Zıplanacak içerik

deniz_kizi

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

deniz_kizi tarafından postalanan herşey

  1. deniz_kizi şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Bütçeler açık veriyorRekor düzeyde açıkla yıllık hedefin dolduğu ilk altı ayda 81 il'den 70'inin bütçesi açık verdi. Geçen yılın aynı döneminde 65 il'in bütçesi açık vermişti. Ankara- Maliye Bakanlığı verilerinden yapılan belirlemeye göre, yılın ilk altı ayında 70 ilin bütçesi açık, 11 ilin bütçesi fazla verdi. En fazla açığı 850 milyon TL ile Diyarbakır, 614 milyon TL ile Van, 569.1 milyon TL ile Erzurum verdi. Ocak-Haziran döneminde en çok bütçe fazlasını veren 32 milyar 864 milyon TL ile İstanbul oldu. İstanbul'u 9 milyar 396 milyon TL ile Kocaeli, 6 milyar 644 milyon ile Ankara, 6 milyar 7 milyon TL ile İzmir izledi. Antalya, Bursa, Hatay, Mersin, Kırklareli, Muğla, Tekirdağ bütçe fazlası veren diğer illeri oluşturdular. İstanbul'un geliri azaldı En çok bütçe fazlası veren illerde fazlanın geçen yılın aynı dönemine göre gerilemesi dikkat çekti. İstanbul'un bütçe fazlası yüzde 2.8, İzmir'in yüzde 14, Kocaeli'nin yüzde 17.8 azalırken, Ankara'nın geliri yüzde 1 artış gösterdi. Toplamda 13 kat bütçe açığı artışı yaşanan bütçede, birçok ilde de 36 kata varan gerilemeler görüldü. Geçen yılın ilk altı ayında ise 65 ilin bütçesi açık, 16 ilin bütçesi fazla vermişti. 21 Temmuz 2009 Anka
  2. deniz_kizi şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Dipnot sizi de günaydın
  3. deniz_kizi şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Seth sizi de günaydın . Gerçi böyle güzel bir kız günaydın diyince günün aydın olmaması mümkün mü
  4. Çoçuğun kişiliğe oluşmadan, çoçuk henüz kendini ve çevresini tanımadan ona bir takım baskıların yapılması, Fikirlerin bilinçsizse aşılanması bence doğru değildir. Hele çoçukların en çok izlediği bir tv programında yani çizgi filmlerde. Büyümesini tamamladığında, kendi seçimlerini kendisi yaptığında daha sağlıklı bir birey olabileceğini düşünüyorum.
  5. deniz_kizi şurada bir başlık gönderdi: Doğum Günü Kutla
    Mutlu Ve Benim kadar güzel yıllar dilerim.
  6. deniz_kizi şurada cevap verdi: sedelina başlık Forum Oyunları
    Günaydın efendi
  7. deniz_kizi şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Turizm, Gezi ve Seyahat
    Hİçç kıskanmadım Bende ya bana da tatil ya bende yüzücem ya off olamaz Küstüm oynamıyorum iştee
  8. Adli Tıp şimdi de kanları karıştırdı Skandal üzerine skandal... Vahşice öldürülen Münevver Karabulut’un otopsisinde başka ceset üzerindeki sperm örneğinin genç kıza bulaştığını itiraf eden Adli Tıp Kurumu büyük bir hataya daha imza attı. Cumhuriyet Haber Portalı İstanbul- Son dönem pek çok skandalla sarsılan Adli Tıp Kurumu’nda sular durulmuyor. Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’in cinsel istismarda bulunduğu iddia edilen 14 yaşındaki B.Ç.’ye ‘Ruh sağlığı bozulmamıştır’ şeklinde rapor vererek, Üzmez’in tahliyesine yol açan, ardından da vahşice öldürülen Münevver Karabulut’un otopsisinde başka ceset üzerindeki sperm örneğinin genç kıza bulaştığını itiraf eden Adli Tıp Kurumu, bu kez yeni bir skandala imza attı. Adli Tıp Kurumu’nun, 2.5 yıl önce işlenen İsmailağa cinayetinde de kanları karıştırdığı ortaya çıktı. 15 kanlı parça incelendi Skandal olay, İsmailağa cinayetinin ardından meydana geldi. Soruşturmayı yürüten Cinayet Büro ekipleri, cinayetin ardından yaşanan linç olayına karışanları tespit etmek için camide bulunan ve kime ait olduğu belirlenemeyen takke ve çoraplarla giysi parçalarının da aralarında bulunduğu 15 adet kanlı materyali Adli Tıp Kurumu’na gönderdi. Savcılık, imamı öldüren Mustafa Erdal ile imam Bayram Ali Öztürk’ün cesetleri üzerinden alınan kan örneklerine de DNA testi yapılması ve test sonuçlarının gözaltına alınan cemaat üyelerinin kan örnekleriyle karşılaştırılmasını istedi. İncelenen kan kadına ait çıktı Adli Tıp Kurumu, linç edilen Mustafa Erdal’a ait kanın Kriminal Laboratuvar incelemesini tamamlayarak, inceleme sonucunu polise gönderdi. Ancak polis, inceleme raporunda bir garipliğin bulunduğu sonucuna vardı. Adli Tıp Kurumu raporunda, incelenen kanın bir kadına ait olduğu ifadesi polisleri de şaşkına çevirdi. Polis, kanı alınan şüpheliler arasında bir kadının bulunmadığını belirterek, kanın tekrar incelenmesi talebinde bulundu. İtiraf edildi Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi, polisin gönderdiği kanı tekrar incelemeye aldı. İkinci tetkikte de, kanın bir kadına ait olduğunu kesinleşti. Yapılan araştırma sonucu Mustafa Erdal’ın kanı ile bir başka kişiye ait kanın karıştırıldığı tespit edildi. Bunun üzerine kurum, kan numunelerini tekrar inceledikten sonra polise yazdığı yazıda kanların karıştırıldığını itiraf etti. Mustafa Erdal’a ait kan örnekleri gerekli incelemelerin ardından polise gönderildi. 20 Temmuz 2009
