Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey
-
kanamalı akıntı sebebi
Enfekisyonun küçügü büyügü olmazki!!enfeksiyon enfekisyondur...tabiki sizin bileceginiz yani arkadaşınızın bilecegi bişey ama dr a gitmeniz lazımdı kanamlı akıntı bol su içmeyle,bu satten sonra hijyenik olma ile düzelmez!!!sizin aynı soroyu başka forumdada sordugunuzu gördüm bende ilgili birisi olarak düşündüm partnerine...ama bu ifade ile yanıldıgımı düşünmeye başladım....en kısa zamanda bir hast.gidin bence.....
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Arkadaşalar yakın tarihe kadar Türkiyenin gündeminde başörtüsü yada Türban her ne ise varmıydı? Bunu kim neden ve ne amaçla taşıdı da ülkenin bir numaralı sorunu haline getirmeye ve gelmesi içinde sürekli kaşımaya çalışmakta? Yakın tarihe bugünkü savunduğunu söyleyen sıradan insanlar o zamanlar bu sorundan haberleri yokmuydu da birden insan hakkına sarıldı yoksa bu konu buna indirgenerek bir takım islami özlemler içinde olan grupların kışkırtmasıylamı sorun haline geldi yada getirtildi. Bunları çok iyi gözlemlemede ve savunduklarımızın bir insan hakkımı yoksa bu grupların çıkar ilişkilerine mi hizmet ediyor bunu tekrar gözden geçirmekte fayda var. Bu düşüncede fikirlerinizi bekliyorum. Örnek İBDACe denen islami örgütün temel sloganı şudur, "Türban yasağı kalkacak Zulum Bitecek" bunlar yakın tarihte böyle başladı.......
-
ŞŞŞŞŞŞ BAK Bİİİİ
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: made in turkey! başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımYAŞIYORUM DEMEK Çok merak ediyorum kendimi Başıma birşey mi geldi Öldüm mü kaldım mı Hiçbir haber yok kendimden Bu sabah kapımı çaldım Kapıyı açan kendim Bir süre kendime baktım Bu güleç yüz bendim Oh ne güzel bir sabah Bugün de yaşıyorum demek Benden başka yok kimsem Beni merak edecek. Aziz Nesin..... Güsel bir gün adına...............................
-
Tarihte Bugün
22.Ekim.2008 Tarihte Buğün............ Sanat Bayramı ve Haftası 1919. Amasya'da Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul Hükümeti'nin Bahriye Nazırı yani Denizcilik Bakanı Salih Paşa bir protokol imzaladılar. 1931. Amerikalı mafya lideri Al Capone vergi kaçakçılığı gerekçesiyle11 yıl hapis cezası aldı. 1937. Dersim bölgesinde 21 Mart gecesi başlayan ayaklanma bastırıldı. Dört yıl için çıkarılan Tunceli'nin İdaresi Hakkında Kanun, çeşitli eklerle1947'ye kadar sürdü. 1938. Chester Carlson "fotokopi"yi icat etti. 1945. Toprak Mahsulleri Vergisi olarak zeytin vergisi kararı çıktı. Zeytin vergisi, yağ olarak ödenecek. 1950. Nüfus sayımı sonuçlandı. Türkiye'nin nüfusu 20.902.628. 5 yıl sonraki sayımda, nüfus 24.064.763 oldu. 1951. Türkiye'nin, Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı, NATO üyeliği protokolü imzalandı. 1953. Laos bağımsızlığını ilan etti. 1962. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı John F. Kennedy, Küba'da Sovyet füzeleri olduğunu açıkladı; Amerikan donanması Küba'yı ablukaya aldı. 1964. Jean Paul Sartre, Nobel Ödülü'nü reddetti. 1972. Türk Hava Yolları'nın Truva uçağı Sofya'ya kaçırıldı. Bir gün sonra yolcuları serbest bırakan 4 hava korsanı Bulgaristan'a iltica etti. 1976. Türkiye Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu, HAK-İŞ kuruldu. 1980. Yönetmen Ömer Kavur'un filmi "Yusuf ile Kenan" Milano 'da altın madalya aldı. 1983.Batı Almanya ve Fransa'da1 milyon 500 bin kişi nükleer karşıtı protesto gösterisi yaptı. 1988.Eski Diyarbakır Askeri Cezaevi İç güvenlik Komutanı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran İstanbul'da öldürüldü. Bugün Doğanlar: 1811. Macar besteci Frans Liszt. 1919. "Altın defter" kitabı ile tanınan İngiliz edebiyatçı Doris Lessing İran'da. 1844. Fransız tiyatro sanatçısı Sarah Bernhardt. 1917. Oscar ödüllü Amerikan aktris Joan Fontaine. 1943. "Gündüz Güzeli" filmiyle ünlü, Fransız aktris Catherine Deneuve. Bugün Ölenler: 1906. Fransız empresyonist ressam Paul Cezanne. 1973. İspanyol çelist, besteci ve yönetmen Pablo Cassals. 1990. Felsefeci Louis Althusser intihar ederek.
-
Önemli::Dikkat! Bu ilaç yasaklandı!
Sağolasın sevgili Birce
-
kanamalı akıntı sebebi
Rica ederim...ama sonucu merak ettim sakıncası yoksa yazaysanız sevinirim...tekrar geçmiş olsun dilegim olsun......
-
Sokak Çocukları
Sokak Çocukları 2000’li yıllarda ilgi çekici konulardan birisi de, dünya teknolojik olarak inanılmaz gelişmeler gösterirken, korunmaya muhtaç ya da özel hizmet götürülmesi gereken çocukların sayısının, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, dünya genelinde artış göstermesidir. Bu çocuklara baktığımızda; evde dayak yiyen, sonra bu şiddete dayanamayarak sokağa kaçan, burada da suça itilerek yaşayan çocukların olduğunu görmekteyiz. Bu çocuklara sağlık dışı koşullarda çalışan çocukları da eklemek gerekir. Hepsinin ortak özelliği bulundukları yaşın gerektirdiği yaşamı yaşayamamaları ve en çok gereksinmeleri olan ev sıcaklığından, ebeveyn ilgisinden, oyun oynamaktan ve sağlıklı beslenmeden yoksun olmalarıdır. Risk altında çocuklar değerlendirmesinde en önemli etken, çocukluk dönemlerinde yaşlarına uygun olmayan, tehlike ve riskleri içeren bir yaşam içerisinde olmaları gelmektedir. Her çocuğun doğal hakkı olan yaşına uygun bir yaşam yaşama boyutunun bu çocuklarda gerçekleşmediği gözlenmektedir. Gelişimin temel kurallarından olan her çocuk yaşının gerektirdiği yaşamı yaşamalıdır ilkesinin bu kategoride yer alan çocuklarda gerçekleşmediği görülmektedir. Oyun çağındaki çocuğun oyun oynaması, okul çağındaki çocuğun okula gitmesi gerekirken, bu çocukların, yaşamlarını başka şekilde tehlikeli ve gelişimlerini engelleyen boyutlarda geçirdikleri görülmektedir. Risk altındaki çocuklar başlığı altında en sık karşımıza çıkan başlıca 4 grup görülmektedir: sokak çocukları, suça itilen çocuklar, çalışan çocuklar ve istismara maruz kalan çocuklar. Mülteci çocukları da bu grubun içine dahil etmek gerekmektedir. Son yıllarda sayıları sürekli artan mülteci çocuklar da özel koruma altına alınması gereken çocuklar grubundadır. Bu grupları değerlendirdiğimizde ilk dikkati çeken, grupların birbirinden bağımsız olmadığı tam tersine iç içe geçmiş olmalarıdır. Gerçekten de sokak çocuklarının önemli bir kısmının suça itilen çocuklar grubuna da girdiği izlenmektedir. Sokakta yaşamanın doğal uzantısında suç işleme ve sürekli çetelerde yer alarak suçlu olma kavramı yaşanmaktadır. Aynı şekilde sokaktaki çocukların mendil, kibrit satma gibi işleri yaptıkları görülmektedir. Özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara gibi büyük şehirlerde, metropollerde trafik ışıklarında duran, arabaya koşarak gelen çocuklar manzarası aşina olduğumuz bir manzaraya dönüşmüştür. Işıklar yeşile döndüğünde gitmeye başlayan arabanın kapısına yapışan çocukların yarattığı korku, çocuklara bir şey olacak endişesi, çoğumuzun yaşadığı bir manzaradır. Bu olaydaki en dramatik ve kırılması zor olan nokta, bu çocukların, ailelerinin zorlamasıyla bu işleri yapmaları ve kazandıkları parayı evde anne ve babalarına teslim etmeleridir. Sokakta çalışan bu çocukların bir süre sonra evlerini terk ederek kaçtıkları ve sokakta yaşamaya başladıkları yapılan çalışmaların sonucunda görülmektedir. Güneydoğudaki terörün ve yoksulluğun yoğun olduğu bölgelerden büyük kentlere göç en büyük sosyal problemlerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyük şehirlere göç eden aile çocuklarının büyük oranda yukarıda anlatılan tablonun bir parçası oldukları görülmektedir. Bu açıdan sokak çocuklarını tanımlarken bu kavramın içerisinde suça