etmek bir yetkileri de yok. Bu yetki yanlış hatırlamıyorsam, TSK'ya ait. 28 Şubat sürecinde camilere verilen derilerin halkın direncine rağmen TSK mensuplarınca zorla camilerden nasıl alındığını biliyor, hatırlıyoruz. Camilerin imam ihtiyacını dahi karşılayamamaktadır devletimiz. Böylesi bir durumda harhalde halk kendi inançlarını devam ettirmenin tek yolunun camilerin hayatlarını idame ettirmesine bağlı olduğunu görüyor. Tekrarla, devletin okulları korumak, kollamak gibi bir yükümlülüğü var. Nasıl ki, halk; adalet, içişleri, çalışma bakanlığına ait teşkilatlara yardım yapmıyorsa, milli eğitime bağlı okullara da yapmayabilir. Yine de yardım edilen okullar var ya.. hadi neyse... Neden çalışma bakanlığına yardım yapmıyorsunuz diye halka sorulmuyor ama okula yapmıyorsunuz diye soruluyor. Bu tevhidi tedrisatın getirdiği vicdan sorunsalı. Okul-cami kıyaslaması. Bilinçaltımıza ne kadar da iyi yerleştiğinin bir göstergesi... ***Felsefe düşünmedir. Sorulara yanıt aramadır. Felsefe sana dinin tersine düşünmeyi öğretir. Halbuki din sana sorgulamayı, düşünmeyi değil, olduğu gibi iman etmeyi dayatır... 9-13 yaşlarım arasında, 4 yıl okul tatillerimi Kur'an kurslarında geçirdim ben. Ne öğrendim biliyor musun? Ne anlama geldiğini bilmediğim yığınla arapça dua, ve arapça harflerin okunuşunu... Matah bişeymiş gibi ben öğrendikçe de sırtım sıvazlanırdı... Vayyyy be Kur'an'ı arapçadan okuyor ne büyük meziyet !!! Sahih hadisle, olmayanı teist arkadaşlar çok rahat ayırt edebiliyorlar zaten.. Kafalarındaki din anlayışına uygunsa sahih, uygun değilse uydurmadır. Bu yöntemin temeli de çocukluk çağlarında atılır zaten... Felsefe dediğimiz olgu tanrı ve yaratılış merkezli bir düşüncenin tezahürüdür. Dini tartışılamaz görüyorsak, bu forumda bugüne kadar neyi tartışıyoruz. Bu arada, ne anlama geldiğini bilmediğiniz şeyleri öğrenmeye çalışsaydınız inanın bugüne kadar anlardınız. Kalın kafalı biri değilsiniz. Gerisine hiç değinmeyeceğim. Sataşma var...sataşma var... ***Kaç kişi... Siz saydınız mı?Şaka şaka... Benim hurafe olarak gördüğüm şey de aslında bu. Bidat olarak adlandırdığımız şey bu. İtikadımızca yardım (insani bir yardımdan bahsetmiyorum) ancak Allah'tan dilenir. Dua yalnız ona edilir. Ruhban sınıfı yoktur derken, Allah'la insanlar arasında bir aracıya yer yoktur diyoruz aynı zamanda..Okutup, üfletenlerin içinde bulundukları buhran bunun müsebbibi olabilir, veya cehalet... Psikolojik sorunlarda kişilerin bundan medet ummaları durumunda belki çözüm dahi olabiliyordur... Bilemeyeceğim... Sonuç olarak dini inancın ortaya çıkardığı bir durumdur... Ama nedense islamiyet bunları içinden söküp atamamış. Bunca insanın vardır bir bildiği değil mi? Tıpkı özel dini günlerde türbelerin dolup taşması, çaput bağlanıp mum yakılması vs.vs. gibi.. Dini inanç değil. Dine dayandırılmaya çalışılan inanç. Daha öncede belirttiğim gibi, islama islami olmayan birçok uygulama sokulmuştur. Bunların temizlenmesi gerekiyor. Belirttiğiniz türbe ziyaretleri hakkında Diyanet'ten birçok kereler açıklamalar yapılmıştır. Türbelerde dahi yazmaktadır. Dua yalnız Allah'a dır. Yalnız ondan yardım dilenir. ancak insanların inançlarını bir anda değiştirmesini beklemek de saflık olur. Bunlar bilimle aşılacaktır elbette... ***Türban siyasi bir simgedir. O kadar kırsal bölge gezdim, hiç birinde türbanla karşılaşmadım. Türbanda ısrar edilmesinin altındaki sebepleri hepimiz biliyoruz. Türban ile başörtüsünü aynı kefeye koyarak konuyu çarpıtan sizlersiniz. Kara çarşaf keşke sadece moda ile ilgili bir konu olsaydı da bahsi hiç geçmeseydi... -Meclis Başkanımız türbanın ne olduğunu, şeklini belirleyin. TSE standartlarını belirlesin dedi. Yasak koyan kurumlar standartlarını belirlesin dedi. Kim çıkıp da işte şudur, şöyle şöyle bağlarsanız bu türbandır dedi. Bunun haricinde başınızı örtüp gireceğiniz yere girebilirsiniz dedi. Hiç kimse... Hiç kimse... 71 yaşındaki bir kadın, yeşilkartlı bir kadın türbandan ne anlardı da, hastaneye kartındaki resim "başörtülü" olduğu gerekçesiyle alınmayıp da ölüme terkedildi. Bu mudur türban...16 yaşındaki kardeşim, siyasetten ne anlardı da başını açmak zorunda bırakıldı. Evet türban siyasi bir simgeyse siyasi simge olmayan başörtüsünü tanımlayın, ve hadi başörtüsüyle üniversiteseye giriş serbesttir deyin, diyebiliryorsanız... Lütfen komik olmayın...Bilmezden gelmeyin. Takiyye yapmayın... Zira hemen hiçbir şey beni kırmasa da bu konuda inanılmaz şekilde bocalıyorum. Üzülüyorum. ***Bugün İran veya suudi arabistan daki cezalandırma şekilleri de islama uygun değil." demişsiniz... Peki o cezalandırma sistemini nereden almışlar? Kendimizi malı çalınanın yerine koyarsak, el-kol kesmeyi makul karşılayacağımızı mı düşünüyorsun? O zaman yanılıyorsun... Şaka yollu değinmiştim. Suudi Arabistan da gördüğümüz bir vakıa vardı. adamın birini vince bağlayıp başaşağı asarak cezalandırıyorlardı. İslamın çıktığı devirde vinç bile yoktu. Ağaca bağlayıp asmış olabilirler mi? Cezalar ancak gerçekten hakedenlere verilmelidir. İhtiyati suçlulara veya...Hz. Ömer kıtlık yıllarında para karşılığı zina eden bir kadına recm cezasını uygulamamıştı. Cezanın caydırıcılık fonksiyonu yoktu zira. Normal bir zamanda kadının bunu yapması imkansızdı. Ceza uygulamasında adaletin tecellisi için bu gibi uygulamaların baz alınmadığı yönetimlerin islama aykırılığı tartışmaya bile gelmez. ***Geri kalmışlığa tepki göstermek... Garip bir cümle olmuş doğrusu. Geri kalmışlığa tepki mi gösterilir. Bence hayır. Buradaki çözüm tepki değil, ilerlemenin yollarını aramaktır. İtikadımıza ve peygamberimize yönelik bir saldırı da ise herhalde bir tepki gösterilecektir. Ama olay fazlasıyla provake kokuyor. Aslında her tarafı yakıp yıkmak da yok. Büyükelçilikleri hedef alan saldırılar devletin büyükelçilikleri kendi halkından korumaya çalışması neticesinde bu kadar arbedenin yaşanmasına neden olmuştur. Bu da devletin görevi..Ben yine de bir Filisitin de bir Bağdat ta yaşanan katliamlara bu şiddet de tepki verilmeyip de karikatür için bu kadar tepki verilmesini tepkiyle karşılıyorum. Olay fazlasıyla provakasyon kokuyor. İslam korkusunu artırmak için çabalanmış izlenimi uyandırdı bende.. Size garip gelmesini yadırgamıyorum.. Zira siz geri kalmışlığa neden olarak, 1400 yıl öncenin köhnemiş kuralları olduğunu düşünmüyorsunuz. Provake edilenler ne adına provake ediliyorlar peki? Sivas olaylarında provake edilenler ne adına provake edilmişlerdi? Ben cümleniz garip dedim. Geri kalmışlığa tepki mi verilir allah aşkına. Kaç yıl geçti sivas olaylarının üzerinden Hayli uzun zaman. Ama sivas olaylarının toplumumuzda açtığı korku, bugünkü karikatür karşıtlığı gösterilerinde de batıda islama karşı beslenen korkuyla aynı minvalde. İkisinden de nasiplenen islam korkusunu insanların beynine yerleştirip bundan nemalananlardır. Sivas olaylarında devletin tedbirsizliği de tartışılması gereken ayrı bir vakıa.. Bu kadar tedbirsizlik ancak kastla mümkündür ama...Neyse... ***Açıkça söyleyemediklerinden kuşkumuz yok... Kapalı kapılar ardında müritlerine bu söylemlerde bulunanlar söyledikleri açığa çıkınca soluğu yurt dışında almaktadırlar. Artık her nedense seçtikleri ülke, söylemlerindeki gibi yönetilen islam ülkeleri değil de, hep batı ülkeleri oluyor... Ben zaten belirttiğiniz kişiden fazlasıyla tedirgin olan biriyim. Tutarsızlık budur. Yok dinlerarası diyalog, yok ılımlı islam.. aslında fazlasıyla da merak ediyorum. Ilımlı islam deyip duran bu adamın nasıl bir şeri devlet kuracaktı. Açıkça dahi söylenemeyen bir şeriat söyleminden rahatsız olmanız beni hem şaşırttı ve hem de tedirgin etti.İçimden geçen düşüncelerin farkında olabilirsiniz diye fazlasıyla korktum. ***Marks'ın ne dediği umurumda değil.. Komunizmi savunan biri de değilim. İslam'ın neden örnek alınabilecek devletler kuramadığını soruyorum... Ben bir tane kurmuş dedim. Medine İslam Devleti. Ama siz kabul etmediniz. Benim açımdan komünist, ateist olmanız birşeyi değiştirmiyor. Bunun bir önemi yok. Ben denilene bakarım. ***Belirtmem gerekmiyor sanmıştım. Son olarak Danıştay'ın başörtülü bir öğretmenin sokakta dahi başını açması gerektiği konusunda verdiği kararı hatırlıyoruz. Bu kararı verenlerin müslüman oldukları bizce düşünülemez. Gayri müslimlere müslümanların parası veriliyor. Ama dediğim gibi bu durum başlı başına bugün bizce sorun olarak telakki edilmiyor. ***Danıştayın görevinin, yalnızca dine karşı bir tutum sergilemekten ibaret olduğunu ima ederek konuyu basitleştirmek hukuk eğitimi aldığını iddia eden birine yakışmayacak cinstendir. Bu konuda bugün çıkan bir alıntıya yer vereceğim. Belirttiğiniz imada da bulunmadım ve böyle bir iddiada bulunmakda kimsenin haddi değildir. Sınırlayım. Konuya bakan Danıştay'ın belirli bir dairesidir. Daire kararını oy çokluğuyla vermiştir. Oyların çoğunu veren kimseler diyeyim. Yukardaki cümleme bir bakınız. Ben kararı dahi zikretmişim. Kararı vermeden şöyle birşey deseydim haklıydınız. Danıştay veya Anayasa Mahkemesi Türkiye de müslümanlara karşı durdurma, engelleme mekanizmasının adıdır. Peki böyle bir cümle etmiş miyim. Hayır... Şimdi alıntıya geçiyorum: Danıştay 2. Dairesi, yurtdışındaki okullarda görevlendirilmek üzere açılan sınavda Türkiye ikincisi olan Abdullah Yılmaz'ın atamasını, öğretmen eşinin okulda peruk takması ve günlük hayatında tesettüre uygun giyinmesi sebebiyle yapmayan Bakanlık Değerlendirme Komisyonu'nu haklı buldu. Türk cumhuriyetlerindeki okullarda görevlendirilmek üzere DSP-MHP ANAP koalisyon hükümetince 2000 yılında açılan sınava girerek Türkiye ikincisi olan ve mülakatı da başarıyla geçen Eskişehir Anadolu İmam Hatip Lisesi Din Kültürü Dersi öğretmeni Abdullah Yılmaz, MEB'in "görevlendirilmeniz uygun görülmemiştir" tebligatıyla karşılaşınca, DSP'li Metin Bostancıoğlu'nun başında olduğu Milli Eğitim Bakanlığı'na dava açtı. Yılmaz, Eskişehir İdare Mahkemesi'nden bir sonuç alamayınca davayı Danıştay'a taşıdı. MİT 'EŞİ BAŞÖRTÜLÜ' DEDİ Danıştay İkinci Dairesi, 13 Mayıs 2005'te Yılmaz'ın temyiz istemini reddederek, 'yurtdışı görevin kendine has önem ve özelliği' ile MİT raporunu gerekçe gösteren yerel mahkemenin kararını oybirliği ile onadı. Eskişehir İdare Mahkemesi ile Danıştay 2. Daire'nin kararlarını verirken, Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından verilen raporları esas aldıkları belirtildi. MİT raporunda, "Yılmaz'ın aynı okulda görevli öğretmen eşi Ayşe Yılmaz'ın okula perukla gelip gittiği ve günlük hayatında tesettüre uygun bir şekilde giyindiği" belirtiliyor. Danıştay Savcısı Celalettin Yüksel ise Eskişehir İdare Mahkemesi'nin kararının bozulması gerektiğini belirtti. Davacının hakkında yaptırılan istihbarat sonucunda yurtdışı göreve gönderilmediğinin dosyadan anlaşıldığını belirten Yüksel, tamamen istihbari nitelik taşıyan 'üzerine atılı suç sebebiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığı'nca Yılmaz hakkında takipsizlik kararı verildiğini belirtti. Yüksel "Hukuki bir delil olarak kullanılması mümkün olmayan, istihbarat çalışmasında tespit edilen hususlara dayanılarak tesis edilen idare mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir" ifadesini kullandı. Danıştay, Abdullah Yılmaz'ın, MİT raporunda eşinin başörtülü olması gerekçesiyle yurtdışına gönderilmemesini hukuka aykırılık bulmazken, Eğitim-Sen üyesi öğretmenin MİT raporuna dayanılarak yurtdışına gönderilmemesi kararını ise hukuka aykırı bularak iptal etti. Danıştay 2. Dairesi 12 Aralık 2004 tarihinde verdiği kararında öğretmen hakkında düzenlenen MİT raporunu dikkat almadı. Kararda "Davacının yurtdışında görev almasının genel güvenlik ve asayiş yönünden ne gibi sakıncalar yaratacağının somut olarak ortaya konulamadığı, izinsiz afiş yapıştırmak suçundan Alaşehir Sulh Ceza Mahkemesinde beraat ettiği, diğer bilgilerin istihbari nitelikte bilgiler olduğu, idarece açılan sınavda başarılı olan davacının hakkında yaptırılan 'arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması' sonucunda tesbit edilen hususlara dayanılarak yurtdışı göreve gönderilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır" denildi. ***Yaratılışçı kesim içinde hiç müslüman ilim adamı yok galiba. Bilim adamlarının tamamı dinsiz. Yaratılışçı kesim dediğiniz için diyorum. Hristiyan, yahudi, müslümanlar arasında hiç mi bilim adamı yok. Daha öte gideyim. Hindu, tao (Yaratılışa mı inanıyorlar gerçekten) adını telaffuz edemeyeceğim yaratılış inancına sahip kişiler arasından hiç bir bilim adamı evrim teorisi saçmadır, yanlıştır dememiş öyle mi? Soru: Dünya nüfusu ne kadardır, Ne kadarı yaratılışa inanmaktadır, Ne kadarı yaratılışa inanmamaktadır. Yaratılışa inananlar arasında hiç mi bilim adamı yoktur. Evrim teorisi hakkında kitap yazan yaratılış manyağı hiç mi bilim adamı yoktur. Dogmatik cümleler sarf etmeyin lütfen. O bizim harcımız. Hem evrim teorisini kabul edip, hem de insanoğlunun Adem'den türediğine inanmak abestir. Ben öyle birşey mi dedim? Nerede geçiyor?evrim teorisini kabul edip de insanoğlunun Adem'den türediğini mi söyledim. Allah Allah... Bu nasıl bir yorumdur vallahi anlamadım. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, yukardaki cümlelerimden bu anlam çıkmaz, çıkamaz. Sanırım papanın amerika da genel ev sorması durumuna düştüm. Hani Papa amerikaya edeceği ziyaret öncesi uyarılmış. Dikkat edin papa hazretleri, amerikalı gazeteciler çok tehlikedir söylediklerinizi iyice tartın demişler. Papa uçaktan inerken bir gazeteci sormuş. Amerika daki genelevler hakkında ne düşünüyorsunuz diye papaya. O da amerika da genelevmi var demiş.İyi bir cevap verdiğini düşünerek. Ertesin gün gazete manşetleri şöyle: Papa iner inmez genelevleri sordu...Biz müslümanların da fıkra bilmeleri ne garip ***Halkın dini duygularını istismar ederek oy avcılığına soyunanlar ve bunu başaranlar tarafından yönetildiğini biliyorsam bu konu beni de ilgilendirir. iktidara gelindikten sonra, dini kullanarak sahte gündem maddeleri oluşturuluyor, oynanmaması gereken taşlarla oynanmaya çalışılıyor ise bu beni de ilgilendirir. Oynanmaması gereken taşlar. Cumhuriyetin temel nitelikleri.. Halka karşı, halka rağmen demokrasi. Off...off.. Acaba birgün halkın çoğunluğunun isteğinin olup da, azınlığın haklarının da korunabileceği bir sistem olacak mı? Ya da azınlığın haklarının çoğunluğun haklarına galebe çaldığı bir yönetim den kurtulunabilecek mi? ***Bugün islama uygun bir devlet yoktur demiştim sizinle daha önceki bir tartışmamızda. zekat müessesesi adaletsizliğin giderilmesi için Medine İslam Devletinde tam manasıyla uygulanıyordu. Şumdi uygulanıyor mu?Hayır. Faiz yasaktı. Şimdi uygulanıyor mu? Hayır. Adaletsizliğin temelinde özellikle faiz olgusu yatıyor. vs.vs. ***Demek adaletsizliğin temeli zekat ve faiz uygulamalarının yapılmaması... Yani zekat alabilecek duruma düşülmesinin nedenleri değil de, zekat vermemek. Keşke biraz da ekonomi okumuş olsaydınız... Keşke.. Ben de isterdim biraz da ekonomi okumayı.. Siz zekata takılmışsınız o yüzden "Adaletsizliğin temelinde özellikle faiz olgusu yatıyor" cümlemi dahi görememişsiniz. Ne diyim. Allah müstehakınızı versin. Birader, bugün Türkiyedeki yoksulluğun en önemli nedeni aldığımız borçların faiziyle boğuşuyor olmamız değil mi?Geri kalmış ülkelerin tamamının en önemli derdi bu değil mi?Borçlar yüzünden yatırım yapamamak. Çeviremediğiniz borçların faiziyle boğuşup, daha yüksek faizle borçlanmak. Yatırım ve atılımdan kısmak... Ne diyim ki. Ve ben ikisiyle sınırlamamışım. vs, vs. Ama bu ikisi uygulansa dahi adaletsizliğin büyük bir kısmı giderilebilirdi. ***Sizin tanrınız değil mi ki, "kiminize az, kiminize çok veririz. Bu sizin imtihanınız içindir" diyen. "İslami düşünceye mensup değil" dediğiniz durum için yeteri kadar ayet de sıralayabilirim isterseniz... Yani yukarda belirttiğiniz ayet düşüncenizi destekliyor öyle mi?Yani bize az verildi diye sadece yatacak mıyız? Yani bunu böyle mi anlamalıyız. Şaştım kaldım vallahi.. ***Forumdaki yazılarınız bir husumeti gösteriyor. İslama sanki bir hasımmış gibi davranıyorsunuz, yaklaşıyorsunuz. Her hasımlık bir yaralanmanın sonucunda doğar. Husumet gökten düşen üç elmanın payımıza düşen kısmı değildir. Birine hasım olabilmem için, o birince bir zarara, bir hakarete, bir derde düçar edilmem gerekir. Acaba ben biraz abartıyor muyum. İdrak sorunu olduğu kanaatindeyim.. Ben de aynı kanaatteyim. Ne garip...İnanın, zamanım çok fazla olduğu için bu kadar uzun metinler yazmıyorum. Ama cevaplarımın da doyurucu olmasını istiyorum. Lakin sizden bu karşılığı tam olarak bulamayınca biraz burkuldum. Klişelerle savunma yapıyorsunuz. Elbetteki daha iyisini başarabilirsiniz. Sonuçta her ne kadar birbirimizi etkilemeye çalışıyorsak da kendimizi geliştirmenin bir yolu da tartışmak değil midir? Biraz daha özeni haketmiyor muyum yoksa... Selamlar ile... Önümüzdeki bir iki gün yazacağınız birşey olur da cevap veremezsem şimdiden özür diliyorum. Bilgisayar elimin altında olmayacak ve belki bir iki hafta tatile çıkacağım..