  9. Manyetik rezonans cihazının (MR) yardımıyla beynin müziği "dinlendi." ABD'deki Hartford Üniversitesi'nden felsefe profesörü Dan Lloyd, MR görüntüleri ile müziği birleştiren bir bilgisayar programı tasarladı. Lloyd, bilgisayar oyunu oynarken, oyundaki manzarayı izlerken ve dinlenirken MR ile beyninin görüntülerini aldı. Aynı zamanda etkin hale gelen bölgeleri belirleyen bilim adamı, bu bölgelerin her birine bir ton verdi. Sesin kuvveti bu bölgelerin faaliyet yoğunluğuyla bağlantılıydı. Sonuç olarak, bilim adamının hareketlerinin değişmesiyle ilginç bir melodi ortaya çıktı. Bununla da yetinmeyen Lloyd, aynı deneyi başka sağlıklı kişiler ve şizofreni hastaları üzerinde de yaptı. Şizofreni hastalarında müzikal değişimlerin daha belirgin olduğu görüldü. Konuya ilişkin makale, Le Monde gazetesinin internet sitesinde yayımlandı. "Beynin melodisi" internetten dinlenebiliyor.
  10. Evet uzağa gitmeye gerek yok, içimizde yaşaynları göüyoruz zaten. Politika göremiyordum sizi, yeniden gördüğüme sevindim.
  11. Arınç: Ergenekon'u tepeledik Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ''Mafyayı çökerttik, çeteleri bitirdik, Ergenekon'u tepeledik. 4 defa darbe teşebbüsü, 5 defa suikast, 10 defa bilmem ne... Bunlar Türkiye için. AK Parti bunu yapıyor'' dedi. Manisa- Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, partisinin Atatürk Spor Salonu'nda yapılan Manisa İl Kongresi'ne katıldı. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, partililere kendi kişisel hırsları doğrultusunda hareket etmemeleri tavsiyesinde bulunarak, AKP'nin iktidara geldiği günden bu yana Manisa'da çok büyük hizmetler yaptığının unutulmaması gerektiğini söyledi. Türkiye'nin önünü açtıklarını, karanlıklardan aydınlığa çıkarttıklarını belirten Bülent Arınç, şöyle devam etti: ''Türkiye'yi mafyalardan, çetelerden temizliyoruz. Siz bunların farkında mısınız? Bunlardan memnun musunuz? 'Eğer Türkiye karanlıklardan aydınlığa çıkacaksa helal olsun benim AK Parti'ye verdiğime' diyebiliyor musunuz? Yoksa 'Teyzemin, baldızımın oğlu, kızı belediyeye işe girememişti' diye 'Yazıklar olsun Bülent Kar'a (Eski Manisa Belediye Başkanı) diye mi düşünüyorsunuz? Türkiye'yi düşünün. Türkiye'de yaptıklarımızı düşünün. 6-7 senedir ayakta kalmaya çalışıyoruz. Mafyayı çökerttik, çeteleri bitirdik, Ergenekon'u tepeledik. AK Parti bunu yapıyor. 4 defa darbe teşebbüsü, 5 defa suikast, 10 defa bilmem ne... Bunlar Türkiye için. Bugün kuyulardan insan kemikleri çıkıyor. JİTEM'in yaptıkları gazetelerde sayfa sayfa yerini alıyor. '4 kişiyi götürdük, infaz ettik. Sonra nüfus kağıdını filana teslim ettik' diye. Affedersiniz 4 tane hayvan itlaf edilmiş gibi Türk vatandaşına, şerefli milletimizin insanlarına yapılan zulümleri bugün okuyabiliyoruz. Her şey açığa çıktı. Her şey ortaya çıktı. Özgürlük nefesi alıyoruz. İnsan hakları ihlalleri son buluyor. Türkiye demokrasi ile buluştu. Bunu AK Parti yaptı.'' Arınç, bunu bugüne kadar hiçbir partinin yapmadığını ifade ederek, ''Bunu ANAP yapmadı, DYP yapmadı, MHP hiç yapmadı. CHP hiç alakası yok. Onlardan çok şükür bu millet bu iktidarla kurtuldu. Bundan sonra da buluşmaya ihtiyacı yok'' dedi. AKP Manisa İl Kongresi'nde, il başkanlığına Abdülrahim Aslan seçildi. 19 Temmuz 2009 Akp Türkiye'yi cidden ne kadar da düşünüyor. Zamlarla, sattıklarıyla, ekonominin %13,8 küçülmesiyle, alıp başını giden işsizliğiyle öyle bir sevgi ki bu... Üstelik, “Mafyayı çökerttik, çeteleri bitirdik, Ergenekon'u tepeledik.” Daha dün İstanbul’un göbeğinde mafya çeteleri arasında güpegündüz çıkan silahlı çatışmada dört kişi ölmedi mi? Ergenekon diye bir örgütün varlığı mahkemede tanıtlanmadan, bu ismi kullanmak ve mahkemede görülen bir konuda kesin hükümler yürütmek evrensel hukuka (yasaya değil) uygun mu? Hukuka uygun olmayan demokrasiye uygun olur mu? AKP’ye karşı darbe girişimleri henüz yargıda iken bunlar hakkında kesin hükümler yürüterek bunlarla Güneydoğu’daki olaylar arasında benzerlikler kurmaya çalışmak insaf sınırlarını aşmıyor mu?
