mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Sana yüreğimi sunuyorum...burada değil sesinde arayacağım tüm özelleri...seni özlüyorum...
-
-'...bursercan...'-
Sercan tüm paramla sana çikolata aldım...bana para gönder olur mu?Bayram günü ayrıca sana bi mesaj...sevgilerle!
-
jön anı defteri
yaf bizim asker memleketinden,ailesinden çooook uzak...Jön az kaldı sana bayram şekeri yerine kahve hazırladım...sevgiler!
-
GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Bu yürekleri unutabilir miyim...size sevgi dolu nice bayramlar...
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
sevgili arkadaşım bu şiirin için kocaman teşekkürler!Tam beni anlatıyor...bu arada forumda ki arkadaşlarımdan aldığım çok güzel iletiler var...çok teşekkür ederim;sizinle güzelleşen bir düşünceler zinciri var...deniz kızı buraları öksüz bırakma...
-
nyx-fallen angel
Angelime de kocaman sevgilerle...bayram öncesi yazılan son iletilerle iyi bayramlar...
-
()()()() Deniz_Kızı ()()()() Anı Defteri......,,
Sevgili deniz kızı...şiirini aldım...şimdi denizinde umut olan yağmur damlalarıyla...burada olamayacağım...şimdiden iyi bayramlar!
-
Gloria
Sarı Lalem... okuyabiliyor musun sana ait tüm yazılanları...,okuyabiliyor musun yaşadıklarını...? özlem içinde acıyı barındırır.Canın acıyor...anlıyorum...özlem içinde çelişkileri barındırır.Anlayamıyorsun kendini...anlıyorum... özlem ikimizde de ölüme meyadan okuyuşa dönüştü...biliyorum ki ölümle korkutmayan gidenlerdi...çoğu değil,hepsi zamansız olan! Sarı Lalem, ben şimdilik susuyorum...çünkü özleminle kendi özlemimi yaşıyorum.Radya özlemimizi sıcacık duygularla belgelemiş diyecekken belgelemeyen yakarışları hatırlıyor,tekrar susuyorum... Sarı Lalem, sevmişsen ve özlemişsen...özlemi bu kadar acı çekerken koklamışsan...özlemnle özlemim olmuşsan...sadece susyorum...bırakalım Sarı Laleler özlemimizi o güzel yüreği ile doludizgin yaşasın...yaşlarla ifade edilen olsada ...
-
Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
ben o kitabı okumuştum...ilk okuduğumda bu ne demiş,daha sonra oldukça hoşuma gitmişti...değerli arkadaşım ben herşeyden önce duygularım karşısında acizim,ölüm karşısında acizim...var mı daha büyük acizlik...!
-
CENNETTEYİM KEYFİM GICIR..
vallaha ben heyecanı severim...bilmem ki ama adalet de yerini bulmalı;madem adaleti dünyada sağlayamayacaksak.... bu arada ben cenette sadece çikolatan bir ev değil;ayrıca kadayıf bahçesi ve futbol topu istiyorum...ha bir de Diyarbakırın içli köftesini...ama en çok sürekli gülen gözleri! cennet beni bekliyor ya...işte hayal bu arada orada tiyatro varsa;size mısırda patlatırım,kapar getiririm...yasakları böylece
-
DTP ve demokratik sistem
Tabi ki suçlu değiliz...bırak be kardeşim;kim nasıl görmek istiyorsa öyle görmeye devam etsin...
-
Sizce Emperyalizm Nedir
Evet,Yakışıklı...işte bende tam bunu söylemek istedim Demokrasinin anavatanı,ta bu sevda için Iraklara kadar geldi
-
OSMAN ÖCALAN’DAN ŞOK AÇIKLAMALAR
Değerli arkadaşım, o zaman öncelikle sorunu ne onu anlamaya çalışalım.Nitekim sorunun kaynağına inmeden,onu anlamadan,onu taşıyan direktifleri algılamadıkça yani o sorunu tanımlayamadıkça;sunulan tüm çözümler çözümsüzlüktür. bzi burada Kürt sorunundan bahsediyorsak;öncelikle şu soruya cevap vermeliyiz;Kürt sorunu nedir?Kürt sorunu sonuçlarıyla,siyasi partilerle,bireylerle değil;siyasi,sosyal ve kültürel olan tarihle;bunun yanında da ekonomik olan tarihle anlamaya,tanımlamaya çalışalım. Kürt sorunu nedir sorusuna verilecek tüm cevaplar emin olun ki tarafsız olduğu sürece;bu sorunu oluşturanlardan,aktörlerden,taşıyanlardan oluşacak cevapla;onları da içine alan ama onlardan bağımsız olan çözüm önerileri ile çözüm daha da kolaylaşacaktır. PKK veya DTP bu sorunun birer parçalarıdır;sonuçtur...neden değil! Bakın bugün Kürt