''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey
-
TSK siyaset yapmasın
Başörtüsü hiçkimseye dayatılmamıştır,insanlar kendi özgür iradeleri ile örtünmektedirler, aksine başını orasını burasını açmak dayatılmıştır insanlarımıza,avrupa özentisi,halkımızı avrupalılara benzetme çabası hep kültürel anlamda yapılmaya çalışılmıştır (örneğin şapka kanununun amacı avupalılar gibi Türkiyelilerinde şapka takması idi),Başörtülü bir annenin oğlunun yemin törenini izlemesinin engellenmesi olayını hiçbir gerekçe haklı gösteremez çünkü o çocuğu büyütüp bu yaşa getiren annesidir...
-
JİTEM gerçeği...
1990'lı yılların karanlık yüzü açığa çıkıyor. Şemdinli'de askerlik yapan bir erin anlattıkları dehşet uyandırdı. 1994 yılında Şemdinli'de vatani görevini yapan askerin iddiaları tüyler ürpertti. İtirafçı asker o günleri hiç sorgulamamış. Ölen arkadaşlar için daha çok işkence yapmak istediklerini söylüyor. ATV Haber'e konuşan askerin iddiasına göre 12 korucu, askeri birlikte sorgulanıp PKK'lı olduğu gerekçesiyle kurşuna dizildi.. 15 yıl önce tanık olduğu olayları Adalet'e ihbar eden askerin, ATV haber muhabiri Erdal Şimşek'e yaptığı çok özel itiraflar dehşet uyandırdı. 1994-1995 yılları arasında Hakkari Şemdinli ilçesi Derecik mezrasında yaşandı. İddiaya göre mezradaki İç Güvenlik Taburu'na getirilen 12 korucu PKK'lı korucu önce işkence gördü. Ardından kurşuna dizilip tabur içinde çukura gömüldü. Asker cesetlerin gömüldüğünü iddia ettiği yerin krokisini böyle çizdi. İşte korkunç infazı yazdığı bir mektupla Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'na ihbar eden askerin anlattıkları: İLK TABUR KOMUTANI ÖLDÜRDÜ 1994 yılında 4-5 tane sivil giyimli, bıyıklı şahıslar bizim tabura geldi. Jitem'den olduklarını öğrendik. 2-3 gün taburda kaldılar. Sonra yanlarına bir grup askeri alarak Başaklı köyüne gittiler. Geri geldiklerinde beraberinde 12 köylüyü getirdiler. Bunlar taburdan içeri girer girmez bizim yaklaşık 70-80 metrekare genişliğinde cephane çukuru vardı. Orada bunu tabur komutanı öldürdü. Tabanca ile iki mermi vücuduna sıktı. Adam orada 2 gün ölü bir şekilde kaldı. KIRILMADIK KEMİK KALMADI Geride kalan 11 kişiyi taburun askerlerine verilerek işkence yapıldı. Kırılmadık zerre kadar kemikleri bırakılmadı. Parmak kemiğinden tutun burun kemiğine kadar kırıldı. Bize bunlar PKK'lı dendi. Dillerini anlamıyorduk. Sadece bir arkadaşım Kürtçe bildiği için söylemişti. İçlerinden biri 'babamı bırakın' diye yalvarıyormuş. İşkence 5 altı gün sürdü. 'ÖLDÜRMEK İSTEYEN VARSA ÖLDÜRSÜN' DEDİLER Son bol veriliyordu. Çünkü ıslatıp ıslatıp dövüyorlardı. 50-60 metre yakınımda infaz edildiler. Ortak yapıldı. Gönüllü kim varsa öldürmek istiyorsa gelsin öldürsün dediler. 11'i de öldürüldü hepsi aynı çukura gömüldü. Mesela postalar, taburun gözde askerleri ve arkadaşları ölenlerle bazı subay astsubaylar. Birer ikişer kurşun sıkılıp arkalarındaki çukura gömüldüler. KOKULAR 15 GÜN SONRA KAYBOLDU Taburun sol tarafından vardı. Havuzu cephaneliğe çevirmiştik. Havuzdan sonra küçük bir tepe var. Onun 30-40 metre yanı. Onlar gömüldükten 15-20 gün sonda sonra cesetlerin kokusu kayboldu. Köylüler öldürüldükten sonra bu köy bir kaç gün sonra yakıldı. ÖLEN ARKADAŞLARIMIZ AKLIMIZA GELDİKÇE O dönemde herşeyden önce gençsin toysun. 20-21 yaşlarında ölen arkadaşlarımız aklımıza geldikçe onların daha çok acı çekerek ölmesini istiyorduk. Son bir senedir JİTEM olayını duyunca üzülmeye başladım.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Kocaaaa T.C devleti; Sormak lazım neden 26 yıldır ufacık PKK 'yi bitiremedi? Gerçi vereceğiniz cevap standart ama ''dış güçler izin vermedi'' diyeceksiniz hiç iç güçlere bakmıyorsunuz sizin sorununuzda bu,*********
-
Zulme karşı ortak haykırış
Bir yazarı,bir katilin fotoğrafını kullanan birinin düşüncelerden dolayı bölücükle suçlaması sizcede çok ilginç değilmi....
-
TSK siyaset yapmasın
Başını örten bir anne bu ülkenin gerçeği değilse onun oğluda bu ülkenin gerçeği değildir,o zaman neden bu annenin oğlu askere alınıyor diye sormak lazım,ülkemizde dediğiniz gibi din tacirleri din,ALLAH,kitap diyerek defalarca kışkırttılar ve halen halkımızı devlete karşı kışkırtmaya çalışmaktadırlar,ancak bunun tek suçlusu onlar değildir,devlet laik olduğu için kurumlarına dini simgeleri sokmak yasaklandı bu gayet doğaldır ve olması gerekendirancak bazı noktalarda halkımızın yüzde 90'nından fazlasının Müslüman olduğunu unutmamamız gerekir. Devlet okullarda mutlaka din eğitimi saatlerini arttırmalıdır,kuran kursları mutlaka devlet eliyle veya sıkı devlet kontrolüyle verilmelidir,siz şimdi bu laikliğe aykırı diyeceksiniz ama şuda bir gerçek ki devletimiz bu güne kadar bunu yapmadığı için birileri halkımızın dini duygularını kullanarak onları devlete karşı yönlendirdi,hele Kürtçe düşünüp Türkçe okumak zorunda olduğu için okuyamayan doğu halkı kürtçe olarak ders alabildiği bu tür yerlere yönelmiş buralardaki insanlar tarafından din elden gidiyor safsataları ile maalesef kullanılmışlardır....
-
Zulme karşı ortak haykırış
Ülkeyi halkın gerçeklerinden uzak,sırça köşklerinde yönetenlerin dönemi artık bu halk tarafından kapatıldı...
-
TSK siyaset yapmasın
Eğer egemenlik kayıtsız ,şartsız milletinse ve bu milletin değerlerine saygı duyulmassa ve millet istediği şekilde yönetilmezse işte ozaman millet Akp'ye yüzde 47 oy verir,Askere alınan bir çocuğun annesi başörtülü olduğu için oğlunun yemin törenini izleyemiyorsa eğer,bu milletin gerçeklerinden kopmak demektir,ülkede varolan sorunları ''Hayır bizim ülkemizde böyle bir sorun yok'' diye inkar ederseniz bu sorun bir kartopu gibi büyür,büyür,büyür ve birgün o sorun karşınıza büyük bir felekay olarak döner....
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Ölen nasılsa sizin çocuğunuz değil,annesi ''çocuğumun parçalrını eteğimin içinde taşıdım'' dediğinde hiçmi içiniz ürpermedi,bi münevver kadar olamadı bu küçücük kız,biz bu dünyada bu tür ölümlerin hesabını sormazsak inanın diğer tarafta bizde onları öldürenler kadar suçlu olacağız...
-
'Sabote edilmezse 70-100 PKK'lı teslim olmaya geliyor'
Öcalan'ın çağrısı ile gelecek olan bu gruba umarım 1999 yılındaki grup gibi bir uygulama yapılmazda bir 10 yıl daha kaybetmeyiz,ülkemizin artık bu sorunla daha fazla enerji kaybetmesi sadece önümüzü tıkar...
-
HRANT'IN ÜLKESİNE HOŞ GELDİNİZ!
Hrant Dink Suikastı, Agos gazetesinin Ermeni asıllı genel yayın yönetmeni Hrant Dink'in, 19 Ocak 2007 tarihinde, Ogün Samast adlı silahlı saldırgan tarafından öldürülmesi olayıdır. Önceden pek çok tehdit almış olan Dink, Agos'un Halaskargazi Caddesindeki binasının önünde başının arkasına ateş edilerek öldürüldü. Olay, Türkiye'de derin devlet ve milliyetçilik olgularını gündeme taşıdı. Dink'in cenazesinde on binlerce kişi tarafından cinayete tepki olarak atılan "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz" sloganı uzun süre tartışıldı. Suikast noktası Hrant Dink'in ölümüyle sonuçlanan olaylar 6 Şubat 2004 günü Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in binlerce Ermeni yetimden biri olabileceği yolundaki haberle başladı.[1] Haberin hemen ardından 24 Şubat 2004 günü İstanbul Valiliği'ne çağrılan Dink, iddialara göre burada bir vali yardımcısının yanında bulunan iki kişiden biri tarafından tehdit edildi. Valilikteki bu olaydan bir gün sonra 25 Şubat 2004 tarihinde Mehmet Soykan tarafından verilen şikayet dilekçesi üzerine Şişli Cumhuriyet Savcılığı tarafından Hrant Dink'in başka bir yazısı için "Türklüğü aşağılamak" suçlamasıyla TCK'nın 301. maddesinden dava açıldı. 26 Şubat 2004 günü Agos Gazetesi önünde toplanan Ülkü Ocaklarına mensup bir grup, tehditler de içeren pankartlar açarak gösteri yaptı. Ancak bu olay bir iki istisna dışında gazetelerde yer almadı. 301. madde'den açılan dava boyunca tehditler artarak sürdü.[2] Hrant Dink, 19 Ocak 2007 günü saat 15:00 sıralarında Şişli Halaskargazi Caddesi üzerinde bulunan Agos Gazetesi çıkışında uğradığı silahlı saldırı sonucunda olay yerinde hayatını kaybetti.
