''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey
-
Türkiye Israil'e karsi sertleşiyor
Anlatmak istediğiniz ne anlayamadım,Azeri Türkleride müslüman değilmi filistinliler gibi? Ben Diyarbakırlının yazılarında öyle bir vurgu göremedim, ayrıca bu başlıkta tartışılan şey ermenistan ve Türkiye ilişkisi iken bazı arkadaşlarımız yine konuyu Kürtlere getirmişlerdir..Şeyh Said'in,Öcalan'ın,Barzani'nin kimin adamı olduğunu tartışıyorsunuzda neyse,kimin ne olduğunu biliyoruz ama malum bu ülkede düşünce özgürlüğü olmadığından her gerçeği yazmak uygun olmuyor.....
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
80 YIL boyunca bu gelenek devam ettirildi ama Kürtlerin buna karşı boyun eğmemesi,bu sorunun artık uluslararası konjektürde bir sorun olarak gündeme gelmesi,bugün Kürtlerin bu ülkenin gerçeği olduğunu kabul ettirdi yöneticilerimize,ayrıca Kürt asimilasyonu (Kürt yoktur) söylemi kurtuluş savaşının hemen akabinde söylenmiştir,şex said isyanı ise 1925'te ortaya çıkmıştır....
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
TÜRKİYE'DE ASİMİLASYONCU EĞİTİM POLİTİKALARI Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı sürecinde ve birinci mecliste halkların varlığına, dillerine ve kültürlerine yönelik bir inkar bir inkar politikası göreceli de olsa yoktu. Mustafa Kemal, Meclis kürsüsünde şunları dile getiriyordu: "Meclisi alanizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir, fakat hepsinden oluşan İslami unsurlardır." (1) Ayrıca Eskişehir basın toplantısında sorulan bir soruya cevaben: "...Dolaysıyla başlı başına bir Kürtlük tasavur etmektense, bizim anayasa gereğince zaten bir tür yerel özerklik oluşacaktır. O halde hangi ilin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir." (2) 22 Temmuz 1922'de Siverek Milletvekili Lütfi Bey, Meclis'te şunları söylüyor: "Efendiler bugün bendeniz Kürdistan mebusuyum, Kürdistan ahalisi ihaneti, isyanı kesinlikle hatıra getirmemiştir." (3) buna benzer gerçeklerin dile getirilmesi her kesimce olağan idi. Bu ve buna benzer çokça söylem ve gerçek gizlenmiş, yeni nesillerden kaçırılmış, yerine inkara ve imhaya dayalı asimilasyoncu bir politika uygulana gelmiştir. Bir halkı yok etmenin, egemen halka entegre etmenin temel koşullarından biri onun dilini yok etmektir, ayrıca tarihini ve kültürünü yok saymak ve hiçleştirmektir. Kendinden kaçışın yol ve yöntemlerini uygulamaktır. Türkiye'de özellikle Lozan Antlaşması'ndan sonra böylesi bir politika uygulanmaya başlanmıştır. 3 Mart 1924'te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Yasası'yla asimilasyoncu eğitim-öğetimin yolu açılmıştır. Ayrıca "Şark Islahat Planı" uygulamaya konulmuştur. Bu planın 14. maddesi aynen şöyledir: "Malatya, Elazığ, Diyarbakır, Bitlis, Van, Muş, Varto, Urfa, Ergani, Hozat, erciş, Adilcevaz, Ahlat, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Ovacık, Adıyaman, Besni, Hekimhan, Birecik, Çermik vilayet ve kazalarında hükümet ve belediyelerinde, dairelerinde ve diğer kuruluşlarında, okullarında ÇARŞI PAZARDA Türkçe'den başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine aykırılıkla suçlanarak cezalandırılmalıdır." Aynı yasanın 17. maddesi: "Fırat'ın batısındaki illerin batı bölümlerinde dağınık biçimde yerleşmiş Kürtlerin Kürtçe konuşmaları mutlaka yaaklanacaktır ve kız okullarına önem verilerek, kadınların Türkçe konuşmaları sağlanacaktır." (4) Bu uygulamalara ek olarak 14.06.1934'te "Mecburi İskan Kanunu" devreye konulur. Kürtler Orta Anadolu'ya sürülür. Kürt çoğrafyasına da Türk göçmenler yerleştirilerek ekonomik ayrıcalıklar tanınır. Yerli halkı asimile etme amaçlanır. Türk dilini ve tarihini yüceltmek ve geliştirmek ayrıca Kürt ve diğer halkların dilini ve tarihini yok etmek ve aşağılamak için, 1930'larda Türk Tarih Tezi ve Güeş Dil Teorisi geliştirilmiştir. "Ne mutlu Türküm diyene" bu işin sihirli vecizesi olmuştur. 1933'te Türk Tarih Tenkit Cemiyeti üyelğine Dr. Arın (Safet) Engin atandı. Şunu öneriyor: "Şimdi onları Türklüğe kaynaştırma baş ödevimizdir. İlkokularada 'Brovny' usulüyle." Bu usulün amacı yabancı ırklara mensup çocukların ilkokullarda asimile edilerek İngiliz ulusunun svunucusu ve bir ferdi haline getirilmesidir. (ilkokullarda okutulan 'Andımız' İngilizlerden esinlenerek hazırlanmıştır.) Aynı şahsiyet, çıkan depremler vesilesiyle "Kürtleri Almanya'ya ve batı illerimize gönderelim." diyor. (5) Kürtlerin kendinden kaçışını sağlamak için aşağılayıcı çeşitli sıfatlar takılnılmıştır. "Kürt demek Kurt demektir. Kürt demek kardan çıkan kart kurt sesleri demektir. Kürt demek dağlı demektir vs. vs...." Ayrıca Kürt: "Soyca Türk olup dillerini değiştirerek bozuk bir Farsça konuşan, Türkiye, İran ve Irak'ta yaşayan topluluk ve bu topluluktan olan kimse demektir." (Türkçe Sözlük 1974 s. 533) Asimilasyonu derinleştirmek ve Kürt çocuklarını benliğinden uzaklaştırmak için 1935'ten itibaren Yatılı İlköğretim Bölge Okulları (YİBO) açıldı. Türkiye genelinde 94 YİBO'nun %70'i Kürt çoğrafyasında açılmıştır. bu okullarda katı bir disiplin ve ailelerden çocukları izole etme ve Kürtçe'yi yasaklama durumu söz konusudur. Öyle görünüyor ki kanunlar yetmiyor, konu anayasaya kadar taşınmıştır. Anayasa'nın 42. maddesinde: "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak oktulamaz ve öğretilemez." Aynı maddede Atatürk ilke ve inklapları doğrultusunda eğitim ve öğretimin verilmesi zorunlu kılınıyor. Anayasâ'nın 3. maddesinde: "Devletin resmi dili Türkçe'dir" deniliyor. Türk Vatandaşlığı mad. 66 : "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." Yani, Kürt, Laz, Arap, Çerkes vb. kimliklerle vatandaş olamazlar. Bu ırkçı bir yaklaşımdır. Sosyal gerçekliğe ve sosyal bilime aykırı bir tespittir. Bu şuna benzer, Kurt yer, içer. koyun, at deve de yer içer, o halde hepsi kurttur. Türk egemen anayışın bilimsel olmayan mantığı maalesef böyledir. Bunu halklara