  12. Haklısın Demirefe, doğmatik olması en güzeli düşünmeden inançlar doğrultusunda, sorgulaman inanmak. Tıpkı yönetenlere de aynı şekilde inanmak gibi.
  13. Suskun kalırlar öyle bir gözleri boyanıyor ki, görmüyorlar adeta. Herşey de bir hayırlısı çok şükür kavramlarımız bir allah korkumuz var millet memnun halinden. Hamd olsun diyor sadece. Zam yapılıyor adamlar yine kuzu kuzu ödüyor hala da devletten allah razı olsun diyor. Nesine razı olacak onu çözebilmiş değilim, nasıl da böylesine körler? Uykudan ne zaman uyanacaklar ?
  14. Robot-böcek geliştirecekler Japon araştırmacılar, böcek beyninin şemasını çıkararak robot-böcek geliştirmeye çalışıyor. Araştırmacılar, böceklerin beynini kopyalayıp onları belirli işleri halletmek için programlamayı hedefliyor. Tokyo- Tokyo Üniversitesi'nin Bilim ve Teknolojik Araştırmalar Enstitüsü'nde görev yapan Profesör Ryohei Kanzaki ve ekibi, yaklaşık 30 yıl böcek beynini araştırdı ve makine-böcek yaratma konusunda öncü oldu. Böceklerin beynini kopyalayıp onları belirli işleri halletmek için programlamayı hedefleyen Japon bilim adamlarının bu çabasıyla polisin uyuşturucu aramak için "robot-kelebek sürüsünden" ya da depremin ardından enkaz altında kalanların bulunması için robot-arılardan yararlanması, artık sadece filmlere özgü senaryolar olmayabilir. İnsan beynini anlayıp kaza veya hastalık sonucu zarar görmüş sinir bağlantılarını yapay olarak yeniden oluşturma hedefiyle yola çıkan Kanzaki, önce bunu yapabilmek için böceklerin "beynini" incelemeye başladı. Araştırmacı, böcek beynindeki sinirlerin insan beynindekilerden daha az ve küçük olmasına rağmen, "Her şey boy değildir diyerek" araştırmaya devam etti. Böceklerin beyin yapısının, uçarken başka bir böceği yakalama gibi karmaşık akrobasi hareketlerini kontrol edebildiğini gören Kanzaki, bu durumun, yüz milyon senelik evrim sonucu, böceklerin beyninin "mükemmel yazılım paketi" barındırdığının göstergesi olduğunu ifade etti. Japon bilim adamının ekibi, daha önce genlerini değiştirdikleri bir erkek ipekböceğinin artık kokuya değil, ışık veya başka bir güvenin yaydığı kokuya tepki vermesini sağlamıştı, Kanzaki de elektronik devreler yardımıyla yapay böcek beyni şemasını çıkarmaya çalıştı. Kanzaki ve ekibi, bir deney sonunda, küçük, bir tür pilli arabayla donatılmış erkek böceğin, araştırmacıların dişi böceğin kokusunu verdiği bölgeye doğru aracı sağa ya da sola yönlendirebildiğini gördü. Bilim adamı Kanzaki'nin ekibi, 90'lı yıllardan bu yana yarı makine yarı böcek, yarı robot yarı böcek yaratma projeleri üzerinde çalışıyor. Japon araştırmacıların nihai hedefi, böceklerin beynini kopyalayıp belli işleri yapmaya yönelik programlamak. Uzmanlar, bu tip genetik değişimlerin kilometrelerce uzakta saklı bulunan uyuşturucu, maden, zehirli gaz veya enkaz altında sıkışmış insanları bulabilecek robot böceklerin yapılmasına yol açabileceğini vurguluyor.
