Zıplanacak içerik

bekir

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bekir tarafından postalanan herşey

  1. "Yavrusunu kaybetmiş olan bir ceylan Hay’ı büyütüp hayvanlarla rekabet edecek hale gelinceye kadar emzirdi. Hay her ne kadar hayvanlarla birada yaşasa da kısa sürede derisinin çıplak olduğunu ve hayvanlara mahsus tabii savunma vasıtalarından mahrum bulunduğunu farketti. Yedi yaşına geldiğinde kendisini korumak için vucudunu yapraklarla ve hayvan derileriyle örtmeye başladı. Sonunda onu emziren ceylan öldü. Bu olay Hay’ı çok üzdü ve ölümün sırrı üzerine düşünmeye başladı. Ceylanın cansız bedeni üzerine uzun süre düşündü ve sonunda ölümün sebebinin bedeni terkeden bir güç (ruh) olduğuna karar verdi. Çünkü ceylan’ın bedeni olduğu gibi durmakta fakat canlılığı sağlayan güçten yoksun olduğu için hareket edememekteydi. Böylece Hay hayatı keşfetti" İBNİ TUFEYL, Hay bin Yakzan adlı hikayesinde böyle bir hikayeyi işliyor...Evet Hay'ın anne bildiği geyik, Hay bir yerden dönüp geldiğinde yerde yatmaktadır. Tüm uzuvları aynıdır ve bir eksiklik yoktur. Ancak anne geyik kıpırdamamaktadır. Ondan birşey ayrılmıştır. Ne ayrılmıştır. İçimizden bazılarının hakkın rahmetine veya gazabına uğramak üzere öteki tarafa veya bazılarımızın tabiriyle hiçbir tarafa geçtiğini çoğumuz biliriz. Bazı durumlarda o insanın ölmesi için ortada herhangi bir neden yoktur. Kalbi durmuştur ve ölmüştür. Bu insana baktığımızda 5 dakika öncesiyle 5 dakika sonrası arasında vücudunda hiç bir fark yoktur, dolayısıyla koşup oynaması, eğlenmesi veya oğlum bana bir bardak su vermesi işten sayılmamalıdır. Ancak o insandan öyle bir şey ayrılmıştır ki o insan bunların hiç birisini yapamaz. Bu zamana kadar vücudumuzun neresinde olduğu hiç kimse tarafından tespit edilemeyen birşey. Can...Beynimizde midir, kalbimizde midir, midemizde midir, hakiki bir varlığı var mıdır, yok mudur? Vücudumuzun herhangi bir noktasında tespit edilemeyen bu şey bizi ayakta tutan, konuşturan, hareket ettiren şeydir. Yani canımızdır. Diyelim ki bu can bize bir şekilde verildi veya bu canı vücudumuz bir şekilde üretip hayat buldu onu ne alıp götürmüştür...Ölüm mü o halde vücudumuzdan canımızı alacak ölüm denen şey nedir? Geri cana dönersek, hiç bir biyolojik veya tıbbi aletle yeri tespit edilemeyen bu canı ve bana kalırsa soyut bu varlığı ne üretmiştir. Böyle bir şeyi doğanın üretmesi mümkün müdür? Tespit edilemeyen ama olmazsa olmaz bir şeyi... Cumartesi akşamıydı yatıyordum ve kafama takıldı... Bir haftadır aralıklarla sürekli olarak bu soru kafama gelip gelip gitti. Zira daha önce bu forumda evrim teorisini tartışmayacağımı ve bu konuda fazla bir bilgim olmadığını söyledim. İşte bir haftadır bu sebeple bu konuyu açayım mı açmayayım mı diye düşündüm... Sonunda konuyu sınırlandırarak açarsam sözümü çiğnemeden söyleyeceklerimi söyleyebileceğimi düşündüm. Bu sebeple evrim teorisi sarmalına fazla girmeden mümkünse bana kalp krizi geçirip ölen bir insanda 5 dakika önce ne vardı ki konuşabiliyordu şimdi ne yok konuşamıyor bunu ve ötesinde ondan eksilen can ise bunun tıbben nasıl birşey olduğunun ispatını, eğer hala tespit edilemediyse böyle birşey(can/lılık) bunu hangi gücün meydana getirebileceğini ve hala böyle bir gücün ve dahası doğanın böyle bir şeyi üretmesinin mümkün olmadığını tespit ediyorsanız, neden Allah'a inanmadığınızı söyleyebilir misiniz? Selamlar ile...
  2. bekir şurada cevap verdi: editor başlık Editör
    Bu nasıl bir baştan savmalıktır anlayamadım. Bir makalede adına yer verilen ve eleştirilen adamın ismine bakın...Ben evrim konusundaki tüm cehaletimi kabul edebilirim...Hiç bir şey bilmiyorum derim...Hatta başka bir başlık altında inancım dogma olsa bile kabul edeceğimi ve bundan fevkalade memnun olduğumu belirttim. O halde tüm cehaletimle soruyorum...Kim bu Hasan Yahya,,, bir kişi bana söylesin... Benim bildiğim bir adı Adnan Oktar olan diğer adı HY olan bir zattan bahsediliyor değil mi bu makalade...Veya ondan bahsedilmesi gerekmiyor muydu... Ben birşey sorayım evrimci arkadaşlara merak ettim... Evrim ölümü nasıl yaratmıştır...Veya canlılığı...Yani ki evrim de gitgide komplek canlılar mevcutlaşıyorken niye hala ölüyoruz... Bunu ayrı başlık altında açmayı düşünüyorum...
  3. Kardeş benim de Kader konusundaki bilgim sınırlı...Birşeyler söyleyip kafandaki sorunların en azından bir kısmını gideriyim diyecektim ama yukardaki alıntıyı yaptığım yere gelince lüzumu olmadığını gördüm. Sen bir çözüm derdinde değilsin. Diyeceklerini diyip gitmiş bir adama benziyorsun...Benim kuyudaki taşı çıkarmak gibi bir derdim yok ve görülen o ki senin de taşla işin yok... Bu sebeple cevap beklemene ve aşağıda sorular uydurmana bir anlam veremedim... Kendinize iyi bakın...
  4. Bak kardeşim, bahsettiğin linkteki metni yanılmıyorsam 8-10 gün önce okumuştum ve aslında pek de kaale almamıştım. Zira bütün herşey vahhabiliğe atılıyordu...Her ne ise... Irak örneği size öyle gösterilen bir örnektir. Irakta, Amerikan güçleri girmeden evvel çatışmaları hatırlıyorsunuzdur. Bir devlet direnişi olmadan halkın ve başkaca islam ülkelerinden gelen mücahitlerin verdiği direniş vardı. Amerika ırağın içine girdikten sonra savaşta verdiği kayıptan daha fazlasını bugüne kadar vermiştir. Ancak, bugün sünnilerle şiiler arasında bir iç savaş çıkartılmaya var gösterilmeye çalışılıyor ki buna dikkat etmemiz lazımdır. Her gün o kadar bomba neden illaki camilere konuluyor. nerden getiriliyor, bu bombalamalar bu çatışmalar sünnilerin mi şiilerin mi yoksa Amerika ve İsrail gibi devletlerin işine mi geliyor. Terördeki tek mantık kim kazançlı çıkıyorsa o yapmıştır mantığıdır bana kalırsa...Bu eylemleri Abd ve İsrailden başka bir grubun yaptığını sanmıyorum yapsalarda Irak'taki kürt gruplardan bazıları yapıyor olabilir...Her ne ise... Suudların açıklamaları ise genelde kral ailesine mensup kişileri endişileri neticesinde olabilir. Hizbullah ne kadar güçlenirse bulunulan coğrafyada bir o kadar krallıkların tahti sallanır. zira Hizbullah halkın içinden çıkmış ve diğer bir devlete karşı savunma savaşı verebilecek kadar güçlenmiş bir örgüttür. Böylesi bir örgüt tabi ki suudi kral ailesini de başkaca krallıkları da korkutacaktır... Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, başka kim vardı bilmiyorum ama ben ufak bir araştırma yaptım ve bakın aşağıya alıntıladığım şeyler çıktı. İslam ülkeleri hakkında bilgi sahibi olmak isteyenler olabilir. Birçok islam ülkesinde var sanılan seçim, çok parti aslında göstermelikten başka bir şey değildir. Hatta kimisinde bizim 1945 te uyguladığımız açık oy gizli sayım tekniği uygulanmaktadır. Hele suudi rejimini iyice bir tetkik etmek gerekir. Hüsnü Mübarek nasıl cumhurun başı oluyormuş bir görmek gerekir. Vana kimin elindedir ki kısıyorsunuz. Siz krallıkla yönetiliyorsunuz ve tüm vanalar kral tarafından açtırılıp kapattırılıyor. Başınızdan olmayı göze almadan vana açıp kapatamazsınız. Dahası bu coğrafya insan değerinin en düşük olduğu coğrafyadır dolayısıyla burada hayatta kalmak ölmekten çok daha zordur...Mısırlılar Mübarek'i tek geçiyorlarmış biz de bir dönem CHP'yi tek geçiyorduk acaba nedendir....Biz neden ulemadan bahsettik sanıyorsunuz, İran örneğini niye verdik. Bu yerlerde ulema halkı örgütleyen ve dahası halkın peşine takıldığı kişilerdir. İsterseniz bir ihvan-ı müslim hareketine bakın. Kimi takip etmişler. Bu coğrafyada halkın hareketleri hep bir cemaat lideri veya kurulan bir islami anlayış etrafında hayat bulmuştur dolayısıyla başlardaki kralları devirecek olan da bana kalırsa ulemaların çalışmaları olacaktır...BU ARADA ULEMALAR HALKTAN İNSANLARDIR...Halk bir başın altında toplanmadıktan sonra, bir yerden yönetilmedikten sonra cılız sesler olarak kalır ve dahası birel hadiselerin ortadan kaldırılması krallar için çok kolay olur... ALINTILARI OKUMAK İSTEYECEKLER İÇİN... Kusura bakmayın çok uzun bir metin... Böyle Kopyala yapıştır yapmayı hiç sevmiyorum ama bunları da benim yazmam herhalde mümkün değil. o sebeple kopyalayıp yapıştırıyorum...istemeyenler okumaz... SUUDİ ARABİSTAN Yönetim sekli: Suudi Arabistan krallik rejimiyle yönetilmektedir. Kral oldukça genis yetkilere sahiptir. Yasama yetkisi de kralin elindedir. Anayasaya göre ülkede uygulanacak yasalarin seriata dayanmasi gerekir. Ancak pratikte bu konuda birçok pürüz mevcuttur. Anayasayi degistirme yetkisi kralin elindedir. Kral 1993'te 60 üyeli bir Danisma Meclisi olusturdu ve üyelerinin tamamini bizzat kendisi belirledi. Ancak bu meclisin yetkileri oldukça sinirlidir ve sadece kral istedigi zaman toplanmaktadir. Seriatin normalde bütün herkese karsi islemesi gerekirken Suudi Arabistan'da "siyade" denilen ve kralla onun çevresindeki kisilerin olusturdugu sinifin yargi dokunulmazligi vardir. Yönetim kadrosunu olusturanlarin büyük bir çogunlugu Suud ailesine mensuptur. Kendilerine "emir" denilen idari bölge yöneticilerinin tamami Suud ailesine mensuptur. Bütün üst kademe yöneticileri kral tarafindan tayin edilir. Onlar da kendi emirlerinde çalisacak kisileri tayin ederler. Dernek yöneticilerine varincaya kadar bütün yetkili kisiler tayinle belirlenir, hiçbir yerde seçim yoluna gidilmez. Iç problemleri: Ülkedeki despotik kraliyet rejimine ve insan haklari ihlallerine karsi tepkiler son yillarda iyice su yüzüne çikmaya basladi. Bu yüzden çesitli üniversitelerde ve bakanliklarda görevli aydinlar 1993 Mayis'inda bir bildiri yayinlayarak yönetimi seriat ilkelerine dönmeye ve seriatin insanlara saglamis oldugu haklari güvenceye almaya çagirdilar. Ancak çok geçmeden bu bildiriye imza atanlarin hepsi görevlerinden uzaklastirilarak birçogu tutuklandi. Buna ragmen üniversite çevrelerindeki rahatsizlik devam