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
***Hangi müslüman aile çocuğunu din seçimi konusunda özgür bırakmıştır sence? "O günah, bu günah,şu sevap" baskıları dinin empoze edilmesi değil midir? -Din seçimiyle, seçilen dine dayalı uygulamaların gösterilmesi farklıdır. İtikadımızda gönül rızasıyla yapılmayan bir ibadetin ehemmiyeti yoktur. Ancak, 8-10 yaşındaki bir çocuğun takvadan, huşudan anlaması da düşünülemez. Aile herşeyde olduğu gibi kendince güzel bulunan davranışı çocuklarında da görmek ister. Bu bir yetiştirme çabasıdır. anca ehli müslim insanların çocuklarının da günahkar-hadi ileri gidelim küffar diyelim- oldukları vakidir. Bu sebeple ailenin kendi dinince yetiştirdiği çocukların ileride istedikleri gibi yaşayamadıklarını söylemek tartışılır bir mevzudur. ***Bunun müsebbibi ateizm değildir... Bar ve pavyona gidenlerinde büyük çoğunuğunun da, kendini müslüman olarak tanımlayanlardan, bir tanrı inancına sahip olanlardan oluştuğundan emin olabilirsin. Cami-okul kıyaslamasına gelirsek; bir mahallede 3 tane cami varken 4.nün yapılması için para toplanması ne kadar doğru ? Konu cami (din iman) olduğunda pamuk eller cebe gitmekten geri kalmazken, eğitim için aynı duyarlılık neden gösterilmez? Bu güne kadar kaç mahalleden okul yapılması için bağış toplanmıştır? İnanç ve uygulama.. İçi boşaltılmış bir inanç. Zira islama göre zina büyük günahlardan biridir. Müslümanın yapmaması gerekir. Ben bu konuda ateizmi suçlamadım. Ama ateist düşüncede dinsel bir sınırlama olmadığı için ateislerin oralarda bulunması daha akla yatkın olurdu. Cami-okul meselesinde ise; Okul yaptırmak devletin bir yükümlülüğüdür. Camilerde ise devletin böyle bir yükümlülüğü olmamakla birlikte halk da kendi imkanlarıyla bunları yaptırmaktadır. Buna rağmen yine bilinen birşeyi söyleyim. Bugün okullarımızın birçoğu bizzat kişilerin katkılarıyla hayatlarını idame ettirebilmektedir. Camide bulunanlar için ilk önce inanç esastır. Cami kapısı dünyanın bir tarafının dışarda bırakılması gereken şeydir. (Aistein'in sözüne ne kadar benzedi) Bir de para toplama meselesinin işleyişi önemli. İlk önce müftülükten bu konuda izin alınması gerekiyor. Bunun içinde müftülüğe başvurarak şura için para toplanmasını istiyorum demelisiniz. Okulları gözetmek devletin görevi olduğu için herhangi bir okulca müftülüğe başvuruda bulunulduğunu sanmıyorum. Ancak, birtakım kimselerin imam hatip okulunda yatılı okuyan öğrencilerin iaşe bedelleri için para topladıklarını da söyleyeyim. Dikkat ettiğimizde burada dahi okul için değil, yatılı öğrenciler için para toplanmakta... ***Burada bana katılıyor musun, "sinema bileti parası" diyerek imada mı bulunuyorsun anlayamadım Sadece espri yapmıştım. Sadece ateisler espri yapacak diye bir sınırlama yok sanırım. (bir de bu ifade ne anlama geliyor tam olarak bilmiyorum, ama inşallah kötü bir anlamı yoktur, ben sadece sırıtmak istedim..Siz burada ekmek parası veya çorba parası deyin... İnşallah bir ara bir dilenci "Abi, Göthe'nin Faust'unu alacağım Allah rızası için para dese" ***Ebeveyn konusunda yazdıklarının müsebbibi de ateizm değildir. Kur'an kurslarına giden çocukların arap alfabesi ve bir kaç dua dışında ne öğrendiklerini, bunların o çocuklara ne kazandıracağını bana açıklayabilir misin? Kazanç... Maddi ve manevi diye ikiye ayırayım. Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü kişiye ne kazandırır. Veya Kur'an kursuna gittiniz mi hiç... Ne öğretildiği hakkında gerçekten ne biliyorsunuz. 7 yaşındaki bir çocuğun latin alfabesini öğrenmesi o yaşta ne işine yarayacaktır...Binalar, tepeden değil temelden başlanarak dikilir. Çocuğun ilk önce iman adına öğrenmesi gereken şey, sahih hadisle sahih olmayanı ayırmak değildir. ***Ben bir vejeteryan değilim. Kurban konusuna neden karşı olduğumu defalarca yazdım bu forumda. O 2-3 günde kaç hayvana eziyet edildiğinden, kaç çocuğun psikolojisinin etkilendiğinden haberiniz var mı? Kusura bakmayın, ben kurbanla ilgili yazılarınızı okumadım. Gözler önünde cereyan etmesi biraz burkucu. Yoksa bu durum, kurban günleri hariç sürekli cereyan ediyor.Sanıyorum ki, kurban günleri daha medyatik olduğu için belirttiğiniz durum vaki oluyor. Psikoloji meselesi de ayrı bir hikaye.. Bir kurbanımızı keserken çocukları içeri gönderiyoruz. Müstakil evin bu iyiliği var... Bu durum kolayca halledilebilir bir vakıa... Yeterki çözüm aransın.. ***Bu ülkede kaç kişi bu hacı-hoca takımının peşinden koşuyor, kaç kişi muska yazdırmak, okutup üfletmek için bu adamlara gidiyor haberin var mı? Kaç kişi... Siz saydınız mı?Şaka şaka... Benim hurafe olarak gördüğüm şey de aslında bu. Bidat olarak adlandırdığımız şey bu. İtikadımızca yardım (insani bir yardımdan bahsetmiyorum) ancak Allah'tan dilenir. Dua yalnız ona edilir. Ruhban sınıfı yoktur derken, Allah'la insanlar arasında bir aracıya yer yoktur diyoruz aynı zamanda..Okutup, üfletenlerin içinde bulundukları buhran bunun müsebbibi olabilir, veya cehalet... Psikolojik sorunlarda kişilerin bundan medet ummaları durumunda belki çözüm dahi olabiliyordur... Bilemeyeceğim... ***Normal giyinme diye bir kavram bilmiyor musunuz? Mini etek giyenler bunu dini inanç için mi yapıyorlar? Ya da ateist söylemlerde "karaçarşaf yasaklansın, herkes mini etek giysin" gibi bir söylemle mi karşılaştınız? Kara çarşaf yasaklansın... Hatta türban veya başörtüsü yasaklansın söylemiyle karşılaştık. Eğer başörtüsü yasaklansın deniyorsa, ki deniyor (bunun türban olarak adlandırılması konuyu çarpıtmaya yönelik bir çabadır) o zaman bizim de en uç örneği göstererek, mukabele etmemiz gerekir. Bu belaltı bir vuruş değildir. Normal giyinme diye bir kavram da açıkçası bana garip bir tanımlama gibi geldi. Ben moda ve demode kavramlarına itibar ediyorum. aslında uzun bir tartışma konusu. Ben mini etekliye, çarşaflıya, bikiniliye, hadi normal giyimliye, salvarlıya karışılmasından yana değilim. Demokrasi, özgürlük biraz da giyim de kendini gösteremez mi? ..... bir islamcı olarak demokrasi, insan hakkı, özgürlük gibi kavramlara sığınacağım ölsem aklıma gelmezdi. ***"Şeriatçıyım" söylemi daha uygun olabilirdi. Zira din adına , ya da dine dayandırılarak yapılanlar ortadadır. Şeriat vandalist bir düşüncenin ürünüdür (El-kol kesme, recm vs)... Ateizmin böyle bir sorunu yoktur. Daha korkunç geliyor değil mi? Şeriat denince aklınıza hemen elinizin, kolunuzun kesileceği geliyor. Hemen kendinizi hırsızın yerine koyuyorsunuz. Niye malı çalınanın yerine koymuyorsunuz. Bugün hepimiz demiyor muyuz, cezalar suçları önlemekte yetersiz. aslında kısas gerek.. Şaka şaka.. Belirttiğiniz durum islam tarihinde çok fazla tekerrür etmiş hadiseler değil. Bugün İran veya suudi arabistan daki cezalandırma şekilleri de islama uygun değil. Bunu geçiyorum...Hukuk fakültesi mezunu biri olarak, cezayı değil failin topluma kazandırılmasını baz almam gerekiyor... İslamcılıkla şeriatçilik ayrı kavramlar değil. ancak, bazı kötü niyetli kişiler, müslüman, islamcı, şeriatçi-başörtülü, türbanlı gibi kavramların ayrı olduğunu, biz ona değil şuna karşıyız demek suretiyle müslümanları ****** avlamanın peşindeler. Ve bunu büyük ölçüde başardılarda.. Aslında bu kavramların mahiyetleri aynı... ***Her konuda geri kalmışlıklarına tepki göstermezler, konu Muhammed karikatürü olduğunda ortalığı yakıp yıkarlar... Benim bahsettiğim tepki böyle bir tepki değildi. Geri kalmışlığa tepki göstermek... Garip bir cümle olmuş doğrusu. Geri kalmışlığa tepki mi gösterilir. Bence hayır. Buradaki çözüm tepki değil, ilerlemenin yollarını aramaktır. İtikadımıza ve peygamberimize yönelik bir saldırı da ise herhalde bir tepki gösterilecektir. Ama olay fazlasıyla provake kokuyor. Aslında her tarafı yakıp yıkmak da yok. Büyükelçilikleri hedef alan saldırılar devletin büyükelçilikleri kendi halkından korumaya çalışması neticesinde bu kadar arbedenin yaşanmasına neden olmuştur. Bu da devletin görevi..Ben yine de bir Filisitin de bir Bağdat ta yaşanan katliamlara bu şiddet de tepki verilmeyip de karikatür için bu kadar tepki verilmesini tepkiyle karşılıyorum. Olay fazlasıyla provakasyon kokuyor. İslam korkusunu artırmak için çabalanmış izlenimi uyandırdı bende.. ***Şeriattan kastedilenin ne olduğunu anlayamamış olmanıza ihtimal vermiyorum. Bahsedilen şeriat, devlet yönetiminin şer'i hükümlere göre olması isteği, yani teokratik devret söylemi. Şeriat ve şeriat söylemi farklı olmalı. İşin açkçası ortada teokratik devlet kurma söyleminde bulunacak erkek-babayiğit yok.. Hapishanenin yolları taştan. Bu sebeple şeriat söylemi mümkün değil. ***Komunizmin geçmişi, islama göre oldukça yenidir. 1400 yıl boyunca örnek bir devlet kurulamamışsa, açıkçası bundan sonrası için de pek umut olduğu söylenemez... Ayrıca Medine İslam Devleti'nin de ne derece örnek olabileceği tartışma konusu olabilir Marks'ta öyle mi diyordu. Yanlış hatırlamıyorsam O, ilk insanların komünist olduğunu söylemişti. Medine İslam Devletinin de örnek olup olamayacağını tartışmayalım isterseniz.. *******Bir tek siz vergi ödemiyorsunuz. Bu ülkede yaşayan insanların bir kısmı da müslüman nihayetinde. ve onlarda vergi ödüyorlar. Diyelim %50 müslüman. Bu müslümanlardan toplanan vergilerin bir kısmı dahi ayrılsa imamların maaşları fazlasıyla karşılanabilir. Sizin gibi biz müslümanlar da Danıştay veya Anayasa Mahkemesi (YÖK 'ü de içine alacağım ama bütçesi bir garip) ne ayrılan paralarımızdan rahatsızlık duyabiliriz. Ama bu başlı başına bizce bir sorun olarak bugün telakki edilen birşey değil. ---- Bu rahatsızlığınızın nedenini belirtebilir misiniz? Belirtmem gerekmiyor sanmıştım. Son olarak Danıştay'ın başörtülü bir öğretmenin sokakta dahi başını açması gerektiği konusunda verdiği kararı hatırlıyoruz. Bu kararı verenlerin müslüman oldukları bizce düşünülemez. Gayri müslimlere müslümanların parası veriliyor. Ama dediğim gibi bu durum başlı başına bugün bizce sorun olarak telakki edilmiyor. Nedense bunu iddia edenler bilim adamları değil de, hep yaradılışçı kesim oluyor. Zaten bilim adamlarının hepsi de din düşmanı olduklarından, dini karalamak için evrim teorisi diye bir şey uydurmuşlar.... Yaratılışçı kesim içinde hiç müslüman ilim adamı yok galiba. Bilim adamlarının tamamı dinsiz. Yaratılışçı kesim dediğiniz için diyorum. Hristiyan, yahudi, müslümanlar arasında hiç mi bilim adamı yok. Daha öte gideyim. Hindu, tao (Yaratılışa mı inanıyorlar gerçekten) adını telaffuz edemeyeceğim yaratılış inancına sahip kişiler arasından hiç bir bilim adamı evrim teorisi ........., yanlıştır dememiş öyle mi? Soru: Dünya nüfusu ne kadardır, Ne kadarı yaratılışa inanmaktadır, Ne kadarı yaratılışa inanmamaktadır. Yaratılışa inananlar arasında hiç mi bilim adamı yoktur. Evrim teorisi hakkında kitap yazan yaratılış manyağı hiç mi bilim adamı yoktur. Dogmatik cümleler sarf etmeyin lütfen. O bizim harcımız. ***Sonuç değişmez... Peygamberiniz ve sahabesi de araptı.. Bu gün dinde olduğu iddia edilen bir çok uygulamanın eski arap geleneklerinden kaldığının farkında olmalısınız... Bunu tartışmak istemiyorum. Arap taklitçiliği demiştiniz. Ben bu durumdan bahsediyorum. Sonuç bana kalırsa da değişmez. Peygamberimiz alman, sahabeler alman olsalardı biz yine onları takip edecektik. ***Size öyle gelmiş... Dinin siyasete alet edilmesinin,beni neden fazla ilgilendirmediğini düşündüğünüzü anlayamadım. Siz neden ilgilendirdiğini söyleyebiliyor musunuz? Dine inanmıyorsunuz. Dolayısıyla kandırılmak gibi bir sakatlıkla da karşılaşmanız mümkün değil. Din bu durumda sizin açınızdan siyasete alet olsa ne olur olmasa ne. Kandırılan sonuçta siz değilsiniz. Biziz. Yani biz inananlar kandırılıyoruz. *****Tanrı iddiasının reddi insanlığa neyi vaat ediyor. Bana kalırsa bir düşünce bir vaadi barındırmıyorsa o düşüncede sorun vardır. Bir düşünce bir red de bulunuyorsa bir iyiye yönlerdirme yapması gerekir. Ben, ateizm; komünizm veya kapitalizm eşdeğer veya benziyor demedim. Ancak, islam yerine dünyaya en fazla zararı vermiş kapitalizm yerine neden kıyasıya islamı eleştiriyorsunuz, zekanızı bu konuda kullansanız da beraber uğraşsak demek istedim. Siz ateizmi anlayamadınız sanırım. Ateizm sanki bir dinmiş gibi yorum yapmışsınız. Kapitalizmin doğurduğu sorunlar çözülebilir. Zira kapitalizmde tabu yoktur. Sorgulanabilir, çözüm yolları sunulabilir, bilinçlenilebilir. Dolayısı ile mücadele etmesi daha kolaydır. Elbette kapitalizmin ortaya çıkardığı sorunlar karşısında sizinle işbirliği yapabilirim. Ama bu İslam'ı eleştirmemem için bir neden değildir. O halde komünizm bir din midir? Kapitalizmin doğurduğu sorunlar çözülebilir mi? Keşke. Ama nasıl. Hadi sorgulayın, Çözüm yollarını gösterin. Uygulanabilir olsun. Bilim adamları defaatle bu konuda uğraş verdiler. Kapitalizm bir sümüklü böcek değil, tuzla veya üzerine basıp ezerek kurtulamıyorsunuz. Dünyanın her yanını istila etmiş, habir bir urdur. (Ne cümle oldu ama) Zekanın sınırlarını aşan bir işlemeyle devam ediyor kapitalizm. Yoksa dünyanın her tarafında bu kadar mağdur bulunduğunda marksın teorisine göre ihtilal şarttır. *******Düşünme konusunda haklısınız. Bence de ve itikadımızda da taklit makul değildir. Ama akıl da herşey değildir. var ile yok arasındadır. Yüceltilmemiştir. Yani ruh dediğimiz veya akıl dediğimiz şeyin bizzat kendisi gibi. Sınırlıdır. Bu da çok uzun bir tartışmanın mevzuu.. Yani demek istiyorsunuz ki, "söz konusu din olduğunda akıl bir kenara bırakılmalıdır" öyle mi? Söylediklerimden o mu çıkıyor. Ya da kasti mahsusla mı böyle yorumladınız. Bize göre dinin olmadığı alanda dahi (var mı gerçekten) akıl yüceltilemez. Ruhumuzun ve aklımızın ispatı yok. Sınırlı bir idraki yüceltmek