itilen çocukların ve çalışan çocukların da yer aldığını unutmamak gerekmektedir. Sokak çocuğu günlük yaşamda da çok duyduğumuz bir kavramdır, ama, “sokak çocuğu kimdir?” sorusuna cevap verebilmek o kadar da kolay değildir. Çünkü; bazılarınız için gece yarısı Beyoğlu’nda gözleri kaymış tinerli çocuklar sokak çocuklarıdır. Bazılarınız için ise trafik ışıklarında arabanın camına yapışan çocuklar sokak çocuklarıdır. Bazılarımız için ise çantamızı alıp kaçan kapkaççılar sokak çocuklarıdır. O yüzden “sokak çocukları kimdir?” sorusunun cevabını vermek her zaman kolay değildir. Çünkü; “sokak çocuklarının ailesinin olup olmadığı” sorusu temel kriter oluşturan bir sorudur. Latin ülkelerinde ailesi olmayan çocuklar, sokağı mekan tutmuş çocuklar sokak çocuklarıdır. Halbuki bizde yüzdeye vurursanız sokak çocuklarının büyük oranda; yaklaşık %85-90 oranında, ailesi, yani evi olduğunu görürüz. Bu konuda yapılan çalışmalarda, klasik olarak, sokak çocuklarının iki temel grupta değerlendirildiğini görmekteyiz. Bunlar gerçekten bu tanıma uyan sokak çocuğu; yani evi olmayan, sokakta yaşayan çocuklar ile sokakta çalışıp, akşam evine dönen; yani bir evi olan, akşamları düzenli olmasa da evine dönen çocuklar olarak gruplandırılmaktadırlar. İlginç bir boyut ise, sokak çocuklarının, özel bakım gerektiren diğer gruplara göre, toplumda çok daha fazla popülarize olması ve bu konuda toplumun daha yoğun tepki vermesidir. Gerçekten, istismar gibi daha ağır sonuçları olan ve daha yaygın olan bir konuda, toplum duyarlılığının çok daha az olduğu görülmektedir. Son yıllarda bu ilgide artış gözlenmesine karşın, halen, sokak çocukları, toplumun en kolay reaksiyon verdiği ve bir şeyler yapma çabasına girdiği bir konu olarak dikkati çekmektedir. Bunda çocukların göz önünde olmasının önemli etken olduğu söylenebilir. Sokağın Çocukları; çocukları yetiştirmekten sorumlu yetişkinler tarafından herhangi bir koruma, denetleme yada yönlendirmenin olmadığı bir pozisyonda, ailelerinden kopmuş, en geniş anlamıyla ‘sokağı ev edinmiş’ şekilde yaşayan çocuklardır. Sokaktaki Çocuklar; ailelerinin destekleri hızlı bir şekilde zayıflayan, sokaklarda yada alışveriş merkezlerinde çalışarak ailenin yaşama sorumluluğunu paylaşan çocuklardır. Bu çocuklar için ev; oyun, kültür ve günlük hayat merkezi olmaktan çok uzaktır. Yine de, sokak onların günlük aktiviteleri halindeyken, çoğu geceleri evlerine döner. Aile ilişkileri bozuluyor olsa da, çocuklar evdedir ve hayatı ailelerinin bakış açısıyla görmeye devam etmektedirler. Sokağın çocukları, günlük yaşam için aile desteğinden yoksun, yalnız bir şekilde mücadele eden daha küçük bir gruptur. Genellikle “terkedilmiş” olarak bilinmelerine rağmen; güvensizlikten ve reddedilmeden ve şiddet içinde büyümekten yorulmuş bir şekilde çocukların kendilerinin de ailelerini terketmiş oldukları gözlenmektedir. Bu çocukların aileleriyle bağlarının kopmuş olduğu görülmektedir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi sokak çocuklarının ayrımı için temel kriter aileleri ile olan ilişkileridir. Çocukların aileleri ile olan ilişkileri yaşam biçimlerini ve yaşadıkları mekanı, dolayısıyla da yaşam modellerini oluşturmaktadır. Buna göre 3 ana grupta değerlendirilmektedirler. Burada dikkat çeken boyut çocukların adım adım daha tehlikeli ve normal yaşama dönmelerini zorlaştıran ortamlara doğru sürükleniyor olmalarıdır. Gerçekten de informel olarak nitelendirilen cam siliciliği, mendil satma ve benzeri işlerle sokakta olan çocuğun daha sonra şiddet, uçucu madde kullanma gibi olaylara karıştığını ve ailesinden, evinden koptuğunu görmekteyiz. Bu açıdan aşağıda anlatılan 3 ana grubu aşamalı olarak değerlendirmek mümkündür. Yani çocuk genellikle ilk gruptayken bir süre sonra ikinci gruba kayar. Daha sonra üçüncü grubun içinde kendini bulur. Başka söyleyişle bu çocukların topluma kazandırılmaları da güçleşmektedir. Bu gruplara bir kez daha göz atalım. Kenya, Meksika, Filipinler ve Sri Lanka gibi turizm odaklı ülkelerde; herhangi bir düzenli işi olmayan, turistlerin eğlence harcamalarından hayatlarını kazanan “açık hava ekonomisinde çalışan çocuklar” da sokak çocukları olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım gece ve gündüz arkadaşları ile birlikte sokaklarda ve topluma ait yerlerde para kazanmak için bir şeyler satan ve dilenen çocukları da içine almaktadır. Sokak çocukları, 1983’de çıkan 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’nda 3.madde’de “Korunmaya Muhtaç Çocuklar” kapsamında ele alınmaktadır. Kanunun korunmaya muhtaç çocuk kapsamında; anne veya babası tarafından ihmal edilip, fuhuş, dilencilik, alkollü veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuklar kapsamında sokak çocuklarıda yer almaktadır. Ülkemizin hızlı bir endüstrileşme sürecine girmesiyle birlikte, sağlıksız bir kentleşme sonucunda oluşan toplum yapısındaki değişikliklere paralel olarak farklılaşan aile yapısı, bu gelişime ayak uyduramayan ailelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu süreç içinde ekonomik yoksulluk ve köyden kente göç sonucu oluşan kültürel çatışmayı da yaşayan aileler kent yaşamının dışına itilmektedir. Geleneksel kırsal kesimde ailenin aldığı destek (psikolojik, sosyal, ekonomik) kentlerde toplumsal kurumlar tarafından sağlanamadığında, büyük ümitlerle kente göçen yığınların aile ilişkilerini etkilemekte, çocukları başıboşluğa sürüklemektedir. Ayrıca; boşanmalar, resmi nikah olmaksızın yapılan evlilikler, değişik eşlerden olan çocuklar, ebeveynlerden birinin evi terk etmesi gibi nedenlerde çocukların sokak yaşamını seçmesine sebep olabilmektedir. Bu sorun yoğunlukla metropol illerde görülmektedir. Özellikle İstanbul gibi gecekondulaşmanın ciddi boyutlarda sorun olduğu ortamlarda, ailelerin kontrolünden çıkan çocuk sayısı günden güne artmaktadır. Soruna kısa süre içinde sistemli bir müdahale yapılmaması durumunda ise bir süre sonra büyük bir olasılıkla, suçluluk oranında bir patlama yaşanacak ve sorunun çözümü için daha büyük yatırımlar yapılmasını gerektirecektir. 2828 sayılı Kanun kapsamına giren bu soruna hizmet götürmek Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun görevidir. Ancak bu sorun çeşitli sorunların bir bileşkesi olduğundan çok yönlü bir işbirliği ve koordinasyonu içeren bir rehabilitasyonu gerektirmektedir. Belirtildiği gibi bu sorunun gerçek nedeni köyden kente göç, onun sonucu oluşan çarpık kentleşme, bunların beraberinde getirdiği ekonomik yoksulluk, işsizlik ve eğitimsizlikten kaynaklanmaktadır. Sağlıksız aile ortamında yetişen çocuğun eğitimine önem verilmemekte, aile bütçesine katkıda bulunması beklenmekte ve çocuk yaşına uygun olmayan ruhsal ve fiziksel sağlığını tehlikeye sokan işlerin yanı sıra bağımlılık kazanmasına neden olan işlerde (mobilya cilası, ayakkabı tamircisi, vb.) çalıştırılmaktadır. Bu çocuklar para kazandığı için kendini yetişkin gibi hissetmektedir. Çoğu zaman ailenin denetiminden uzaklaşan çocuk eğitimini yarım bırakmakta, akran gruplarından soyutlandığı gibi yetişkinlerin dünyasına da girememektedir. İş ortamına da uyum sağlayamayarak işten ayrılmakta ve sokaktaki sınırsız, sorumsuz özgürlüğü seçerek sosyal yaşamdan tamamen kopmaktadır. Ülkemizde ciddi bir sorun haline gelmeden bu gruba acilen hizmet götürmek önem taşımaktadır. Ancak hizmet götürülecek grup kendi içinde alt sorun gruplarından oluştuğu ve her alt gruba götürülecek hizmet modeli ayrı bir özellik taşıdığı için Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu çalışmalarını çok yönlü planlayarak sunması