Zıplanacak içerik

''biji tirkiye''

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey

  1. Ceylan’ı, bıçakla vurduğu patlamamış bir bombaatar mermisinin öldürdüğü öne sürüldü ama küçük kızın elleri ve ayakları sağlam. Ceylan’ın ölümünden 15 gün sonra açıklanan bilirkişi raporu, hem deliller hem de Adlî Tıp raporu ile çelişiyor. Emniyet’te görevli iki patlayıcı uzmanı tarafından hazırlanan raporda Ceylan’ın elindeki tahra ile mühimmata vurması sonucu patlamanın yaşandığı belirtildi. Oysa Ceylan’ın mühimmata vurduğu tahra sapasağlam duruyor, üzerinde sadece birkaç ezik var. Patlayan 40 milimetrelik bombaatar mühimmatı nasıl olmuş da Ceylan’ın ellerine hiçbir zarar vermeden gövdesini parçalamış? Üstelik bilirkişi raporunda mühimmatın menşei, modeli ve seri numarasının tespit edilemediği itirafı da var Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcı Vekili Eyyüp Mutlu, Lice’de patlama sonucu ölen 14 yaşındaki Ceylan Önkol ile ilgili bilirkişi raporunu açıkladı. Mutlu, Ceylan Önkol’un “Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bomba atar mühimmatının, elindeki budama bıçağı ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını” söyledi. Ancak raporda bahsedilen bıçak hâlâ Ceylan’ın ailesinde duruyor. Üstelik Ceylan’ın tek sağlam kalan yeri elleriydi. Havan topu değil Mutlu, yaptığı yazılı açıklamada, 28 Eylül’de saat 13’00’da Lice ilçesi Şenlik köyü Paşaçiya mezrası Cemaltepe mevkisinde meydana gelen patlamada Ceylan Önkol’un öldüğünü anımsattı. Eyyüp Mutlu, olayla ilgili olarak Emniyet Müdürlüğü’nde görevli iki patlayıcı madde uzmanı bilirkişi tarafından 12 ekimde rapor düzenlendiğini ve dava dosyasına ibraz edildiğini kaydetti. Mutlu, bilirkişiler tarafından düzenlenen raporda, şu ifadelere yer verildiğini belirtti: “Olay yerinde yapılan incelemeler neticesinde elde edilen metal parçaları ile Ceylan Önkol’un vücudundan otopsi sonucunda çıkarılan metal parçaları detaylı olarak incelendi. Bu incemeler neticesinde patlamadan mütevellit parçalanmış, deforme olmuş, üzerlerinde küçük oval çıkıntılar bulunan muhtelif ebatlarda 12 adet metal parçalarının 40 milimetrelik bombaatar mühimmatı iç gövdesinde yer alan ve parça tesiri yaratmak amacıyla kullanılan metal aksama ait olduklarının, başka bir deyişle bu metal parçalarının bir havan topuna ait olmadığı, 40 milimetrelik bomba atar mühimmatına ait olduğu, 40 millimetrelik bomba atar mühimmatlarının emniyetli atışa olanak vermek amacıyla namludan çıktıktan sonra belli bir mesafe sonra kuruldukları ve hassas tapalarının aktif hale geldiğinin, ancak her türlü fabrikasyon mühimmatın atıldıktan sonra düştüğü yerde patlamamasının olası bir durum olduğu, söz konusu 40 mm’lik bombaatar mühimmatının da daha önce atılmış, ancak patlamamış, sert bir cisimle üzerine vurulması neticesinde patladığı, Ceylan Önkol’un olay anında elinde olduğu iddia edilen ve olay yerinde görüntülenen tahra (Bir tür eğri budama bıçağı) üzerinde de patlamanın parça tesirlilerinden meydana geldiği, değerlendirilen deforme izinin mevcut olduğu, havan mühimatının cidar kalındığının fazla olduğu, bu seseple olay yerine 60 milimetrelik veya 81 milimetrelik bir havan mühimmatının