etti ve ayni yilin Agustos ayinda 60 ögretim görevlisi kraldan, tutuklananlarin serbest birakilmalarini istedi. Çok geçmeden bazi imamlar ve din alimleri de yönetimin baskici ve Islâm'a aykiri uygulamalarindan duyduklari rahatsizligi dile getirdiler. Bu gelismeler üzerine de çok sayida imam görevden uzaklastirildi ve birçogu tutuklandi. Yönetim simdilik kendisine yönelik tenkitleri ve tepkileri zorla susturmaya çalisiyor. Ancak bu metodun uzun vadeli bir çözüm olmayacagi, gittikçe yayginlasan rahatsizligin ileride ciddi bir patlamaya yol açmasinin ihtimal dahilinde oldugu görülüyor. TUNUS Yönetim sekli: Tunus'ta görünüste çok partili ancak gerçekte tek parti diktatörlügüne dayanan bir sistem hâkimdir. Çünkü seçim kanunu muhalefet partilerine 163 üyeli parlamentoda sadece 21 sandalyelik bir kontenjan tanimaktadir. Bu itibarla muhalif partilerin ittifak halinde bile iktidar partisinin herhangi bir uygulamasini engelleme imkânlari yoktur. Üstelik seçimler hükümetin gözetimi ve baskisi altinda gerçeklestiginden muhalefetteki partilerin kendilerini tanitmalarina firsat verilmedigi gibi insanlarin tercihlerini hür iradeleriyle yapmalarina da imkân taninmamaktadir. Örnegin Mart 1994 seçimlerinde oylarin % 97.73'ünü iktidar partisi aldi. Kanuna göre cumhurbaskaninin genel seçimle belirlenmesi gerekiyor. Ancak ülkenin bagimsizligini elde ettigi günden buyana hiçbir zaman adil ve dürüst bir baskanlik seçimi yapilmis degil. Eski diktatör Burgiba kendini ömür boyu cumhurbaskani seçtirmisti. Ancak Bin Ali darbesinden sonra onun bu sifati kaldirildi. Bin Ali ise cumhurbaskanligi seçimlerine hep rakipsiz girmektedir. Tunus, BM, IKÖ (Islâm Konferansi Örgütü), Arap Devletleri Birligi, Afrika Birligi Örgütü, IMF (Uluslararasi Para Fonu), Islâm Kalkinma Bankasi gibi uluslararasi örgütlere üyedir. ÜRDÜN Yönetim sekli: Ürdün parlamenter sisteme dayali krallik rejimiyle yönetilmektedir. 1992'de çikarilan bir kanunla siyasi partilerin kurulmasina izin verildi. Üyeleri dört yilda bir gerçeklestirilen seçimlerle belirlenen 80 üyeli bir parlamentosu, 40 kisilik de bir senatosu (üst meclisi) var. Seçimler daha önce nispî temsil sistemine göre yapiliyordu. Ancak ülkede Islami hareketin güçlenmesi üzerine bu hareketin parlamentoda çogunlugu elde etmesine karsi bir tedbir olarak seçim kanunu degistirildi. Tarihi: Bugünkü Ürdün topraklari Hz. Ömer (r.a.) döneminde Islam devletine katildi. 12. yüzyilda bir süre Haçlilarin isgali altina girdi. 1187'de Haçlilardan kurtarildiktan sonra sirasiyla Eyyubilerin, Fatimilerin ve Memlüklerin elinde kaldi. Memlüklerden sonra 1517'de Osmanli Sultani Yavuz Sultan Selim tarafindan alinarak Osmanli topraklarina katildi. 1831 - 1840 yillari arasinda Misir'da Osmanliya baskaldiran Mehmet Ali Pasa'nin hakimiyetine geçti. Bu ara dönem disinda Ürdün topraklari 1917 Ingiliz isgaline kadar Osmanlilarin elinde kaldi. Ingilizlerin Filistin ve Ürdün topraklarini isgal etmesine, kendisine Arap yarimadasinin kralliginin verilecegi vaadlerine kapilan Serif Hüseyin de yardimci oldu. Ingilizler, 1921'de Serif Hüseyin'in oglu Serif Abdullah'a Ürdün Nehri'nin dogu tarafindaki topraklarda yari bagimsiz bir emirlik kurdurdular. Bu emirlik Ingiltere'nin kontrolü altindaydi. Ingiltere 1946 Londra anlasmasi geregince Ürdün'ün bagimsizligini tanidi. Ingilizlerin Ürdün üzerindeki çikarlarini koruma görevini üstlenmis olan Abdullah'a da Ürdün kralligi payesi verildi. Kral Abdullah, 1951'de yine Ingilizler tarafindan öldürtüldü. Yerine oglu Talal geçti. Fakat daha sonra akli dengesi yerinde olmadigi gerekçesiyle Talal'dan, kralligi birakmasi istendi. O da 1952'de makamini oglu Hüseyin'e devretmek zorunda kaldi. Kral Hüseyin ülkede bir denge politikasi uygulamaya çalisti. Baslangiçta parlamenter sisteme dayali bir krallik rejimi kurmak istedi. Fakat kendi yetkilerinden taviz vermek istemediginden ilk seçimlerden sonra olusturulan parlamentolar sembolik bir demokratik kurumdan ibaret kaldi. Kral 1967 Arap - Israil savasinin hemen ardindan parlamentoyu kapatti. Bu parlamento ancak 9 Ocak 1984'te bir araya gelebildi. Genel seçimler ise ancak 8 Kasim 1989'da yapilabildi. Ürdün kralini böyle bir seçim yapmaya da 18 Nisan 1989'da patlak veren olaylar zorladi. Ürdün yönetiminin Nisan 1989'da, IMF ve Dünya Bankasi'nin istekleri dogrultusunda parasini % 50 oraninda devalüe etmesi bir hafta süren genis çapli bir halk ayaklanmasina yol açti. Kral halkini ancak bazi vaadlerle yatistirabildi. Bu vaadlerin arasinda serbest seçim yapilmasi da vardi. Bu dogrultuda 8 Kasim 1989'da gerçeklestirilen genel seçimlerde 80 kisilik parlamentoya, Islami hareketten 18'i Müslüman Kardesler'den olmak üzere 33 kisi girebildi. Islami hareketin sonraki yillarda daha da güçlenmesi üzerine yönetim seçim sistemini degistirdi. LİBYA Yönetim şekli: Libya'da Muammer el-Kazzafi'nin "Yeşil Kitap" adlı manifestosunda yer alan fikirlerin uygulanmasına çalışılmaktadır. Ancak manifestodaki teorik unsurlarla uygulama arasında ciddi farklılıklar olduğu görülür. Yeşil Kitap halkın yönetime doğrudan katılmasını öngören bir formülden söz eder ve bunun için halk meclisleri oluşturulmasını öngörür. Pratikte bazı halk meclisleri oluşturuluyorsa da bu meclislere katılanlar seçimle değil direktifle belirlendiğinden bunlar halkı temsil etmekten çok yönetimin programlarını tasdik etmektedirler. Devletin en üst kademesinde "devrim önderi" sıfatı taşıyan başkan bulunmaktadır. İkinci kademedeki yetkili Genel Halk Kongresi sekreteridir. Genel Halk Kongresi'nin 750 üyesi bulunmaktadır ve bu üyeler yukarıda sözü edilen halk meclisleri tarafından belirlenmektedir. Yeşil Kitap, ideolojisini "halk yönetimi", "sosyalizm" ve "üçüncü dünya teorisi" başlıkları altında toplamaktadır. Siyasi partiyi çağdaş diktatörlük olarak nitelemektedir. Libya, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Afrika Birliği Örgütü, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), Uluslararası Para Fonu (IMF), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üyedir. İslami Hareket: Libya'daki İslâmi cemaatlerin en köklüsü Senusi tarikatıdır. Ancak Kazzafi bu tarikatı İslâm dışı ilan ettiğinden bütün faaliyetlerini durdurdu. Libya'ya Kazzafi diktatörlüğünün hâkim olmasından önce bu ülkede etkili olan ve devleti gerçek anlamda İslâmi bir kimliğe kavuşturmaya çalışan İslâmi cemaatlerin başında Müslüman Kardeşler cemaati geliyordu. Bu cemaat kral İdris es-Senusi'nin temsil ettiği cemaatin savunduğu ilkeleri gerçek anlamda yönetime aksettirmemesi, İslâm kanunlarını tam olarak uygulamaması ve Batı'dan ithal edilmiş birtakım kanunları da uygulamaya devam etmesi dolayısıyla onu eleştiriyordu. Kazzafi, Müslüman Kardeşler'i karşı devrimci ilan ederek yasakladı. Müslüman Kardeşler mensubu pek çok insan Kazzafi zulmünden nasibini almıştır. Bugün Libya'da bu cemaatin çalışmaları hâlâ yasaktır. Kazzafi 1973'te başlattığı Kültür Devrimi'yle Müslüman Kardeşler'in yanı sıra Hizbu't-Tahrir, İslâmi Cihad gibi diğer İslâmi örgütleri de tasfiye etti. Bu cemaatler daha sonra faaliyetlerini gizli olarak sürdürdüler. Hatta Hizbu't-Tahrir mensupları ordu içinde faaliyet yürüterek Kazzafi rejimine bu kanaldan bir darbe vurma çabası içine girdiler. Ancak 1983'te çok sayıda ordu mensubu Hizbu't-Tahrir üyesi oldukları gerekçesiyle tutuklandı. Kazzafi ilim adamlarını da gericilikle suçlayarak hepsini saf dışı etti. Kazzafi, insanların, herhangi bir imamın yorumuna gerek kalmadan Kur'an'ı kendilerinin doğrudan anlamaları gerektiğini, her insanın Kur'an'a dayanarak içtihat yapabileceğini ileri sürüyor. Bu yüzden Kazzafi'nin savunduğu anlayışta ilim adamlarına bir görev düşmüyor. Bugün Libya'da açıktan faaliyet yürütebilen bir İslâmi cemaat yoktur. Libya içindeki İslâmi çalışmalar son derece gizli yürütülmektedir. Bunun yanı sıra ülkelerini terk etmek zorunda kalmış olan bazı Libyalılar da çeşitli yabancı ülkelerde örgütlenerek ülkelerine yönelik İslâmi faaliyetler yürütmektedirler. Libya'daki mevcut yönetim dini de tekelinde tutmak istediğinden İslâm'a Davet Cemiyeti gibi birtakım örgütler kurmuştur. Ancak bu cemiyetlerin yaptığı Kazzafi'nin konuşmalarını, İslâm'la ilgili görüşlerini içeren kitapların yanı sıra onun görüşlerine ters düşmeyen içeriğe sahip dini kitaplar ve periyodik yayınlar yayınlamaktan, zaman zaman göstermelik sempozyumlar düzenlemekten ibarettir. KUVEYT Yönetim şekli: Ülkenin başında geniş yetkilere sahip bir emir vardır. Ancak 16 Kasım 1962'den buyana yürürlükte olan anayasa Kuveyt'te demokratik, halk iradesini öne çıkaran bir yönetim şeklinin hâkim olduğunu vurgulamaktadır. Yasama yetkisi emirin ve üyeleri seçimle belirlenen 60 üyeli Milli Meclis'in elindedir. Milli Meclis'e girebilmek için Kuveyt asıllı olmak şarttır. Parlamento üyelerinin belirlenmesi için yapılan seçimlerde sadece 21 yaşını doldurmuş erkekler oy kullanır. Başbakan emir tarafından tayin edilir. Ancak veliahdın başbakan olarak tayin edilmesi bir adet halini almıştır. Şimdiki emirin veliahdı Sa'du'l- Abdullah es-Sabah da başbakanlık görevini yürütmektedir. Hükümet başbakan tarafından oluşturulur. Hükümetin en az 7 üyesinin emir ailesinden (es-Sabah ailesinden) olması gerekir. Anayasaya göre şeriat, yasamada asıl kaynaktır. Ancak uygulamada ciddi birtakım aksaklıkların olduğu dikkati çekmektedir. Kuveyt, BM, İKÖ (İslâm Konferansı Örgütü), Arap Devletleri Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı), IMF (Uluslararası Para Fonu), İslâm Kalkınma Bankası gibi uluslararası örgütlere üyedir. MISIR Yönetim sekli: Misir görünüste çok partili demokratik bir sistemle yönetilmektedir. Ülke 11 Eylül 1971'de yürürlüge konan anayasayla yönetilmektedir. En