nahoş bir davranış olur. Ama özellikle din konusunda aklın varlığı bizce daha fazla bir önem arzediyor. Forumun birkaç yerinde bu konuya atıf mevcut burada ayrıca tartışmanın yeri yok sanırım.. Bu durumun bir insanlık ayıbı olduğunu daha önce de vurgulamıştım. Bu sorunu İslamiyet'in çözeceğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz... Zira İslam bunu kendi içinde de çözememiştir. Adaletsiz gelir dağılımının en yoğun olduğu ülkeler İslam devletleridir... Bugün islama uygun bir devlet yoktur demiştim sizinle daha önceki bir tartışmamızda. zekat müessesesi adaletsizliğin giderilmesi için Medine İslam Devletinde tam manasıyla uygulanıyordu. Şumdi uygulanıyor mu?Hayır. Faiz yasaktı. Şimdi uygulanıyor mu? Hayır. Adaletsizliğin temelinde özellikle faiz olgusu yatıyor. vs.vs. ***Teknolojik (bilimsel) imkanlar elde edilirken bazen sizin inkar ettiğiniz "evrim teorisi" nden de faydalanılıyor. Bu gün bir çok hastalıkla mücadele edilmesini sağlayan aşı ve ilaçlar, evrim teorisinin ürünüdür. Hem kapitalizmi neden önemsiyorsunuz ki? Emin ol, bu da tanrınızın sizi bir imtihanıdır. Senin yapman gereken, buna karşı isyankar olmaman, sebat etmendir. Nasıl olsa bu dünya fanidir. Asıl olan öteki dünyadır. İmtihan için ne kadar sebat edersen, öteki dünyada ödülün o kadar bol olur. Belirtiğiniz islami düşünceye mensup bir yaklaşım değil. Ortaçağ avrupasında Kilise söylencesi bahsettiğiniz. Biz Müslümanlar, zalimler karşısında susmamaya çağrıldık. Hiç ölmeyecek gibi bu dünya için, yarın ölecek gibi ahiret için çalışmamız tembihlendi. Eşeğimizi sağlam kazığa bağladıktan sonra Allah'a emanet etmemiz söylendi. Şimdi soruyorum: Bu söylediklerimle, Sizin bahsettiğiniz ironik yaklaşım arasında uyarlık var mı? Biz sebat'ı ancak, yukardakileri yaptıktan gösterebiliriz. ***Neden yeterli olmadığı konusunda da "yeterli" bir açıklama yaparsanız memnun olurum. Forumdaki yazılarınız bir husumeti gösteriyor. İslama sanki bir hasımmış gibi davranıyorsunuz, yaklaşıyorsunuz. Her hasımlık bir yaralanmanın sonucunda doğar. Husumet gökten düşen üç elmanın payımıza düşen kısmı değildir. Birine hasım olabilmem için, o birince bir zarara, bir hakarete, bir derde düçar edilmem gerekir. Acaba ben biraz abartıyor muyum. Neyse; tekrar selamlar ile...Çok uzun oldu kusura bakmayın...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
*Ateizmin mutlak doğruymuş gibi empoze edilmesinden rahatsız oluyorum. Bilim insanı ateizme götürür dogmasından rahatsız oluyorum. Dinin empoze edildiğinin söylenmesinden rahatsız oluyorum. *Çevremde okul ve camiden çok bar, pavyon ve ne işe yaradığı belli olan cafeler görmekten rahatsız oluyorum. Cami okul kıyaslamasından rahatsız oluyorum. Sanki biri diğerinin düşmanıymış gibi. Bu klişeden inanılmaz rahatsız oluyorum. *En kolay sömürü aracı olarak dinin kullanılmasından rahatsız oluyorum. Eli ayağı tutan insanların Allah rızası (nasıl Allah razı olacaksı) için bir sinema bileti parası istemelerinden rahatsız oluyorum. *Ebeveynlerin çocuklarına daha fazla katkı yapmaları varken, işten dönüşlerinde televizyonun karşısına veya bir kahvehaneye kendilerini atmalarından rahatsız oluyorum. Aistein'in bir gününün de 24 saat olduğunu bilen ben çocukların hem Kur'an kursuna hem okula hem derse ayıracak zamanlarının olabileceğinin düşünülememesinden rahatsız oluyorum. Kur'an kurslarına giden öğrencilerin atom bombasının yapımı veya içkinin üretimi veya poker oynama teknikleri hakkında eğitim almalarından rahatsız oluyorum. Veya kız-erkek tavlama, yatağa atma yöntemleri hakkında bilgi edinmelerinden rahatsız oluyorum. *Kurban vahşetinden rahatsız olanların vejeteryan olmaları kuvvetle muhtemeldir. Onlara yapacak birşey yok. Ama ben de sokak ortalarında çocukların gözleri önünde hayvan boğazlanmasından rahatsız oluyorum. Bunun daha iyi bir düzene kavuşturulması lazımdır. Ancak, yılda 2 veya 3 gün süren bu arbede başlı başına nefretin temel nedeni olamaz, sizin gibi birinin 2 , 3 gün tahammül edebileceğini sanıyorum. *Hacı hoca takımından ben de rahatsız oluyorum. Belki hacı hoca takımı da sizden rahatsız oluyordur. Unutulmaması gereken şey, islamda ruhban sınıfı yoktur. İmamlık dahi bir meslek olarak ifa edilemez. Zaten maaşlı imam olgusuna bugüne kadar bir anlam veremedim. Böyle bir durum olsa olsa devletimizin maaşşız imam olgusuna tahammül edememesinden kaynaklanıyor. Ancak islama da uygun değil bu durum. *Karaçarşaflılar da Allah bilir mini eteklilerden sizin kadar rahatsız oluyorlardır. *Bugün aynı durum "İslamcıyım" diyenler için de geçerlidir. İslamcıyım diyen herkes birer ladin olup, ete kemiğe bürünmekte. Hemen biryeri havaya uçurmam lazım...Diğerlerinin etraftan uzaklaştığını veya sinsin sinsi sizi gözlediğini unutmayın... *Din, insanları uyuşturmaz, uyuşturmamalı. Belirttiğiniz durum hristiyanlık için geçerlidir. Bir yanağına vurulduğunda öteki tarafı çevirmek İslam da yoktur. Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır demiştir bizim peygamberimiz. Birçok şeye karşı en büyük direnişi bugün islam göstermektedir bana kalırsa da.. Müslümanların dünyadaki bunca haksızlık karşısında susma hakları yoktur. durma, bekleme hakları da... *Safsatalar ve şeriat söylemi. Bunlar net olmayan ifadeler gibi geldi bana. Anlayamadım. Hele de şeriat söylemi. İtikadımızca şeriat; yol olarak bilinir. Şeriat islama götüren yol olsa gerektir. Uzatmayım. Şeriat söylemini ben, islamı tebliğ olarak anlıyorum. Bana kalırsa bunda rahatsız olunacak birşey yok. Hangi düşünce daha doğruysa veya mensupları hangi düşünceyi savunursa rahatlıkla savunsun. *Nazariyat, tatbikatta istenen sonucu çoğu zaman veremiyor maalesef. Komünizm olgusuna baktığımızda teori hayli etkileyici ama uygulama da inanılmaz gariplikler yaşandı. Bugün uygulamada yok ancak tarihte Medine İslam Devleti kurulmuştur. Bugün biz müslümanlar böyle bir devlet özlemini içimizde barındırıyoruz. Ancak güün koşulları bunu sadece içimizde büyütebiliceğimizi gösteriyor. Yanlış anlaşılmasın, bir islam devleti kurmak istiyoruz ama bizi engelliyor demek istemiyorum. Artık bunun mümkün olmadığını söylemek istiyorum. Vakit bulduğumda bu cümleleri olgunlaştırmalıyım. *Bir tek siz vergi ödemiyorsunuz. Bu ülkede yaşayan insanların bir kısmı da müslüman nihayetinde. ve onlarda vergi ödüyorlar. Diyelim %50 müslüman. Bu müslümanlardan toplanan vergilerin bir kısmı dahi ayrılsa imamların maaşları fazlasıyla karşılanabilir. Sizin gibi biz müslümanlar da Danıştay veya Anayasa Mahkemesi (YÖK 'ü de içine alacağım ama bütçesi bir garip) ne ayrılan paralarımızdan rahatsızlık duyabiliriz. Ama bu başlı başına bizce bir sorun olarak bugün telakki edilen birşey değil. *Evet haklısın. Ben biyolojiden anlamam. Hatta sen biyolaji diye yazmasaydın ben bioloji diye yazabilirdim. Bu konuda ahkam kesmek de haddime değil. Ancak evrim teorisinin çöktüğünden bahisle hazırlanmış birçok VCD film seyrettim. Birçok tartışma dinlemiş bulundum. Bu tartışmalarda ara geçiş formu diye birşeyden bahsediyorlardı. Bulunamamış. Bu bile başlı başına bu teorinin çökmesine yetiyormuş. Neyse ben bu konuda pek birşey anlamıyorum. Zaten evrim teorisi kanıtlanmış olsaydı dahi ben dogmaya inanacaktım. *Biz müslümanların ki Arap taklitçiliği değil. Peygamber ve sahabe taklitçiliğidir. Eğer peygamberimiz, bir Alman olsaydı bu kez Alman taklitçisi mi olacaktık. Sanarım milliyetçi bir ateistsiniz. Önemi yok. *Ahlaksızlık; Hristiyan, Yahudi, Müslüman veya Ateist olmakla birebir gerçekleşen bir durum değildir. Dinlerin burada bir averajı vardır o da dinlerce nelerin haram olduğu belirlenmiştir. Ancak salt müslümanım diyen bir kimse ahlaklıdır diye bir kaide yoktur. İslama göre ahlaksızlığın mevcut tanımı ancak harama yakın olmakla mümkündür. İtikadımızca tanimi olmamakla beraber çokça günah işleyenler ancak bu kategorinin içerisine sokulabilirler. Çokça günah işleyen bir kişi de müslüman olabilir. Ama yine de şunu belirteyim. İtikadımızca günaha daha yakınsınız. Zira şirk de bir günahtır. Ama toplumumuzda daha çok zina ve kumar gibi olgular ahlaksızlık nitelendirmesi içine daha fazla dahil edilir. Şirkin ne olduğu konusunda toplum da oluşmuş tam tanım mevcut değildir. Bu sebeple belirttiğim günahları gerçekleştirmiyorsanız toplum adına müsterih olabilirsiniz... *Türbanın tartışılmasından benden daha fazla rahatsız olamazsınız. *Özellikle CHP gibi partilerin seçim öncesi vaatleri. MHP'nin Antalya Milletvekili Nesrin NAS'ın seçim öncesi başörtüsüyle boy gösterip mecliste başını açması. Yaşar Nuri Hocanın CHP milletvekilliği. AKP'nin seçim öncesi vaatleri...Hem dinin siyasete alet edilmesi açıkçası sizi fazla ilgilendirmiyor. Sadece sebepleri biraz daha uzatmak için yazdığınız klişeleşmiş bir cümle gibi geldi bana. Maalesef uzar gider dediğiniz konu anlaşılan pek fazla uzamıyor. Zira, dogmalarla ilgili 2 tane aynı anlama gelen cümle kurmuşsunuz. Tanrı iddiasının reddi insanlığa neyi vaat ediyor. Bana kalırsa bir düşünce bir vaadi barındırmıyorsa o düşüncede sorun vardır. Bir düşünce bir red de bulunuyorsa bir iyiye yönlerdirme yapması gerekir. Ben, ateizm; komünizm veya kapitalizm eşdeğer veya benziyor demedim. Ancak, islam yerine dünyaya en fazla zararı vermiş kapitalizm yerine neden kıyasıya islamı eleştiriyorsunuz, zekanızı bu konuda kullansanız da beraber uğraşsak demek istedim. Düşünme konusunda haklısınız. Bence de ve itikadımızda da taklit makul değildir. Ama akıl da herşey değildir. var ile yok arasındadır. Yüceltilmemiştir. Yani ruh dediğimiz veya akıl dediğimiz şeyin bizzat kendisi gibi. Sınırlıdır. Bu da çok uzun bir tartışmanın mevzuu.. Evet bugün gelinen nokta (neresidir, iyi midir kötü müdür-hem iyi hem kötü müdür yoksa sadece kötü müdür) insani aklın ürünüdür.. Kapitalizmin musallat olduğu coğrafyalarda açlık ve hatta susuzluk yaşanması insani aklın tezahürüdür. Ben, neden kapitalizmi eleştirmiyorsunuz derken, insanların kanlarıyla beslenen yamyamları sorgulamıyorsunuz da kapitalist aklın musallat olduğu müslümanlarla uğraşma gereği duyuyorsunuz diyorum. Evet, benim derdim de müslümanlar adına aklı kullanarak bu durumdan kurtulmanız diyorsanız, bu islam düşüncesinin atılmasıyla değil, teknolojik imkanların elde edilmesiyle olabilecek bir durumdur. İnançla uğraşmanın ne yeridir ve ne de zamanı. Bahsettiğiniz gerekçeler zannımca pek yeterli değiller. En azından forumun çeşitli kısımlarındaki yazılarınız gereğince yeterli değiller. Daha komplike sebepler olmalı islam karşıtlığı için sizin adınıza. Bu kadar basit gerekçeler bu husumetin sebebi olamaz gibi geldi bana.... Selamlar ile...Kendinize iyi bakın...
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
Bu forumda ve birçok yerde Genelde dinlerin ve özelde islamın dogmalardan neşet etmiş, dogmalarla örülmüş bir din olduğu, eleştiriye kapalı ve bilimsellikten uzak olduğu tezlerinin işlendiğini gördüm. Ben dinimin dogmalardan oluşmadığı bilincindeyim, ancak yukarda belirttiğim iddiaların doğru olma payını bir an kabul dahi edebilirim. Dinim dogmalardan oluşuyor olsa dahi ben bunu kabullenebilirim ve bu bende bir eksikliği meydana getirmez. Yani ki gocunmam, üzülmem sözün konusu dahi değil. Peki, şiddetli olarak; din olgusunun bir dogma olduğunu söyleyen (bunların ateistler olması kuvvetle muhtemeldir ) kişilerin derdi nedir? Soruyu biraz daha anlamlandırayım. Genelde dinlerin ve özellikle islamın kendine mensup olanlara yüklemiş olduğu bir tebliğ misyonu vardır. Müslümanlar kendilerine göre (islam olmayan kötüdür inancı) başka düşüncede bulunan kimseleri doğru yola çağırmak zorundadırlar. Ancak, ataizm dininin (pardon. siz onun din olarak telakki etmeye sanırım şiddetle karşısınız ama anlatacağım) mensuplarına bu düşüncenin bir tebliğ misyonu yüklemesi diye birşey namevcut.. Yok. Acaba ateislerin teisleri yani inananları kendilerine katmaya çalışmasının altında hangi düşünce yatıyor. Bugün idrakinde olduğumuz bir diğer olgu, özellikle Türk Aydınları içerisinde değer kazanmış olan bazı ateistlerin hristiyanlık veya yahudilik gibi dinlerle bir alıp veremediğinin bulunmamasına rağmen islama karşı negatif bir tavır takındıkları da aşikar. Acaba ateislerin islamla uğraşmasının temeli kendilerine karşı yegane gücün islam olduğunu kavramalarında mı yatıyor. (Kendilerine karşı güç.. ateisler arasında bir güç, ülkü birliği var mı? Bu başka bir tartışmanın konusu burada tartışmayın lütfen) Acaba islam ateislerin varlıklarına bir tehlike mi? Biliyoruz ki, kapitalizm veya komünizm (kapitalizmin yanında esamesi bile okunamaz ama sırf kalabalık görünsün diye yazdım) tehlikesi insanlığın en büyük belasıdır. İslam, hiçbir dönem insanlığın başının belası olmamış ve haddi zatında bir dönem insanlığın bazı kesimlerinin kurtuluşu olmuştur. İslam size ve insanlığa kapitalizm belasından daha mı fazla zarar verdi de islamı eleştirmek için bu kadar zaman harcıyorsunuz. Kardeşler, biri bana allah rızası için veya varsa kutsalları uğruna islama karşı ateist tutumun temelini, sebebini açıklasın. Şiddetle merak ediyorum. Ve lütfen imgelere, karmaşık cümlelere bulamadan olsun.. Zira insanların birbirini yanlış anlamaları doğru anlamalarından daha kolaydır. Yazar yanlış anlaşılacağına güvenirmiş. Ve söyledikleriniz, söylediğiniz, söylediğinizi sandığınız, duyduğunuz, duymak istediğiniz, duyduğunu sandığınız arasında farklılıklar varmış ve dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az dokuz etken bulunuyormuş... Bir edebi metini tartışmadığımız için herkesin anlamasını temin etmeliyiz. Özellikle de benim. Anlaşılır olsun.... Lütfen...Mümkünse yoruma meydan bırakmasın..
