bekir tarafından postalanan herşey
-
MÜSLÜMAN ÜLKELERDE YOLSUZLUK NİÇİN YAYGIN... (Çok ibadet ediyor olmak adeta birtakım şeyleri yapmayı mubah hale getirmiş...] (YORUMSUZ]
Başlığa baktığımızda müslüman ülkelerde inanılmaz yolsuzluk olduğu görülüyor, ancak çok ibadet etmekle yolsuzluk arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş ki bunun sebebi belli değil. Her ne ise, büyük harflerle yazılan başlığın mefhumu muhalifi müslüman olmayan ülkelerde yolsuzluk niye yok veya çok az oluyor... Pekiyi bu soru doğru mu? Bilmiyorum, mesela amerikada rüşvet vakıası çok mu az, veya az gelişmiş olup da müslüman olmayan ülkelerde yolsuzluk az mı? Konunun içerisinde sayısal veriler görenler oldu mu? Müslüman ülke (nasıl bir tabirse, halkının büyük kısmı müslüman olan ülkeler olsa gerek) lerde yaşayan insanların yolsuzluklarına kılıf aramak derdinde değilim. İslam belirtilen türdeki her türlü eylemi yasaklamıştır, bu eylemleri yapanlar islama uymamaktadırlar... Ancak, yolsuzlukların arkasında yatan nedenlerin arkaplanını incelemeden din ile bir kolerasyon kurmak bizi doğru sonuca götürmez. Eğer Avrupa da daha yolsuzluk az diyorsak (bunu ispat edebilirsek nedenlerine bakmalıyız) o zaman bunun nedenlerine bakmalıyız. Yolsuzluğu önlemede kanunların asla yeterli olmadığını da bilmeliyiz. Bir dönem Yargıtay'ın bir mensubu (ben bir başkan olarak hatırlıyorum) yargıçlar vicdanlarıyla cüzdanları arasında kalmıştır demişti yanılmıyorsam. Rüşvet yolsuzluklardan sadece bir tanesidir, zimmet, irtikap, görevi kötüye kullanma, emniyeti suistimal gibi suçlarda parasal suçlar olup yolsuzluklar kategorisinde değerlendirilir. Aşağıdaki raporda da görüleceği üzere yolsuzluk daha çok az gelişmiş ülkelerde görülmektedir. Böyle ülkelerde kamu kesiminde çalışan kişilerin maaşlarının düşük olması onları gayri ahlaki, gayri kanuni yollara sürüklemektedir. Dolayısıyla yolsuzlukla az gelişmişlik arasında bir ilişki kurabilirsiniz ama din arasında bir ilişki kuramazsınız. Daha da dolaylı yoldan her zaman seslendirdiğiniz bir şeyi seslendirmek istiyorsanız onu ayrıca incelemekte fayda var. Hani din, gelişmenin önündeki engeldir mantığı vardı ya ondan bahsediyorum.. Dinin yolsuzluğun önünde bir engel olması gerekir ama işte bu noktada acaba müslümanım diyen insanlar ne kadar müslümandır (nitelikten bahsediyorum) sorusu ortaya çıkar. Bu arada aşağıda bir rapordan bir iki not var...Türkiyenin yeri de pek hayırlı değil. Yani ki laik olmak falan yolsuzluğu engellemiyor. Yolsuzluğu muhtaç olmamak bir nebze olsun engelleyebilir. Uluslararası Saydamlık Örgütü'nün ''2005 Küresel Yolsuzluk Raporu''nda Türkiye, ''Yolsuzluk Algılama Endeksi''nde 146 ülke arasında 77. sırada yer aldı. raporda Türkiye'nin, ''Yolsuzluk Algılama Endeksi''ndeki derecelendirmede 3.2 ile 146 ülke arasında 77. sırada yer aldığını anlatarak, Benin, Mısır, Mali ve Fas'ın da aynı derece ve sırada bulunduğunu dile getirdi. Kurtuluş, raporda, 9'un üzerinde derece alarak ilk sırada yer alan ülkelerin ise Finlandiya, Yeni Zelanda, Danimarka, İzlanda, Singapur, İsveç ve İsviçre olduğunu söyledi.
-
BERAAT KANDİLİNİZ MUBAREK OLSUN
HİRCİN kardeşimizden... bu güzel kardeşimiz başka bir başlık altında kandilimizi kutlamış, onu da buraya alıntılamak gerekiyordu, ben de alıntıladım...
-
BERAAT KANDİLİNİZ MUBAREK OLSUN
Ne zaman doğdum, ne zaman yaşadım, nasıl bu yaşa geldim ve hasılı hayat son durağa vardığımızda bir saniye gibi geçmiş olacak. Son ne zaman gelecek bilmiyoruz, ama çok çabuk gelecek bunu bilmeliyiz...Bu yüzden bu gibi gecelerin kıymetini daha iyi idrak etmeliyiz. Diğerine ulaşıp ulaşmayacağımız belli değil.. Allah hidayetimizi, takvamızı, huşumuzu, ibadetimizi artırsın, hoşgörümüzü, sevecenliğimizi, güzelliklerimizi artırıp, kibri, hasedimizi, cimriliği ve bütün kötü huylarımızı üzerimizden uzaklaştırsın...Bugün hepimizin beraat ettiği bir gün olsun... Allah, yarimiz, yardımcımız, destekçemiz olsun... Bu gece hepimize mübarek olsun... es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve bereketühü...
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Selamlar,,, daha önce dediğim gibi Fetullah Gülen'le pek bir ilgim yok, dahası biraz boş vaktim vardı ve formu geziyordum. ilk defa bu konuyu açıp ilk başına ve sonuna baktım...Aşağıdaki ilk metin konunun başında son metin tahmin edeceğiniz gibi konunun sonlarında yer alıyor... Hasılı fena halde kafam karıştı. Şimdi Fetulllah hoca ne ile suçlanıyor...Ses çıkarmamakla mı, yok sa başka bir şeyle mi?