üst yönetici olan cumhurbaskani genis yetkilere sahiptir. Cumhurbaskani genel seçimle belirlenir. Ancak 1952 darbesinden sonra gerçeklestirilen bütün cumhurbaskanligi seçimleri tek adayli olmus ve o tek aday da oylarin hep % 90'dan fazlasini almistir. Basbakan cumhurbaskani tarafindan tayin edilir. Yasama yetkisi 454 üyeli ve üyeleri genel seçimle belirlenen parlamentodadir. Ancak seçimler açik oy, gizli sayim usulüyle yapildigindan halkin büyük bir çogunlugu mevcut sisteme karsi oldugu halde iktidar partisi her seçimde oylarin % 90'dan fazlasini almaktadir. Muhalefet partileri adil ve dürüst olmadigi gerekçesiyle 1991'de gerçeklestirilen genel seçimleri boykot ettiler. Hâlen bu görevi sürdüren Mübarek siddet ve zulümde Sâdât'in çok önüne geçti. Mübarek, her alti yilda bir yenilenen cumhurbaskanligi seçimlerine tek aday olarak girmekte ve demokrasinin mantigindan son derece uzak bir sekilde gerçeklestirilen bu seçimleri dogal olarak kazanmaktadir. Müslüman Kardesler'den sonra en çok adini duyuran ve etkinlik gösteren cemaat Prof. Ömer Abdurrahman'in düsüncelerini benimsemis olan Tanzimu'l-Cihad hareketidir. Bu cemaatin mensuplari daha önce rejime karsi siddet eylemlerine ve bazen de silahli çatismalara giriyorlardi. Ancak son yillarda bu tutumlarini degistirdiler. Hatta önceleri siyasi partiye ilkesel olarak karsi olmalarina ragmen son zamanlarda siyasi parti kurma çabalari içine de girdiler. Bu cemaat içinde iyi bir hiyerarsik yapi mevcut degildir. Tanzimu'l-Cihad daha çok güney bölgelerde güçlü durumdadir. Bilindigi üzere cemaatin fikri alt yapisini olusturan ve manevi lideri sayilan Prof. Ömer Abdurrahman, ABD'nde tutuklu durumdadir. Islami Hareket: Misir'da Islâmi hareket üzerindeki baski Ingiliz isgali döneminde baslayarak hiç kesintiye ugramadan devam etti. Bagimsizlik sonrasi baski isgal dönemini aratmayacak derecede oldu. Devlet terörü Islâmi anlayis sahibi pek çok insanin canini aldi. Bu yüzden Misir'daki Islâmi hareket kitle tabanini fiili mücadelenin içine çekme konusunda yeterince basarili olamadi. Buna ragmen insanlara Islâmi anlayisi kazandirmada büyük basarilar gerçeklestirdi. Hilafetin ortadan kaldirilmasindan sonra yeniden bu kurumu hayata geçirmeyi ve Islâm'i devlete hâkim kilmayi amaçlayan Islâmi hareketin besigi olarak sayabilecegimiz Misir'da en genis kitle tabanina sahip cemaat Müslüman Kardesler cemaatidir. Oldukça düzenli bir hiyerarsik yapiya sahip olan Müslüman Kardesler'in kurucusu Hasan el-Benna, simdiki genel mürsidi ise Mustafa Meshur'dur. Müslüman Kardesler hemen hemen bütün Arap ülkelerine, diger Islam ülkelerinin de çoguna yayilmistir. Diger ülkelerde de Müslüman azinliklara yönelik faaliyetleri bulunmaktadir. Dolayisiyla bu cemaatin birçok Avrupa ülkesinde de faaliyetleri vardir. Müslüman Kardesler cemaati fiili eylemlere girmiyor. Faaliyetleri genellikle teblig ve davet çalismalarindan ibarettir. Bazi sosyal ve ticari kuruluslar kurdu. Ancak Misir yönetimi hiçbir gerekçe göstermeden bunlarin hepsini kapatti. Yayin yoluyla faaliyet yürütmeleri devlet tarafindan engelleniyor.
  5. Kardeş, bahsettiğin diğer ülkelerin sadece yönetimleri benim bahsettiğim ülkelerle dosttur. Veya dost görünmek işlerine gelmektedir. Halkın ise bu ülkeler düşmanlarıdır. Yine bahsi geçen düşmanla dost olan ülke halkları gerçekten demokrasi ile yönetiliyor olsaydı düşman onlar için de aynı düşman olacaktı. Yine düşmanla dost olan ülkelerde çıkan petrol o ülkelerin halkı için kullanılsaydı düşman olunacaktı. Dolayısıyla, özellikle ABD ve İsrail bu halkların ortak düşmanıdır. Bizler halklar nezdinde birleşebilirsek ülkeler nezdinde birleşme de fazla gecikmeyecektir. verdiğiniz diğer yeşil, kahverengi, kara kuşak ayrımı dolayımındaki bilgiler için teşekkürler... Sovyetlerin ilerleme politikası, ABD'nin savunma ve ilerleme politikası nihayetinde emperyalist politikalar diyelim: Belirttiğimiz islam ülkelerinin asli karakteri değildir. İkisi de kendisine müttefikler aramışlardır. Sovyetlerin dağılmasıyla dava konusuz kalmıştır. ABD'nin kendi varlığını savaşla açıklamaya çalışması, ülkesi içerisindeki insanları sürekli savaşla korkutması, bir arada tutması bizim birinci dereceden derdimiz değildi ancak bizim birinci dereceden derdimiz olan savaş alanı olarak yeşil kuşağın petrol dolayımında konuşlandırılmasıdır. Ama sayın CYRANO, biz şu an seninle neyi tartışıyoruz ben onu anlamadım. Yok eğer bir tespit yapıyorsanız neyi tespit ediyorsunuz konuya katkısı olması gereken. Konuyu belirli bir hale getirdim sanıyordum. Müslümanlar niye birleşemiyor...Bakın ülkeler değil, müslümanlar niye birleşemiyor. Biz ülkeler olarak birbirimize karşı durmadan evvel halklar olarak da birleşemiyorduk. Aydınlar, ulemalar birleşemiyordu bugüne kadar. Bilinen birşey varsa arap toplumunda ulemalara krallardan daha fazla inanılır, inanılırda ulemanın ipiyle kuyuya inmeye çalışan yoktur diyebilirsiniz ama bugün ırakta yaşananları görüyoruz. Elin adamı ulemanın ipiyle mağmaya inmeye çalışıyor. İran da ulemalar iktidarı alabiliyor...Ulemalar birleştiğinde, örgütler birleştiğinde halklar da birleşecektir, ve krallar ABD'ye kaçmakta çözüm bulabilecektir. Ancak kaçarlarken de çok kan akması işten sayılmaz...Bana kalırsa iyimser bir tahminle 5-10 yıl içerisinde krallıkla yönetilen müslümanlar kralların anasını...her ne ise... İsterseniz tasfiye sürecini, kaç kilo kan döküleceğini, birleşmenin nasıl olabileceğini, birleşmede öncü olabilecek devletleri ve halkları tartışalım...Dicle Fırat federasyonu fikrini ortaya atanlar var. Buraya bir düzeltme ekliyorum: Sessizliğin kızı ben yazımı hazırlarken senin cevabın yoktu. Şimdi ekranda gördüm de...Bahsedilen resimler sanırım avatarındaki Britney Spears'ın resmi... Onu değiştirmeni istemiş galiba nizamülmülk kardeş...Tabi ki değiştirip değiştirmemekte serbestsin ama madem müslümanlık temelinde birşeyler yapmaya çalışıyorsun uygun birşey olsun demek istemiş...Laf aramızda bu kadından hiç hazzetmiyorum.bana kalırsa aishwarya rai'nin resimlerini koysan daha güzel olurdu... tabi yine de sen bilirsin...
  6. Selamlar... Başlıkla içerik pek ve belki hiç uyuşmuyor...O halde bu başlığa bir içerik kazandırmak gerekiyor ondan sonra bir tartışma başlatabilelim... Nasıl olur... İslam dünyası bölük pörçük bir hal arzediyor.Şiilik-Sünnilik üst başlığı altında birbirine uzak, yakın onlarca fırka mezhep var. Bu mezheplerin birbirleriyle bugüne kadar girdikleri çatışmalar islam coğrafyasında güç kaybına ve düşmanlıklara neden olmuştur. Peygamben efendimizin de belirttiği şekliyle ümmet belki de bugün 73 fırkaya ayrılmıştır. 76 mıydı...Her ne ise...Bu bölünmüşlük, sadece mezheplerin dine bakışı nedeniyle değil, mezheplerin iktidarlara talip olmaları nedeniyle de ilerlemiştir. A mezhebi ile B mezhebi arasındaki uçurum da belki daha fazla iktidar olma hevesinden genişlemiştir... Dolayısıyla 29 harfimizin kafi gelmeyeceği mezhep adlandırmasında bugüne kadar sürekli kan akmıştır. Bu tespitimiz meselenin bir yüzü. Bir de İslam, bilindiği üzere belli bir coğrafyada büyük bir nüfuz sahibi ve bulunulan coğrafya dünyanın en önemli madeninin üzerinde kurulu. Dolayısıyla bu bölgede birleşmiş bir islam, emperyalist, terörist devletler olan, ingiltere, abd, israil gibi devletlerin çıkarlarını ziyadesiyle tehlikeye sokar. son 50 yıl ve belki daha da fazla bir süredir, müslümanlar arasındaki yakınlaşmayı uzaklaşmaya çevirmek için sürekli faaliyetler mevcut. Irak-İran savaşı hatırlanmalıdır. Saddam Hüseyin'in ABD dolayısıyla CİA tarafından gerek eğitim verilerek ve gerekse desteklenerek nasıl Irak'ın devlet başkanı olduğu hatırlanmalıdır. Saddam, denilen adamın müslümanlıkla uzaktan yakından bir alakası yokken ABD'nin şiddetli düşmanı olan İran ile neden savaştığı düşünülmelidir... Bugün, Irak'ta sürekli olarak yaşanan ve hergün bir şii, bir sünni camisine konan bombalara da bakmak gerekiyor. Zira hem şii ulema ve hem de sünni ulema sürekli olarak oyuna gelmeyelim mealli açıklamalar yaparken hala böyle bombalamalar yapılması bir şii - sünni çatışması yaratılmak istendiğini gözler önüne seriyor. Dolayısıyla yukardan beridir değindiğimiz üzere bu coğrafya da tarihde özellikle şii-sünni ayrımında çok fazla kan aktı. Ancak, bugün bu çoğrafyada ki ŞARK ÇIBANI, kan emici vampir kılıklı bazı devletlerin emperyalist politikalarının farkına varan şiiler ve sünniler artık birleşmenin gerektiğinin farkına vardılar... Emperyalislerin karşı tavrı gecikmiyor ve hatta önce başlıyor... Irak bombalamaları, bugünlerde bazı yamyam yamağı gazetelerde çıkan israilin kazanması sünnilerin kazanması olacak dediği söylenilen ve hizbullah yönetici olduğu belirtilen ama kimliği bilinmeyen yalan haberler... Geçmişte onlar birleşmek istemiyorlardı o yüzden ayrılık vardı bugünlerde onlar birleşmek istiyor bu sefer bazıları tarafından köprüler uçurulmaya çabalanıyor... İKÖ'nün kuruluşu bu noktada çok manidardır. Hizbullah'ın tüm islam aleminde bir moral motivasyonu olarak ve kahramanlar olarak karşılanması, filistin ve lübnan halkının kardeşler olarak kabul edilmesi yavaş yavaş bir birleşmeye doğru gittiğimizin göstergeleri. ve dahası aynı coğrafya üzerinde müslümanların başına bela olan evrimini tamamlamamış maymunların bulunması da, bu belayı bütün islam aleminin kendi başlarına da musallat olacağının farkına varması; düşman ortak olunca düşmanın düşmanı dosttur mantığı da devreye giriyor yani anlayacağınız...Müslümanlar neden birleşemiyor değil, bugüne kadar neden birleşmiyorlardı, bugün neden birleşimiyorlar, yarın birleşebilecekler mi, birleşmelerinin yolu nedir, sebebi nedir... Ben birkaçına cevap verdim...Bakalım bakalım gerisi gelecek mi?