zorla dayatarak kabul ettirmek istemiştir ve hala da devam edilmektedir. Tüm bu ve benzeri yaklaşımların evrensel hukuk ve haklarla bağdaşır yönünü incelemekte yarar vardır. Lozan Antlaşması'nın 39. maddesinde şöyle bir şık vardır: "Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerek ticari ilişkilerinde, din, basın, ya da her çeşit yayın konularıyla, ya da açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır." Siyasi Partiler Yasası'nda Türkçe'den başka bir dil kullanılmıyor. Kürtçe konuşan çok kişi çeşitli cezalar almıştır ve almaya da devam ediyorlar. BM Evrensel İnsan Hakları Bildirisi 06.04.1949 tarihinde Başbakan İsmet İnönü be bakanlarınca Meclis'te kabul edilmiştir. Bu bildirinin mad. 27-3 şıkkında: "Anne-baba çocuklarına verilecek eğitimin türünü, öncelikle seçme hakkına sahiptir." der. "Viyana Bildirisi md. a-Bütün halklar, kendi kaderni tayin etme hakkına sahiptir, der. Md. 19-3 c-3'te: Kendi dillerini, serbestçe ve herhangi bir biçimdeki ayrımcılık ya da müdahale olmaksızın özel ve kamusal yaşamlarında kullanma hakları vardır." Adı geçen maddeler ve benzerleri BM Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nde, Tahran ve Moskova sözleşmelerinde de mevcuttur. Yani evrensel hukukta tek ırk dayatması ve diğer halkların asimile edilmesi bir insanlık suçu olup beyaz soykırım olarak kabul edilir. Bireyin dili sadece kendi dili değildir. Ailesinin, çevresinin ve soyunun dilidir. Amerikalı Watson, "Dil ile düşünce özdeştir" der. K. Marx da, "Dil düşüncenin kendisidir" der. Görüldüğü gibi bireyin ya da toplumun dilini yok etmek, düşüncesini yok etmektir. Bir birey ya da toplum sadece yaşadığı dönemle var değildir. O halkın tarihi, sosyo-psikolojik yapısı, siyasal yapısı, kültürü kısacası tüm geçmişi söz konusudur. Asimilasyon, bireyi ya da toplumu kendi geçmiş köklerinden koparmaktır. İçini boşaltıp yeni bir kişiliğe kavuşturmaktır. Geçmişi olmayan ya da unutturulan bir bireyin ya da halkın övünecek, ders alacak bir geçmişi olmadığı için kendisini boşlukta hisseder. Ayrıca yalancılığa yani etik olmayan ahlaksızlık normalrına zorlanması demektir. Örneğin bir Kürt çocuğu anne-babasından Kürt olduğunu öğreniyor, iyi-kötü tarihini, kültürünü öğreniyor. Sonra biri kalkıp diyor ki sen Kürt değil, Arapsın, Farssın ya da Türksün, şu tarih, şu kahraman, şu kadar kurulan devlet, kültür senindir. Peki bu gerçek mi? Yalan doğrunun yerine ansıl konulur ya da kabul edilir? Kendini inkar ne anlama gelir? Bunu dayatan insanlığından, etik ahlak kurallarından, doğru olmak-söylemekten ne anlamıştır? Kendi halk gerçekliğini, tarihini, tüm değerlerini inkar etmek bir başkasının geçmişine adeta konmak insan olmayla bir ilgisi olabilir mi, bu gaspçılık olmaz mı? Benzer soruları çoğaltmak mümkündür. Zaman zaman yazar aydın geçinen şahsiyetler kim kendisini hangi kimlikte hissediyorsa o dur derler. Bu aldatmacadır, sosyal bilimle alakası yoktur. Nesnel gerçeklik ne ise odur, his işi değildir. Ender Hepsöyler der ki: Çocuk ilkokula başlayana kadar 5000'e kadar etkin, 27000'e yakın sözcük de edilgen olarak öğrenir. Anadille eğitimin reddi tüm bu birikimin ve şekillenişin reddi demektir. Çocuk gelişmeye ve öğrenmeye en müsait döneminde boşlukta bırakılarak sıfırdan yeni bir bilmediği dille karşı karşıya getiriliyor. yaşıtlarıyla baştan kocaman bir eşitsizlikle başlıyor. psikolojisi bozuluyor, öz güvenini kaybediyor, okula, öğrenmeye olan ilgisi azalıyor. Kendini ifade edememe ezikliğiyle suskun edilgen bir kişiliğe bürünüyor. Doğru cümle kurma sorunu yaşıyor. Kısacası ömrü boyunca çok çeşitli sorunlar yaşayarakgerçek kişiliğini bulmakta ve cevherini açığa çıkararak başarılı olmakta zorlanıyor.Dolaysıyla gerek Türkiye'de gerekse dünya ülkelerinde herkesin anadiliyle eğitim yapması hem bir insani haktır, hem de başarıya giden yolu temelidir. Türkiye'yi yönetenlerin bu gerçeği görerek bir an önce anayasa ve yasalarda mevcut olan engelleri kaldırarak anadilde eğitimin önünü açmaları gerekir. Kürt kimliği anayasal güvenceye alınmalı. Diğer kimlik ve inançların önü açılmalı. Bu bir insan olma sorunudur. (1)- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 3 Temmuz 1920 C.1 s.73 (2)-TBMM Gizli Celse Zabıtları C.3 s 564 (3)-TBMM Gizli Celse Zabıtları C.3 s 564 (4)-Emekçiler sayı: 4 s40 Nejdet Uygun (5)-Türk Tarih Tezi Güneş Dil Teorisi ve Kürt Sorunu say:80 İsmail Beşikçi yako asdeso 11 09 2007 - 21:52 Bir zamanlar Kürtçe konuşma suçunun karşılığı ya dayak ya da para cezasıydı. Satmak icin pazara ürün getiren köylüler, dayak ve para cezasından kurtulmak için müşterileriyle el ve kol hareketleriyle anlaşmak zorunda kalıyorlardı. Kürtlere has çıkartılan bir diğer kanun da Mecburi İskan Kanunu (Zorunlu Yerleşim Kanunu)'dur. Bu kanunun 2. maddesine göre Kürtlerin Akdeniz, Ege, Marmara ve Trakya bölgelerine yerleştirilmeleri öngörülüyordu. Bunlar nedemektir? 11-A. maddesi: Anadili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri (verilmesi) yasaktır. 13. maddenin 3. fırkası: Türk ırkından olmayanların, serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskanı mecburidir. Yukarıdaki maddelerden anlaşılacağı üzere hem Şark Islahat Planı hem de Mecburi İskan Kanunu'nun yegane amacı Kürtleri asimile etmek, kimliklerini ortadan kaldırmak ve dillerini unutturmaktı. Resmi dili konuşamadığı için vatandaşını idam eden başka bir ilkel ve cani rejim gösteremezsiniz. Şark İstiklal Mahkemesi üyesi Süreyya Örgeevren, hatıratında anlatığına göre Şeyh Said Olayı'ndan dolayı kurulan mahkemeye 20-25 yaşlarında hiç Türkçe bilmeyen bir genç getirilir. Binlerce sanıklı mahkemedeki izdiham nedeniyle mahkeme heyetinin, Sorgulamaya bile gerek yok. Türkçe bilmeyen bir adamdan zaten memlekete hayır gelmez diyerek idama karar verdiklerini anlatıyor. Ş. Örgeevren, idam edilen gencin sürekli rüyalarına girdiğini de itiraf ediyor.