-
Anket (Katılımlarınızı Bekliyorum)
Selamlar... Tartışmaya niyetim olmadığını söylemiştim ancak, konu o kadar müthiş bir konuki söz etmemek de ayıp olur...Bu sebeple eğer bir tartışma içine çekilmeden ve tartışmaya da girmeden bir şeyler söyleyebilirim diye düşündüm ve o sebeple katıldım. Lakin basitçe geçiştirilecek bir konu da değil, zira bu konuda bu zamana kadar çok fazla yazılıp çizildi... Bu sebeple konunun basitçe kısmen uygundur kısmen aykırı diye geçiştirilmesi mümkün değil. İlk önce altyapıyı tamamlamak gerekiyor...Daha da mühim mesele başlıkta 3 ayrı konunun islama uygunluğu veya aykırılığını oylamakla ilgili. Bu üç ayrı durum birbirinin mütemmim cüzümüdür yoksa değil midir bu da tartışılmalı. Ardından bu düşüncelerin tarihsel süreç içerisindeki akışı. Organ naklinin toplumsal değişimlerde caiz olup olmaması (Yani toplumda daha henüz o noktaya varan bir süreç yaşanmadan toplumun ihtiyaçlarından çok uzak olan ve ileri toplumlardan yapılan alıntının doğru sonuçlar verip vermemesinin) ayrıca incelenmelidir. Laikliğin çıkışı, dolayısıyla islam toplumuna uyup uymaması, demokrasinin en önemli saç ayağı olan seçimle ve dolayısıyla halkın isteğiyle laikliğin karşı karşıya gelmesi durumunda ne olacağı, olması gerektiği tartışılmalıdır. KONU DIŞI Mesela ben konuyu gördükten sonra ufak tefek bir iki not almışım. İlk seçimlerde Osmanlı meclisinde kimler vardı diye bir soru takılmış aklıma. Şöyle bir bilgiyi hatırlıyorum, daha sonra kısmet olursa sayıları da vermeye çalışacağım, osmanlı tebaasından müslüman (azınlık) seçimin ne demek olduğunu bilmediği için birçoğu seçim esnasında oy kullanmamışlar ve meclise çok sayıda ermeni ve başkaca milletvekili girmiştir. Tamam biliyorum, osmanlı çok uluslu bir devletti ve onların da girmesi gerekiyordu ancak çoğunluğa yakın olmaları gerekmezdi. Dolayısıyla toplumun ihtiyaçlarının çok önünde olarak kendisine hak verirseniz o hakkı kullanamayabilir. Tüm bunlar yapılırken, laiklik nedir, demokrasi nedir, hukuk nedir, sosyal devlet nedir, devlet nedir, seçim nedir, halk nedir, islam nedir, islamın devlet yönetimindeki esasları nelerdir bu gibi konular da netliğe kavuşturulmalıdır. Hadi diyelim ben bunlardan 4-5 tanesini yanıtlayabildim acaba okuyan olur mu? Düşünün şu anda yukarda bahsini ettiğim her konuda binlerce kitap yazılmıştır biz burada felsefi arkaplanını yeterince irdelemeden kısmen deyip geçsek olay biter mi, konu sarahate kavuşur mu? Zira islamın bazı tarafları şu anki demokrasinin getirdiklerine uymaz ve dahası şu anki demokrasi anlayışının bazı numuneleri de islama uymaz. İslam derken Hz. Peygamberin ve Hülafayı Raşidin devrini esas alıyorum... Ben iki tane basit örnek vereyim... Mesela Ali BULAÇ din-devlet ve demokrasi adlı kitabında islamın demokrasiye aykırı olmadığını ve yada demokrasinin de islama aykırı olmadığını kısaca anlatıyor. kısa dediğime bakmayın kitabın tamamı bunu kanıtlamak üzerine yazılmış. Muhammed KUTUP (Seyyid KUTUP'un kardeşidir) Çağdaş Kavramlar ve Düzenlerle ilgili seri kitaplarının Demokrasiye ayrılan ve elimdeki 3. cildinde demokrasinin çıkışına kadar geçen süreci, laikliğin çıkış aşamalarını anlattıktan sonra demokrasi ile islamın uymayacağını, ikisinin iki ayrı düzen olduğunu ispata gitmiş... Gerçekten bu tarihsel, felsefi arkaplanı, tanımlamaları, islamla -demokrasinin, islamla-laikliğin, islamla-hukukun, islamla-sosyal devlet'in uyup uyuşmayacağını kolayca kestirip atamayız ve hepsini ayrı ayrı incelemek zorundayız. Ve bunları ben yapmaya çalışırsam bunu çeşitli alıntılarla sürdürmek zorundayım ve dahası konu inanılmaz uzun olacaktır. Bunları okumak isteyecekler varsa ben de bu belalı işin altına girmeye çabalarım. Zira dediğim gibi bunları benim buraya koymak için harçayacağım çaba inanılmaz zorlu olacaktır ve haftalarımı alabilir. Aslında bunu tam olarak yapabilir miyim onu da tam olarak bilmiyorum. Eğer teşvik olursa, ve bu onlarca sayfayı okumak da ısrar da olursa, ve dahası bu konuyu haftalarca takip etmek isteyenler olursa, ve ben de işten-güçten fırsat bulduğum ölçüde yazabilirsem buraya ekleriz... Bana kalırsa konu inanılmaz güzel bir konu...Ve sevdiğim bir konu...Selamlar ile...Ama dediğim gibi yazdıklarımı tartışmak için yazmıyorum sadece tespitlerimi aktardım...
-
MEDYANIN BİZE GÖSTERMEDİKLERİ..!
TARTIŞMA DIŞI KONU İÇİ BİR YAZI... 3-4 yıl evvel yazmıştım, 28 Şubat sürecinde medyanın rolüyle ilgili olarak...Ajandamın bir taraflarında duruyordu...Kaç gündür de bu konuya ekleyim diyordum ama Perinçek hakkında da söyleyeceğim birşey yoktu... Hasılı kelam; yazının tartışmaya dokunmak gibi bir "misyonu" yok, sadece bir tespit... Selamlar Bilmek nedir? Aslında bu kelime üzerinde durmaya değmeyecek bir kelimedir. Yanlış anlaşılmasın, bu kelimenin bir anlamı yok demiyorum sadece bilmek yanlış olabilen birşeydir demeye çalışıyorum. Bilme eylemi, oluşu nedir? Kişi ben bunu biliyorum dediğinde ne söylemiştir ya da ne söylediğinin farkında mıdır? Biliyorum derken, bir onaylama söz konusudur. Eski bilgilerin onaylanması. Yani, şunu biliyorum bunu biliyorum dediğimizde daha önce bunu gördüm, bunu duydum, bunu okudum, böyle öğrendim demek isteriz. Bütün bu eylemler ise; bir kitaptan, bir kişiden veya sair bir iletişim aracı tarafından kulağımıza, gözümüze ulaşandır. Bize ulaşanın, ulaştırıcı marifetiyle akamete uğraması, rutujlanması, çarpıtılması, daha öte giderek kamufle edilmesi, bozulması mümkün, olası ve hatta çoğu zaman kesindir. Yani ki bildiklerimiz yukarda da belirttiğimiz gibi bize bildirilenlerdir. Bize bildirilenler bilmemizi istedikleridir. Yani ki bildiğimizi sandığımız şeylerin doğru veya yanlışlığını bilmemiz mümkün değildir. Yani ki beynimizde bulunan bir bilginin doğru veya yanlış olma ihtimali aynı olabilir. Toplumsal, siyasi ve ekonomik yapıyla alakalı kompleks faaliyetlerde dezenformasyona uğramış bilgilerin yanlışlık seviyesi ne kadardır acaba...Bu soru bir yerde dursun...Ne demiştik, demiş miydik, demediysek eğer; Onlar (her kötülüğü yapabilecek kişiler diyelim) bize neyi bildirmek istiyorlarsa biz o kadar biliyoruz. Bu kafi diyorsanız veya onunla idare ettiğinizin farkında dahi değilseniz sizin için bir reçetemiz yok ve siz zaten hem onların dümen suyuna giderek ve hem de sorgulamaya takılmayarak dünyanın nimetlerinden ziyadesiyle faydalanacaksınız demektir. Neyi bilmemizi istiyorlar pekiyi diye soranlar olabilir. Cevap çok kolay. Neyi bilmemizi istemiyorlarsa onun karşısında bulunanı bildiriyorlar. Bilgilerimizin tamamı, başkalarının bildirdiklerini (doğru veya yanlış onun bildirdiği doğrultusunda) bilgimiz dahiline almaktan başka birşey değil. Bilgilerinizden şüphe etmek zorundasınız....Soru sormak burda devreye giriyor...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
EYVALLAH....
