Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

dünyahepimizin

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.434
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    4

dünyahepimizin tarafından postalanan herşey

  1. Inamiyorsaniz o kadar yüksek rütbeli askerlerin mechul sekilde öldürmelerinidemi hic sorgulamiyorsunuz acaba? 30 yildan beri terör bitecegi yerde neredeyse yerlesmis bir hale gelmesinin nedenlerinidemi sorgulamayacaksiniz? Bizler hala derindevlete ve yargisiz infazlarada inanmiyoruz. O yüzdende bizleri yönetmeleri cok kolay oluyor.
  2. Iyi okuyalim lütfen. Ikincisi siz Dogu perincek'ten bir tesbit alintilamissiniz, bende sadece Dogu Perincek'in sayisiz tesbitleri vardir ve aslinda sadece bilgi kirliligi yapar dedim. Ama siz onu iyi tanimadiginizi ve hakkinda tam net bir görüs sunamayacaginizi baska bir baslik altinda yazmistiniz, yanilmiyorsam. O yüzden ne olduklari net olmayan kisilerin tesbitleride kedileri gibi bulaniktir derim.
  3. Vallahi onu o kadar bilemem, ama sorgulayanlar iyi bilir, o yüzden bende sorgulayanlara sordum. Ama sizin ima etmeye calistiginiz galiba Türkiye'de iskencenin olmadigi galiba, yoksa yaniliyormuyum? Hukuk devletini ve hukukun üstünlügünü savunuyoruz derken acaba bunu bilerekmi yoksa sadece isimize geldigi icinmi savunuyoruz?
  4. Sn Dogrucudavut, Dogu Perincek yillardan beri ülkemizde bilgi kargasaligi yapmaktadir. O sahsi iyi arastirisaniz cok yakin zamana kadar bugün savundugunun tam tersini söyleyerek o dönemler de de bugünki gibi bilgi kargasaligi yaparak sadece insanlarin kafasini bulandirmistri. Onun görevi zaten dönem dönem kendisine verilenli uygun bir sekilde piyasaya sunmaktir.
  5. Dogu Perincek'in ajan ve provekatör oldugunu dünyada bilmeyen kalmadi, sagir sultan bile biliyor artik. Siz hala görmek istemiyorsaniz sizin bileceginiz is derim. Sordugunuz gibi Ermeni'lerin devlet ajanida olma ihtimali var cünki, ajan icin önemli olan kisilik degerleri degildir ve hatta vatani bile o kadar önemli degildir.
  6. Biz burada ne Erdogan politikasi yapiyoruz ne onu destekliyoruz nede digerleri gibi olaylari Erdogan'a göre endeksliyoruz. Türkiye'de derindevlet, yani kontur gerilla, yani baska ismiyla Susurluk ve su an Ergenekon Erdogan önceside vardi. Ergenekoncularin ve onlarin destekcilerinin Ergenekon'u sanki Erdogan uydurmus gibi bahanelr uydurmasi hicte inandirici degil. Ergenekonun varligini herkes biliyordu, sorulmasi gereken neden yeni tasfiye edilmeye calisiliyor. Diger taraftan mademki hukuk devletini sonuna kadar savunuyorsunuz ve herkes icin gecerlidir diyorsaunuz, o anlamda ülkemizdeki tüm yargisiz infazlarida kiniyorsunuzdur ve bu infazlari yapanlarin bulunup cezalandirilmasini arzu edersiniz diye düsünüyorum. Yoksa yaniliyormuyum?
  7. Türkiye'de hukukun üstünlügü sadece Ergenekon saniklari icinmi gecerli acaba? Binlerce insan sucu mahkemelerce tesbit edilmedigi halde, hatta bazilari mahkeme tarafindan sucsuz bulundugu halde, yargisiz infaz yapilarak öldürülürken kimse onlar icin suclari mahkeme tarafindan tesbit edilene kadar sucsuzdurlar demedi ve halada demiyorlar. Ama simdi kalkip Ergenekon mensuplari konu olunca akillarina hemen insan haklari ve hukukun üstünlügü geliyor. Ben buradan hukuk kuralarinin Ergenekon cetesi mensuplarinada sonuna kadar uygulanmasini istiyorum ve yapilmadigi taktirde elestiriyorum, ama hukukun üstünlügünü burada en son tlep etmesi gerekenlerde Ergenekon tutuklulari ve onlarin destekcileri. Cünki asagidaki haberde cok acikca görüldügü gibi kendileri binlerce defa hukuku ayaklarinin altina almislardir. "Komutanın intiharındaki müthiş sırlar 19 Ocak 2009 ürkiye’de inanılmaz olaylar yaşanıyor. Son olarak JİTEM Diyarbakır Grup Komutanının şüpheli ölümüyle müthiş iddialar ortaya çıktı. İnanılmaz bir tesadüfle komutanın ölümündeki müthiş sırlar ortaya döküldü. Star gazetesi üç gündür JİTEM grup komutanı Kırca’nın PKK’lılara yaptığı infazları tek tek yazdı. Şimdi, Devlet Övünç Madalyalı Abdülkerim Kırca’nın ölümü ile bu itiraflar arasındaki bağlantı konuşuluyor. Açıklanan ilk raporda da Aygan'ın kafasına bitişik atışla ateşlenmiş tek kurşun sıktığı belirlendi. PKK ve JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan’ın ‘JİTEM’in 16 ölüm kuyusunu biliyorum’ diyerek kuyuların adreslerini ve kuyulara atılan kişilerin isimlerini vermesi üzerine yakınları kuyuların açılması için Silopi Savcılığı’na başvuru yapmaya hazırlanıyor. Tuncay Güney de Ergenekon’un öldürdüğü kişileri ‘asit kuyularına attığını’ iddia etmiş ve kuyuların bulunduğu bölgeyi Silopi BOTAŞ tesisleri yakınlarındaki petrol kuyularının çevresi olarak tarif etmişti. KAFALARINA SIKTI Star Gazetesi'ndeki habere göre, Binbaşı Cem Ersever’in Ankara’ya tayin olmasından sonra JİTEM’in başına atanan Abdulkerim Kırca döneminde cinayetlerin arttığını iddia eden Aygan, ''JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı Binbaşı Abdulkerim Kırca’nın üç kişiyi infaz ettiğini gözlerimle gördüm. Bu kişiler Sağlık- Sen Diyarbakır Şubesi’nden Necati Aydın, Mehmet Ay ve Ramazan Keskin’di. Bu kişiler mahkemece serbest bıraktığı için Kırca infaz etti. Sonra Silvan yolunda Kağıtlı Karakolu’nu geçince gündüz gözüyle bunlar dizüstü çöktürüldü. Kırca, yakın mesafeden kafalarına sıktı. Daha sonra bunları toprağa gömdük.'' dedi. İşte Star gazetesinde yer alan o korkunç infazlar: Murat Aslan: 1994 yılında oğlunu kaybeden Diyarbakırlı bir baba şok iddialarda bulundu. Oğlu Murat'ı öldürdüğü iddia edilen ve hakkında savcılığa şikayette bulunduğu JİTEM Diyarbakır Grup Komutanı Abdülkerim Kırca'ya 23 Aralık 2004 günü Cumhurbaşkanı Sezer tarafından 'Devlet Övünç Madalyası' verildiğini söyleyen İzzettin Aslan, oğlu Murat'ın 10 Haziran 1994 günü elektrik faturası yatırmak için evden çıktıktan sonra bir daha dönmediğini anlattı. Görgü tanıklarının "evinizin iki sokak ötesinde beyaz bir otomobile zorla bindirilip götürüldü" dediği oğlunun izini 10 yıl sonra bir televizyon programında bulduklarını belirten baba İzzettin Aslan şöyle konuştu: 11 Mart 2004'te bir televizyon kanalında eski bir PKK itirafçısı anılarını anlatırken ‘Diyarbakır'da Murat Aslan isimli bir genci Binbaşı Abdülkerim Kırca'nın emriyle aldık. JİTEM merkezinde işkenceyle sorgulandı. Silopi'ye bağlı Çukurca köyünün yakınındaki mezarlığın altında bir dere yatağında yakılarak öldürüldü’ dedi. Evde herkes şok içindeydi. Hemen şikáyetçi olduk ancak 4 yılda Kırca'nın ifadesi bile alınamadı. İtirafçının tarif ettiği yere gittim, köylülerle konuştum. Olayı doğrulayanlar cesedin mezarlığın hemen dibine gömüldüğünü söylediler. Silopi Cumhuriyet Savcılığı'na başvurdum. Mezar açılırken başında durdum. Yapılan DNA testinde sonuç yüzde 99.99 oğlum olduğunu söyledi. Necati Aydın: Necati Aydın’ın akrabası Bismil Belediye Başkanı Şükran Aydın, Necat Aydın’ın amcasının oğlu olduğunu söyledi. Şükran Aydın, ‘Daha çocuğu annesinin karnındayken Necati öldürüldü. Amcaoğlumun cesedini çok aradık ama bulamadık. Necati’nin ölümünden iki yıl sonra acıya dayanamayıp Türkiye’yi terkettiler. Şimdi Necati’nin cesedinin bulunması için ben harekete geçeceğim. Ergenekon soruşturmasıyla birlikte yaşanan