gerekmektedir. Kent sokaklarında rastladığımız bu çocukların, bir bakışta, terk edilme ya da evden kaçma nedeniyle sokakta yaşayanlar mı oldukları, yoksa aile bütçesine katkıda bulunmak için gündüzleri çalışıp geceleri evlerine dönüp birlikteliklerini koruyan ailelerin çocukları mı oldukları anlayabilmek de mümkün değildir Kolombiya’da Cali’li sokak çocukları hakkında kapsamlı bir araştırma yapmış olan Aptekar (1988), çocukların durumunu değerlendiren çalışma ve araştırmalarda yazarların iki zıt kutuptan birine doğru yönlenebilmeleri tehlikesi üzerinde ciddi anlamda durmuştur. Aptekar sokak çocukları konusunda yapılan araştırmaların ve yazılan yazıların iki türlü yanlılık (bias) taşıma olasılığı olduğunu söylemektedir. Bunlardan biri, çocukların hemen hemen tümüyle patolojik yönlerini öne çıkaran, olumlu yanlarını büyük ölçüde göz ardı eden, araştırmacıların da tehlikeli bir grup ile ilgilenmiş oldukları için kendilerini kahramanlaştırdıkları yaklaşımdır. Burada çocuklar için yapıcı girişimlerden çok onlara yaklaşabilmek, bu çalışmayı yapabilmek için gereken süreç konu edilmekte ve çocuklar ikinci plana düştüğü gibi aynı zamanda yapıcı yaklaşımlar dışlanmaktadır. Diğer tür yanlılık ise bunun tam tersine, yoksulluğu, suçluluğu ve psikopatolojiyi görmezlikten gelen, çocukları bütünüyle “küçük” ya da “basit” problemlere sahip, hatta başarılı maceracılar olarak sunarak çocukları kahramanlaştıran yaklaşımdır. Burada da tam tersi, çocuklar gerçekdışı bir şekilde karikatürize edilmekte ve olay gerçek boyutlarının dışında değerlendirilmektedir. Aptekar her iki tür yanlışlıktan da kaçınmak gerektiğini savunmakta ve hizmet programlarını hedef kitlenin gerçek özelliklerine ve farklılıklarına paralel olarak çeşitlendirmenin gerekliliğini söylemektedir. Zaman zaman en objektif olmaya çalışan yazılarda dahi ortaya çıkan bu gibi yanlılıklar, sokak çocuklarının yaşadıkları gerçekliğin toplumsal, tarihsel, hatta bireysel bazı tutumlardan ve duygulardan beslenen önyargılar nedeniyle doğru olarak algılanamamasından kaynaklanmaktadır. Aptekar örnek olarakta kendi çalışmasının bulgularından bahsetmektedir. Cali’de: sokak çocuklarına yönelik toplumsal tutumların, onlara imrenmek, acımak ve tehlikeli olduklarına inanmak gibi son derece farklı duygu ya da inançların bir karışımını yansıttığını söylemektedir. Aptekar’a göre bunun önemli bir nedeni Kolombiya toplumunu oluşturan farklı aile yapılarından kaynaklanmaktadır. Toplumda egemen sınıf patriarkal İspanyol ailelerden oluşmaktadır ve bu ailelerin beklentileri özellikle erkek çocukların aileye itaat etmeleri doğrultusundadır. Oysa aynı toplumda yaşayan matriarkal Afrika kökenli ailelerde erkek çocukların bağımsızlığını pekiştirmek için aileden bir an önce ayrılıp kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmeleri beklenir. Bu iki grup arasındaki sınıf ve kültür farklılıkları, geçmişte olduğu gibi bugün de değer yargıları açısından çatışmalara neden olmaktadır. Aptekar’a göre sokak çocuklarına yönelik çelişkili tutumlar, onların nesnel gerçekliklerinden çok bu değer çatışmasında bir sembol olarak algılanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu çocukların aileye itaat etmek ve otoriteye saygı göstermek yerine bağımsız bir yaşam sürmeleri, egemen sınıfa mensup olanlar tarafından, mevcut düzene yönelik bir tehdit olarak algılanmakta ve dolayısıyla çocukların patolojik özellikleri ve suça yönelik davranışları abartılmaktadır. Görüldüğü gibi sokak çocukları konusunda çalışma yapılırken çok yönlü olarak olaya yaklaşmak zorunludur. Aptekar’a (1988) göre sokak çocuklarına yönelik farklı tutumlarda rol oynayan bir diğer faktör, bireysel ya da psikolojik kökenlidir. Bu konuda araştırma yapanlar başta olmak üzere herkesin sokak çocuklarına yönelik duygusal yaklaşımı, kısmen kendisi tarafından da yaşanmış olan bir içsel çatışmayı; toplumsal kabul ya da statü elde etmek için sosyal normlara boyun eğmek ile boyun eğmeyerek daha az güvenliğe razı olmak arasındaki içsel çatışmayı nasıl çözümlemiş olduğuna bağlıdır. Bireyler arasında büyümenin bir parçası olarak da algılanabilecek olan bu çatışmayı nasıl çözümlemiş oldukları ve bu çözüme yükledikleri duygusal anlam açısından farklılıklar vardır. Bazıları buldukları bu çözümün adil olduğuna inanırken, kimileri toplumsal normlara fazla uyarak kişiliklerinden ödün verdiklerini düşünürler ve bir tür mağdur olma ve isyan duygusu hissederler. İşte, Aptekar’a göre, her insanın sokak çocuklarına yönelik tutumunda; onlara imrenme, acıma veya onların suç işlemeye eğilimli tehlikeli kitleler olduklarına inanma gibi bir miktar da kendi hayatında varmış olduğu bu çözümle ilgili duygularının izdüşümleri vardır. Aptekar (1988), bu tür toplumsal ya da bireysel nedenlerden kaynaklanan ve sokak çocuklarını gerçek özellikleriyle ve bütün çeşitlilikleriyle görmeyi engelleyen tutumların, bazı hizmet programlarının ideolojilerinin de belirlendiğini öne sürmektedir. Örneğin bazı programlar tüm çocuklar için tek tür bir yaklaşım geliştirerek onları itaatkar işçiler olmak üzere eğitmektedir. Sokak çocukları konusunda araştırma yapmanın saha çalışmasının kendine özgü zorlukları dışında çalışılan grup açısından da büyük zorlukları bulunduğu görülmektedir. Çocuklarla, yalnızca sokak ortamında araştırma yapmak, kendi içinde çeşitli güçlükler taşımaktadır. Çocukların para kazanma uğraşı içinde olmaları, kentin en kalabalık ve gürültülü mekanlarında bulunmaları ve dikkatlerinin araştırmacıdan çok çevreye yönelik olması sonucunu doğurmaktadır. Dolayısıyla bu tür araştırmalarda, örneğin psikolojik ölçümler uygulayarak, odaklaşmış grup tartışmaları yaparak ya da çocukları boylamsal olarak inceleyerek onlar hakkında derinlemesine bilgiler toplamak mümkün olmamaktadır. Özetle sokak çocuklarının tanımı yapılırken birçok boyutun irdelenmesinin büyük önemi bulunmaktadır. “Sokak çocukları yaşının rolünü yaşayamayan başka bir deyişle oyun oynama, okula gitme, akşam evinde anne, baba ve kardeşleriyle birlikte olma gibi doğal gereksinimlerinin karşılanamadığı bir ortam olan sokakta yaşayan ve her türlü tehlikeye açık bir ortam içinde yaşayan, gelecekte suça itilme potansiyeli çok yüksek olan çocuklardır. “ Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi çocuğun yaşının gereklerini yaşayamamasından başlayan, aile ortamının getirdiği sevgi, güven, dayanışma ve diğer değerlerden yoksun yetişmesi ile devam eden ve sokak gibi her türlü tehlikenin potansiyel olarak var olduğu bir ortamda küçük yaşta, korunmasız olarak bunlara maruz kalabilmesiyle devam eden bir zincirden bahsediyoruz. Bu zincirin her halkası farklı bir tehlikeyi barındırmaktadır. Bugüne kadar yaşananlar da göstermektedir ki normal bir çocukta dehşet içinde konu edebileceğimiz tiner kullanma, hırsızlık yapma ve cinsel ilişkilerin yaşanması gibi problemler bu çocuklar için yaşamın bir parçası olmuştur. Eğer 12 yaşında bir çocuğa madde kullanmasın diye sigara içme izni vermek zorunda kalıyorsak ve bu durum o çocuğun kurtulma, rehabilite olma noktasında yaşanıyorsa ne denli ciddi bir problemden bahsettiğim anlaşılacaktır. Bu çocukların sokakta yaşamlarını sürdürmelerinin ya çete mensubu olma ya da kendilerini cinsel meta olarak satmaları ile sonuçlandığı göz önüne alınırsa bu problemin çözümünde gecikilen her anın sonuçta yaratacağı faturanın yüksekliğini de anlamak mümkündür. Prof. Dr. Oğuz POLAT
-
Bende burdayım... :)
Yayamaz Kayımca şurada cevap verdi: Thum başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoşgeldiniz......