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Siz anca çamur atın,izi kalsın,Kürtleri ve onların haklarını yok sayın,inkar edin öldürülen küçücük bir kızla ilgili yapılan protestoları bile bölücülük olarak nitelendirin polisler gelip o çocuk için yürüyüşler yapılmasına,oturma eylemleri yapılmasına sertçe müdehale etsinler sonra polise karşılık verince bölücüler polise taşla saldırdı olsun ne diyim ALLAH'a inanc konusunda bu kadar şartlanmış olsanız cennet kapıları size sonuna kadar açılır hgeralde...
-
TSK siyaset yapmasın
Tsk Savunma bakanlığına bağlı bir kurumdur,bi söyleyeceği varsa bağlı bulundukları kurumun amirine iletirler o gerek duyarsa söyler sizin kaçırdığınız konu işte burası sanki asker bu ülkede kendi başına hareket edebilecek bir yapıya sahipmiş gibi bir izlenim ve uygulama var ülkemizde,ayrıca ülkemiz bölünme riski enaz olan,hatta bana göre olmayan bir ülkedir...
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Biri psikolojik asimetrik savaşın hangisi olduğunu göstersin.... EMNİYET’İN “Tahra ile kurcaladığı bombaatar mühimmatının patlamasıyla öldü” dediği Liceli Ceylan Önkol’la ilgili altı sayfalık rapor dün dağıtıldı. Rapor, soru işaretlerini daha da artırdı. Kızın el ve ayaklarının sağlam kalmış olması “Ceylan dizlerinin üzerine çökmüş” cümlesiyle açıklandı! Diyarbakır Lice’de hayvan otlatırken yaşanan patlama sonucu hayatını kaybeden Ceylan Önkol ile ilgili bilirkişi raporu tamamlandı. Avukatlara teslim edilen altı sayfalık raporda, ‘patlama sırasında Ceylan’ın dizlerinin üzerine çökmüş olduğu, bu nedenle diz kapaklarıyla ellerinin parçalanmadığı’ iddia edildi. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nden iki bomba uzmanının hazırladığı raporda “Vücuduna havan, roket veya top mühimmatı isabet etmiş olsaydı vücut bütünlüğü bozulacak şekilde parçalara ayrılmış olması gerekirdi” ve “çevrede patlama çukuru oluşması gerekirdi” tesbitlerine yer verildi. Patlamanın meydana geldiği toprak zeminde çukur oluştuğu, ancak olayın hemen ardından bölgeye gelen köylülerin patlamanın merkezini bozduklarının öne sürüldüğü raporda, bu olayın, sivil vatandaşın çektiği görüntülerde de görüldüğü belirtildi. ‘Keşif için geceden gittiler’ Raporda, bomba uzmanı bilirkişiler ile Tugay Komutanlığı unsurlarının geceden intikali ile güvenliği sağlanan Cemaltepe Mevkii’ne helikopter ile gidildiği belirtilerek, “Mayın arama dedektörleri ve Jammer cihazı ile kontrollü olarak tepe noktasına yaklaşık 200-250 metre kadar aşağıya yürünerek olay yerine intikal edilmiştir” dendi. Yaklaşık üç saat süren incelemede detaylı fotoğraf ve video çekiminin yapıldığının belirtildiği raporda, patlamanın nasıl gerçekleştiği ve patlayıcı maddenin ne olduğunun saptanması için bilirkişilere 20 materyal teslim edildi” dendi. Tahra ile vurdu Metal parçaları üzerinde yapılan incelemede elde edilen metal parçaların 40 mm’lik bombaatar mühimmatının çeşitli kısımlarına ait olduğu tesbitinin yer aldığı bilirkişi raporunda şu ifadelere yer verildi: “Bu haliyle, Ceylan Önkol’un el ayak ve diz kapaklarının parçalanmadığı patlama esnasında dizleri yerde çökük vaziyette durduğu, patlamanın etkisiyle vücudunun ön tarafının parçalandığı tespit edilmiştir. Patlama neticesinde vücudunun ön tarafının parçalanmış olmasına rağmen her iki dirseğinde ve ön kollarının iç kısımlarında parçalanmaların olması ile özellikle her iki bileğinin iç kısımlarında patlamanın ilk anında meydana gelen flash alev yanıklarının bulunması sebebiyle patlamanın Ceylan Önkol’un elindeki tahra ile 40 mm’lik bomba atar mühimmatına vurması neticesinde meydana gelmiştir.” Çukur oluşurdu Raporda, olay yerinde sık denebilecek kadar meşe ağacı bulunduğu, bu ağaçların yaprak ve gövdeleri incelendiği, sadece numaralandırılan iki ağaçta patlamanın ısı ve parça tesiri izlerine rastlandığı belirtildi. Ağaçların tepe ve dallarında havan atışına benzer, aşırtma atış izine rastlanmadığının söylendiği raporda, “Şayet Ceylan Önkol’un vücuduna havan, roket veya top mühimmatı isabet etmiş olsaydı vücut bütünlüğü bozulacak şekilde parçalara ayrılmış olması gerekirdi. Ayrıca Ceylan Önkol’a yakın bir noktaya havan, roket veya top mühimmatı düşmüş olsa daha derin bir patlama çukuru oluşması, etraftaki diğer ağarlarda da ısı ve parça etkisiyle zarar meydana gelmesi gerekirdi. Tüm bu hususlar dikkate alınarak yapılan genel değerlendirme neticesinde, Ceylan Önkol’un menşei ve modeli tespit edilemeyen daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bombaatar mühimmatına elindeki tahra ile vurarak patlatması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varılmıştır” dendi. Ceylan’la ilgili gizlilik kararı kaldırıldı Lice Sulh Ceza Mahkemesi, küçük Ceylan’ın yaşamını yitirmesi ile ilgili dosyadaki ‘Gizlilik Kararı’nı kaldırdı. Önkol ailesi, Lice Cumhuriyet Savcılığı, Lice Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Savcılığın, bilirkişi raporunun tamamlanması nedeniyle karara gerek kalmadığı ve kaldırılması yönündeki talebini değerlendiren Lice Sulh Ceza Mahkemesi, ‘Gizlilik Kararı’nı kaldırdı. Lice Cumhuriyet Savcılığı, olay sonrası Lice Sulh Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulunarak, Ceylan Önkol dosyasıyla ilgili ‘Gizlilik Kararı’ alınmasını istemiş ve bu karar mahkemece kabul edilmişti. Önkol ailesinin avukatı Serdar Çelebi, yaptığı açıklamada dosyadaki bilirkişi raporunun olayı tam anlamıyla yansıtmadığını belirterek, rapora itirazda bulunacaklarını söyledi. Çelebi, “Daha bağımsız bir bilirkişi heyeti tarafından yeniden bir rapor hazırlanmasını savcılıktan talep edeceğiz” dedi
-
Ortak akıl sorunlarımızı çözer...
