Zıplanacak içerik

deniz_kizi

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

deniz_kizi tarafından postalanan herşey

  1. İslamcı-faşist sivil darbe tehlikesi TÜRKİYE aylardır bir askeri darbe tehdidi üzerine konuşuyor. Ve bu durum, gerçek bir darbe tehdidinin göz ardı edilmesine, kendini gizlemesine neden oluyor, adım adım amacına doğru ilerlemesine zemin hazırlıyor. Son derece örgütlü bir tehdit ile karşı karşıyayız. Özellikle Emniyet teşkilatı içinde örgütlenmiş bir oluşum telefonları dinliyor, insanların özel yaşamlarını takip ediyor, kendisine destek vermeye gönüllü ya da doğrudan kontrol ettiği medya desteğini arkasına almış durumda toplumu terörize ediyor. Parasal kaynakları belli değil, "dayanışma" görüntüsü altında muazzam bir sermaye gücüyle yandaş topluyor, ekonomiye dal budak sarıyor. Hareketin yurtdışında yaşamakta ısrar eden bir lideri var, kiminle hangi hesap içinde hareket ettiği meçhul. Kimsenin gücü bu örgütün üzerine gitmeye yetmiyor. Gitmeye kalkışanlar, bunu yaptıklarına kısa sürede pişman ediliyorlar. Bir yandan kamuoyu baskısı, diğer yandan "Askeri darbeyi mi destekliyorsun" öcüsü, aydınları bile ses çıkartamaz hale getiriyor. Çok ciddi bir sivil darbe tehdidi ile karşı karşıyayız. Hayallerindeki İslamcı-faşist düzeni kurmak için adım adım ilerliyorlar. İktidardaki parti, onlar için sadece bir araç. O siyasi hareketin zaaflarından, demokrasiyi bir türlü benimsememiş olmasından da yararlanarak giderek güçleniyor, saldırılarını arttırıyorlar.Demokrasiden yana sivil güçlerin bu tablo karşısında uyanık olmaları gerekiyor. "Onlardan yana değilsen, askeri darbeden yanasın" propagandasının kırılması, gerçek yüzlerinin açığa çıkarılması için herkese görev düşüyor. Durum gerçekten vahim ve artık buna karşı seslerimizi yükseltmenin zamanıdır. Hepsinin büyük sıfatları var ama! İSİMLERİNİN önünde yazan sıfatlara bakarsanız hepsi güçlü, kuvvetli insanlar. Birisi Başbakan, diğeri Adalet Bakanı, ötekisi İçişleri Bakanı, başkası Ulaştırma Bakanı. Devlet kademesi içinde de önemli sıfatları olanlar var. İsimlerinin önünde başsavcı, Emniyet Genel Müdürü, müsteşar, genel müdür, bağımsız kurul başkanı gibi sıfatlar var. Ve bunca büyük sıfata rağmen, Anayasa’nın açık hükümlerinin, kanunların çiğnenmesini sadece seyrediyorlar. Birileri Anayasa tarafından güvence altına alınmış haberleşme özgürlüğünü bağıra çağıra çiğniyor, telefonları dinliyor, özel yaşamları takip ediyor. Gününün geldiğini düşündükleri zaman da kaydettikleri bu konuşma ve görüntüleri servis ediyorlar. Emirlerindeki medyada yer bulamadıkları zaman, kendi kurdurdukları internet sitelerini kullanıyorlar. Büyük sıfatlılardan hiçbiri bunlara "Dur arkadaş, burası bir hukuk devleti, Anayasa var, kanunlar var, sen bunu yapamazsın" demiyor, diyemiyor. Suçluları takip edip, cezalandırılmaları için yargıya sevk etmeye güçleri yetmiyor. Yetmediği için de her gün bir yerde, birilerinin özel telefon konuşmaları, görüntüleri yayımlanıyor. Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye bas bas bağırıyorlar ama bir demokraside asla kabul edilemeyecek bir suçun işlenmesine karşı sesleri bile çıkmıyor. Hatta gizliden gizliye bundan hoşlanıyorlar da! Bıyık altından gülüp, insanların terörize edilmesini seyrediyorlar. Tarih, onları böyle hatırlayacak. "İsimlerinin önünde büyük sıfatlar vardı ama en temel insan haklarını korumak için kıllarını bile kıpırdatmadılar" diye anılacaklar. Bu ölümden kimi sorumlu tutmalıyız? MUŞ’ta yeterli kuvöz olmadığı için bir bebeğin ölmesinin ardından Sağlık Bakanlığı, Muş Doğum Hastanesi’ne iki adet kuvöz göndermiş. "İnsanlık için büyük, Sağlık Bakanlığı için büyük bir adım" mı demeliyiz, bilmiyorum. Olay neresinden bakarsanız bakın, bürokratik "adamsendecilik"in tipik bir örneği. Madem, gönderecek kuvöz vardı, gönderebilmek için bir bebeğin ölmesi mi gerekiyordu? Hangi hastanede yılda kaç doğum yapıldığını, bunların kaçında kuvöz gereksinimi olduğunu bilmek için dáhi olmaya gerek yok. İstatistik diye bir disiplin var ve geçmiş yılların rakamlarına bakıp, nereye kaç tane kuvöz gerektiğini bilimsel olarak tahmin edebilmek zor bir şey değil. Belli ki "Allah’a emanet" ideolojisi bu işte de bilimin önüne geçmiş. Bir bebek öldü. Böyle yazınca kuru bir istatistik gibi geliyor insana. Bir de anasına-babasına, akrabalarına sorun, bakalım ne diyecekler? Bunun bir sorumlusunun olması gerekmez mi? Demokrasi, aynı zamanda hesap verme ve beceriksizliklerden hesap sorabilme rejimidir. Ama burada demokrasi filan olmadığı için herkes oturduğu koltuğun keyfini sürmeye devam edecek. Benim bildiğim demokrasilerde, bu tür başarısızlıklardan önce sorumlu tutulması gerekenin, bu işin en başındaki kişi olduğudur. Sağlık Bakanı, bugüne kadar bu tür olaylarda istifa etmek yerine, başkalarını suçlama yolunu seçti. Bu olayda da kuşkunuz olmasın ki aynı tavrı sergileyecek. Acaba bu gece yattığında rahat uyuyabilecek mi? İşte bunu gerçekten merak ediyorum. Mehmet Y. YILMAZ