düşmesi halinde mutlak surette çok daha büyük parçalar ile kuyruk kısımlarının olay yerinde tespit edilmiş olması gerektiği, örnek olması açısından söz konusu havan mühimmatlara ait başka bir olayda elde edilen patlama sonrası görüntü fotoğrafları ile karşılaştırma yapıldığı, tüm bu hususlar ışığında Ceylan Önkol’un menşei ve modeli tespit edilemeyen, daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 milimetrelik bomba atar mühimattına eldeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığı’ bildirilmiştir.” Tüfekle atılan bir bomba İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Ceylan Önkol’un arazide bulduğu 40 milimetrelik lancer bombasınaelindeki nacar ile vurması neticesinde patlamanın olduğu tespit ediliyor’’ dedi. Atalay, Lice’de ölen Ceylan Önkol’un ölüm sebebine ilişkin açıklamalarda bulundu. Kriminal polisin çalışma yaptığını ve kendisini de bilgilendirdiğini aktaran Atalay, “Yapılan çalışma ve tespitlerin sonunda Ceylan Önkol’un arazide bulduğu 40 milimetrelik lancer bombasına elindeki nacar ile vurması neticesinde patlamanın olduğu tespit ediliyor’’ dedi. Atalay, otopside çocuğun cesedinden çıkan ve olay yeri inceleme çalışması neticesinde elde edilmiş metal parçalarının detaylı incelendiğini ve bu parçaların 40 milimetrelik lancer bombasına ait olduğunun anlaşıldığını kaydetti. Lancer bombasının tüfekle atılabilen küçük bir bomba olduğuna işaret eden Atalay, bombanın nereden gelmiş olabileceğine ilişkin soru üzerine, parçalardan bombanın cinsinin belirlendiğini ifade ederek, ‘’Bu bombanın üretim yeri, markası tespit edilemiyor maalesef. Onu da sorduk ama bu her yerde bulunabilecek, hem poliste hem silahlı kuvvetlerde hem terör örgütünde bulunabilecek bir bomba türü’’ dedi.
  2. Olayı orduya mal etme çabası değil bizimki,hazırlanan raporlar çok tutarsız,inandırıcı değil,hatta saçma biz bu kızı ne öldürdü diye sormak için,neden üzerine gidilmiyor demek için Taksimdeydik ve bu olay aydınlatılmadığı sürece bu tür eylemlere devam edeceğiz.Hani Ahmet Türk demişti ya ''Türkiye eski Türkiye değil,Kürtlerde eski Kürtler değil'' diye gerçektende biz artık eski baskıya boyun eğen susan Kürtler olmayacağız haklarımızı bütün demokratik yolları kullanarak arayacağız...
  3. Dtp'nin şu anki siyasetini tasvip etmediğimi zaten söylemiştim,benim demek istediğim cumhuriyetin ilk yıllarından beri kürt ismi üzerindeki yasaklar olmasa bugün bu tür söylemlerde olmazdı ülkemizde...
  4. Ceylanım (xezalım) dünakşam senin için Taksimdeydik,artık bu ülkede senin gibileri rahatça öldürüp düzmece raporlar düzenleyerek bizleri susturamayacaklar çünkü çok iyi biliyoruzki biz sustukça sıra bize gelecek...
  5. Siyasi yollarla hak talep etmeye çalışıyoruz partilerimizi kapatıyorlar,dernekler kuruyoruz kendi dilimiz ve kültürümüzle ilgili hergün baskın verip rahat bıraklmıyorlar kapatana dek,eee biz nasıl kendi özümüzü yaşayalım ve yaşatalım yasal yolları kapatırsanız biz hakkımızı nasıl yasal yollardan ararız?
  6. Nasıl yapalım taleplerimizi bize açık kapı bırakıldımıki?
  7. Türkçülükte Kürtçülükte İlkelliktir yanlıştır,Türklük ve Kürtlük dil,kültür özgürlüğü için mücadele etmek asla Kürtçülük olarak tanımlanamaz...