olayların yarısı ortaya çıktı. Fırat’ın bu tarafında çok cinayet işlendi. Faillerin cezasız kalmaması gerekiyor’ dedi. İdris Yıldırım: Silopi'den alınıp Elazığ timine götürüldü, orada boğularak öldürüldü ve çuvala konuldu. Elazığ-Baskil yolu kenarında bir ufak dere içerisinde yakıldı. Bu olayda Grup Komutanı, Kemal Emlük, ben ve Elazığ timi vardı. Servet Aslan: Siirt'in Eruh ilçesinden olan Servet Aslan'ın babası Diyarbakır'daki Kredi Yurtlar Kurumu'nda bekçiydi. Bu kişi de yine aynı yöntemle alınarak infaz edildi. Edip Aksoy - Sıdık Etyemez: Bunlar infaz edildiler. Öldürüldükten sonra Silopi ile Cizre arasında bir dere yatağında gömüldüler. Ahmet Ceylan: Diyarbakır'da Yenişehir içerisinden alındı. İşkenceyle bilgi alındıktan sonra infaz edildi. Şahabettin Latifeci: JİTEM'e getirildi. Orada Şehmus kod adlı uzman çavuş tarafından boğularak öldürüldü. Bu şahsın cenazesi de çuval içinde Silvan-Diyarbakır yolu üzerindeki bir süt fabrikası veya yoğurt fabrikasının arkasına atılmıştı. Mehmet Salim Dönen: JİTEM'e getirildi. JİTEM'de üzerinden 7 bin Mark çıktı. Bu Marklar tabi Abdulkerim Kırca tarafından alındı. JİTEM'e televizyon alındı. Bu kişi de işkenceyle öldürüldükten sonra cesedi atıldı. İhsan Haran: JİTEM'de sorgulandı ve infaz edildi. Hakkı Kaya: 18 Kasım 1996’da Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi civarında yürüyen Hakkı Kaya JİTEM tarafından alındı. Kaya, Gülüstan adlı bir PKK’lının babasıydı. Muhsin Gül adlı itirafçı Kaya’nın kızının dağda olduğunu ve kendisinin de irtibata girdiğini, yardım yataklık yaptığını söylemişti. Kaya, JİTEM’de sorgulanarak öldürüldü. Cenazesi çuval içerisinde Diyarbakır’dan Silvan’a giderken Karaçalı köyünü geçince sol taraftaki toprak yolun 5 ile 10. km arasındaki Han Köyü’ne doğru gidilirken virajda atıldı ve üzeri toprakla örtüldü. DEP’Lİ Fethi Yıldırım: 1 Ocak 1994 günü Viranşehir Özal Mahallesi Yükseller Tesisleri arkasında bulunan evden alındı. Diyarbakır’da JİTEM’e getirilen Fethi Yıldırım, Saraykapı’da sorgulandıktan sonra kaybedildi. Karaçalı Köyü’nden Hani İlçesi’ne giden toprak yoldan 2-3 kilometre gidince yol hafif tepelik bir yerden geçiyor. Orada yolun sol yanı batı tarafına (yolun 2-3 metre yakınına) gömüldü. 14 YILDIR KEMİKLERİ SIZLIYOR Fethi Yıldırım’ın ağabeyi Süleyman Yıldırım, Aygan’ın açıklamaları üzerine hemen savcılığa başvuracağını kaydetti. Ağabey Yıldırım ‘’Kardeşim kaybolduktan sonra hemen savcılığa gittim. Savcı ‘iki gün sonra haber vereceğim’ dedi, daha sonra kardeşimin gözaltına alınmadığını söyledi. Gece evini basarak resmi kimlikli 4 kişi kardeşimi aldı. 14 yıldır kardeşimin kemikleri sızlıyor. Cesedi nereye atıldı bilmiyoruz. Bu insanlık mıdır? Canımız gitmiş. Hiç olmazsa kemiklerini bulalım. Bu bile bizim için yeterli. İstiyoruz ki mezarına çiçek koyalım’ dedi. Abdülkadir Çelikbilek: Abdulkadir Çelikbilek'i PKK'ye yardım, kaçakçılık yapıyor ve PKK'yı finanse sağlıyor suçlamasıyla Diyarbakır Postanesi civarında ben, Kemal Emlük, Apo kod adlı Uzman Çavuş Abdulkadir Uğur, Şehmuz kod adlı Uzman Çavuş Uğur Yüksel, onu alarak Toros arabaya bindirdik. JİTEM'e götürdük. Buradaki sorgusunda üzerinden hiç para çıkmadı, yoksul bir adamdı, bizde de şüphe olmuştu; ama bir defa almıştık. JİTEM alınca sağ bırakmaz. Şehmuz Uzman Çavuş, onu boğarak öldürdü. Beyaz Station arabasının arka kısmına Çelikbilek'in cesedi atıldı. Abdulkerim Zoğurlu - Zana Zoğurlu: Abdülkerim Kırca zamanında gerçekleştirilen bir diğer operasyon ise Abdulkerim ve Zana Zoğurlu olayı. Bir pastaneye yapılan saldırının ardından misilleme olarak Abdulkerim ve Zana Zoğurlu alındı. İtirafçı Muhsin Gül ve itirafçı Saniye (Alataş) Emlük kullanılarak ikisinin evi öğrenildi. şeyhmus kod adlı Uzman Çavuş Uğur Yüksel, Muhsin Gül ile isimlerini hatırlayamadığım bir iki rütbeli daha vardı. Onları araziye götürüp infaz ettiler. Hasan.....: 'Hasan' isimli Silopili bir şahıs Kortik köyünden olması gerekir. JİTEM'de çalışan ve maddi durumu iyi olan, soyismi 'Acut' ya da 'Acet' olarak bilinen Koçer lakaplı kişi, Hasan adlı kişiyi alarak Silopi Timi'ne götürdü. Ardından da Diyarbakır Timi'ne, sonra da Elazığ Timi'ne götürülen Hasan öldürüldü. Burada da cesedi çuval içine konularak Hazar Gölü'ne atıldı. Memduh Ökmen: 1994 yılında gözaltında kayıp edilen Memduh Ökmen’in ağabeyi Fikri Öktem, 15 yıl sonra bir umut ışığının doğduğunu söyledi. Öktem, ‘16 gün boyunca gözaltında kalmıştı. Mahkemede serbest bırakıldıktan sonra çıkışta tekrar gözaltına alınmıştı. O günden beri kendisinden haber alamıyoruz. Kuyuların açılabileceğini duyduk. İçimize bir ışık doğdu. Nereye başvurmak gerekiyorsa başvuracağız. Ne zaman kardeşimin evine gidip çocuklarını görsem gözlerim doluyor. Onu görmeyen belki hiç hatırlamayan çocukları var dedi." Alinti: -http://www.hurriyet.com.tr/gundem/10808196.asp?gid=229-
  8. Sn Dogrucudavut, siz hala ne demek istedigimi anlamadiysaniz yapacak bir sey yok derim. Perincek isci partisi genel baskani sifatiyla hareket ettigini söylerken aslinda ajanlik ve provekatörlük yapiyorsa ve bu sizin icin de normal ise ne diyeyimki daha. O sahis Amerika ajanimi, MIT ajanimi, PKK ajanimi tam olarak hele bir artaya cikartalim sonra siz o sorunuzu tekrar sorun derim.
  9. Nasil sorgulandigini ve ne cevap verdigini tümüyle kasete aldiklarina göre, Ihtiyaroglu o kaseti sansürsüz yayinlasin, zaten bir örnegi savcilikta var ve sansürlü yayinlandi. Önemli olan aanlatilanlarin dogruluk derecesini arastirmak. Güney kendisine iskence yapildigini söylüyor, herhalde bu ssuclamayi da Ihtiyaroglu yalanlayacak ve Türkiye'de kimsenin polis tarafindan iskenceye ugramadigini söyleyecek. Ama hepimiz bunu adimiz gibi biliyoruzki Türkiye'de polise gidipte iskence görmeden cikani az taniriz. Diger taraftan Ihtiyaroglu Güney'in bahsettigi cuvallar dolusu evraklardan neden bahsetmiyor? ne yapmislar o cuvallari, keske onuda söylese sn Ihtiyaroglu.
  10. Türkiye'nin tek basina bir zaferi olduguna inanmiyorum. Gene kendi kendimizi övmekten geri kalamamisiz. Bu bizim hastaligimizya.
  11. Kimmis vatansever? Isci parti genel baskani Dogu Perincek'mi vatansever? Nasil hala Perincek gibi ajan olarak görev yapan birini vatansever olarak gösterebiliyoruz?
  12. Ülkemizde yillardan beri binlerce insan söyle veya böyle sekilde öldürülürken ve bunlarin ölümleri, kayiplari süpheliyken Levent ersöz gibi bir sahsi ve diger saniklari sucsuzluguna 100% emin gibi onlari savunmak ne anlama geliyor acaba??? Biz gercekten faili mechulleri cözmek istiyormuyuz? konturgerillayi teshir etmek istiyormuyuz? ülkeyi terörden ve cetelerden kurtarmak istiyormuyuz? Atatürkcülük ve vatanseverlik adina antidemokratik uygulamalari savunmuyormuyuz? AKP ile Ergenekoncularin derin devlet olayini laik antilaik, cumhuriyetci seriatci catismasi anlami vermeye calismalari bunlarin aslinda her ikisininde antidemokratik sisteme ve uygulamalari destekledigini gösteriyor. Umarim yargi tavizsiz ve hukuku´n üstünlügüne deger vererek Ergenekon denilen bas belasini aydinlatir ve türm sorumlularin cesasini verir. Ucu nereye kadar giderse gitsin korkmadan, yilmadan devam edilmeli. Eregenekon cözülürse terörü de cözeriz diye inaniyorum.