  7. Konuya dahil olan bütün arkadaşlara teşekkürlerimi sunuyorum. Bu konuyu açtıktan sonra konu burada hiç bir karşılık bulmadı. Ama dini konular başlığı altında da ayrıca açmıştım orada daha fazla konuya dahil olanlar olduğu için burayı unutmuştum... Lakin konuya dikkat etmiyorsunuz galiba... Ben evrimin varlığı veya yokluğunu tartışmaya açmamışım. Ortaya atılma zamanını tartışıyorum. Ve sizlerden özür diliyorum, eğer gerçekten evrim hakkında hiçbir malumatım olmadığı gibi bir duygu uyandırdı isem... Delta kardeş, birincisi kutsallarımız hakkında konuşulurken size karşı gösterdiğimiz azami saygıyı sizinde göstermeniz gerekir. isterseniz alıntıladığım metni tekrar okuyun...Bu size birşey kaybettirmez dedim, aksine karşınızdakine değer verdiğinizi gösterir. Hatta peygamberimize Hz. demek zorunda değilsiniz, sizin peygamberiniz diyebilirdiniz dedim... Evrim teorisini yaratılışa indirgemek, indirgememek: açılan konuya bir daha bakar mısınız...lütfen bakar mısınız...Teorinin ispatı/ispatsızlığı beni ilgilendiriyor mu? Her ne ise, bu konuyu bir de burada tartışmak niyetinde değilim, eğer gerçekten bu konu hakkında bir diyeceğiniz varsa, dini konular başlığı altındaki kısımda söylerseniz gerçekten çok daha iyi olur...Ama sanırım siz o başlık altında tartışmıyorsunuz ben de bu başlık altında tartışmak istemiyorum... ne olacak...böyle kalsın isterseniz...
  8. Gökten üç elma düşüyorsa kucağımızı açmadan evvel kafamızı sağlama almamız gerekir değil mi? Bu soruya hadi oradan diyecek bir goril çıkmayacaksa, tespitler ve çözüm önerilerimi birkaç hafta daha olgunlaştırma izni isteyeceğim, o arada siz bir manavdan aldığınız elmalar ile idare etseniz daha iyi edersiniz...Yok eğer elmakurtlarını koruma derneğine üyeyseniz, üzüme yönlenmeniz daha efdaldir... selamlar ile...İnşallah hayırlı haber ve çözümlemelerle bu konuya tekrar değinebilirim..
  9. İRTİCAYI TARTIŞACAK OLAN OLMADIĞINA GÖRE BİR SONUCA VARIRSAK... BU ÜLKEDE DEMİK Kİ İRTİCA YOKMUŞ...
  10. Mesele değil sayın yam yam, arada sıra bende de oluyordu... Elektrik kesintisi, bilgisayarın kapanması gibi bir nedenle değilde explorer hatasından kaynaklandığında sorun, geri tuşuna bastığımda sayfa geri geliyordu...Neyse dediğim gibi önemi yok... Konu fazla sıkıcı bir hal aldı...Laiklik, demokrasi, türban ve daha da garibi bunların siyasi, felsefi arka planlarıyla birlikte tartışılması iyice ağırlaştırıyor konuyu...Bu sebeple biraz değişiklik yapıp buraya başka bir yazı yazmak istiyorum bugün... "Napolyan bir savaşta topların durumunu bir subayı çağırarak sorar. Subay, topların üç sebepten çalışmadığını bildiri ve "bir" der, "Barut Yok". Napolyan, subayın sözünü keser: "Yeter, barut yoksa diğer sebepleri saymana gerek yok" Biz %90 la dahi hergün hülyasına daldığımız şeriat devletini getiremeyeceksek neyi tartışacağız...(Cümlemi anlamayanlar olabilir diye kinaye olduğunu belirteyim, böyle bir amacımız hiç olmadı).. Aslında ben dün size verdiğim cevabı vermek istememiştim, karşılaştığınız yukardaki cümlelerim için özür diliyorum. Ben oraya, Kaşgarlı Mahmut'un Miami sahillerinde çekilmiş üstsüz resimlerinin 1542 yılında Hülya Avşar tarafından 10.000 dolar karşılığında satın alındığını yazacaktım... Bizi laiklik korkutacıyla* korkutanlar, kıstıranlar ve dahası laikliği demokrasinin vazgeçilmez unsuru olduğunu düşünenler; birgün demokrasi ile köşeye sıkıştırılabileceklerini düşünürlermiydi acaba Hiç sanmıyorum, böyle birşeyin zuhur edebileceğnin bilseler, öngörseler sanırım ki; Cumhuriyeti ve Demokrasiyi bu ülkeye asla getirmezlerdi. Bu müslümanlar da çok oluyor. Ne lan, oturun oturduğunuz yerde, vergilerinizi ödeyin, size devletin verdiği mukaddes görevleri yapın, her seçimde ne halt etmeye sağ muhafazakar partilere oy veriyorsunuz. Devletçi sol (nasıl oluyorsa) partilere oylarınızı verin hatta Türkiye de ikinci bir parti asla kurul/a/masın ki insanlar boşu boşuna hangi partiye oy vereceklerini düşünüp zahmete girmesinler... Neyse tekrar özür diliyorum, konuyu tekrar tartışma alanına çektiğim için...Amaçlarımız, derdimiz, söyleyeceklerimiz, saçmalamalarımız, neye düşman olduğumuz belli olduktan sonra artık sanıyorum ki tartışmanın anlamı yok...Bu sebeple laiklik, demokrasi paralelinden konuyu çıkartarak, tekrar TÜRBAN NEYİN SİYASİ SİMGESİDİR paraleline çekmek istiyorum....
  11. Birincisi sap ile saman her zaman karışır sayın yam yam, zira saman saptan olan bir şeydir. Biçerdöverden artakalan saplar patoslardan geçerek samana dönüşür ama patos çoğu zaman sapların hepsini biç/e/mez dolayısıyla sapla saman karışmış olur. Şimdi buradan konumuzu gelirsek, sap ile samanı karıştırmakta ben beis görmüyorum ama siz sap ile odunu karıştırıyorsunuz ki bu hiç hayırlı sonuçlar doğurmaz... Dini dayatmalar isteyen yok. Dine özgürlük isteyen var. Bu da kolayca geçilecek bir konu değil. Ama ben ne demişim, %90 demişim...Yok siz eğer yüzde 90'ı adam yerine koymuyorsanız o zaman sizin anladığınız demokrasinin de seçiminde canı cehenneme...Ben size daha önce yukarda sordum... Madem %90'ın dahi seçimi işe yaramıyor seçme hakkının bizim için ne önemi var...Evet, şimdi ben çok masumane bir soru soruyorum, bizim seçim hakkımızın ne anlamı var eğer isteklerimiz iktidarca dikkate alınmayacaksa... Biz laiklikle mücadele derdinde değiliz ama laiklik bazen demokrasilerin kendilerine özgürlük vermek için çırpınıp durduğu halka karşı kotarılıyor. Yani ki Türkiye de laiklik insanlara hak vermek için değil haklarını engellemek için kullanılıyor... Siz anlaşılıyorki satmışım anasını demokrasinin, benim için laiklikten başka birşeyin önemi yoktur. Hatta Cumhuriyet yönetimin de bir önemi yoktur diyorsunuz zira seçmenin oyu sizin için bir anlam ihtiva etmiyor... Kürtlerle ilgili örneğinizde ise, birincisi seçim yapılacak bir bölge tespit etmeniz gerekiyor, böyle bir bölge tespit etmeniz mümkün değil zira bütün kürtler aynı bölgede ikamet etmiyor, dolayısıyla Tüm Türkiye çapında bir bölümün Türklere verilmesi talebiyle bir halkoylaması yapabilirsiniz veya Seçtiğiniz bölge içerisindeki insanların oylarına başvurabilirsiniz...Bu doğal ve doğru olan birşeydir. Sistemin çarkları kendi yararınıza işlediğinde iyi, başkalarına da biçtiğinde kötü değildir. Hatay biz da bu oylamayı yaptık...Niye olmasın..Herkes tercihlerinin sıkıntılarına katlanır...Dostum, işte biz bu kadar halkın oyuna önem veriyoruz... Siz de bu kadar halktan korkuyor, halka karşı politika güdüyorsunuz...Ama halka karşı politika güden hiçbir güç ilelebet o yerde kalamamıştır...Aslında sizin öngördüğünüz sistem laik bir oligarşi belki de siz laik bir krallık istiyorsunuzdur...Halkın seçme seçilme hakkının olmadığı, kimsenin sesini çıkart/a/madığı herkesin sadece dinsizlik dinine inanabileceği bir devlet... Bu arada haç takılması yasak mıdır diye sormuş muydum....Veya üniversite öğrencilerinin siyasi partilere üye olmaları, siyasi parti simgeleri yasak mıdır diye sormuş muydum? Ben bilmiyorum, bilen varsa özellikle sayın yam yam siz bir cevap verir misiniz... ve siz de çok sağolun ki, laikliğin demokrasiye aykırı olabileceğini bana kanıtlama fırsatı verdiğiniz için... ve siz de çok sağolun ki yaptığınız alıntıyı sadece birinci cümle olarak yapabilirdiniz ama yapmayıp ikinci cümleyi de yazmışsınız...
  12. Evrensel kardeşimize vereceğimiz cevaplar bitti... Bir büyüğümüz Türkiye de şeriat değil müslüman tehlikesi var diyordu. Ben de yukardaki cevabımın sonunda buna benzer birşey söyledim. Bu mümkün olmadığına göre şeriat tehlikesi din denilen yapının doğası gereği her zaman olacaktır. Bu yöndeki tek ihtimal dinlerin dünya üzerinden yok edilmesi veya şeriatın yok edilmesidir. İslam dininin ahkam ayetleri ve Peygamber efendimizin hadisleri temizlenip, hrıstiyanlıktaki gibi protestan bir din anlayışının hakim olmasıyla bu sağlanabilir. Pekiyi bunu müslümanlar isteyecek midir? Hiç sanmıyorum. Ama bunu yapmak isteyecek %8 bulunursa sanırım o yüzde sekiz bu işin üstesinden gelir. Şeriat tehlikesinden kurtulmak isteyeceklerin %8 olan 5-6 milyon kişiyi bulmaları gerekir. Eğer bu kadar adam şeriati getirebiliyorsa bu kadar adam şeriati de dini de kaldırabilirler... Thomas Edison (hani şu ampülü bulan) geçen yıl yazdığı "İslama Oryantalistçe Karşı Koyma" adlı kitabında diğer dinlere inananlara ve inanmayanlara bir müjde veriyor ve diyor ki "ayvayı yemek üzeresiniz. Hayat kısa değmez bir kıza mevsime göre giyinmezseniz, allah muhafaza " diyor. eeee, Edison'un bu tespiti Eistein den aşırdığını birkaç gün önce Noam Chomski Türkiyede Bulvar Gazetesinde yayınlanan bir makalesinde belirtiyor. Aman dikkat edin, delilik bulaşıcıdır. Düşmanı doğru tespit etmeyip, yanlış kaynaklardan bilgi edinip, yanlış silahlara, yanlış savunmalara girerseniz yiyeceğiniz meyve ağzınızda buruşuk bir tat bırakabilir ki bu meyveyi hemen herkes biliyordur. Şeriatın reçetesini yazdırdığınız doktor, muhasebe mezunuysa kaybettiğiniz tek şey yüklü bir miktar para değildir, sağlığınızında bir kısmı heba olmuştur. Dolayısıyla doktorun tıp doktoru olması işinize yarayacaktır ancak doktorların tamamı da doğru teşis koyar değildir bu.... Yazdıklarımı anlamayanlar /bunda diretenler/ aşağıdaki imzama bakabilirler...Anlamayanlar üzülmesinler çoğu zaman ben de anlamıyorum, ve başta yazdığım gibi yanlış anlaşılacağıma güveniyorum. Bitli paklanın alıcısının illaki kör olması gerekmez, bakladan anlamasa da olur. Beni anlayacakların illaki benim düşünceme mensup olmalarını da beklemiyorum, bizden olmayanlarında beni anlayabilecekleri hülyasına dalmak da yüzüme tebessüm kondurmuyor değil. Kısa kesilen şey aydın havası olduğuna göre benim metin nere havası oluyor bilmiyorum...Ama, yukardakileri biraz özetlersem: Şeriat tehlikesi varlığı var mıdır yok mudur belli olmayan bir tehlikedir. var olduğunu kabul edersek, ortadan nasıl kalkar bilinmez bir tehlikedir. Şeriat tehlikesini ortadan kaldırmak için demokrasi yetmez hatta bu tehlikeyi artırabilir. Bana kalırsa şeriat tehlikesinin ortadan kalkması için bu ülkede islamın yürürlükten, ve doğadan kaldırılması, neslinin tüketilmesi gerekir...derin devletimiz bunu yaklaşık 97 yıl önce başlatmıştır. ama yaptığı her çaba tersi sonuç vermektedir. Kahretsin hala bir çıkış bulamadım... Bakalım ilerleyen günlerde bir şey bulabilecek miyim...