Aralarında Arif Sağ, Leman Sam, Mustafa Erdoğan Derya Alabora, Haluk Bilginer gibi isimlerin de bulunduğu sanatçıların oluşturduğu "Barış İçin Sanat Girişimi" konser ve gösterilerle Kürt sorununa çözüm ve barış talep edecekler. Ortak bildiri 19 Ekim'de yayınlanacak. Aralarında şair, yazar, müzisyen, ressam, tiyatrocu ve sinemacıların bulunduğu sanatçılar Hükümetin önce "Kürt açılımı", ardından "demokratik açılım" olarak adlandırdığı Kürt sorununun çözümüne yönelik sürece destek vermek için bir araya geldi. "Barış İçin Sanat Girişimi" isimli inisiyatifin amacı başta Kürt sorunu olmak üzere ülkedeki bütün meselelere barışçı bir yaklaşımla getirilecek çözüm önerilerine katkı sağlamak. Sanatçılar 19 Ekim'de İstanbul Eczacılar Odası'nda bir araya gelerek konuyla ilgili ortak bildiri yayınlayacak. Arif Sağ, Leman Sam, Aynur Doğan, Derya Alabora, Gülten Kaya, Bejan Matur, Cahit Berkay, Ezel Akay, Eşber Yağmurdereli, Haluk Bilginer, Mustafa Erdoğan, Suavi, Tuncer Kurtiz, Vedat Türkali, Hasan Saltık, İclal Aydın, Servet Kocakaya ve Zeynep Tanbay gibi isimlerin oluşturduğu "Barış İçin Sanat Girişimi" üyesi sanatçılar, katıldıkları konser ve gösterilerde akan kanın durması ve toplumsal barışın korunması için diyalog çağrısı yapacaklar. Girişimin düzenleyicilerinden tiyatrocu Metin Göksel, inisiyatife katılan sanatçıların kendi faaliyetleriyle iradi bir beyanda bulunduklarını Zaman Gazetesi'ne söyledi. İmzacı sayısını bine çıkarmayı hedeflediklerini belirten Göksel, "Siyasi görüş farkı olmadan, barış ve demokrasi noktasında uzlaşılması şartıyla girişimin, bütün sanatçılara açık olduğunu" kaydetti. "Sanatçıların imza vererek bildiri yayınlamak gibi bir niyetleri yok. Daha uzun zamana yayılan faaliyetlerle bu girişimi desteklemek ve bu sözlerin altını doldurmak gibi bir niyetleri var. Şu an ne tür faaliyetler olacağı konuşuluyor." ‘DAHA GÜZEL BİR TÜRKİYE İÇİN…’ Girişimi destekleyen dansçı Zeynep Tanbay da "Katılımı çok yüksek olan bu yeni oluşumun kısa sürede büyük bir kamuoyu oluşturacağını" belirtti. "Sanat bütün ideolojilerin üstündedir" diyen Tanbay, "sanat yoluyla aşılmayacak sorunun olamayacağının" altını çizdi. "Sanatın bu büyülü dilini kullanarak, doğuya barışı götürmek istiyorum. Kürt sorunu sadece Kürtlerin değil bütün Türkiye'nin sorunudur. Sanatçılar bu demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak zorundadır. Hayalim bütün sanatçıların olduğu bir trenle doğuya barış götürmek." "Barış, insanlık ve birlikte yaşamak için bu platforma katıldığını ifade eden" müzisyen Hasan Saltık'ın girişimle ilgili düşünceleri şöyle: "İnsanların artık rahat rahat konuşabilmeli. Sadece Kürt açılımı olarak değil, demokratik açılım olarak değerlendiriyoruz. Artık insanlar düğünlerinde şarkı söylediler diye gerdek gecesi gözaltına alınmamalı, sanatçılar görüş beyan ettiler diye gözaltına alınmamalı. Biz bunu daha güzel bir Türkiye için tasarlıyoruz."(BÇ) İŞTE İMZACI SANATÇILARIN TAM LİSTESİ Hükümetin Kürt sorunun çözümü için başlattığı demokratik açılıma destek vermek için bir araya gelen sanatçılar şöyle: Abdullah Özgenç (Müzisyen), Adile Yadırgı (Müzisyen), Adnan Özyalçıner (Yazar), Adnan Şahin (Oyuncu), Adnan Tönel (Oyuncu, yazar), Ahmet Büke (Hikâyeci), Ahmet Örnek (Oyuncu), Ahmet Telli (Şair), Ali Haydar Timisi (Müzisyen), Alican Bukrek (Oyuncu), Alin Taşçıyan (Eleştirmen, yazar), Arif Sağ (Müzisyen), Arto Tunçboyacıyan (Müzisyen), Arzu Oral (Oyuncu), Aslı Filiz (Radyo programcısı), Aslı Öztürk (Dansçı), Asuman Susam (Şair), Ata Güner (Müzisyen,ses tasarımcısı), Avi Haligua (Radyo programcısı), Ayça Damgacı (Oyuncu), Aydan Baktır (Grafik tasarımcı), Aydan Çelik (Çizer), Aydın Şimşek (Şair), Ayhan Akkaya (Müzisyen), Aynur Doğan (Müzisyen), Ayşegül Devecioğlu (Yazar), Ayşenur Kolivar (Müzisyen), Banu Açıkdeniz (Dansçı), Baran Uğurlu (Oyuncu), Barış Güney (Müzisyen), Barış Pirhasan (Şair, çevirmen), Bartın Bölge Tiyatrosu, Bartın Sanat Tiyatrosu, Bayar Şahin (Müzisyen), Bayram Candan (Heykeltraş), Bejan Matur (Şair), Belmin Söylemez (Yönetmen), Benian Dönmez (Oyuncu), Berkan Şahan (Oyuncu), Berna Kurt (Dansçı), Beyza Gümüş (Dansçı), Birgül Serçe (Müzisyen), Birol Topaloğlu (Müzisyen), Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu, Burak Acil (Oyuncu), Burak Karacan (Ressam), Burcu Yankın (Müzisyen), Bülent Sezgin (Oyuncu), Bülent Turan (Müzisyen), Cafer Solgun (Yazar, çizer), Cahit Berkay (Müzisyen), Candan Baş (Dansçı), Cavit Mürtezaoğlu (Müzisyen), Cem Pulathaneli (Müzisyen), Cem Tanır (Dansçı), Cemal Atila (Dansçı, çevirmen), Ceyhun Dörtbudak (Oyuncu), Cezmi Ersöz (Şair), Cuma Boynukara (Oyun yazarı), Cüneyt Uzunlar (Tiyatrocu-Yazar), Cüneyt Yalaz (Oyuncu), Çağatay Kadı (Müzisyen), Damla Duru (Oyuncu), Deniz Kaptan (Oyuncu), Derya Alabora (Oyuncu), Derya Petek (Müzisyen), Devrim Yakut (Oyuncu), Dilek Yıldız (Oyuncu), Duygu Güngör (Dansçı), Ebru Ak (Oyuncu), Emel İrtem (Şair), Emir Ali Yağan (Şair), Emre Soykan (Oyuncu), Enver Topaloğlu (Şair), Ercan Tanrıverdi (Şair), Ercan Y. Yılmaz (Şair), Erdal Bayrakoğlu (Müzisyen), Erdal Erzincan (Müzisyen), Erdoğan Kahyaoğlu (Yazar), Esra Aşan (Çevirmen), Esra Carus (Seramik sanatçısı), Eşber Yağmurdereli (Oyun yazarı), Evren Bay (Müzisyen), Ezel Akay (Yönetmen), Ezgi Kaplan (Dansçı), Fadıl Öztürk (Şair,yazar), Fatih Gençkal (Oyuncu), Fatin Hazinedar (Şair), Fergun Özelli (Şair), Feridun Kurt, Feryal Öney (Müzisyen), Fethi İzan (Fotoğraf sanatçısı), Fırat Çete (Oyuncu), Fırat Güllü (Oyuncu), Gençer Yurttaş (Fotoğraf sanatçısı), Gonca Benzeş (Müzisyen), Gökhan Gökçen (Dansçı), Gözde Güldiken (Oyuncu), Gül Abus Semerci (Yazar, senarist), Gül Dönmez, Eskişehir Gül Dünya Sanat Topluluğu, Gülcan Küçük (Dansçı), Güliz Sağlam (Yönetmen), Güliz Şirinyan (Oyuncu), Gülsüm Cengiz (Şair,yazar), Gülsüm Öztürk (Oyuncu), Gülten Kaya (Yapımcı), Gür Akad (Müzisyen), Habib Bektaş (Yazar), Hakan Akçura (Kısa film yönetmeni, ressam, şair), Hakan Altun (Tiyatrocu), Hakan Gürel (Kültür araştırmaları), Haluk Bilginer (Oyuncu), Harun Ataman (Müzisyen), Harun Tekin (Müzisyen), Hasan Öztoprak (Yazar), Hasan Sağlam (Müzisyen), Hasan Saltık (Müzik yapımcısı), Haşmet Topaloğlu (Televizyon programcısı), Hekim Kılıç (Dansçı), Hikmet Akçiçek (Müzisyen), Hülya Deniz Ünal (Şair), Hümeyra Erdin (Yönetmen), Hürdoğan Aydın (Müzisyen), Hüseyin Karabey (Yönetmen), Hüseyin Şahin (Şair - Hollanda), İbrahim Rojhîlat (Müzisyen), İclâl Aydın (Oyuncu,yazar), İlkay Akkaya (Müzisyen), İlkem Balseçen (Müzisyen), İlknur Özdemir (Tiyatrocu), İnan Temelkuran (Yönetmen), İsmail Kaplan (Oyuncu), İsmet Çetinkaya (Ressam, yazılım geliştirici), İstanbul Gösteri Sanatları Geliştirme Derneği, Jülide Kural (Oyuncu), Kadir Çıtak (Fotoğraf sanatçısı), Kardeş Türküler, Kayuş Çalıkman G. (Seramikçi), Kemal Aydoğan (Yönetmen-yazar), Kemal Gökhan Gürses (Çizer), Kenan Yaşar (Müzisyen), Kerem Kurdoğlu (Yazar, yönetmen, oyuncu), Korhan Özyıldız (Müzisyen), Lal Lalesh (Şair), Leman Sam (Müzisyen), Levent Soy (Dansçı), Mahir İpek (Oyuncu), Mahir Karayazı (Şair), Mahmut Fazıl Coşkun (Yönetmen), Mahmut Temizyürek (Şair), Mansur Balcı (Şair), Maral Ceranoğlu (Dansçı), Mazlum Çimen (Müzisyen), Mehmet Atak (Oyuncu), Mehmet Çetin (Şair), Mehmet Demir (Yazar), Mehmet Esatoğlu (Oyuncu), Mehmet Esen (Oyuncu), Mehmet Özer (Fotoğraf sanatçısı), Mehmet Özveren (Belgeselci), Mehmet Sadık Kırımlı (İzmir), Mehmet Sander (Dansçı), Meltem Ahıska (Yazar), Mercan Erzincan (Müzisyen), Metin Boran (Yönetmen), Metin Göksel (Tiyatrocu), Metin Kaygalak (Şair), Mihran Tovmasyan (Dansçı), Murat Düzgünoğlu (Yönetmen), Murat Meriç (Yazar, radyo programcısı), Murat Uyurkulak (Yazar), Mustafa Avkıran (Oyuncu), Mustafa Erdoğan (Dansçı, yönetmen), Mustafa Yakut (Yazar), Nadir Öperli (Oyuncu), Namık Kuyumcu (Şair), Nazlı Masatçı (Oyuncu), Nesimi Aday (Şair), Neşe Yaşın (Şair), Nevruz Yıldırım (Oyuncu), Nevzat Çelik (Şair), Nevzat Karakış (Müzisyen), Nezan N. Çelebi (Yazar), Nihal Zaim (Müzisyen), Nurettin Rençber (Müzisyen), Onur Topal Sümer (Dansçı), Orçun Masatçı (Oyuncu), Orçun Yıldırım (Müzisyen), Orkun Kocabıyıkoğlu (Oyuncu), Ömer Faruk Kurhan (Yazar, yönetmen), Önder Kızılkaya (Şair), Övül Avkıran (Oyuncu), Özcan Alper (Yönetmen), Özden Çiftçi (Oyuncu), Özden Dönmez (Radyo programcısı), Özgür Örün (Oyuncu-Eskişehir), Özlem Gülmez (Oyuncu), Özlem Öztürk (Oyuncu), Pakrat Estukyan (Yazar), Pelin Esmer (Yönetmen), Pınar Gümüş (Oyuncu), Pınar Sağ (Müzisyen), Ragıp İncesağır (Grafik tasarımcı), Rauf Kösemen (Grafik tasarımcı), Redd (Müzik Grubu), Refika Kadıoğlu, Reis Çelik (Yönetmen), RemDans Proje Topluluğu (İstanbul), Roni Margulies (Şair), Selçuk Uyan (Oyuncu), Selim Evcim (Şair ), Selma Kociva (Yazar), Sema (Müzisyen), Sennur Sezer (Şair, yazar), Serap Yağız (Müzisyen), Seren Sayın (Oyuncu-Eskişehir), Serhat Ertuna (Oyuncu), Serkan Taycan (Fotoğraf sanatçısı), Servet Kocakaya (Müzisyen), Seteney Koz (Dansçı), Sevilay Saral (Oyuncu), Seyfi Teoman (Yönetmen), Seyhan Kaya, Sezai Sarıoğlu (Şair), Sırrı Süreyya Önder (Yönetmen), Suat Alican (Müzisyen, şair-İsveç), Suavi (Müzisyen), Sumru Ağıryürüyen (Müzisyen), Şahin Adıgüzel (Oyuncu), Şebnem Sönmez (Oyuncu), Şevket Şahintaş (Fotoğraf sanatçısı), Şevval Sam (Müzisyen), Şule Ateş (Sanat Yönetmeni), Şule Işıklı (Oyuncu-Eskişehir), Şükrü Erbaş (Şair-Antalya), Taner Koçak (Yayıncı), Tanju Duman (Müzisyen, yönetmen)?), Tarık Tufan (Yazar), Taylan Şengül (Müzisyen-ABD), TİSAD (Tiyatro Sanatını Araştırma İnceleme Bilim Kültür Eğitim Derneği), TİSEN-G (Tiyatro İşçileri Sendikası Girişimi), Tiyatro Yeraltı, Tolga Esmer (yazar, çevirmen), Tolga Sağ (Müzisyen), Toprak Karaaoğlu (Yazar), Tozan Alkan (Şair,Çevirmen), Tuğçe Canbolat (Belgeselci), Tunay Bozyiğit (Şair), Tuncel Kurtiz (Oyuncu-Edremit), Tülin Özen (Oyuncu), Tünay Bozyiğit (Şair), Türker Alpugan (Oyuncu-Manisa), Türkiye Tiyatrolar Birliği, Uğur Açıkgöz (Oyuncu-Eskişehir), Uğur Baran (Oyuncu), Uğur İpek (Oyuncu), Ulaş Özdemir (Müzisyen), Umur Hozatlı (Yönetmen), Ülker Uncu (Müzisyen), Ülkühan Zekioğlu (Fotoğraf sanatçısı), Vartkes Keşiş (Müzisyen), Vecdi Erbay (Şair- İstanbul ), Veda İpek (Oyuncu), Vedat Türkali (Yazar), Vedat Yıldırım (Müzisyen), Veysi Altay (Fotoğraf sanatçısı), Volga Sorgu (Oyuncu), Yamaç Okur (Sinema eleştirmeni?-İstanbul, Yasemin Göksu (Müzisyen), Yaşam Kaya (Tiyatro yazarı), Yaşayan Tiyatro (Eskişehir), Yeliz Burçin Özkaya, Yener Aksu (Festival yöneticisi), Yonca Tuna (Oyuncu), Yusuf Çetin (Oyuncu), Yüksel Aymaz (Işık tasarımcısı), Zafer Gecegörür (Oyuncu-Bartın), Zeki Tombak (Şair), Zeynep Casalini (Müzisyen), Zeynep Tanbay (Dansçı), Züleyha Ortak (Müzisyen).
-
JİTEM gerçeği...
Kayseri eski Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz ve eski Cizre Belediye Başkanı Kamil Atağ'ın da aralarında bulunduğu tutuklu 6 sanıklı JİTEM davasının 4. duruşması Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. DİYARBAKIR - Şırnak'ta 1993–1995 yılları arasında 20 faili meçhul cinayetten yargılanan Kayseri İl Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz, Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atak ve itirafçı ile korucuların da aralarında bulunduğu JİTEM davasının 4. duruşması dün öğleden sonra Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü. Duruşma yaklaşık olarak dokuz saat sürdü. Duruşmada, tutuklu sanıklar Albay Cemal Temizöz, Kamil Atak, Hıdır Altuğ, Âdem Yakın, Fırat Altun (Abdulhakem Güven) ve Tamer Atak hazır bulundu. Mahkeme heyeti, dosyada mağdur olarak yer alan Abdurrahman Avşar'ın kardeşi Selahattin Avşar, Abdurrezzak Binzet'in kardeşi Abdulselam Binzet'in mağdur olarak ifadelerinin alınmasını kabul etmedi. Maktuların yasal mirasçısı olmayan bu kişilerin sadece tanık olarak dinlenmesine karar verdi. Sanık avukatlarının daha önceki celsede müvekkillerinin tahliye edilmesi yönündeki taleplerine karşı müdahil avukat Tahir Elçi savunma yaptı. Sanıkların çok ciddi iddialarla yargılandığını hatırlatan Elçi,"Duruşmaların bu kadar erken tarihlere verilmesi özellikle sanıklardan Albay Cemal Temizöz'ün tahliye edileceği izlenimini uyandırıyor. Kendisi halen yetkili ve etkili bir makamdadır. Rahatlıkla delilleri karartabilir, Güvenlik güçlerine taş atma teşebbüsünde olan bir sanık bile aynı mahkemede halen 2 yıldır tutuklu bir şekilde yargılaması devam ediliyor. Bu nedenlerle sanık avukatlarının tahliye talebinin reddedilmesini talep ediyoruz." dedi. JİTEM, Korucu ve Emniyet Cizre'de Terör Estiriyordu Ramazan Uykur'un oğlu İsmet Uykur, sanıklardan Tamer Atağ tarafından öldürüldüğünü ileri sürdü. İsmet Uygur olayı şöyle anlattı. “Ben babam birlikteydik. Daha sonra bir araba bize yanaştı. İçinden Tamer Atağ indi ve daha sonra Tamer Atağ tabancasını babama doğrultu. Bir kargaşa çıktı. Bir el silah sesi duydum, babam yere yığıldı. Sonra arabadan kel bir adam indi. Elindeki keleş ile birkaç el babama sıktı, Tamer Atağ da babamın öldüğünden emin olmak için o da yerde yatan babama birkaç el sıktı. JİTEM, Korucu ve Emniyet bir olup Cizre'de terör estirdikleri için biz Cizre'den göç etmek zorunda kaldık. Mersin'e yerleştim; ama şuan bile çok korkuyorum. Benim can güvenliğim yok.” dedi. Söz alan sanık Cemal Temizöz ise, Ramazan Elçi'nin ölüm olayının nüfus kaydında kalp krizi olarak geçtiğini, 1999'da emniyet müdürlüğünün bu durumu kaymakamlığa bildirdiğini anlattı. Müdahil avukat Tahir Elçi de ailenin o tarihte yeşil kart almak için başvuruda bulunduğunu, ölüm nedeninin de görevliler tarafından yanlış kaydedildiğini ifade ederek, ''Çünkü, öldürüldüğünde kimliksizdi. Onu öldürenler kimliğini almıştı. Bu nedenle ölüm kaydı yapılmamış. Bu durum ailenin yeşil kart başvurusu sırasında ortaya çıkmıştır.'' diye konuştu. Ramazan Elçi'nin eşi Kerime Elçi de Kürtçe tercüman aracılığıyla verdiği ifadesinde, eşinin öldürülmesi olayını görmediğini belirterek, ''Eşimin kardeşinin bana anlattığına göre eşimi o gün beyaz renkli bir araçla JİTEM elemanları alıp götürmüş. O beyaz renkli araç ilçede herkes tarafından bilinirdi. Herkes o araçtan korkardı. Eşimin cenazesini mezarlıkta bulduk.'' dedi. Temizöz; Bu Durumumu Hazmedemiyorum Sanıklardan Cemal Temizöz savunmasında, suçlamaları kabul etmedi. Temizöz; ''Duruşma salonunda mağdur ve müştekilerin (şikayetçilerin) müdahil avukatlar tarafından yönlendirildiğine şahit oldum. Mahkeme, 1993–1995 yılları arasında Şırnak Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında kaç tane beyaz renkli aracın olduğunu çıkartabilir. Bizim beyaz renkli bir aracımız envanterimizde yok. Ben Kayseri Jandarma Alay Komutanı olarak tutuklu bulunma durumumu hazmedemiyorum. Ancak yasalara karşı her zaman saygılı kaldık, yine kalacağız.” şeklinde konuştu. Sanık avukatları, müvekkillerinin kaçma ve delilleri karartma gibi ihtimallerinin bulunmadığını, bu nedenle tahliyelerine karar verilmesini talep etti. İddia makamı, mahkeme heyetinden sanıkların tutukluluk halinin devamını istedi. Mahkeme heyeti kısa bir aranın ardından sanıkların tutukluluk halinin devamına karar vererek, duruşmayı 6 Kasım 2009 tarihine erteledi.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