-
Tarihte Bugün
TARİHTE BUGÜN............................ .10.2007 Türk seçmeni, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini de öngören anayasa değişikliği paketinin halkoyuna sunulmasıyla , halk oylaması için sandık başına gitti. 21.10.2007 Hakkari/Dağlıca'da konuşlu Piyade Taburu'nun emniyet unsuru olan bir bölüğe kalabalık bir grupla üç ayrı bölgeden silahlı saldırıda bulunululdu. Çıkan çatışmada 12 şehit, 16 yaralı verildi. 21.10.1999 Öğretim üyesi ve gazeteci yazar Profesör Ahmet Taner Kışlalı bombalı bir saldırı sonucu öldürüldü. 21.10.1997 1991'de yaptığı bir konuşmadan ötürü İstanbul DGM tarafından hükmedilen cezası kesinleşen Avukat Eşber Yağmurdereli tutuklanarak cezaevine gönderildi. 21.10.1997 Avrasya feribotunu kaçırmaktan mahkum Ramazan Zubaroyev ile Roki Gitsba firar etti. Aynı davadan mahkum Muhammed Emin Tokcan, Viskhan Abdurrahmanov ile Tuncer Özkan daha önce firar etmişti. 21.10.1992 Almanya Yeşiller Partisi kurucularından ve ilk genel başkanı Petra Kelly evinde ölü bulundu.Kelly'nin hayat arkadaşı emekli general Gerd Bastian'la birlikte intihar ettiği anlaşıldı. 21.10.1990 Genel nüfus sayımı. Türkiye'nin nüfusu 56.473.035 21.10.1985 Alman gazeteci ve yazar Günter Wallraff'ın Türk işçisi kimliğiyle yaşadıklarını anlattığı En Alttakiler (Ganz Unten) adlı yapıtı piyasaya çıktı. 21.10.1984 Afşin-Elbistan Termik Santralı açıldı. 21.10.1973 Necmettin Erbakan Milli Selamet Partisi genel başkanı seçildi. 21.10.1972 Profesör Mümtaz Soysal Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca, "Anayasaya Giriş" adlı ders kitabında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle tutuklandı. 21.10.1970 Adana Bossa Fabrikası'nda sendikaya kızan 4.000 işçi direnişe geçti. 21.10.1969 Federal Almanya'da sosyal demokrat Willy Brandt şansölyeliğe seçildi. 21.10.1950 Çin askerleri, Tibet'i işgal etti. 21.10.1945 Nüfus sayımı yapıldı. Türkiye nüfusunun 18.871.203 olduğu açıklandı. 21.10.1940 Ernest Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" kitabı New York'ta basıldı. 21.10.1938 Japonlar, Çin'in Kanton kentini işgal etti. 21.10.1935 Almanya, Milletler Cemiyeti'nden ayrıldı. 21.10.1860 Tercüman-ı Ahval gazetesi çıkmaya başladı. Sahibi Yozgatlı Çapanoğlu Agah efendiydi. 21.10.1805 Amiral Nelson komutasındaki İngiliz Filosu İspanya'nın güneybatısında Trafalgar'da Napolyon'un Birleşik Fransız-İspanyol Donanmasını yendi. Amiral Nelson da savaşta öldü. Bugün Ölenler: 1931. Başta ampul olmak üzere elektrikle çalışan bir çok aygıtın mucidi Thomas Edison. 1952. Eski bayındırlık bakanlarından Sırrı Day. 1956. Gazeteci Hakkı Tarık Us. 1977. besteci ve orkestra şefi Ferit Tüzün. 1984. Kürt şair Cigerxwin. 1984. Fransız film yönetmeni François Truffaut.
-
Önemli::Dikkat! Bu ilaç yasaklandı!
İngiltere’de ülkemizde yaygın kullanılan Calpol adlı şurubun da olduğu çok sayıda ilacın yasaklandığı haberi tedirginlik yarattı. Bunun üzerine Sağlık Bakanlığı açıklama yapmak zorunda kaldı SaĞlIk Bakanlığı, İngiltere’de “100’den fazla soğuk algınlığı ve öksürük ilaçlarının toplatılması” haberleri üzerine yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada şöyle denildi: “Bahse konu ilaçlar, Bakanlığımız bünyesindeki Bilimsel İlaç Güvenliği Kurulu’nda 12 Ocak 2008 tarihinde görüşülmüş, 2 yaş altı çocuklarda kullanımının uygun bulunmadığı hususundaki bilimsel sonuçlar, ilgili kurum ve kuruluşlara yine aynı tarihte bildirilmiştir.” GlaxoSmithKline’dan yapılan açıklamada ise, “İçerisinde Calpol’ün de yer aldığı 117 ilacın İngiltere’de 2 yaşından küçük çocuklarda yasaklandığına” dair haberler yayınlandığı hatırlatıldı. Haberlerde, 2 yaş altı bebeklere ateş düşürücü olarak parasetamol etken maddesini içeren ürünlerin kullanılmasının önerildiğine işaret edilen açıklamada, şu görüşlere yer verildi: ‘CALPOL’DE YOK’ “Türkiye’de 1991’den beri Sağlık Bakanlığı onayı ile kullanılan ’Calpol’, ’Calpol 6 Plus’, ’Calpol tablet’in etken maddesi parasetamoldür ve haberlerde bahsi geçen etken maddeleri içermemektedir. Calpol, Avrupa’da, uzun yıllardır pek çok ülkede, 1991 yılından itibaren de Türkiye’de milyonlarca çocukta güvenle kullanılmaktadır.”
-
Önemli::Dikkat! Bu ilaç yasaklandı!
SKANDAL!... ABD'DE TOPLANAN İLAÇLAR, TÜRKİYE'DE BEBEKLERDE DENENDİ! ABD'de 'bağırsakta ağır hasar yapıyor' diye toplanan ishal aşısının Türkiye'deki bebeklerde de denendiği ortaya çıktı. 30 Haziran 2003 Pazartesi 12:15Sağlık Bakanlığı İlaç Eczacılık eski Genel Müdürü Necla Bal, Türkiye'de 3 haftalık ile 2 yaş arasındaki bebeklerin, ABD'li bir ilaç firmasının geliştirmeye çalıştırdığı ishal aşısı için kobay olarak kullanıldığını belgeleriyle açıkladı. Eski Genel Müdür Bal, ABD'nin Gıda ve İlaç Komisyonu FDA'nın internet sitesinde ele geçirdiği resmi belgelerde, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerde yapılan denemelerde 18 bin bebeğin kullanıldığını ortaya koydu. Dünyadaki ilaç denemeleri üzerine araştırma yapan Necla Bal, internet üzerinden yürüttüğü araştırmalar esnasında akıllara durgunluk veren bir belgeyle karşılaştı. FDA'nın resmi sitesinde karşısına çıkan belgede Türk bebeklerinin de kobay olarak kullanıldığını gören Bal, bir ay süreyle araştırmalarına devam ederek gerçeği su yüzüne çıkardı. FENA YAKALANDILAR ABD'de, bebeklerde yaz ishalini önlemek üzere kullanılan ve satışa çıktıktan 4 ay sonra piyasadan toplatılan bir aşıyla ilgili yapılan tartışmalar sırasında kendini savunmak için açıklama yapan FDA bir başka gerçeği de ağzından kaçırdı. Zorunlu olmadıkça mahkemeye ya da ABD Senatosu'na bile bilgi vermeyen ve bu tür çalışmaları sır gibi saklayan FDA; açıklamasında ABD'li ilaç devi Wyeth firmasına ait olan Rotashield isimli aşının klinik çalışmalarına ilişkin sonuçları günışığına çıkardı. FDA aşıyla ilgili olarak şu bilgileri açıkladı '1997-1999 yılları arasında ABD, Brezilya, Finlandiya, İsrail, Myonmar, Peru, Tayland ve Türkiye'de toplam 25 klinik deney yapıldı. Bu deneylerde 15 bin 181 denek kullanıldı. Ayrıca Venezuella'da da 2 klinik deney yapıldı ve 2 bin 782 denek kullanıldı. Toplam 27 deneyde 17 binden fazla bebek kullanıldı. Wyeth firmasının finanse ettiği 25 klinik deneyde aşının değişik formülasyonları farklı farklı dozlarda kullanıldı.' ABD'DE SKANDAL OLDU FDA'nın ruhsatlandırma çalışmalarına da değinen Bal, bazı durumlarda firmaların belli paraları ödemek koşuluyla ilaçların ruhsat için izin alma prosedürünü hızlandırdığını vurguladı. Wyeth'in de büyük ihtimalle Rotashield adlı aşı için bu yolu izlediğini söyleyen Bal, 'Ancak aşı piyasaya çıkıp da kullanılan bebeklerin yüzde 10'unda bir daha geri dönülemez şekilde bağırsak bozulmasına yol açtığı saptanınca, firma tarafından apar topar piyasadan çekilmiş. Sadece 4 ay satışta kalmış' dedi. Sağlık Bakanlığı tarafından SABAH'a yapılan açıklamada 'Önbilgi olarak böyle bir çalışmanın Türkiye'de yapılmadığını söyleyebiliriz' denildi. Sağlık Bakanlığı Özel Kalem Müdürü Sevtap Orçunsel, Bakan Recep Akdağ'a konunun aktarıldığını, bakanın 'Daha ayrıntılı