-
Bilgisayarınızı Otomatik Kapatan Program PC.Close (Türkçe)
Sağol dostum. Gerçekten ben de hayli bir zamandır buna benzer bir program arıyordum. Kurtsoft'un vardı onlarında site şu an çalışmıyor. Akşamları Winamp ta müzik dinlerken uyuyup kalıyordum ve bilgisayar da sabaha kadar açık kalıyordu, bu program çok işime yarayacak.
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
İslamın kadına bakışını, kadın haklarını, eşitliğini tartışacaksak tamam, ancak buradan yani kadından hareketle islama saldırmaya çalışıyorsak bu en büyük hata olur. Zira kadına miras hakkı tanıyan islamdır. Kadına boşanma hakkını tanıyan islamdır. Bunları İslam 7. Asrın 1. yarısında yapmıştır bunu aklımızdan asla çıkarmayalım. Yukardaki bu konudaki ilk mesajımın giriş cümleleriydi... Mevzu giderek islama saldırıya kaydı...Kadın haklarının tartışılmasına değil... Son cevaplarımı vererek kendi adıma tartışmayı bitireceğim. Zira ortada müslüman kadınların bu konuda bir dert yanması olmamasına rağmen, gayri müslimlerin neden islamda kadının boşanma hakkı yok... gibi bir hücum etmeleri var.. Sizce İslamda kadın hakları en ileri derecede verilseydi, bu sizin islama girmenizi temin edecek miydi.... Yada islama saldırmanızı engelleyecek miydi? Peygamberimi sadece Muhammed olarak isimlendirdiniz, ve yalancılıkla itham ettiniz... Rabbimi bir efsane olarak betimlediniz. Ve ben aptalca size birşeyler anlatmak için çırpındım durdum.. Halbuki niyetiniz halis değildi. Objektivistin son yazdıkları bir tartışmanın yapılmasını değil bir saldırının yapıldığının açık göstergesi.. Son kez tekrar ediyorum... Kur'an toplumsal hayatı en ince ayrıntısına kadar düzenlemiş değildir. Ahkam (hüküm)ayetlerinin sayısı 28 Şubat sürecinde Demirel'in de desteğiyle reforma tabii tutulmak istenilmiş ve 260 kadar olduğu belirtilmiştir. 260 kadar ahkam ayeti Kur'an da vardır ve bu o günkü toplumsal koşullarda insanların çokça canlarını yakan konularda olmuştur. Faiz, Zina ve erkeklerin çok eşliliği ve eşlerini rahatlıkla boşamaları gibi konularda bir sınırlama... Kur'an'ın indiği dönemde ve önceki dönemde kızların diri diri toprağa gömüldüğü hatırlanılırsa kadının haklarının islamdan önce olup olmadığı anlaşılır... ikincisi, islam bazı toplumsal yapıları bırakmış, bazılarını ise tamamen ortadan kaldırmıştır. Kur'anın indiği yıllarda kadınların boşanma gibi haklarını unutun...İslamdan önce kadın diye birşey yoktu... Kadın olgusu ve kadın ancak islamla şerefine kavuşmuştur. Kadına o dönemde boşanma hakkının verilmesi asla mümkün değildi... Verilse de kadın bunu kullanamazdı.. Hukukta bazen kanunlar uygulama alanı bulamadıklarından yürürlükten kalkarlar. Ya çok ileri bir kanun yapılmıştır ve toplumda o yönde bir faaliyet yoktur veya toplumun çok gerisinde kalınınmıştır. Kur'anı indiği dönemin hukuk nizamını düzenleyen bir konun olarak düşünenlere soruyorum. Kur'an kadına boşanma hakkını verseydi acaba bu uygulanabilecek miydi... Kur'an kadına bu hakkı vermemiştir ancak, kadın erkeği boşayamaz da dememiştir. Bu şekilde kadına daha ilerisi için serbest bir alan bırakmıştır. Faizdeki durum böylemidir? Hayır faiz o zaman yasaklanmıştır ve halen yasaktır. Koyduğu yasaklar kesindir. Alan bıraktığı kısımlar ise toplumsal gidişata göre düzenlenir. Kur'an ilk önce Arabistan da yaşayan bedevi bir topluluğa inmiştir ve onları bize örnek olacak şekilde düzenlemiştir. Kur'an toplumsal infial yaratacak bir ahkam getirmemeye, eğer böyle bir şey olacaksa alıştıra alıştıra bunu yapmayı yol olarak benimsemiştir. Zira hükümler insanlara inmiştir ve zorlaştırmamak ve kolaylaştırmak bu dinin prensibidir. Kur'an da kadının boşanma hakkının kadına verildiğine dair bir ayet olsaydı, bu bir infiale neden olabilirdi... Bu insanlar kadına önem vermeyip yakan gömen insanlardı bir ara... İkincisi hiç uygulaması olamayacak bir ayeti Allah Teala bildirmiş olurdu ki, bu mümkün değildir. Üçüncüsü bu durum yasak ilan edilmemiştir. 4. uygulamada evlenmeden önce kadın kocasından boşanma hakkını talep edebilir.. Bunu mehir olarak isteyebilir. Bu kadının islamda düzenlenen bir hakkıdır. Hatta mehir le beraber boşanma hakkınıda kocasından isteyebilir. İslam devletlerinde evlenme akti yapılırken kocanın bu hakkı karısına vermesi de bir kanunla sağlanabilir. Yeter ki bu konuda bir çözüm istensin, çözüm bulunur. Ama maksat bağcının kafasını kırmak olunca iş değişiyor, kusura bakmayın.. Gel, ne olursan ol yine gel, Yaradılanı severim yaradandan ötürü... Bu insanların ismini duyunca aklınıza ne geliyor... Nobel barış ödülü almış bir yahudi mi? Belirttiğiniz iki isim müslüman oldukları için kendilerini yaratılmışların en şereflileri sayan isimlerdendir. Şeyhinin kapısından eğri bir odunun dahi girmesine razı olmayan bir isimdir bahsettiğim kişi... Bu kişiler islamın örnekleridir, hristiyanlığın, yahudiliğin veya ateistlerin değil... Ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in bir hadisine rastlamamanız ne garip... Boşanmayla ilgili ne kadar hadis bulabilmişsiniz oysa.. (bu taksir mi kasıtlı bir eylem mi)Neyse... Peki Uhut da düşmanlarınca kılıç darbesine maruz kalıp da, yüzünden sızan kanlarının yere damlamaması için elini altına tutup,,, bu arada sadece, Allah'a rabbim bilmiyorlar, bilmiyorlar, onları affet diyen bir peygamberin insanların ayrım noktası olduğunu nasıl söyleyebilirsiniz.. Bu nasıl insaf... Kendinizi düşünün...yüzünüz parçalanmış, suratınızdan kanlar akıyor ve bu kanları yere düşürmemeye çalışıyorsunuz ve bunu sırf o kanlar yere düşerse insanların helak edileceğini bildiğiniz için yapıyorsunuz. Bu arada kendinizi unutup, rabbim bu acıyı dindir değilde bilmiyorlar, onları affet diye Rabbinize yalvarıyorsunuz... el insaf... Kutsallarınız üzerine insaf...Ben gazap için değil, rahmet için gönderildim diyen bir peygamber... İslama en büyük zulmü yapmış Ebu Cehil'in kapısına 30 defa dini tebliğ için gitmiş bir peygamberden bahsediyoruz. O müslüman olsun ve cennete girsin diye çabalamış bir peygamberden, bundan daha büyük bir hoşgörü, bundan daha büyük bir insanlık olabilir mi? Siz şimdi bunları da eleştireceksiniz. Ve verdiğiniz hadisler hala dostlarla ilgili... Biz, bizden olmayanlara yardım eli uzatırız, dostluk eli değil... Belirttiğiniz ayetlerden daha kısasını ben de tekrarladım. Siz hala benim yazdıklarıma itibar etmiyorsunuz. Siz onlardan olmadıkça onlar sizden olmaz dedim. Bu, siz gavur (müslüman olmayan herkes) olmadıkça onlar müslüman olmazlar demektir.. Ben sizin belirttiklerinizden daha ileri bir duruma işaret ettim. Bizim dost edinmememizi isteyen ayetin gerekçesini oluşturan bir ayeti yazdım... Siz hala dönüp dolaşıp dosluğa dair ayet ve hadisler yazdınız...Durum ne kadar doğruymuş... Bizim dost edinmemiz yasaklanmıştır, bu yardım etmemiz yasaklanmıştır demek değildir. Birine yardım etmek için dostluğu arıyorsanız eğer, dostunuz olmayanların vay gele hallerine... Allah dilediğine hidayet verirmiş... Dilerim sizlere de hidayet verir... selamlar ile...
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Çıkarılan yasa Anayasaya uygun olmak zorundadır. Kişisel, yasa çıkarılamaz. Demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Çıkarılan yasanın anayasaya uygun olmadığını düşünüyorsanız açarsınız bir dava, iptalini istersiniz. Böyle bir hakkınız var mı gerçekten? Kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine dava açma hakkı.. YOK... Peki 1982 anayasası demokratik midir? Hayır. Anayasayı yapanlar demokrasiyle oraya gelmediler. 1300 yıldır bir icma heyeti yok.. Tabi, daha fazla değilse.. Ama 100 yıldır Bizde Meclis var... daha uzun... Anayasaya aykılığı iddia edilmeden yürürlükte kendini bulan af kanınlarını bir inceleyelim isterseniz. Adamın biri kardeşinizi öldürüyor ve devlet af ediyor. Pardon Meclis.. Yani 550... 32 yerinizden biri sizi bıçaklıyor ve şans eseri ölmüyorsunuz, adamın meclisin çıkardığı bir kanunla salıverildiğini görebiliyorsunuz.. Hakkınız ihlale uğradı, hadi kanunun anayasaya aykırılığını iddia ederek anayasa mahkemesine dava açın bakalım. Mümkün mü? HAYIR...Kusura bakmayın bunlar konudan bizi uzaklaştırıyor... Sanırım Kur'an'ı bir ceza kanunu kitabı olarak görüyorsunuz ki, tanımlanmayan bir durumun yasak olamayacağını söylemişsiniz. Bu yazdıklarımla ulaşılabilecek bir sonuç değildir. İslam dininin temel prensiblerinden biri budur. Allah'ın yasakladıklarından uzak durmak yasaklamadıklarını ise yapabilmek..Bu net bir yorumdur... Dolayısıyla elde edilen değil. İllaki Kur'an da kadına bu hakkın verildiğine dair bir ayet istemişsiniz. Kur'an da örümcek adam diye süper bir kahraman da yoktur. Ne yapacağız şimdi. Ayetlerde yoktur örümcek adam yok mu (Tabi ki yok demeyin lütfen benimkisi sadece kinaye...) Kara çarşafa kapanan, erkeklerle aynı ortamda bulunmaları yasaklanan, sokakta bir erkek gördüğünde sırtını dönen Osmanlı kadınlarının, boşanma konusunda sıkıntılarının olmadığını söylemek hukukçu kimliği olduğunu öne süren birine yakışabilecek sözler değildir. Şeriyye sicillerinde kadının açtığı boşanma davalarına rastlamamızın şaşırtıcı olmadığını söylediniz. Bunlardan örnekler sunmak sizin için pek zor olmasa gerek. Yoksa sadece kocanın iktidarsız olması gibi belli bazı şartlara bağlanan davalara mı rastlayacağız ? Kadın bugün dahi boşanma konusunda sıkıntılara sahiptir. Ataerkil bir toplum yapısına sahip Osmanlı da bu sıkıntılara gark olmasını düşünmek izan dışı bir düşüncedir. Boşanma hakkı islamda yok diyen siz neden iktidarsızlık gibi bir nedeni yazdınız ona bir cevap verin. Bu hak acaba burada kullanılmış olabilir mi? Büyük islam ilmihali mi var elinizde yoksa Tüm o hadislerden sonra verdiğiniz "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" hadisinin benim iddiamı çürüttüğünü düşünmeniz, konuyu çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Zira "müslümanlardan başka dost edinmeyin" diyen bir dinin komşudan kastının tüm insanlar olduğunu düşünmek saflıktan öte bir şey olmasa gerek... Ben size bu hadiste düşüncelerinizi destekliyor, onu niye yazmadınız diyorum. Siz sırf muhalif olduğunuz için (kusura bakmayın sizi böyle adlandırmak istemezdim) düşüncelerinizi bu hadisle çürütmeye kalktığımı yazmışsınız. Bu hadis düşüncelerinizi destekliyor halbuki... Hadi bakalım siz yerimde olun da, artık, yazdıklarımın acaba gerçek mi, böyle mi gibi bir düşünceyle incelenmeyip de, sadece eleştirmek için incelendiği sonucuna varmayın... Evet müslümanlardan başkasını dost edinmeyin denmiştir. Siz onlardan olmadıkça onlar sizden olmaz denilmiştir. Dost... İslamda dost tabiri kardeşlik mesabesindedir. Bir insana yardım etmek için onun kardeşimiz olması gerekmez.. Onun dostumuz olması gerekmez. "Yaradılanı severim yaradandan ötürü" sözü, itikadımızın numunesidir. Bundan daha kapsayıcı bir buluşma alanı olur mu? Şeriye siciline gelince; Bu biraz zor olacak. 4 yıl evvel elimde fotokopiler vardı. Şimdi nasıl bulacağım ben de merak ediyorum.. Başbakanlık Osmanlı Arşivine uğramak lazım... Sicilleri tekrar gözden geçirmek... Çok zor olacak çok zor.. Hele de Adana daysanız daha bir zor olacak... Belki sonra... selamlar ile..
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Kardeş, işlerim gerçekten yoğun. Cevapların, yorumlarımın bir kısmına olmuş, bir kısmını es geçmişsin. Ben ise bütün tezlerine cevap vermek istiyorum. Cevabım gecikebilir bu sebeple... Bu arada hukuk fakültesi mezunu bir adama kanunun yapılma yollarını anlattığın için ayrıca teşekkür ediyorum. Lakin bir kanunun çıkartılmasındaki asıl sebebin gerçekten toplum yararı olduğunu düşünmek biraz zorlama bir düşünce olur. Bugüne kadar bir çok garip kanun metnini incelemek zorunda kaldım ve birçok kanunun kime hizmet ettiğini anlayamadım. ve lütfen kızmayın.. Kızgınlıkla tartışma, teati değil kavga olur... Demokrasiyi, halkın oyunu, seçime verdiğim anlam inanılmaz derecede yüksek. Ama bu demek değildir ki, kanunlara çok büyük bir anlam yüklüyorum. eğer sözlerime itibar etmiyorsanız, politika başlıklı tartışma alanındaki AKP iktidarı, hukuk devletini savunmak bana mı düştü, gibi başlıklardaki yazılarıma bakabilirsiniz. Kanunu yapanların tamamı hukuk fakültesi mezunu değildir, bunu da hatırlatayım. Konunun uzmanları tarafından çıkartılan yasa tasarısı demişsiniz... Yazık olmuş... Anayasa madde 88- Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekileri yetkilidir. Konunun uzmanları değil. Eğer bütün milletvekilleri konunun uzmanıdır diyorsanız, Sedat BUCAK'ın dahi bir dönem milletvekili olduğunu hatırlatayım.. Milletvekili seçilme yeterliliği nedir. Sanırım siz müçtehidlerin karar veremediğinden sonraki surat ifadesinin kaale almadınız. bu bir kinayeydi bence.. ama anlatamadıysam özür dilerim. Müçtehidliğin en önemli vasıflarından biri de sahih hadisle sahih olmayanı ayırmasıdır. Boşanmayla ilgili yaptığım saçma bir yorum öyle mi? Bana hukuku adres gösteren arkadaşım, soruyorum. Ceza kanununda tanımlanmamış bir eylem suç oluşturur mu? Açıklayayım: Eylemlerimiz yasak konulmayan yerde serbestlik vardır ilkesine uyar. Açıklayayım: Eğer sınırlandırma yoksa serbestlik vardır. Bu zorlama bir yorum değildir. Boşanmayla ilgili ... Çok fazla üstünde durduğunuz islam devletleri... Osmanlı bir islam devletiydi. Yoska islami bir devlet miydi!? Şeriyye sicillerini incelediniz mi hiç. Kadınların açtığı boşanma davalarına rast gelmeniz pek hayrete düşürecek bir durum değildir. Ve bu ne perhiz ne lahana turşusu denir ya hani... Sizinkisi o cinsten olmuş... Bir sürü hadis sıralamışsınız. Hem itibar etmiyorsunuz hadise ve hem de düşüncelerinizi desteklemek için hadisleri bana numune gösteriyorsunuz. Kendisi aç iken tok yatan bizden değildir'i yazmamışsınız. Biz tabirinin müslümanlar olduğunu sanırım hatırlayamadınız. Yani komşusu aç iken tok yatan müslüman değildir... şimdilik bu kadar, gerisine sonra cevap vereceğim. selamlar ile... kızmayın... yavaş yavaş... her nefis ölümü tadacaktır... Allahtan geldik ve yine ona döneceğiz. Bu bizim inancımız... Ben 30 defa Ebu Cehil'in kapısını tebliğ için çalan peygamberin ümmetiyim...Yazdıklarınıza sonuna kadar cevap vermeye çalışacağım. Selamlar ile...