19. yy’da Baban, Soran, Botan, Erdelan, Behdinan... Kürt emirlikleri ön plana çıkar. Bu beyliklerin bir kısmı Osmanlı’nın bir kısmı İran’ın egemenliği altına girdi. Ve bu devletlere karşı başkaldırdılar. Bu başkaldırılardan emirliklerden önce Baban emirliğini ve 1806 Abdurrahman Paşa ayaklanmasını ele alacağız. BABAN DİRENİŞLERİ ve ABDURRAHMAN PAŞA Büyük bir geçmişe sahip Baban emirliğinde zaman zaman direnişler olmuş ve hiçbir zaman sömürgeci güçlere karşı baş eğmemiştir. Bu direnişlerden en büyüğü Abdurrahman Paşa ayaklanmasıdır. Baban Emirliği: Şehrezar ve çevresinde hüküm süren Baban emirliği Güney Kürdistan eski (ömrü 200 yıldan fazladır) ve güçlü emirliklerden biriydi. 1786 yılında mekezleri olan bugünkü Süleymaniye kentini kurdular. Baban emirliğinin önemi Osmanlı ile İran arasında sınır bölgesinde bulunmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle Baban, Osmanlı ile İran arasında sürekli yıpranıyordu. Baban emirliğinin kuvvetli, etkin ve iyi bir ordusu vardı. Baban Emirliği ulusal duyguyu hareketlendirmiş ve yaymıştı. Baban Emirliğinin yurt sever kimliği Abdurrahman Paşa'da çok güzel şekillenmişti. Bir keresinde Abdurrahman Paşaya niçin Bağdat valisi olmak istemediğini sormuşlar. O ise şöyle yanıt vermiş: "doğru,oranın valisi olursam daha büyük olacağım,ama vatanımın bir yudum suyunu bütün imparatorluğa değişmem!" Bu Emirliğin şöhreti o kadar yayılmıştı ki Osmanlı devleti bile onlardan çekiniyor ve onlara saldırma cesareti bulamıyordu. Bunun için ancak İran'la beraber birkaç defa Babana saldırdı. 1639'da Kürt Coğrafyası ikiye bölününce Güney Kürdistan, Şehrezor ve Baban mirliği Osmanlı devleti topraklarında kaldı. O zamandan beri Baban emirleri özgürlüklerini elde etmek, emirlikleri kuvvetlendirmek için çaba harcıyordu. Osmanlı ve İran devletleri de Baban emirliğinin zayıflaması ve düşmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Bu işi daha çok savaş yerine, emirlik içinde çelişki yaratarak gerçekleştiriyorlardı. Öte yandan o günlerdeki dünya siyasetinde emirliğin gelişmesinde diğer bir engeldi. Her ne kadar İngiliz emperyalizmi ve Çarlık Rusya, Osmanlı ve İran devlerinin yıkılışını istiyorduysa da bölgeden başka bir parçanın kopmasına da taraftar değildirler özellikle bu parça Kürtlerden oluşuyorsa… Bölgenin, İran'la Osmanlı arasında çatışma sahası durumunda olması Baban emirliğinin halkına oldukça büyük zarar veriyordu. Ve tarım ve ticaretin gelişmesini engelliyordu. Ekonomik durumun gerilemesi toplumsal durumu da etkiledi. Bu da emirliğin gelişmesine ve ilerlemesine engel oldu. Emirler gelirlerden kendilerine büyük oranda para ayırdıktan sonra, Bağdat'a ve Kirmen Şah'a da para vermek zorundaydılar. Tüm bu vergilerin yükü de köylü ve çiftçilerin omzundaydı. Bu yüzden ekonomik durum hayli kötüydü. ABDURRAHMAN PAŞA AYAKLANMASI Abdurrahman Paşa, 1789 yılında emirliğin başına geçti. Aslında Baban emirliğinin bağlı olduğu Bağdat valisi, Abdurrahman Paşa'nın Emirliğin başına geçmesini istemiyordu. Bağdat valisinin bu tutumuna karşı Abdurrahman Paşa zorla ve kuvvet yoluyla emirliğin başına geçti denebilir. Abdurrahman Paşa ilk günden itibaren Bağdat valisinin sultasından kurtulmak istiyordu. Emirliğin başına gelir gelmez de Bağdat'ın emirlik içişlerine karışmayacağını ilan etti. Abdurrahman Paşa döneminde emirliğin güç ve etkinliği daha da artmış ve Abdurrahman Paşa tüm Kürt Coğrafyasının hükümdarı özelliğini kazanmıştır. Osmanlı Devleti, Kürt emirlerine ve özellikle Baban emirliğine düşmanca bir gözle bakıyordu. Osmanlının Baban Emirliğine hiç güveni yoktu. Emirliğin coğrafi konumu ve Osmanlının muğlak siyaseti yüzünden, Baban emirleri zorunlu olarak İran'a yanaşıyordu. Ve kendilerini zaman zaman onunla iş birliği yapmak zorunda hissediyordu. Abdurrahman Paşa Emirliği korumak için bir çok defa İran'a başvurur ama yinede onlara tam olarak boyun eğmezdi. Ve kendisinin doğru bulduğu siyaseti uygulardı. Abdurrahman Paşa da daha önceki Baban emirleri gibi İran ve Osmanlı Devleti'ne güvenmiyordu. Her iki devletin emirliğe uyguladıkları düşmanca siyaset sonucu, Abdurrahman Paşa da emirliğinin ağırlığını hissettirmek ve varlığını daha iyi pekiştirmek için Bağdat valisinden kurtulup direkt İstanbul'la ilişki kurmak istedi. Fakat Osmanlı bu duruma pek sıcak bakmadı. Çünkü Abdurrahman Paşa'nın niyetini tahmin edebiliyordu. Osmanlıların ve İranlıların Baban emirliğine karşı yürüttükleri iki yüzlü siyasete karşılık Babanlar da iki ip üzerinde siyaset yapma taktiğine devam ettiler. Ancak bu siyaset emirliği yıkıma kadar vardıran esas neden oldu. Bu siyaset bir dereceye kadar emirliğin bağımsızlığını korudu ama, emirlerin ve halkın yurtseverlik ruhunun bozulmasına neden oldu. Bir o tarafa bir bu tarafa yönelmesi halkın ne yapacağını bilemez bir hale gelmesine neden oldu. Emirlik böylelikle savaş sahnesi olmuştu. Bu durum emirliğin ekonomisine de büyük zarar veriyordu. Çünkü halkın durumu net olmadığından, toprağını ekemiyordu. Ayrıca her savaş sonrası büyük bir mali yük halkın boynuna biniyordu. Ne zaman bir süreliğine de olsa emirlik; güvenli, emniyetli bir yaşam sürdürseydi emirler birbirleriyle uğraşacaklarına ülkeyi canlandırmaya çalışsalardı İran ve Osmanlı hemen bir kargaşa çıkartıp ülkeyi tekrar sorunlar içine sokardı. Mesela Abdurrahman Paşa, Abdullah Ağaya destek vererek onun Bağdat valisi olmasına vesile olmuştu. Bu nedenle Abdurrahman Paşanın Bağdat valisi Abdullah Ağa'yla arası iyiydi. Bu da İran yetkililerince istenmeyen bir durumdu. Abdurrahman Paşa'nın etkinliğinin daha artacağından korkuyorlardı. İran bu durumda kendi menfaatlerinin bölgede tehlikeye düşmesinden korkuyordu. Durumu değerlendiren İran her zaman uyguladığı sinsi politikasını uyguladı. Ve ne yapıp edip Abdullah Ağa ile Abdurrahman Paşanın arasını açtı. Başkaldırı (1806): Osmanlı imparatorluğu Abdurrahman Paşanın etkinliğinin artmasından daha fazla endişelenmeye başlar ve bu nedenle rakip bir aşiret reisini Süleymaniye emirliğine atadı. Bu durum karşısında Baban beyliği ayaklandı (1806). Aslında Abdurrahman Paşanın 24 yıllık iktidarı boyunca emirlikte altı büyük savaş olmuştur. Fakat 1806 daki bu ayaklanma daha kapsamlı ve geniştir. Ayaklanan Abdurrahman Paşa yeni atanan Süleymaniye emirini öldürdü ve Osmanlıya karşı büyük bir başarı elde etti. Fakat Osmanlı büyük bir gurup ile ayaklanmanın üzerine gitti. Savaş zaman zaman İran Kürdistanı'nda da sürer. Üç yıla yakın süren bu savaşta Abdurrahman Paşa kuvvetleri büyük başarılar elde etmiş ve kazanmak üzereyken, Abdurrahman Paşanın kardeşi Halit Paşa ve bazı akrabaları kendilerine ihanet edip Osmanlı saflarına geçerler. Hareket bu nedenle 1808 de bastırılmış olur. Baban emirliğinin askeri gücü Abdurrahman Paşa döneminde zirveye ulaştı. Fakat o dönemde Osmanlı da toparlanmaya ve egemenliğini dayatmaya çalışıyordu. Aynı zamanda Bağdat'ta iş başına gelen valiler çok bilgili ve siyasetten anlayan kimselerdi.İşte bu yüzden de Abdurrahman Paşa'nın çabaları bir sonuç vermedi. Ama şu var ki bu çabalar kendisinden sonraki yurtseverlik duygusunun yayılmasına neden oldu. Abdurrahman Paşa'nın çocukları ve torunları aynı yurtseverlik duygusuyla yetişiler. Kürt ismini daha önce duymayanlara duyrulur...