ve titiz bir araştırma yapılsın' talimatı verdiğini söylerken eski Genel Müdür Necla Bal 'Ama en çarpıcı olanı bu. Çünkü içinde bebeklerin kullanılmış olması var ve devletin haberinin olmaması var' dedi. Klinik deneyler durdurulmalı Türkiye'de eskiden klinik araştırmaların bir yasasının olmadığını vurgulayan Bal, kendi döneminde de buna tanık olduğunu ifade etti. Yasanın olmadığı dönemde yaklaşık 20 yıl önce bir 'HZI Vakfı' olayının yaşandığını hatırlatan Bal şunları söyledi 'Fakülte öğrencilerinin üzerinde psikoterapik ilaçlar denenmişti. O kıyametten sonra yasalar yapılmaya çalışıldı. Yani o dönemde denetleyecek ve izin verecek yasa yoktu. O olay kapandı, gitti. Şimdi Kayseri olayı çıktı. Ama bundan önce bir tek Kayseri değil Türkiye'nin her tarafı şu anda deneylerle dolu. Bunun üzerinde duruyorum. Sağlık Bakanlığı'nın bu günden itibaren tüm klinik çalışmaları durdurması gerekiyor. Neredeyse her üniversite hastanesinde bir etik kurul kurulmuş. Bilim adamlarını incitmek istemiyorum ama bu etik kurullar kendilerine başvuru olunca kimi zaman para kimi zamanda makine ya da teçhizat karşılığında bu deneylerin yapılmasına karar veriyorlar ve hastanelerinde bunu yapıyorlar. Bunların yapıldığını Sağlık Bakanlığı bilmiyor. Oradan izin de alınmıyor, bilgi de verilmiyor. Cerrahpaşa'da Etik Kurul'a resmi 3 başvuru yapılmış görülüyor ama yürütülen çalışmaların sayısı 100'ü geçiyor. Burada denenen maddeler ya da ilaçlar dünyanın hiçbir yerinde açıklanmıyor. Çünkü daima ölüm riski vardır bu çalışmalarda. Ticari itibarları sarsılır diye ABD'de bile hiçbir kurum ve kuruluş, senato da dahil, bu bilgilere ulaşamıyor. FDA dediğimiz ABD Gıda ve İlaç Komisyonu, tek yetkili kurumdur. Orada birikiyor. O da açıklamıyor. Ne zaman ki olay bir dava konusu olursa ya da senatoda bir araştırma konusu olursa o zaman açıklanması sözkonusu olabiliyor. Çoğunlukla da firmalar ticari sır diyerek bunun açıklanmasını reddedebiliyor. Mesela FDA'ya başvurulmuş, klinik çalışmaları başlatılmış, sonra bazı nedenlerle birdenbire biz vazgeçiyoruz denerek durmuş. Muhtemelen çok büyük ölüm falan görüldü. Şu anda bu konuda kıyamet kopuyor. Firma bilgi vermeyi reddediyor. Ticari itibarım diyor. FDA da ticari itibara saygı gösteriyoruz diyerek açıklamıyor.' YASAKLANAN İLAÇLAR LİSTESi İlk olarak ABD'de piyasaya çıkan Rotashield adlı rotavirüs aşısı, yan etkileri dolayısıyla FDA'nın yasaklı ilaçlar listesine girdi. İşte FDA'nın verilerine göre 1992-2001 yılları arasında yasaklanan ilaçlar ve neden oldukları ölümcül yan etkiler * Dexfenfluramine; Hipertansiyon ve kalp kapakçığı hasarı nedeniyle yasaklandı. Sadece kalp kapakçığı hasarından 123 ölüm kaydedildi. * Mibefradil; Başka ilaçlarla etkileşimleri sonucunda kalpte ölümcül ritm bozukluğu yarattı. 143 ölüm tespit edildi. * Bromfenac; Karaciğer yetmezliğinden 68 ölüm meydana geldi. * Rotashield; Aşının uygulandığı bebeklerin yüzde 10'unda intussusception'a (bağırsak düğümlenmesi) neden oldu. * Astemizole; Kalp problemlerine neden oldu ve 13 ölü 95 ciddi kalp problemi meydana getirdi. * Grepafloxacin; Kalp ritminin bozulmasına neden olan ilaç yüzünden 13 kişi öldü. * Troglitazone; Bu diabet ilacı karaciğer zehirlenmesi nedeniyle 400 kişinin ölümüne neden oldu. * Cisapride; 300 kişinin kalp rahatsızlığı yan etkisi nedeniyle ölümüne yolaçtı. * Alosetron; 5 bin 714 kişi istemik colitis oldu ve 329 ölüm saptandı. Haberlerin yayınlanma tarihi bence önemli degil zira benki meraklı incelemeyi araştırmayı ve okumayı seven biriyim bazı ilaçların yasak oldugunu yeni görüyorum!!!!!
-
Önemli::Dikkat! Bu ilaç yasaklandı!
ABD'de yasaklanan ilaçlar ile ilgili yapı kredi bankası sağlık işleri bölüm başkanlığı tüm YKB personeline bir duyuru yapmıştır. Buna göre, zararlı yan etkileri olabileceği belirtilen ve kullanılmamasının uygun olacağı görüşü bildirilen ilaçlar aşağıda listelenmektedir. Sevdiklerinizi koruyun.. * AFERIN CAPSUL * AFERIN TABLET * ALFAROL TABLET * APEX CAPSUL * BABYRHYNOL SÜSPANSIYON * CONTEX CAPSUL * CORSAL CAPSUL * EKORINOL SURUP * FORZA TABLET * GERAKON TABLET * KATARIN CAPSUL * KONGEST TABLET * THERAFLU TABLET * TRIAMINIC DAMLA * TRIAMINIC TABLET * TUSEPTIL SURUP
-
ÖLÜM TEHLİKESİ YÜKSEK OLAN YENİ DOĞAN ÇOCUKLAR...
ÇOCUĞUN YETERİNCE OKSİJEN ALAMAMASI: Çocuğun yeterince oksijen alamaması, yeni doğan döneminde en sık rastlanan Ölüm nedenlerindendir. Bu durum yani yeterince oksijen alamama, Özellikle merkezi sinir sistemi üzerinde yıkıcı bir etkiye yol açmaktadır. Çocuk ölmese bile merkezi sinir sistemi bazı bozukluklara uğrar. Çocuğun doğuma yakın dönemde yeterince oksijen alamaması da oldukça sık rastlanan bir Ölüm nedenidir. Doğumdan bir süre önce yeterince oksijen alamama nedenleri şöyle sıralanabilir: 1. Anne kanının kalp yetmezliği, karbonmonoksit zehirlenmesi ya da anesteziye bağlı olarak yeterince oksijenleneraemesi. 2. Anne kanının basıncının düşük olması. Bu durum, genellikle bir anestezi tekniği sırasında ya da “Vena kava inferior” adlı büyük toplardamarın ya da karın aortasının hamile rahim tarafından baskı altına alınıp kan dolaşımının bozulmasına bağlı olarak gelişmektedir. 3. Doğum sırasında rahmin yeterince gevşeyeme-mesine bağlı olarak çocuğa gerektiği kadar oksijenienmiş kanın gitmemesi. 4. Çocuğun göbek kordonunun düğümlenmesi ya da baskıya uğraması. 5. Toksemi ya da geç doğum Doğumdan sonraki ilk birkaç saat içinde gelişen ve çocuğun yeterince oksijen alamamasına yol açan olayları da şöyle özetleyebiliriz: 1. Kanamaya bağlı olarak çocukta ani bir kansızlığın gelişmesi. 2. Çocuğun merkezi sinir sistemindeki veya solunum sistemindeki bozukluklara bağlı olarak solunum yetersizliğine düşmesi. 3. Doğuştan gelişen ağır anormallikler. Doğum sırasında çocuğun yeterince oksijen alamadığı saptandığında, anneye fazla miktarda oksijen solutulur. Çocuk doğduğunda vücudundaki oksijen miktarı yetersiz bulunduğunda da, oksijen solunumuna alınır.
-
ÖLÜM TEHLİKESİ YÜKSEK OLAN YENİ DOĞAN ÇOCUKLAR...
ÖLÜM TEHLİKESİ YÜKSEK OLAN YENİ DOĞAN ÇOCUKLAR: Yukarıdaki bölümde belirttiğimiz gibi ilk 1 yaş içindeki çocuk ölümlerinin yaklaşık 2/3’si, yeni doğan döneminde yani yaşamın ilk 28 gününde olmaktadır. Çocukların ölümlerini etkileyecek bazı etkenler vardır. Bu etkenlere sahip olan yeni doğan çocuklar için “Yüksek riskli çocuklar” denir. Bu tehlike etkenlerini şöyle özetleyebiliriz: 1. Hamileliğin 37. haftasından önce ya da 42. haftasından sonra doğan çocuklar 2. 2,5 kilodan düşük vücut ağırlığına sahip olan yeni doğanlar 3. Bulaşıcı hastalıklara ya da hamileliği sırasında başka bir hastalığa yakalanan annelerden doğan çocuklar 4. Annesiyle kan uyuşmazlığında olan çocuklar 5. Doğduğunda yaşam belirtileri zayıf olan çocuklar 6. Doğduğunda normal vücut ölçülerinin altında gelişmiş olan çocuklar 7. Normal yolla doğmayan çocuklar 8. Göbek kordonunda bir tane atardamar bulunan çocuklar 9. İkiz, üçüz… gibi bir batında çok sayıda doğumlar 10. 4 kilodan fazla vücut ağırlığına sahip olan çocuklar.
-
YENİ DOĞAN” ÇOCUK.....