  13. Mesut Yilmaz'in basbakanligi döneminde cetelerin neden temizlenmedigine dair aciklamasi: "M.Yılmaz ;Genelkurmay ve MİT bize yardımcı olmadı 18 Jan, 2009 12:52:00 Nasname - : Yazı boyutu Mesut Yılmaz, kendi döneminde çetelerin neden temizlenmediğini anlattı: Genelkurmay ve MİT bize yardımcı olmadı, Yargı üzerine düşeni yapmadı Muhammet KAÇAR RİZE - Eski Başbakan ve Bağımsız Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Başbakanlığı döneminde, devlet kurumları içindeki çete olaylarına karışmış unsurların yeterince temizlenemediğini söyledi. Yılmaz, “O günkü kurumların kafa yapısı, o kurumların başında olan kişiler, bize maalesef yeterince yardımcı olmamıştır. Bunun içinde o zaman ki Genelkurmay da var, Genelkurmay Başkanı da var, MİT de var” dedi. Yerel seçim için AKP adaylarına alternatif adaylar blirlemek için seçim bölgesi Rize'ye gelen Mesut Yılmaz, geceyi geçirdiği otelde basın toplantısı yaptı. Yerel seçimde önemli bir görevi yerine getirmek için Rize'ye geldiğini anlatan Yılmaz, “Türkiye geçtiğimiz 1.5 yılda sanal sorunlarla uğraşmıştır. Bugün ağır bir ekonomik kriz var. Başbakan’ın dediği gibi teğet geçmemiştir. Böyle bir dönemde yerel seçimlere gidiyoruz. Benim seçmenlerime borcum var. AKP adaylarına alternatif olacak adaylar tespit etmeye çalışıyorum. Tespit edeceğimiz adayların büyük bir bölümü Anavatan Partisi’nden, bir bölümü de bağımsız olacak” dedi. Mesut Yılmaz, AKP’nin arkasındaki büyük desteğe güvenerek devamlı yanlış yaptığını belirterek, “Diğer partilerde vatandaşa umut verecek alternatif olma gücüne kavuşamıyor. Şimdi ülkede farklı kalıpları bir araya getirecek, sağda ve solda her türlü aşırılıklardan uzak, vatandaşın çoğunluğunu temsil eden, güçlü bir merkez partisine ihtiyaç var” diye konuştu. AKP'nin iktidar avantajı ile vatandaşı bedava kömür, yiyecek gibi seçim rüşvetine bağlamasına rağmen oylarında gerileme olursa, bu eksikliğin fgark edileceğini kaydeden Yılmaz, “Bizim içinde bu işi harekete geçirme zamanı gelmiş demektir. Dolayısıyla bu seçimler bunun bir işareti olacaktır” dedi. -TÜRKİYE BU URLA YAŞAYAMAZ- Mesut Yılmaz, gazetcilerin “Bir raporla Susurluk’u kapattığınız yönünde iddialara ne diyorsunuz’ sorusunu yanıtlarken, “O gün eğer kapanmış olsaydı, bugün Susurluk meselesi yeniden gündeme gelemezdi. Rapor yayınlandığı zaman Türkiye’de bütün kurumların kendi bünyesinde bir özeleştiri yapması gerekirdi. Çete olaylarına karışmış unsurları kurumların kendi içinden ayıklamaları ve temizlemeleri gerekirdi” dedi. Kurumların kendi içlerinde bu temizliği yapmadığını, yargının da bu konuda üzerine düşeni yapmadığını söyleyen Yılmaz, şöyle dedi: “Ama Türkiye’nin uzun süre bu urla birlikte yaşaması mümkün değildi. Şimdi bunun temizlenmesi için konjonktür ortaya çıktı. Avrupa Birliği perspektifi bu konuda önemli bir araç olmuştur. Ama endişem bugünkü iktidarın bu işi iç politika amaçları içerisinde istismar etmesidir. Bu mesele dış politika meselesi gibi Türkiye’nin güvenliğini ilgilendiren bir devlet meselesidir. Her türlü iç politika tartışmalarının üstünde ve dışında tutulması gerekir. İktidarın meseleyi bu titizlik içinde götürdüğünden çok ciddi şüphem var." -GENELKURMAY DA MİT DE YARDIMCI OLMADI- Türkiye’nin gerçek bir hukuk devleti olabilmesi için günün şartlarının uygun olduğunu dile getiren Mesut Yılmaz, “Ancak iktidarın tavrı yüzünden bu fırsat heba edilmektedir” dedi. Kendi dönemlerinde kurumların yardımcı olmadığını söyleyen Mesut Yılmaz, bu görüşünü de şöyle anlattı: “Geçmişe yönelik bize yöneltilen eleştiriler, haksız ve o günkü şartları dikkate almayan eleştirilerdir. O günkü kurumların kafa yapısı, o kurumların başında olan kişiler, bize maalesef yeterince yardımcı olmamıştır. Bunun içinde o zaman ki Genelkurmay da var, Genelkurmay Başkanı da var, MİT de var. Zaman içinde Türkiye’nin geldiği nokta bu meselede kesin çözüme ulaşmak için daha müsait bir noktadır. Bugün netice alınmasındaki en büyük engel ise AKP’nin meseleye iç politika meselesi olarak bakmasıdır ve ayrımcı yaklaşmasıdır. Bizden olanlar, bize karşı olanlar, muhalifleri sindirmek için bunu fırsat olarak değerlendirmeye çalışmasıdır. Bu anlayış ve bu kafayla bu mesele çözülmez.” (dha)" Alinti:-http://www.nasname.com/tr/2746.html-
  14. Internetten yayin yapan Nasname isimli kürt yayininin bir yazari olan Metin Delikan'in Ergenekon ve PKK ile ilgili yazisinda devamli söyledigimiz PKK ve terörün bitmesini istemeyen güclerin oldugu iddaamiz dahada gücleniyor. Biz buradan sözde vatanseverlerin aslinda PKK'nin bitmesini istemedigini ve terörden beslendiklerini söylerken ve hatta Apo'nun bile yakalanmasinin danisikli dögüs oldugunu söylerken kimse inanmak istemiyordu. Buyurun Metin Delikan neler söylüyor hep beraber okuyalim. "Metin Delikan :Karasu “zaten” Karasu. 18 Jan, 2009 05:23:00 Metin - Delikan Yazı boyutu PKK yöneticisi Mustafa Karasu Ergenekon Davası’nı da içine alan epey uzun bir demeç vermiş. Böyle bir açıklamadan başka bir şey de beklemiyordum. Hepsi “zaten” ile başlıyor, “zaten” ile bitiyor. Yani sanki herşeyi kendileri kurgulamış, herşeyin kontrol altında olduğunu demeye getiriyor. Benim de dileğim o. Keşke PKK nin Ergenekon ve diğer istihbaratlarla ilişkisi hakkında bu kadar söylenti olmasa, keşke tipik bir Ortadoğu örgütü olmasaydı, keşke istihbarat ilişkileri yerine politik görüşleri üzerinde tartışabilseydik. Ama herkesin bildiği gibi PKK nin tarihi “komplo, ajan, işbirlikçi, hain, kahraman” kavramları üzerine kurulmuştur. Ve bu yüzden Öcalan “15 bin iç infaz yaptık” diyordu. Öcalan bunu söylerse biz de tabiatiyle örgüte bu yanıyla bakar, sebebini sorgularız. Deriz ki; “Kürdistan’da 3 000 köy boşaltıldı, biz hiç bir köyün boşaltılmasından yana değiliz, ama madem ki boşaltıldı, bunların kaçı Arap veya Türk?” Deriz ki “Polis kayıtlarına göre Avrupa’da işlenmiş 200 PKK cinayeti var. Biz hiç bir insanın ölümünden yana değiliz. Ama madem ki insanlar öldürülmüş, bunların kaçı Türk, Arap veya İranlı?” Deriz ki “Peki, Avrupa’da kaç Kürd PKK korkusuyla sokağa çıkamıyor?” Bu soruların çok tuhaf cevapları çıkacaktır karşınıza. Karasu’nun da buna verecek bir cevabı olmalıdır ama yoktur. Ergenekon’a gelince hemen söyleyeyim... Ergenekon Davası devam ediyor ama nasıl bir süreç izleyeceğni, PKK ye nasıl dokunacağını hala tam olarak bilmiyoruz. Çünkü Ergenekon’un kuruluş amacı “bölücü”; dolayısıyla Kürd sorunu, “irticacı”; dolayısıyla Fetullah Gülen ve Ak Parti üzerine kurgulandığını biliyoruz. Abdullah Öcalan’ın yakın dostu Doğu Perinçek ve büyük abisi Yalçın Küçük de bunların içinde. Bunların neyle suçlandığı, neden tutuklandıklarını henüz bilmiyoruz, ama eğer devlet sırrı olarak üstü örtülmezse ortaya çok ilginç ilişkilerin çıkacağı muhakkak. Karasu bana 27 mayıs darbesinden bu yana devletin çok özel istihbaratçısı Ergenekoncu Perinçek’in PKK yi nasıl yönlendirdiğini ve nasıl balım gülüm olabildiğini açıklamalıdır. Tuncay Güney’in “Doğu Prinçek Ergenekoncuların PKK içindeki uzantısıdır” derken neyi kastediyor? Yalçın Küçük hangi görevle Şam’a gitti? O sırada TC nin Şam Büykelçisi Cenk Duatepe’nin Yalçın Küçük’ün bacanağı olduğunu bilmiyor muydu? Böyle bir “tesadüfü” nasıl açıklar? Yine nasıl olur da PKK içinde yönetici ve yönlendirici olabildiğini hangi gerekçelerle ve neyle açıklar? Yine Tansu Çiller’in suikast timini Mesut Yılmaz’ın deşifre etmesi ve Abdullah Öcalan’ı koruması ve suikast haberini vermesini hangi “zaten” ile açıklayacaktır? Görüldüğü gibi bunları “zatenler” ile açıklamak yetmez. Neredeyse bütün Kürdler’i işbirlikçi olmakla, hatta İsmail Beşikçi’yi Ziya Gökalp’likle suçlayan bir mantığın Yalçın Küçük ve Doğu Prinçek gibi kafatasçı derin devletçilerle bu kadar yakın olması neyle izah edilebilir? Her hafta verdiği Atatürk nutukları neden? Dahası... PKK ile ilişkilerini en fazla merak ettiğim Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, Hurşit Tolon, Şener Eruygur, Veli Küçük, Aytekin Özen gibi Kürdistan kasaplarının dosyaları da