-
KÜRTÇE'YE RESMİ DİL YOLU AÇILDI
Benliğini muhafaza etme güdüsü konusunda Türk'lerden daha geride değilllerdir,aradaki fark Türk dili ve kültürünün devlet eliyle muhafazası ile,Kürt dili ve kültürünün devlet eli ile asimilasyonudur. Kürtler gibi asimilasyon altında tutulan halkların kontrolünü sağlamayı kolaylaştırdığı için aşiret yapısını devlet bilerek muhafaza etmiş,aşiret reislerine destek olmuştur. Türkiye Cumhuriyetinde devletin kurumlarının yaptıkları demokrasiye ne kadar uygun ki halkın yaptıklarının uygun olmasını bekleyelim? Sadece osmanlıyı suçlamak doğru değildir,Cumhuriyet döneminde göreve gelen her hükümet bölgede kendi taraftarı aşiret reislerini kuvvetlendirmek için her istedikleini yerine getirdi. ***** Biz sizn devriminiz gibi ötekileştiren bir devrimci olacaksak,yok sayan bir devrimci olacaksak aman eksik olsun. bizim dil ve kültürümüzü yok etmek için çaba gösterenlere inat bugün dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde Kürtler kabul görmekte,Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Bölgesi varlığını güçlendirerek devam ettirmekte,Türkiyedeki bütün asimile çabalarına rağmen yeni kazanımlar ile eşit haklara sahip olma yolunda ilerlemekte,iranda bu haklara benzer haklar elde etmekte,suriyede Beşar Esat yönetimi Türkiyedeki kürt açılımının ilerleyişi doğrultusunda Kürtlere yeni haklar vereceğini açıklamaktadır,demek istediğim yenildiniz artık,dilediğiniz kadar ''Kürt yoktur,Kürtler dağ Türk'leridir'' deyin bu yok sayan,ötekileştiren kafa yapısı yenildi,fazla üzmeyin kendinizi bu söylemler yine elinizde bir çelik çomak oyunu olarak kalsın,oynadıkça bizi hatırlarsınız......
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Siz bir halkı yok sayanlara hesap sorabildinizmikide gelip bizim kime hesap sorup soramadığımızı soruyorsunuz,Pkk'yi bu ülkenin başına bela edenin,bir halkı yok saymak ve asimile etmek isteyenler olduğunu bilmenize rağmen bunu kaç defa söyleyebildiniz? Şehit olan,gazi olan askerlerin yakınlarınında,dağda ölen,sakat kalan gençlerin,dili yasaklanan bir halkında acılarını hepimiz anlamamız ve bunları rencide etmememiz gerekmektedir,kan davası gütmenin yeni ölümler ortaya çıkaracağınıda biliyoruz,işte amaç bunu engellemek ama hükümetinde şu anki verdiği izlenimde yanılgıya düştüğü görülmektedir,Pkk sorun değil,sorunun sonucudur,ama hükümet bunu algılayamayan bir profil çizektedir....
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Bunun suçlusu biz değil,bizi anlamak istemeyenlerdir,Kürt halkının Türk halkıyla asla bir problemi olmadığını,problemin sistemle olduğunu,sistemin kendini savunmak için kürt halkının karşısına hep türk halkını çıkardığını defalarca anlattık ama bunu anlamak istemeyen sizsiniz,istenilen şeyler öyle çok büyük şeylerde değildi,dedikki dilimizi konuşalım,bize siz yoksunuz demeyi bırakın,dilimizi eğitelim,öğretelim,kendi dilimizle kültürümüzle var olalım ama hep aldığımız cevap aynı oldu ''Tek dil,Tek,millet,Tek bayrak'' tek bayrak ve tek vatan konusunda size katılabilirim ama bu ülkede bir kürt halkı olduğunu ve onların bir dili ve kültürü olduğunu,siyasal haklarının olduğunu kabul edin sizde.......
-
TSK siyaset yapmasın
Ben yine maddeler halinde yazayım eniyisi... 1-Türkiye'nin 2002 öncesindeki haline bakın ve bugününe ''siyasal,ekonomik,kültürel'' anlamda çok çok daha ilerdeyiz. 2-İşgal kelimesi bildiğim kadarı ile dışarıdan gelerek içriye yerleşme-daha evvel bulunmadığı yerleri ele geçirme anlamını taşıyan bir kelimedir,Kürtler bu topraklarda,Türkler daha asyadaykende vardılar. 3-Aynı ülkeyi,aynı toprağı sahiplenmek için aynı soydan geldiğini (öyle olmasan bile) kabul etmek gerekmez,yani tekçilik şart değildir,teklemeninde manası yoktur. 4-Dağdan inenler kahraman gibi karşılanmadılar,barışa susamış insanlar,Hasip Kaplan'ında dediği gibi bütün parti taraftarları tarafından karşılandı sadece Dtp taraftarları tarafından değil,bunun sebebide,savaşın soğuk yüzünü görmekten bıkan insanların tepkisi olarak nitelemek gerekkir., 5-Bu halk,kendisini bilerek ve isteyerek cehalet içerisinde bırakarak sömürenlere karşı en güzel cevabını seçim sandıklarında verdi,bugün seçim olsa dahada sert bir şekilde verecektir,örneğin Mhp meclise giremeyecek,Chp yüzde 15'i aşamayacaktır...
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Alsana Barış Umudu......... Polis tarafından Şırnak'ın İdil ilçesinde gözaltına alınan 52 yaşındaki Resul İlçin, polis merkezinde yaşamını yitirdi. Polis yetkilileri, İlçin'in düşüp başını çarpması sonucu öldüğünü öne sürerken ilk otopside İlçin'in kafasında ve vücudununun darp izleri belirlendiği öne sürüldü. Batman’da inşaatlarda işçi olarak çalışan Resul İlçin memleketi Şırnak’ın İdil ilçesindeki akrabalarını ziyaret etti. Önceki gece akrabası olan Sırtköy Belde Belediye Meclis Üyesi Mehmet İlgin yanındayken otomobille geziyordu. İdil girişinde otomobil ‘şüpheli’ olduğu gerekçesiyle polisçe durduruldu. İddiaya göre otomobilde yapılan aramada fazla sayıda sigara bulunması üzerine polis Resul İlçin ile Mehmet İlgin’i gözaltına alarak İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne götürdü. Resul İlçin’i ilçe emniyet binasına götüren polisler, Mehmet İlgin’i yanlarına alarak, karakol önünde araç araması yaptı. 15 dakika sonra, Karakol binasından çıkan polisler, Mehmet İlgin’e amcasının düştüğünü ve öldüğünü söyledi. İlçin ailesinin avukatı Tahir Elçi, Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopside, Resul İlçin’in kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde darp izine rastlandığını söyledi. Gece saat 24.00 sıralarında İlçin ve İlgin’in gözaltına alındığını anlatan Avukat Elçi şöyle dedi: “Diyarbakır Adli Tıp Kurumu’nda ilk otopsi yapıldı ve Resul İlçin’in kafasında ve vücudunun çeşitli yerlerinde darp izi olduğu tespit edildi. Bizim de talebimiz doğrultusunda kesin ölüm nedenini belirlenmesi için Resul İlçin’den alınan örnekler İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilecek.” Resul İlçin’in cenazesi dün Batman’da DTP’li vekillerinde katıldığı bir törenle toprağa verildi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı. (dha)
-
cizre'yi pkk'dan ben kurtardım
Bi zamet bu kendine göre kurtarmak olan şeyi nasıl yaptığınıda bir açıklasaydı,hemde kendisi cizreyi kurtardığı dönemde dağa çıkış oranı yüzde kaç artmış sormak lazım değilmi....