  13. konuyu başta tutup herkesin görebilmesi için..... TÜRBAN NEYİN SİYASİ SİMGESİDİR bir daha tekrarlıyoruz...
  14. Maalesef bu konuda da yazdıklarınızda bir bilgiye ulaşamadım. Tabii olarak, yazmış olduğunuz halde ben de görmemiş olabilirim ama yine de göremediğimi tekrar hatırlatayım. alınan vergilerin gerek Diyanet’e gerekse Sünni camiaya aktarılmasını zorla para alma olarak değerlendiriyorsunuz. Ben bu konuda daha önce, gayri Müslimlerden alınan paraların Müslüman din adamlarına verilmesinden ziyadesiyle rahatsız olduğumu belirtmiştim. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, biz Sünnilerden kesilen vergilerin bir kısmı dahi bu para ihtiyacını karşılar. Ama ben yine de haklısınız diyorum. Devlet memurluğu şeklinde yürütülen bir dinden ve din adamlığından haz almıyorum. 1. si özerk bir kurum saçmadır. Bırakılsın, herkes istediği şekilde örgütlensin. Neden illaki bir denetim, veya bir yürütüm mekanizması öngörülüyor. Hani devletin hiçbir etkisi olmayacaktı…Kurumsuz murumsuz bir yapı daha elzemdir. Camilerin kurum olma vazifesi fazlasıyla mevcuttur. 2. si Aman dikkat edin. Demokrasi talebiyle irticacılık bir birine çok yakındır. İlk fırsatta halledilmesi gereken mürteciler listesine dahil ediliverirsiniz haberiniz dahi olmaz. Böyle seçim olur mu? Halife mi seçiyorsunuz. Bu saklı seçilmişlerin hangi yetkileri olacak. Bu yetkilerini artırmak isteyebilirler mi? Ya buradan meclise de girmeye çalışırlarsa. Yani ki 2. şık başa bela açabilecek bir şıktır dahası islamda olmayan ruhban sınıfını oluşturabilecek bir şıktır. Bu konuda da daha önceki uygulamalara bakarak, halifelik hariç bir din anlayışı kabul edilmelidir. Aslında 3. ve 4. şıklar kıstırma şıklarıdır. Zira birçok insan para ödememek için belki inanmıyorum diyecektir. Bana kalırsa dine inananlar verip vermemekte serbest bırakılmalı, eğer maddi imkansızlıklar baş gösterecekse bırakılsın bu yapı çöksün gitsin. Zira inandığı dini dahi desteklemiyorsa insanlar ya paraları yoktur ya inançlarında sorun vardır, iki durumda da o yapının ayakta durmaması daha iyidir. Bu sebeple kimseden zorla para toplanması yoluna gidilmemelidir. Peygamberimiz döneminde devlet memuru imam, fetvacı gibi görevliler yoktu, bunu herkes kendi isteği ile yapardı. Bu sebeple kendi isteği ile yapanların imam olması veya cemaatin imamlık yapan kişiye destek olmaları daha normal olur bana kalırsa…Türkiyenin müftülüklerce imam atanmayan bazı köylerinde halen böyle uygulamalar vardır… 5. şık neden gerekti. Hani özerk bırakılacaktı, karışılmayacaktı. Yani illaki dinleri hala korkulacak şeyler olarak görüyoruz. Somut bir tehlike ortaya çıktığında zaten devletin yetkili organları bunları engelleyebilir. Kaldı ki böyle kapsamlı bir kalkışma önünde sonunda ortaya çıkartılır, içerisine illaki ajan sokmanın anlamı yoktur. Ve niye bürokrat diyorsunuz ki onun adı ajandır. Bunların provakatör olanları da varmış, 28 Şubat sürecinde öğrendik. Buna kısmen değindim. Diğer din mensuplarının zaten kendine has böyle örgütlenmeleri var. Sadece, Sünnilerinki devlet tarafından idare ediliyor . Olmayanlar da rahatlıkla kurabilmelidir. ben böyle bir örgütlenmeyi de açıkça söyleyim; istiyor değilim, hadi daha açık söyleyim istemiyorum. Tam tersidir. Devlet din pompaladığı için değil dinin üzerine gittiği için bugünkü şeklini almıştır. Osmanlı dini bir devletti ama onda dahi bugünkü anlamda İslam neşvü nema bulmamıştı. Halk taklitçi bir din anlayışını benimsemişti. Cumhuriyet tarihiyle birlikte yavaş yavaş dine doğru bir yöneliş başladı, ancak 90’lara gelene kadar din bu kadar tedirgin edici değildi. 28 Şubat süreci ise daha zekice kotarılmış bir din anlayışını insanlarda yeşertti. İnsanlar sadece ameli boyutta dini öğrenmediler, iman boyutuyla dini öğrenmeye başladılar. Bir namaz niye kılınır onu öğrendiler. Ve dahası Türkiye de islamın güç kazanması Şerif Mardin’in tespitiyle dinin üzerine gidilmesinin paradoksal bir sonucudur. Bana kalırsa zorla dindarlaştırma ile zorla dinsizleştirme arasında bir fark yoktur. Ve yine bana kalırsa devletimiz dinsizleştirme yapmaya çabalamaktadır 28 Şubattan sonra…ama etki tepkiyi doğurarak, tepki de her defasında etki arttığı için daha da büyüyerek gelişmektedir. Dine özerk bir alan bırakıldığında “doğası gereği” radikaller dini de radikal bir alana yönlendirebilecektir. Diyanet İşlerinin kuruluş gerekçesi Sünni Müslümanların sayısının fazla oluşu nedeniyle onlara bir hak tanınması değildir. Tespitlerinizi üzerine kurduğunuz zorunlu din dersi eğitimi ve Diyanet, Türkiye de bu iki konuda devletin derin ideologlarınca islamın “radikalleşmesini” devlet eliyle engellemek için konulmuştur. Yoksa, bu iki yapıyı yani Diyanet, zorunlu din dersi eğitimi, imam hatipleri : ERBAKAN hükümeti kurmamış, koymamıştır. Buna özellikle dikkat edilmesi gerekir. Hele de diyanet Atatürk tarafından kurdurulmuştur. Yanlış mı biliyorum..Sünni Müslümanların şeriat, dine dayalı devlet istememelerini temin etmekti. Diyanet bugüne kadar ılımlı İslam tezlerini işlemiş bu amaçla kurulmuş bir yapıdır. Müslümanları yumuşakçalara çevirmek için kurulmuş bir örgüt. Siz bu örgütü kaldırdığınız zaman hani radikaller demiştiniz ya, onlar hobbaaa diye şeriatı getiriverirler. Bu arada değinmeden geçmeyelim, ne şiş yansın ne kebap, DİYANET, bazen kuruluş gayesine aykırı işler de yapmıyor değil. Diyanet dini ılımlılaştırmak, biraz Protestan hale getirmek için kurulmuş bir örgüt. Bu örgüte daha fazla dindar üretme görevi verilmemiş. Yani kişileri dine yönlendirmek için tebliğ yapması için kurulmamıştır ama diyanet kuruluş gayesine aykırı davranarak tebliğ de yapmaktadır. Ve haklısınız, dinle yatıp kalkan bir halk kalmadığı zaman şeriat tehlikesi kalkar. Bana kalırsa da dine inanan kimse kalmadığında şeriat tehlikesi otomatik olarak kalkacaktır.