  15. Laikliğe sapkın Atatürk ve İnönü'ye militan diyorRTÜK'ün başkanlığına seçilen Prof. Dr. Davut Dursun'un Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yazdığı makale Türkiye'deki laikliğin tepeden inme, taklit ve İslam'a karşı oluşturulmuş sapkın bir ideoloji olduğunu savunuyor. Cumhuriyet Haber Portalı İstanbul- Zahid Akman'ın yerine Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanlığı'na seçilen Prof. Dr. Davut Dursun, yazdığı bilimsel makalelerde laiklik ve din eksenini cumhuriyetin kuruluş yıllarından bu yana değerlendiren bir akademisyen. Sakarya Üniversitesi İlahiyet Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak yazdığı bir makaledeki görüşleri ise önümüzdeki günlerde çok tartışılmaya aday. Gazeteport'un haberine göre, Dursun, Türkiye'deki laikliğin dine müdahale aracı olarak kullanıldığını, cumhuriyeti kuranlar tarafından dayatılan ve ibadet dışında tüm ayetleri kaldırdığını savunuyor. Laikliğin İslam ülkeleri için doğru olup olmadığını tartışan Dursun, laisizmin sünni islam karşısında "sapkın" bir ideoloji olduğunu savunuyor. İşte RTÜK'ün yeni Başkanı Davut Dursun'un kaleme aldığı makale... 'Dine müdahale olarak laiklik' Türkiye'de yaşayanların bir türlü üzerinde uzlaşamadıkları, ortak bir tanım geliştiremedikleri siyasal ve toplumsal sistemin en hassas kurumu ve konularından biri. Bu kavramla yüz yüze gelmemizin tarihi fazla geriye gitmez; aşağı yukarı cumhuriyet yönetimiyle birlikte gündeme gelmiş. Cumhuriyet yönetimlerinin izledikleri din politikaları "laiklik" bağlamında ele alınmış ve onun adına hareket edilmiş. Din-devlet ilişkilerine yeni bir model ve yapı oluşturulur, izlenen din politikalarına meşruiyet kazandırılırken bu kavrama baş vurulmuş, ondan yardım istenmiştir. Türkiye'nin siyasal ve toplumsal sisteminin temelleri, ilkeleri ve hedefleri, Tek Parti yönetimi dönemindeki devlet eliti tarafından belirlenmiş olmaklığı nedeniyle, laiklikle hedefler de bu dönemde konmuştur. Türkiye'deki laiklik uygulamasını ve bunun Batı ölçüleriyle ilgisini belirleyerek teorik bir modele oturtulmasının ne kadar zor ve hatta imkansız bir çaba olduğunu, bu konuyla ilgilenenler az çok bilerler. *** Bu belirsizlik ve zorluğun pek çok sebebi üzerinde durulabilir; öncelikle Türkiye'nin tarihsel tecrübesi ve gelenekleri laikliğin neşvünema bulabileceği uygun bir toplumsal ortam oluşturmamaktadır. Bugün rahatlıkla biliyoruz ki, hiç bir toplumsal veya siyasal kurum, içinde doğduğu toplumsal şartlardan bağımsız değildir ve ancak o şartların ürünüdür. Diğer taraftan laiklik, Türkiye'de halkın talep ve kanaatlerini rahatlıkla dile getirebilecekleri, kendi talepleri doğrultusunda devletin yapılanacağı bir ortamda doğmuş değildir; tam tersine laiklik, cumhuriyet yönetimlerinin halka rağmen yukarıdan aşağıya inen baskı ve dayatmaları sonucunda kurulmuştur. Dayatma ve baskı sadece laiklik veya din politikaları alanında değil, bütün toplumsal ve siyasal uygulamalar ve sistem alanında gerçekleştirilmiştir. Türkiye'deki laiklik Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin tarihsel tecrübesi din-devlet uzlaşması temeli üzerinde gelişmiş olmakla beraber laikliğin bir devlet ve siyaset ilkesi olarak yerleştirilmesi, esasında bu gelenekte fazla bir değişiklik yaratmamış, sadece "din-devlet uzlaşması"nda ibreyi devletin lehine döndürerek, dini bağımlı bir yapı haline getirmiştir. Türkiye'deki laiklikle ilgili olarak söylenebilecek çok şey vardır. Yukarıda belirtildiği gibi laiklik kendi tarihsel tecrübemizin ve toplumsal geleneklerimizin bir ürünü olması da bir realite olarak cumhuriyet yönetimiyle birlikte tanışmış bulunuyor ve uzun zamandır üzerinde tartışmayı sürdürüyoruz. Türkiye modeli tartışma götürür Türkiye'de uygulanan laikliğin gerçekten bir laik model olup olmadığı tartışma götürür bir konudur. Her ne kadar resmi söylem ve metinlerde