-
MHP-CHP elele Türkiye'yi bölüyorlar mı?
Üç gün önce Kandil dağı, Mahmur Kampı ve kısa bir süre sonra Avrupa’dan gelecek olan grup olmak üzere üç grup PKK mensubunun gelişi, Kürt ve Türk barış severlerinin umutlarını zirveye çıkarmıştır. Ama ne yazık ki hemen ilk açıklamalarında her zaman olduğu gibi o bilinen tavırlarını ortaya koyan CHP lideri Deniz BAYKAL ve MHP lideri Devlet BAHÇELİ insanları hiç şaşırtmadılar. Evet barış onların neyine ki, Devlet BAHÇELİ’nin çocuğu yok. Deniz BAYKAL’ın da yakını operasyonlara gönderilmez herhalde. Kürtlerin mücadelesi ve bu mücadelenin getirdiği sonuçlardan yıllardır Deniz BAYKAL ve Devlet BAHÇELİ siyasi olarak nemalanmaktalar. Koltuklarını ve mevkilerini kan ve göz yaşı ile kuruduklarına inanırlar. Kürt açılımı ve barış sözcükleri karşısında bocalamaya başladılar. Bu telaş neden diye sormak gerek. Barıştan endişe edenler sadece bunlar mı sizce, hayır. 26 yıl süren bu savaş az insanın ekmeğine yağ sürmedi. Doğu ve güneydoğuya yığdırılan on binlerce asker ve polisin ihtiyaçlarının karşılanması için akan trilyonlardan nemalananların neyine ki barış, Bu savaş olmasaydı, ülkenin batısında görev yapan ile ülkenin doğusunda görev yapanların ücretlerinde herhangi bir farklılık olur muydu, sizce. Ülkenin batısında görev yapan memurlar aldıkları ücretlerle ay sonuna zar zor yetişirken. Doğu da üç yıl ve üstü görev yapanlar, özel taksi sahibi, batıda daire sahibi olur ve tasarrufları oluyor. Barış bunların neyine. Dikkat edin 26 yıllık geçmişte gerek devlet güçleri ve gerekse Pkk saflarında hayatlarını kaybedenlerin %99’u emekçi, köylü ve yoksul aile çocuklarıdır. Hal böyle olunca sorumluluk mevkiindekilerin neyine ki barış. Samimi bir çözüm aramak yerine, ölüleri bulunan ailelere papağan gibi ısrarla söyletilen üç cümle vardır. Vatan sağ olsun, şehitler ölmez vatan bölünmez yada kahr olsun pkk. Peki bu sözler ölenleri geri getirmeye yetti mi, yada barışa ne kadar katkısı oldu, hayır. Kin ve nefreti daha da büyütmekten başka bir işe yaramadı. Tabi silah üreticileri ve ticareti yapanları da bu arada unutmamak gerek. Bu yolla servetlerine servet katanlarda mutlaka barış umutları karşısında telaşa kapılmışlardır. Ülkenin batısında emeklilik hayatı bir çok insanın kabusudur. Çünkü çevreleri ve yakınları tarafından fazlada önemsenmezler. Uzun yıllarca çalıştıkları kurumlarında artık genç insanlar çalışır ve onların beklediği ihtişamlı geçmişleri geçmişte kalıyor. Bu ülkede barış şarkıları söylenince, Kürt ve Türk kardeşliği tesis edilince emekliler huzur evlerine çekilmeliler. Artık kim arar PAMUKOĞLU’nu, kim sorar SARIZEYBEK’İ ve nicelerini. Kürtlerin barışa ne kadar ihtiyaçları var ise Türklerinde en az o kadar ihtiyacı vardır. Öldürülen Kürtler kadar, en az bir o kadarda Türkler öldürülüyor. Kürtler tüketici durumuna düştüler. Ancak Türk gelirleri ile bu açık kapatılmak zorunda. Kısacası Kürt ve Türk’ler bir vücudun farklı organları durumundalar. Bu savaş için harcanan milli gelir, Kürt ve Türk halklarının cebinden çıkmaktadır. Dünya teknolojik olarak ilerlerken ülkemizin büyümesi gecikmekte ve sonraki nesillere gelişmeyen ve yoksul bir ülke devredilmektedir. Kürt açılımını ilk tartışmaya açan Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ve bu doğrultuda bir çok yanlış icraatlar ile olsa da büyük çabalar sarf eden Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN ve ona destek veren partisini kutlamak gerek. Yine bütün bu çabalara destek olan sayısızca bürokrat, sivil toplum örgütü, basın, yayın, yazar ve diğer tüm aydınları kutlamak gerek. Yıllarca Türk halkına taraflı görsel ve yazılı basın, özgür olmayan basın, Kürt düşmanlığını siyasi prim olarak algılayan siyasiler halkı yanlış hazırlamaya vesile oldular. Bu nedenle birden bire düşmanlık sözcüklerinden vaz geçip kardeşlik ve barış sözcüklerine insanları hazırlamak kolay değildir. Cumhurbaşkanı ve Başbakanın Kürt açılımına bu kadar sahip çıkmalarına PKK’nin çatışmasızlık kararı vermeleri ve bunu uzatmaları çok iyi bir karşılık olmuştur. Ardından son olarak pkk lideri Abdullah ÖCALAN’ın emri üzerine üç grubun ülkeye gelip teslim olmaları hem dünyaya ve hem de ülkemize çok ciddi bir mesajdır. Bu mesaja karşılık gerek Kandil dağından ve gerekse mahmur’dan gelen 34 kişinin Türk yargısı tarafından serbest bırakılması barışa önemli bir katkı sağlamıştır. Ancak son Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının açmaydı tasarladığı incelemenin düşündürücü olduğunu da belirtmek gerek. Türkiye’de ciddi sayıda savaş çığırtkanları olmasına rağmen barışın kazançlı çıkacağını umuyorum. Akan kardeş kanının durması için herkesin bir şeyler yapması gerekiyor. Özellikle evlatlarını ve yakınlarını kaybeden Türk ve Kürt anne-baba ve diğer yakınları sloganlarını bir daha gözden geçirmeleri ve idareciler üzerine baskı unsuru olmaları gerektiğine inanıyorum. Onların sloganı “benim yüreğim yandı, başkasının yüreği yanmasın” olmalıdır. Kürtler ta Kandil dağından, Mahmur’dan, Avrupa’dan, Habur’dan, Diyarbakır’dan ve ülkenin büyük bir bölümünde ortaya koydukları barış şarkıları ile ne kadar barışa susadıklarını ortaya koydular.