  8. Türkiyedeki o yasalara karşı hakkını savunmak ve yasaların değiştirilmesi amacı ile mücadele etmek ırkçılık oluyor ama o maddeleri anayasaya koyanlar ırkçı olmuyor öylemi.
  9. Aydın olmaının Atatürk ve ordu düşmanlığı olduğunu söylemek büyük haksızlıktır,sağa sola saldırmadan Devleti'de ordu'yuda eleştirebilmektir Aydın olmak,bunları mutlak bir inançla savunma içgüdüsü ile hareket eden insanlar aydın olamaz zaten,halkın gündeminden halka yapılan haksızlıklardan kopuk kendi hayal aleminde yaşayıp bu hayal aleminde yaşananları halkla paylaşmak yerine,halkın yaşamını etkileyen unsurları üst tabakadaki insanlara anlatabilmek,Devletin yaptığı Doğruları ve yanlışları halka anlatmaktır bir aydının görevi...
  10. Arkadaşım sorunumuz Dtp değil bende Dtp'nin temsilcisi değilim bunun kritiğini kendileri mutlaka yapıyorlardır zaten. Sorun şu ki; Türkiyede bir Kürt gerçekliği var ve Kürtlerin verilmeyen hakları var ve onlarda bu haklarını elde etmek için çaba safretmektedirler...
  11. Önce bölgeden söz edip sonra lafı Türkiye geneline taşımak saçma bir tutumdur,zaten Dtp'nin Türkiye genelinde bırakın Akp ve Chp'yi ırkçı Mhp kadar bile oy alamadığı çok açıktır,benim o oranları göstermem bölgedeki oy farkını göstermekti ama siz olayı dolandırıp hala benim anlatmak istediğimi çarpıtma yoluna gitmeye çalışıyorsunuz Ayrıca başlıktaki Kürtlere siyasal haklarını verelim sözüde çok yanlıştır biz o hakları zaten alıcaz...
  12. Aynende öyle... :clover:
  13. İnsani açıdan bakıldığında doğru olan budur ancak Türkiyenin çıkarları açısından İsrail gibi Amerika tarafından sırtı sıvazlanan ve büyük bir silah pazarına sahip olan ülkeyle restleşme doğru değildir...
  14. Bu söylediğiniz oranlama olayı sadece o bölgedemi yapılabiliyor yoksa bütün Türkiyede geçerlimidir? Yok eğer geçerliyse diğer partiler daha kötü durumdadırlar demektir,çünkü hiçbir parti hiçbir ilde bu oranlara ulaşamamıştır...
  15. Bugüne kadar o kadar insan asıldı kesildide sorun çözüldümü sayın politika? Bırakında bir kerede diyalogla çözüm denensin yoksa siz kardeşimiz dediğiniz kürt halkının kendi dilinde radyo,tv,gazete çıkarmak gibi haklarının olmadığınımı söylemek istiyorsunuz????
  16. İnkar etmek dilin ve kültürün yok sayılması demokrasidir evet haklısınız elbette... Kürt sorunu yoktur demekten hala hiç çekinmiyorsunuz ilginç...
  17. Başka söz söylemeye gerek olduğunu düşünmüyorum,işte insanlara biçilen değer bu kadar...
  18. Ozaman rica etsem bana örneğin ermenistanla yapılan protokol yada anlaşmalarda neden azerbaycanın hassasiyetini ön plana çıkarma gereği duyulduğunu mantıklı bir şekilde açıklarmısınız? Sayın Politika Sizin mantığınıza göre Orduya ve Türk Milliyetçiliğine aykırı bir görüş savunan herkes vatan hainidir zaten neden lafı dolandırıyorsunuzki...