laikliğin "din ve devlet ayırımı" olduğu belirtiliyor ve Türkiye'dekinin dinin ve devletin birbirinden ayrılması olduğu iddia ediliyorsa da gerçeğin böyle olmadığı herkesin malumu bir durumdur. Dinin devletten ayrılması değil, devletin dini belli bir forma sokması olarak ortaya çıkmıştır. İşte bu tavır ve tutum esasında İslam’ın reforma tabi tutulması ve ulusal ilke ve amaçlarla uyumlu bir "milli İslam"ın yaratılması çabasından başka bir şey değildir. Kanaatime göre Türkiye'deki laiklik uygulamasının en can alıcı noktası ve bariz vasfı işte budur; yani Türk laikliği İslamı reforme eden ve ulusal bir İslam oluşturmaya yönelen çabaların bir ürünüdür diyebiliriz. Dine müdahale edildi Cumhuriyet yönetiminin ilanının hemen arkasından başlatılan radikal düzenlemeler ve yenilikler çerçevesi dahilinde yapılanların çoğu doğrudan veya dolaylı olarak dine müdahale şeklinde tecelli etmiştir. Şer'iye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Riyasetinin kurulmasını sağlayan 3 Mart 1340 tarih ve 429 sayılı kanun, Cumhuriyet yönetiminin dine ilk müdahalesidir. Bu kanun dini "itikadat ve ibadat"dan ibaret hale getirmiş, geriye kalan alanları ise dinden çıkararak siyasal kurumların tekeline aktarmıştır. Cumhuriyet laikliğinin dine müdahale olduğu zaten ilgililerce de ifade edilen bir uygulamadır. M. Kemal'in hatıratını yazan F. R. Atay "Kemalizm aslında büyük ve esaslı bir din reformudur... Kemalizm ibadetler dışındaki bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır." (Çankaya, İstanbul 1969, s. 393.) diye yazmıştır. Bize göre bu tespit doğrudur ve yaşanan pratiği açıklamaktadır; yapılanlar bundan başka bir şey değildir. Bu amaca yönelik uygulamalar laisizmin "Sünni İslam" karşısında "sapkın" bir ideoloji ve rakip olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. (Bk. M. Türköne, "Türk Siyasetinin Eskimeyen Kilidi," Türkiye Günlüğü, Sayı: 21, Kış 1992.) Hatta her gün karşılaştığınız, "Ben Müslümanım. Allah'a ve Peygambere inanıyorum. Ama toplumsal ilişkilerimi, günlük davranışlarımı kendi bildiğim gibi ve aklımla belirlerim. Allah'ın bu alanda bir dahili olamaz!" şeklindeki tavır ve tutumun oluşmasında laikliğin, daha doğrusu deforme edilmiş "resmi İslam'ın payının büyük olduğunu sanıyorum. İslam’ı çok iyi bildiğine kani olduğumuz Şemsettin Günaltay'ın şu kanaatleri son derece ilgi çekicidir. "İslam dini Peygamberimizin Mekke'de bulunduğu sırada yaptığı ahlaki telkinlerden ve bu olgunluğa varmanın bir vasıtası diye tavsiye edilen vazifelerden ve ibadetlerden mürekkeptir. Medine'de bir devlet kurulduktan sonra başvurulan Şeriat kaidelerinin mahiyeti, o zamanki mahalli şartların icabının yerine getirilmesinden ibarettir. Bu kaidelerin bin küsür yıl sonra başka muhit şartları içinde yaşayan milletlerin hayatına esas olamaz" (Sebilürreşad, III-65, Kasım 1949.) İslam'ın ulusallaştırılması Diğer taraftan Türkiye'deki laikliğin yöneldiği en önemli alanlardan biri de İslam’ın ulusallaştırılması konusudur. Cumhuriyetin yönetici ve devlet elitine egemen olan "milliyetçilik" ideolojisi, toplumsal hayatın bütün alanlarının millileştirilmesini gerekli görüyordu. Genel çizgilerle cumhuriyetin yönetici kadrosu iki temel hedefe yönelmiş idi. Bunlardan biri "medeniyet," diğeri de "milliyetçilik"ti. 20. yüzyılın ilk yarısı milliyetçi düşüncelerin imparatorluk rejimlerini parçalamada güçlü bir manivela olarak kullanıldığı, evrensel ve uluslar üstü değerlerin, yerini ulusal ve yerel olanlara terk ettiği bir dönem olmuştur. Türkiye'de imparatorluk çökünce evrensel mantalite ve değerler de toplum gündemindeki geçerliliğini kaybetti ve yerine ulusal ve yerel olanlar ikame edilmeye başlandı. Her şeyin millileştirildiği bir ortamda İslam’ın evrensel ve uluslar üstü konumda tutulmasını beklemek doğru olmaz. Kaldı ki, Osmanlı Devletinin sonlarına doğru dinin millileştirilmesi konusunda da ciddi görüşler ileri sürülmüş ve toplum buna hazırlanmıştı. Ziya Gökalp, 1915 yılında yazdığı "Vatan" şiirinde dindeki Türkçülükle ilgili ipuçlarını veriyordu. O şöyle diyordu: "Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duanın... Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'an okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!" Türkçe dua ve ezan Z. Gökalp'ın bu özlemeleri 1930'lu yıllarda gerçekleşecektir. Hutbe, ezan, kamet Türkçeleştirilecek, Kur'ân'ın ve diğer dini metinlerin Türkçeleştirilmesi için ciddi çabalar içine girilecektir. Bu tür tasarrufların dine müdahale olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. Esas itibariyle dine bir müdahale anlamı taşıyan laiklik dinin dünyaya, dünyevi alana ve özellikle de devlet idaresine müdahalesini önleyen, onu siyaset ve toplum hayatından tamamen uzaklaştırmayı ve tasfiyeyi amaçlayan bir harekettir. Bu durumda din, toplumsal, siyasal ve diğer tüm kamu alanlarından çekilerek kişisel bir yapı haline getirilmek, vicdanlara kapatılmak istenmektedir. Bu amacın gerçekleştirilmesi için de siyasal güç ve devletin kullanılması Türkiye'deki laikliğin mümeyyiz vasfı olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de laikliğin dine müdahale etmesi, dinin kamusal alanlardan uzaklaştırılması ve kişisel bir yapı haline getirmesinin istenmesi, dindarlara baskı uygulanması, dini devlet gücüne bağlanması şeklinde uygulanmasının zihinsel alt yapısında cumhuriyet ideolojisinin ve kadroların düşünce ve idealleri yatmaktadır. 17 Temmuz 2009 AKP kontenjanından üye, AKP kontenjanından Başkan seçiliyor, başka türlüsü mümkün mü? Laik Türkiye Cumhuriyetiyle barışık olması mümkün mü?
  16. Maalesef ki sevgili mavi kınımaktan başka elimizden gelen birşey yok sevgiler bende de.
  17. Dipnotu çok iyi tanıyan birisi olarak Suheda emin ol ki siyasi düşüncesi ne olursa olsun bir kişinin haksız yere öldürülmesi, sebebi ne olursa olsun onu çok üzer. Bence bu konuda önyargılı düşünüyorsunuz.
  18. deniz_kizi şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Söyleyebilecek kelime bulamıyorum cyrano
  19. "Hükümet turizmi baltalıyor" DSP Genel Sekreteri Dr. Hasan Erçelebi, turizm tesislerinde KDV oranının yüzde 8'den yüzde 18'e çıkarılmasının turizmin baltalanması anlamına geldiğini söyledi. ANKA Ankara- DSP Genel Sekreteri Dr. Hasan Erçelebi, birinci sınıf lokantalar, 3 yıldız ve üzeri oteller ile tatil köyleri gibi tesislerin bünyesindeki lokantalarda uygulanan KDV oranının yüzde 8'den yüzde 18'e çıkarılmasının turizmin baltalanması anlamına geldiğini söyledi. Erçelebi, "Üretimi yok eden, istihdam yaratmayan, çalışanların haklarını vermeyen, emeklinin, çiftçinin, sanayicinin yok oluşunu seyreden, bundan da zerre kadar rahatsızlık duymayan Hükümet, şimdi de bacasız fabrikalara göz dikti" dedi. Yapılan vergi artışının turizm gelirlerini azaltacağını savunan Erçelebi, Hükümet yetkililerine şu soruları yöneletti: "Önceden yapılan organizasyon için bu işletmeler nasıl fatura kesecektir? Diğer ülkeler turizmi geliştirmek ve bu sektörde hizmet veren işletmeleri rahatlatmak için vergi oranlarını düşürürken, AKP Hükümeti buna neden ihtiyaç duymuştur? Söz konusu KDV zammı, turizm cenneti olan ülkemizin diğer ülkelerle rekabetinde zorlayıcı bir unsur olmayacak mıdır? Acaba Hükümet, yanlış ekonomi politikalarının, yanlış bütçe hesaplamalarının faturasını turizmciye mi yüklemek istemektedir?" 17 Temmuz 2009
  20. İmam hatip mezunu bir sınıf öğretmeni düşünün, minicik beyinlere içindeki duygularından tamamen sıyrılarak öğretebilecek mi temel bilgileri? Yada liselerdeki din kültürü ahlak bilgileri derslerine giren öğretmenler... Duaların,ayetlerin dışına çıkarak gerçekten kitaptaki bilgileri verebiliyorlar mı? Yazılılarda en yüksek puanları arapça yazılan dualara mı veriyorlar? Bunlar benim fikirlerim.