-
Aşiti-Barış
O bir anne ve çocuğunu 19 yıldır görmedi; adı Mahiye Avşar. O da bir anne ve o da çocuğunu son 19 yılda sadece birkaç kez görebildi; adı Hamiyet Dinçer. Mahiye Avşar, 1990’da PKK’ya katılıp dağa çıkan kızı Hamiyet Dinçer’e, 19 yıl aradan sonra ilk kez bugün sarılacak. Ve Hamiyet Dinçer, 1990’da dağa çıkarken annesi Mahiye Avşar’a birkaç aylık bir bebek olarak emanet ettiği oğluyla, 19 yıl sonra ilk kez bugün doyasıya kucaklaşacak. Bir anne, dağda savaşmaya giden kızını 19 yıl nasıl bekler? Bir kadın, daha sütten kesmediği bebeğini bırakıp dağa savaşmaya niye ve nasıl gider? Mahmur’dan dönen mültecilerle, Kandil’den dönen PKK’lıların dün Silopi’de bir “bayram sevinci” içinde karşılanmalarını izlerken, bu iki annenin, birbirine hasret bu iki kadının hikâyesini düşünüyordum. Bu topraklarda, asker ve gerilla on binlerce gencin canını alan savaşın anlamını ve şimdi çok yaklaştığımız, “mümkün” olduğunu ve karşılıklı büyük hatalar yapılmazsa “kalıcı” olabileceğini belki de ilk kez bu kadar kuvvetle hissettiğimiz barışın değerini ancak bu hikâyeler sayesinde hakikaten kavrayabileceğimize inanıyorum zira. İlk olarak, Hamiyet Dinçer’in annesi Mahiye Avşar’ı dinledim dün. Kandil’den dönenlerin görüntüsü televizyon ekranına yansıdığında, yıllar sonra ilk kez görmüştü kızı Hamiyet’i... “Kocamla geldiğini gördük, çok mutluyuz” diyordu gayet sakin, “çok özledik onu... 19 yıl önce evli ve bir çocukluyken dağa çıkmıştı bizim Hamiyet.” “Niye” ve “nasıl” sorularının cevabıysa, Avşar’ın sükuneti ölçüsünde yalındı, yakıcıydı: “Hamiyetlerin evleri her gün basılıyordu. Kocası sürekli tutuklanarak gözaltına alınıyor, işkencelere maruz kalıyordu. Dayanamayıp dağa çıktılar. Her gün kızımın özlemiyle bekledim, her gün ağladım. Asker anaları ağladığında benim de yüreğim yandı. 19 yıl öyle yana ağlaya bekledim.” Annesinin bu sözlerinden sonra kızını da dinlemek istedim ve Mahmur ile Kandil’den “dönüş” yapan 34 kişi, serbest bırakılıp otobüsle Diyarbakır’a doğru yola çıktıklarında, daha fazla bekleyemedim. Otobüs, dönenleri karşılamaya gelen coşkulu kalabalığın arasından zorlukla ilerlerken telefonla ulaştım ona; “hoş geldiniz” dedim, sorular sordum. 1971 Başkale doğumlu Hamiyet Dinçer, türkülü, sevinçli bir gürültünün içinden, işitebilmem için bağırarak, “hoş bulduk” diye cevapladı beni; kısaca söyleştik: Annenizi dinledim bu sabah, çocuğunuzu bırakıp çıkmışsınız dağa... Evet, şimdi 19 yaşında oldu. Arada dağa ziyaretime geldi ama çok az görebildim onu. Adı Erdinç. Hep Kandil’de miydiniz bu yıllarda? 1990’dan beri Güney’deydim, daha çok da Kandil’de... Türkiye’ye hiç geldiniz mi 19 yıl içinde? Hayır, ilk kez geliyorum. 1990’dan beri ilk kez göreceğim Diyarbakır’ı, Van’ı. Heyecanlı olmalısınız... Çok heyecanlıyım çok. Müthiş duygulu bir ortam var burada, büyük coşku var. Niye döndünüz? Çok büyük bir sorumluluk yüklendik. Bir halkın sorumluluğunu üstlendik. Bir misyonla geldik. Nedir o misyon? Bu misyon, barışı sağlama misyonudur. Kanı durdurmaktır. Analar artık ağlamasın misyonudur. İşkenceler yaşanmasın diyedir, operasyonlar olmasın diyedir. Kürtlerin kendi dilleriyle ve iradeleriyle yaşayabileceği bir ortamı barış içinde kurmaktır amaç. Bunu mümkün görüyor musunuz? Onun için mi geldiniz? Spekülasyon yapılmamalı bu konuda. Biz teslim olmadık. Biz pişman olduğumuz için gelmedik. Biz haklı bir mücadele verdiğimize inanıyoruz ama şimdi barış için bir umut var diye geldik. Sınırdaki muamele, devleti sizi karşılama biçimi nasıldı? Olumluydu, iyiydi. Dağdan inişler sürecek mi sizce? Teminat oluşursa sürer. Bizim her yönlü hazırlığımız var. Savaşa da hazırız her zaman. Ama şimdi barışa da hazırız. Umudumuz barıştır. Yoksa kimse kolay kolay dağdan inmez. O dağlar, bu kadar büyük bir umut olmadan bırakılmaz.
-
Aşiti-Barış
“Maalesef iki ayrı kamuoyu var. Türk kamuoyu... Kürt kamuoyu... Her iki tarafın da olaylara yaklaşımını, kullandığı mantığı, kavramları ve sıfatları çok iyi bilen birisi olarak, aradaki farkın ne yazık ki pek öyle küçümencik olmadığını da söyleyebilirim. Üstelik barışı, bu aradaki ‘farktan’ bir toplumsal ‘sağduyu’ çıkardığımız kadar çözebileceğiz.” Silahlarını geride bırakarak Kandil’den inerken “Barış için bir umut var. Bu dönüş sürebilir” mesajı veren PKK’lılara gösterilen tepkiler, gerçekten de Türk ve Kürt kamuoylarının birbirinden büyük ölçüde ayrıştığını bir kez daha ortaya koydu. Bir bakıma, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllardır, ifadenin kısıtlanmasından güvenlik kuvvetlerinin şiddetine kadar birçok suç, birçok günah için gerekçe yaptığı “Bizi bölmek istiyorlar” tezinin hayata geçtiğini söyleyebiliriz. “Türkiye’nin toprakları bölünmesin” derken, Türkiye’nin aklının, vicdanının bölünmesine engel olamamış bir devlet var karşımızda ve bu bölünme, hiç kuşkunuz olmasın, PKK’nın “ayrılıkçı” bir söylemle şiddet kullanmaya başladığı 1984’ten çok daha gerilere gidiyor. Bu ülkenin Anayasa’sına, yasalarına ve uygulamalarına sinmiş olan “makbul vatandaş” anlayışı Cumhuriyet’le yaşıttır ve 86 yılın en başarılı bölücülük eylemi de, bu anlayıştan neşet eden ve “Türk, Sünni ve Kemalist” olmayan herkese “ikinci sınıf vatandaş” olduğu hissini veren devlet politikalarının bütünüdür... Mehmet Altan’ın tarif ettiği sonuç, işte bu “bölücü” devlet zihniyeti ve uygulamalarının başarıya ulaştığını gösteriyor. 