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Hakim, kanundan aldığı yetkiye dayanarak hüküm verir. Bu kanunlar kimlerce yapılmıştır, kanunu yapan adamların yetkinlikleri nedir? Mecliste oy veren bu adamların seçilme şartları nelerdir? Neyse... Ulemalar demişsiniz. İhtimal ki ulemanın anlamının bilmiyorsunuz. Ulema ilim adamı demektir. İslamda ulema olarak kötülediğimiz (ilim adamına da güvenemiyoruz ) ilim adamlarının yetkisi içtihad alanında yoktur. Müçtehidlerin vardır. Müçtehid; içtihad eden demektir. Her müçtehidin fetvası ona inananları bağlar. Ama bu noktada ben icmadan bahsettim sanırım. Müçtehidlerden oluşan icma heyetince Kur"an ve sünnette olmayan ve yeni bir düzenlemeyi gerektiren konular sarahate kavuşturulacaktır. Ben Allah birdir dedikten sonra zaten bunun inananlar için böyle olduğunu belirttim, ayrıca sizin tekrarlamanıza gerek yoktu. Aklı ve mantığı herşeyin üzerinde gözen bizlerin yaptığı kanunlardaki bazı saçmalıklara anlam yüklemeye çalışıyoruz. İnanılmaz zorlu bir eğitimden geçip de yetişen/yetişmesi gereken müçtehide itibar etmeyip; 550 milletvekilinin salt çoğunluğuyla (seçilme şartlarını hatırlamam gerekir mi-bunların içerisinden hırsızların da çıktığını hatırlatayım bari) yapılan kanuna itibar ediyoruz. Bence, müçtehidlerin hükmü (icma) bu noktada daha üstün bir değeri hakediyor. Eğitimi kim veriyor diye sormayın lütfen, zira şu an böyle bir heyeti oluşturacak bir okulumuz, fakültemiz yok. Zaten onun yetişme yeri de orası olmamıştır. Bunlar bahsi diğer.. Ama 30-40 yıl islam eğitimi alan bu kişilerin Kur'an ve sünnet mantığına uygun olarak ettikleri icmaın, bir kısmı ilkokul mezunu olan milletvekillerince çıkartılan kanunlardan daha aşağı bir değere sahip olması ne kötü... Sahih hadislerin içerisinde akla-mantığa ter düşen vardır dersem ben Peygamberi kabul etmemiş olurum. Sizin de böyle bir yargıda bulunabilmeniz için sahih olan hadisle olmayan hadisleri tam olarak ayırmış bulunmanız gerekir. Peki müçtehidlerin bile yapamadığı bir ayrımı siz nasıl yaptınız da akla-mantığa ter düşen sahih hadislerin olduğunu söylüyorsunuz. Boşanmayla ilgili kısma da değineyim. Zaten tartışmanın başından beridir konumuzun can alıcı noktası buradır. Bana bu hakkın verildiğine dair bir ayet göster demişsiniz. Siz Bu hakkın verilmediğine dair bir ayet gösterebiliyor musunuz? Siz İslam denilince sadece Kur'an ı anlıyorsunuz. Biz Allah'a götüren bir yol anlıyoruz. Ve bu yolda; Yasaklanmayan şeyde serbestlik olduğunu biliyoruz. Allah'ın kesin olarak yasaklamadığı şeyler helaldir. Kadının boşanmasına mani bir ayet yoktur. Dolaylı bir yorum oldu galiba bu.. Kadının boşanma hakkı icma ile sabittir. Yani üçüncü sıradaki delille. Sünnette var mıdır bu incelemem lazım. Ama siz zaten sünneti kabul etmiyorsunuz. Kur'an ı da kabul ettiğiniz söylenemez ya... Uzatmaya hacet yok... İslam da kadınlar boşanma haklarını kullanmışlardır. Ki bu da islamın yeniliklere açık yüzünü ortaya koymaktadır. Şunu da hatırlatmadan geçmeyeyim bu noktada: Kur'an ve sünnette hüküm bulunmayan durumlarda hüküm verilemez demek, hem sahabenin sünnetine aykırıdır ve hem de islamın yerleşik tavrına aykırıdır. İslamın ilk yıllarında verilmeyen bazı hak ve yükümlülüklerin daha sonra insanlara verildiğini aklımızdan çıkartmayalım. Ben olması gerekeni daha önceki yazımda belirttim. Cevap verdiğim soruyu tekrar sormanızın bir anlamı yok. Eğer varsa bu sadece inatçılık sayılır. Neyin kriter alınacağı, uygulamanın nasıl yapılacağı belli. Eğer bugün islam ülkelerinde (tartışmanın başından beridir şu anda böyle bir ülkenin bulunmadığını belirttim ama sizin vehmettiğiniz yerler için böyle diyelim) salakça durumların yaşanması, oralarda islamın uygulanmasından değil uygulanmamasından, islamı yakınlaşılmasından değil, islama uzaklaşılmasından kaynaklanır. Bedevi bir topluluktan koca bir devlet kuran islami kimliğin kendisidir. İslam devleti ve islami uygulamalarda asr-ı saadet örnek alınarak çözüm aranmalıdır. Postmodernizmin tasallutu altındaki bireyler olarak, doruklarında süzüldüğümüz aklın ve bilimin, bizi çok daha iyiye götürdüğünü söyleyebili miyiz? Peygamber efendimizin peygamberliğinin son yıllarındaki o eski bilimle dahi bu kadar insan ser sefil bırakılmamıştı. Komşusu aç iken tok yatan insanların müslüman olamayacağı o dönem söylenmişti. Bugün birbirimize ne kadar uzağız. Bizi bir araya ataeizm mi getirecek, postmodernizm mi. Bunlarda ayrı tartışma mevzuları, kusura bakma... İnsanlar adına dertleniyorum. Açlar, sokakta evsiz barksız dolaşanlar adına dertleniyorum. Akıl ve bilimin 21 yüzyılda bu kadar ilerlemeye rağmen bu konulara bir çözüm bulmamış olmasına da fena halde içerliyorum. Bu mevzuları tartışmak değil derdim... Bizi tarih boyunca bir arada tutmuş, bizi bir ülkü etrafında birleştirmiş islamın bu topraklardan uzaklaşmasıyla bugünkü köhne, pis, zelil duruma düştüğümüzü de idrak etmemiz lazım. Aslımızdan, bizi biz yapan değerlerden uzaklaştıkça daha da kötü bir duruma düşeceğiz. İslam insanların ayrım noktası değil birleşme noktasıdır. Evet, hepimiz yapıyoruz, benim düşüncemin karşısındaki her düşünceyi ilk önce eleştiri amacıyla inceliyorum. Ama yapılması gereken bu değil. Bu yanlış. Yapılması gereken, acaba insanlığa sunduğu iyilik var mıdır bu düşüncenin demek. Evet, bana kalırsa islami bir düşünce vardır ancak islam düşüncedir demek yanlıştır. Biz inananlar bazı şeyleri düşünmeden kabul etmek mecburiyetindeyiz. Sizin açınızdan durum hiç şüphesiz böyle değildir ama, eleştiri yapmadan önce bu mantığı anlamaya bir niyetlenseniz. Bu herşeyi daha güzel kılacaktır. Uzun bir yazı yazdığım için vaktim fazla sanmayın lütfen. Hiçbir hazırlık yapmadan yazdım bu yazıyı. Ve şüphesiz eksiklikler, yanlışlıklar var...Şu an memur olmam cihetiyle çalışıyorum. Aslında bu işten kaytardığım bir andır ve islam ahlakına da aykırı. Daha sonra görüşmek üzere... vesselamü aleyk...
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
İslam'da boşanma hakkı kadına verilmemiştir. Boşanma hakkı yalnızca erkektedir. Sadece bu durum bile İslam'ın kadına bakış açısını anlamak için yeterlidir. Neden durumu hep erkek açısından ele alıyorsunuz? Kadının bu durumdaki halini düşünebiliyor musunuz? Koca hiddetine yenik düşmüş ve karısını üç talak ile boşamış. Karısının suçu nedir? Basit olarak Tanrınız şöyle de diyebilirdi; "Bu tür boşamalarda yeniden evlenmek için üç köle azad edin-3 deve kesin fakirlere yedirin-90 gün oruç tutun" vs.vs. Amaç caydırıcılık ise ve erkeği hedef alıyor ise kadının suçu nedir? Bunlar durumu kurtarma çabalarından başka bir şey değildir. -Boşanma hakkı kadına verilmemiştir demişsiniz. Hangi hükümden hareketle bunu söylüyorsunuz. Hasan Tahsin FENDOĞLU Hocanın Türk Hukuk Tarihi adlı kitabında kadının hanefi ve şafii mezheplerinde ki boşanma hakkı ayrıntısıyla anlatılmıştır. İlgini çekerse bir ara bak. Kadının boşanma hakkı mevcuttur. Bu bir... İkincisi, belirtiğin boşanma durumunda kadının suçlu olmasını gerektirecek ne kötülük var. Erkeğin başkasıyla birlikte olmasını şart koşmuyor. Kadınınkini şart koşuyor. Koca başka bir erkekle birlikte olan kadını nasıl kabul eder. Bunun koca açışından ağırlığını düşünsenize. Hem kadın başkasıyla birlikte olmadan evlenemez diye bahsettiğiniz durumu bir mute nikahı sanıyorsunuz galiba. Kadın başka bir evlilik yapacak ve bu evlilik sadece eski kocayla tekrar birlikte olmak için yapılmayacak, böyle bir evlilik geçerli de değildir. Madem kadının boşanma hak, yeni kocasından nasıl ayrılıp eski kocasıyla evlenebilecek. Anlaşma böyle yapılmış değil mi? İkinci bir evlilik yapıldığında bu evlilik ancak diğer boşanmalardaki gibi bir durumda yapılabilir. İslamda dalga geçer gibi nikah kıyılmasına ve dalga geçer gibi boşanmaya cevaz verilmemiştir. Boşanma Allah'ın en sevmediği helallerden biridir. Tekrar ediyorum, belirttiğiniz durumda kadının kendisini suçlu hissetmesini gerektirecek herhangi bir ceza yoktur. Ceza tamamen kocayadır. Tersini düşünün: Koca ikinci bir evlilik yapmadan eski karısıyla evlenemez denildiğinde bu koca için bir ceza mı olurdu? Bir öyle diyorsunuz, bir böyle... O zaman Kur'an hükümlerinin tüm zamanlar için olduğunu iddia etmeyin.. Kutsal bir kitaptan bahsediyorsanız ve tüm zamanler ve tüm insanlar için geçerlidir diyorsanız, içeriği de tüm zamanlara ve tüm insanlara uygun olmalıdır. "Kur'an bilim kitabı değildir" ya da "Kur'an her şeyi kapsamaz" diyemezsiniz. Eğer tanrı kelamıysa elbet uygun bir yolunu bulurdu. Hükümlerin hiçbirinde gelecek zamanı içerecek imalar yoktur. Hep o dönem baz alınmıştır. Bu da tanrı kelamı olamayacağının en açık göstergelerinden biridir. Hükümler dediğimi hatırlamıyor... İman esasları dedim sanırım. Yazdıklarıma dikkat etmeyen sizsiniz. Hükümlerin Kur'an'ın indiği dönemde dahi -ki bu 23 yıllık dönemdir- bazı hükümlerinin nesh edildiğini belirttim. Sanırım nesh'in anlamını bilmiyorsunuz. Yanılmıyorsam 5 hükmünün daha sonraki hükümlerle değiştiğini söyledim. Bahsettiğiniz şeyleri diyebilirim. Bunu birçok islam alimi de daha önce söylemiş zaten. Kur'an bir fen kitabı değildir. Kur'an her şeyi teferruatıyla anlatmaz. Allah birdir dediğimizde bütün zamanlar altüst olur zaten. İnna lillahi ve inne ileyhi raciun dediğimizde artık hiçbir zamanın hükmü kalmaz. Elbette bu belirttiklerim inananlar için geçerlidir. Tabiki o dönem baz alıcaktı. ilk önce o insanların islamla müşerref olmaları gerekiyordu. O dönemin yani saadet asrının bize örnek olduğunu biliyoruz. Şüphesiz onda sizin için güzel bir örnek vardır denilmiştir Kur'an da Peygamber için. Sizin açınızdan Allah kelamı nasıl olmalıdır bir ara onları da anlatsanız bari. Hatta bana Allah kelamı olabilecek bir ayet yazsanız diyorum. Kusura bakmayın, Kur'an'ın, Allah kelamı olmadığını söyleyerek şirke yöneliyorsunuz ve ben size cevap veriyorum. Elbetteki çağdaşlığın ölçülerinden birisi de(arkadaşlardan biri çıplaklık olarak belirtiyor diğerini) birbirimizi kırmadan tartışmaktır. Rabbim böylesi bir durumda ve bu konuda tartışmamı ister mi şu an bunun derdindeyim. Eğer bunu iddia ediyorsan (ki Tanrı herşeyi bilmelidir), o zaman "ikişer,üçer,dörder" alın demiyeceksin. Bu kendi içinde bir çelişki oluşturur. "Adaleti sağlayamazsınız. O zaman tek eş ile evleneceksiniz" demelidir. "Gerçeğin" ne ifade ettiği hakkında bir fikir sahibi olduğunuzu sanmıyorum. Değişen toplumsal koşullar karşısında insanlar, tavırlarını dine uydurabilmek için çeşitli arayışa girmektedirler. Cevabını Kur'an'da bulamayınca, kerameti kendinden menkul şahıslardan icazet almak zorunluluğu hissetmekteler. Bu da dinin yozlaşmasındaki en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza dikilmektedir. Tüm dönemler için indiği iddia edilen bir kitabın, bunlara zemin hazırlaması düşünülemez... Kur'an bütün sorulara cevap vermiş değildir. Peygamberin sünneti Kur'an'la bütünleşerek sorulara cevap vermektedir. Bütün bunların arasında J.Locke'un belirttiği evrensel bir hukuksal değere o dönemde vurgu yapan Hz. Peygamber kişilerin islam mantığını almış kişilerin Kur'an'ı anlama ve anlamlandırma da kalblerine müracaat etmelerini tavsiye buyurmuştur. Medeni hukukta hüküm bulunmayan durumlarda hakime bir yetki verilmiştir. Eğer hüküm yoksa, hakim kanun koyucu olsaydı nasıl hüküm koyacak idiyse ona göre hüküm verir. Değişen toplumsal koşullar da Kur'an da hüküm bulunmayan durumlarda kur'an mantığına, sünnete, ve özünde islamı uygun bir arayışa girmekle yükümlüdür insanlar. Ama özü islama uymayan ve sadece islami olarak addedilen durumları kerameti kendinden menkul kişilerin fetvalarıyla gerçekleştiren insanlar islama en büyük zararı vermişlerdir. Bir örnek vermek gerekirse: Zekat konusunda 80 gramlık nisap miktarı vardır. Bazı müslümanlar (veya geçinenler) 79 gram altın barındırıp gerisiyle ev alabilmekteler ve bu davranışın islama uygunluğundan dev vurabilmektedirlir. Bu konuda Kur'an da hüküm yoktur. Ama değerler vardır. Bir anayasa düşünelim. Genel çerçeve çizilmiştir. Sünnet ve hadislerle kanunlar konulmuştur. Kimisi kanuna karşı hileye sapar ve davranışının kanuni olduğunu söyler, kimisi kanuna tamamen uygun yaşar. Kimisi de tamamen kanuna aykırı yaşar. Yüreğimize danışmadan verdiğimiz kararların, aldığımız fetvaların doğruluğundan şüphe etmeliyiz. Kusura bakma anlatım bozuklukları veya yazım yanlışları yapmışsam. İşlerim aşırı yoğundu ve bu mesajı da o arada yazmak zorunda kaldım. Selamlar... Fırsat bulduğum bir zaman diliminde bahsettiğim kitabtan boşanma hakkının kullanılma yerlerini de yazacağım...