ÇOCUK: Yeryüzündeki tüm canlılar türlerini yavrularıyla sürdürür ve korurlar. Aynı durum insanoğlu için de geçerlidir. Belki türleri oluşturan bireylerin tek tek ölümsüzlüğü yoktur, ancak her tür, yavrularıyla birlikte doğaya uyum sağladığı sürece kendi ölümsüzlüğünü sağlayabilir. Yeni doğan bir çocuk çok küçüktür. Ama boyuyla ölçülmeyecek denli sevimlidir. Ancak bu sevimliliğinin yanı sıra ailesine büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Kuşkusuz biz, bu sorumluluklardan yalnız çocuğun sağlığıyla ilgili olanları konu edineceğiz. Çocuğun sağlıklı ve güçlü olması için bilinmesi ve uygulanması gereken bazı önemli noktalar vardır. Çocuğunuzun sağlıklı olarak büyüyebilmesi için onu yalnız hastalandığında değil, belirli aralıklarla bir çocuk doktoruna götürmeniz gerekir. Çocuk, doktora her götürüldüğünde yeterli kilo alıp almadığı konusunda incelenir. Akciğerleri, kalbi ve öteki organları kontrol edilerek büyümesi konusunda bilgi edinilir. Ayrıca çiçek, difteri, çocuk felci, boğmaca gibi çeşitli bulaşıcı hastalıklara karşı aşılanarak bağışıklık kazanması sağlanır. Annenin bebeğinin ateşine nasıl bakması gerektiğini bilmesi gerekir. Sağlıklı bir bebeğin vücut ısısı genellikle 36,5-37,5°C arasındadır. Eğer bu ısı, 37,5°C’m üzerine çıkarsa, bebeğin sağlığında bir bozukluk aramalıdır. Çocuğun derecesinin Ölçülmesi için dereceyi silkeleyerek 37°C’nin altına düşürmek gerekir. Daha sonra derece bebeğin kasığında 3 dakika süreyle tutulur. Bu yolla ateş kolayca Ölçülebilir. Salya akması ya da kusma bebekte sık rastlanan bir durumdur. Bunlar sürekliyse bir doktora başvurmak gerekir. Anne sütüyle beslenen bebekler genellikle günde 2-5 kez dışarı çıkarlar. Dışarı çıkma her memeyle emzirmeden sonra da olabilir. Bebeğin dışkısı yumuşak, altın sarısı ya da yeşilimsi sarı renkte ve genellikle ekşi kokuludur. Eğer bebek, günde altıdan daha fazla sulu kıvamda pis kokulu yeşilimsi olarak dışkı çıkarıyorsa, bu bir ishal durumudur. Çocukların sağlıklı büyüyebilmeleri için alınacak önlemlerden biri de onları hastalık bulaşma tehlikesinin yüksek olduğu ortamlardan uzak tutmaktır. Bebek, nezlesi ya da bulaşıcı hastalığı olan erişkin ve çocuklardan uzak tutulmalıdır. Ağzından öpülmesine izin verilmemelidir. Çocuk sağlığını etkileyen önemli etkenlerden biri de uykudur. Çocuğun uykusunu tam olarak alabilmesi için odanın temiz, normal ısıda ve sessiz olması gerekir. Hiçbir zaman çocuğun üzeri fazla örtülmemelidir. Sağlıklı ve güçlü bir çocuk yetiştirmek için bebeklerin kol ve bacakları zorlanmadan günde birkaç kez hareket ettirilmelidir. Bunun yanı sıra çocukları çok sıkı kundaklamamak gerekir. Böylece çocuk, kol ve bacaklarını serbestçe oynatabilme olanağını bulur. Çocukların güneşe ve temiz havaya da gereksinimleri vardır. Hava koşulları uygun olduğunda, ilk birkaç haftadan sonra bebekler her gün dışarıya çıkartılmalıdır. Bu sırada çocuğun giyimine dikkat etmek gerekir. Erişkin bir insan için güzel olan bir gün bebeğe serin gelebilir. Bu nedenle onun üşümeyecek bir biçimde giyinmiş olması gerekir. Tüm bakıma karşın çocuklar zaman zaman hastalanırlar. Bu gibi durumlarda doktorunuza başvurmadan hiçbir ilacı çocuğunuza vermeyiniz. Bebekler ve çocuklar çok hareketüdirler; bırakıldıkları yerden her an düşebilirler. Bu nedenle anne ve babaların çocukları sürekli olarak izlemeleri gerekir. Çocuğun gelişiminde en önemli etkenlerden biri de ailesinin ona göstereceği sevgi ve yakınlıktır. Ailenin bu sevgiyi ve yakınlığı çocuğun anlayabileceği bir biçimde göstermesi gerekir. Çocuğun kucaklanması, okşanıp el ve yanaklarından öpülmesinin, onun ruhsal yönden sağlıklı gelişmesinde büyük önemi vardır.
-
YENİ DOĞAN” ÇOCUK.....
Çocuğun “Yeni doğan” dönemi, doğumdan sonraki ilk dört haftasıdır. Başka bir deyişle çocuğun ilk 28 günü yeni doğan dönemine aittir. Bu döneme “Neonatal periyod” denir. Yeni doğan döneminin ilk 24 saatinde çocuklar oldukça yüksek bir ölüm tehlikesiyle karşı kar siyadırlar. Bir yaşına dek olan çocuk Ölümlerinin yaklaşık % 4O’ı yaşamın ilk 24 saatinde olur. Amerika Birleşik Devletleri’n-de ilk 1 yaştaki ölümlerin 2/3’si, yaşamın ilk 28 gününde yani yeni doğan döneminde görülmektedir. Yeni doğan döneminde çocuğun solunum sayısı dakikada 30-40 arasındadır. Solunum sayısı dakikada 60′ın üzerine çıktığında kalp veya akciğer bozuklukları nedeniyle yeni doğan çocuğun solunumu sırasında soluk alırken karnının şiştiği, buna karşılık göğüs kafesinin hafifçe çöktüğü görülür. Yeni doğan döneminde kalp atış sayısı dakikada 70-180 arasındadır. 70 sayısı genellikle çocuk dinlenirken saptanır. 180, çocuk daha çok hareket halindeyken saptanır. Erken doğmuş çocuklarda dakikadaki kalp atış sayısı dinlenme anında 140-150 olabilir. Yeni doğan çocukların vücut ağırlıklarına oranla vücut yüzölçümü, erişkin bir insana göre 3 kat daha büyüktür. Buna ek olarak çocuklardaki deri altı yağ dokusu daha incedir. Burada belirttiğimiz iki nedene bağlı olarak çocuklar vücut yüzeylerinden çok fazla ısı kaybederler. Yeni doğan bir çocuğun vücut yüzeyiyle kaybettiği ısı miktarı erişkin bir kişiye oranla dört kat daha fazladır. Çocuk ısı kaybettiğinden bunu karşılamak amacıyla daha çok ısı üretme yoluna gider. Daha çok ısı üretmek için de daha fazla oksijen alır. Ancak fazla ısı üretildiğinden, fazla miktarda da glikoz, ısı üretimi amacıyla yakılır. Çocuk doğduğunda gözleri % l’lik “gümüş nitrat çözeltisi”yle temizlenir. Bu önlem yeni doğan çocuğun gözünde iltihabi olayların gelişmesine karşı alınır. Yeni doğan çocuk ilk memesini, doğumundan alü-oniki saat sonra emer. Bundan sonra her gün dört saatlik aralarla beslenir.
-
BEBEĞİN BANYOSU...............