86 yıllık Cumhuriyet’in ürünü, “Türk ve Kürt kamuoyu” diye ayrılabilen iki ayrı “akıl ve vicdan” grubu olarak karşımızda duruyor. Erdoğan hükümetinin başlattığı ve “Milli Birlik Projesi” adını vermeyi yeğlediği demokratik açılımın en önemli yanı da bence burada... Açılım, “milli birliği” sağlamayı, yani 86 yıllık bölünmeyi bitirme iradesini içinde taşıyor. AKP, özünde Cumhuriyet’in “makbul” saymadığı, yıllarca “merkez”den uzak tuttuğu, hayat tarzını, ibadetini, kafa yapısını ve hatta kılık kıyafetini hor gördüğü vatandaşların kurup yönettiği bir siyasi parti olarak, şimdi bir yandan, “merkez”e yerleşme, diğer yandan başka dışlanmışları da “merkez”e çekme ve “makbul” algısını, Cumhuriyet’in bütün vatandaşlarını kapsayacak şekilde genişletme yönünde dev bir açılım başlatmıştır... Bu açılım, bir yönüyle, Kürt meselesinde demokratik çözüm yolunu açıyor ve barışın sadece elzem değil, mümkün ve “başarılabilir” olduğunu, geniş bir kesime ilk kez bu kadar kuvvetle hissettiriyor. “Demokratik açılım” aynı zamanda, bu bölünmüşlüğün içinden ortak bir toplumsal sağduyu üretme şansını da topluma sunuyor. AKP’nin bunu yapabilmesinde, Türkiye’nin bütün bölgelerinden oy alabilen, Kürt seçmeni de temsil etmeye aday bir siyasi örgüt olmasının büyük etkisi var. Bu iddia ve bu sahiplenme, azımsanabilecek bir şey değil. Bu iddia ve bu sahiplenme, “Türk” ve “Kürt” kamuoyları arasındaki farkı giderme, iki kesimin ortak bir akıl ve vicdanda buluşmasını, ortak çıkarını barışta görmesini sağlama çabasında hükümetin elini güçlendiriyor. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Şırnak’ta yaptığı açıklamalar, ortak bir vicdanın mümkün olduğunu bana bir kez daha hatırlattı. Kandil’den dönen sekiz örgüt mensubundan biri olan, 38 yaşındaki Hamiyet Dinçer’in 19 yıl önce, evlerinin defalarca basılmasına, eşinin işkence görmesine ve baskılara isyan ederek kucağındaki bebeği bırakıp dağa çıkışının hikâyesini iki gün önce bu sütunda yazmıştım. Arınç, aynı gün Şırnak’ta, Dinçer’in hikâyesinin “kendisini duygulandırdığını” söylüyor, “Türkiye’de artık bunlar yaşanmasın. Herkes çocuğuna kavuşsun. Herkes evinde eşiyle, ailesiyle özgürlük içinde, huzur içinde, birlik, bütünlük içinde olsun” diyordu. Benzer sözleri dün de Başbakan Erdoğan söyledi; Cemal Süreya’nın dizesiyle “Sizin hiç babanız öldü mü” diye sordu ve sormayı sürdürdü. Erdoğan’ın soruları, bugün memleketin “Türk” yarısında kalan ve o yarıdan öteyi görmemekte, işitmemekte, anlamamakta, temsil etme iddiası taşımamakta kararlı davranan muhalefetin de kendisine sorması gereken sorular: “Dağdan inişi eleştirmek ne kadar doğrudur? Eli silahlı insanların dağda dolaşması, ülke için, millet için, anne babalarımız için daha iyi bir durum mudur?” Hayır, bin kere hayır. Erdoğan’ın dediği gibi, “bu tabloyu daha fazla sürdüremeyiz, sürdürmemeliyiz.” Ve bu basit sorulara bu dolaysız cevabı verenler, “Türk” yarımızda da, “Kürt” yarımızda da var bizim. Böyle olduğu için de, bugün barış her şeye rağmen “başarılabilir” görünüyor. Ama 86 yılın böldüğü bu toplumun içindeki farklardan, Mehmet Altan’ın deyişiyle, toplumsal bir sağduyu çıkarabilmek, biraz da, “Türk” yarımızda Erdoğan ve Arınç’ın, “Kürt” yarımızda Ahmet Türk’ün son açıklamalarına hâkim olan aklıselim, iyi niyet ve cesaretin başka liderlerde de tezahür etmesine bağlı. CHP lideri Baykal ile MHP lideri Bahçeli, tarihin önlerine koyduğu bu büyük fırsatı anlamamakta diretiyor; 86 yıllık bölünmüşlüğü bitirmek için hizmette bulunma fırsatını tepiyorlar. Baykal ve Bahçeli, bu tutumlarından ötürü, bu memleketin giderek daha dar bir kesiminin teveccühü ile yetinmek zorunda kalacak ve tarih sahnesinden silinecekler. Bunu çok iyi biliyorum. Bilmediğim, CHP ile MHP’nin içinde, tabanında ve çevresinde, barış ve birlik fırsatını değerlendirip buna hizmet edecek iyi niyetli, sağduyulu ve cesur birilerinin çıkıp çıkmayacağı. Başka kimse yok mu... Bunu gerçekten çok merak ediyorum.
-
Aşiti-Barış
Devletin yanlışlarına işaret etmek devlet karşıtlığı değildir,kendinizi ve insanları kandırmayın ALLAH aşkına......
-
'Sabote edilmezse 70-100 PKK'lı teslim olmaya geliyor'
Tarihsel olarak Türkmüşüm-şüm-şüm-şüm..... Bölücülük yapmak,varolanı yok saymaktır,Pkk'nin çıkış noktasıda bu inkardır....
-
TSK siyaset yapmasın
O izmirden yunanı denize döken millet ülkesini işgalden kurtarmak için savaşan millettir ve o millet sülük gibi kanını emenlere,o milletin değerlerini çiğneyenlere inat ederek bu günkü iktidarı başa getirmiştir,o millet bu kanemicilere bu ülkeyi bırakmayacak....
-
TSK siyaset yapmasın
Ergenekon Kürt sorunundan beslenen,bu sorun sayesinde bir korku ülkesi yaratarak halkı sömüren bir yapıdır,Şerafettin Elçi'nin söylediği bu açıdandır,ama siz yine olayı saptırdınız. Sruyorum bu şerefli insanların arkasındaki milyonlar diyorsunuz ya,nerede o milyonlar? Seçme ve seçilme hakları yokmu o milyonların,Girsinler seçimlere,bakalım yüzde 2'den fazla oy alabileceklermi,ama bunu anlamak için dediğiniz gibi kafa gerekir...
-
'Sabote edilmezse 70-100 PKK'lı teslim olmaya geliyor'
O dediğiniz şirketler dişleri ile tırnakları ile kazıyrak kazandıklarının eseridir ve bu ticari kafayı gösterir,devlet sizinde elinizi tutmadı sizde ticari kafa olsa sizde sahip olabilirdiniz demekki. Kürtleri köylerinden yurtlarından süren devlettir,kürtler kendi istekleri ile İstanbul'a,Ankara'ya,İzmir'e,Antalya'ya vs.. göç etmemişlerdir. Haa evet görürsem söylerim ayırmamışmış..... General olmak için zaten Türk'üm demek gerekmiyormu? 12 Eylülde heryerde işkence oldu,ama Diyarbakır cezaevi hiçbiryerdeki ile kıyaslanamayacak kadar ağırdı. Bizi Abd ile işbirliği yapmakla suçlayanlara bakarmısın,Abd'nin bu bölgede eniyi ittifağımız diye düne kadar açıklamalar yaptığı ve bununla övünen kesim..... Artık şunu herkesin kafasına sokması şart,Kürtler bu ülkenin vatandaşıdırlar,bu ülke sadece Türklerin vatanı değildir,Kürtlerinde vatanıdır....
-
POPÜLİST ŞOVLAR DEMOKRATİK AÇILIM SÜRECİNİ ZORA SOKAR!..