-
Bize Göre
Nereden başlayacağımı bilemiyorum, ama biryerlerden de başlamalıyız değil mi? Bu konuyu nasıl görmedim bilmiyorum zira açtığınız hemen bütün başlıklara bir bakıyordum. Ancak, dünkü İbni Tufeyl'in Hay adlı hikayesine dair yazdıklarınızdan sonra tartışmak için ne kadar cahil olduğumu farkettim ve bunun üzerine ara vermeye karar verdim. Dünden beridir şiddetli bir sancı yaşıyorum ve dahası ağırlıklı olarak katıldığım konular din başlığı altında olduğu ve güncel konulara pek fazla girip çıkmadığım için görmemişim... Aslında övünülecek pek fazla bir tarafım yok ama tarafınızdan böyle kabul edilmek bile benim için bir övünç kaynağıdır. Ziyadesiyle onore oldum. (Bu kelimeyi bir türlü sevemedim ama yerine koyacak başka birşey de bulamadım)... Konuya değinirsem; Bu toprakların çocukları olarak tarihte dünyaya belki de başkaca bir örneği olmayan bir şeyi gösterdik ki, bu hepimizin bir bütün olabileceğiydi. Bugün artık bütün olabilir miyiz? Sanmıyorum, bütün olmayı bırakalım, birbirimizi anlayabiliyor muyuz...Anlamayı es geçelim, birbirimizi dinliyor muyuz... Foruma katıldığım ilk günden beridir inişli çıkışlı bir seyir takip ettim. Gittim ve geri döndüm. Zira tartışmaya başlayınca irtifa kaybetmemek mümkün değildi. Zira bazılarına düşmanlık duyabiliyordum, hissediyordum. Düşmanlık beslediğimde o kişi doğruyu söylese dahi kabul etmekte zorluk çekeceğimi kestirebiliyordum. Belki bir daha gideceğim ama bu eksikliklerimi gördüğüm için olacak, bazı arkadaşlara da kafalarını bir defa dinlendirmeleri, düşmanlıkları unutmaları için arada bir gitmelerini tavsiye edebilirim. Mesela 8-10 gün yazı yazmayın, özleyin birşeyleri...Ben öğrenmek için ayrılmayı düşünüyorum, siz özlemek, dinlemek için ayrılın... Biliyorum, konu bazılarına gitmelerini tavsiye etmem için açılmamıştır...Konu birbirimizi anlamamıza yardımcı olmak için açılmıştır. Belki, birbirimizi anlamamızda birbirimizin dostu olmasak da birbirimizden uzak kalmak etkili olacaktır. Bunun yetmeyeceğini de biliyorum zira tartışmalara katıldıktan 10-30 gün içerisinde tekrar aynı ruh haline bürüneceğimiz kuvvetle muhtemel ve işte bu noktada "bozan" abimin reçetesi imdada yetişiyor belki de benim verdiğim reçete hiç bir işe yaramaz siz en iyisi onun reçetesini uygulayın... Daha önce bir nakilde bulunmuştum. Sanırım şöyleydi... "Söylediğiniz, söylemek istediğiniz, söylediğinizi sandığınız, karşınızdakinin duymak istediği, duyduğunu sandığı, duyduğu şeyler arasında farklar vardır ve dolayısıyla birbirinizi yanlış anlamanız için en az 9 ihtimal vardır." Bu durum sadece sözler neticesinde yanlış anlamakla alakalı. Bir de doğru anladığımız sözler var ki o zaman nasıl sinirlenmeyeceksiniz...Bunu sanırım ben tavsiye edemem, zira ben birkaç defa aşırı derecede sinirlendim ve bu sinirli halimle cevaplar verdim. Şimdi kalkıp da ben insanlara sinirlenmeyin veya sinirlendiğinizde cevap vermeyin dersem "Dinime dahleden bari müselman olsa" diyecekler çıkabilir. Ama ne olursa olsun "Ötekine sırt çevirmek onu anlamaktan her zaman daha kolaydır, kolaycılığa kaçmayalım" bunu yapmaya çalışalım,,, hiç olmazsa arada bir bu sözü hatırlayalım... Çok uzun oldu galiba ve açıkçası ne yazdığımı ne dediğimi ben bile anlayamaz oldum... Herkes kendisine nasıl selam vermemi istiyorsa öyle selam verdiğimi varsayıp mukabele edebilir... Ben müslümanlara selamün aleyküm diyorum...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
İsterseniz bu benim son cevabım olsun...Ve gidip başkaca işlere bakayım. YOKMU İRTİCAYI TARTIŞACAK OLAN, başlıklı yazım 8-10 gün öncesine ait sanıyorum, o günden bugüne köprünün altından bayağı bir su aktı ve ben artık taştıkmaktan bayağı sıkıldım...YOKMU ile başlıyan cümlelerimde size bir davet yoktu, sadece sizin bana reklam kaygısıyla bir başlık açtığımı ima ettiğiniz İsmet Özel'le ilgili cümlelerinize bir gönderme vardı. Bu göndermeyi de konuyu ilk başlıktan beridir okuyup da sondan dahil olacak kişilere bir daha düşünmeleri için yazdım. Konunun devamında onları "Ti"ye alabileceğimi göstermek içindi...Her ne ise, tekrarla diyorum, sizi tartışmaya davet etmek gibi bir düşünce hiç aklıma gelmedi, zira daha önce sizinle tartışmak istemediğimi belirttim. İronik bir dil kullanacağım demekle ironikçi olmak aynı şey değildir. Bir dönem Yusuf Kaplan, gazetedeki köşesinde bundan sonra İsmet Özel gibi yazacağım demişti (beceremedi o ayrı hikaye) ama İsmet Özellik yapacağım veya aynı onun dilini kullanacağım demedi. Dolayısıyla ve hatta ironikçi diye bir tarz, sanırım edebiyatta yoktur... Teşvik'i tanımlamışsınız. TDK, isteklendirme ve özendirme anlamlarını kullanmış. gaza getirmek