  19. Erzurum Kongresi 1071 ve 1500'lerde olduğu gibi 1919'un hem öznel hem de nesnel koşulları, herkesten ve her şeyden önce Kürtlerle buluşmayı, Kürtlerle birlik olmayı zorunlu kılıyordu. Dönem konjonktürünün stratejik gerçeği buydu. O koşullarda Kürtlerle birlik, 'olursa iyi olur fakat olmasa da olur' değil 'olmazsa olmaz' bir zorunluluktu. 1919 koşularının bu konjonktürel stratejik gerçeğini görüp anlayan M. Kemal Samsun'dan; Anadolu Türkmenlerine, Ege'de düzenli Yunan ordusunu durduracak kadar güçlü bir örgütlülüğe ulaşmış Çerkez Ethem ve onun ağabeyi Çerkez Reşit Bey'in şahsında Çerkeslere vb. değil, herkesten ve her şeyden önce Kürdistan'a, Erzurum'a gitti. Türkmenlerden, Lazlardan, Çerkezlerden ve öteki bütün herkesten önce Kürtlerle buluştu, Kürtlerle anlaştı. Merkezi ve genel bir direniş mücadelesi için önce Kürtlerin onayını ve gücünü aldı. Bugünkü devletin, cumhuriyetin ve Türk ulusunun çekirdek yapılanması Kürdistan'da (Erzurum), Kürtlerin onayı ve gücüyle oluşturuldu. Erzurum Kongresi'nden üç yıl önce 1916 yılında Diyarbakır'da, 16. Ordu'da görevli olan M. Kemal, bu sırada pek çok Kürt önde geleni ile tanışmış ve yakınlık kurmuştur. M. Kemal'in Kürdistan'da görevliyken geliştirdiği bu ilişkileri, üç yıl sonra 1919 koşullarında değerlendirdiği dönemin Kürt önde gelenlerine, örneğin, Cemil Paşazade Kasım Beye yolladığı ve işgalcilere karşı geliştirilecek bir kurtuluş mücadelesi için görüş ve önerilerini içeren telgrafından anlaşılıyor. M. Kemal'in birlikte mücadele için başvurduğu Cemil Paşazade Kasım Bey ve öteki pek çok Kürt önde gelenlerinden, ortak mücadele için samimi ve olumlu yanıtlar aldığı biliniyor. Dahası bu şahsiyet ile öteki pek çok Kürt önde geleninin, dönemin Doğu orduları komutanı Kazım Karabekir'e, gelişen emperyalist işgale karşı kendileriyle birlikte mücadele etme istek ve kararlarını resmen bildirdikleri de biliniyor. Bu koşullarda Samsun'dan (Lazistan) Erzurum'a (Kürdistan'a) gelen M. Kemal, burada daha önce değişik yollardan bağlantı kurup ilişkilendiği Kürt önde gelenleriyle buluştu. Erzurum'da Kürt önde gelenlerinin 'gönüllerini fethedip' güven ve desteklerini sağlayabilmek için onların ellerini öptü. Bu koşullarda gerçekleşen Erzurum Kongresi'ne katılanların ulusal ve siyasal kimlikleri ve emperyalist işgale karşı aldıkları merkezi ortak direniş kararları, kongre belgelerinde kayıtlıdır. Söz konusu belgelerdeki kararlar, daha sonra Ankara'da kurulacak, merkezi yasama ve yürütme organı olan Büyük Millet Meclisi'nin (BMM) ve bu kurumun içinde ve üzerinde inşa edilecek olan devletin ve cumhuriyetin asli kurucusu olan Kürtlerin ve Türklerin ortak kararları olarak görülmektedir. BMM'nin, devletin ve cumhuriyetin çekirdek oluşumu olan, Erzurum Kongresi'nin Kürt öncülerinden Erzurum Albayrak Gazetesi'nin sahibi ve başyazarı Süleyman Necati (Güneri) bey hatıra defterinde 'Kürtler, Erzurum Kongresi'nin bütün hedeflerine gönülden katılmışlardır' demektedir. M. Kemal de Erzurum kongresinden hemen sonra yaptığı konuşmada; 'Kürtlerle Türkler birleştiler' demiştir. Erzurum Kongresi olmasaydı Kürt - Türk birliği olmazdı. Kürt - Türk birliği olmasaydı BMM, cumhuriyet, devlet ve bugünkü Türk uluslaşması olmazdı.