Aynen dediğiniz gibi Ülkemizin Şova değil barışa ihtiyacı var,dağdan inenlerin karşılanmasında yaşanan sevinç elbette anlaşılabilir ancak Şehit ailelerinin ve gazilerinde bu görüntülerle tahrik edilmemesi,damarlarına basılmaması gerekir,aynı şekilde ''teslim oldular,teslim aldık'' ve daha fazlası gibi deyimlerden kaçınılması dağdakilerinde bir ailesi ve o ailelerinde bir onuru olduğu gözardı edilmemelidir,Özellikle milliyetçi şoven yaklaşımlar bu süreci baltalamak amaçlıdır bunlara kapılmamak gerekir,açılım kelimesini duyduğu günden beri esip gürleyenlerin derdi,ne Türk halkının mutluluğu,nede Türkiyenin geleceği değil,oy almak için kullandığı oyuncağın elinden alınmasıdır....
-
'Sabote edilmezse 70-100 PKK'lı teslim olmaya geliyor'
Siz Ceylanların,Uğurların katillerini ve onları örtpas edenleri kınayabiliyormusunuz ki bizden kınama bekleme gafletine düşüyorsunuz? Silahlı hareketin yanlış bir tercih olduğunu fefalarca yazdık,ama görmek istediğiniz yazıları,görmek istediğiniz şekilde görüp,işinize geldiği gibi yorumluyorsanız bu sizin sorununuzdur. Özgürlükçü olabilmek,kendi öz kimliğine ve içinden kopup geldiğin halkının gerçeklerine sahip çıkabilmektir,doğrusuna doğru,yanlışına yanlış diyebilmektir,hatayı hep karşıda aramamaktır özgürlükçülük,özgürlükçülük,dilinin yasaklanmamasıdır,okumak için gittiği okulda her sabah,kendisi seçmemiş olsa bile,başka bir halktan olmasına rağmen,Kürt olmasına rağmen,Türklük üzerine yemin ettirilen çocukların feryadını duyabilmektir. Her sorunu Kürt halkının aşiret yapısına bağlamak,Kürtleri hafife almak hiçkimsenin haddi değildir,biz bu yaşam tarzımızlada bize karşı uygulanan bütün haksızlıklara karşı dimdik durmasını bilen bir halkız. Büyük şehirlerde uyum sorunu yaşama konusuna gelince,büyük şehirlere göç etmeyi Kürt halkı seçmedi,Kürt halkının büyük bölümü hayvancılık ve tarımla uğraşıyordu,devletin bölgeye götürmediği hizmetler nedeni ile eğitimsiz kalıyordu,devlet denince aklına gelen tek şey asker olan bir halktı,savaş döneminde yakılan köyleri,mezraları,yasaklanan yaylaları yani onların yaşamlarını idame ettirdikleri alanlar yok oldu,gitti ellerinden,onlarada ''ya korucu ol yada git'' dendi,Korucu olmayanlar gitti büyükşehirlere yerleşti,daha önce hiç büyük şehirde yaşamamışlardı ve elbette uyum sorunu olacaktı,hele hele doğudaki illere değilde batıdaki büyük şehirlere göç edenlerin işi dahada zordu,çünkü dilini bilmedikleri bir halkın arasında kaldılar,hor görüldüler,itildiler,kakıldılar,ellerinde yapabilecekleri bir meslekleri yoktu,en fazla temizlikçilik yada seyyar satıcılık yapabildiler,biraz empati yapmadan bu yazdıkarımın ne demek olduğunu anlayamazsınız,yazılarınızı okurken empati yapıyorum ve ne demek istediğinizi daha iyi anlamaya çalışıyorum,lütfen sizde biraz empati yapmayı deneyin....
-
Kurt Sorunu'nda herkesi iki tarafi da ozelestiriye davet ediyorum
Ne var şimdi bu taleplerde? Ne anlıyorsunuz bu taleplerden?bunlar gayet doğal bir halkın yaşama ve kendini idame ettirmesi için gerekli olan hak ve özgürlükler talep ediliyor. Bu talepleri tartışmak ve görüşmek için geliyoruz diyorlar,bu bir dayatma değil yani, Buda barış konusunda samimiyeti göstermesi açısından önemli bir cümledir....
-
Aşiti-Barış
Yakında Ermenistan kapısı da açılacak, yüz yıllık düşmanlık sona erecek, Suriye ile sınırı kaldırdık bile, Kürdistan’la iki sınır kapısı açılacak, Türkiye enerji hatlarının geçiş yolu olacak. Bunları yapan adam tarihe geçer, Erdoğan da geçecek. Bütün tarihî liderler gibi o da tarihe kendi adını kendi elleriyle, risk alarak yazdı. Hak ettiği alkış belki hemen patlamayacak ama bir iki yıl sonra bu barışın etkisini herkes hissetmeye başladığında alkışlar daha da kuvvetlenecek. Erdoğan, Türkiye’yi en kritik noktadan geçirip, çok doğru kararlarla “barışla” buluştururken, bu gelişime çok yardımcı olan bir başka liderin de hakkını vermemiz gerekir. DTP Başkanı Ahmet Türk, konuşmalarıyla, sözleriyle, barışı bütün samimiyetiyle isteyen gerçekliğiyle, sorunların çözümüne baş koymasıyla, ucuz ve kolay alkışlara gönül indirmemesiyle, “gerçek liderlerin” kalitesini ortaya koydu. Ahmet Türk’ün yerinde “tribün alkışına” önem veren gösterişçi politikacılardan biri olsaydı, Türkiye, Erdoğan’ın bütün kararlılığına rağmen barışa ulaşmakta çok zorlanırdı. Türkiye, Erdoğan’a olduğu kadar Türk’e de teşekkür borçlu bence. Bu ülke, yakın tarihinin en büyük gelişmesini yaşarken, savaş biterken, çocukların hayatı kurtulurken, Güneydoğu yaşadığı o korkunç 25 yılı geride bıraktığı için sevinirken, Batı bölgelerindeki Türklerde bir “burukluk” var gibi gözüküyor. Gazeteler bile bu “barışı” mümkün olduğunca küçümsemeye çalışıyor. Batı’daki Türkler, “barışın” anlamını kavrayamamış gibi gözüküyorlar. Bunun birinci nedeni, savaşın “uzaklarda” gerçekleşmesi, insanların sokaklarda, kırlarda, mahzenlerde, taburlarda öldürüldüğü coğrafyanın kendisine çok uzak olması... İkinci nedeni ise yirmi beş yıllık savaş sırasında “barışın” nasıl bir şey olduğunu unutması. Türkler, “barışı” değil, yirmi beş yıl boyunca medyanın kendilerine “katil bölücü çılgınlar” olarak tanıttığı PKK’lıların “yok edilmelerini” istiyordu sanırım. PKK, öldürmekle bitecek bir örgüt değildi çünkü medyanın tanıttığı gibi bir “terör” örgütü değildi, PKK, çok acı çekmiş bir toplumun öfkesiydi. O öfkeyi dindirmeden, sadece insanları öldürerek PKK’yı “yok edemezdiniz”, öldükçe yenileri çıkardı ve çıktı. Bu ülke, binlerce insanını ve yüzlerce milyar dolarını bu savaşa gömdü, şimdi insanlarımızın enerjisini ve savaşa giden paraları yeniden hayata katacağız. Kısa zamanda bunun etkilerini hayatımızda hissedeceğiz. Ayrıca, bu savaşın bitmesi Türkiye’yi hem kendi bölgesinde hem de dünyada “en önemli, en saygıdeğer” ülkelerden biri yapacak. Geçmişin intikamına takılıp kalmak insanı geçmişe gömer, geleceği unutturur. Halbuki, yaşanacak zaman gelecekte bekliyor bizi. Hiç kimsenin kazanamayacağı bir savaşı geride bırakıp, herkesin kazanabileceği bir barışı ele geçirme başarısını gösterdik. Bu çok büyük bir başarı. Herkes “öldürebilir” ama sadece çok güçlüler “yaşatabilir”. Şimdi hep birlikte çok güçlüyüz. Mutlu ve zengin de olacağız.