anlamıda var. Türkçedeki yaygın kullanımı olumlu telkinler, veya vaatlerle kişiyi motive etmek şeklinde kullanımı var. Teşvik primi, yatırım teşvikleri gibi...Her ne ise asıl konumuz bu değil ve aslında gördüğünüz gibi konuyla uzaktan yakından alakası olmayan şeyleri tartışmıyoruz sizinle. Ders vermeye gelince, siz her yerde bilimsel düşünce dersi veriyorsunuz da biz dil dersi versek ne olur. Olmaz mı? Verdiğim bana kalırsa dilbilgisi dersi değil, sözcük anlam dersidir. ÖSYM'nin ayrımı böyleydi galiba. Yüksek deham karşısında kaldığınız durumu da bağışlıyorum, önemi yok Yargının nasıl işlediğini yukarda belirttim, ama siz pek dikkat etmiyorsunuz galiba. Yargı, Türkiyede bağımsızlığını yitirmiş ideolojik bir tutum takınmış kurumlar arasında yerini number one olarak almış bir kurumdur. Yargı en kötü sınavını solculara ve islamcılara bir kılıç vazifesi görerek vermiştir. Dikkat edin, yargımız çoğu zaman hasım gibi davranır diyorum. Ve dahası birçok müslümanın başının üzerindeki kılıç yargının kılıcıdır. Uğur Mumcu'nun katilleri bulunduğunda Türkiyedeki birçok taş yerinden oynar diyen Mumcu'nun avukatıdır. Eğer devlette taşlar oynayacaksa yargı sınıfta kalır. Şemdinli iddianemesini de gördük. Yargı derin devlete karşı tutum takınamaz, ancak yargı müslümanlara karşı tutum takınabilir. Hele de islamcılara karşı topyekün bir yoketme eyleminde esas oğlan olma vazifesini hemen tekeline alabilir. Nereye ulaştık. Ulaştığımız nokta; Türkiye de bahsettiğiniz manada bir teşvik, bana kalırsa tazyik veya ikrah olsaydı, bırakın ispatlamayı esamesinin bir savcının kulağına gitmesiyle, o işi yapan herkes hem açıkta hem de kapalı da olurdu. Açıkta ile kastım; görevinden atılması, kapalıdayla kastım en kapalı olan kapalı ceza evidir. Zira bu adam kesinlikle anayasal düzeni yıkmakla, hürriyeti tahditle, görevi kötüye kullanmakla, bir suç daha vardı, dini inançla alakalı, şimdi hatırlayamadım TCK'ya da şimdi bakmak istemiyorum. Bütün bu suçlardan içerde olurdu. Ne dedik yukarda şapka kanunu olmadan 2 yıl evvel şapka ile ilgili yazdığı kitap neticesinde bir hocamızı asmış bir yargıdan bahsediyoruz. Atatürk'ün cenaze namazı kılınmadı diyen bir adam daha sonra yanlış biliyormuşum cenaza namazı kılınmış özür dilerim açıklamasını yapmasına rağmen Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaretten dolayı içeri atan bir ülkenin yargısından bahsediyoruz. Kimsenin aklına acaba cenaze namazının kılınıp kılınmaması nasıl bir hakaret olur sorusu gelmiyor mu? Konuyu uzatmak mümkün. Maalesef yargımız iki tarafı keskin bir bıçak değildir. Türkiye de yargı derin devlete karşı sesini çıkartmazken, solculara, islamcılara-müslümanlara, ve Amerikan karşıtlarına keskin tarafını kullanmaktadır. Uğur Mumcu'yu size göre mürteciler hakladı değil mi? İsterseniz Uğur Mumcu'nun üzerinde çalıştığı son konunun ne olduğunu bir arayın, elinde ne gibi bulgular vardı, Mumcu'nun ailesinin açıklamalarına, avukatının açıklamalarına bir bakın. Ama benim için Uğur Mumcu bir mihenk taşı değildir. Atıf Hoca bir mihenk taşıdır. Vatansever hukukçu tabirini de beğenmedim açıkçası...Vatansever PKK'lı gibi hissettim kendimi...Belirttiğiniz durum idealist hukukçuların yapması gereken birşeydir, vatansever olup olmamaları önemli değildir. Ama ben idealist bir hukukçu da değilim ve hatta gördüğüm *********likler neticesinde hukuktan nefret etmiş biriyim. Sanırım bu kadarı yeter, bırakalım...Ciddi ciddi bırakalım diyorum...Her ne kadar sürekli cevap veriyorsamda bırakma niyetindeyim. Sanırım bana bir cevabınız daha olacak, zira cevap verme hakkı sizindir, bu yüzden mümkünse çok ağır şeyler yazmayın ki kendimi cevap vermek zorunda hissetmeyim ve konu kapansın...Selamlar ile...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
Siz o yöneticiyi ispatlayın ben o yöneticiyi işten attırayım...Hatta daha da ileri gideyim, içeri attırayım... Bir de amma garip bir cümle kurmuşsunuz. Baskıyla teşviki diye...Teşvikle baskı nasıl birada olur anlamadım. Her ne ise...Yukarda söyledim, o yönetici hala işinde çalışıyorsa ve ispatı varsa orada çalışan memurlara ilk ricam lütfen en yakındaki cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunsunlar. Hangi suçtan yargılanacaklarını boşuna düşünmesinler, bizim savcılarımız o kadar mahirdir ki bu konuda anayasal düzeni ortadan kaldırmak suçlamasıyla şıppadanak dava açarlar...Siz gönlünüzü hoş, kalbinizi serin tutun... Ama yukarda size başkaca şeyler söylemiştim, ayrıca tartışmak istemiyorum, konuyu kapatma niyetindeyim...Bu metin sanıyorum bu başlık altındaki son yazımdır...Katılan herkese selamlar...Herkese Allahtan hidayet diliyorum....