  2. "Karamsarlığa kapılmak için sebep yok" Başbakan Erdoğan, "Sıkıntılarımız elbette tümüyle ortadan kalkmamıştır, ama gördük ki en olumsuz şartlarda bile ayakta kalmayı, hızımız azalsa bile ilerleme irademizi kaybetmemeyi artık biliyoruz. Olumsuz düşünmek ve karamsarlığa kapılmak için hiçbir sebep yoktur" dedi. Ankara- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, televizyonlardan yayımlanan "Ulusa Sesleniş" konuşmasında, Temmuz ayı içerisinde dış politika açısından yoğun ve önemli bir trafik içinde bulunduklarını ifade etti. Başbakan Erdoğan, Temmuz ayı ulusa sesleniş konuşmasında Nabucco Projesi'ne ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Erdoğan, Türkiye'nin, kıtaların buluştuğu çok önemli bir coğrafi konuma sahip olduğunu ifade ederek, "Türkiye, bir yandan Orta Doğu ve Hazar Havzası olmak üzere dünyanın ispatlanmış doğal gaz rezervlerinin yaklaşık üçte ikisinin bulunduğu bir bölgenin en stratejik noktasında, diğer yandan Avrupa ülkelerinin tamamının doğuya açılan kapısı konumunda bulunmaktadır" dedi. Erdoğan, Nabucco Projesi'nin, Türkiye'yi bölgenin ve dünyanın enerji haritasında bir merkezi üs, bir enerji koridoru haline getirecek olan bir dizi projenin en önemli ayaklarından biri olduğunu vurguladı. Atılan bu adımların, Türkiye'yi doğalgazda Avrupa'nın dördüncü ana arteri konumuna getireceğini kaydeden Erdoğan, Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Enterkonektörü ile başlayan, Nabucco projesinin hayata geçmesiyle devam eden bu sürecin sonunda bu hedefe ulaşmış olacaklarını ifade etti. Bu ilk resmi anlaşmayı bir başlangıç olarak kabul ettiklerini, önümüzdeki süreçte hem ilgili hükümetlerin, hem de projenin bir parçası olan şirketlerin daha pek çok adım atması gerektiğini anlatan Erdoğan, Türkiye olarak bu projenin hem Türkiye'ye, hem de bölgeye getireceği kazanımların farkında olduklarını vurguladı. Nabucco'yu sadece bir enerji projesi olarak değil, farklı devlet ve toplum yapılarını buluşturacak, kaynaştıracak bir barış projesi olarak da gördüklerini ifade eden Erdoğan, ülkelerin ortak menfaatlerinin güçlendireceği bu ticari ittifakın, aynı zamanda birlikte yaşamanın, birlikte gelişmenin, birlikte kazanmanın kapılarını açacağını vurguladı. "Yol medeniyettir, su medeniyettir" Başbakan Erdoğan, Hükümet olarak göreve geldikleri günden bu yana ulaştırmaya büyük önem verdiklerini kaydetti. Geçmişe bakıldığında bütün büyük medeniyetlerin inşa ettikleri yollarla anıldığını, bu yolların adeta o medeniyetlerin sembolü haline geldiğini ifade eden Erdoğan, "Temmuz ayı içinde ulaştırma alanındaki dev projelerimizden biri olan Konya-Ankara Hattı'nın ilk ray kaynağını törenle gerçekleştirdik. Bu sembolik töreni, altyapı çalışmaları tamamlanan bu hattın en kısa zamanda sizlerin hizmetine sunulacağının bir müjdesi olarak da kabul edebilirsiniz. Bu yılın Mart ayında hizmete açtığımız Ankara -Eskişehir Yüksek Hızlı Tren Hattı bunun en güzel örneğidir, bugün bu güzergâhta seyahat eden vatandaşlarımız büyük bir memnuniyetle bu imkânı yaşıyor ve kullanıyorlar. Hep söyledim, yol medeniyettir dedim, su medeniyettir dedim" dedi. Erdoğan, yolların sadece ülkeleri ve şehirleri değil, toplumları da birbirine bağlayan medeniyet köprüleri olmaya devam ettiğini belirterek, "Yıllardır bitirilemeyen bazı önemli projeleri tamamladık, Bolu Tüneli, Karadeniz Sahil Yolu buna örnektir. Marmaray'la iki kıtayı denizin altından birbirine bağladık. Böylece Asya ve Avrupa kıtaları kesintisiz biçimde demiryoluyla birbirine bağlanmış oluyor, inşallah bu büyük projeyi tamamladığımızda adeta yeni bir devir açmış olacağız." Türkiye-Suriye ilişkileri Erdoğan, Suriye ile ilişkilerdeki tarihi iyileşmenin de devam ettiğini ifade ederek, Halep'te