  21. Politikacılardan uzakta politikaları tartışmak... Politika dünyasının ilgi ve çekim alanına girmese de politikacıların ve medyanın hiç umrunda olmasa da Dünyanın Güney Yarım Küresinin bir ucunda, karlarla kaplı Ant Dağları ile Pasifik Okyanusu arasında uzanan Şili'de, başkent Santiago'da 91 ülkeden gelen bilimadamları, tam da kış ortasında ve olanca yoğunluğu ile "Dünya Politikalarını" tartıştı. Prof. Dr. Ali Murat Vural Şili/Cumhuriyet - Dört gün süren “Dünya Politika Bilimi Kongresi” dün tamamlandı. Bugüne kadar gerçekleştirilen en geniş katılımlı kongreydi. 2.470 bildirinin sunulduğu kongrenin ana temasını “Küresel Memnuniyetsizlik / Değişim İkilemleri” başlığı oluşturdu. Kongre çerçevesinde 603 panel gerçekleştirilid. Program Başkanlığını ise bir Türk bilim adamı, Prof. Dr. İlter Turan yaptı. Politika genel çatısı altında, hemen her yönüyle demokrasi, politik teoriler, kamuoyları, Latin Amerika, Türkiye, Hindistan, Asya, Avrupa, Amerika, seçim sistemleri, siyasal iletişim, liderlik, siyasal partiler, asker/sivil/demokrasi ilişkileri, suç ve güvenlik, vatandaşlık, kapitalizm, sosyalizm, politik gelişmeler, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla politika, kamu politikaları, kültür, cinsiyet ve kimlik sorunları, temsiliyet sorunu, uluslararası siyasal ekonomi gibi konuların ele alındığı kongrede, dünyanın hemen her bölgesinden gelen bilimadamları yaptıkları çalışmaları ve gözlemleri birbirleriyle paylaştılar. Türkiye “Türk Siyaset ve Dış Politikasında Sorunlar, Tartışmalar, Olasılıklar, Sınırlılıklar” konusu ile “Türk Politikasında AKP’nin Yerini Anlamak” başlıklı iki ayrı oturumda ele alındı. Bununla birlikte, “Ortadoğu, Avrupa Birliği ve Latin Amerika’da Karşılaştırmalı Perspektif ile Sivil-Asker İlişkileri” konulu paneller de Türk bilim adamlarının bildirilerinin yer aldığı ve Türkiye’ye özel tartışmaların gerçekleştiği paneller oldu. Her panelde, bir “Tartışmacı” yer aldı. Konunun uzmanı olan tartışmacının görevi, yapılan çalışmaları eleştirip değerlendirmek, görüş, öneri ve eleştiirileri sıralayarak konuyu tartışmaya açmak. Sivil-Asker ilişkilerinin tartışıldığı ve üç değerli Türk bilimadamının yer aldığı panelin tartışmacısı Amerika’dan Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Dr. David Pion-Berlin’di. Profesör Berlin, Türkiye’de özellikle son 6-7 yılda yaşanan Asker-Sivil ayrışmasını, demokrasinin gelişimi ve sivilleşmesi anlamında Türkiye’nin aldığı yolu ve yasal düzenlemeleri, Hükümetle Genel Kurmay arasındaki sağlıklı ve demokratik zeminde gerçekleşen ilişkileri dinledikten sonra, sorduğu şu soru, günün en manidar sorularından biriydi doğrusu: “Hükümetle Asker arasında demokratik bir zeminden ve gelişmişlikten, aralarındaki iletişimin düzenliliğinden söz ediyorsunuz. Peki ama Başbakan ile Genel Kurmay Başkanınız her hafta düzenli olarak başbaşa görüşürken, bu sırada Savunma Bakanınız nerede? O neden görüşmüyor da Başbakan görüşüyor?” Birbirine yakın birkaç üniversitede aynı anda gerçekleşen panellerde öylesine önemli konular, öylesine önemli deneyimler paylaşıldı ki bir paneli izlerken aynı anda birbirinden ilginç konuların konuşulduğu diğer panelleri kaçırmış olmak en büyük üzüntü kaynağını oluşturdu. Peki dünyanın her köşesinden bunca bilimadamını koşarcasına Şili’ye çeken neden dünyada ekonomik ve siyasal düzenlerdeki yaşanan tıkanma ve bunalımlardı. Bildirilerin tamamı basılacak olsa birkaç ciltlik bir Ansiklopedi ortaya çıkar. Bu mümkün olmadığı için, organizasyon komitesi yalnızca bildiri ve çalışmaların özetlerini basmakla yetinmiş. Şili’nin Devlet Başkanı bayan Michelle Bachelet’in gelip katıldığı ve konuşma yaptıktan sonra ayrıldığı bir oturum dışında, ne Şili’den neden dünyanın herhangi bir yerinden hiçbir siyasetçinin toplantıya katılmaması ilginçti. Oysa toplantılarda sunulan araştırma ve bilgiler, gerek siyasal partiler, gerek ülkeler ve gerekse uluslararası siyaset açısından son derece önem taşıyordu. Söylendiğine göre Şili’de 64 üniversite bulunuyor. Türkiye’de olduğu gibi burada da üniversite öğrencilerinin sorunları aynı: Üniversite Harçları. Kongrenin ilk günü, ilk oturuma katılmak için Şili Üniversite’sine doğru yürürken, kibarca yanımda yürümeye başlayan ve elindeki kağıda yazdığı bir şiiri bana okumaya çalışan