-
ŞERİAT TEHLİKESİ NE ZAMAN BİTER
Her karşıt görüşlü değil birader, bilimselci için dedim bunu...Bunu dememde de gayet haklıyım, zira 6-7 tane bir cümle üzerinden metin yazdık, dahası ismet özel'in yaptığını yapıyormuşuz diye. Bir de panteidar dı galiba onunla bu konuda tartıştık. O da yazdığım metinleri hiç kaale almadan ezbere yazılar yazdığı içindi. Size gelince, bugüne kadar defaatle tartıştık, düne kadar sizinle de seviyeli tartışmalarımız olmuştu. Ancak dün beni Fetullah Hoca'nın takipçisi olarak belirttikten sonra sanırım size karşı da aynı kayıtsız tavrı göstermem gerekiyor, zira ezbere yazmaya başladınız. Ben o halde müctehidler çağdaş olmayan hukukçulardır çıkarsamasını "Ne zaman ki çağdaş hukuka verilen değer müçtehidlerden daha fazla olur" bu cümleniz üzerine yapmıştım. Çağdaş şartlar dediğiniz bazı şeyler 1400 yıl evvelinden daha ********* haldeler, ama bana kalırsa bunun da bir önemi yok. Ve yani, kafamın tasını attırmaya çalışıyorsunuz gibime geliyor. Beni bir daha samimiyet testine tabii tutmayın dedim. Madem beni samimiyetten uzak buluyorsunuz hala benim açtığım başlıkta ne işiniz var. Kaç defa sorduğum sorulara karşılık olarak alakasız metinler gönderdiniz, sorduğum soruların cevaplarını vermediniz ve burada bana sorular soruyorsunuz. Ondan sonra da beni somimi olmamakla suçluyorsunuz. Neyse, sayın yam yam sizinle tartışmak istemiyorum, aslında artık kimseyle tartışmak istemiyorum. ALLAH'IN HİDAYETİ ÜZERİNİZE OLSUN...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
Hayır hiç okumadım, okumayacağım da... Biz bir şeyi biliriz ki iddianeme hiç bir şey değildir, iddianemede ne yazılırsa yazılsın mahkemelerin verdiği kararlar iddianameyi çoğu zaman boşa çıkartır.Bizim savcılarımız istemekte mahirdir. Adnan Menderes'in asılmasına giden süreçteki iddianemeyi okuyanlar oldu mu. Aziz Nesin'in 22 yıl evvel yazdığı bir kitap neticesinde 12 Eylül darbesinden sonra yargılanmasına neden olan iddianemiyi okuyan oldu mu, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve yanılmıyorsam Hüseyin İnan adlı gencin idamı götürülmesine neden olan iddianemeleri okuyan oldu mu, istiklal mahkemelerinde yargılanıp da canından olanların iddianemelerini gören oldu mu? İddianameymiş. Gördük şemdinli iddianemesinin akıbetini. Savcı işinden oldu... Fetullah Gülen destekçisi değilim ve bu yüzden bir daha Hoca ile ilgili bir metinle karşılaşmak istemiyorum. Mahkemelerin verdiği kararlara dahi çoğu zaman itibar etmeyen bir adama iddianame de şunlar yazıyor gibi cümlelerle gelmeyin. Fetullah iddialarını iddiayı eden bile ispat ed/e/medikten sonra bana halt etmek düşer...Eğer bahsettiğiniz şeyi savcı ispatlayabilseydi Gülen'in ömür boyu hapis yatması gerekirdi hatta idam kaldırılmadan ve TCK değişmeden evvel idam yemesi gerekirdi... Komiklik had safhaya ulaştığında iğ.ençlik başgösterirmiş. Daha önce size söyledim, İskilipli Atıf Hoca şapka kanunu çıkmadan 2 yıl evvel şapka ile ilgili olarak yazdığı bir kitap nedeniyle idam edilmiştir. Türkiye de adalet teşkilatı en güvenilmez kurumlardan biridir. Bunu konunun içerisinde olan biri olarak söylüyorum. Müctehidlik tartışmasına tekrar girmeyeceğim. Müctehid'in tanımını, nasıl karar vereceğini, kadılık makamıyla müçtehidliğin aynı olmadığını... Her ne ise...BU KONULARI SİZİNLE YETERİNCE TARTIŞTIK, DAHA FAZLA SÖYLEYECEK BİRŞEY YOK... 100 YILDIR ŞERİAT TEHLİKESİ VARDIR DEDİK VE 100 YILDIR AYNI NOKTADAYIZ. BIRAKIN BİR DE YOKTUR DİYELİM VE ONA GÖRE DAVRANALIM BAKALIM NE OLACAK. BUGÜNKÜ DURUMDAN DAHA KÖTÜYE GİDERMİYİZ. EN AŞAĞININ DAHA AŞAĞISI YOKTUR ZANNIMCA... Tabii olarak, en aşağının aşağısı felsefi bir tartışma olarak önümüzde durabilir. Sizinle hiç bir tartışmaya girmeyelim, hatta konu kapansın...Yeter sanırım bu kadar...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
Madem sordunuz söyleyim... DEĞİL YAM YAM DEĞİL.. Vay canına Gülen Hoca'nın amma güzel tespitleri varmış... Sayın yam yam, siz benim yazdıklarımı hiç takip etmiyorsunuz galiba...Şaka ile karışık, ben daha önce Fetullah Gülen'den "ziyadesiyle tedirgin olduğumu" belirtmişim. Amerika da ikamet etmesi, ılımlı islam tezleri falan...Medeniyetler ittifakı...Kim kimin izinden yürüyor bilinmez ama sanırım siz üç alilerden birinin izinden yürüyorsunuz. Allah sonunuzu hayır etsin...Fetullahın izinden yürümekle ilgili esprinize de bayağı güldüm.... ...Sayın yam yam, bayan olsam belki size aşık olabilirdim ama kel ali olma ihtimaliniz geliyor aklıma ve vazgeçiyorum. Selamlar ile...Kah ismet özel'in kah fetullahın takipçisi oluyoruz....Ahhh, ahhhh, o kadar kötü bir müslümanım demek ki, bir kişi çıkıp da beni Hz. Peygamberin yolundan gitmekle suçlamıyor...Ebu zerr 'i şimdi daha iyi anlıyorum galiba...Yüzde 99'la ilgili cümlenin baş kısmını fena halde tuttum. Hoca harika bir laf etmiş, nitekim hocanın bu sözünü bilmeden evvel %99 ne kadar müslüman demiştim, niceliği es geçip niteliği sorarak...%99 nitelikli müslümanın yaşadığı bir ülke de siz imam hatiplerin orta bölümünü kapatacak, türbanı-başörtüsünü yasaklayacaksınız ha...neyse bulut hadi neyse de bizde güneşten dahi nem kapanlar mevcut ve bu sözlerimizde de birşeyler bulurlar şimdi...