gerçekleşen Suriye ziyaretiyle özellikle Orta Doğu'daki gelişmeleri birlikte değerlendirme fırsatı bulduklarını ve iki ülke arasındaki dostluk, komşuluk ilişkileri yeni açılımlar kazandığını ve daha da güçlendiğini söyledi. Suriye Devlet Başkanı Sayın Beşar Esat ile Halep'te yaptıkları görüşmede, hem iki ülke arasındaki ilişkileri hem de bölge ve dünya meselelerini detaylarıyla görüşme imkanı bulduklarını belirten Erdoğan, konuşmasında şunlara yer verdi: "Memnuniyetle ifade edeyim ki, Türkiye ile Suriye arasında bütün bu meselelere bakışta önemli bir paralellik ve uyum yaşanmaktadır. İki ülke arasındaki bu güzel yakınlaşmanın bölgemizde ve dünyada, komşular arası ilişkilere örnek teşkil edecek bir seviyeye yükselmesinden büyük mutluluk duyuyorum. Ortak bir geçmişe ve akrabalık ilişkilerine sahip iki ülkenin böyle sıcak ve dinamik ilişkiler içinde olması, sadece bu iki ülke için değil, yıllar yılı çatışmalarla sarsılan bölgemiz için de çok değerli bir tecrübedir. Suriye ile bu yakınlaşmanın daha da gelişmesi, iki ülke arasındaki işbirliği imkanlarının zenginleştirilmesi, iki kardeş halk arasındaki bağların daha da güçlenmesi için gerekli her adımı kararlılıkla atmayı bundan sonra da sürdüreceğiz. Suriye'ye bir dost ve komşu ülke olarak değer veriyoruz ve bu hissiyatımızın aynı samimiyetle Suriye tarafında da yaşatıldığından asla şüphe etmiyoruz." G-8 Zirvesi'ne katılmak üzere, 8 Temmuz'da gittiği İtalya'da çok önemli etkinliklere katıldığını ve çok yararlı temaslarda bulunduğunu ifade eden Erdoğan, bütün bu temasların, başta Türkiye'nin AB üyeliği süreci olmak üzere, gündemde yer alan her konuda, kayda değer sonuçlar üreteceği konusunda ümitli olduklarını vurguladı. Başbakan Erdoğan, "Bu vesileyle, AB müzakere sürecinde, zorluklara rağmen ilerlemenin devam ettiği ve vergilendirme başlığının da müzakereye açıldığı bilgisini sizlere vermek istiyorum. Bu sürecin bazı zorlukları beraberinde getireceğini zaten öngörmüştük, şimdi bu bilinçle ve eksilmeyen bir samimiyetle, gayretle çalışmalarımızı sürdürüyoruz. İnanıyorum ki, her geçen gün, AB ülkeleri nezdinde, bu gayretlerimiz daha iyi anlaşılacak ve yolumuz kısalmaya başlayacaktır. Dünyada yaşanan son gelişmelerle birlikte, Türkiye'nin AB üyeliğinin sadece Türkiye için değil, AB için de ne kadar değerli olduğu daha da açık biçimde ortaya çıkmıştır. Bunun Avrupa kamuoyu tarafından da zaman içinde daha iyi fark edileceğine inanıyoruz" dedi. "Karamsarlığa kapılmak için sebep yok" Türkiye'nin büyük bir ülke olduğunu, bu büyüklüğünün gerektirdiği her adımı da içeride dışarıda atmaya devam edeceğini ifade eden Erdoğan, "Olumsuz düşünmek ve karamsarlığa kapılmak için hiçbir sebep yoktur, Türkiye hedeflerine doğru ilerlemeye devam ediyor. Türkiye'nin, şu güzel yaz günleriyle birlikte yakaladığı iyimser çizgiyi devam ettireceğine ve her geçen gün global krizin etkilerinden adım adım uzaklaşacağına samimiyetle inanıyoruz. Sıkıntılarımız elbette tümüyle ortadan kalkmamıştır, ama gördük ki en olumsuz şartlarda bile ayakta kalmayı, hızımız azalsa bile ilerleme irademizi kaybetmemeyi artık biliyoruz. Bu ülkenin huzur ve istikrarını asla bozdurmayacağız. Bu ülkede millet iradesinin, demokrasinin, hukukun ve insan onurunun tartışma konusu yapılmasına asla fırsat vermeyeceğiz. Türkiye'yi hepimizin gurur duyacağı, dünyanın örnek alacağı bir ülke haline getirmek için bütün gücümüz ve enerjimizle çalışmaya devam edeceğiz. Hiçbir güçlükten yılmayacağız, hiçbir engele takılıp kalmayacağız. Mazeret, bahane, problem değil; iş, hizmet ve proje üreteceğiz. Milletimizi asla hayal kırıklığına uğratmayacak, umudu daima canlı tutacağız. Hepimiz ülkemizi seviyor, bu ülkenin büyük hedeflerine ulaşacağı o mutlu ve müreffeh yarınlara inanıyoruz." 30 Temmuz 2009 -------------------------------------------------------------------------------- Nasıl yok...A Ke Pe lilerin o koltuklarda oturduğunu, Erdoğan ve Gül ün o makamlarda haaalaaaa oturduğunu bilip de karamsarlığa kapılmamak mümkün mü? Uçuruma sürükleniyoruz bunun neresi iyimser? Madem kötümserliğe kapılmamak gerekiyor neden koruma ordusu ile dolaşıyorsunuz? Neden en ufak yaklaşmada korumalar yaklanaşanı yaka paça uzaklaştırıyor? Bu kadar mı korkuyorsunuz bu halktan? O zaman o koltukta işiniz ne? Karamsarlık nedenlerimiz RTE, Gül ve avanesi, yandaş takımı daha ne olsun...