  15. ASLINDA BURADA BAŞKA BİR YÖNDEN YAKLAŞIMDA BULUNABİLİRİZ. NE GİBİ…KİŞİLER, İYİ İLE DOĞRU ARASINDAKİ AYRIMI REŞİT OLDUKLARINDA YAPABİLİYORLARSA, O YAŞA VEYA O ZAMANA KADAR ONA DİNİ EĞİTİM VERİLSE VE ONDAN SONRA İSTEĞİNİ SEÇSE…Belki bu daha demokratik olur…Komik değil mi? Mesela Türkiyede diyelim ki kişiler ancak 18 yaşında reşit olurlar. O halde 18 yaşına kadar bu kişiye dini eğitim verilmesi onun seçme hakkına bir engel değildir zira seçme hakkının ne olduğunu dahi bilmiyordur. Bu sebeple onun seçme hakkının ne olduğunu bilebileceği zamana kadar ona dini eğitim verilse bu demokrasiye, özgürlüğe aykırı mı olur. Çocuk özgürlükten ne anlar…Bu da garip bir soru değil mi? Ne mi diyorum. Baskı altında olmak için baskının farkına varmak gerekir. Bana baskı yapıldığının farkında değilsem, bu benim için bir baskı olmaktan çıkar. Biraz evvel çocukların18 yaşından evvel bilincinin oluşamayacağını kabul etmiştik o halde bilinçsiz bir insanın baskının farkına varması da mümkün değildir. Böyle bir insan ancak acıkmış olduğunun farkına varabilir. Dolayısıyla 18 yaşından küçük birine (TCK anlamında çocuk sayılıyorlar) din eğitimi vermekle vermemek arasında onun hürriyetinı sağlama anlamında fark yoktur. Hürriyet fark edilebilen bir şeydir. Hürriyetinizin sınırlandırıldığını fark ettiğinizde hürriyetiniz sınırlandırılmıştır. Hapishane hürriyetlerin sınırlandırıldığı alanlardır ve çocuklar ne kadar kötü davranışlarda bulunursa bulunsun davranışlarının ve mahpusluğun anlamını bilmedikten sonra onlara ceza verilmez. Hapishaneyi dışardan daha güzel bulan biri için hapishaneye atılmak hürriyeti engelleyen bir yer değildir. Dolayısıyla hürriyetin engellenebilmesi için insanın hürriyetinin engellediğini düşünmesi gerekir. Düşünebilmesi gerekir. 18 yaşından küçüklerin anlamlandırma sorunu yaşamadığını din eğitimi verilirken düşünüyoruz da hürriyettin anlamını bilemeyeceklerini noktasında da düşünemeyecek miyiz. Ki hürriyet daha teferruatlı bir mevzudur. BU ZORLA PARA ALIMINA TAKILDIM KUSURA BAKMAYIN… KİM ALIYOR…EĞER VERGİLER KASTEDİLİYORSA… YOK EĞER BU CAMİANIN TOPLADIĞI PARALARA SÖYLENİYORSA BU CAMİANIN TOPLADIĞI PARALAR YİNE BU CAMİA İÇERİSİNDEN TOPLANMAKTADIR VE KİMSENİN KAFASINA SİLAH DAYAMAK DA SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. takdir ettim. güzel örnekler…yalnız başka da var. zina etmeyeceksiniz. faiz almayacaksınız. zekat vereceksiniz…oruç tutmamakla namaz kılmamak pek uymamış ha…ne dersiniz… sırf şıkları artırmak için konulmuş gibi geldi bana…neyse o da mesele değil. Müslüman olan tebaa ile olmayan tebaa bir arada yaşarken Müslüman olmayanların kendi yaşantıları Müslümanlara eziyet etmeyecek şekilde düzenlenmişti. eğer Müslüman olmayanlar boğaza nazır bir kaç kadeh atmak istiyorlarsa şeriat geldiğinde de bunu yapabilirler. Hz. peygamberin şeriatında örnek uygulamalar vardır. ama bikiniyle gezilebileceğini sanmıyorum. tabi Suudi şeriatı veya Taliban şeriatı gibi peygamber şeriatının bir kısmı alınmış bir kısmı aşırılaştırılmış bir din hokkabazlığının Türkiye de uygulanmaya koyulması durumunda belki boğaza nazır artık viski mi içersiniz, cola mı içersiniz, bunun yasaklanma ihtimali de yok değil. Niye gitmesin, biz daha önce şeriatle yönetildik ve onu kaldırdık. Niye bir daha kaldırılmasın. Buna biz Türklerin de gücü yetmezse kimin yetecek…Yok eğer osmanlı şeriatle yönetilmiyordu diyorsanız o halde irticacılar osmanlıyı da getirmek istemiyorlarsa hangi geride kalmış siyasi yapıyı hedef olarak görüyorlar. %99 müslüman söylemine hep karşı çıktım. Kaldı ki, Müslümanlıkta sayı değil kişilik önemlidir. Türkiye de sürekli olarak Allah’a şirk koşan ve hatta Allah’a söven insanlarda sorulduğunda ben müslümanım diyorlar. Biz dünyaya bedel olabilecek Türkler gibi Müslümanların da kişilikleriyle binlerce insana bedel olmasını istiyoruz. Dolayısıyla %99 gibi bir kalabalığın kişilik kazanması için tebliğ yapıyoruz. Bu %99 içerisinde gerçek islamı bilen, gerçek islamın insanlardan istediğini bilen ve bunu yapmaya çalışan insan oranı nedir acaba. %99’un tamamıdır diyorsanız eğer… neyse arkasını getirmeyim. Veya getireyim, hiç tartışmayalım ve ikimiz de ayrı yollara gidelim… Siz demeyin demişsiniz ama %8, %92’iye ne yapabilir. Madem şeriat kan yoluyla geliyor %92, %8’in anasını daha kolay ağlatmazmı. Yani 92 kişiye karşı inanmış 8 kişi mi... Eğer 8 kişi 92 kişinin üstesinden gelebiliyorsa sizin 92 kişinin canı cehenneme…diyesim geliyor….ve daha da merak ettiğim mesele bu şeriatçılar neciymiş ki %92’yi tahtalıya gönderdikten sonra bu ülkede iktidara gelecekler…o zaman kime tebliğ yapacak bu adamlar kimleri kapanmaya, içki içmemeye zorlayacaklar. Bana kalırsa birkaç tane numune bırakırlar sırf gıcıklık olsun diye… CAN SIKICI BİR TESPİT YAPALIM: Size verdiğim ilk cevabımda yorganlarını pirelere heba etmek istemeyenlerin maymunların hakkından gelmek için kurdukları bir örgütün tehlikesinden bahsetmiştim. Bu bir espriydı ama gerçeklik payı da yok değildi. Aynı cümlem içerisinde Komünizm tehlikesinden de bahsetmiştim. Yukarda şeriatın gelmesiyle ilgili olarak yaptığınız orantılamaların hemen tamamı bu ülkeye nasyonal sosyalizme de, komünizme de, anarşizme de, ataizmede uyacak bir yaklaşımdır. Tespitlerinizde şeriatle ilgili bir iki söz var o da şeriat hastalarının %4 olduğu. %4 elinde olan PKK da var. CHP de var. Ne bileyim var ha var…dolayısıyla yaklaşımınız sadece şeriat tehlikesiyle sınırlandırılabilecek bir yaklaşım değildir. Çizdiğiniz çerçevede herkesin, her zümrenin, her düşüncenin potansiyel bir tehlike olması gerekir. Böyle bir yaklaşım da hiç istemediğimiz şekilde devleti polis devleti haline getirir ki o zaman kimsenin özgürlük alanı kalmaz. Devlet kendisini halkına karşı paranoyaklaşmış bir salyangoz olarak konuşlandırırsa pisliğini (salyasını) üzerimize bulaştırması işten sayılmaz.
  16. Konuya dahil olan arkadaşlara teşekkürler... Ancak, onları biraz sıkacağını bile bile EVRENSEL kardeşin yazdığı uzun metne uzun cevaplarım olacak, kusurama bakmasınlar... (Mümkün olursa, olabilirse, dedik ki bugün demokrasi adına belki de en büyük sorun ve çözüm getirilemeyen şey budur ve halen birçok düşünür bu konu hakkında araştırma yapmaktadırlar… Bir diğeri seçilmiş iktidarı dikdatörlüğe geçirmeyecek bir sistem tasavvurudur) (PEKİYİ BÖYLE BİR ÖZGÜRLÜK MÜMKÜN MÜ? MÜMKÜN DİYELİM…O HALDE BİR GEÇİŞ SÜRECİ ÖNGÖRÜYORUZ…KOMÜNİZMİNDE Mİ BİR GEÇİŞ SÜRECİ VARDI, İNKILAPLARINDA MI BİR GEÇİŞ SÜRECİ VARDI. ZİRA ŞU ANDA BELİRTTİĞİMİZ İDEAL DEMOKRASİ YOK… AMA HAKLARI GASP EDİLENLER VAR…NE ZAMAN BİTECEK, KİM TESPİT EDECEK---NEYSE ÖNEMLİ DEĞİL) Bu cevabı aşağıda ben tespit edemedim. Bunu siz de yapıyor musunuz, yapmıyor musunuz, yapmıyorsanız nasıl yapmıyorsunuz. Aslında ben siz de yapıyorsunuz demeyecektim, düşmanın silahlarıyla saldırmak adedim değildir kendi silahlarımı kullanırım. (şaka yapıyorum, kimseyi düşman gördüğüm yok, sonuçta tartışarak doğruyu bulmaya çabalıyoruz) (evet okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri verilmesi buna örnek gösterilen en önemli şey. Ancak din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde çoğu zaman çocuklar dinden soğutuluyor. Birçok fen bilgisi kitabında ateizmin temelini oluşturan evrim teorisi kesin kanıtlanmış gibi ifadeler veriliyor. Pekiyi o zaman devlet çocukları neye yönlendiriyor. Devletin vermiş olduğu eğitim çocuklarımızın kafasını bulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bana kalırsa da devlet bütün dinlerden elini çekmelidir…Hatta dinsizlikten bile) ( Bu aslında zannımca o kadar abartılacak bir konu değil ama, eğer bundan rahatsız olanlar varsa bence de zorunlu din dersi kaldırılsın…Hem ne demek zorunlu din dersi…Bu konudan devlet tamamen uzaklaşmalıdır ve her inanca kendisinin neşvü nema bulacağı ortamı hazırlamalıdır. Yanlış anlaşılmasın parasal bir destekten falan bahsetmiyorum.DEVLET DİNDEN ELİNİ ÇEKSİN…
  17. YOK MU İRTİCAYI TARTIŞACAK OLAN... Nasıl soru ama...provakasyon yapıyorum...birçok insan provake olunca cevap vermeye, konuya dahil olmaya karar veriyor...konuya dahil olunması da açıkçası benim işime geliyor... Reklamdan ve reytingten köşeyi dönecem ya...yahu ben tartışmaya katılan bir adamı kafaya iyi taktım galiba hadi hayırlısı...Kim olduğunu sormayın, konunun başından itibaren birkaç mesaj okuyanlar tespit edebilir, tespit edemeyenler de malum olmasını beklemesinler, sizler ne de olsa a.tal değilsiniz.
  18. "200 yıldır Türkiye'de temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen "irtica"dan her uygun fırsatta söz etmek adet haline geldi. İrtica geriye dönüş demekse önce sormamız gerek: Kimler, hangi geriye dönmek istiyor? Bilen varsa söylesin acaba "hangi geride kalmış yapı" bir siyasi faaliyet için esas alınmaktadır? Eğer konuştuğumuz ülke Türkiye ise bu ülkede hiçbir zaman bir aristokrasinini mevcut olmadığının akılda tutmak zorundayız. Bu sebepten Avrupalı anlamda "royalist" hiçbir akım yaşamadı ülkemizde. Osmanlı hanedanının iktidarı ele almasını isteyen olursa buna deli gözüyle bakılacağını bilmek için fazla zeki olmaya gerek yok." İsmet Özel İrtica Elden Gidiyor adlı kitabında böyle diyordu. Bana kalırsa da haklı. Zira bugün ben, müslümanların oy haklarından vazgeçebileceklerini sanmıyorum. Tepemize halife seçebileceğimizi sanmıyorum. Padişah seçebileceğimizi düşünmüyorum. Kendi özgürlüğümüzü ortadan kaldırmayı göze alabileceğimizi sanmıyorum. Bugün ben, bir Suudi Şeriatinde veya İran Şeriatiyle yönetilen bir devlette yaşamak ister miyim? kısaca ve koca bir cevap vereyim. HAYIR. Evrensel kardeşin tespitlerine cevap verecektim, inşallah biraz sonra... irtica vardır diyenler http://www.turkish-media.com/forum/index.p...=31657&st=0 oraya bakıp var mı yok mu görsünler. Nasıl kandırıldıklarını anlasınlar... İNŞALLAH...
  19. Yanlış yazmışım, yukardaki bir cümlem şöyle olacak. Şeraitin demokrasiye karşı ve demokrasinin şeriate karşı ortaya atılan şeyler olmadığı muhakkak. Devamına şu an vaktim olmadığı için değinemiyorum, kusura bakılmasın....Yarın İnşallah...