-
ŞERİAT TEHLİKESİ NE ZAMAN BİTER
O halde müçtehidler çağdaş olmayan hukukçulardır...Her ne ise, bunu uzun uzadıya tartışmıştık...Müçtehidliğin içtihad etmekle eş anlamlı olduğunu, içtihadın uygulamaya dönük metinler olduğunu falan da tartışmıştık galiba...Keşke çağdaş hukukçularımızda müçtehid alimler kadar yaptıkları işin ne olduğunu farkedip en az onlar kadar işlerini en ince noktalarına kadar tetkik etseler de, bir hafta önce çıkardıkları kanunu yahu şu tarafını eksik yapmışız, yahu uygulamada bu kanuna göre şöyle bir aksaklık çıktı gibi sorunlar karşımıza çıkmasa... Ve size dahasını anlatmıştım, müçtehid'in fetvası sadece ona inananı bağlar, dolayısıyla müçtehid ve çağdaş hukuk kıyaslaması yapılması yanlıştır. Eğer illaki hukuka uygun bir müçtehidlik olacaksa onlar da seçilebilir...vs. vs.. Sanırım siz ne demek isteğimi anlamadınız... Önemi yok....Kendinize iyi bakın...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
Selamlar bilimselci,,, Bir yerlerde sanırım sizinle tartışmak zor değil anlamsız demiştim...Zira anlamlandırma da sorun yaşanmasıyla ilgili bir tespitti bu cümlem.Pekiyi bugün benim adıma ve sizin lehinize zihnimde ne değişti ki cevap verme ihtiyacı hissediyorum. Aslına bakılırsa değişen birşey yok...Ama sadece konuyu tartışmak istiyorum.Ve konuya katılan tek kişi sizsiniz... İrticai faaliyete getirilen tanımın sonuna baktınız mı? Her türlü şiddet ve propagandif eylem.Tanımın ceza hukukçuları tarafından mı yoksa siyaset bilimcileri tarafından mı ve yada TDK tarafından mı yapıldığı da belli değil. Daha garip olan nasıl her türlü eylem Devletin Anayasal düzenine karşı yapılıyor olabilir...Cumhuriyet öncesinde malum olan irticai eylemler nelerdir...Cumhuriyet sonrasında ki malum olan şeyler nelerdir... Sivas olayları mı, Menemen mi, Şeyh Sait ayaklanması mı...31 mart mı, nisan mı ağustos mu...Sahi ben nerede hodri meydan dedim ki bir de tırnak içine almışsınız...Davetiyemi medeni dille yapmak...Hiç utanmadım desem ayıp etmiş olur muyum...Ne demişim imzamda okudunuz mu acaba... Bakın, ben bir nebze olsun, irticai eylemler olduğunu kabul edebilirim. Başka bir konuda Türkiye de şeriat tehlikesi ne zaman biter diye bir başlık açtım ve orada tartıştım. Türkiye irtica dediğimiz vakıa rücudan başvurudan geriye dönüşten kasıt nedir, hangi geriye devleti götürmek isteyenler var. Yok eğer dine dayalı bir devlet kurmak isteyenler vardır diyorsak, Türkiye de bu kişilerin sayısı 5000 ini geçer mi geçmez mi, bunları düşünmek lazım. Bunlara kim katılır, dahası bu 5000 kişi (eğer varsa) ne suç işlemişlerdir bugüne kadar.. Sivas katliamı değil mi? Halbuki o kadar çok soru varki sivas katliamı ile ilgili...Yanlış anlamayın, size cevap vermiyorum, kafama takılan şeyleri yazıyorum...Aslında kafama takılan birşey de yok... Sanırım sadece saçmalıyorum... Sayın bilimselci, siz benim buraya birşey yazmadığımı varsayın ve cevap vermeyin...Ben de gidip nişanlımla buluşayım...
-
CANIMIZ VÜCUDUMUZUN NERESİNDE BULUNUR
Selamlar, yukarda bir yerlerde konuyu kendi adıma bitirmiştim, daha sonra yam yam bey'in bir iki cümlesiyle konunun uzamasına neden olacak şeyler yazmıştım...Her ne ise, ben kendi adıma konuyu bitirip Bozan abimizin buyruğu doğrultusunda okumadığım ve bilmediğim şeyleri okumaya koyulacağım...Allah nasip ederse...Kendi adıma konuyu kapatmış bulunuyorum zira konunun geri kalan kısmı evrime ve ıztırar haline kaymış gibi görünüyor...Ve dahası Hay hakkında ve de literatür hakkında ne kadar az bilgiye sahip olduğumu şiddetle ve başağrısı ile farkettim...
-
ŞERİAT TEHLİKESİ NE ZAMAN BİTER
Kardeş, o istediğin maksimum değil minimum galiba. Hayırdır, niye sordun... Şeriat'ten şüphen mi var, Her ne ise, Suheda kısaca cevap vermiş...Bu da sana yetmeli... Uzun cevap arıyorsan formu aratman yeterlidir. Çok uzun bir cevabım vardı... Düşündüm, düşündüm, şeriat tehlikesi ne zaman biter diye... Sonunda olmayan şeyin bitmesi de mümkün değildir diyebildim. Dolayısıyla, Türkiye de şeriat tehlikesi bir uydurmadır ve bu uydurmaya insanlar inanmadığında şeriat tehlikesi şıppadanak, pattadanak bitecektir diye bir cevaba ulaştım...Yani ki insanlarımız Türkiye de şeriat tehlikesi yoktur dediğinde bu tehlike bitecektir, bana kalırsa... Pekiyi bu mümkün mü? Zurna garip bir ses mi çıkardı...
-
ŞERİAT TEHLİKESİ NE ZAMAN BİTER
Haftaya pazartesi gününe kadar gözlerden ve gönüllerden ırak olacağım...Cevap yazıp da cevap alamayan arkadaşlar kusura bakmasınlar...
-
TÜRBANINI ÇIKARTANLAR BAŞÖRTÜSÜYLE GİREBİLECEKLER MİDİR GİRMEK İSTEDİKLERİ YERE
Haftaya pazartesi gününe kadar gözlerden ve gönüllerden ırak olacağım...Cevap yazıp da cevap alamayan arkadaşlar kusura bakmasınlar...
-
BANA İKİ RAKI VER, ACİL
Haftaya pazartesi gününe kadar gözlerden ve gönüllerden ırak olacağım...Cevap yazıp da cevap alamayan arkadaşlar kusura bakmasınlar...
-
CANIMIZ VÜCUDUMUZUN NERESİNDE BULUNUR
Haftaya pazartesi gününe kadar gözlerden ve gönüllerden ırak olacağım...Cevap yazıp da cevap alamayan arkadaşlar kusura bakmasınlar...