kamuoyuna verilmiş değil. Şimdiden şunu söylemek gerekir ki bu dosyaların ve iddianamelerin içinde pek çok “devlet sırrı” var. Bunlar açıklanır mı açıklanmaz mı bilemiyorum. Ama şu kesin... Ergenekon tutuklamaları başlar başlamaz İmralı’dan “Ergenekon’a dokunmayın” diye bir mesaj geldi. Bir sonraki mesajında Ergenekon sanıkları hakkında bazı ip uçları verdi. “Buraya geldiler. Bu işi aramızda çözelim dediler, ben de evet dedim.” Bir sonraki mesajında Bingöl’de katledilen sivil otuz sekiz kişi ile ilgili çok ilginç bilgiler verdi. Ne olmuştu? Meğer 33 asker Malatya’da otobüse bindirilmiş. Ceplerine asker kimliği konulmuş. O saatte oradan geçecekleri bilgisi bizzat Abdullah Öcalan’a bildirilmiş. O katliamdan 7 kurşun yarası almış ama yaşayan askere göre hiç bir koruma verilmemiş. Asker kimliği yerine nüfus kağıdı kullanmalarına dahi izin verilmemiş. Karakoçan-Yolçatı’ya kadar eskort verilmiş. En tehlikeli yerde ise tek tabanca koruma dahi verilmemiş. Dahası; o dönemde askeri tedbir alınmadan bir yerden bir yere askeri sevkiyat yasakmış. Bu bilgiler Taraf gazetesi tarafından detaylarıyla yazıldı. Abdullah Öcalan bunu şöyle açıklıyor. “Bana tehlikeli bir timin falan saatte falan yerden geçeceği bilgisi verildi. Olaydan sonra yalan olduğunu anladım.” Peki bu askeri bilgiyi Öcalan’a veren kim? Size iki isim söyleyeyim: Biri Abdulkadir Aygan’ın sık sık sözünü ettiği Kovancılar Jandarma Komutanı ünlü JİTEM’ci Zahit Engin ve o dönemde Elazığ’da “teknik takip” te görev yapan Ergenekon sanığı, şu anda tutuklu olan ve Üzeyir Garih cinayetinin de tezgâhçısı Mehmet Fikri Karadağ. Görüldüğü gibi bu iş kaplumbağa yürüyüşü ile de olsa açığa çıkıyor. Bu işte bir başka işin de olduğu anlaşılıyor. Hani zatı muhterem “Bu savaşı bitireni bitirirler” demişti ya!.. Ben bunun ip uçlarını şimdiden görüyorum. Bu savaşın devam etmesini, insanların ölmesini, gerginliğin mümkün oldukça daha fazla tırmanmasını, gariban Türk köylerine, Kürd dağlarına “şehit” cenazelerinin gitmesini isteyen karanlık güçler vardı. Şimdi Ergenekon sürecinin diğer yüzüne bakalım... Eğer bir mercedes kamyona çarpmasa Susurluk gibi bir kirli örgütlenmeyi bilebilir miydik? Elbette hayır. Böyle bir kaza kamuoyunda o döneme kadar “olabilir mi?” diye şüphe ile bakılan derin ilşkileri açığa çıkardı. Gördük ki “imkânsız” gibi görünen kirli ilşkiler “mümkün” müş. Karasu’nun ikide bir ağzına doladığı Tuncay Güney olayı da Susurluk’taki kaza gibidir. Bu kasetlerin yapıldığı tarih 2001 dir. Yani Abdullah Öcalan’ın İmralı’ya konulduğundan bir buçuk sene sonra. Yani olay henüz tazedir. Öcalan yakalandıktan sonra Ergenekon’un şimdiki sanıkları çok tuhaf bir şekilde İmralı’ya kaydırılmıştır. Bursa tugay komutanlığına Hurşit Tolon, İmralı cezaevine Levent Ersöz, Öcalan’ın ifadesinin alınmasına da Şam’dan bir tanıdığı olan Hasan Atilla Uğur getirilmiştir. Bu kadarla da kalmıyor. O sırada emekli olan Veli Küçük ve Doğu perinçek de devreye sokuluyor. O dönemde Öcalan’ın avukatı olan Okçuoğlu işin içinden çıkarılıp Perinçek’in has adamı ve Aydınlıkçı Doğan Erbaş paraşütle bu tezgahın içine sokuluyor. 1999’da; yani Öcalan’ın yakalandığı sene Ergenekon belgesi yazılıyor. Tuncay Güney’in ifadelerine göre Veli Küçük’ün Bilecik’teki çiftliğinde Tuncay Güney, Doğu Perinçek, Adnan Akfırat ve Veli Küçük bir araya geliyorlar ve hep beraber yeni bir sürecin teorisini yazıyorlar. “Ergenekon” adındaki bu belge dosyada mevcut. Bu belgenin “Panzehir” başlıklı kısmında Kürdlerin ve Türklerin yeni bir süreçte yer alması gerektiği konusunda yeni “düşünceler” yazılıyor. Nedir bunlar? CHP nin PKK lileştirilmesi ve PKK nin CHP lileştirilmesi. Bu belgeyi dosyadan bulup okuyun, Öcalan’ın Atatürk’ü niye böyle sık sık övdüğünü anlarsınız. Bunu biraz açalım... Aynı belgede PKK nin dağıtılması yerine faydalanılması gerektiği, PKK ve HADEP’in başına bu işi çok iyi bilen Türk subaylarının getirilmesi konusunda anlaşıyorlar. Bunlar benim yazdığım şeyler değil, Ergenekon belgesi böyle diyor. Hatta bu belgede Abdullah Öcalan’ın “henüz emekli olmak istemediği” gibi tuhaf bir not da düşülüyor. Çünkü “emekli olmak” için önce memur olmak gerekir. O yazıyı okuduktan sonra şöyle bir soru sorma hakkım var: Acaba Öcalan kimin memuruydu? Bundan amaç neydi? Öcalan’ın İmralı’ya konmasından sonra Kürd ve Türk insanının savaşın ve kan dökülmesinin bitmesi umudunu sabote etmek. Kürd açılımını engellemek, mümkün olduğunca geciktirmek. Çünkü bu savaştan rant sağlayan pek çok kirli gurupların hortumları kesilebilirdi. Onun için beş yüz gerillayı içeride bırakmışlardı. Çünkü lazım olabilirdi. İşte bu da açıklanmalı. Karasu’nun üzerinde durduğu bir konu da şu: Öcalan teslim olmak istemedi. Öyle bir iddia da yalandır. Karasu’ya şunu söylemek gerekiyor ki Kürd toplumunda balık hafızalılar çoğunluktadır. Bu doğru. Ama Öcalan İmralı’ya konduktan sonra rahmetli Mahmut Baksi’nin “Zaten Serok’la teslim olmayı konuşmuştuk. Bu işi Ankara’da çözmek gerektiğini düşünmüştük” dediğini hatırlar mı Karasu? Ben hatırlıyorum. İstersen bütün bu gelişmelerden ABD’nin rolünü irdeleyelim. Hiç şüphesizdir ki Öcalan’ı Suriye’den çıkaran ve İmralı’ya getirip Türkiye’nin önüne Kürd sorunu gibi zor bir “ev ödevi” koyan ABD’dir. Hani rahmetli Ecevit de “ABD bize Öcalan’ı niye verdi, anlamış değilim” demişti de herkesi şaşırtmıştı. Ben anlıyorum. Şu anda da TC’yi Kürd sorununda adım atmaya zorlayan güç de ABD’dir. Hatırlarsanız Aktütün baskınında 17 asker ve iddialara göre epey bir PKK li hayatını kaybetmiş, her yere cenazeler gitmişti. Bir süre sonra birileri –tabi ki Amerika-, Taraf gazetesine bazı görüntüler servis etmiş, Genelkurmay neye uğradığını şaşırmıştı. Hatta TC tarihinde ilk defa Genelkurmay’ın tahtı ciddi biçimde sarsılmıştı. Neydi bu görüntüler? Bir ay boyunca Aktütün çevresindeki PKK hareketlerini günü gününe Van’daki komuta merkezine ulaştırılmış ama Genelkurmay önleyici bir tedbir almamıştı. Belli ki Aktütün karakolunun basılmasını isteyen yanlız PKK değildi, Genelkurmay’ın da böyle bir baskına ihtiyacı vardı. Şuna gelmek istiyorum... Türkiye’deki bütün yapılanmalardan ABD’nin haberi vardır. Gladio, Ergenekon örgütlenmelerinden ABD’nin haberinin olmaması imkânsız. Hatta soğuk savaş döneminde bütün bunların kurucusu Amerika’dır. TRT Şeş’in de, Ergenekon Davası’nın da Erdoğan ve Bush’un 5 Kasım görüşmesindeki kağıtlarda notları vardır. Bunu bilmek hiç de zor değil. Erdoğan’ın Ergenekon’un üzerine gidecek iradesi yoktu ve bu konularda ABD’den yardım istedi. Bilirsiniz ABD bütün dünyada gözü ve kulağı vardır. Eğer isterse Ergenekon meselesinde elindeki bilgi ve belgeleri Aktütün’de olduğu gibi Taraf’a servis eder ki kimse altından kalkamaz. Yine de kamuoyunun haklı olarak bu davada sonuca gidilemiyeceği konusunda bir şüphesi var. Çünkü Şemdinli ve Susurluk’un hazin sonunu hepimiz biliyoruz. Ama Ergenekon Davası’nı başlatan irade bu işi sonuna kadar götürebilirse Türkiye yüzyıl sonra –çünkü bu ceberrut sistemin kaynağı 1908’dir- demokrasiyi yakalamak yolunda çok önemli bir yere gelmiş demektir. . Daha da önemlisi bu gibi örgütlenmeler Anti-Ameriancı olmakla kendi ayaklarına sıkmışlardır. Bu konuda ben epey iyimserim. Çünkü TC tarihinde ilk defa generallere dokunuluyor, ilk defa söylenmeyen şeyler söyleniyor, ilk defa asker ve bürokratların güvenirliliği konuşuluyor, ilk defa sistem bu kadar ciddi sorgulanıyor ve ilk defa devletin resmi televizyonu Kürd dilinden yayın yapıyor Anlayacağınız; Ergenekon Davası ile Türkiye, ABD ve Avrupa’nın istediği yeni bir sürece götürülmüştür. Bunun içinde PKK nin de hizaya getirilmesi veya tasfiyesi sözkonusudur. Bu değişimlerin arkasında hangi irade olursa olsun, benim için farketmez. Karasu bilmiyorsa söyleyeyim: Bunun adı BOP’tur, yani Amerikan-Avrupa çözümü. İster sevelim, ister sevmeyelim; buna uymak, beraber yürümek durumundayız. Bundan PKK de dahil bölgenin bütün demokrasi isteyen güçlerinin faydası vardır. Suriye’yi Ortadoğu’nun devrimcisi, Saddam’ı dost bilen