  3. Gerçeği görebilen, okuyan araştırabilen insanlar için bu elbette doğru...
  4. Yürekli bir savcı aranıyor FETHULLAHÇILARIN Zaman Gazetesi’nde dün şöyle bir başlık vardı: "Ses kayıtları internete düşen tümamiral, millete hakaret ediyor." Başlığın altındaki haberde, Deniz Kuvvetleri’nde görevli bir filo komutanı olan tümamiralin ağabeyiyle yaptığı bir telefon konuşmasının kaydı var. Tamamen kişisel ve özel bir görüşme bu. Belli ki, Genelkurmay Başkanı’nın deyişiyle "Silahlı Kuvvetler’e karşı asimetrik psikolojik harekát yürüten" malum çevrenin telekulaklarının kaydettiği bir görüşme bu. Konuşma kaydında tümamiralin, kardeşine İstanbul’da yaşamanın zorluklarından söz ettiği görülüyor. Komutan, konuşmanın bir yerinde emekli olduğunda çalışmak zorunda olduğundan, ama işe metroyla gidip gelmenin de iyi olacağından söz ediyor. ****** İstanbul’daki bazı insanların görgüsüzlükleri, medeniyetten uzak olmaları üzerine herkesin, her yerde, kendi arasında konuşacağı türden sözler. Ve bu konuşma, gizlice kaydediliyor, içeriğinden kopartılıp bir üst düzey komutanın kamuoyu önünde infaz edilmesi için kullanılıyor. Zaman Gazetesi’nin, her hafta medyaya ahlak dersi veren Genel Yayın Müdürü’ne sormak isterim: Ey Ekrem Dumanlı, senin özel konuşmalarını kaydedip, yayınlasalar ne hissedersin? Sadece iki kişinin arasında telefon gibi son derece özel bir haberleşme yoluyla gerçekleşen bir telefon konuşmasından, toplu hakaret çıkarmak da neyin nesi? Açık ve ağır bir faşist saldırı ile karşı karşıyayız. Haberleşmenin gizliliği ayaklar altında. Kişilik haklarımız, karanlık örtüler arkasında sanatlarını icra edenlerin keyiflerine kalmış durumda. Bir çete, son derece örgütlü ve planlı olarak saldırıya geçmiş bulunuyor. Merak ediyorum: Bu ülkede, bu faşist çeteden korkmayan bir tek savcı yok mu? Kişilik haklarımızı devletin organları korumayacaksa, kim koruyacak? Herkesin kendi hakkını kendisinin savunacağı bir döneme mi girdik? Memleketin aydınlarına ne oldu? TÜRKİYE tarihinin hiçbir döneminde aydınların böylesine suskun kaldığı bir dönem yaşamamıştı. Askeri darbeler döneminde de böyle bir suskunluk yoktu, yazarların, düşünürlerin hapislerde süründürüldüğü "cici demokrasi" günlerinde de! Cezaevlerinde ayda neredeyse iki kişi kötü yaşam koşulları ve yetersiz tıbbi hizmet nedeniyle ölüyor. Sorgulamalarda, belki Filistin askısı kalmadı ama işkencenin kılık değiştirmiş şekilleri sürüyor. Gözaltı müessesesi, amacından çıkmış, bir cezalandırma biçimi olarak kullanılıyor. Haberleşmenin gizliliği diye bir şey kalmadı. Devlet içinde yuvalanmış bir çete telefonları dinliyor, insanları izleyip fotoğraflıyor ve kendilerine göre "günü geldiğinde" kullanmak üzere arşivleyip, servis ediyor. Öyle bir hava estiriliyor ki genel rüzgára ters sözler söylemeye korkuluyor, söylemeye yeltenenler sindiriliyor. Ve aydınlar, öylece oturup seyretmekle yetiniyorlar. Sıranın kendilerine gelmesini bekliyor olsalar gerek! Sahibi yoksa benimdir TÜRKİYE’ye ekonomik krizin ilk etkilerinin ortaya çıktığı Ekim 2008 ile Mayıs 2009 arasında 18.3 milyar dolarlık döviz girdiğini Cumhuriyet’te Mustafa Sönmez’in yazısından öğrendim. Değerli hocam Prof. Dr. Korkut Boratav’ın www.sol.org.tr’deki konuyla ilgili yazısından da bu sayede haberdar oldum. Korkut Hoca, Nisan 2009’da 14.9 milyar dolarlık kayıt dışı sermaye girişinin gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Ortada tuhaf bir durum var ve bu para girişinin nereden kaynaklandığını açıklamak durumunda olan Merkez Bankası tam siper olmuş, seyrediyor. Türkiye, karapara aklanan bir muz cumhuriyeti mi oldu? Bu para, hangi hesabın sonucunda Türkiye’ye geldi? İçinde ihalelerden alınmış komisyonların payı var mı? Bu para neyin nesi?