-
CANIMIZ VÜCUDUMUZUN NERESİNDE BULUNUR
Hıhı, sorabilirdim ama sormak istememiştim...Ama madem hatırlattınız...Ne dedik, sudan çıkarken kuyruğunu atıp, sonra mı attı acaba, yüzgeçlerden bacak oluşturabilen, hatta suyun dışarısında ölüme meydan okuyup, hava almayı başaracak bir sistemi üreten bir evrim teorimiz var madem, bu teoriye göre ölüm ne oluyor. Niye ölüme meydan okumuyoruz. Niye ölmekten kurtulamıyoruz.Nasıl kompleks canlılarız. 20 yaşındaki bir adam neden kalp krizinden ölebiliyor. Evet sorabiliriz. Zira yukarda saydığım evrim neticesinde başarabiliyorsak bunları da başarmamız gerekiyor. Niye bugüne kadar ölmeyen hücreler üretemedik. Kaç milyon yıldır canlılar yaşıyor ve neden en büyük bela olan ölüme hala vücudumuz bu çareyi üretmedi. Eşyanın tabiatında olan diyalektik unsurlardın biri ölüm ise bir diğerinin de canlılık olması gerekir ve kaç bin veya milyon yıldır canlılar yaşıyorsa neden tersine bir şey üretip de ölümü canlılığı bitiren şey olmaktan çıkartamadık. Ben sormak istemiyordum ama siz teşvik ediyorsunuz...Niye evrimin ölüme çare bulmak gibi bir misyonu olmasın. Evrimin yaşayan tek hücreli bir canlı üretmesini kabul ediyorsunuz. evrimin can vermesini kabul ediyorsunuz, evrimin bu tek hücreli canlıdan sayısını bilemeyeceğimiz kadar hücreye sahip, manyak şekilde gelişmiş bir beyin yapısına sahip olan insanı yaratma misyonuna inanıyorsunuz ve böyle bir misyonu olduğunu düşünüyorsunuz da niye ölüme çare bulmasını misyon olarak düşünmüyorsunuz. evrimin suyun dışında hayatta kalmaya yarayan araçlar üretme misyonuna inanıyorsunuz da canlılığı ortadan kaldıran sebepleri engelleme misyonu olduğuna inanmıyorsunuz...Ben evrim teorisine girmek istemediğim için yapmıştım, zira bu teoriyi tartışmayacağım demiştim dolayısıyla beni bu tartışmanın içine siz çekiyorsunuz...İyi ki vazgeçtiniz deyip bırakırsanız daha iyi olurdu ama ardından misyonu var mı yokmu ya getirmeseydiniz.. ve dahası sorumun ve gidişatın abukluğu ancak beni ilgilendirir....Hasılı evrim teorisi veya tersi kimsenin birbirinin doğrusunu kabul etmediği meseleler, bunu tartışmak istemiyordum. Neyse, selamlar...
-
CANIMIZ VÜCUDUMUZUN NERESİNDE BULUNUR
Birincisi bu inanca dair bir meseledir. Canı verenin ve alanın Allah olduğu farkedildiğinde insanların hangi din olursa olsun bir şekilde Allah'a inanacaklarını ümit ediyorum...Dolayısıyla bu başlığın din başlığı altında açılması en doğal şeydir. Yok eğer kastınız bu bilimsel, teknolojik, tıbbi bir konudur ve din başlığı altında açılmasına olanak yoktur diyorsanız, itikadımızca hiçbiri bir birinden ayrılmaz... Gelelim ruh proplematiğine...Buna benzer yaklaşımlar geleceğini tahmin ettiğim için açtığım konunun hiç bir yerinde ruhtan bahsetmedim. Siz yok dersiniz olur biter. Ben canlılıktan bahsettim. Canımızdan, isterseniz baştan itibaren yazdıklarımı bir daha okuyun. Can dediğimiz şey yerini tespit edemesek de var olduğunu bildiğimiz birşeydir. Ruh öyle değildir. Canı ölüm ile sınayabilir, tespit edebilir, farkına varabiliriz. Dolayısıyla bir şeyin canlı olması ölü olmadığına ölü olması da canlı olmadığına delalet eder. Her ölümün, her bir olayın illeti vardır. Canın bedenden ayrılmasının da...Size göre can bedenimizden farklı bir sebeple ayrılır. Ancak, garipsenecek şey evriminin son kertesine gelmiş, her türlü doğa koşuluna çıplak bedeniyle adapte olmuş insan ölümden bir türlü kaçamıyor...ve nihayetinde canımızı ölüme teslim ediyoruz... Yani ölümü, canın bedenden çıkması olarak tarif ediyoruz... Ama görüyorum ki konuyu ben evrim teorisinin bir çıkmazı olarak gördüğüm bir alana çekmeye başladım, ve dahası felsefi bir alana kaydırdığım için dur deme vakti geldi galiba... selamlar ile...
-
DİYANETİN AİLE DANIŞMA BÜRASINDA BOŞANMAYA ÇÖZÜM REÇETESİ... (Bir bardan suya 100 felak, 100 nas oku! ve kocana içir... Allah yardımcınız olsun...)
Konuda tartışacak birşey yok ki tartışılsın. Diyanetin aile danışmanından ailevi sorunlara bilmem ne hanımın köşesindeki gibi cevap vermesini bekliyorsunuz. Lütfen, bu danışma büroları diyanetin. Başka bir yerin değil, yani valiliğin, sabah gazetesinin, hürriyetin veya vatan gazetesinin aile danışma bürosu değil. Dolayısıyla işe dini yönden bakan insanlar da ancak dini bir takım şeyler söyleyebilirler. Nasıl yani; kocanın felah bulması, doğru yola gelmesi için Allah'a dua edin derler ki demişler. Bu duanın bir şekli şemaili yoktur bana kalırsa ama felak ve nas sureleri biz müslümanların belalardan Allah'a sığındığımız için okuduğumuz dualardır. Her ne ise; Eğer hukuki bir yardım istiyorsanız size söylenecek ilk şey kendinize bir avukat tutundur. Bu arada kağıda yazılan bir reçete değildir, bir duanın nasıl yapılacağının pusulasıdır. Dün akşam Miraç kandilinde İmam şöyle bir cümle etti. "Bu geceye has belli bir ibadet şekli yoktur" bu cümleden hareketle ve dolayısıyla bazı gecelere bazı durumlara has ayrı ibadet şekilleri vardır. Mesela dünyevi bir isteği olanların hacet namazı kılarak Allah'tan yardım dilemeleri müstehaptır. Bakın tekrar ediyorum, bunlar inananların moral motivasyonunu artıracak şeylerdir. Ve dahası biz duayı ancak Allah'a ederiz. Ancak bizim dualarımız Peygamber dualarından esinlenerek edilen dualardır aynı zamanda. Dolayısıyla böyle bir dua peygamber efendimizin ettiği bir dua ise mesele yok... Teheccüd namazının da kendine has bir yolu yordamı vardır. Sizin gece namazı olarak gördüğünüz şeyin... O namazdan sonra kişiler felak ve nas surelerini okuyarak Allah'tan yardım dileyebilirler ama bu sizin yapacağınız işin uhrevi boyutudur. Allah'ın size ne zaman ve nasıl yardım edeceğini bilemezsiniz. Dolayısıyla siz seküler dünya şartları ölçüsünde