PKK nin bu sürece ne diyeceğini bilemem ama her halükârda Amerikancı çözüm Suriyeci çözümden elzemdir. Bir şey daha... Bütün herkesin bildiği gibi PKK ve Kürd sorunu hakkında çekmecelerde bekleyen pek çok “devlet sırrı” vardır. Bunlardan biri de geçenlerde Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun değindiği raflardaki Öcalan’ın video kasetleridir, savcılık ve polis ifadeleridir, uçaktaki bir buçuk saatlik çekimleridir. Yine tesadüfen TV lerden izlediğim bir Kürd “İmralı’daki gardiyanlar bir gün anılarını yazarsa ortaya çok ilginç şeylerin çıkacağını bilmeliyiz” demişti. Ben de aynı kanıdayım. Küçük bir ihtimal ama şunu da belirteyim. Yakında bir seçim var. Bu seçim Kürdistan’da AK Parti ile PKK arasında bir boy ölçüşmesi olacağa benziyor. Daha üç ay zaman var. Bir bakarsın gardiyanlar anılarını erken kaleme alır ve Karasu bunları açıklayacak kelime bulamaz. Yani “hizmetinize hazırım” diye başlayan “raflardaki kasetler” in devamı da her an bir yerlere servis edilebilir. Mesela TRT 2’ye. Bu da mümkün. PKK dahil hiç bir Kürd’ün zarar görmesini istemem. Ama eğer ortada insan hayatı varsa, savaşı durduracak her türlü çabayı göstermek boynumun borcudur. Geçenlerde bir kahvede Roj TV açıktı ve Kandil’deki gerillaların görüntüsü vardı. Yanımdaki Kürd mırıldandı: “Görüntüler çok eski. Bunların hepsi öldü.” Bir daha baktım. Hepsi de yirmilerinde gençler. Söylememe gerek var mı? Kürdler her savaşta büyük bedeller ödedi. Şehit görüntülerine bakmak yerine Kürdistan topraklarında bilginin ve insani değerlerin silahlara üstün olacağı günü beklemek benim hakkım değil mi? İşte bunun için on binlerce insanın canına malolan devlet sırlarının da, PKK sırlarının da takipçisi olmak durumundayız. Ergenekon Davası’nı bu yüzden önemsiyorum. Kime dokunursa dokunsun, umurumda değil. Daha önemlisi... Artık örgütleri ve kişileri demokrasiye ve insana feda etmenin zamanıdır. Yıllardır beklentimiz bu. Not: Ben bunları yazarken Levent Ersöz yoğun bakıma kaldırıldı. Önce söndürdüğü ocakları, Şam’a ettiği telefonları anlatsın. Sonra nereye giderse gitsin. Serbest kalsa da olur. 18.01.2009"
  15. "17/01/2009 Kayıp Kenan Bilgin Gölbaşı’nda mı? Fatih Polat 1994 yılında gözaltında kaybedilen Kenan Bilgin’in ailesini telefonla arayan kişi, ‘Onu Gölbaşı’na götürdüler. Durumu çok kötü’ demişti Ergenekon Operasyonu’nun 10’uncu dalgası, ‘gömülü silahlar’la birlikte, kaybedilen insanlarımıza dair de yeni ipuçlarını gündeme getirdi. Özel Harekat Dairesi eski Başkanı İbrahim Şahin’in evinden çıkan krokiden yola çıkarak silahların bulunduğu Gölbaşı, yıllardır Özel Harekat Timlerinin eğitim yeri, karargahı olarak bilinirdi. Ergenekon silahlarının bir kısmının bulunduğu Gölbaşı’nın bir başka özelliği daha vardı. Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne (TDKP) yönelik 12 Eylül 1994 tarihinde düzenlenen operasyonda gözaltına alınan Kenan Bilgin, Gölbaşı’na götürülmüştü. Ondan sonra da bir daha kendisinden haber alınamadı. Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin, sorularımızı yanıtladı. Kenan Bilgin’in gözaltına alındığından nasıl haberiniz oldu? Kenan, 12 Eylül 1994’te gözaltına alındı. Gözaltına alınmasından 6 gün sonra, bizim haberimiz oldu. Bize Ankara’dan, İnsan Hakları Derneği’nden haber geldi. Kimliği belirsiz bir kişinin gözaltına alındığı ve Kenan Bilgin olabileceği söylendi. Biz hemen aile olarak Ankara’ya gittik ve gereken bütün yerlere başvurular yaptık. Nerelere başvurdunuz? Adalet Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Terörle Mücadele’ye. Meclis’te görüşmelerimiz oldu. Birçok milletvekiliyle görüştük. O dönem İnsan Hakları Bakanlığı vardı ve İnsan Hakları Bakanı da Azimet Köylüoğlu’ydu. Kendisiyle görüştük. O bize, “Yerin dibinde bile olsa bulup çıkaracağız. Merak etmeyin” dedi. Üç gün sonra yeniden aradığımızda ise “Benim de yapacak bir şeyim yok” dedi. Bu resmi başvuruların hiçbirinden sonuç alamadık ama Kenan Bilgin’in sivil polislerce gözaltına alındığı ortaya çıkmıştı. Onunla birlikte gözaltına alınan arkadaşlar vardı. Onlar, avukatları aracılığıyla bize haber gönderdiler. Kenan Bilgin’in farklı bir kimlikle gözaltına alındığını söylediler. O arada Ankara’da Avukat Murat Demir gözaltına alınıyor ve Murat Demir ile karşılıklı hücrelerden konuşmuşlar. Kenan, ‘Ben Kenan Bilgin’im. 20 günden beri buradayım ve beni hâlâ kayıt altına almadılar. Beni kaybedecekler’ diyor. Dışarıya bildirilmesini istiyor. Akrabalarının ismini de veriyor Murat Demir’e. Ben çıktıktan sonra Demir ile konuştum İnsan Hakları Derneği’nde. ‘Ondan üç gün sonra ben tekrar Kenan’ı gördüm. Çok kötü durumdaydı. İki kişi koltuğunun altına girmişti, sürükleyerek getirdiler ve hücresine bıraktılar. Kısa bir süre sonra da, beyaz önlüklü biri hücresine girdi ve bir daha sesini duyamadım. Ben ondan sonra sesimi duyurmak için ona bağırdım, ama hiç ses alamadım. Muhtemelen öldürülmüştü’ dedi. Peki bu arada Kenan Bilgin ile ilgili başka bir haber alabildiniz mi? O arada birileri beni evden aradı. Üç dört kez aradı. Kenan Bilgin’in Gölbaşı’na götürüldüğünü söyledi. Bu bilgileri bize vermesinin doğru olmadığını, adını söyleyemeyeceğini belirtti ve Gölbaşı’na zaten kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığını söyledi. Orada Özel Harekat’ın karargahı olduğunu, orayı hem işkencehane, hem de hastane olarak kullandıklarını söyledi. Ağır işkence görenlerin burada tedavi edilip mahkemeye çıkarıldığını söyledi. ‘Kenan’ın durumu nasıl’ diye sordum, ‘Çok kötü’ dedi; ‘hareket edecek durumda değil, yatıyor. Serum takılmış ve her an gidebilir.’ Aynen bu bilgileri bana verdi. Bu kişi Gölbaşı’nda olduğunu belirtti, ancak tam yerini söylemedi. Ondan sonra da hiçbir bilgi alamadık. Peki Ergenekon Operasyonu kapsamında İbrahim Şahin’in gözaltına alınmasının ardından Gölbaşı’nda gömülü silahlar bulundu. Bu haberi duyduğunuzda ne düşündünüz? Neler hissettiniz? Biz Ergenekon’un geçmişteki JİTEM gibi kontgerilla örgütlenmesinin bir unsuru olduğunu çok iyi biliyoruz. Şimdi biz, ‘Oradan sadece silahlar değil cesetler de çıkarılsın’ diyoruz. Belki bize, ‘O zaman Ergenekon yoktu’ diye cevap verebilirler. Ama biz, Ergenekon’un parçası olduğu yapının, o dönem varolduğunu ve bu olayları gerçekleştirdiğini biliyoruz. Kaybedilenlerin cesetlerinin Gölbaşı’nda ya da başka bir yerde gömüldüğünü biliyoruz. Talebimiz, silahlar çıkarıldığı gibi kayıplar da çıkarılsın ve yakınlarına teslim edilsin. En azından bu yapılmalı. Yargı sürecini de biraz anlatır mısınız? Türkiye’deki yargılamadan hiçbir şey çıkmadı. Gözaltına alındığı da kabul edilmedi. Daha sonra biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduk. Oradaki dava lehimize sonuçlandı ve Türkiye, suçlu bulunarak tazminata mahkum edildi. O yıllarda pek çok kayıp söz konusu idi ve düzenli olarak Galatasaray’da kayıp eylemleri yapılıyordu. Siz de katıldınız bu eylemlere. O süreçten de biraz söz eder misiniz? O dönemde kayıp olayları fazlalaşmıştı ve biz kayıp aileleri olarak, İHD İstanbul Şubesi’nde bir araya geldik. Önce 5-6 kişiydik. Defalarca toplandık ve nasıl bir tepki örgütleyebileceğimizi tartıştık. Sonra Galatasaray’da aileler olarak oturma eylemi yapma kararı aldık. Zaman zaman katılımın bin kişiyi aştığı bile görüldü ve bu eylem, Türkiye tarihinde süreklilik açısından en uzun eylem olarak tarihe geçti. İstanbul Emniyet Müdürlüğü oraya o dönemler bir otobüs koydu ve ‘Kayıplarınızı yazın, biz arayalım’ dedi. Kaybedenin kim olduğunu bildiği için kimse polisin girişimine rağbet etmedi tabii. Daha sonra da oradaki oturma eylemimizin yasadışı olduğunu öne sürerek bize defalarca saldırdılar. Yaşlı annelerin, babaların coplanarak yerlerde sürüklendiği günleri yaşadık. En son o eylemin süreci de böyle tamamlandı. -------------------------------------------------------------------------------- Taşanlar, Ankara Emniyet Müdürü’ydü Devletin AİHM’de mahkum olduğu Kenan Bilgin davasında, dönemin Ankara Cumhuriyet Savcısı Selahattin Kemaloğlu, AİHM heyetine verdiği ifadesinde, olayın soruşturulması konusunda Ankara Emniyeti’nden sağlıklı bilgi alamadığını belirterek şöyle dedi: “Başsavcıyla görüştüm. Dedim ki, emniyet müdürü hakimler kanununa tabidir. Bunun hakkında suç duyurusunda bulunalım. Bari hiç olmazsa o soruşturmayı yapan, o ekipte bulunanların isimlerini bildirselerdi. Ben o şahitlerle onları karşılaştıracaktım, yüzleştirecektim. Ben onların ifadelerini alacaktım, onları yüzleştirecektim. Fakat hiç yanıt verilmedi. Başsavcı da çok muhterem bir insandı. ‘Sen yürüt’ dedi. Başsavcı Vekili Mehmet Ali Karaatlı ile konuştum. Dedim ki: ‘Emniyet müdürü hakkında bari suç duyurusunda bulunalım, bu hakimler kanununa tabidir.’ O da olmadı.” Savcı Kemaloğlu’nun, Kenan Bilgin olayında kendilerinden bilgi sakladığını söylediği dönemin Ankara Emniyet Müdürü, Orhan Taşanlar’dı. Orhan Taşanlar, 8 Ocak 1996 günü, Metin Göktepe’nin gözaltına alınıp dövülerek öldürüldüğü dönemin de İstanbul Emniyet Müdürü idi ve toplu gözaltı emrini o vermişti. Ancak, her iki olayda da Taşanlar’ın yargılanması mümkün olamadı. -------------------------------------------------------------------------------- Bir kayıplar ülkesiyiz Türkiye’de İnsan Hakları Derneği kayıtlarına göre 839 kişi kaybedildi. 19 Mayıs 2006 yılında yapılan Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı’nda konuşan, Kayıplara Karşı Uluslararası Komite Türkiye Seksiyonu Temsilcisi Av. Özlem Gümüştaş ise bölge illerinde yürüttükleri çalışmalar sonucunda kayıp sayısının 1228 olduğunu gördüklerini belirtmişti. -------------------------------------------------------------------------------- Gölbaşı’nda ceset de aransın Avukat Kamil Tekin Sürek: Ergenekon soruşturması çerçevesinde Ankara Gölbaşı’nda arazi kazılıp çok sayıda silah, patlayıcı ve mühimmat bulununca, müvekkil İrfan Bilgin, ağabeyi Kenan Bilgin’in cesedinin de Gölbaşı’na gömüldüğü ihbarı nedeniyle olayın yeniden Ergenekon Çetesi kapsamında araştırılması talebi ile savcılığa müracaat etti. Kenan Bilgin, 12 Eylül 1994 tarihinde Ankara Dikmen’de bir otobüs durağında polise benzer sivil kişilerce alınmış ve daha sonra kaybedilmişti. Olayla ilgili olarak uzun süren bir hukuki süreç yaşandı. Bilgin ailesi ve avukatları, bütün hukuki yollara başvurarak Kenan’ın bulunması için çaba sarf ettiler. Kenan Bilgin’i Ankara Terörle Mücadele Şubesi’nde gördüğünü söyleyen biri avukat çok sayıda tanık ortaya çıktı ve birkaç yerde tanıklık yaptılar. Fakat, iç hukuktan bir sonuç alınamadı. Bilgin ailesi AİHM’e başvurdu. AİHM de bütün tanıkları tek tek dinledi. Hükümet de bazı tanıklar göstermişti. Fakat, hükümetin tanıkları da verdikleri ifade ile Kenan Bilgin’in gözaltında kaybedildiğini teyit etti. Hükümetin tanıkları da, Kenan’ın kaybedilmesini inkar etmeye çalışırken pek çok açık verdiler. Ve AİHM, Türkiye’yi yaşam hakkını ihlal ve Kenan Bilgin’in kaybedilmesi olayını ciddi olarak soruşturmamaktan 270 bin Fransız frangı tazminata mahkum etti. Bütün bu olaylar olurken İrfan Bilgin’i telefonla arayan bir kişi, kendisinin polis olduğunu, Kenan Bilgin’in çok ağır işkence gördüğünü ve hayati tehlike ortaya çıkınca Gölbaşı Polis Tesisleri’nde bulunan hastanede iyileştirilmeye çalışıldığını ama ölünce cesedinin Gölbaşı’nda araziye gömüldüğünü söyledi. Bu ihbar üzerine İrfan Bilgin, tekrar avukatları vasıtasıyla olayın araştırılması ve Kenan’ın cesedinin bulunması için Ankara Emniyeti ve Savcılığı’na başvurdu. Fakat, bu iki kurum da olayı incelemedi bile. Gölbaşı’nın özel bir anlamı var. Burası jandarma bölgesidir. Aynı zamanda burada Özel Harekat Dairesi Tesisleri var. Yani İbrahim Şahin, Korkut Eken ve ekibi, burada eğitim aldı, Ayhan Çarkın vb. eğitti. Bugün Ergenekon diye anılan çetenin pek çok elemanı buradan mezun oldu. Gölbaşı’nın her yerinin kazılması ya da dedektörle aranması durumunda silahların yanı sıra çok sayıda ceset de çıkacağından eminiz. Savcı Zekeriya Öz ve diğer savcılar, Kenan Bilgin dosyasını isteyip yeniden incelemelidir!" Alinti: -http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=43833- Neden kimse bugüne kadar güvenlik güclerinden tutukladiginiz adami nasil kayip edersiniz diye sormadi, ama yesilleri savunuyoruz, catlilari savunuyoruz, Ibrahim sahinleri savunuyoruz? Bumu seffahligimiz bizim? Bizler tüm kayiplarin ve faili mechullerin bulunmasi adina Ergenekon denilen derin devletin örgütlenmesinin tüm elemanlarinin ve yaptiklarinin ortaya cikarilmasini istiyoruz. Ergenekoncularin tabiiki bu tip insanlik disi uygulamalari ört bas etmek icin derin devletin devam etmesini iste,eleri ve bunun icinde büyük bir caba harcamalari gayet normal.
  16. Kendisini Yesil olarak tanimlayan birinden herhalde ancak söylemis oldugunuz gibi sokaktaki garibani aldatmak icin söylenen basitce argümanlar olur. Benzeri argümani Nazim Hikmet icinde söylemisti ayni arkadas, neymis efendim Nazim Hikmet Kore savasinda Türk askerlerine teslim olun cagrisi yapmis ve böylece vatan hainiymis. Ama ayni arkadas Türk askerinin Kore'de ne isi vardi soruma hala cavap vermedi. Sormustum, Türk askeri Kore'de bölücü terörüstmü ariyordu veya bizim azili düsmanimiz kapi komsumuzmuydu diye. Ama derlerya duvara atarsin bir camur, ama sadece izi kalir misali. Nazim icin söyleyeyim kötü laflar, belki bazilarini etkileyebilirim misali.
  17. Birakin Türkiye'yi dünyada bile adi sani duyulmus bir yurtseveri burada rencide etmeye calisana kadar yesil isimli terörüst ve mafya cetesinbin yaptiklarini anlatsaniz dahada iyi olur derim. Neden Susurluk ve Ergenekon cete mensuplarina bu kadar sarilmanin anlami daha iyi anlasiliyor simdi. Deniz Gezmis ve arkadaslarindan da cok yakinda özür dileyecegiz toplum olarak bunu hic unutmayalim. Ama yesil denilen ***** ahirete kadar naletlenecek bunuda unutmayalim. Övdügünüz Yesil para versen PKK'nin yaninda bile olup devlete karsi savasir, cünki onun icin önce para ve mafyacilik önemli.
  18. Suclu veya sanik, ben burada hakim falan degilim. Ülkemde derin devlete karsi olmak, faili mechullerin aydinlatilmasini istemek, kardeslikten ve baristan yana olmak ideolojik saplanti ise ben bu saplantiyi seve seve kabul ederim. Siz her sözünüzde isbatlayamadiginiz halde bizi devamli PKK'li ve vatanhaini ilan ederken ve hatta AKP'li bile yapilirken bu normal oluyor ve herhangi bir ideolojik saplantiya göre yapilmamis oluyor, biz cete mensuplari hakkindbiraz dozunu kaciran sözlerde bulundugumuz zaman hemen kainatin sonu geliyor. Ülkem bu derin devletten bayagi cok cekti, o kadar saysizca sucsuz insanlar infaz edildi ona neden bir sey söylemiyoruz. sanki bilmiyoruz binlerce insanlar bu örgüt mensuplari tarafindan yargisiz infaz edildiklerini. O insanlar mahkemeye bile cikma haklari olmadi. Simdi Ergenekoncularda anlasin nasilmis adaletsizlik.
  19. Ne yaparsak yapalin, istedigimizi arastiralim ve yok efendim cok küötüymüs diyelim, fayda etmez, cünki gercek Türkiye gencligi Deniz Gezmis ve arkadaslarini asla unutmayacak ve isimlerinin kirletilmesine asla müsaade etmeyecek. Analar daha bir baska DENIZ dogurmamistir bu dünyada. Deniz olmak öyle kolay degildir.
  20. Düsünen bir gencligimiz yok, cünki 80 cuntasi, yani Atatürkcü Evren, bizlere öyle bir yeni nesil biraktiki, o nesil hic bir zaman düsünmeyecek, sorgulamayacak ve sadece devletine bagli kalacak. Iste bu bize derin devletin 80 öncesi katliamlarla ve kaos ortamiyla cuntanin gelmesini saglayarak yapmis oldugu en iyi bir armagandir derim.
  21. Vallahi nereye kadar uzaniyorsa ortaya cikar umarim. Bu isin solu, sagi, vatanseveri, milliyetcisi olamaz. Derin devleti ehr kesimden sahislari iicnde barindiriyor. Amacta tabiiki su anki Ergenekon olayinda oldugu gibi, insanlarin kafasini karistirmak. Neymis efendim solcu ile sagci nasil ayni örgütün icerisinde olurmus. Olur tabiiki, cünki onlar bulunduklari yerlerde derin devlet icin görevlerini yapiyorlar. PKK bile var bu iisn icerisinde, tabii bu gercek bile bazilarini cileden cikartiyor ve dogal olarak hayal olmasini diliyorlar.