  20. Yazınız çok uzun olduğu için cevap vermek hayli zor oldu, kusura bakmayın gecikmem için. Ben yazılarınızın takıldığım bazı yerlerine cevaplar verdim. Bu sebeple lütfen paragraflardan metinlerden sadece bazı yerleri alıntıladım diye kazmayın, küsmeyin. Alıntılamadığım yerlere katıldığım veya söyleyecek bir sözüm olmadığı içindir bu. Ve gitmenizi yadırgamıyorum, ben de daha önce iki defa gittim ve tekrar geri döndüm. Dinlenmeyeceğini bile bile, zira benim söyleyecek sözlerim vardı. Bunları söylemezsem içerimde bir uhde olarak kalırdı. Kim bilir söyleyecek sözlerim biterse ben de terk-i diyar edebilirim. Kendinize iyi bakın…gittiğinize göre mümkün olduğunca sizi cevap verme zorunda bırakabileceğim cümlelerden sakınmaya çalışacağım. Ama 8-10 tane konuya dahil olduğum ve tek işimin tartışmak olmadığı gerçeğini hatırlatıp, yanlış bir söz etti isem affımı da talep edeyim, zira yazdıklarımı çok da teferruatlı inceleme şansım, maalesef olmuyor… Alıntılar EVRENSEL'dendir.. (YAZIMI TAMAMLAYIP EKLEDİĞİMDE QUOTE DENİLEN ALINTI YAPMAYA YARAYAN KISIM ÇALIŞMADIĞI İÇİN ALINTILARI KIRMIZI RENKLE GÖSTERMEK ZORUNDA KALDIM. SELAMLAR İLE... Bu dinlerin son zamanlarda biraz aşırı kaçması nedenine dayandırıyorsanız yazılarınızı inanın bana biraz sorunlu bir gerekçedir bu. Zira dinler son zamanlarda aşırı kaçmamıştır. Bir şeyin doğası gereği sonradan aşırılaşması öncesinde ılımlı normal olmasına göredir. Tarihte din savaşları, engizisyon dengesizliği, haçlı seferleri gibi vakıalar yaşandıktan sonra dinlerin ılımlığından bahsetmek mümkün değil. Bugün din savaşları olarak görülebilecek herhangi bir olay bulunmamaktadır, bugünkü savaşların temeli emperyalist amaçlar uğrunadır. Emperyalist güçlere karşı direniş vardır. 11 eylül vakıası burada akla gelebilir ama bu eylemin arkasındaki sisler hala dağılmamıştır. Ladin denilen Zümrüdüanka kuşu veya Talibandan bahsediyorsak; orada da şerhlerimiz vardır. Ama bunların hiçbirisi tarihte bir haçlı seferinin yanından dahi geçemez. Ama eğer siz yazdıklarınızı 1960 yılında böyle değildi 1995-2006 yılında böyle olmaya başladı diye yazıyorsanız o zaman da ileride değineceğim bir duruma işaret etmiş olursunuz ki o da bir tutarsızlığa delil olur. Yada burada değineyim, dinden uzaklaştırma süreciyle dine yönlenme sürecinin tezatlığı... TÜRKİYEDE KOMÜNİST TEHLİKESİ VARDIR, PKK TEHLİKESİ VARDIR, YORGAN YAKMA YARIŞINA GİRMİŞ PİRE TIRSAKLARININ MAYMUNLARIN TAMAMINI ORTADAN KALDIRMASINI ÖRGÜTLEYEN FARELERİN TEHLİKESİ VARDIR-amma da uğraştım haa, böyle bir cümle kurabilmek için niye radikalleşsin… bu tespite mesnet olacak gerekçeyi merak ettim. İnsanın kişiliği buna müsaittir diyorsanız bu diğer ideolojiler için de gereklidir ve onları da aynı şekilde değerlendirmek gerekir. Yok eğer dinler insanları radikalleştirilir deniyorsa niye, dinler insanlara ahlakı, güzel yaşamayı, diğerlerine yardım etmeyi, insanların birbirleriyle kardeş olduklarını ve yaptıkları her kötülüğün gizli veya açık olan her kötülüğün ve yapılan her iyiliğin bir karşılığının olduğunu bildirerek insanları radikalliğe değil güzelliğe çağırdığını bildiğimize göre. Doğru olan kendiliğinden vardır güzel bir cümle olmuş ama nasıl tespit ettiniz. Şaşaalı iki cümle olmuş hiç şüphesiz ama…. Yukardaki varsayım belki başka şeyler için doğru olabilir ama özünde yanlıştır. Niye yanlıştır. Bu insanların bünyesinde demokrasi anlayışı vardır daha sonra ortaya bu anlayışa uymayan şeyler eklenmiştir de onlar temizlendiğinde asli karakterine bürünür ön kabulüyle yazılmış…Demokrasi sonradan icat edilmiştir. Bu sebeple antidemokratik uygulamaları kaldırmakla ulaşılmaz. Demokrasi gelişme aşamasındaki bir anlayış olduğuna göre demokrasi geliştiği ölçüde bazı şeyler de antidemokratik ilan edilecektir. Şu an antidemokratik olmayan bazı şeyler ilerde demokrasiye aykırı hale gelebilecektir…Bu sebeple denklemden kötüyü atarsak iyi kalır anlayışı (ismet özel’in bir tespitidir) demokrasi için uygun değildir. Bu İslam için mümkün olabilir. Peygamber dönemi uygulamalarına uygun olmayan uygulamaları atarak islamı asıl güzel karakterine kavuşturmak. (varsayımınızı bir keser edasıyla kendimize yonttuk kusura bakmayın) devam edeceğiz Allah'ın izniyle
  21. Konunun başlığı da konu içerisindeki sorularda konuya katılmayı biraz da olsa caydırıcı kılmıyor değil. Ama yine de ben hemfikir olduğum insanların bu konuya dahil olmaları kadar karşıt görüşteki insanlarında dahil olmasını isterdim. Aslında sorduğum soruya cevap vermek niyetinde değilim. Gelecek cevapların ne kadar tutarlı, hukuka uygun gerekçeler olduğunu tartışmak taraftarıyım. Zira bu yasağın gerekçesi olarak çoğu zaman simge adlandırılması kullanıldı. Neyin simgesi olduğu söylenmedi. Evet ben de şiddetle merak ediyorum. Türban neyin siyasi simgesiydi acaba müslümanlığın olabilir mi? İslamın olabilir mi? Bazen sorularımı meraktan sorarım. Sadece merak deyip geçemeyeceğim bir soru bu. Bakalım bir cevap gelecek mi?
  22. Bir yanlışlık olmasın. Dev salon toplantıları düzenleyen irtica değildir herhalde. İçlerinden birkaçı irticacı olabilir diğerleri konunun farkında olmayabilir. Evrensel yukarda buna değinmiş. Yok, eğer karases denen zat-ı muhteremin toplantılarından bahsediyorsan bildiğim kadarıyla o toplantıların yapıldığı yerler hudutlarımız dışıdır. En kötü tablo demişiniz. Batan bankalar, hortumlamalar, yolsuzluklar nedeniyle düşen hükümet bildiğim kadarıyla refahyol hükümeti değildir. Yolsuzluk nedeniyle düşen hükümet içerisinde başka partiler vardır bildiğim kadarıyla. Sizin tablo anlayışınızda bir sorun varsa bir şey diyemeyeceğim. Eğer islamın güç kazanmasına irtica, yolsuzluk ve çetecilik olarak yaklaşıyorsanız haklısınız… Tahmin etmek inanılmaz zordur. O kadar refleksif tavrımız var ki, buluttan nem kapanlara benziyoruz neredeyse. Amerikanın, Katar Cumhuriyetince işgal edilmesi daha gerçekçi geliyor nedense. Ben mi paranoyakım nedir. Yahu Türkiye de, Papua Yeni Gineliler iktidar olur da bizi Muz Cumhuriyetine sürürlerse ne olur o zaman halimiz… Madem onlar demokrasiyi ihlal edecek o halde önce biz ihlal edelim. Kim daha hızlı silah çekerse o kazanır. Ve Kötü, çirkin’in hakkından gelir. Film tam olarak böyle değil di ama.. Tayyip Erdoğan bana kalırsa hala takiyye yapmaktadır. Ve be Cumhurbaşkanlığı seçiminin ertesinin beklenmesi kanaatindeyim, tezim yanlış çıkarsa o zaman bu konuyu ayrıca inceler ve özür dilerim. Tabi o günlere çıkarsak.. Koskoca bir darbe yapılmasını gerektiren örgütlere bakın. 20-30 mensubunu tutukladığınızda örgüt çöküp gidiyor…Bu da aslında örgütlerden hareketle yapılan darbenin ne derece haklı olduğunu kanıtlamaya yeter sanırım. İBDA-C acaba ne zaman kuruldu. Bildiğim kadarıyla örgütün kuruluşu Refah partisi dönemine rastlamıyor. ALINTIDIR..www.yesil.org IBDA/C (Islami Büyükdogu Akincilar Cephesi) IBDA fikriyati, Islamci edebiyatcıNecip Fazıl Kısakürek ve onu Şeyhi Seyyid Abdulhakim Arvasi yanlısı akıncı gençler tarafindan 15 Kasım 1975 tarihinde, Salih Mirzabeyoglu öncülügünde çıkarılan Gölge dergisi çerçevesinde oluştu . 1980 öncesinin radikalleşen Islamcı Devrimci gençleri arasında yayıldı. Ülkücü ve Marksist örgütlerden farklı olarak Akıncılar adıyla yeni bir örgütlenme çizgisi ortaya konuldu. Hareket mensupları, bu dönemde Islamcılık ideolojisi ile Marksist örgütlenme biçimini birleştiren gençlerden oluşuyordu. 12 Eylül öncesinde çesitli miting ve gösterilerde boy gösteren örgüt, silahli çatismalarda bazi militanlarini kaybetti. 1979 yilinda, grup tarafindan Akinci Güç dergisi çikarilmaya baslandi. Akincilar, Anadolu'dan silahli egitim kamplari kurdular ve IKP-C adiyla çesitli eylemler düzenlediler. Yandaslari için Gönüldas tabirini kullanan hareket, 1 Agustos 1984'de fiili bir örgütlenmeye giderek, kendilerine Necip Fazil'in Büyük Dogu idealine dayanarak Islami Büyük Dogu Akincilar Cephesi: IBDA-C ismini verdiler. Kendileri disindaki Nurcu, Milli Görüsçü bütün Islamci gruplara sert muhalefet gösteren örgüt yanlilari, daha çok sehirlerde yasiyor ve topluma yabancilasan problemli kisiliklerden olusuyor. IBDAcilar yayinlarinda son derece ahlaksiz, bayagi yakistirmalar ve ifadeler kullaniyorlar. "Siddet Çözer, Seriat Için Silahli Mücadele" gibi sloganlar kullanan hareket mensuplari "Kendinden Zuhur" ögretisi çerçevesinde birkaç kisi bir araya gelip bir cephe olusturuyorlar. IBDAcilar, "Kendinden Zuhur" ögretisi konusunda sunlari söylüyor: Örgütün liderligini Salih Mirzabeyoglu adi ile taninan ve örgüt mensuplarinca "Kumandan" olarak isimlendirilen, Salih Izzet Erdis isimli sahis yapmaktadir. 29.12.1998 günü yakalanarak gözaltina alinan örgüt lideri Salih Izzet Erdis 04.01.1998 günü tutuklanarak cezaevine konmustur. Teskilat Yapisi Yapilanma açisindan örgüt çok enteresan bir metod uygulamaktadir: "KENDINDEN ZUHUR DIYALEKTIGI" olarak ifade ettikleri bir teknigin geregi olarak, örgüt mensuplari kesinlikle hiyerarsik bir irtibata girmeksizin bagimsiz yapilanmaktadirlar. Örgütün legal ve illegal alandaki faaliyetleri tamamen birbirinden bagimsiz inisiyatifler çerçevesinde olusturulan cepheler tarafindan yürütülmektedir. Her cephe, belli bir hedef ve fonksiyon belirleyerek ayri ayri yapilanir ve herkes BÜYÜK DOGU IBDA fikriyati dogrultusunda, kimseden emir almaksizin kendi grubu içerisinde faaliyet gösterir. Sanırım bu bilgi İBDA-C hakkındaki yanlış bilgilenimi ortadan kaldırır. Ve son paragraf gösteriyor ki bu örgütün asla birkaç liderinin yakalanmasıyla çökmemesi gerekir. Ama örgüt sanıldığının aksine o kadar küçüktür ki bahsettiğiniz 500 kişi (bunlar gerçekten o örgütün militanımıydı falan ayrı hikaye) yakalandığında örgüt zaten bitmişti/r. Şimdilik bu kadar yeter...CYRANO, eğer cevap vereceksen EVRENSEL'e de cevap vereyim ondan sonra ver lütfen...bu benim ricam irter yaparsın istemezsen yapmazsın, o senin bileceğin iş...