  5. İslam Devletlerinin durumuna bir bakalım Türkiye Cumhuriyetiyle karşılaştıralım bir de... Evet farkı siz de görmüşsünüzdür... Pardonnn, devletin resmi dini İslamdır bu yasaldır, nerde yazıyor bu? Dipnot ben görmedim ya sen
  6. deniz_kizi şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Metalci selamıyla demokrasi güldürüsü HASTANE, muayene, karakol, kelepçe, savcılık, sorgu, sual, tekmili birden 25 saat. Sebep? Birkaç genç Tayyip Erdoğan’a metalci selamı veriyor, ama yoldan geçenin Tayyip Erdoğan olduğunu bile bilmeden. Beşiktaş’ta konser var. Bir gurup genç parkta kendi başlarına müziğe eşlik ediyor, bira içiyor. Önlerinden bir sürü araba geçiyor, onlar geçen arabalara, müzik temposunda metalci selamı veriyor. Geçenlerden biri de, Başbakan Erdoğan. Gençler ona da aynı selamı çakıyor. Ne, aman vermez yiğidime, aslanım koçuma metalci selamı mı? Balkanların ve Orta Doğunun aslanlar aslanına, tarihimizin kaydettiği en erişilmez Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a metalci selamı mı? NE DEMOKRASİ AMA Gençler selamın cezasını anında çekiyor. Ne olduğunu anlamaya fırsat kalmadan, polisler etraflarını sarıyor. Birinci perde iniyor. Birinci perdeden fazilet dersleri var. Sen kim oluyorsun da, koca Başbakana metalci selamı veriyorsun? Yürü karakola. Dalga mı geçiyorsun ulan sen koca Başbakanla? Şu selam, bu işaret, dünyanın hangi demokratik ülkesinde bir başbakana metalci selamı verenler içeriye atılıyor? Sorgu, suale muhatap oluyor? Biz ne biçim bir ülkede yaşıyoruz? Bizi kimler yönetiyor? Demokratik ülkelerde bu hareketlerle karşılaşan yöneticiler gülüp geçiyor, bizimkiler neden bu kadar sinirli ve hazımsız? Ve hangi hakla? KARAKOL BAŞKA ALEM Gençler karakola götürülüyor. İkinci perde başlıyor. Ellerine kelepçe takılıyor, gece saat 02’de sorguya alınıyor. Sorular müthiş. * “Sen kime oy verdin?” Kime verdiyse, verdi, sana ne? Komünistlere verdi, faşistlere verdi, şeriatçılara verdi, hiç vermedi, sana ne? Olayla bağlantısı ne? Soru soran zehir hafiye ya, kime oy verdiğinden hareketle gizli örgüt üyeliğini enseleyecek. Yutar mıyız ulan biz numaraları? * “Cumhuriyet mitinglerine katıldın mı?” Katıldı sana ne, katılmadı sana ne? Her mitinge katıldı, sana ne? Hiç birine katılmadı, sana ne? Öyle değil, zehir hafiye iş başında, hah, işte bir Ergenekon üyesi daha enseliyoruz. Kaçar mı ulan bunlar bizden? YENİ ŞAFAK SORUSU Muayene ve savcılık. Üçüncü perde. Muayeneye giderken, polisler muayene parası istiyor, gençler “paramız yok” deyince, polis fırçasını atıyor: “Bira içmeye paranız var ama”. İşte, o kadar. Savcı ilk anda sanki daha hoşgörülü: “Başbakanı protesto etme hakkınız var, ama orta parmak gösteremezsiniz”. Gösterirler sayın savcı, bal gibi gösterirler. Orta parmak mitolojide barış işareti. Olmasa bile, ne gam. O gençler orta parmak göstererek, çimenlerimi mi eziyor, camları mı kırıyor, arabaları mı taşlıyor, birilerine sopa mı atıyor, suçları ne onların? Tayyip Erdoğan ilgisini eksik etmiyor, bir gün sonra, “o gençlere acıyorum” diyebiliyor. Olayı izlediğine göre, polislere gençleri karakola çekmeleri için talimat belli ki, büyük yerden geliyor. Bir Başbakan nelerle uğraşıyor? Hele de, yüzümüze baka baka demokrasi nutukları atarak. Bu olay hiç sıradan değil. Erdoğan’ın demokrasi anlayışının, ülkeyi nasıl yönetmek istediğinin küçük bir provası. Aynı mantık, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’e yönelik soruda kendini gösteriyor. Gürsel Tekin bu gençlerle basın toplantısı yaparken, metalci selamı veriyor, AKP’nin can yoldaşlarından Yeni Şafak muhabiri Tekin’e soruyor: “Bu işaretten dolayı gözaltına alınmaktan korkmuyor musunuz?” Yaşadığımız siyasal sistemi, AKP iktidarının özünü sergileyen bir soru. Amma demokrat ülke olduk be!. Liboşların kulakları çınlasın. 29.07.2009 Yalçın Doğan