  22. Ülkemizdeki etnik kökenlilerin bazi kültürel haklarinin verilmesini ciddiye almayarak "hangi hakmis" gibi sorular sorarak ne kadar tahammülsüz oldugumuzu belirtiyoruz. Kürt olupta PKK nin yaninda olmayan Kürt vatandaslarimizin varligi kadar Türk olupta Kürt vatandaslarimizin yaninda olabilmekte cok önemli bir durustur. Sn Efendi Türkler siz yabanci bir ülkede yasiyorsunuz, belki hala Türksünüz veyahutta yasadiginiz ülkenin vatandasligina gecmissinizdir, her iki durumda da o ülkede kültürel yasantinizi devam ettirmek ve gelistirmek sitersiniz, yani tv ve radyo yayin hakki, anadil ögrenme ve konusma yasaginin olmamasi, ana dilinizde gazete cikarmaniz ve okumaniz gibi bir cok benzeri kültürel haklar. Siz bunlari kendiniz icin istemiyormusunuz yasadiginiz ülkede? O ülke de bizim Kürt'lere davrandigimizi yillarca bizlerede davransa acaba orada da PKK ya benzer bir TKK piyasaya cikmazmi dersiniz? Siz o kültürel haklarinizi istediginiz zaman bölücümü oluyorsunuz o ülkede? PKK bölücü diye hic bir Kürt vatandasi kültürel hak etmeyecekmi yani? Neden bu cifta standart anlayisimiz var? Söz konusu kendimiz olunca tüm haklarin verilmesi taraftariyiz, ama baskalari bizden benzeri hak talep ettigi zaman onlari hemen bir kasik suda bogmaya calisiyoruz. Bumu bizim iyiniyetliligimiz?
  23. Ne anlatmaya calisiyorsunuz? Gladyo mladyo, Susurluk Ergenekon, Derin devlet faili mechuller, kandavasi güdenler birbirlerini aklayanlar. Sonucta ülkemizde yillardan beri kaosa sürükleyen bir yapilanma var ve bu yapilanmanin icerisinde devletin tüm birimlerinden insanlar var, siysi kanadindan tutun, asker kanadina ve güvenlik güclerine kadar. Bu gücler her dönem siyasi ibreye göre birilerinin saflarinda olmuslardir ve ülkenin demokrasiye gecisini önlemek icin her dönem kaos ortami yaratarak, kasilikli görüsteki insanlari katlederek katliamlarin olusmasinin zeminini hazirlamislardir ve sonunda devamli askeri cuntalarin gelmelerini saglamislardir, en son Ergenekon suclularininda AKP'yi iktidardan almak icin yillarca belirli kaos ortaminin olmasini saglamislardir, mesela danistay ve cumhuriyet gazetesi saldidrisi, Malatya katliami, Trabzon da papazin katledilmesi ve Hrant Dink'in öldürülmesi olaylari. Bana göre bu olaylarin tümü derin devlet yani Ergenekon tarafindan AKP hükümetine karsi yapilan kallesce saldirilardir, amac tabiiki askeri cuntanin getirilmesi. Zaten bu derin devletin ve destekleyicilerinin de en keski AB karsiti olmalari dogaldir, cünki onlar ülkemizin demokrasilesmesini istemiyorlar. EDerin devlet PKK terörünün bile bitmesini istemiyorlar ve belirli zamanlarda baskinlar sonucu öldürülen askerlerin sorumlularida bunlar, cünki PKK ya bu konuda yataklik yapiyorlar, onlari belirli saldirilardan dolayi uyarip kacmalarini sagliyorlar. Ve hatta PKK ya karsi en iyi mücadele eden askerleri bile öldürüyorlar. Türkiye'de zaten bir kaosun olmasi ve terörün bitirilmemesinin baska bir aciklamasida olamaz.
  24. Ergenekon kapsaminda yakalanan Ersöz ile ilgili Evrensel'lin haberi: "16/01/2009 Şırnak Cumhuriyeti suçları aydınlatılsın Şerif Karataş Ersöz tehdit ettikten sonra kaybolan Serdar Tanış’ın ailesi, Ergenekon’a müdahil olmak için başvurdu Ergenekon sanığı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz yakalandı. Ersöz’ün Şırnak’ta görev yaptığı dönemde meydana gelen olaylar ile ilgili yargılanması isteniyor. 25 Ocak 2001’de Şırnak’ın Silopi İlçesi Jandarma Komutanlığı’na çağırılan ve kendisinden bir daha haber alınamayan HADEP ilçe yöneticileri Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in başına gelenlerden Ersöz sorumlu tutuluyordu. Hukukçular, Ersöz’ün komutanlık yaptığı Şırnak’taki karanlık dönemin tümüyle aydınlatılmasını istiyorlar. Silopi savcılığı’na başvurdular Gözaltında kaybedilen Serdar Tanış’ın ailesi, Ergenokon davasına müdahil olmak istemiş, mahkeme heyeti talebi reddetmişti. Aile, Ersöz’ün yakalanmasının ardından dün yeniden Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. Gazetemize konuşan Şırnak Baro Başkanı Nüşirevan Elçi, Levent Ersöz’ün görev yaptığı dönemde insan hak ihlallerinde artış yaşandığına dikkat çekti. Elçi, “Ergenokon’un asıl faaliyet alanı Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yerler. Batı’daki faaliyetleri de Kürt vatandaşlara yönelikti. Olayın asıl mecrasına dönmesi açısından olumlu” dedi. Elçi, yaşanan bu gelişmenin JİTEM kurbanlarının gömüldüğü belirtilen BOTAŞ kuyularının açılmasını sağlaması gerektiğini söyledi. Hasip Kaplan’ın yeğenine‘helikopterden atarım!’ tehditi DTP Şırnak Milletvekilli Hasip Kaplan da, Şırnak’taki birçok olayda Ersöz’ün isminin geçtiğini hatırlattı. Kaplan, “Birçok kanun dışı işler var. İdil’de de insanları tehdit etmişti. Benim yeğenim de tehdit edilenler arasındaydı” dedi. Ersöz’ün yakalanması ile birlikte Ergenokon davasının Fırat’ın öbür yakasında geçeceğini ifade eden Kaplan, “İlk kez Güneydoğu’dan bir müdahale, bir somut talep ile yüzleşilecektir. Umuyoruz ki beyanlarda çıkan Silopi, Cizre, Nusaybin arasındaki BOTAŞ kuyularının kazılması sürecine gireriz. Şırnaklılar bu olayın mağdurudur, müdahilidir, davacısıdır” diye konuştu. Kaplan’ın yeğeni Faik Kaplan’ın tehdit edilmesi olayı ile ilgili iddialar ise şöyle: 2001 yılında Şırnak’ın İdil ilçesinde, 2 kişi Faik Kaplan’ın dükkanına gelerek Levent Ersöz’ün kendisini çağırdığını, gelmemesi halinde zor kullanacaklarını söyler. Kaplan jandarmaya gider. Ersöz, “HADEP’i kurmaya çalışıyorsun. İdil’de seni ve Resul Sadak’ı, Silopi’de SerdarTanış’ı öldüreceğim. Aklınızı başınıza toplayın. Devletinize sadık olun. Biz istediğimiz her şeyi yaparız, istediğimiz adamı istediğimiz yerden götürürüz. Kimse bizden hesap soramaz. Seni helikopterden baş aşağı atarım. Cesedini kimse bulamaz. Buraya gelmeden amcan Hasip Kaplan’a şikayet etmişsin. Kime şikayet edersen et, nereye gidersen git. Ya dediklerimi yaparsın ya da bir hafta içinde İdil’i terk edersin” der. Korku cumhuriyeti Kaybedilen HADEP’li yöneticilerin ailelerinin avukatı Tahir Elçi de, Levent Ersöz’ün Şırnak’a gelişiyle birlikte yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı: “O dönemde bir korku cumhuriyeti inşa edilmişti Şırnak’ta. İnsanlar süresiz bir şekilde gözaltına alınıyor, kaybediliyor, tehdit ediliyor, mallarına el konuluyordu. Tam bir hukuksuzluk ortamı hakimdi Şırnak’ta. En somut örneği, HADEP’li Serdar Tanış ve Ebubekir Deniz’in, ve ailelerinin Levent Ersöz tarafından bizzat ölümle tehdit edilmeleridir. Bu yaşandı. Arkasında ‘Siz bu siyasi faaliyetinize son vermez iseniz, siz HADEP İlçe Teşkilatı’nı Silopi’de kurmaya devam ederseniz, sizi öldürürüm, öldürtürüm’ diye çok açıkça belirtmişti. Hem Serdar Tanış’ı hem de babasını tehdit etmişti. Tehditlerinin de gereğini yaptı. Gün ortasında bu iki insanı bütün insanların gözü önünde güpegündüz alıp kayıp ettirdi. Bununla ilgili biz derhal somut delil ve bilgilerle suç duyurusunda bulunduk, şikayetler yaptık ama ne yazık ki Türkiye’de bir sonuç alamadık. Türkiye yargısı bu konuda ne yazık ki iyi bir sınav vermedi.” Müdahil olacağız Serdar Tanış’ın o dönemin jandarma istihbarat birim amiri olan biri tarafından Silopi Jandarma Komutanlığı’na çağrıldığının belgesi ile tespit edildiğine dikkat çeken Elçi, “Bu bölgede işlenen ve bir kısmı işte Ergenokon’da yargılanan ve aranan Levent Ersöz gibi bu kişiler tarafından işlenen suçlar, ne yazık ki yargı tarafından etkili bir şekilde soruşturulmadı. İşte bu Ergenekon soruşturması ile bizim beklediğimiz, en azından bu suçların da araştırılması ve faillerinin ve delillerinin ortaya çıkarılması. Gerekli işlemleri yapacağız. Kesin müdahil olacağız” dedi. (İstanbul\EVRENSEL) -------------------------------------------------------------------------------- Özel hastanede sahte kimlikle yakalandı Ergenekon soruşturması kapsamında aranan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz yakalandı. Prostat ameliyatı olmak için geldiği Ankara’daki Özel 100. Yıl Hastanesi’nde polislerin yakaladığı Ersöz’ün, Mehmet Orhan Gülcü sahte kimliğini kullandığı öğrenildi. Ersöz’ün üzerinden