Çocuklar doğduklarında derileri peynire benzeyen ve “verniks kazeoza” denilen yağlı bir maddeyle örtülmüştür. Bu madde genellikle çocuk doğar doğmaz yapılan banyoyla temizlenir. Çocukların derisi çok duyarlı olduğundan, kolayca tahriş olabilir. Tahriş maddelerinin başında ıslak ve kirli bezler gelir. Bu nedenle çocukların altını sık sık değiştirmek gerekir. Çocuk altını kirletince bezlerinin hemen değiştirilmesi yararlıdır. Temiz bezler çocuğu rahatlatır ve daha sağlıklı olmasını sağlar. Bezler yıkanıp kurutulduktan sonra, ütülenmelidir. Böylece çocuğun derisini tahriş edebilecek olan kırışıklıklar ortadan kaldırılmış olur. Çocuğun bezlerini değiştirmek için onu sert ve soğuk olmayan bir zemin üzerine yatırmak gerekir. Bezi değiştirmek için çocuğun ayak bileklerini baş ve orta parmaklarınızın arasına alın. İki bilek arasında işaret parmağınızı koyun ve çocuğu bacaklarından hafifçe yukarı kaldırarak bezi çocuğun altına serin. Bezin fazla kalın olan bölümü kız çocuklarında arkada, erkek çocuklarda önde olmalıdır. Eğer değiştirdiğiniz bez kirlen-mişse çocuğun altının pamuk, ıslak bez ya da bu işlem için özel olarak hazırlanmış antiseptikli kağıtlarla temizlenmesi gerekir. Eğer çocuğun altı temizlenecek ya da yıkanacaksa temizleme işlemi ve yıkama önden arkaya doğru olmalıdır. Çocuk ılık suyla yıkandıktan sonra bir havluyla yumuşak vuruşlarla kurutulmalıdır. Banyodan sonra pudra ya da çocuk yağlarının özellikle bacak aralarına serpilmesi, sürülmesi yararlıdır. Çocuğun bezleri iğnelenirken annenin daima parmağını bebekle bezin arasında tutması gerekir. Böylece çocuğa iğne batması önlenebilir. Bazı anneler elbiselerin ve yatağın ıslanmaması için çocuklara ayrıca plastik bir külot giydirirler. Bu gibi külotların çocuğun derisini tahriş ettiğim unutmamak gerekir. Eğer çocukta pişikler oluşmuşsa bezlerin daha sık değiştirilmesi gerekir. Pişik yerlerine çocuk pudralarının ve önlemlere karşın eğer pişikler kaybolmuyorsa o zaman doktora başvurmak gerekir. Doğumdan 2-3 gün sonra çocuk her günsilinmeli-dir. Ancak banyo yaptırmak için en uygun saat öğlenden önce, mama saatinden Önceye rastlayan bir saattir. Banyo yapılan odanın aşırı soğuk ya da sıcak ve rüzgarlı olmaması gerekir. Banyodan önce annenin ellerini ve tırnaklarını temizlemesi gerekir. Uzun tırnakların ellere takılmış olan mücevherlerin çocuğu zedeleyebileceği unutulmamalıdır. Eğer çocuk altını kirletmişse bunun banyodan önce temizlenmiş olması gerekir. Banyo sırasında önce ıslak bir pamukla çocuğun burun ve kulakları hafifçe temizlenir. Ancak kulak temizlenirken ıslak pamuğu kulak içine sokmamak gerekir. Bundan sonra ayrı bir ıslak pamukla iç köşeden başlayarak her iki gözü silinir. Daha sonra yüz ıslak bir bezle silinir ya da ılık suyla yıkanır. Çocuk 3 aylık oluncaya kadar yüzüne sabun sürülmemeli ve ağzının içi yıkanmamahdır. Çocukların başı haftada birkaç kez yıkanabilir, Çocuğun başı yıkanırken annenin elini başın arkasına koyması ve yıkama sırasında çocuğun yüzüne sabun gelmemesine dikkat etmesi gerekir. Bunun için çocuk uzun bir biçimde desteklenip yüzükoyun bir durumdayken başına sabun sürülür ve bu durum bozulmadan su dökülür. Dikkat edilecek noktalardan biri de bebeğin göbek bakımıdır. Göbek bağı kuruyup tam olarak düşünceye dek bu bölgenin ıslatılmaması gerekir. Çocuğun henüz tam olarak kurumamış göbek kordonu alkollü gazlı bir bezle kapatılabilir.
-
Çocuk disiplininde hatalar....
Nedemek rica ederim....
-
Önemli::Dikkat! Bu ilaç yasaklandı!
Sağolasın Birce...keşke herkez şu sayfalara girse bunları okusa...çünkü günümüz insanında artık gazete okuma ve haber izleme gibi bir olay kalmadı gibi bişey....ve neleri kaçırdıklarının farkında degiler......
-
Admin
bunlar şimdi benimi ahh ben neden daha önce buraya üye olmadım okaday bayram kaçırdım tühhhhh benim şimdiye köşeyi dönmüştüm kine şey kurban bayramına buralardasınız sanıyorum ve umuyorum sabahın ilk ışıklarında kesin kapınızın önünde olacagım
-
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Av/Avcı Ruh avlayanlar vardır, Bir de ruhu avlananlar.. Atar oltasını avcı, Yakalanır bir ruh.. Çırpınır, Çırpındıkça saflaşır, Ta ki temizlenir, O zaman durulur.. Avcı salıverir ruhu, Ruh uçar.. ... Her ruh avcısını arar, Her avcı lezzetli ruhları.. Yakaladığı her ruhun, Acısını çeker içine, Nefretini, Derinlere itilmiş kırgınlıklarını.. Yük değildir hiçbiri avcıya.. Ya avcısnızdır bu dünyada, Ya av olmuş,avcınızı ararsınız, Sonlu sonsuzlukta.. Rastgele.. Taurus.. ...............(işte sevgili Taurs'un kendi şiiri ben çok begendim yüregine saglık )
-
kanamalı akıntı sebebi
Aslında buraya yazana kadar arkadaşınızı bir polikilinge veya hastaneye götürerek dr a göstermeniz daha mantıklı olurdu...zira sizinde araştırma yaptıgınız gibi büyük olasılıkla enfeksiyondan kaynaklanan bişey buda öncelikle sistite daha sonra kanamalı idrara kadar gider ve her idarara çıkışında yanma yapar...kesinlikle dr un görmesi lazım tahlil sonucu zaten antibiyotik alacagı kesin...veya hangi antibiyotigin kendisine yaradıgını anlaması açısından dr unuzdan kültür antibiyogram isteyin..çünkü idrar yolu enfeksiyonu tam tedavi edilmez ise yumutalıklara,böbreklere kadar çıkar ....ben gene yineliyorum siz hastaneye gidin....ama genede sizinde yaptıgınız araştırmlar sonucuna benziyenini ben size cop yapıyım.......geçmiş olsun...... AKINTILAR VE SEBEPLERİ....... Rahim Urları;Myomlar" Düzensiz kanamaların diğer bir önemli nedeni myomlardır. Myomlar rahimi oluşturan kas dokusunun tümörleridir. 35 yaşın üzerindeki her 4 kadından birinde belirgin myoma rastlanır. Myom oluşmasında estrojen hormonunun etkisi vardır. Menopoz döneminde hormon kullanmayanlarda myomlar büzülür, küçülür. Ayrıca estrojeni azaltan GnRH analogu denilen ilaçlar da myomları küçültür. Myomların %99 dan fazlası iyi huyludur. Ancak çok değişik büyüklükte olabilirler ve çok çeşitli rahatsızlıklara neden olabilirler. Yerleştikleri yere göre etkileri farklı olur. Bazan saplı olarak uterusa birleşir. Özellikle rahimin iç kısmında yerleşen myomlar düzensiz ve bol kanamalara neden olur. Kanama yanında ağrı ve kasıklara basınç hissi yaratırlar. İri myomlar sık sık idrara ve kabızlığa neden olabilir. Tedavinin ne şekilde olacağına kadın-doğum uzmanı ile tartışmak gerekir. Çocuk istemiyen kadınlarda histerektomi en çok uygulanan tedavi şeklidir. Myomlarda hangi durumlarda ameliyat gerekir?: Tedavi ile geçmeyen düzensiz kanamalar 3 aylık gebelikten daha büyük myom iyileşmiyen kasık ve bel ağrısı Büyüyen myom Menopozda hormon tedavisi gerekliliği DÜZENSIZ KANAMALAR... Menopoza yakın zamanlarda düzensiz kanamalar sık görülür. Bu kanamalar genelde hormonal düzensizliğe bağlıdır. Ancak bazan bazı hastalıkların belirtisi de olabilir. Inceleme gerektiren haller: 21 günden daha sık aralıklarla olan kanama 8 günden daha fazla ve bol olarak süren kanama, 6 aydan sonra tekrar başlayan kanama Hiperplazi... Hiperplazi rahim içi örtüsünün hormonal düzensizlik nedeniyle kalınlaşmasıdır. Bu kalınlaşma zaman zaman dökülür ve düzensiz kanamalara neden olur. Teşhis için küretajla tüm rahim içinin alınması ve patolojik inceleme yapılması gerekir. Çünkü bu kanamalar aynı zamanda gizli bir rahim içi kanserinin belirtisi olabilir ve ancak bu şekilde teşhis edilebilir. Diğer Düzensiz Kanama Nedenleri... Uterus, tüp veya rahim ağzı iltihapları. Ağır hastalıklar. Karaciğer ve kan pıhtılaşma hastalıkları. Polip Rahim içinde yerleşmiş küçük ve saplı urlara polip denir. Bu polipler ancak histeroskopi denilen bir teşhis yöntem ile ortaya çıkarılabilirler. Ayrıca vijinal ultrason sırasında rahim içine sıvı verilerek de ortaya çıkarılabilir. Hormonal Düzensizliğe Bağlı Kanamalar: Yaş İlerledikçe yumurtlama düzeni bozulur. Progesteron üretimi yeterli olmaz. Rahim içinde sürekli olarak estrojen etkisi vardır. Bu sürekli estrojen etkisi rahim içi endometriumda kalınlaşmaya neden olur. Bu kalınlaşan hücreler bir süre sonra kanamayla dökülür. Yumurtalık kistleri: 35 yaş sonrası kasık bölgesinde kitlelere rastlama şansı artar. Bu kitleler bazan belirti verir. Ancak genelde tesadüfi olarak ortaya çıkarılır. Belli tetkikler yapılmadan bu kitlenin ciddiyetini hakkında karar vermek güçtür. Menopoz dönemindeki kadınlarda yumurtalık kistlerine sıkça rastlanır. Kesin tanı ultrasonla konur. Bir kist ne kadar yuvarlak ve düzgünse, içi ne kadar temizse ve sıvı dolu ise o kadar az tehlikelidir. 