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Şeddadiler (951-1164): Bu dönemde ortaya çıkan ilk Kürt devleti, Şeddadiler’in Azerbeycan'ın kuzeyinde kurdukları devlettir. Önce başkentleri Erivan yöresindeki Dabil (Dvin) idi. Sonradan Gence'yi başkent yaptılar. Şeddadi Kürt hanedanlığı 1164'te Selçuk kralı Melik şah tarafından ortadan kaldırıldı. Hasnaviler(Hasanveyh devleti (959-1015): İkinci Kürt hanedanı 959’da Cibal'de ortaya çıktı. Kurucusu Hasanveyh bin Hüseyindir. Hasanveyh Berzikani aşiretinin reisi idi. Bu Kürt devleti 1015 yılına kadar sürdü.Hasanveyh soyluluğu, iyi yönetimi ve ahlakıyla övülmektedir. Bûveyhoğulları devleti (934-1050): Ali Hasan ve Hüseyin Ahmet kardeşler tarafından güneybatı İran'da 934 yılında kuruldu. 1050 yılında Selçuklu Sultanı Tuğrul tarafından yıkıldı. Annaziler (991-1118): Muhammed bin Annaz tarafından 991'de kuruldu.1117'ye kadar bu hanedanlık hüküm sürdü. Mervaniler (991-1085): Bu devletin kurucusu Humeydi aşiretinden Bad'dır. Bu devlet Meyya farkin (Silvan ) ve Amed'i merkez olarak almıştır. Hemdanilerle yapılan bir savaşta Bad öldürülür ve yerine yeğeni Ebu Ali Hüseyin bin Mervan geçer ( 991). Bu hanedanlık 1085 de Selçuklular tarafından ortadan kaldırılır. Alamut Devleti (1011-1256):1011 de Hasan el-Sabbah tarafından kurulur. 1256’da Moğol hükümdarı Hülagü han tarafından yıkıldı. Bu devlet Hasan Sabbah önderliğinde İsmailiye mezhebi temelinde kurulan bir din devletidir. Fakat oldukça bozuk inançları olan ve İslam ile bağdaşmayan yönleri vardır. Eyyubiler (1175-1250): Meşhur bir Kürt hanedanlığıdır. Revadi aşiretindendir. Selahaddin'nin asıl adı Yusuf 'tur. Mısır halifesi İmaeddin Zengi’ nin yanında yetişen Selahaddin’in amcası Mısır halifesinin vezirliğini yapmaya başlar. Yusuf, amcasının ölümünden sonra yerine atanır. Selahaddin, 1171'de ölmekte olan halifenin devrildiğini ilan eder ve hutbenin Bağdat halifesi adına okunmasını emreder. Böylece Mısır'da Fatimi hanedanlığına son verilmiş olur. 1187 Hettin savaşı Selahaddin'in başarısının doruğa ulaştığı noktaydı. Filistin'de yapılan bu savaşla Haçlıların direnişi kırılarak Kudüs kuşatıldı ve Müslümanların eline geçti. Selahaddin 1193’te vefat etti. Öldüğünde arkasında İran sınırından Trablus'a,Yemen'e kadar uzanan geniş bir imparatorluk bırakmıştı. Eyyubi devleti, orduda paralı askerlik yapan Türk kölemenler (köle askerler) tarafından 1250'de yıkıldı ve yerine hükümdarları Türk olan Memluklu devleti kuruldu. Salahaddin, Kürt halkı ve bölgenin diğer halkları için büyük bir övünç, gurur kaynağıdır. Ve herkes ona büyük bir saygı duyar. Moğol istilası ve Osmanlı -Safavi döneminde Kürdistan: Kürdistan, coğrafi durumu gereği doğudan gelen yıkıcı saldırıların etkisiyle uzun zaman çeşitli belalarla karşı karşıya kalmıştır. Kürt ulusunun içinde sürekli anlaşmazlıklar, rekabetler, basit sorunlardan doğan aşiret kavgaları, dinî önderler ve aşiret reislerinin tutumları Kürtleri birlik olmaktan alıkoymuştur. Böylece de dışarıdan gelen belalara karşı tek bir vücut olarak karşı koyamamışlardır. Tarih boyunca Kürtleri egemenlikleri altında tutmuş olan devletlerin çoğu, Kürt halkını zulüm ve diktatoryaları altında inim inim inletmişlerdir. Buna karşılık Kürtler gerekli birliği kurup kendilerine yaraşır bir şekilde bu baskılara karşı koyamasalar da sürekli bir teslimiyet ve köleliği de kabullenmemişlerdir. Müslüman olduktan sonra, dinlerine çok bağlı olan Kürtler; ne yazık ki dini kendi menfatleri için kullananlarca defa kandırılmışlardır. Bir taraftan Kürdistan'da çeşitli Kürt hanedanlıkları baş gösterirken diğer yandan Selçukluların öncüleri olan Oğuzlar batıya doğru ilerlemeye başladılar. Kürdistan'dan geçerken de barbarlıklarına yaraşır şekilde katliamlar yaptılar. 1071'de Selçuklu Sultanı Alpaslan ile Bizans imparatorluğu arasında Malazgirt savaşı meydana geldi. Ve Bizanslılar yenildi. Bu savaştan sonra Kürdistan yavaş yavaş Selçukluların egemenliği altına girdi. Selçuklular var olan Kürt hanedanlıklarını yıkarak onların topraklarına egemen olmaya başladılar. Merkezi İran'da olan Büyük Selçuklu Devleti, 12.yy'ın sonlarında dağıldı. Ve bunun yarattığı boşlukta Harzemler sahneye çıktılar. İrani bir halk olan Harzemenler, kısa sürede Türkistan'a, orta ve doğu İran'a sahip oldular. Cengiz Han'ın liderliğindeki Moğollar, 1220 yıllarında Harzemleri yenilgiye uğratıp, ülkelerini ele geçirdiler. Harzemler, Moğollardan kaçarken Kürdistan'a girdiler ve geçtikleri her yeri talan edip, yakıp yıktılar, büyük can kaybına yol açtılar. Harzemleri izleyen Moğol-Tatar istila güçleri bölgeyi daha da alt üst etti, kan ve ateşe boğdu. Öyle ki Amed'de tek bir canlı varlığın kalmadığı bile söyleniliyor. 1257'de Hülagu'nun komutasındaki Moğol ordusu Hemedan ve Kirmanşah'a saldırdı. Moğollar, Bağdat'ı aldıktan sonra, Abbasi halifeliğine son verdi. İslam ülkeleri ve Kürdistan Moğolların verdiği yıkıntı ve yaraların acısını henüz unutmadan 14.yy'ın sonuna doğru yepyeni bir başbelasıyla karşılaştılar:Ünlü kan dökücülerinden Timurleng'in saldırı ve işgali. Bu yeni Moğol istilası da Cengiz ve Hülagu'nunkinden aşağı kalmadı ve Kürdistan tekrar harabeye çevirtildi. Timur 1402 de Ankara civarında Osmanlı padişahı Yıldırım Beyazıd'ı yenilgiye uğratarak Anadolu'ya hakim oldu. Ancak1405'te öldürülünce Timur dönemi son buldu. Bundan sonra Karakoyunlular ile Akkoyunlar'ın hesaplaşması başladı. Karakoyunlar Kürdistan'ın büyük bir bölümüne egemen olarak güçlü bir devlet haline geldi-ler. Ancak daha sonra Akkoyunlular, Karakoyunları büyük bir yenilgiye uğratarak 1468'de ortadan kaldırdı ve Anadolu topraklarına egemen oldu. Bundan sonra sahneye Safavi devleti çıktı. Safaviler 1507'de Amed'i ele geçirerek Akkoyunlu devletinin egemenliğine son verdi. Şah İsmail'in de Kürdistan'da yaptığı zulümler Akkoyunluların zulmünden geri kalmadı. Burada en önemli rolü mezhep farklılığı oynadı. Şii-Sünni çatışması nedeniyle oldukça kan döküldü. Kısa süre sonra Kürditan'ın tamamı Safavi egemenliğine girdi ve sınırları Osmanlı sınırlarına ulaştı. Safavilerin güçlendiğini gören Osmanlı, doğuya seferler yapmaya başladı. Bu seferlerin en büyüğü ve bizim açımızdan en çok önem taşıyanı 1514'te Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı-Safavi arasında yapılan Çaldıran savaşıdır. Bu tarihten itibaren bu kez Kürdistan, Osmanlı-Safavi arasında bir savaş meydanına döndü. Şah İsmail Kürtlere çok sert bir politika uyguluyordu. Fakat Yavuz Sultan Selim ise Şah İsmail'in tersine Kürt beyleriyle dayanışma ve ittifak metodunu izledi. Çünkü o dönem Kürtlere iyi davranmaktan başka bir yöntem izleyemezdi. Osmanlı doğuda büyüyen Safavilere karşı Kürtleri kullanmak zorundaydı. Bu konuyla ilgili bir olay anlatılır Şerefname de; "İdris'i Bitlisi Kürdistan beyleri adına Sultan Selim'e bir rapor sunar ve İran kuşatmasına son vermek için başlarına beylerbeyi rütbesinde bir komutan atamasını ister. Sultan ona: "Kendi aranızda beylerbeyi olabilecek ve tüm Kürt beylerinin boyun eğebileceği birini seçin."der. İdris: "Burada herkes ben olayım diyor, kimse kimseye itaat etmiyor. Bu nedenle saraydan birisinin tayin edilmesi daha iyi olur. Ancak böylelikle Kürt beyleri itaat ederler."der. Ve sultan saraydan birini atar. Ne yazık ki kariyerist Kürt beylerinin, kibirli ve iktidar hırsıyla yaptıkları bu davranış yüzyıllarca Kürt halkına kan, gözyaşı ve zulüm olarak ağır bir bedele mal olmuştur. Kasr-ı Şirin Antlaşması (Kürdistanın İkiye Bölünüşü):1639 Kürdistan'a Çaldıran'dan sonra damgasını vuran bir diğer olay Kasr-ı Şirin antlaşmasıdır. IV. Murat döneminde imzalanan bu antlaşma tarihimize damgasını vuran en acılı olaylardan biridir. Osmanlı ile Safavi arasında gerçekleşen bu antlaşmadaki sınır, geçerliliğini (ufak değişikliklerle beraber) bu zamana kadar korumuştur. 1639'da Osmanlı-İran arasında ikiye bölünen Kürdistan, Lozan antlaşması ile de dörde bölünmüştür. Bu antlaşmadan sonra Osmanlı’nın Kürt beyliklerine ihtiyacı kalmaz. Ve artık Kürt beyliklerini etkisizleştirip ortadan kaldırma politikası izler. 19.yy'ın ortalarında (en son Yezdan Şer ayaklanmasının bastırılmasıyla beraber) Kürt beylikleri tarih sahnesinden silinip tarihe karıştılar. Bu dönemden sonra Osmanlı, Amed'e Melik Ahmet Paşayı tayin eder. Melik Ahmet Paşa bu bölgede büyük zulümler yapar. 