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Sanıyorum ki bir talihsizlik eseri "Kur'an ın günümüz koşullarına göre yeniden düzenlenmesi" demişsiniz. Bu cümleyi esefle karşılamayacak hiç bir müslüman yoktur sanırım. Kur'an da bir bozulma yoktur. Yorumlarda bozulma vardır. Yorumlar da yeniden düzenlenmez ancak ve ancak yenileriyle veya daha sağlam kaynaklara bakılarak çürütülebilinir. Kur'an da çelişki olmaz dedim ama siz çelişkiler vardır diyerek hadisleri belirtmişsiniz. Hadislerde çelişkiler olabilir, çünkü ortada birçok uydurma hadis mevcuttur. Ama ben yine de bu konudaki bütün hadisleri bir çırpıda sahih değildir diye çöpe atmaktan yana da değilim. Sahih olma ihtimali göze alınmalı. Ama bu ihtimal Hz. Peygamberin kadınlara verdiği önem dikkate alınarak ortaya konulmalı. Demem o ki; bir peygamber hem kadınlara çok büyük önem verecek ve hem de onları inanılmaz derece de aşağılayacak. Bu kadar saçmalığı Darwin bile yapmadıktan sonra Hz. Peygamberin yapmasını beklemek amalıktan başka birşey değildir. Sana verdiğim bu cevabın içerisinde yam_yam 'a da cevap vermem gerekiyor, bu sebeple senden özür diliyorum. yam_yam kardeş, evet bahsettiğin ayetlerde erkeklere seslenilmiştir. Bunda şüphe yok. Çünkü bahsettiğin ayetlerde erkeklere bir yükümlülük yüklenilmektedir. Sen Mümin kadınlara söyle... ayetini de erkeklere hitap olarak görmektesin ihtimal ki. Bu Hz. Peygambere sesleniştir ve onun uyarıcı olarak seçilmesinden kaynaklanmaktadır bu. Ve Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde Hz. Peygambere böyle yapması buyurulmuştur. Belirttiğiniz yerlerde hitap erkeklere değil Peygamberedir. Ve nereden çıkardınız ey iman edenler seslenişinin genel olarak erkeklere olduğunu. Üç boşamadaki bu yaptırımın da kadınlar açışından olduğunu sanıyorsunuz ya.. Ne diyeyim buna. Bu yaptırım erkekler açısındandır. Erkeğin karısını boşarken üç talak şartının getirilmesi iyice düşünmesini temin içindir bu bir.. İkincisi üç talakla karısını boşayan erkeğin onu tekrar eş yapabilmesinin tek yolunun eşinin başkasıyla evlendikten sonra anlaşmazlık neticesinde boşanmasıyla alabileceğidir ki böylesi bir durumun erkek açısından ne derece zor olduğunu bir düşünün. Buradaki korkunç durum kadın açısından değil erkek açısındandır. Bu da boşanmanın ve özellikle üç talakla boşanmanın en son yol olduğunu erkeğe göstermek açısındandır. İslam boşanmayı en son ve zor ihtimal olarak düzenlemiştir ki ailenin devamına verilen önemin bir göstergesidir bu da. Daha önce belirttim. Kur'an ın iman esasları değişmez kaidelere bağlanmıştır. Ancak toplum hayatına ilişkin kaideleri bu kadar sert değildir. Kur'an da dahi birbirini nesh eden ayetler vardır. Bir çok konuyu Kur'an düzenlememiştir. Zannımca, bugün bir çok yerde gördüğümüz yorumlar da bu yöndedir, tanıklık, miras gibi konularda o dönem içerisinde kadının ehliyet durumunun, bilgi seviyesinin erkeklere nispeten daha az olması sebebiyle bazı kısıtlayıcı hükümler indirilmiştir. Değişen sosyal koşullara göre icmaya başvurulabilir. (Hoş.. şu an bir icma heyeti yok ama..Diyanet'te sakıncalı bir kurum) O dönem öyleydi bugün böyle... Sorunsalına gelirsek... Tekrar belirtiyorum, hükümlerin birçoğu olaylara göre verilir. Kıtlık zamanında fahişelik yapan bir kadına recm cezasını Hz. Ömer uygulamamıştır. Bu durum dikkate alınmalıdır. Bu konudaki uygulama ve ayetler kesin olmasına rağmen Hz. Ömer niye bu cezayı uygulamamıştır. Bugün müslümanlar arasında birden fazla kadınla evlenen erkek sayısı yok denecek kadar azdır. Ayetler tartışılmaz ancak, yine de biz bir tartışma yapıyorsak, uygulaması kalmayan bir ayet üzerinden tartışmanın yürütülmeye çalışılması iç açıcı sonuçları doğurmaz. Ve zaten kadınlar arasında erkeklerin ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar adaletli davranamayacakları ayetle belirtilmiş olup, öyleyse onlardan bir tane alınması gerektiği belirtilmiştir. Bu ayeti nasıl kötü yorumlayabilir bir kadın buna da bir anlam veremiyorum. Bu tek eşle evlilik de bir mihenk taşı olacak ayettir. Kur'an tüm dönemler için inmiştir... Bu bir iddia değildir. Gerçek budur. Ancak Kur'an daki bütün ayetler böyle değildir. (Eğer yanlış bir cümle etmişsem, Rabbim beni affetsin) En bariz örneklerden biri olması cihetiyle Tebbet süresine bakalım. Ebu leheb'in ellerinin kırılması tüm dönemleri kapsayabilir mi?veya Fil Suresindeki durumun? Bunlar olaylar, hükümlerden örnek vermiyorsun diyebilirsiniz. Hükümlerin (yanılmıyorsam) 5 yerde değiştiğini defaatle yazdım. Kur'an da dahi birbirini nesh eden ayetlerin bulunması; toplum hayatına dair düzenlemelerin değişen toplumsal koşullara göre yeni düzenlemeler yapılabileceğinin en önemli numuneleridir. Kur'an burada bir yol açmıştır. Toplumsal hayata dair düzenlemelerin değişen koşullar dikkate alınarak islam perspektifinden düzenlenmesi yolunu. Kur'an ın tüm zamanlara inmesi onun tüm insanlığa iman esasları boyutundan seslenmesi gereğincedir. Kur'anın tüm zamanlara inmesi artık başka bir ilahi kitabın inmeyeceğinin belirtilmesidir. Kur'anın tüm zamanlara ve tüm insanlara inmesi ise onun belirttiği iman esaslarının indiği tarihten itibaren ileriye yönelik olarak hakim olacağıdır. Selamlar ile...
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Cevabım biraz gecikti kusura bakma: Bu arada yazıma cevap verme zahmetini gösterdiğin için teşekkürler. Evvela: 1- Görmezlikten geldiğimiz şey nedir anlayamadım. Sanıyorum ki yazımı üstünkörü okudunuz. Özellikle dikkat edilmesini istediğim yerleri es geçtiniz. Ne demiştim;İslamın kadına haklar tanıdığı döneme iyice dikkat edelim. Bu hatırdan çıkardığımızda bizi büyük yanlışlıklara sürükleyecek bir dönemdir. Zira erkek (Koca) inanılmaz zorluklarla ailesinin rızkını temin etmektedir, buna karşılık kadının evde bir takım sorumlulukları vardır. Kocanın dönem içerisindeki katlandığı ağır koşullar, onun miras bakımından daha önemli bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Birincisi burayı alıntı yapmanıza rağmen dikkate almamışsınız. Burası konunun can alıcı noktasıdır ve es geçilmesi mümkün değildir. İkincisi "Şeriatte (yazımı budur şerihat değil) değişmemezlik kuralı hakim değildir. Yeri geldiğinde nasslar dahi birbirini nesh etmiştir. Yanılmıyorsam 5 tane ayet daha sonra nesh edilmiştir. Bunun da sebepleri elbette mevcuttur ve ayetler dahi değişebiliyorken islamın hükümleri değişmez demek sarhoşluktur. Ancak değişme iman esaslarında değil, toplumsal hayata dair konulan kaidelerdedir. Hiç şüphesiz kesin haramlar ve farzlar değişmez, ancak kadının toplum içerisindeki yeri, ticari ilişkiler, yani kısacası toplumsal hayata ait kaideler daha iyiye islam perspektifinden hareketle yöneltilinebilir. " buraya da dikkat etmemişsiniz. Kadına o dönemde bu kadar geniş hakları tanıyan bir islam devletinin bugün kurulu olması durumunda şimdiki gibi (bahsettiniğiniz yerlerde gerçekten belirttiğiniz haksızlıkların yaşandığını varsayıyorum) daha az haklar vermesi düşünülebilir mi? Şunu da hatırlatmadan geçmeyeyim: Ne bir asrı saadet devrindeyiz, ve ne de şu an islama uygun bir islam devleti mevcuttur. Bulunmayan bir islam devletindeki kadına yönelik yaptırım ve baskıların da islami olması beklenemez. Hz. Peygamberin devlet yönetimini esas almayan hiçbir devlet islami olduğundan bahsedemez. Halkı müslüman olan bütün ülkeler islam devleti değildir. Bir insan sırf kendine bir ismi verdi diye o ismin içini dolduruyor değildir. Özellikle İran ehl-i sünnete bağlı değildir. Kötü örnek örnek değildir. Ve tartışma adabında muhatabınızın belirttiği görüşlerden sadece istediklerinize cevap vermek hiç hoş değildir. (Nisa, 4/19), "Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır..." (Bakara, 2/229), "Çocuk kendisine ait olana da, emzirenlerin yiyecekleri, giyecekleri uygun şekilde üzerlerine yükümlülüktür..." (Bakara, 2/233), "Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Çünkü bir kez Allah birini diğerinden üstün yaratmış, bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar..." (Nisa, 4/34), "Ve aldığnız kadınlara mehirlerini gönül hoşnutluğu ile verin..." (Nisa, 4/4), "Ve eğer bir kadını bırakıp da yerine diğer bir kadın almak istiyorsanız, öncekine yüklerle mehir vermiş bulunsanız da içinden bir şey almayın..." (Nisa, 4/20), "Kadınlarınız arasında her yönden âdil davranmaya ne kadar düşkünlük gösterseniz de yine güç yetiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de ötekini askıda kalmış gibi bırakmayın..." (Nisa, 4/129)... Şimdi bu hükmün geneli içinde şu da anlaşılıyor ki nikâh esnasında mehir belirlenmemiş ise mehr-i misil de gerekir. Bununla birlikte, erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Evlenme amacında erkekler kadınlara ortak olmakla birlikte üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, onları yönetir ve harcamada bulunurlar. Ailenin yükünü erkekler çekerler. Erkeklerin bu gibi yönlerden yerine getirecekleri fazla yükümlülüğe karşılık üstünlük ve dereceleri de fazladır; fakat bunu kötüye kullanmamalıdırlar. Allah azizdir (çok güçlüdür), hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir). Hükümlerine karşı gelenlerden intikamını alır ve onun hükümleri hikmetlerle ve yararlı şeylerle doludur. Bunlarda ayet... Tefsirlere baktığımızda ancak kişilerin yorumlarını görürüz. Güzel bakan güzel görürmüş. O halde kötü bakan da kötü görür. Erkekler yükümlülükleri nedeniyle haklarca üstün kılınmışlardır. Kesin bir cümle oldu, Allah'ın bu ayetlerle asıl muradı nedir, zahiren buna bakmamız gerekir. Kur'an da bütün hayatı düzenlemiş değildir. Birçok yerde sünnetle hayata düzen verilmiştir. Bu sebeplerle kadın erkek sorunsalında (bence böyle bir sorunsal yok, dıştan bakanlar böyle görmek ve göstermek istiyorlar-Müslüman kadınlardan bu zamana kadar, ayetlere rezerv konulduğunu, bu konularda dertlenildiğini görmedim, duymadım) ayetler sünnetlerle beraber uygulamaya konulmuştur. Ancak sonraları Kur'an ve sünnetle düzenlenmeyen konular ve bozuk kişiliklerin ortaya çıkması sonucu temeli islami olmayan, islama uymayan bazı hükümler islama mal edilmeye çalışılmıştır. Herkes ayrı bir hükme sarılmaya çalışmış ve hemen herkes hükmü kendine göre yorumlama yolunu seçmiştir. Bu sebeple ayetler her ülkeye göre farklı tefsir edilebilmiş, hadisler uydurulabilmiştir. Peygamber efendimiz Ümmetin 73 fırkaya bölüneceğini çok önceden belirtmiş ve ehl-i sünnet olanların kurtuluşa ereceğini haber vermiştir. Bu sebeple islam adına verdiğiniz örnekler eğer ehl-i sünnet itikadına uyuyor ise ancak o zaman örnek teşkil edebilirler benim açımdan. belirttiğiniz vakıaların da neden Hürriyet ve Sabah gazetelerinde yayınlandıklarını merak ettim. Acaba bu haberlerde bir islam düşmanlığı kokusu alan sadece ben miyim? Çok evhamlı bir adamım galiba. Fransa da mini etek giydiği için öldürüldüğü söylenip de daha sonra tamamen bir balondan ibaret olan habere ne kadar benziyor bunlar. Aman ben de durumu fazla abartıyorum, tam komplocu oldum. son olarak; Kısa kollu, çağdaş giysilerle sokakta dolaşmaları yasak cümleniz. Yahu Allah aşkına; çağdaşlığın ölçüsünü kadın, çıplaklık (hadi az giyiniklik diyelim) ve kadınla erkek yakınlaşması-teması üzerinden değerlendiriyorsunuz ya, hadi buna şaşmayalım. öylemi. Eğer kadının kollarının açıklığıyla, kadının erkeklerle olan yakınlaşmasıyla çağdaşlık yaşanabiliyorsa, playboyun artistlerinden daha çağdaş olan dünya üzerinde kimse bulunamaz. Demogoji mi oldu bu şimdi. Selamlar ile... 5-6 kişiye cevap vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu arkadaşların içine bir de ben eklendim. Bu sebeple özür diliyorum. Genelde azınlıkta bulunana yardım etmekten yana olurum, ancak haklılık ve tutarlılık kaidelerini de es geçemem.
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Bu akp var ya Türkiyeyi halkı devleti kendi çıkarları için kullanan bir şerihatdır. Reis, kusura bakma ama bu cümlenden birşey anladın mı? zaten şerihat diye bir kelime hiç mevcut olmadı ya, hadi neyse... Sen asıl şu soruya cevap ver: Emir kipinde oldu kusura bakma.. Cevap verebilir misin: Köylülerin verdiği oy neyse de şehirliler niye oy verdi? veya bu adamlar bize hiç uğramadılar bizimkiler niye oy verdi. Veya Cahil olmadıklarına emin olduğum insaların birçoğu neden AKP'ye oy verdi? Ben sana niye cevap yazıyorum!?
-
ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
İslamın kadına bakışını, kadın haklarını, eşitliğini tartışacaksak tamam, ancak buradan yani kadından hareketle islama saldırmaya çalışıyorsak bu en büyük hata olur. Zira kadına miras hakkı tanıyan islamdır. Kadına boşanma hakkını tanıyan islamdır. Bunları İslam 7. Asrın 1. yarısında yapmıştır bunu aklımızdan asla çıkarmayalım. Şeriatte (yazımı budur şerihat değil) değişmemezlik kurula hakim değildir. Yeri geldiğinde nasslar dahi birbirini nesh etmiştir. Yanılmıyorsam 5 tane ayet daha sonra nesh edilmiştir. Bunun da sebepleri elbette mevcuttur ve ayetler dahi değişebiliyorken islamın hükümleri değişmez demek sarhoşluktur. Ancak değişme iman esaslarında değil, toplumsal hayata dair konulan kaidelerdedir. Hiç şüphesiz kesin haramlar ve farzlar değişmez, ancak kadının toplum içerisindeki yeri, ticari ilişkiler, yani kısacası toplumsal hayata ait kaideler daha iyiye islam perspektifinden hareketle yöneltilinebilir. Bu arada hemen belirtmeliyim ki, Kur'an ile hadis çatışmaz. Sünnet Kur'an'ın tamamlayıcısıdır. Bu sebeple sadece Kur'an'a bakarım diyenler inanılmaz büyük bir yanılgıya düşerler. İslamın kadına haklar tanıdığı döneme iyice dikkat edelim. Bu hatırdan çıkardığımızda bizi büyük yanlışlıklara sürükleyecek bir dönemdir. Zira erkek (Koca) inanılmaz zorluklarla ailesinin rızkını temin etmektedir, buna karşılık kadının evde bir takım sorumlulukları vardır. Kocanın dönem içerisindeki katlandığı ağır koşullar, onun miras bakımından daha önemli bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Ancak, objektif kardeşin amacının kötülüğü belli. Çünkü, dine sokulan bidatlardan kurtulunurak, bir tecdite yol göstermiyor, bidatlardan hareketle dinden uzaklaşmanın yolunu açmaya çalışıyor. Kur'an'ın fenne -hadi siz bilim olarak anlayın- aykırılığının ispatlanmaya çalışılması bunun bariz örneğidir. Konuyu Fen'den hareketle, Kur'an'a bir saldırıya çevirmişsin. Tartışmanın mevzuunun kadınlar olması gerekiyor, bu sebeple ben fenle alakalı konudan uzak duracağım. Zaten bu konuda kelam etmek bana düşmez, ancak; ilim dediğimiz şeyin ya daha önce olmayan bir durumun tespiti (ispatı)yla veya daha önceki bir bilginin yanlışlığının ispatıyla ilerlediğini hatırlatayım. Mutlak ilmi bilgiler sunduğu sanılan Aristoteles'in ortaya attığı birçok tezin yanlışlığı sonradan ortaya çık/artıl/mıştır. (Acaba) bu sebeple belirttiğiniz bilginin mutlak doğru olduğuna nasıl inanacağız. 10 yıl sonra ya biri çıkıp da bu ispat yanlıştır derse ne olacak. Bu sebeple belirttiğiniz bilginin mutlak doğru bir bilgi olduğunu nasıl vehmediyorsunuz. Haydaa... Ben bu kez sanırım sürekli dogmadan oluştuğu varsayılın din yerine asıl dogma olan ilmi tartışmaya açıyorum. Şaka yapıyordum, deyip geçelim mi... Benim burada sizden cevap beklediğim asıl soru: Kainatı yaratan'ın bu konudaki bilgisinin doğru olmadığına -hadi yanlış olduğuna diyelim- inanıyorsak, bir veya birkaç insanın bu konudaki bilgisine nasıl inanacağız. İnsanın bilgisine karşı yaratıcının bilgisi: Hangisi daha üstün acaba..
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
sanırım sana kurucu meclis kavramı hakkında bir özür borçlandım. Erdoğan TEZİÇ'in anayasa hukuku kitabında bir iki sayfada bu kavram geçiyor. Ancak şu an açıklama yapacak vaktim yok, kısmet olursa daha sonra bu özrü ifa edeceğim....