  7. deniz_kizi şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    İkoncan Daha da gelmem Davos’a... Maaile giderim Rixos’a. * Hamdolsun, all inclusive. * 7 yıldız. 1.100 metrekare villa. Geceliği 7.600 Euro’cuk. * Kim bu? * Kimsesizlerin kimi! * Yiğit muhtaç olmuş güneş kremine, bilmem sürsem mi, sürmesem mi yani... * Zaten ne demiş Yunus? Söz ola kestire başı... Balili kızlar yapsın Thai masajı. * Şaka bir yana... Tatil iyidir. İnsanın sinirlerini yumuşatır. Başbakanımız bundan böyle, "İftar çadırları açık büfe olsun" diyebilir mesela... Teravihten sonra da sahura kadar snack bar... (Snack bar’ı ulemaya sormakta fayda var...) Veya, alır valileri karşısına, "Bineceksin zodyaka, gideceksin fakir fukaranın halk plajına, şambreli sen dağıtacaksın, bunu yaptığın gün bu Türkiye yüzer, yüzer" diyebilir. Ya da ne bileyim, "Demokrasi kanodur, hedefine varana kadar biner, varınca inersin" diyebilir... "Durmak yok, küreklere asılmaya devam" bi nevi... Malum, kitap defter fırlatıyor, kafa yarıyor... Bakarsın, Yeni Camii’nin önündeki güvercinlere serper gibi hediye fırlattığı çocuklara palet, deniz yatağı filan dağıtır bagajdan... Ya da, "yandık" diye ağlayanlara, "Sahiller otel dolu, ananı da al git, serinle" diye akıl verebilir. Güneş kamaştırıyor, gözleri var görmezler; güneş gözlüğü verebilir... * "Antalya’ya gelip şezlonga uzanmak varken, Anıtkabir’e gidip sap gibi durmanın manasını anlamıyorum" diyebilir.* Ve, bunca iyi niyetine rağmen, hálá diklenen olursa da, "Animatörlük yapma lan" dese yeridir. * Çünkü, bulmuş böyle balık hafızalı milleti, 7 değil, 17 yıldızlıya gitse yeridir. Yılmaz Özdil
  8. Başka çareleri kalmadı ki zaten, ki yavaş yavaş, sindire sindire de uyguluyorlar. Dipnot
  9. YÖK'e yargı yolu göründü YÖK'ün katsayı uygulamasını kaldırma kararına yönelik tepkilerin ardından Eğitim-İş Sendikası konuyu yargıya taşıma kararı aldı. Sendika, söz konusu yönetmelik değişikliğinin yayınlanmasının ardından Danıştay'a başvuracak. Ankara- YÖK'ün son toplantısında; üniversiteye girişte gelecek yıldan itibaren uygulanmaya başlanacak yeni sistemde, tüm adaylar için aynı katsayı uygulamasına geçilmesine ilişkin kararı yargı yoluna gidiyor. Eğitim-İş Genel Başkanı Yüksel Adıbelli, söz konusu karar nedeniyle genel liselerin yanı sıra Anadolu Öğretmen Liseleri'nin büyük puan kaybına uğrayacağını söyledi. Katsayı uygulamasının kaldırılması sonrasında Anadolu Öğretmen Liselerinden çıkan öğrencilerin öğretmenlik bölümlerini seçmelerine karşın 9 ila 17 puan arasında kayba uğrayacağını ifade eden Adıbelli, "Katsayı uygulamasının kaldırılması genel liseleri bitirecek nitelikte. Ayrıca Anadolu Öğretmen Liseleri de büyük zarar görecek. Bu uygulama herkesin İmam Hatip Liselerine yönlendirilmesinde aracılık edecek bir karar oldu" dedi. Sendika hukuk bürosunun konuyla ilgili çalışmalara başladığını ve yönetmelik değişikliğinin yürürlülüğe girmesinin ardından 60 gün içerisinde Danıştay'a başvuracaklarını belirten Adıbelli, uygulamanın öğrencilere zarar vermesinin önüne geçmeyi amaçladıklarını söyledi. Adıbelli, davanın sendika adına ya da bir veli adına açılmasını planladıklarını açıkladı. 29 Temmuz 2009 Cumhuriyet
  10. AKP'nin İşi Zor... AKP iktidarının işi zor... Bugün ülkedeki ve dışardaki tüm ağırlıklarını kullanarak yarın Türkiye’yi “dikensiz bir gül bahçesine” çevirmeyi planlayan iktidar partisi, bu hedefe ulaşmak için seferberlik ilan etmiş gibidir. Ancak bu tasarımı gerçekleştirmesi kolay gibi görünmüyor. Nedenini kısaca özetlemek gerekirse, diyebiliriz ki AKP’nin kusuru bu işi gerçekleştirmek için geç kalmasından kaynaklanıyor. AKP artık yükselen bir parti değildir. İnişe geçmiştir. Koşulları ne kadar zorlarsa zorlasın, AKP ile Fethullah Gülen ittifakı, daha doğru deyişle koalisyonu, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir dinci devlet kimliğine dönüştürmek yolunda başarı olanaklarını yitirmiş gibidirler. Ama bu yolda yürümeyi artık alınyazıları saymaktadırlar. * AKP’nin son hedefleri TSK ve yargıya