1729 da Nadir Şah, Safavi hanedanlığına son vererek İran Şah'ı olur. Kürtler gördükleri zulümlerden ötürü kendisinden nefret eder. Kürdistan tarihinde 13.yy ortalarından sonra Kürt beyliklerinin de ortadan kalktığı 19.yy ortalarına kadar süren 600 yıllık dönem "Yarı Bağımsız Kürt beylikleri dönemi" olarak adlandırılabilir. Osmanlı-İran, yüzyıllar boyu bu Kürt beyliklerini tarih sahnesinden silmeye çalışmalarına rağmen, bu beylikleri kısa sürede ortadan kaldıramadılar. Beylikler varlıklarını 19.yy'ın ortalarına kadar sürdürdü.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Önce Kürtlerin ataları olan halkları biraz tanıyalım: Gutiler: Zağros bölgesinde yaşayan halklardandır. M.Ö 2300 yıllarında en güçlü oldukları dönemi yaşamışlardır. Lulular: Zağrosların en eski halklarından biridir. İlk yurtları Süleymaniye, Şehrezor, Zaho yöresiydi. Sümerler, Elamlar ve Gutilerle çağdaştırlar. Kassitler: Bunlarda Zağros halklarından olup Gutiler'den sonra egemen olmuşlardır. M.Ö 1800'lü yıllarda Hemadan ve Kirmenşah bölgesinde yaşamışlardır. Subariler, Huriler, Mittaniler: Yukarı Mezopotamya ve şimdiki Musul çevresi M.Ö 4 bin yıllarında Subarilerin yurdu idi. Subariler, Huri ve Mittanilerin atasıdır. 1400'lü yıllarda Hurri egemenliği altındaki bölge Hurriler ve Mittaniler diye ikiye ayrılırdı. Huri adı kuzeyde kalan bölge için, Mittani ise güney için kullanıldı. Zamanla Mittani devleti güçlendi ve öne çıktı. Urartular: Urartuların ilk merkezleri Malazgirt civarındaydı. Daha sonra Tuşba (Van) kentini merkez yaptılar. Asıl adları Xaldi'dir. . Nairiler: Hurri ve Mittani devleti yıkılışından sonra Nairiler ortaya çıktı. Bunlar Cizre'den Şemdinan'a kadar uzanan bölgedeydiler. Medler: Medler, Hemedan yakınındaki Ekteban kentini başkent yaptılar. Asur'u ortadan kaldırarak geniş bir imparatorluk kurdular (M.Ö. 612). Med İmparatorluğu bugünkü İran ve Sovyet Azerbaycan'ını kapsayıp kuzeyde Kafkaslara ulaşıyor, güneyde Zağros bölgesini içine alarak Hürmüz boğazına, doğuda ise İndüs ırmağının yukarı kaynaklarına ulaşıyordu. Bu tarihten sonra artık Kürt coğrafyası başkalarının egemenliği altına girdi ve günümüze kadar artık gün yüzü görmedi. 1639, Kasrı Şirin antlaşması ile ikiye bölünen Kürdistan, 1.dünya savaşı sonrası beş parçaya ayrıldı. Kısaca değinecek olursak şu devletlerin egemenliği altında kaldı: Persler (M.Ö 550-530)-Selefkoslar (M.Ö 323)-Selefkoslar - Partlar (M.Ö 247-100)-Partlar-Romalılar ( 0- 224)-Romalılar-Sasaniler ( MS 224-637-Araplar ( 637 -1000)-Kürt Hanedanlıkları (1000-1200)-Selçuklular (1117-1200)-Harzemler (1220)-Moğollar ( 1257 )-Karakoyunlular ( 1405 )-Akkoyunlular (1468 )-Safevi (1507)-Osmanlı-Safevi (1514-1729 )-Osmanlı-İran ( 1729-1923)-TC - Irak- Suriye - İran - Rusya (1923 Lozan'dan sonra) 18. 19. 20.yy. da toprakları bölünmüş parçalanmış ve özellikle 20. yy.da 5 ayrı ülke tarafından toprakları paylaşılmış olan Kürtler, sürekli gerek iç, gerek dış tehlikeler ile mücadele etmek zorunda kalmış ve bunun da getirisi olarak zayıflamış, imkansızlıklar içinde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalmıştır. Fakat buna rağmen devamlı ve çözüm getiren başarılar elde etmemişlerse bile zulme, sömürüye ve başkalarının egemenliği altında yaşamaya karşı son nefesine değin mücadelesini sürdürmüştür. Kürt tarihi onurlu direnişlerin, Kürtlere yapılan katliam ve göçlerin, sürgünlerin tarihidir. 20. yy Kürt kanının bol bol akıtıldığı bir yy. olmuştur. 21. yy. Kürtler için önemli gelişmelerin yaşanabileceği bir yy.dır. Kürtler, tarihin her döneminde olduğu gibi şimdi de önemini muhafaza etmektedir.
-
KÜRTÇE'YE RESMİ DİL YOLU AÇILDI
Türkiyede sizin dediğiniz gibi bir ulusal anlayış var işe bu Ulusal ortaklığın adı bir ırk adı olmamalıdır,eğer bir ırk adı olursa bu ülkedeki diğer bir ırk çıkıp buna itiraz edebilme hakkına sahip olur.Dil konusunda defalarca yazdık,kimsenin Türkçenin ortak dil olmasına bir itirazı yoktur,okullarda Kürtçe eğitim verilmesini istemek demek Türkçenin Kürt asıllı vatandaşlarımızın hayatından çıkarılması demek değildir,zira Türkçe bizim ortak dilimiz,paylaşım ve iletişim noktamızdır. bu sözleri sadece sizden bir kaç ileti önce yazmıştım,bu bile benim ülkenin birlik ve bütünlüğünden yana olduğumu,ancak bunu sağlamak için devletin şimdiye kadar uyguladığı politikaların yanlış olduğunu,inkar etmenin hiçbir sonucu çözmeyeceğini anlattığımı gösterir.Asıl birlik ve bütünlükten bahsetmeyen,aksine hep kendi tarafına yontan anlayışlar size aittir...
-
Zulme karşı ortak haykırış
Bugün bu çarpık yapı sürüyorsa, birileri hepimizi eziyorsa, istediğimiz gibi yaşayamıyorsak, inançlarımız, fikirlerimiz baskı altına alınıyorsa, bunun en temel nedenlerinden biri bu ülkede süren savaştır. Savaş, hayatın normalleşmesine izin vermiyor Daha güzel bir hayat süremiyoruz. Dindar biri, eşinin ya da kızının başörtüsü yüzünden baskı görebiliyor. Türbanlı bir kız üniversite kapılarından döndürülüyor. Solcular fikirlerinden dolayı yargılanıyor. Kürtler, Kürtlüklerini yaşamak, anadillerini konuşmak, bir Kürt olarak varolmak istediklerinden kıyıma uğruyor. Aleviler, mezheplerinden dolayı devletten dışlanıyor, okullarda çocuklarına eziyet ediliyor. Bütün bu zulmü gerçekleştirenler iktidarlarını “savaş” sayesinde devam ettiriyorlar. Savaş bittiğinde, onların iktidarı da bitecek. Peki, kaç dindar, kaç Alevi, kaç Kürt, kaç solcu biraraya gelip ortaklaşa savaşa karşı çıkıyor? Niye biraraya gelmiyorlar? Hepsi eziliyor. Hepsini aynı güç eziyor. Ama onlar birleşmiyor. Savaşa ve zulme birlikte karşı çıkmıyor. Savaşı durdurmadan, zulmü durduramayacaksınız. Peki, kaç dindar savaşı durdurmak için harekete geçti, kaç dindar Kürtlerin hakkını savundu? Kaç solcu dindarların türbanına sahip çıktı? Kaç Alevi, türban hakkı için mücadele etti? Kaç Kürt, “genç kızların türbanına dokunmayın” dedi. Türban yasaklandığında, AKP kapatılmak istendiğinde Kürtler neredeydi? DTP kapatılırken AKP’liler, dindarlar nerede? Biz daha güzel bir hayat sürebiliriz. Sürmeliyiz de. Hepimiz birarada eziliyoruz, hepimizin hayatını çalıyorlar. Silahları sayesinde yapmıyorlar bunu. Hepimiz, bizi ezen silahın kabzasının bir ucundan tuttuğumuz için yapıyorlar. Özgür mü olmak istiyorsunuz, mutlu mu olmak istiyorsunuz, zengin mi olmak istiyorsunuz, güvenli mi olmak istiyorsunuz? Olabilirsiniz. Birlikte hareket ettiğinizde bunu yapabilirsiniz. Savaşı elbirliğiyle sona erdirdiğinizde bu amaca ulaşabilirsiniz. Silaha kızmayın. Silahın kabzasına bakın Orada göreceğiniz kendi eliniz sizi zebun ediyor. O ele kızın. Ve ezilmek istemiyorsanız, çekin elinizi o kabzadan. 'YA HEP BERABER ÖZGÜR OLALAĞIZ YADA HEP BERABER KÖLE OLACAĞIZ'
-
LAZLARI KAPSAMAYAN AÇILIM
Adına terör deyin yada başka bişey Pkk bugün varsa bu Kürt halkının hatası değildir,çünkü Pkk sorun değil sonuçtur,Kürt sorunu 1978'den öncede vardı. Kaçak elektrik,su diyorsunuz,iş kredileri diyorsunuz bunları gözünüz görüyorda o insanların evlerinin yakılıp büyük şehirlere gitmek zorunda bırakılmasını neden hiç işlemiyorsunuz? Elinde hayvancılık ve rençberlikten başka mesleği olmayan bir insan büyük şehirlerde ne iş yapar ne yer ne içer diye düşündünüzmü hiç,yok ama sizin umrunuzdamı nede olsa onlar Kürt...
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Kendine bir günah keçisi bulup bütün patlayan bombaları,öldürülen insanları,atılan molotofları ona mal etmek bu şekilde halkın miliyetçilik duygularını uyandırmak en kolay olandır,Düşmanı olmayan ordu mailletine kendini sevdirme ve milletini kendi yolundan götürme başarısını zor elde eder. Sizi protestodan eğer kaldırım taşlarını sökmeyi,molotof atmayı anlıyorsanız bu sizin sorununuz,siz her geçleşen olayı ''PKK yaptı/yapmıştır'' şeklinde yorumluyorsunuz yani sizde o fransadaki,ispanyadaki demokrasi bilinci oluşamamış... aaaaa.... Gördünmü Orduya karşı asimetrik savaş varmış paşa söyledi demekki doğru (işte sizin bilinciniz bu)
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Siz ne zaman doğuda yaşanan savaşı,operasyonları ve 17.000 faili meçhul cinayeti protesto ederseniz bizde ozaman o dediğiniz protestoyu yapmaya hazırız. Bizim hiçbir eylemimiz saldırı amaçlı başlamamıştır başlamasıda mümkün değildir. İspanyada Fransada ve bütün ülkelerde devletin ve ordunun yaptığı faaliyetlerin yanlış olduğunu düşünüp onların bu tavırlarını protesto etmek içinde milyonlar sokaklara dökülüyorlar,şimdi biz size nasıl ikna olalım?