  20. A - Osmanlı'da Kürtlerin legal deneyimi 1800'lü yıllara kadar bir bağımlılık ve yer yer çatışmalar olsa da, Osmanlılarla büyük oranda barış içerisinde yaşayan Kürtler, II. Mahmut'un emirlik ve beyliklerini merkezi otoriteye bağlama faaliyetleri sonrasında rahatsızlık ve huzursuzluk duymaya başladılar. Emirliklerin otonom statülerine son vermek isteyen merkezi devletin yeni yaklaşımı ve hukuku, doğal olarak beyleri isyancı pozisyonuna düşürmekteydi. Bunun sonucu olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda durmak bilmeyen ayaklanmalar baş gösterir. Çıkarılan yeni yasalarla da eyaletler kontrol altına alınmaya ve sınırlar korunmaya çalışılır. Meşrutiyet, Meclis-i Mebusan ve Kürtler 19. yüzyılın ikinci yarısında, imparatorlukta yaşanan çalkantı iyice boyutlanır. Diğer taraftan da Batı'da gelişen halk hareketleri ve her alandaki tarihi değişimlerin etkisi günden güne etkili olmaya başlar. Osmanlı'da da yeşeren aydınlanma, padişahı ve yetkilerini zorlama ve sınırlama sürecine sokar. Başlayan aydınlanma hareketi üzerine, 23 Aralık 1876 yılında I. Meşrutiyet ilan edilir. Aristokrasi sınıfının katıldığı seçimlerle (bir bölümü de atamayla) oluşturulan Meclis-i Mebusan, Osmanlı İmparatorluğu'nda 'parlamenter sisteme' geçişin başlangıcı olur. Oluşturulan meclis 115 üyeden oluşmaktaydı. Ancak bu mecliste kaç Kürt milletvekilinin yer aldığı bilinmemektedir. Zaten bu dönemde parçalanmadan arta kalan Osmanlı topraklarında 'ümmet' ve 'Osmanlı' kimlik duygusu hala ağır basmakta, etnik ya da ulusal duygular ise yeni yeni yeşermektedir. 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve giderek güçlenen İttihat ve Terakki Fırkası, Kürtlerin ve Ermenilerin dikkatini çekerek, aydınlarının birlikte hareket etmelerini sağlar. Bu dönemde de Kürtlere karşı Osmanlıcılık ve İslamcılık kavramları altında çok sinsi bir politika izlenir. Bu iki kavram çok iyi kullanılarak Kürtlerin eritilmesi hedeflenir. II. Abdülhamit döneminin sonunda, 23 Temmuz 1908'de, II. Meşrutiyetin ilanıyla aynı yılın kasım ve aralık aylarında mebus seçimi yapılır. Seçimlerin sonunda İttihat ve Terakki çoğunluğu sağlar. 4 Aralık 1908 - 1912 dönemi Meclis-i Mebusan'ında 142 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 23 Rum, 12 Ermeni (bunlara 4 Taşnak ve 2 Hınçak mensubu dahildi), 5 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp ve 1 Vlah mebus bulunmaktaydı. Anlaşıldığı üzere Kürt mebuslar 'Türk' ya da diğer bazı uluslardan gösterilmiştir. Bu dönem içinde sadece Babanzade İsmail Hakkı (Bağdat) Kürt olarak geçmektedir. Kürdistan vilayetlerinden ise 28 mebus görünmektedir. II. Meşrutiyet döneminin ikinci Meclis-i Mebusan (padişahın birincisini 18 Ocak 1912'de feshetmesi ve yapılan seçimlerden sonra) 18 Nisan 1912'de toplandı. Bu meclis, 5 Ağustos 1912'de, içte ve dışta siyasi ortamın gerginleşmesi nedeniyle Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın önerisi ile feshedildi. Balkan Savaşı nedeniyle seçime gidilemedi ve sıkıyönetim ilan edildi. Bu dönemde Kürdistan'dan 41 mebus mevcuttur. Kürt olarak sadece dört isim geçmektedir: Babıâli Baskını sonrası şartlarında, 1914'te tek parti düzeninde seçime gidilmiş ve 5. Meclis-i Mebusan üyeliklerinin tamamını İttihat ve Terakki elde etmiştir. Bu Meclis 1. Dünya Savaşı boyunca bu haliyle faaliyetlerde bulunmuştur. Bu mecliste Kürt olarak tanıtılan hiçbir isme rastlanmamaktadır. Kürdistan'dan 5 mebus bulunmaktadır. Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 12 Ocak 1920'da ilk toplantısını, 18 Mart 1920'de son toplantısını yapmış, üyelerinin bazıları İstanbul'daki işgal güçleri tarafından tutuklanarak sürgüne gönderilmiş, önemli bir kısmı ise Ankara'ya geçerek kurulacak Büyük Millet Meclisi'nin 1. Dönemi'nin nüvesini oluşturmuş, resmen kapatılışı ise yine işgal güçlerinin baskısıyla padişah VI. Mehmet Vahdeddin'in 11 Nisan 1920 tarihli kararıyla gerçekleşmiştir. Bu mecliste Kürtlerin yaşadığı çeşitli vilayetlerden 25 - 30 arası milletvekili görünmektedir. Kürt olarak tanıtılan hiç kimse yoktur. (Vikipedi, özgür ansiklopedi) Bu meclislerde genel olarak İttihat ve Terakki Fırkası'nın kendi siyasetine yakınlık duyan ve Kürt ulusal davasından uzak olan kişileri seçtiği tahmin edilmektedir. I. Paylaşım Savaşı'nın hemen ardından, 21 Aralık 1918'de yeni seçimler yapılmak üzere eski meclis feshedilir. Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip ve Osmanlı hanedanının denetimi dışında bir meclisin açılması kararı alınır. Kurucu Meclis ve seçimlerle ilgili 19 Mart 1920'de bir bildiri yayınlar. 22 Nisan 1920'de yapılan çağrı ile parlamento 23 Nisan 1920 günü toplanır. Bir sonraki gün, 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne gönderilir. Kürt temsilci olan Şerif Paşa da 10 Ağustos 1920'de imzalanan Sevr Antlaşma masasına oturur. Sevr Antlaşması'nın 62. maddesi, 'Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerel otonomi' verilmesini öngörmekteydi. 64. madde ise, Kürt halkının bağımsızlık elde etmesinin yolunu açmaktaydı. 20 Ocak 1921'de ise Ankara'daki BMM'de (Büyük Millet Meclisi) 24 maddelik çok kısa bir anayasa hazırlanır. Sergilenen politik yaklaşımlar sonucu, hazırlanan Anayasa'da, ayrıntılı hükümlere yer verilmez. B - İşgal güçlerine karşı ortak direniş Alman-Avusturya ittifakıyla girdiği Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu, savaşın galipleri olan İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan arasında paylaşılarak işgal edildi. Anadolu (Türkiye) ve Mezopotamya (Kürdistan) topraklarında gelişen fiili işgale karşı bu topraklarda yaşayan halkların da direnişi gelişti. Ege'de Yunan ordusunun ilerleyişini, doğrudan kendi örgütleyip yönettiği Kuvvay-ı Seyyariye birlikleriyle Gediz'de durduran Çerkez Ethem oldu. Batı Kürdistan da gelişen Fransız işgaline karşı Tolhildan (Maraş), Dilok (Antep) ve Ruha (Urfa)'da Karayılan ve Sütçü İmam gibi yerel öncülerin örgütleyip geliştirdikleri milis hareketleri ortaya çıktı. Halkların geliştirdiği mücadelenin ürünü olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra M. Kemal ve İttihatçı avenesi tarafından vatan haini ilan edilen fakat esasında, sade ve gözü pek bir direniş kahramanı olan Çerkez Ethem, galip devletler tarafından terhis edilerek lağvedilen Osmanlı ordusunda bir küçük zabit (çavuş) olarak bütünlüklü bir ideolojik