gerekli tedbirleri de almak zorundasınız.. Kocanız sizi dövüyorsa ve artık bu çekilmez bir hal aldıysa şikayet edeceksiniz. Yarı Avukat olmam cihetiyle şikayet yerinin Cumhuriyet Savcılığı olduğunu belirteyim. Ama bunu yaparken en azından boşanmayı göze almak zorundasınız da...Boşanma durumunda daha sefil bir hayata düşecekseniz belayı kabullenmek zorundasınız. Böylesi bir durumda bu kadına siz bir danışman olsanız ne öğütlersiniz... Hal çaresi yok, boşandığında eski evine dönme ihtimali yok, geçimini sağlamaya gücü yetmeyecek ve ser-sefil olacak...Ama koca da hergün içip içip eve geliyor ve kadına etmediği işkenceyi bırakmıyor ve ananızı ağlatıyor. Ne yapacaksınız...Kadına, danışman olarak diyebileceğiniz tek şey dua et olacaktır veya sizler bir işte bulabilirsiniz ama...Sanırım danışman kadına bir iş bulamaza...Her ne ise, bu kadına en azından bir moral motivasyon olarak dua etmesini öğütlerseniz, kadının hayata tutunma ihtimali daha bir yüksek olacaktır. Zira kocasının Allah'ın izniyle düzeleceğine inanacaktır, zira bu kadın kuvvetli muhtemel inanan bir kadındır ki Diyaneti aramıştır... danışmanın el yazısı da amma kötüymüş, hiç beğenmedim ...Ama bazı danışmanların abuk subuk cevapları da yok değil hani...Kadın sizi aramış daha ne dediğinizi anlayacak kapasitede değil, hatta hemen birçok ev kadını gibi telefonda tanımadığı kimselerle konuşurken heyecanlanıyor ve başlıyorsunuz "Ailesi destek olsun, destek olmuyor mu? Doktora gitmeyi teklif ettiniz mi? AMATEM’e götürebilirsiniz. Buraya getir, burada söyleşilerimiz var ya da Sarıyer’e getir. Umre’ye gitmeyi teklif et. O alkollüyken görüntülerini çek, ona seyrettir. Arkadaşlarından rica et, onlar konuşsunlar. Bize bir telefon etsin, biz bir konuşalım, belki doktora gitmeye ikna ederiz" ula dur, dur bir saniye...Yavaş yavaş bir cevap bekle, sanki önünde yazılı bir metin var ve onu okuyor. Mesela arkadaşlarından rica et dediğinde kadının "bizim herifin heç arkadaşı yok ki" demesi lazım ki ondan sonra kadına, bizi arayın deyin... Kesin olarak danışmanların önündeki bir metinden istifade ettiklerini düşünüyorum. Ama daha kötü ihtimal acaba konuşma uydurulmuş olabilir mi? Yok canım, bu kadar da paranoyak ve komplocu olmanın anlamı yok... Komik bulduğunuz dualar var anlaşılan...Siz sanırım hacet namazı diye bir namaz duymamıştınız. İstihare namazı diye de birşey duymadınız. Bazı surelerin şifa niyetine okunduğunu da bilmiyorsunuz. Felak ve Nas surelerinin de ne için okunduğunu bilmiyorsunuz. Felak ve Nas Surelerinde geçen ayetlerin de anlamını bilmiyorsunuz galiba ki, komik bulmuşsunuz...Bunları öğrendikten sonra gülmenize devam edin...Ama bir şeyi unutmayın bu bir inanç meselesidir. Dolayısıyla bizim kıldığımız namazların da, kestiğimiz kurban'ında, tuttuğumuz orucun da komik gelmesini yadırgamıyorum...Zira bunlarında size komik gelmesi gerekir... Size tekrar hatırlatıyorum aile danışma hattının Diyanet'in hattı olduğunu unutmayın. Burayı arayan kişiler hukuki bir yardım için arayamazlar, aramamalılar, burası ancak ve ancak manevi bir yardım teskin edebilir. Hadi biraz da burada çalışanların kapasitesine göre eş-dosttan yardım edinin çağırısında bulunabilirler. Veya kendinize bir avukat bulun diyebilirler, veya kendinize geçiminizi sağlayacak bir iş bulun derler...Ve dahası dua edin derler. Ve dahası çoğu insanın doğal olarak soracağı üzere nasıl ibadet edelim sorusuna bir kitaptan cevap verirlerki bu kitap ihtimalki dua kitaplarından bir kitapdır... Bayağı uzun oldu be...Ne demeye çalıştığımı anlamayacak varsa inşallah anladığım zaman anlatırım...
-
CANIMIZ VÜCUDUMUZUN NERESİNDE BULUNUR
Konu mu dağılmış yoksa başka birşey mi var tam olarak anlayamadım. Cevaplar ile açtığım başlığı incelediğimde bir uyarlık göremedim. Konuyu açan kişi olarak açtığım konunun da bir soru başlığı olması cihetiyle tartışılmasını istediğim için bekliyorum... Uyku uyanıklık meselesi, rüya meselesi bunlar ayrıca tartışılabilecek meseleler. Bizler, düşünen canlılar için dünyada sonsuz sayıda Allah'ı gösteren ayetler olduğuna inanırız, ama konumuzun tartışmaya açık yüzü bu değildir. Bizler, bazılarının iddiasına göre yeryüzünün en kompleks en mükemmel canlılarıyız. Ama gitgide daha erken yaşlarda ölüyoruz. Ama sürekli ölüyoruz. Bu kompleks canlılar acaba neden bu güne kadar ölüme, yaşlanmaya bir çare üretemediler vücut olarak. Zira vücutlarımız bunun önlemini 100'lerce yıl önceden almalıydılar. Ama olmadı ve hala ölüyoruz. Mesele aslında bu da değil. Mesele yaşamla ölüm arasında vücuttan birşeyin ayrılmasıyla beynin, hücrelerin ölümüne bir şeyin neden olması. Vücuttan ayrılan bu şey nekine beyin, vücut ölüyor. ve yine Adli Tıp derslerinden, hatırladığım kadarıyla beyin ölümü 5 dakika da oluyordu. Acaba yanlış mı hatırlıyorum. Düşünsenize öyle harika bir sisteme sahipsiniz, sudan dışarı çıktığınızda balık yüzgecini bir kenara atıyorsunuz, ayak ediniyorsunuz, kıllarınız çıkıyor herşeyi başarıyorsunuz ama kalbinizin durmasını engelleyemiyorsunuz. Doğada olan binlerce farklı nebadattan çeşitli şekillerde haplar falan üretiyoruz ama, ölüme engel olamıyoruz...Ve birgün çözümünü üretemediğimiz ölüme hepimiz teslim olacağız. Ölümü de doğa yarattığına göre doğanın içerisinde diyalektik anlayışımıza göre bir çare olması lazım. Sahi her şeyin iki hali olmak zorunda doğada...Dolayısıyla bir ölüm geliyorsa, aynı ölüye can verebilecek bir sistemin de bulunması lazım. Yani kalp durduktan sonra ona 2, 3 saat sonra birşeyleri zerk ederek tekrar ayağa fırlatmak mümkün olmalı... Fazla mı abarttım, yoksa saçmalıyor muyum...Kafam düzeldiğinde tekrar bir kontrol edeyim...DÜZELTME HAKKIMI SAKLI TUTUYORUM...