6-7 cmden küçük ve tehlikesiz gibi görülen kistlerde önce 1-2 ay ilaç tedavisi yapılır. Ilaç tedavisi netice vermezse operasyonla kistin çıkarılması ve ameliyat anında patolojik incelemenin yaptırılması gerekir. Bir kadın için en tehlikeli hastalık yumurtalık kanseridir. Çünkü teşhisi güç konur ve konduğu zamanda genellikle kanser ilerlemiştir. Bu nedenle özellikle 40 yaşın üzerindeki kistlerde çok uyanık davranılmalı ve yakından takip edilmelidir. Akıntının nedenleri Bir kadını kadın hastalıkları doktoruna getiren en sık nedenlerden biri vajenden gelen akıntılardır. Bazan akıntılar artar, kokulu olur, kaşıntılı olur. Bu nedenle normal akıntı ile anormal akıntıyı birbirinden ayırmak gerekir. Estrojen hormonunun azalması vajende salgının azalmasına ve doğal korunma ortamının bozulmasına neden olur. Vajenin doğal korunma ortamı asitdir. Hormon azaldıkça bu asitlik azalır ve mikropların yerleşmesi kolaylaşır. Özellikle mantarların yerleşmesi kolaylaşır. Tüm bunlar kokulu ve kaşıntılı akıntılara neden olur. Bu hallerde kadın doğum uzmanının muayenesi ve tedavisi gereklidir. Normal vajinal akıntının özellikleri nelerdir? Vajinal akıntının içinde, salgı bezlerinden oluşan sıvı, dökülen hücreler, ve normal vajen mikropları bulunur. Normal bir vajinal akıntı beyaz, saydam ve kokusuzdur. Kaşınma, yanma veya herhangi bir rahatsızlığa neden olmaz. Adet gününe göre akıntının miktarı değişebilir. Örneğin yumurtlama günlerinde artar. Anormal Akıntının Nedenleri Nelerdir? Mikroplar vajen ve vulvanın iltihaplanmasına neden olur. Kaşıntı, yanma hissi, anormal kötü koku, akıntıda belirgin artış bu iltihabın belirtileridir. Menopoz sonrası mikrop olmadanda, estrojen eksikliği aynı belirtileri ortaya çıkarır. En çok mantar denilen mikroplar enfeksiyona neden olur. Bunun dışında trikomonas denilen parazitler ve bakteryel mikroplar akıntı nedenidir. Mantar Akıntıları Mantarlar oldukça karmaşık bir yaşam şekline sahiptir. Doğada bitki ve hayvanların üzerlerinde ve insan vücudunda yaşayabilir. nemli ortamlar mantarlar için ideal mekandır. Birçok mantar çeşidi arasında vajende rahatsızlığa neden olan candida albicans denen türdür. Bu tür ılık, nemli, ışıksız ortamda hızla ürer. Kaşıntılıdır. Süt kesiği görünümünde beyaz akıntılardır. Kokusuzdur. Tedavisi kolaydır. Ancak şeker hastalığı varsa ilaçlar yetersiz kalır. Kesin tanı için akıntının mikroskop altında incelenmesi gerekir. Kadınların %75'i hayatında enaz bir kez vajinal mantar hastalığına yakalanır. Tedavi olmazsa hastalık kalıcı olur. Bazıları da doktora gider ama tedavileri eksik ya da yetersiz kalır. Eski tedaviler gerçekten uzun ve zorlu idi. Aynı zamanda ilaçlar etkisiz kalabiliyordu. Tedavinin başarılı olması için ilaçların 7 ila 14 gün kullanılması gerekiyordu. Halbuki belirtiler 2 günde kesildiğinden kadın iyileştim deyip tedaviyi yarım bırakıyordu. Mikropda kısa sürede daha güçlü olarak tekrar ortaya çıkıyordu. Böyle ilaca alışmış mikrobu yine aynı ilaçla yok etmek artık mümkün değildi. Ancak son yıllarda gerek vajinal yoldan, gerekse hap olarak ağızdan kullanılan yeni ilaçlar çıktı. Bu ilaçların üstünlüğü hem güçlü olmaları hem de çok kolay kullanılmaları. Genelde tek bir hap veya fitil ile tedavi başarılıyor. Kadında diğer vajinal enfeksiyonlar... Trikomonas, bakteriyel vajinozis adlı mikrobik hastalıklar. Gerek mantar, gerekse bu mikroorganizmalar normal vajenin içinde de bulunur. Ancak zararsız halde dururlar. Ya da kadının savunma mekanizmaları bu mikropların zararlı olmasını engeller. Bu savunma mekanizması zedelendiğinde veya zayıfladığında, bağışıklık sistemi çöker, ve mikroplar hastalık üretmeye başlar. Mantarı diğerinden ayıran özellik kaşıntı olmasıdır. Idrar yaparken ve cinsel ilişki sırasında ağrı görülür. Akıntı koyu ve beyaz renktedir. Içinde süt kesiği manzarası olabilir. Bakteriyel Vaginozis... Akıntı, hafif kaşıntı ve yanma olur. Akıntı koyu, kıvamlı ve kötü kokuludur. Rengi yeşil ve sarı olabilir. Trikomonas... Bulaşma cinsel ilişki ile olabilir. Banyolar, umumi tuvaletler bulaşma yeri olabilir. Genç kızlarda ve doğurganlık çağında daha sık görülür. Akıntı çok fazladır. Köpüklüdür. İdrar yaparken ve cinsel ilişki sırasında ağrıya neden olur. Çoğu zaman bu üç mikrop birarada hastalık yapar. Mikroplar nasıl hastalık yapar... Mikropların hastalık yapması için önce üremesi gerekir. Belli bir sayıya ulaştıktan sonra bir takım zararlı ürünler salgılayarak hastalık üretir. Iltihap belirtileri ortaya çıkar. Iltihap bedenin bu zararlı etkilere karşı verdiği savaş sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Vajinal akıntılarda böyle reaksiyonlardır. Mikrobik akıntı tedavi olmazsa... Akıntı devam eder. mikroplar gittikçe derine yerleşmeye başlar. Özellikle uterusun vajen içine bakan ağız kısmında yaralara neden olur. (servisit). Akıntı cinsel organın giriş kısmında da şişme ve ağrıya neden olur. Akıntıya neden olan haller... Antibiyotikler.. Sık sık antibiyotik kullanlması vajenin savunma mekanizması olan yararlı mikropları öldürerek zararlı mikropların ortaya çıkmasına neden olurlar. Bu nedenle gerekli olmadıkça antibiyotik kullanmamak gerekir. Doğum kontrol hapları.. Hormonal baskı vajende asiditiyi etkileyerek mantar oluşumunu arttırır. Ancak estrojeni düşük hap kullanıldığında bu etki azalır. Şeker hastaları... Vajene geçen fazla şeker mantarı azdırır. Bu mantarlar tedaviye dirençlidir. Yani sık sık tekrarlar. Vücut direncini kıran ağır hastalıklar. Aşırı temizlik tutukusu... Özellikle deodorantlı sabun, parfüm ve spreyler vajen asitliğini bozar. Vücudu sıkı saran pantolon ve çamaşırlar.
-
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
BEN KİMİM Ben kimim yaramaz bir çocuk Sessizliğiyle kendine gizlenen Bugün bile simyacılar iyi kötü Bir şeyler bulup çıkarmak isterken Ben kimim zamanın kıyısında direnen Uçaklar uzaklara kanat vururken Ben kimim kırılıp kalmış Eski bir tekne gibi Ben kimim çocuk düşlerinden Anlaşılmaz ülkülere uzanmış Ben kimim bilemiyorum Açlığıyla olmadık sevgilerin Bir küçücük bakışta oyalanan Ben kimim olur olmaz zamanlarda Kendine ve her şeye ağlayan Afşar Timuçin Çok güsel ya.....
-
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
SESSİZ DÜŞÜNCELER Kimseyi aramıyorum kapandım kendime Kimse de artık beni aramasın Koşa koşa gelen yazı denizi Her duyguyu her düşünceyi Tek başıma yaşarım Birilerini aradım kapılarını çaldım Yıllarca belki de yüzyıllarca Anlatmak istedim kendimi birilerine Neye yaradı bunca yakınlığım Sandılar ki onlar olmadan Taşıyamam kendimi bir yerden bir yere Oysa benim tek amacım şuydu Birlikte gidelim güzelliklere Yüreğim uyuyan dalgalar gibi durgun Kafam tam anlamında bir kaçak Ben kimselerin anmadığı adam Yüzyıl yaşamış gibi yorgun Daha dün doğmuş gibi çocuk Afşar Timuçin
-
Haz alarak okudugum karma şiirler...........
İSTERSEN AL GÖTÜR BENİ Ölümsüz gülüşünle başlıyorum Her güzelliğe her sevince Bir yağmur ince ince Sürerken beni başka zamanlara Zamanla yorgun hanlara Dönüyor işte gördün her şeyim Kuru topraklar gibi dağılıyor belleğim Sınırsız bir boşluğu süre süre Yorgunum çok uzaklardan geldim Kaygılar sıkıntılar yaşadım uzun uzun Korkuyu yakından tanıdım Ölümsüz düşmanı oldum korkunun Şimdi bakışınla bağlanıyorum Kocaman bir dünyaya umutla Bir akşam aşılmaz kaygılar Çağırırken beni sozsuzluğuma Sıcaklığın beni alıştırıyor Soğuk ve yağmurlu akşamlara Üşümüş bir kedi gibi sığınıyorum Ellerine ayaklarına saçlarına Afşar Timuçin