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Benimkisi bir tespitten neşet eden cümleler. Parlamenter sistem dediğimiz olgu halkı tam olarak temsil etmiyor. Yada temsilde garip sorunlar yaşanabileceğini ben ortaya koymaya çalıştım. Haa, bunları niye tartışıyorum veya neden hem halkın oyuna yüksek bir anlam biçip hem de ondan sonra parlamenter sistemin dikdatörlüğe geçiş yapabileceğinin üzerinde duruyorum. Tabi ki halkın oyu benim nezdimde çok önemli bir yere sahip. Bunu kısıtlamak gibi bir niyetim de yok. (Sanki elimde gibiymiş de ). Ancak dikdatörlüğe geçiş aşamasında (iktidarın ne yapacağı belli olmaz ) parlamenter sistem yeterli değil. Halk oyunu dikdaya vermemiştir hiç şüphesiz. Kuvvetler ayrılığının sarahatle uygulanabildiği bir sistem bulunmalı. Bana kalırsa, yasama gücü ile yürütme organı sert kuvvetler ayrılığı sistemine geçilerek belirlenmeli. Veya şöyle söyleyim; Her iki organın birbirinden bağımsızca seçilmesinin yolu açılmalı. Parlamenter sistemde Yasama ve Yürütme bir kuvvetin elinde olabiliyor. Yürütme bugün olduğu gibi her iki gücü de elinde tutabiliyor. Daha önce de söyledim, benim derdim Cumhurbaşkanlığı veya seçim sistemini tartışmak. Yürütme (Cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu- Bu arada başbakan neci oluyor) bence çift başlılıktan kurtarılmalı ve eline sadece yürütme gücü verilmeli. Tabi bu da ayrı bir sorunsal, zira daha önce Amerika Başkanlık Sisteminin bir zaafına da değinmiştim. O sistemde de sorunlar mevcut. (Geçenlerde gördük ki yargının elinde olan bir yetkiyi de kullandığı halde hiçbir sorumluluk taşımamıyor veya dokunulamıyor BAŞKANA) Bize daha iyiye yöneltilmiş bir sistem bulmak düşüyor. Bunu tartışalım. Anayasanın başlığında geçen tabirin nerede geçtiğini soruyor olmama kızmışsın anlaşılan. Anayasanın başlığı diye bir kısım mevcut değil başlangıç kısmı demek istiyorsan orada da böyle hüküm yok. Neyse başlık, başlangıç bunun bir önemi de yok aslında. Madem bana anayasa.gen.tr adresinden yapılan bir nakille cevap veriyorsun. aynı adresteki 1982 Anayasasının kabul ediliş tarihi ve şeklini veriyorum dikkat et... 1982 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI Kanun no: 2709 Kabul Tarihi: 7 Kasım 1982 Resmî Gazete, 9.11.1982, Sayı 17863 (Mükerrer) Düstur, Tertip 5, Cilt 22, s.3. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 23 Eylül 1982 tarihinde Danışma Meclisi tarafından ve 18 Ekim 1982 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiş, halkoyuna sunulmak üzere 20 Ekim 1982 tarih ve 17844 sayılı Resmî Gazetede yayınlanmış, 7 Kasım 1982 Pazar günü yapılan halkoylaması sonucu % 91,17 oranında kabul oyu ile kabul edilmiş, bu kez tekrar 2709 sayılı Kanun olarak 9 Kasım 1982 tarih ve 17863 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayınlanmıştır. Danışma Meclisi tarafından hazırlanıp Milli Güvenlik Konseyince kabulü vs.. (%91,17 İLE KABUL EDİLEN BİR ANAYASA ACABA NE DERECEDE MEŞRU. BU ACABA, DİKDATÖRLÜKLE YÖNETİLEN BAZI ÜLKELERDEKİ SEÇİM SONUÇLARINDA DİKDATÖRÜN ALDIĞI OY ORANINA BENZEMİYOR MU?) Yine söylüyorum bahsettiğin tabir hukuk literatürünte bir yer işgal etmiyor. Kullandığınız tabir kabul görmezse bir yere mensup olamaz. Kurucu Meclis tanımı, bunu yapanlara uymaması neticesinde dahi sakattır. Zira (sen-mi yaptın yoksa aslında mı böyle) tanımın içerisinde "egemenlik millete aitse" denmiş; 1961 ve 1982 anayasalarının neresinde egemenlik millete aitmişti de bu anayasaları yapanlar kendilerini Kurucu Meclis olarak adlandırabilmişler. Milli Güvenlik Konseyini kim seçti, danışma meclisini kim seçti? HALK MI SEÇTİ ONLARI? Tabi ki egemenliğin yansımaları sadece seçimle olmayabilir. Büyük savaşlar verip veya ihtilaller yapıp (1789 Fransız ihtilalini, ihtilalin ne demek olduğunu anlayasın diye veriyorum yoksa belli mi olur 1960 veya 1980'i ihtilal olarak değerlendirebilirsin-ben (birçokları) onları darbe olarak adlandırıyorum. Bana şimdi kalkıp ihtilalin tanımını yapmaya çalışma) seçim yapmadan meclislerini kuran halklar vardır ve o meclislere (bence hala asli kurucu iktidar denir-Zira Kurucu bir güçtür asli iktidar) belki Kurucu Meclis (kabul görmemiş tabir) denebilir. Bir daha tekrar ediyorum 1961 ve 1982 anayasalarında egemenliğin halka ait olduğu aşama yok mesabesindedir. Sen de bana cevap verdiğin bir yerde parlamenter sistemin bazı noktalarının (Bu benim kelimelerim sen tam olarak böyle söylememişsin) varsayıma dayandığı belirtmişsin. Varsayıma dayanan kıl çok ince. Açık kapılarından birinin üzerinde önemle duruyorum: Anayasa değişiklikleri sadece şekil bakımından mümkündür. Şekil bakımından denetimi anlatacak değilim burada. Çok değil, sadece birkaç yıl önce AKP neredeyse bu çoğunluğu elde etti. 500 değil, 400 ve hatta daha az milletvekiliyle dahi anayasa değişikliği yapılabilir. Anayasa Mahkemesi kaldırılsa ne olacaktır, zira anayasa mahkemesinin kuruluşu anayasadaki bir maddeye neşet eder, bu madde kaldırılsa ne olacaktır. 365 milletvekili olan bir partinin su seçim sistemi ve alternatifsiz ortamda 400 milletvekili çıkartamayacağını söylemek garip bir faraziye olur. Her şey mümkün. Bu arada en sonlarda sorduğun bir sorunun cevabını da burada vereyim. 1950 seçimlerinde Demokrat parti 420 milletvekili, CHP 63, MP 1 ve bağımsız 3 milletvekili meclise girmişlerdir. Dünyanın başka ülkelerini bilmiyorum ama Türkiye de dahi neredeyse bu %95'lik ihtimal gerçekleşiyordu. %95 olması da anayasayı değiştirmek için şart değil. Benim 500 milletvekilinden kastım meşruluğunun had safhada olmasıydı. neyse 550 milletvekilinin içinden 500%ü belki çok zor ancak (oda %95 değil 90.91i yapıyor ya hadi neyse,) demokrat partinin aldığı sandalyenin %86larda olduğunu da hatırlatmam lazım. Ve son olarak Menderes örneğinin sistem içerisinde bir durdurma olduğunu söylediğin cümle. Allah aşkına hangi sistem içerisinde bu. Menderesin indirilmesi sistem dışı bir müdahaledir. Parlamenter sistemin çözüm bulamadığı (acaba gerçekten öyle miydi bu tartışılır) bir durumda parlamenter sistemin çökertildiği bir arbededir. Bir Başbakanın asılmasına gidilen yol sistem içerisinde değerlendiriliyor. Parlamenter sistemin neredesinde darbe düsturu var. Darbeye cevaz veren hangi hüküm var anayasamızda. Haddi zatında bu sistemin ortadan kaldırılması anayasamızda dahi yasak. Ceza kanunumuzu hiç saymaya gerek yok. Meclisin yetkilerini darbeyle birilerine tevdi etmek sistem içi bir vakıaymış. Lütfen... benimle dalga geçmeye çalışma. Bu arada hukuk eğitimi aldığımı yazdığımda bunun bir övünç kaynağı olduğunu yazdığımı hatırlamayorum. Hukuk eğitimi aldım diye övündüğümü de hiç hatırlamıyorum. Sadece söylediklerimi daha fazla dikkate alman için bunu yazmıştım. Ancak sen dalga geçmek istiyorsun. Ben bütün yazdıklarına cevap vermeye çalışırken, sen sadece işine getirmeye çalıştığın cümlelere cevap veriyorsun. Bu tartışma adabına aykırı ve sadece muhalefet etme mantığına uygun bir davranıştır. Eğer bu şekilde devam edeceksen seninle bundan sonra tartışmayacağım. Kusura bakma cevap vermem biraz gecikti. Selamlar ile...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
şu an tezlerine cevap verecek kadar vaktim yok, o yüzden bunlara inşallah pazartesi günü cevap vereceğim. ancak, bu arada 50 milletvekilinin ( Cumhurbaşkanına, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.) ifadesi karşısında garip bir sorun ortaya çıkıyor...50 milletvekili beşte biri bulmuyor.. neyse sonra görüşürüz..
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
H. Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin Cumhurbaşkanınca yenilenmesi MADDE 116.– Bakanlar Kurulunun, 110 uncu maddede belirtilen güvenoyunu alamaması ve 99 uncu veya 111 inci maddeler uyarınca güvensizlik oyuyla düşürülmesi hallerinde; kırkbeş gün içinde yeni Bakanlar Kurulu kurulamadığı veya kurulduğu halde güvenoyu alamadığı takdirde Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak, seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Başbakanın güvensizlik oyu ile düşürülmeden istifa etmesi üzerine kırkbeş gün içinde veya yeni seçilen Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkanlık Divanı seçiminden sonra yine kırkbeş gün içinde Bakanlar Kurulunun kurulamaması hallerinde de Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına danışarak seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Yenilenme kararı Resmî Gazetede yayımlanır ve seçime gidilir. Bu bir... Neymiş, Cumhurbaşkanı Meclis Seçimlerinin yenilenmesine gerekli gördüğü, kafasının estiği, devleti işgal edecek bir partiye karşı karar veremezmiş.. bu iki... Dolaysız direk temsil saçmalığı: Bu bahsettiğin 20-30 bin nüfuslu küçük toprak parçalarında dahi uygulanamamış bir sistemdir. Ne ise; Kurucu meclisimiz nasıl bir meclismiş ki, 1946'ya kadar çok partili siyasi hayatı halka yaşat/a/mamış. 1937'ye kadar dolaysız direkt temsille (kaç metrekareydi o zaman Türkiye ve kaç yüz kişi yaşıyordu da ) halkı temsil edebilmiş. Nasıl mümkün olmuş bu... ve dahası bugün dahi sıkıyönetim ve savaş halinde halk oyuna başvurulmaz. Şartlar normal değildir çünkü. Zaman ve imkan elvermez. Ancak ortada böyle bir hal yokken, meclisin halkın tamamını ilgilendiren bir anayasa maddesini halkoyuna sunmaması düşündürücüdür. ve daha önce de dediğim gibi meclis kurulmadan önce de İngilizlere karşı büyük ölçüde direniş vardı. Bugün askerlik nasıl ki mecbursa, bugün seferberlik ilan edildiğinde hepimiz ordunun bir neferiysek, bu durum o zaman evleviyetle vakiydi. Şartlar normale döndüğünde halk oyundan kaçmak halktan korkmanın bir ürünüdür. Üçüncü husus. Kurucu Meclis diye hukuk literatürüne geçmiş bir terim yoktur. Asli kurucu iktidar tabirinin üzerinde anayasa hukukçuları ittifak etmişlerdir. Anayasayı ilk defa yapan iktidara bu isim verilir. Bu iktidarlar 61 ve 82 anayasalarını halkoyuna sunmuşlardır. 21 ve 24 anayasası dönem içerisinde referanduma götürülemeyecek anayasalardır hiç şüphesiz. İnan kurucu meclis tabirinin nerede geçtiğini fena halde merak ettim. Menderes Hükümetinin düşmesi meselesine gelirsek: Benim hatırladığım veya bildiğim kadarıyla Menderes Hükümeti bir darbe sonucu düşmüştür. Güvenoylaması sonucu değil. Umarım yanlış hatırlıyorumdur. Ve bu hükümete karşı gerçekleştirilen darbe dahi tamamen bir saçmalıktan ibarettir. Menderes hükümeti inanılmaz yönetim hataları yapmıştır ve bir şekilde düşmüştür. Ama ondan önce yaşananlara menderes hükümeti çare bulamadığı için o akıbeti yaşamıştır.. Darbeyi engelleyebilseydi, yine tekrar ediyorum darbeyi engelleminin yolları vardır ve bir dönem demirel bunu yapmıştır, demokrat parti hükümet icraatlarına devam edecekti.. Biz burada fazari bir olgudan bahsediyoruz. Parlamenter sistemin kapı aralığı yüksek oy potansiyelidir. ve aynı mantıkla hareket milletvekillerinden oluşan partilerde parlamenter sistem mekanizmaları tökezleyebilir. Ne demektir bu. Şu an başta islamcı bir parti var. Bu partinin tamamen islami refleksle hareket eden vekillerden oluşturulduğunu ve 500 vekille orada bulunduklarını farz ediyoruz. Dikdatörlükten bizi kim kurtaracak. ABD başkanlık sisteminin parlamenter bir sistem olmadığını başkanın tamamen yürütmeyi elinde bulunduran meclisin ise yasama gücüne sahip olduğunu bilmeyen hukuk fakültesinden mezun olamaz. Ben sana bir anlayabilesin diye bir örnek verdim. En basit anlaşılabilecek olanı gösterip diğerlerini anlatabilmek amacıyla. Şimdi düşün Parlamenter sistemde başbakan kimdir. Yürütmenin başı. Ya da bakanların başı. İçişleri bakanı kimin başıdır. Kısaca polisin. o halde yargının, yürütmenin başını tutuklayıp yargılama yapabilmesinin pratik olarak mümkün olmadığı ortaya çıkar. Yargıdan muaf kişi ancak krallıklarda mevcuttur. İdealist 500 milletvekilinin bulunduğu bir partinin güvensizlik oyuyla düşmesi mümkün değildir. Ordu diyeceksen eğer, ordunun başındakileri belirleyen hükümettir. Demirel ordunun tepesindekileri emekliye ayırarak darbeyi erteleyebilmişti tarihte..500 milletvekilinin ilk cumhurbaşkanlığı atamasında cumhurbaşkanını kendilerinden biriyle değiştireceklerini de bunlara ekleyebiliriz. MADDE 148.– Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i yoluyla da ileri sürülemez. Bu maddeye de dikkatlice baktığımızda, ortaya ne çıkıyor, anayasa değişikliklerinin denetimi mümkün değil. geriye kalan 50 milletvekili beşte bir değildir, Cumhurbaşkanının da değiştiğini yada belirttiğim partiyle aynı zihniyete sahip olduğunu düşündüğümüzde (olmazya hani olmuş mesela) artık bizi dikdatörlükten parlamenter sistemin hangi mekanizması kurtaracak. Bir daha ki seçim. Tabi yapılmak istenirse. Ordu mu? Başındakileri emekli ettiler. ve kendilerinden olanları yerleştirdiler. Bunlar faraziye mi? Hitler veya Mussolini de birer faraziye miydi yoksa...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Hangisinden cevap vermeye başlayım istersin CYRANO: İngilizlere karşı direniş kararı halk oyuna sunulmadı demişin. Zira halk zaten Kurtuluş Savaşı başlamadan önce yöresel bazda direniyordu. Bu bir. İkincisi İngilizlere karşı direniş kararını alacak meclisimiz kurulmadan evvel halk zaten direniyordu ve bu kararı alacak bir meclisiniz yoktu bu iki. Laiklik maddesinin anayasaya konulduğunda meclis vardı ortada seçim ortamı vardı. Cevabını bilmediğiniz sorular sormayın demişler, lütfen dikkat et saçmalamalarına... Laikliği tartışmaya açmak gibi bir derdim de yok.. Başından beridir benim laikliği devleti koruyup kollamada siper olarak kullanmaya çalışmak ve bunu devleti sadece kendilerinin devleti olduğunu sanan zevatça yerine getiriliyor olması derdimdir. Diğerleri (hadi adlarını yazayım, müslümanlar) düşman, onlar koruyucu. Hepimiz bu ülkenin evladıyız. Herkes kadar bu devleti seviyoruz. Neyse bunlar ayrı konular ve burada benim saçmalamamın bir anlamı yok. Gelelim referandum maddesine... Mussolini ve Hitler örnekleri idealizmle pratiğin birbirini ezip geçmelerinin örneğidir. İdealist seçim sisteminde seçilenler kendilerini seçenlere ve halka karşı bir sorumluluk altındadır. Mussolini ve Hitler sorumluluklarını farklı değerlendirerek hareket eden liderlerdir. Ancak her halükarda parlamenter sistem, Dikdatörlüğe açık kapılar bırakır. Nasıl mı? Güvenoyuymuş? Yerim senin güvenoyunu.. 550 milletvekilinin 500'ünü elinde bulunduran bir partiyi güvenoyuyla nasıl düşüreceksin.. Hukuk fakültesi 1. sınıf anayasa hukuku dersinde sorulan bir soruyu sana sorayım. Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hukuka aykırı eylemlerini nasıl cezalandırırsınız. Bu sorunun cevabı hukuk içerisinde yoktur. Niye zira adam, İçişleri ve ordunun başıdır, zira kendisini yakalatabileceğiniz bir asker yada polisiniz yoktur, yargı mensubu olarak ve haddi zatında böyle bir yetkiniz de yoktur. Tek kurtuluş yolu gelecek seçimlerdir. İşlediği suçtan zamanaşımı işlemez vs.vs. Türkiyede iktidarın 500 milletvekiliyle yürütme organını oluşturduğunu varsayarsak, güvenoylamasıyla bu partinin düşmesi imkansız. İlk değişikliğinin de anayasayı tamamen değiştirmek olduğunu varsayalım. Bütün anayasayı özgürlükler alanında genişletiyor, ama bu arada ufak bir nüansla anayasa mahkemesini de kaldırıyor. Halkoyuna sunduğumuzda bu anayasayı bir kül olarak-buraya dikkat et bir kül olarak diyorum, bütün maddeler birden, tek tek madde bazında değil- halkın bunu anlaması ancak 24 ay sonra olur. O arada ortada olmayan anayasa mahkemesinin (Zira bu ufak nüansla yapılan değişiklikle anayasa mahkemesi kaldırılmıştır veya oluşturulması meclisin eline bırakılmıştır) denetim yapması mümkün değildir değil mi? Daha önce belirttim. 