-
'Sabote edilmezse 70-100 PKK'lı teslim olmaya geliyor'
Ülkeye dönen insanlar bu ülkenin yanlış politikaları sonucu dağa çıkmış,bugün o yanlışların düzeltilebilmesi çabasını görmesi üzerine Önder olarak kabul ettikleri Öcalan'ın talimatı ile dağdan dönen insanlardırlar ve bu insanlar bu ülkenin gerçeğidirler. PKK'nin dağdan inmesi Ahmet Türk'ün yada Tayyip Erdoğan'ın değil imralının dön demesi ile olabilecek bir olaydır,Türkiye kamuoyuna bu olayın çözümü doğrultusunda yapılanlara destek çıkması halinde artık çocukların ölmeyeceğini göstermek maksadıyla yapılmıştır ve Türkiyede çokta olumlu karşılanmıştır. ETÖ ile ilgili iddanameler ve mahkeme tutanaklarını temin edebileceğinizi düşündüğüm için bişey yazmıyorum. Topraktan fışkıran bombaların nereden geldiğini sorsam PKK dersiniz sanırım. Bu kimselerle ilgili araştırma yapıldığında Atatürk'ün ismini ve halk tarafından Atatürk'e verilen değeri kullanarak rant elde etmeye çalışan insanlar olduğu açıkça görülüyor. Siz Ceylan Önkol'ların,Uğur Kaymaz'ların hesabını bi sorun,sonra bizi eleştirin. Askerleri ve aydınları öldürenler asla kahraman değillerdir,olamazlarda ama savaşın soğuk yüzünü görmüş insanlar onlara barış için bir umut olarak bakmak durumunda olabilirler. Bugün ülkesinde özerklik uygulayan onlarca ülke var biride Türkiye olabilir ama olmayadabilir,yani bu bir tartışmadır,beraber yaşayabileceğimiz başka bir yönetim tarzı öneriniz varsa buda tartışılabilir,çünkü şu anki yönetim şeklinin yanlış olduğunu düşünen büyük bir kesim var. Ölenlerin üzerinden konuşmak doğru değildir,şehit olan askerde,poliste bizim insanlarımızdır,dağda ölen pkk'lide bizim insanımızdır bunuda kabul etmeniz lazım. Kimine göre haklı,kimine göre haksızdırlar bu ayrı bir konu,annelerine,babalarına,eşlerine,çocuklarına göre haksız olan ölümdür,onların yokluğudur,bunu kullananlar onların acısını arttırmaktan öteye gitmemektedirler,onları her fırsatta gündemem getirip ''barışa hayır'' demek kan davası gütmek onları geri getirmeyecek ancak onlara yenilerini katacaktır. Hala aşiretin Kürt halkının seçimi olduğu yönünde konuşmak,sanki yıllardır gelen bir tane bile iktidar buna aykırı bir söylem geliştirmiş gibi bütün suçu halka atmak insafa sığmaz. Değişen dünyada Kürtlerde değişti ve artık eski içine kapanık,dünyadan kopuk Kürtler değiliz artık,hayatın her alanında kendi benliğimizle varız,bu yobaz,bizi yok saymaya dayalı düşüncelere karşı mücadelemizi devam ettireceğiz. "Aman canım, ölmüşlerse ölmüşler; kol kırılır, yen içinde kalır... Onların hesabını, bu teslim olan PKK'lılardan sormayıverelim! Ne de olsa onlar da Kürt; bizden..." Bu cümlelerinizde dediğiniz bizdenlik,sizdenlik deyimini sadece siz ve sizin görüşünüzdekiler savunuyorlar,yukarıdada dediğim gibi Kan davası gütmek,ölenlerin hesaını sorup kana kan mantığı gütmek çözüm getirmez. Irkçı olan bir başkasına kendi ismini verme çabasıdır bunu tüm dünya böyle yorumlar...
-
MHP-CHP elele Türkiye'yi bölüyorlar mı?
Kürt öğrencilere sorulan "Demokratik açılım sürecini destekliyor musunuz" sorusuna yüzde 91 oranında "evet" yanıtı verilmesi anketin en çarpıcı sonuçları arasında yer aldı. Aynı şekilde "Demokratik açılım sürecinde AK Parti'nin samimi olduğunu düşünüyor musunuz" sorusuna yüzde 62.3 oranında evet yanıtı verildi. AK Parti'yi samimi bulmayanların oranı yüzde 19.5'te kaldı. 16 üniversitedeki Kürt kökenli öğrencilerle yapılan ankette açılıma yüzde 91 destek çıktı AK PARTİ İYİ YÖNETİYOR • AK Parti reformcu bir partidir: 45.7 katılıyorum, 54.3 katılmıyorum. • AK Parti gerici bir partidir: 43.2 katılıyorum, 56.8 katılmıyorum • AK Parti Türkiye'yi iyi yönetiyor: 56.9 katılıyorum, 43.1 katılmıyorum CHP STATÜKOCU • CHP statükocu bir partidir: 82.5 katılıyorum, 17.5 katılmıyorum • CHP devletin partisidir: 78.4 katılıyorum, 21.6 katılmıyorum • CHP 1989'daki çizgisine dönerse oy verebilirim: 67.6 katılıyorum, 32.4 katılmıyorum
-
Kurt Sorunu'nda herkesi iki tarafi da ozelestiriye davet ediyorum
Eğer amaç yakıp yıkmak olsaydı inanın bunu yapmakta tereddüt etmezdi hiçkimse,amaç barışa susamışlığı göstermekti bu ülkede hiçkimse o bölge insanı kadar bu acıyı yaşamadı,ateş düştüğü yeri yakar derler ya işte yanan şehit aileleri ve ölen PKK'lilerin aileleri yandı bu savaşta ama yanan başkalarıda vardı,bölge halkı,80 ve sonrasında doğan kaç kişi yaşayabildi çocukluklarını? Silahların gölgesinde çocuk oldunuzmu siz? Olmamışsınız belli,olsaydınız bukadar rahatça savaşın devam etmemesi için gösterilen çabaya tepki göstermezdiniz,siz hiç sokakta oyun oynarken yakınlarınızda çatışma çıktımı,bombalar patladımı? İşte biz bunu yaşayanlar bilebiliriz svaşın ne denli kötü olduğunu,çocuk masumiyetinde çatışma sona erdikten sonra tekrar sokağa çıkıp kimin ebe olduğunu sormak çok zordur bu acıyı bilemezsiniz....
-
Kurt Sorunu'nda herkesi iki tarafi da ozelestiriye davet ediyorum
Yüreğimden gelenleri okadar güzel ifade etmişsiniz ki yüreğinize sağlık,bende bunu onlardan duymak istiyordum ama hiç yoğurdum ekşi derlermi