çeşitli kurumlara ait sahte kimlikler de çıktı. Eski Jandarma İstihbarat Başkanı emekli General Ersöz’ün, aylardır bulunduğu Rusya’dan deniz yoluyla Türkiye’ye geldiği, sağlık sorunları sebebiyle Kırşehir’de görevli Jandarma Astsubay S.G. ve yeğeni Baran Tayral tarafından hastane hastane dolaştırıldığı belirlendi. Ersöz’ün 1 ay 10 gündür Ankara’da olduğu ortaya çıktı. Tuğgeneral Levent Ersöz’ün Ergenekon davasında tutuksuz yargılanabilmek için sağlık raporu almaya çalıştığı, ilk önce Ümitköy’de A Klinik Tıp Merkezi’ne gittiği, buradaki tedavisinin ardından sahte kimlikle Balgat’ta Özel 100. Yıl Hastanesi’ne gelerek prostat tedavisi için gün aldığı ileri sürülüyor. Hastane Başhekimi Op. Dr. Talat Aydın, Ersöz’ün gözaltına alınmasını şöyle anlattı: “Polisler sivil olarak hastaneye geldiler. Daha sonra gözaltı yaptılar. Ersöz’ün yanında iki kişi daha vardı. Üzerinden çok sayıda çeşitli kurumlara ait kimlik çıktı. Mehmet Orhan Gülcü adıyla kayıt yaptırmış. Polis gözaltı yapıldıktan 40 dakika sonra hastaneden götürüldü.” Emekli general Ersöz’e yardım ettikleri öne sürülen astsubay S.G. ile Ersöz’ün yeğeni B.K. da gözaltına alındı. Ersöz, akşam saatlerinde uçakla İstanbul’a getirildi. Tanış: Ailemizi sürekli tehdit ediyordu Yakup Tanış: (HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış’ın ağabeyi): 2000 yılından beri aileyi tehdit ediyordu. Başta kardeşim o dönemin Adalet Bakanlığı’na, İçişleri Bakanlığı’na, Başbakanlığa başvurdu. Adam o zaman burayı Şırnak Cumhuriyeti olarak ilan etmişti. Kendi cumhuriyeti. Çok karanlık, çok güçlü bir isimdi. Şırnak’a ayağını basarsa Serdar’ı öldüreceğini beyan etmişti. Silopi’de 25 Ocak’ta gözaltına alındılar. Biz hemen 26 Ocak’ta başvuruda bulunduk. Gözaltı olduğunu kabul etmiyorlardı. 5 gün boyunca bütün yetkililer sustu. Ünal Çakıcı, Silopi Kaymakamı idi. Çakıcı, avukatların huzurunda “Onların ne işler karıştırdığını biliyorum. Şu an nerede oldukları da umurumda değil” demişti. Halbuki sabıkaları yoktu. Trafik cezaları dahi yoktu. Tek yaptıkları, HADEP’in ilçe teşkilatını açmaktı. OHAL Valiliği’ne de suç duyurusunda bulunduk. Başbakandan Cumhurbaşkanına, Genelkurmay Başkanlığı’na, Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na... AİHM olmak üzere her yere başvuruda bulunduk. Defalarca suç duyurusunda bulunduk. AİHM’de görülen davada Türkiye suçlu bulundu. Davanın devam ettirilmesi yönünde karar verildi. Aynı zamanda Türkiye’yi tazminata mahkum etti. Ergenokon davasında Levent Ersöz’ün ismi geçiyordu. Bizim müdahilliğimiz kabul edilmedi. Ersöz’ün yakalanmasının davanın seyrini değiştireceğine inanıyorum. Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla suç duyurusunda bulunduk. Demirtaş: Silopi mezarlığı’nda 200 faili meçhul DTP Grup Başkan vekili Selahattin Demirtaş, Silopi Belediye mezarlığı’nın kimsesizler bölümünde 200’den fazla infaz edilmiş, kaçırılmış ve kayıp kişinin iskeletinin bulunduğunu belirtti. Demirtaş, başta Zekeriya Öz olmak üzere Ergenekon savcılarını, mezarlıkta kazı yapmaya davet etti. Demirtaş, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, milletvekili seçilmeden önce söz konusu mezarlıkta savcı nezaretinde yapılan bir kazı sırasında tek bir mezardan 4 insan iskeletinin çıktığını söyledi. Güneydoğu’da yaşanan olayların sorumlularından birinin emekli Tuğgeneral Levent Ersöz olduğunu söyleyen Demirtaş, şöyle konuştu: “Levent Ersöz, Şırnak alay komutanlığı yaptığı dönemlerde Silopi HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ile yardımcısı Ebubekir Deniz’in kaybolduğu günlerin askeri yetkilisi ve sorumlusudur. Ailenin avukatı olarak o olaya tanıklık ettim. O dönemde bu 2 genç kaybolduktan bir gün sonra Şırnak Alay Komutanlığı’nda tutulduğunu öğrendik. Cumhuriyet başsavcısına ‘Alay Komutanlığı’na birlikte gidip gençleri oradan almayı’ teklif ettik. Başsavcı ağlayarak cevap verdi ve bunu yapamayacağını, Şırnak’ta resmi yetkisi olsa bile fiili yetkiyi kullanamayacağını, bir alayı denetleyerek o kişilerin orada olup olmadığını araştıramayacağını belirtti. Bu dönemde Ersöz orada alay komutanıydı. Eğer ‘Ergenekon nedir, derin devlet nedir’ öğrenilmek isteniyorsa, bu olaylar araştırılsın. Tuncay Güney’in ifadelerinin olayı magazinleştirmeyi amaçladığı belli. Türkiye’nin hak ettiği demokratik toplum yapısına kavuşması, bu operasyonun bu yönde derinleştirilmesine bağlı. Aksi halde hiç kimsenin içi rahat olmayacaktır. Önümüzdeki yıllarda Ergenekon denilen örgütlenmenin başka kanatları tarafından infazlar yapılabilir. Bu kaygıyı taşımaktayız.”"
  25. Su derin devleti gercekten cözüpte sorumlulari saf disi biraksak görecegiz faili mechuller nasil feili bellilermis ve kimlerin vatansever olugunu da iyi taniyacagiz. Inaniyorumki Ugur Mumcu ve diger degerli yazar ve aydinlarimizinda katilleri bunlarin arasinda. "Ersöz ve kayıp HADEP'liler Haber Tarihi: 16 Ocak 2009Kategori: GündemYorum Sayısı: 0Okunma Sayısı: 3754İşte Tuğgeneral Levent Ersöz'ün 4 kişiden oluşan ekibi ve bu ekiple birlikte karıştığı suçlar... Ersöz Paşa ile refakatindeki Astsubay’ın yolları daha önce Şırnak’ta kesişmişti. Silopi’de 2 HADEP’linin kaybolduğu tarihte Ersöz Şırnak Alay Komutanı, Astsubay Gül ise 'istihbarat astsubayı' olarak görev yapıyordu. Ergenekon davasının firari sanıklarından emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün yakalandığı sırada yanında bulunan astsubay Selim Gül ile 2001 yılında Şırnak'ta birlikte görev yaptıkları ortaya çıktı. O dönem Şırnak İl Jandarma Alay Komutanı Levent Ersöz'ün ekibinde, Selim Gül'ün yanı sıra Şemdinli olaylarının astsubay Ali Kaya ile birlikte olan Jitemci PKK itirafçısı Veysel Ateş'in de bulunduğu tespit edildi. 2001 yılında Ersöz ve ekibi kapatılan HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve ilçe yönetim kurulu üyesi Ebubekir Deniz, 25 Ocak 2001'de Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı'na çağırıldıktan sonra kaybolması olayına karıştı. HADEP’liler ortadan kayboldu Oğlunun kaybolmasından önce Şırnak İl Jandarma Komutanı Levent Ersöz tarafından tehdit edildiklerini iddia eden Serdar Tanış'ın babası Şuayip Tanış, Ersöz ve ekibinde bulunan isimler hakkında şikâyetçi oldu. Silopi Savcılığı tarafından 2001 yılında açılan soruşturma takipsizlikle sonuçlandı. Tanış ve Deniz'in davası 2001 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşındı. Veysel Ateş’le yargılandı AİHM iki HADEP'linin kaybolmasından Levent Ersöz ve ekibini sorumlu tutarak Türkiye'yi 172 bin euro tazminata mahkum etti. Tanış ve Deniz'in aileleri AİHM kararından sonra yeniden şikâyetçi oldu, ancak sonuç alamadı. Tuncay Güney'in açıklamalarıyla gündeme gelen asit kuyularının ve 2001'deki 'Silopi kayıpları'nın sorumlusu olarak Levent Ersöz, Şemdinli davası sanığı Veysel Ateş ve Selim Gül gösteriliyor. Silopi’nin 8 yıllık meçhul kayıpları HADEP Silopi İlçe Başkanı Serdar Tanış ve ilçe yöneticisi Ebubekir Deniz, 25 Ocak 2001'de çağrıldıkları Silopi İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Karakolu'ndan bir daha çıkamadı. Tanış ve Deniz'den o günden bu yana geçen 8 yıldır haber alınamıyor. GAZETECiLERi GiZLiCE KAYDETTi Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'ün adı daha önce gazetecileri gizlice kaydettirdiği iddiasıyla da gündeme gelmişti. Emekli Orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon'un tutuklandığı 6. dalga operasyonda ortaya çıkan iddiaya göre Ersöz'ün gazetelerin Ankara temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri gizlice kaydettiği ve bunları dönemin Jandarma Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'a bildirdiği ortaya çıkmıştı. Patronlar da var Ersöz'ün gizlice kaydettiği gazeteciler arasında Nuray Başaran ve Mustafa Balbay yer aldı. Görüşmelerde Balbay'ın Radikal Gazetesi'nin Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'e ilişkin "Tam Amerikancıdır" dediği iddia edilmişti. Gazetecileri istihbarat kaynağı gibi kullanan Ersöz, bu arada bazı medya patronlarıyla da görüşmüş bu kişileri de gizlice kameraya kaydetmişti."
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.