çizgi, dünya görüşü ve dolayısıyla politik bir bilinçten yoksundu. O, küçük ve orta boy askeri birliklerle, büyük sonuçlar sağlayabilen yalın bir eylem adamıydı. Adına yakılan halk türkülerinde, 'Fransız kurşunu değmez adama' diyen Karayılan'dan Sütçü İmam'a, Kürdistan'da gelişen yerel milis hareketlerinin öncüleri de her bakımdan yetersiz ve mahalli nitelikteydiler. Güney Kürdistan'da İngiliz işgal güçlerine karşı Şeyh Mahmut Berzenci önderliğinde isyan geliştirilmişti. Şeyh Ahmet Barzani savaşırken yaralı olarak esir düşmesinin ardından, kardeşi Mele Mustafa Barzani ile emperyalist işgale karşı sürdürüp geliştirdiği kararlı direniş elbette ki her bakımdan takdire şayan olmakla birlikte, geneli kucaklayan, merkezi ve bütünlüklü bir toplumsal-siyasal örgütlü güce ulaşmaktan - Şeyh Mahmut Berzenci, Şeyh Ahmet ve Mele Mustafa'nın kişisel niyet ve yeteneklerinin çok ötesinde ve üzerinde seyreden tarihsel ve dönemsel gerçeklerden dolayı - yoksun kalmıştır. Bu koşullarda, Osmanlı toplumsal yapısı içinde dönemin tek örgütlü gücü olan İttihat Terakki çetesi, bölge halklarının emperyalist işgale karşı gelişen direniş eylemlerinin sonuçlarını ve bu halkların bütün potansiyel güç ve imkanlarını kendi yağmacı, çapulcu ve çeteci emellerinin potasında toparlayarak, bölge halklarının kuralsız asimilasyonu ve özellikle Kürt halkının inkarı ve imhası doğrultusunda kullandı. Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu'nun molozları üzerinde inşa edilen TC devleti ve Türk uluslaşmasının kuruluş sürecinde Kürtlerin yeri, rolü ve parlamento deneyimlerini özetlemeye çalışacağımız dönemin tarihsel gerçekliklerinin bazı belirgin özellikleri bunlardır. Kongreler ve Kürtler M. Kemal, işgalci İngilizlerin vesayeti altında olan Sultan Mehmet Vahdettin'den aldığı yetki ve talimatla, Anadolu ve Kürdistan'da emperyalist işgalcilere ve İstanbul hükümetine karşı gelişen direniş hareketlerini tespit ve bertaraf etmekle görevli olarak, Mayıs 1919'da Samsun'a gelir. Oysa İstanbul'dayken çoğunluğu Osmanlı ordusundan terhis edilmiş asker, bürokrat, İttihatçı aydınlar ve bunların örgütleyip geliştirdiği gizli kurumlarla sıkı ilişki içinde olan M. Kemal, Sultan Vahdettin'in kendisinden tespit ve bertaraf etmesini istediği direniş hareketlerini denetim altına alıp toparlayarak, yeni bir devlet ve ulusun kuruluşu için kullanmayı tasarlıyordu. 19 Mayıs 1919'da çıktığı Samsun'da, genel durumu değerlendiren M. Kemal'i başarıya götüren, daha önce Alparslan ve Yavuz'u başarıya götüren aynı stratejik karar, yani 1919 koşullarında herkesten ve her şeyden önce Kürtlerle işbirliği kararı olmuştur. Resmi Türk tarihi bu gerçeği, Kürtlere karşı uyguladığı inkar ve imha nitelikli kuralsız asimilasyon stratejisinin temel ve zorunlu bir gereği olarak, inkar etse de M. Kemal'in 1919 koşullarında aldığı tarihi stratejik karar ve attığı stratejik adım budur.
  21. Altında konuştuğumuz başlığa bir bakın,nedense hepiniz bu başlık altında yorum yapmayı tercih ettiniz,oysa ben tarafsız bir başlık atmıştım ama benim açtığım başlık altında yazmadınız hiçbiriniz acaba sebebi ölen çocuğun Kürt olması ve Pkk'ye mal etme içgüdünüz olabilirmi?