dönük çabalarında vurgulanıyor. Bu alandaki göstergeler çok çarpıcıdır. Anımsayalım, bir gazetede yayımlanan sözüm ona “belge”de ne yazıyordu? Genelkurmay’da bir kurmay albay AKP’yi ve Fethullah Gülen’i yıkmak için gerekli hazırlığı ciheti askeriye içinde yürütüyordu. AKP medyası ve üst kadroları da bu “belge”ye dört elle sarıldılar, ortalığı birbirine kattılar, Başbakan da söz aldı, “belge” TSK’ye saldırı için kullanıldı. Bugün durum nedir? Belge neden unutuldu? Aslı astarı olmayan “bir kâğıt parçası” Türkiye’yi nasıl velveleye verebilmişti? * İktidarın yargı erkine dönük savaşımı ise bugün gündemdedir. Bir demokraside yargı gücünün bağımsız olması temel koşullardan biridir. Oysa son günlerde iktidarın yargıya davranışı ortadadır. Adalet Bakanı’nın, özellikle Başbakan’ın hiçbir tereddüde yer bırakmayacak açıklamalarıyla tutum ve davranışları, AKP iktidarında yargı bağımsızlığına düşmanlığın açık seçik göstergeleridir. * Sonuçta AKP iktidarı Fethullah Gülen ittifakıy la birlikte ortak amaçlarını gerçekleştirmek yolunda elinden gelen her şeyi yapmakta, koalisyonun medyası da bu yolda kullanılmaktadır. Muhalefetle tüm köprüler atılmıştır. Kamuoyu, çeşitli ikinci derecede sorunların üzerine çekilmektedir. Ekonomik krizin ağır yükü halkın sırtına bindirilmiştir. AKP iktidarının yolsuzluklarla iç içe yönetimi, devletin doğal yapısına dönüştürülmektedir. * Bu durumda AKP ile Fethullah Gülen ittifakı malum hedeflerine doğru el ele yürüdüklerini sanıyorlar. Ergenekon tertibi bu ikili yürüyüşün siyasal üretimidir; sonunda AKP ile yargıyı karşı karşıya getirmiştir. Ne var ki yazımızın başında söylediğimiz gibi AKP artık yükselen bir parti değildir, inişe geçmiştir. İnişe geçen bir partinin Türkiye’yi 1923 Cumhuriyetinin temel ilkelerinden koparması çok zordur. AKP şimdi, Fethullahçı cemaatle birlikte, bu gerilimin zorluğunu sırtında taşıyor. 27 Temmuz 2009 Cumhuriyet
  11. Bende katılıyorum bu düşüncelere ancak; şu noktayı da düşündüm.Atatürk'ün bu sözü söylediği tarihte, yeni kurulmuş bir cumhuriyeti de düşünmek gerek. İnsanların tepkilerini ve dinle ilgili bir takım şeylere hazır olmadıklarını da düşünmek gerek. Ilımlı bir yaklaşımla halkın kırılmaması gerektiğini düşündüm.Yoksa ulusların varolması için dinin gerçekten gerekli olmduğunu düşünmüyorum. Hatta ulusları daha çok geriye götürdüğü fikrindeyim.Ve dini kurumlar için bu kadar yatırım yapılmasını, camiler için bu kadar harcama yapılmasını da doğru bulmuyorum.
  12. Olayın özü bu işte.
  13. Aça Hanım, hangi iletimde 'benim düşündüğüm gibi düşünmek zorundasınız' ifadesi var, böyle baskıcı bir yaklaşımım asla olmadı.Farklı düşüncelere de her zaman saygım var, benimsemeyebilirim ya da karşı çıkabilirim o farklı bir durum. Böyle bir düşünceyi nasıl çıkardınız merak ettim. İlhan Selçuk'a gelince; Ergenekon destanı, adı üstünde destan... Geçmiş yüzyıllarda, tarihin derinliklerinde, Çin-i Maçin’de yaşanıp ağızdan ağıza tevatürle beslenen bu destan, biz Türkler için önemli mi önemli bir anlam taşıyor... Neden?.. Çünkü Ergenekon’un bozkurt olduğu üzerine geçmişten bugüne bir fikir birliği var... Söylenceye göre bir çıkmaza saplanan Türklerin önüne bir bozkurt düşüyor... Yol gösteriyor... Daha başka deyişle kurtarıcımız, rehberimiz, kılavuzumuz bozkurt... Ergenekon’un da Türklerin tarihinde ve bilincindeki işlevi buydu... Ama, ne oldu?.. Kim Ergenekon’a düşmanlaştı?.. Kim Ergenekon destanını geçmişimizden söküp güncel politikanın pisliğine, rezilliğine, haksızlığına, hırsızlığına alet etmek için yaşadığımız ********* tertibi tezgâhladı?.. * Ergenekon bugün neyi vurguluyor? Benim bu satırlardan anladığım Ergenekonun bir örgüt için kullanıldığı, gerçek anlamının sapıtıldığıdır. Siz belki farklı anlam çıkarabilirsiniz.
  14. Türkçüler kimdir sormadan edemedim ?? İlhan Selçuk'un söylemek istediği Ergenekonun dün ne anlam ifade ettiği bugün hangi anlamlar için kullanıldığı...