üniversiteli genç ile sohbet etme fırsatı yakalamaştım. Hayatında ilk kez bir Türk ile karşılaştığı için çok heyecanlanan bu genç şöyle diyordu: “Şili’de Faşist Askeri yönetim varken, yalnızca belli ailelerin çocuklarının ve zenginlerin üniversiteye gitmelerine izin veriliyordu. Şimdi Şili demokratik bir yönetime kavuştu ve biz bu demokrasi için çok mücadele verdik ama bu defa da yalnızca parası olanlar üniversiteye gidebiliyor. Ben de bu nedenle bu harcı ödeyebilmek için yardım topluyorum” Gördük ki muhteşem küreselleşme, dünyanın her yerinde tüm muhteşemliği ile hep aynı oyunu oynuyor. Panellerin gerçekleştirildiği Santiago’daki üniversitelerde aynı anda eğitimler de devam etti. Öğrenciler derslerine girip çıkarken, bilim adamları da aynı anda bir panelden diğerine koştu. Panel organizasyonlarında da öğrencilerden de yer almış. İçlerinde İngilizce bileni azdı. Ayak üstü konuştuğumuz bir öğrenci Türk olduğumuzu öğrenince heyeceleyerek söylediği sözcükler şunlar oldu: “Ali Sami Yen, Hasan Şaş, Galatasaray, Fenarbahçe, Beşiktaş.” Türkiye algısı adına bu da bir başarıdır aslında ama çok daha önemlisi futbolun hakikaten yalnızca futbol olmadığıydı. Hukuk Fakültesi’nde okuyan öğrencilerin siyah takım elbise ve beyaz gömlek giyip şık kravatlar taktıkları Şili Katolik Üniversitesi’nden öğrencilere, neden böyle giyindiklerini sorduğumda, verdikleri yanıt bizi gülümsetti: “Çünkü Hukuk ciddi bir iştir ve ciddiyetle yapılmayı gerektirir.” Çocuklar henüz ikinci sınıf öğrencileriydi ama belli ki meseleyi çoktan kavramışlardı. Aynı öğrencilere, “Size göre daha rahat giyinmiş, saç modelleri ve görüntüleri ile daha farklı görünenler hangi okulun öğrencileri” diye sorduğumda, “Onlar mı? Onlar gazeteci, televizyon muhabiri falan olacaklar, iletişim okuyorlar” dediklerinde de anlaşılan oydu ki İletişim öğrencileri her yerde aynıydı. Türkiye’de de Şili’de de… Kongrede “Parti İçi Demokrasinin Siyasal İletişim Sürecine Katkıları” konulu çalışmamı sundum. Kongrenin son gün panellerinden biriydi. Aynı gün kapanış toplantısı gerçekleştirildi. Peki tüm bu bilimsel çalışmalardan siyasetçiler neden yararlanmaz? İşte tüm katılımcıların merak ettiği soru buydu. 17 Temmuz 2009
  22. Bende katılıyorum kapatılmalı. İlahiyat fakültelerinde ne azından daha bilgili din adamları yetişebilir.
  23. "İmam hatipler kapatılmalı" YÖK'ün, üniversiteye girişte imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayıda değişiklik yapmak istemesi Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği'nin tepkisine yol açtı. Dernek, imam hatip okullarının teşvik edilmesi değil, tümüyle kapatılması gerektiğini bildirdi. ANKA Ankara- Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği'nden yapılan açıklamada, "YÖK'ün, üniversiteye girişte imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayıda değişiklik yapmak istemesi düzenlemesi ile amacın, meslek teknik okulları mezunlarina üniversiteye girişte imkan saglamak olmadigi açıktır. Tersine, bunlar gerekçe yapilarak, bugüne kadar, dini siyasete alet etmek isteyen iktidarlarca gereginden cok fazla sayida açılmış olan, bilim ve bilimsel eğitim ile içerik ve yöntem açısından taban tabana zıt imam hatip okullarının orta ögretimin yerine geçirilmek, yani Egitimin Birligi Yasası ciğnenmek ve ülkemizde iki başlı eğitimin önü sonuna kadar açılmak istenmektedir" denildi. Açıklamada, şu görüşlere de yer verildi: "Yapılmak istenen düzenlemeye gösterilen tepkinin, siyasi iktidarca, imam hatip okulu mezunlarına yönelik bir tepki imiş gibi yansıtılacağı ve gösterilecegi ve bu okul mezunlarının mağduriyetlerinin dile getirileceği cok açıktır. Oysa, imam hatip okulları mezunlarinin mağduriyetlerinin sorumlulari, gençlerimize imam hatip okullarından ve tarikat benzeri yurtlardan baska bir secenek sunmayan, dini siyasete alet ederek gereginden fazla imam hatip okulu açan siyasi iktidarlardir. Yeni düzenlemelerle çekici hale getirmek bir yana, imam hatip okullari tümüyle kapatilmali, ögrencileri fark eğitimlerinden gecirilerek genel lise eğitimine yönlendirilmeli, Eğitimin Birliği Yasası'nın gereği yerine getirilmelidir. Din elemanı yetiştirilmesi ise tümüyle üniversite düzeyinde ilahiyat fakültelerine bırakilmalidir." 17 Temmuz 2009

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.