1982, 1961 anayasaları dikdatörlüğün ürünüdür ve halk bu anayasaları onaylamıştır. Tabiki içerisinde benimsemediği birçok metin vardır ancak bunlara karşı antitezlerini ileri sürememişlerdir. Parlamenter sistem dikdatörlüğe en büyük geçiş alanlarını bırakır. Meclis hükümeti sistemi dahi parlamenter sistemden bu konuda daha iyidir. Referandummuş, Sen önce Türkiyede kaç tane referandumun neler için yapıldığını haber ver bana.. Cumhurbaşkanı AKP hükümeti döneminde veto ettiği bir anayasa değişikliğini halk oyuna götürmeden, zira anayasa maddesinin meclisteki kabul sayısına göre bir seçimlik hakkı vardı, yayımlanmak üzere meclise niye gönderdiğini bir söylesene.. Cevabını bilmediğiniz soruyu sormayın. Başınıza dert açar mantığı ceza hukuku alanında temel meseledir. Ve Cumhurreisimiz halkın oyunun kendi tercihi lehinde mi yoksa aleyhinde mi olacağını kestiremediği için referandumdan vazgeçmiştir. Referandum veya halkoyu her anayasa değişikliği için mi yapılır, her zaman mı? Bir tane anayasa maddesi değişikliği bazen herşeyi belirler ve bir maddenin değiştirilmesi için halkoyu gerekli değildir. Keşke her zaman nazari bilgilerimiz tatbik edilebilse değil mi? Teoriyi biraz öğrenmişsin ancak tatbikatta nelerin olabileceği hakkında hiçbir ileri görüşe sahip değilsin. Genel Hukuk dersi diye de hukuk biliminde bulunan bir terminoloji yoktur. Hukuk başlangıcı desen amenna ancak bu dersin içerğine bakınca Anayasa Hukuku dersi vermeye çalıştığın anlaşılıyor. Onda da aldığın dersin ancak teori boyutunda kaldığı anlaşılıyor. Bir de Allah'tan seçim sonuçlarının Hitler veya Mussolini gibi yöneticilere yol açtığını bir yerlerden öğrenmişsin. Bu da takdire değer senin adına hiç şüphesiz. Tekrar ediyorum, benim derdim bugünlerde de tartışılmaya açıldığı gibi %10 seçim barajı, Cumhurbaşkanının görev yetki sorumlulukları adına takındığı tavırdır. Sen bu arada evvela halkın oyuna biçtiğin anlamın ne olduğunu bana bir anlat istersen ve bundan sonra tartışmaya başlayalım. Zira daha önceki topiklerin birinde %10 barajının kalkması gerektiğini belirtmiştin. (HALK BİR DİKTATÖR İSTİYORSA NE YAPILACAKTIR) garip soru oldu değil mi? Sistem içerisinde cevap verilemeyen sorular vardır. Bu sebeple sürekli olarak daha iyiye gitmek için sistemler değiştirilir. Teokrasi, Meşruti yönetim, Meclis Hükümeti, Parlamenter sistem... Bakalım yeni sistemimiz ne olacak... Sosyalist bir devletin kurulması durumunda bu dertlerimiz son bulur mu? Sana okuma zorluğu çıkardığım için özür diliyorum, lütfen cevap vermeden önce teferruatlı şekilde incele... Bu arada saltanatın kaldırılmasına değinmemişim. Keşke halk oyuna sunulsaydı...Bugün kimsenin saltanı istediği yok ancak o gün ne olurdu bunu bilmiyorum. Eğer halkoyuna güveniyorsak veya halkımıza güveniyorsak halkoyuna sunulmalıydı... Saldırıya gerek yok...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Demokrasiyi büyük ölçüde temsil olarak nitelendirdiğimizde laikliğin kimi temsil ettiği tartışılır hale geliyor, cumhuriyetin temel kavramının laiklik değil halk olduğu akabinde demokrasiye paralellik arzettiği ortaya çıkıyor. Hukuk devleti dediğimizde ne demokrasi, ne laiklik ve ne de cumhuriyet tabiri tam manasıyla hukuk devletini tanımlamaya yetmiyor, insan hakları dediğimizde ise ortaya hukuk devleti nazariyesinin insanlara sağlandığı bir durumun cereyan etmesi temenni ediliyor. Ama halk için temel kavram ne demokrasi ve ne laiklik ve ne de cumhuriyet değil. İnsan hakları ve insan haklarının sağlanmasını sağlayacak hukuk devleti. Bunun sağlanmasının demokratik bir devletle olabileceği düşünülüyorsa yanılındığını ABD veya İngiltere bize göstermelidir. Demokrasinin evrensel bir tanımı yok ve her ülke kendi şartlarına göre demokrasilerini belirliyorlar. Bu sebeple gün geçtikçe insan hakları daha fazla önem kazanıyor. Laiklik ise apayrı bir konu ve doğrudan doğruya insan haklarını veya hukuk devletini ilgilendirmiyor. Cumhuriyet ise sadece bir seçim sisteminden ibaret. Bunlar dikkate alındığında halk için en önemli şeyin daha öncede belirttiğim gibi evvela insan hakları ve bu hakların teminat altına alındığı hukuk devleti. Hukuk devleti dediğimiz şey ister krallıkla yönetilen bir devlette kurulsun, ister aristokratik bir yönetimde, ister cumhuriyet olarak adlandırılan bir yönetim şeklinde. Bu sebeplerle bir kanunun laik, demokratik, cumhuriyete aykırı olması değil insan haklarına, hukuk devletine aykırı olması veto gerekçesi oluşturmalıdır. Hep merak ettim, laik demokratik cumhuriyetin demokrasinin beşiği olan ülkelerde tanımı, el kitabı var mıdır?--- Bu cümleler önceki maillerimden alıntıdır. Bu da Cumhurbaşkanımızın bir kanunu sadece bir kanunu veto gerekçelerinin bir kısmıdır. Başka kanun aramaya fırsatım olmadı.. Cumhuriyet'in Anayasa'da belirtilen temel niteliklerine, Devlet'in varlık ve bağımsızlığına, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı olmaması, Cumhuriyet'in temel nitelikleri konusunda yanlı olmak zorundadır. Cumhuriyet'in nitelikleri ile Atatürk ilke ve devrimleri söz konusu olduğunda kamu görevlilerinin yansız kalması düşünülemez. ---Cumhuriyetin nitelikleri: nedir, kim belirliyor, Atatürk ilke ve devrimlerinin sınırı nedir, kim belirliyor… Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine aykırı biçimde eğitilmelerinin önlenmesi olduğu açıktır.--- Hangi felsefeyle kuruldu Türkiye Cumhuriyeti…Laiklik felsefesiyle mi? Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına alınmıştır. (Halk tarafından onaylanmış anayasa—Laiklik ilkesinin anayasaya konulmasına esas kanun Halk oyuna sunulmuş mudur?) Cumhuriyet'in niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerin temeli olan laiklik, Anayasa'ya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve anayasal tanımını bulmuştur. (Komediye bakın, cumhuriyetin en önemli niteliği laiklik miş!!?Cumhuriyetin en önemli niteliği seçimdir, yani halkoyudur) Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması kabul edilmiştir. Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye alınmıştır. laiklik, tüm anayasal kurallara egemen bir ilkedir. dinsel eğitim kurumlarının yetiştireceği Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının sahip olacakları sapkın düşüncelerin gelecekte ülke ve ulus birliğine tehdit oluşturabileceği— (Cümleye bak, dinsel eğitim kurumlarınca yetiştirilen bütün insanların sapkın düşüncelere sahip olacağı düşünülüyor. Tek ulus, tek millet, tek düşünce, … Bu sanırım Hitler’in mantığıydı. Yanlışlık oldu galiba..) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak yetiştirmektir.-(Bunlara bir nebze olsun şerh koyan, bunlardan ayrı düşünen bir halk, bir kimse dahi kalmayacaktır.-Tek düşünceye mensup halk) Şu sözlerde senin CYRANO: Seçilmişlerin halk iradesine karşı gelememeleri: Seçilmişler gökten zembille iniyor sence galiba. Zira seçilmişlerin halk iradesini temsil etmek gibi bir misyonları yok. SEÇİLMİŞLER HALK İRADESİNE KARŞI DEĞİL HALKIN İRADESİYLE SEÇİLİRLER... Halk tarafından onaylanmış anayasa: Hangisi bu. Hepsi diyeceksin bana değil mi? Evet bütün anayasalarımız halk tarafından onaylanmıştır. Bir kül halinde, madde madde değil. Yine sorayım Laiklik maddesinin Halk oyuna sunulması mümkün olmuş mudur, olabilir miydi. Devletin dini dini islamdır maddesinin anayasadan çıkartılması halkoyuna sunulmuş mudur, sunulabilir miydi. Tabi ki soyut düşünüp birçok cümlemizi de soyut olarak söyleyeceğiz, bugüne kadar soyut düşünemediğimiz ve sadece olaylara bağlı kaldığımız için dünyü çapında bir düşünür çıkaramadık. Bu ayrı bir tartışma konusu hiç şüphesiz ancak, Hukuk devleti dediğimizde idealize edilen bir devlet değil midir? Yoksa şu an dünya üzerinde hangi devletin hukuk devleti olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kurulana kadar bu ülkede kanunların anayasaya uygunluğu gibi bir sorun bulunmuyordu. Anayasası olmayan ülkeler için denetim nasıl olacak. vs. vs. Bir darbeyle yetkileri alabildiğine artırılan bir Cumlurbaşkanı, ve yine aynı ve önceki darbelerle gücü sınırlandırılan halkın temsilcisi olacak meclis...Ben bunu tartışmak istiyorum.. Cumhurbaşkanlığı makamının bulunup bulunmamasını...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Anayasanın şu maddesine veya insan haklarına veya, hukukun şu kaidesine, şu ilkesine aykırıdır değil, laik demokratik cumhuriyete. Tamam böyle bir cümleyi kendi yazımda barındıp da, hala Cumhurbaşkanı veto gerekçesini Anayasaya dayandırmıyor demekle abuk subuk bir laf etmişim. Yani saçmalamışım. Kusura bakma. Şimdi Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi yanlış anlaşıldım veya kastettiğim şudur desem daha ayıp olur değil mi? Ama ben yine de söylediklerimin saçmalığını en azından biraz ortadan kaldıracak bir iki açıklama veya her ne denirse birkaç cümle yazayım. Evet anayasanın 2. maddesinde açık metin varken "demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir" Cumhurbaşkanının veto gerekçelerine mesnet teşkil eden anayasa maddesi işte budur diyelim. Hepsinin bu olması imkansız, ancak AKP'nin siyasi kaygılarla çıkarmaya çalıştığı bazı kanunların veto gerekçesini bu metin oluşturdu. Demokrasiyi büyük ölçüde temsil olarak nitelendirdiğimizde laikliğin kimi temsil ettiği tartışılır hale geliyor, cumhuriyetin temel kavramının laiklik değil halk olduğu akabinde demokrasiye paralellik arzettiği ortaya çıkıyor. Hukuk devleti dediğimizde ne demokrasi, ne laiklik ve ne de cumhuriyet tabiri tam manasıyla hukuk devletini tanımlamaya yetmiyor, insan hakları dediğimizde ise ortaya hukuk devleti nazariyesinin insanlara sağlandığı bir durumun cereyan etmesi temenni ediliyor. Ama halk için temel kavram ne demokrasi ve ne laiklik ve ne de cumhuriyet değil. İnsan hakları ve insan haklarının sağlanmasını sağlayacak hukuk devleti. Bunun sağlanmasının demokratik bir devletle olabileceği düşünülüyorsa yanılındığını ABD veya İngiltere bize göstermelidir. Demokrasinin evrensel bir tanımı yok ve her ülke kendi şartlarına göre demokrasilerini belirliyorlar. Bu sebeple gün geçtikçe insan hakları daha fazla önem kazanıyor. Laiklik ise apayrı bir konu ve doğrudan doğruya insan haklarını veya hukuk devletini ilgilendirmiyor. Cumhuriyet ise sadece bir seçim sisteminden ibaret. Bunlar dikkate alındığında halk için en önemli şeyin daha öncede belirttiğim gibi evvela insan hakları ve bu hakların teminat altına alındığı hukuk devleti. Hukuk devleti dediğimiz şey ister krallıkla yönetilen bir devlette kurulsun, ister aristokratik bir yönetimde, ister cumhuriyet olarak adlandırılan bir yönetim şeklinde. Bu sebeplerle bir kanunun laik, demokratik, cumhuriyete aykırı olması değil insan haklarına, hukuk devletine aykırı olması veto gerekçesi oluşturmalıdır. Evet son olarak şunu da belirteyim. Önceki yazımda laik cumhuriyete neden aykırıdır bu açıklanmalıdır demişim. Evet laik demokratik cumhuriyetin anlamı şudur, bu kanun bu anlama uymamaktadır, laiklik bir yönetimden şunu ister bu çıkarmaya çalıştığınız kanun bu isteğin şu şu gereklerine uymamaktadır gerekçesiyle kanunu veto etmelidir. Bu arada yine söylüyorum, Cumhurbaşkanı bitaraf olması gereken kişidir, muhalif unsur değildir, bu da aynı anayasanın gereklerindendir. Hasım gibi davranmamalıdır.
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
1-2007 normal ya da 2006 erken seçimlerinde AKP'nin tozunun kalmayacağı tezine karşılık: Çok partili siyasi hayatımız başladıktan sonra Halk bugüne kadar oyunu sağ partilerden yana kullanmıştır. Dikkat edilirse çok garip istisnaların yaşanmadığı durumlarda sağın yaklaşık oyu %70'lerde, solun ise %30'lar civarındadır. Halk devletçi partileri, veya halka rağmen halk için mantığını sürgit savunan partileri kısmen desteklemiştir. Ancak, kendi yerleşik değerlerinin idamesini savunan (söylem bazında olsada) partileri ise %70'lerde bir oy potansiyeliyle desteklemiştir. Buradan AKP'nin bugünkü aldığı oyların %70'in %34'ü olduğu sonucuna varırsak, karşımıza garip bir tablo çıkacaktır. Tamam AKP'nin 2002 seçimlerinde aldığı oy halkın yanlış bir bilgiye sahip olmasından kaynaklandı. Zira halk (%34 kastetiliyor halkın tamamı değil -CYRANO buraya dikkat et) AKP'nin kendi isteklerine cevap vereceğini ümit ediyordu ve AKP'yi bu yüzden destekledi. Bir kısım halk AKP'nin ardından desteğini ihtimalki gelecek seçimlerde geri çekecek. Ancak bu halkın Demirel'i anlamak için 7 defa iş başına getirdiğini unutmayalım. Halkımızın bir siyasi kadronun mantığını tam olarak anlaması için o siyasi kadroyu 5-6 defa iş başında görmeye ihtiyacı var. Bu sebeple AKP'de geç anlaşılacaktır. Kaldıki %70'lik halk kesiminin ihtiyaçlarına merhem olacak sağ bir muhalefette gelecek seçimlerde görülmemektedir. Belki %70'in içerisinden gelecek seçimlerde oy kullanmayacak seçmen sayısı muazzam derecede artacaktır, ancak %10 barajlı bir seçim sisteminde oyların kullanılmaması daha çok büyük partilerin işine yarayacaktır. AKP gelecek seçimlerde de belirttiğim muhalefetin olmaması (Cumhurreisinin muhalefetini es geçiyorum, CHP zaten bir türlü muhalefet gibi davranamamaktadır) AKP'yi kazançlı çıkaracaktır. 2002 seçimlerini büyük bir farkla kazanmalarının temel nedeni de karşılarında nitelikli bir muhalefet bulunmamasıydı. Bu sebeplerle gelecek seçimlerde de AKP'yi nitelikli bir çoğunlukla mecliste göreceğimiz aklımızın bir kenarında bulunsun lütfen.. 2- CYRANO kardeşime: Diğer konudan buraya atladık ve sanırım burada da biraz tartışacağız. Şimdi söyleyeceklerimi hukuk eğitimi almış biri olarak söylüyorum. Bu durumu neden belirtme gereği duyduğumu sana şöyle açıklayayım. Dediklerimin sallama olmadığının anlaşılması için. Cumhurbaşkanımızın, veto gerekçelerini okudun mu gerçekten. Birçok kanunda laik cumhuriyete aykırılıktan veto hakkını kullandı. Hukuk literatürüne kazandırılan bir veto gerekçesi. Laik Cumhuriyete aykırılık. Anayasanın şu maddesine veya insan haklarına veya, hukukun şu kaidesine, şu ilkesine aykırıdır değil, laik demokratik cumhuriyete. Hep merak ettim, laik demokratik cumhuriyetin demokrasinin beşiği olan ülkelerde tanımı, el kitabı var mıdır? Aslında Cumhurbaşkanı veto gerekçelerini Hükümetin siyasi politikalarını eleştirmeden sadece hukukla sınırlı kalarak vermelidir.Anayasaya şekil ve esas bakımından aykırı olduğu takdirde veto etmelidir. Laik Cumhuriyete neden aykırı olduğunu açıklamalıdır. Neden yok, sadece aykırıdır. Tarafsız olması gereken kişi muhalefet yapıyor. Halk oyuyla seçilmeyen kişi halkın oyuyla iktidara gelmiş kişilerin önüne set oluyor. Cumhurbaşkanlığı makamının tartışılmaya açılması en azından seçim sistemimimizin tartışılmaya açılması kadar elzemdir....
-
DEMOKRASİYİ, HUKUK DEVLETİNİ, İNSAN HAKLARINI SAVUNMAK (NEDEN) AKP’YE (Mİ) DÜŞTÜ?
Demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını savunmak bugün kendilerini muhafazakar demokrat olarak tanımlayanlara neden düşmüştür? Yada sol/cu olarak kendini adlandıran aydınlar, partiler neden devletçi (büyük nebzede muhafazakar) zihniyetle hareket ediyorlar. -Takiyye diye geçip gitmeyin lütfen. Konu önemli ve bunun takiyye gibi basit bir cevabı olmamalı. AKP veya yandaşları demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarını savunarak aslında yapmak istediklerine kılıf arıyorlar diyemiyorum. Zira bu insanlar yaşadıkları 28 Şubat sürecinden sonra bayağı bayağı insan haklarını, özgürlükleri benimsediler. Kurtuluş Savaşından sonra başlayan devrimler belki en fazla onları etkiledi. Kısıtlılıklarının ortadan kaldırılmasının tek yolunun insan haklarının bu ülkede en üst seviyeye çıkartılmasıyla olabileceğini fark ettiler. Söylediklerimin paradoksal olduğunu söylemeyin lütfen. Bu belirttiğim durum takiyye ye mesnet değildir. Zira adamlar artık demokrasinin ve insan haklarının nelere kapı açacağını öğrenmişlerdir ve demokrasiyi istiyorlardır. Bu benim kanaatim, ancak ben solun veya solcuların Türkiye deki devletçi refleksif tavırlarına bir anlam verememekteyim. Anadolu solu tabiri sanırım Avrupadaki soldan Türk solunun uzak olduğunu belirtmek için ortaya atılmış. Nevi şahsına münhasır bir solla mı karşı karşıyayız yoksa. Demokrasimizin, Hukuk Devleti anlaşıyımızın özelliği/özerkliği gibi. Muhafazakarların (saçma sapan bir şekilde İslamcıların bir kısmı da bu kategoriye girmektedir yada kendilerini öyle tanımlamaktadırlar bugün) demokrasi, insan haklarını, ve özgürlükleri isteyerek kendi geleneksel görüşlerini yaşama imkanlarını ayakta tutmaya çalışıyorlar. Peki sol/cu/lar ne yapmaya çalışıyor. Halka rağmen, halka karşı, devletçi bir zihniyetle. Ya da abuk ve zor bir soru daha sorayım. Devletçi sol olur mu? Diğer konu başlıklarından birinde arkadaşlar sol hakkında hayli teferruatlı bilgiler vermişler, ancak benim burada merak ettiğim karşılıklı bir kıyaslama şeklinde sağ ve solun neden birbirlerinin jargonunu kullanması. Asıl takiyyeyi AKP mi yapıyor, solcular mı yapıyor, muhafazakarlar mı yapıyor, yoksa ben mi yapıyorum!? Ben ne mi demek istiyorum, derdim mi ne, bir kaç cevap yazarsanız açıklayacağım. İnşaallah..