  22. Desene artık aydın olmak içinde Türk olmak şart oldu
  23. Türkiyede sizin dediğiniz gibi bir ulusal anlayış var işe bu Ulusal ortaklığın adı bir ırk adı olmamalıdır,eğer bir ırk adı olursa bu ülkedeki diğer bir ırk çıkıp buna itiraz edebilme hakkına sahip olur.Dil konusunda defalarca yazdık,kimsenin Türkçenin ortak dil olmasına bir itirazı yoktur,okullarda Kürtçe eğitim verilmesini istemek demek Türkçenin Kürt asıllı vatandaşlarımızın hayatından çıkarılması demek değildir,zira Türkçe bizim ortak dilimiz,paylaşım ve iletişim noktamızdır ancak şunu kabullenmek zorundasınız ki;Kürtlerin kendi dillerine yaşama ve yaşatma hakları vardır ve bu haktan asla vazgeçmeleri sözkonusu değildir,bazı arkadaşlarımız bu hakkın farkında olduklarını ve bu hakkın verilmesini istediklerini söylemektedirler ama iş pratiğe geldiğinde anadilde eğitime,anadilde yayına,anadilde devlet kurumlarından faydalanmaya hayır diyorlar,buda o arkadaşlarımızın nasıl bir çelişki içinde olduklarının apaçık bir göstergesidir,onların dediği gibi Kürdüm demek,Kürtçe konuşmak,Kürtçe yayın yapmak,Kürtçeyi öğrenmek ve öğretmek vs. sayabileceğim yüzlerce şey serbest olsaydı bugün bu ülkede kürt sorunu olmazdı...
  24. Ceylanın abisi şunu dedi bunu dedi mesele bu değil konuyu ayrı yerlere ekmeyin lütfen,ortada bir cinayet var ve devletin kurumları neden bunu örtpas etmeye çalışıyorlar? Neden Ceylanın cesedi başına gidilmiyor ve bir imama kamere verilerek olayı kaydetmesi isteniliyor? Neden ceylanın otopsisini bir hademe yapıyor? Yıllardır Güneydoğuya hep ya sürgün yada stajyer Doktorlar,hemşireler,hakimler,savcılar vs. gönderildi,afedersiniz ama o insanlar bu ülkenin deneme tahtasımı?
  25. Bölgeden bu kadar oy alanlara daha önce adam öldüren,hırsızlık yapıpta milletvekili dokunulmazlığının ardına saklananlara yapılmayanlar düşüncelerden dolayı yapılmasın yeter... DİYARBAKIR: DTP: 59,31, AKP: 32,38 HAKKARİ: DTP: 71,33 AKP: 21,17 VAN: DTP: 48,31 AKP: 34,99 MARDİN: DTP: 43,82 AKP: 27,16 ŞIRNAK: DTP: 60,04 AKP: 31,61 BATMAN: DTP: 52,68 AKP: 35,27 AĞRI: DTP: 37,23 AKP: 28,94 SP: 11,23 MUŞ: DTP: 43,33 AKP: 32,52 SP: 8,29 IĞDIR: DTP: 32,85 AKP: 22,95 MHP: 16,48 BĞSZ: 12,96 SİİRT: AKP: 36,52 DTP: 35,65 KARS: AKP: 36,57 DTP: 17,65 MHP: 17,58 CHP: 14,57 URFA: AKP: 40,22 DTP: 19,58 DERSİM: AKP: 28,90 DTP: 18,87 BİNGÖL: AKP: 41,20 DTP: 21,50 SP: 20,00 ADIYAMAN: AKP: 49,23 CHP: 14,76 SP: 12,83 MHP: 7,88 DTP: 5,70 ELAZIĞ: AKP: 46,45 MHP: 16,98 SP: 14,15 CHP: 6,79 DP: 4,60 DTP: 3,83 ANTEP: AKP: 47,98 CHP: 24,07 MHP: 8,90 DTP: 5,08 ANF

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.