  15. Tengeriin, doğrucudavut bende katılıyorum sizlere.
  16. "Bozkurt Tilki mi Oldu, Sırtlan mı?.." Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Selçuk "Pencere" adlı köşesinde "Bozkurt Tilki mi Oldu, Sırtlan mı?.." diye sordu. Selçuk'un "Ergenekon destanı, adı üstünde destan..." diye başlayan yazısı... Bozkurt Tilki mi Oldu, Sırtlan mı?.. Ergenekon destanı, adı üstünde destan... Geçmiş yüzyıllarda, tarihin derinliklerinde, Çin-i Maçin’de yaşanıp ağızdan ağıza tevatürle beslenen bu destan, biz Türkler için önemli mi önemli bir anlam taşıyor... Neden?.. Çünkü Ergenekon’un bozkurt olduğu üzerine geçmişten bugüne bir fikir birliği var... Söylenceye göre bir çıkmaza saplanan Türklerin önüne bir bozkurt düşüyor... Yol gösteriyor... Daha başka deyişle kurtarıcımız, rehberimiz, kılavuzumuz bozkurt... * Ergenekon yalnız eski zamanlarda Çin-i Maçin’de mi yaşandı?.. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda Türklere kim yol gösterdi?.. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti nasıl kuruldu?.. Atatürk’le ikinci Ergenekon destanını tarihimize yazdık... * Doğrusu ya ulusların destanlara gereksinmesi vardır... Yalnız bizde değil başka ülkelerde de toplumların geçmişini güzelleştirip insanları bütünleştiren masalsı öykülerin işlevi büyüktür; bu efsanelerde düş ile gerçek, tarih ile hayat birbirine karışır, kuşaktan kuşağa aktarılan bilincin zincirleme mirasında insanlar birbirlerine bağlanır; ulusal istenç elle tutulacak kadar somutlaşır, onurlu birlikteliğin gücünde geleceğe dönük el ele yürüyüşün ayak sesleri bugünden duyulur... * Ergenekon’un da Türklerin tarihinde ve bilincindeki işlevi buydu... Ama, ne oldu?.. Kim Ergenekon’a düşmanlaştı?.. Kim Ergenekon destanını geçmişimizden söküp güncel politikanın pisliğine, rezilliğine, haksızlığına, hırsızlığına alet etmek için yaşadığımız ********* tertibi tezgâhladı?.. * Ergenekon bugün neyi vurguluyor?.. Bozkurtu mu?.. Tilkiyi mi?.. Çakalı mı?.. Sırtlanı mı?.. Yılanı mı?.. Kertenkeleyi mi?.. El ele, onurlu bir toplum gibi geleceğe yürüyüşü mü?.. Yoksa kutsal İslamı kullanıp Türklüğün köküne kibrit suyu ekmek isteyen bir güruhun Türkiye’yi parçalamak isteyen dış kökenli tezgâhını mı?.. * Tarihimize kara çalarak, destanlarımızı kirleterek, hırsızlık, dolandırıcılık, üçkâğıtçılık, sahtekârlık üzerine yükseltilen deniz feneri rejiminin iktidar tezgâhı Türkiye’yi hiçbir yere taşıyamaz, çukura gömer... Ne kadar kirletip pisletmeye çalışsalar da Ergenekon destanı bugün de ulusun var oluşunda gerekli işlevini yerine getirecektir. 24 Temmuz 2009 Cumhuriyet Haber Portalı İstanbul -
  17. Kanadoğlu'ndan AKP'ye uyarı Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, YÖK'ün ''tek katsayı'' kararının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gitmenin anlamı olmadığını, kararın ve yönetmeliğin iptali için Danıştay'ın yeterli olduğunu belirtti. Antalya- Antalya Büyükşehir Belediyesi, Atatürkçü Düşünce Derneği Antalya Şubesi ve Cumhuriyet Okurları Kulübü'nce düzenlenecek ''Lozan'dan Lozan'a'' konulu konferans için Antalya gelen Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Antalya Cumhuriyet Başsavcısı Osman Vuraloğlu'nu ziyaret etti. Ziyaretin ardından adliye binasından gazetecilerin, YÖK'ün aldığı ''tek katsayı'' kararı ile Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu''nun buna yönelik, ''Anayasa'ya aykırı bir yönü yok'' şeklindeki açıklamasını hatırlatması üzerine Kanadoğlu, şunları söyledi: ''Öyle mi diyor? Kararı da veriyor. Bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne gitmenin bir anlamı yok. Kararın ve yönetmeliğin iptali için Danıştay yeterlidir. Karar ortada. Genelge haline gelecek. Elbette ki Danıştay'a götürülecektir. Yalnız, Anayasa Mahkemesi'nin, AKP hakkında almış olduğu o kararın okunmasında, AKP için yarar vardır. Tam zamanıdır şimdi.'' 24 Temmuz 2009 - Cumhuriyet
  18. Ülkücüler hakkındaki düşüncelerim birebir gözlemlerim sonucunda oluştu. İşin komik yanı ise, "ülkücülük nedir?"sorusuna hiçbirisinin verebileceği mantıklı bir yanıt olmadı. Neden bir aralar, neden kendilerine yap denileni sormadan yapıyorlar, neden reis derler başkanlarına, kimdir o, ne öğretebilir? Bu insanlar bu kadar cahil olabilir mi? Hem ağır abi dediğiniz kişilerin bir bayanı dövmesi hoş mudur? Kültürleri bu mu? Söylediklerimizin kabul edilmemesi bence Yarasa. Tüm olumsuzluklarını bir araya getirdik ağır abilerin. Harika bir tespit.
  19. Evet Rua yanılmadığımızı bir kere daha görmüş olduk. Ağır abilerin pardon vatanseverlerin! hakkında her zaman olumsuz düşüncelere sahibim.
  20. Okulda dört yıl boyunca bizde sürekli kavga halindeydik bu ülkücü insanlarla.Okulda gördüğüm kadarıyla ne kadar cahil, ne kadar kendini yalnız hisseden insanlar varsa bu gruptaydı. Özeliikle okula yeni gelen kendini bir gruba dahil etmek isteyen e birazda milliyetçilik ( bu milliyetçilikse) olduğu için bu gruba girerdi. Hatta bu da yetmezmiş gibi dışardaki kendini bilmez kişilerinde bu ülkü ocakları içinde olduğunu görmüştüm.Kaba kuvvet en etkili çözümdü onlar için.Ramazanda oruç tutmayan birisi mi var hadii hep birlikte dövmeye. Ha bir de reisleri masaya geldiğinde ve kalktığında, bunların, masadakileri hepsi kalkardı.Neyse artık büyük insan reis.
  21. Şöyle olabilir, demekki sadece dinci kesimdeki insanlar değil diğer düşüncelerdeki insanlarda yanlış yapabiliyormuş, şeklinde. Genelde bu şekilde bir savunma var. Yanlış yapıldığında kim olursa olursa tepki göstermiyor muyuz? Bu tecavüzü vakit gazetesi yazarı değil de başka bir gazetenin yazarı da yapmış olsa bizlerin tepkisi aynı olmayacak mıydı?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.