  23. devamla...CYRANO'DAN ALINTILARLA... Belirttiğin %7’lik oy kaybı nereye gitti. MHP olabilir mi? Sağ Muhafazakar partiler olabilir mi acaba. 28 Şubat sürecinde herkes bir şeyin farkına vardı. Hocaya artık bu işi yaptırmayacaklar. Hoca (ve partisi) geçerli oyların yüzde 99’unu almış olsaydı dahi iktidar olamayacaktı. Sanıldığının aksine halkın bilinci yeterince gelişmiştir. Bilinen bir diğer şey MHP gerek askeriye ve gerekse ordu içerisinde inanılmaz güçlü bir partidir. O zamanı kastediyorum. Ve bana kalırsa dönem içerisinde türban sorununu çözebilecek partiydi. Bu sebeple MHP ve başkaca bir iki parti daha desteklendi. Rövanş MHP aldığı oylarla hiçbirşey yapmayınca 2002 yılında alındı. 2002 seçimleri öncesi pazarlamalarına isterseniz tekrardan bir göz atın. Zira AKP iyi değil kötü olarak tanıtıldı. Ama halkın gazetelere de inancı olmadığı için tersi istikamette oy kullananlar oldu. Tabii bu noktada güçlü bir alternatif olmaması da AKP’yi tek başına iktidara taşıdı. Yoksa AKP’nin alması gereken oy, hocanın partisininkinden fazla olmamalıydı. Lakin işte burada bir paradoks devreye giriyor. Hocanın partisinin üzerine gidilmesi Türkiye de islama bir yöneliş başlattı. Daha önce verdikleri oyların hesabının sorulmayacağını, dolayısıyla kullandığı oylar için herhangi bir önem hissetmeyen bazı kesimler 28 Şubattan sonra verdikleri oyun anlamını kavrayıp daha dikkatli davrandılar. İşte bu noktadan sonra Müslüman kesim içerisinde CHP’yi, DSP’yi, DYP’yi veya diğer partileri destekleyenler bu desteği AKP yararına onların arkasından çektiler. Bundan önceki dönemdeki ekonomik krizler ve yolsuzluklar da AKP’nin işine fazlasıyla yaramıştır. Yaniki AKP’nin aldığı oyların yarısı Müslüman kesimin Müslümanlığı bir savunma olarak kabul etmesinden diğer yarısı da malum gerekçeler… Kısmen doğru ama dahası da var...Kararsızlar zaten kararsız kalmıştır. Kararsızlar değil diğer partilerden bıkmışlar derseniz olabilirdi. Yani ne bileyim, diğer kararsızlar oy kullanmıyor da (oy kullanmayanlar bu kategoride değerlendiriliyor) AKP’ye oy veren bazı kararsızlar (nasıl kararsızlar adamları görmüyor musunuz kararlarını verip AKP yi desteklemişler) of ne diyeceğimi şaşırdım. Bu arada bu kararsızlar neden BBP’yi, İP’i, desteklemedi. Bu cümlenizden birşey anlamadı. Bundan da bir şey anlamadım. Bunun müsebbibi İslamcılar mıdır, başkaları mıdır diyorsunuz. Jandarma mekanize alayının geçiş güzergahını değiştirecek kadar yetkinlerdi ha askeriyenin içerisinde, hele de polisler için yapılanlarada bakın... Kur’an kursları basmalar, cami basmalar… Ben hala iddia ediyorum ki 28 şubat seçilmişlere karşı yapılmıştır ve dolayısıyla tüm darbeler gibi halka karşı yapılmıştır. Kim kral, saadet mi, milletvekilleri mi, hoca mı. Oy verilenler parti mi, milletvekillerinin şahısları mı, ortaya koydukları siyasi yapı mı? Bunlar tespit edilmeden kralcı kral kıyaslaması eksik kalır. Siz diyorsunuz ki Saadet ve AKP’nin siyasi yapısı aynı ama AKP saadet içerisinde çıkmış bir partidir dolayısıyla AKP saadetten daha fazla oy almamalıydı. Konjöktür diyelim. Siyasi hayat bunu gerektirdi. Yukarda açıkladım zaten. Hocanın alacağı oy sayısı hocayı iktidar yapmayacaktı o sebeple aynı siyasi faaliyeti güdeceği düşünülen başka bir parti desteklendi… Kudüs gecesi denilen gece, ondan önceki seneler sincanda nasıl yapıldıysa o yılda o şekilde yapılan bir gecedir. Ancak, bazı yanlışları savunmanın da tutarlığı yoktur. Bu sebeple demokrasiye karşı söz sarfedenlerin getirmek istedikleri sistem ondan daha fazla haklara yönelmelidir. Bugün Suudi şeraitini getirmeye çabalayanlar da bunları da biliyoruz…Ancak, yapılanların hukuki olduğunu söylemek de doğru değildir bunu da tespit etmekte yarar var. Bir iddianeme de olaylar anlatılır, bir parti habis urlukla, kan emici vampirlikle suçlandırılamaz. Seçilmiş bir bayanın evi gündüz değil gece özellikle gece aranmıştır. CMK’yı açıp gece nasıl arama yapılır isterseniz bir bakın. Fişlenen, dinlenen gazeteciler gördük. Televizyon kanallarının frekanslarına girildiğini gördük. Tarihimizin en büyük yolsuzluğunu gördük. Karısının başı kapalı diye askeriyeden atılanlar gördük.
  24. Selamlar ile, gerçekten çok yoğundum, ancak bugün cevap verebilme fırsatı buldum... ALINTILAR CYRANO'DAN -CYRANO, ben tablo çizmekte pek mahir değilimdir. Ortaokuldayken karakalemle güzel resimler çizerdim ama tablo çizmek o zaman bile haddime değildi. Yukarda yazdıklarıma karşı Müslümanların isteyip de alamadıkları ne var demişsiniz. Sanırım başka birilerine soracağınız soruyu buraya yazmışsınız. Ben yukarda bunlara değinmedim ki!? Bu soru: şartlanılmış, öğretilmiş bir sorudur. Ama madem sordunuz, ben size cevap verme nezaketinde bulunup bir iki tane yazayam. 1. üniversiteye girişteki katsayı uygulaması, 2. imam hatip mezunlarına polis ve asker olma yolunun kapatılması. Madem polis olmak istiyordunuz niye imam hatip okudunuz diye bir soru sorulabilir ama bu da saçma bir yaklaşımdır bana göre. Niye ol/a/masınlar? Sadece imam hatip okudular diye mi… diğer meslek lisesi mezunları ne oluyor… Eminmisiniz? Yani başı açık öğrencilere saldırıldı, yok dereceleri düşürüldü diye bugüne gelindi. Dostum, ben cahilim ya…hemen inanacağım geliyor…şaka bir yana. Lütfen biraz daha itina, biraz daha dikkat. Yasağın gerekçesi bu olur mu? Başı açık öğrencilere saldıranlara saldırırsınız olur biter, yoksa madem öyle işte böyle deyip başı kapalıların başlarını açtırmaya çalışmazsınız. Devlet nispet yapmaz, devlet gıcıklık yapmaz. Vay canına başınız açık o yüzden sizin derecenizi düşürüyorum, ulan bu ülkede ne babayiğit yöneticiler varmış. Hatta iş akitlerinin feshi ha…vay beah…Yahu ciddi misiniz, bu ülkede başı kapalı ne kadar kadının işlerinden postalandığını, ne kadar kadının uyarı, kınama, kademe ilerlemesinin durdurulması, aylıktan kesme, meslekten çıkarma cezası aldığını duyuyoruz da niye bahsettiğiniz şeyleri duymadık. Haklısınız, insan işine geleni duyar. Ama cidden öyle yöneticiler olsaydı onların ebeveynleri ile hesaplaşmaya girişmezmi idi bazıları…girişmişlerdir zaten dediğinizi duyar gibi oldum…refahın milis güçleri…çok kuvvetliymiş bu milis güçler…tek kurşun atmadan hepsi teslim oldu. Atacak kurşunları varmıydı acaba…nasıl bir milis güçmüş bu ya…düşmana karşı atılmış bir kurşunları dahi yok… o size gösterilendir. Refahyol hükümeti dönemi memura ve işçiye enfazla zamların verildiği dönemlerdir. Ekonomik göstergelerin en iyi olduğu dönemlerden biridir. Dostum, biz öyle garip davalar, öyle garip yöntemler gördük ki milletvekilliği vız gelir tırıs gider. Siz asıl ondan sonraki dönemlerde ne oldu onları bir düşünün. Ekonomik çöküntü yaşadığımız dönemi düşünün. Bilmem kaç tane bankanın içinin boşaltılmasını düşünün. Orduda bile yolsuzlukların olduğunun gün yüzüne çıktığı dönemleri düşünün. -vay canına yeni bir tehlike anlayışı. Ceza hukukçularına, kriminalislere hemen haber uçuralım. 28 şubat gibi hareketler demişiniz. Enteresan bir şey, demek ki tarihimizde amma çok devleti ele geçirmek isteyen olmuş. Zira her yanımız darbe, muhtıra. Ulan, şöyle bir düşünüyorum bu cahal aklımla. Devleti ele geçirsem ne ederim. Bilemiyorum. Bu arada bu fakirin aklına bir paradoks daha geldi. İşe bakın ki devletin ele geçirileceğini düşünüp darbe yapanlar her defasında kendiler devleti ele geçirmişlerdir. Darbe sonralarında seçilen Cumhurbaşkanlarını inceleyebilirsiniz. Buna da emin misiniz diyelim. Demokrasinin bir tanımı yoktur, evrensel bir el kitabı yoktur. Demokrasiyi koruyan kurumlar (kimlerdir) demokratik yollardan seçilen kişileri yukardan indirip yerine sıttin sene halkın oyuyla oraya gelemeyecek kişileri yerleştirebilir. Yoni o kurumların bunu yapmaya hakkı vardır. Pekiyi bu yetkiyi nerden alıyorlar. Kanundan mı. (acaba?)Yani devleti koruyup kollama görevleri var. Yani seçilmişlere karşı her zaman dikkatli olmak lazım, dolayısıyla seçmenlere karşı da her zaman dikkatli olmak lazım. DEVAMI DA VAR...
  25. -CYRANO, ben tablo çizmekte pek mahir değilimdir. Ortaokuldayken karakalemle güzel resimler çizerdim ama tablo çizmek o zaman bile haddime değildi. Yukarda yazdıklarıma karşı Müslümanların isteyip de alamadıkları ne var demişsiniz. Sanırım başka birilerine soracağınız soruyu buraya yazmışsınız. Ben yukarda bunlara değinmedim ki!? Bu soru: şartlanılmış, öğretilmiş bir sorudur. Ama madem sordunuz, ben size cevap verme nezaketinde bulunup bir iki tane yazayam. 1. üniversiteye girişteki katsayı uygulaması, 2. imam hatip mezunlarına polis ve asker olma yolunun kapatılması. Madem polis olmak istiyordunuz niye imam hatip okudunuz diye bir soru sorulabilir ama bu da saçma bir yaklaşımdır bana göre. Niye ol/a/masınlar? Sadece imam hatip okudular diye mi… diğer meslek lisesi mezunları ne oluyor… Eminmisiniz? Yani başı açık öğrencilere saldırıldı, yok dereceleri düşürüldü diye bugüne gelindi. Dostum, ben cahilim ya…hemen inanacağım geliyor…şaka bir yana. Lütfen biraz daha itina, biraz daha dikkat. Yasağın gerekçesi bu olur mu? Başı açık öğrencilere saldıranlara saldırırsınız olur biter, yoksa madem öyle işte böyle deyip başı kapalıların başlarını açtırmaya çalışmazsınız. Devlet nispet yapmaz, devlet gıcıklık yapmaz. Vay canına başınız açık o yüzden sizin derecenizi düşürüyorum, ulan bu ülkede ne babayiğit yöneticiler varmış. Hatta iş akitlerinin feshi ha…vay beah…Yahu ciddi misiniz, bu ülkede başı kapalı ne kadar kadının işlerinden postalandığını, ne kadar kadının uyarı, kınama, kademe ilerlemesinin durdurulması, aylıktan kesme, meslekten çıkarma cezası aldığını duyuyoruz da niye bahsettiğiniz şeyleri duymadık. Haklısınız, insan işine geleni duyar. Ama cidden öyle yöneticiler olsaydı onların ebeveynleri ile hesaplaşmaya girişmezmi idi bazıları…girişmişlerdir zaten dediğinizi duyar gibi oldum…refahın milis güçleri…çok kuvvetliymiş bu milis güçler…tek kurşun atmadan hepsi teslim oldu. Atacak kurşunları varmıydı acaba…nasıl bir milis güçmüş bu ya…düşmana karşı atılmış bir kurşunları dahi yok…

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.