-
Pis tuzak! Ceylan’ı PKK mayını parçalamış...
Araştırmadan İnkar etmek en kolay olandır,Araştırmak onurluca olandır.... Birçok dilbilimci ve Kürdoloğun belirttiği gibi, Kürt dili Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer almaktadır. Bu ailede yer alan İran dil grubu, Kürtçeyi de içermektedir. Kürtçe, bu grubun kuzeybatı bölümünde yer almaktadır. Bu dil grubunda yer alan bazı dilleri şöyle sıralayabiliriz: Farsça, Kürtçe, Belucice, Osetçe, Yexnubçe, Peştûca, Pamirce vd. Kürt dilinin yerinin iyice bilinmesi için dilleri sınıflandırmakta yarar var. Dilbilimciler, genel olarak dili iki yönden; biçimine (morfolojik) ve akrabalık ilişkilerine (genetik) göre ayırırlar. a) Biçim bakımından diller Dilbilimciler biçim açısından dili üç gruba ayırırlar. 1) Tek heceli diller: Çin ve Tibet dilleri bu grupta yer alır. 2) Sondan eklemeli diller: Türkçe ve Macarca bu grupta yer alır. 3) Bükümlü diller: Bu grupta Hint-Avrupa ve Sami dilleri yer alır. Kürtçe de bükümlü bir dil olduğu için, büküm üzerine birkaç şey söylememiz gerekir. Dilbilimciler bükümü şöyle ifade ederler: “Çekim sırasında kökün, özellikle de fiil kökündeki ünlünün değişmesi.” Bükümlü diller için Arapça iyi bir örnektir. Arapçada ünsüzler (konsonant) değişmeyip, sözcüğün başına ve ortasına gelen ünlülerden sözcükler oluşur. Örneğin “ktp” ünsüzlerinden kitap, mektep, kâtip vb sözcükler ünlülerin değişmesiyle oluşurlar. Yine “chl” ünsüzlerinden cahil, cehele sözcükleri oluşur. Kürtçede sözcükler yüklendikleri göreve göre değişkenlik gösterirler ve bükülürler. Bu kurala göre, değişiklik bazen fiilin köküne kadar yansır. Örneğin, “kirin” fiili birinci tekil şahıs takısını alıp şimdiki zaman kipine göre çekimlendiğinde, di-k-im (yapıyorum) olur. Bu örnekte görüldüğü gibi, fiil kökünden sadece “k” sesi değişmiyor. Bir başka örnekle, “parastin” (korumak) fiilini şimdiki zaman birinci tekil şahısa göre çekimlediğimizde, ez diparêz- im durumuna geliyor. Ez birinci tekil, yalın şahıs zamiridir; di- şimdiki zaman takısı; parêz, emir halindeki fiil kökü; -im, birinci tekil şahıs zamiri ekidir. Aynı fiili di’li geçmiş zamana göre çekimlediğimizde, min parast oluyor. Min, birinci tekil, bükümlü şahıs zamiri; parast, geçmiş zaman halindeki fiil köküdür. Örneklerden anlaşıldığı gibi, Kürtçede yalnızca ünsüzler değil, ünlüler de değişip bükülmektedirler. “Parastin” fiili şimdiki zaman kipinde çekimlendiğinde, fiilin kökünde (p a r a s t) bulunan “a” “ê”ye; “s” de “z”ye dönüşüyor. Türkçede çekim sırasında fiil kökü değişmez ve böyle bir vakaya rastlamayız. Örneğin Türkçedeki “gitmek” fiilini değişik zaman köklerine göre çekimlediğimizde, fiilin sonuna birçok çekim eki gelir ama, kurallı olarak bir ünlü veya ünsüz bükümüne rastlamayız. Gittim, gidildi, gidecek, gitmişlerdi: Örneklerde sadece ünsüz yumuşamasına rastlamaktayız. Akrabalık ilişkilerine göre diller Akrabalık ilişkilerine göre diller beş gruba ayrılır. 1) Hint-Avrupa dil grubu (İngilizce, Fransızca, Kürtçe, Farsça). 2) Sami dil grubu (Arapça, İbranice, Akatça). 3) Bantu dil grubu: (Orta ve Güney Afrika dilleri). 4) Çin dilleri (Çin ve Tibet). 5) Ural-Altay dil grubu (Fince, Macarca, Uygurca, Türkçe, Moğolca). Yukarıda da belirtildiği gibi Kürtçe Hint-Avrupa dil grubunda yer alır. Hint-Avrupa dil grubu incelendiğinde, bu gruba dahil dillerde birçok ortak ve yakın sözcük görülür. Bu durum aynı dil grubunda yer alan tüm diller için söz konusudur. Bu yakınlık için, hazırladığımız örnek tabloya bakmakta yarar vardır: Kürtçe İngilizce Almanca Fransızca Farsça Grekçe stêr ,star, stern ,astre, sitare, astron kurt ,short, kurz, court, -, - lêv ,lip, lippe, levre, leb, - jenû, -,-, geneou, -, - dilop, drop, tropfen, -, -, - nav, name, name, nom, name, - no/na, no, nein, non, -, - tu, -, du, tu/te, -, - nû/niwe, new, neu, neu, -, - neh ,nine, neun, neuf, -, - dot, douther, -, -, -, - bira, brother, -, -, brader - Bu konuyla ilgili olarak Minorsky şöyle der5: “Kürtçe de Farsça gibi Batı İran dillerinden biridir. Andreas, Salamann, O. Monn, Meillet, Lent ve T. Tedesco da Batı İran dillerinin iki gruba ayrıldığını söylerler. Bunlar Güney ve Kuzeybatı İran dilleridir ki, iki grup da birbirlerinden çok etkilenmişlerdir. Bu etkileşim ve benzerliklere rağmen, günümüz İran dillerinin birbirlerine yabancı gelen birçok özellikleri vardır. Kürtçe ve Farsça özgün niteliklere sahiptirler. Kürtçe Kuzeybatı İran kolunda yer almaktadır.” Birçok kişi, Kürtçe ve Farsçada bulunan ortak kelimelerden dolayı, Kürtçeyi Farsçanın bir lehçesi gibi tanımlar. Ama Kürtçeyi yakından inceleyenler bunu kesinkes reddederler. Kürtçe ve Farsça arasındaki bazı ayrılıkları sıralayalım. Kürtçe ve Farsça Arasındaki Farklılıklar Kürtçe ve Farsçanın aynı dil grubunda yer almalarından dolayı birçok yönden benzerlik gösterdiklerini belirtmiştik. Birçok çevre bu konuyu istismar ederek, benzerlikleri siyasal inançlarına, etnik arındırma perspektiflerine malzeme olarak kullanmışlardır. Bu istismar bilimsel bakış açısından son derece uzaktır. Tamamıyla öznel bir durumdur. Bu tezi ileri sürenler, Kürtçenin “karma” ve “Farsçanın bozulmuş hali” olduğunu söylerler. Bu nedenle yüzeysel de olsa bu iki dil arasındaki ayrılıklardan söz etmek gerekir. En belirgin ayrılık Kürtçede olup da Farsçada olmayan “cinsiyet”liktir. Kürtçeyi Farsçadan ayıran önemli özeliklerden biri olan “cinsiyet” özelliğine çalışmamızın ileriki aşamalarında ayrıntılı olarak değineceğiz. Kürtçede iki grup şahıs zamiri bulunmasına rağmen, Farsçada böyle bir özellik görmüyoruz. Bu iki grup şahıs zamiri geçişli fiillerde farklıca kullanılmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Kürtçe ergatif bir dildir. Kurmanci için örnek: Min nan xwar (Ben ekmek yedim). Ez nên dixwim (Ben ekmek yiyorum). Kirmancki (Zazaki) için örnek: Min nan werd (Ben ekmek yedim). Ez nanî wena (Ben ekmek yiyorum). Kısacası, Kürtçede şahıs zamirlerinde erillik ve dişillik vardır ama, Farsçada böyle bir durum yoktur. Ayrıca Kürtçede iki grup işaret zamiri vardır. Ama Farsçada böyle bir özellik bulunmaz. Bu iki dilin birçok ayrı özelliğinden söz edebiliriz, ancak biz sözü Vlademir Minorsky’ye bırakırsak daha yerinde olur. Kürdolog Minorsky, Kürtçe ve Farsçanın birbirlerinden ayrı ve bağımsız diller olduğunu söyleyerek bu ayrılıkları beş başlık altında toplar: 1) Fonetik bakımdan: Kürt dilinin fonetiği Farsçanınkinden ayrıdır. 2) Ses değişmeleri: Farsça ve Kürtçede bulunan ortak kelimeler ses bakımından büyük bir değişime uğramışlardır. 3) Şekil ayrılıkları: Zamirlerden tutalım fiil çekim ve bükümlerine, aitlik takılarından isim tamlamalarına kadar birçok ayrılık mevcuttur. 4) Sözdizimi farkları. 5) Kelime ayrılıkları.
-
Türkiye Israil'e karsi sertleşiyor
Şunu merak ediyorum Başbakanımız ve diğer yöneticelerimiz Filistendeki çocuklar için bu kadar üzülüyorlar ve bişeyler yapmak istiyorlarda bizim ülkemizdeki TMK mağduru çocuklar için çabaları nedir acaba? Yarın israilliler dönse Önce kendi kapınızı süpürün deseler cevap ne olacak?