sorununda özellikle bir temsiliyet sorunu vardır;tartışılan ama anlaşılmayan.Siz de takdir edersiniz ki DTP,ETNİK KİMLİK ÜZERİNE siyaset yapan parlemantoda ki İKİNCİ PARTİDİR.Bu rahatsızlık verse de bazı kesimlere;şunu net ifade etmek gerek ki;bu parti(ler)in kapatılması kesinlikle çözüm değil,radikalleştirmeyi getirecektir.Bu da PKKnın işine yarayacaktır,savaşı isteyenlerin işine yarayacaktır;KÜRT VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN elinde birer koz olacaktır.Rahatsız mısınız DTPden?o zaman öyle bir irade koyun li ortaya DTP halkın iradesi ile oraya gelen bir parti olmasın. Demokratik çabalar,ötelenme,ötekeleştirme ve hali hazırda eksik kalan bir irade anlayışı...evet sorunlar ötelendikçe,yok sayıldıkça büyüyecek,geçmişle hesaplaşmdan yarına çelme takacaktır. Toprak reformu;ayrıca yazılması gerekendir...amacı vatandaşı devlet otoritesine kılmak olan,eksik olan,eksik kalan...Şu an zamanım yok kısa kestim...ama şunu belirtmeden geçemeyecğim;toprak reformu halka ulaşmayan,sistem tarafından halkı hiçe sayan bir düşünce tarzıdır. Düşünce tarzıdır dedim;çünkü samimi olan bir reform değildi. Ayrıca Kürt burjuvası ve yaptığı yatırımlarada değinmişsiniz;Kürt burjuvası kendisi ve yatırımları ile batıya aittir;bölgesinden uzaktır...yakılan fabrikaları,sürülen ve tehdit edenleri de bu sınıflandırma içerisinde yer alanlara eklemek gerek;yani tüm yönleri ile... Halk ve halk mücadalesi demişken;siz de Kemal Sunal filmlerine dönmüşsüznüz(Dünde Kibar Feyzo'yu izlemiştim...gerçekten çok içten olan bir mücadale)Bakın Kibar Feyzo demişken;son sahne neyi söyler? ...Feyzo Maho ağayı öldürmüştür;Feyzo adaletin karşısındadır...o ağa gitmiştir ama yerine daha kötü bir ağa gelmiştir...düzen aynen devam etmiştir...ve sorar Feyzo...''o zaman sormak lazım;suç kimde?...'' bu konuda daha önce çeşitli başlıklarda yazdığım bazı iletilerden alıntılar yapacağım;izninizle... ''''Özellikle merkezi yönetimin kendisini hissettirdiği dönemlerde ağalar daha zalim oluyorlardı.Dağlık kesimlede zaten çok yoksul olan aşiretliler yönetimden korkmadıkları için ağalar onlar üzerinde fazla basklı kuramıyorlardı.Şayet baskıcı olursa rakip bir ağanın kontrölüne girebilirlerdi.Ortalama bir aşiret Kürt,merkezi yönetimi,anlamadığı bir dilde konuşan,bilinmeyen bir yabancı tanrı olarak görüyordu.Bu yüzden her an soluğunu enselerinde hissettikleri yönetime karşı güvenebilecekleri ağaları kendilerini insafsızca soysa da,üzerlerinde baskı kursada onu memnun etmek zorunda olduklarını hissediyorlardı...'' W.R.Hay'ın kitabında ki tespitleriydi yukarda aktardıklarım.bakın Seyit Rıza yada Dersim isyanı ile ilgili birkaç ilginç tespit... ''Kürt milliyetçiliğinin başa çıkılmayan unsurlarından biri olan-farklı bir dilin varlığı-illgili olarak da sivil müfettiş''Kürt köylü çocuklarının Kürtçe konuşmayı yasakladığı...'' ve Abidin Özmen'in ''kürtsüzleştirme planı''ile ilgili ilginç tespitlere devam edelim; ''Bir bakıma Kürtlere batıda mecburi iskan ettirme siyaseti ile 1932 tarihli yasayı tamamlayıcı mahiyetteki bu plan,ülkenin batısındaki Türklerin doğuya.Van Gölü bölgesine ve Muş ovasına.....yerleştirilmesini öngörüyordu'' 1937 kanunu ve hemen sonrasında Seyit Rıza isyanı;ve sonrasında kanlı bastırılmış bir sorun yumağı. Chris Kutschera Kürt Ulusal Hareketi içerisinde Dersim İsyanını böyle anlatıyor. Dersim isyanı;ağayı savunan halkın isyanı mıdır yoksa...?'' saygılar!
-
Sizce Emperyalizm Nedir
Değerli arkadaşım;emperyalizm düne göre değişen değil;bugünün düzenine göre kendini yeniledi sadece.Dün de sömüren bugünde sömüren olan emperyalizm;dün köle ticareti ile vardı;bugün devletin sömürülmesiyle...yani yeni dünya düzeni ile kendisine zemin yoklayan bir taktik...saygılar!
-
KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Sayın Doğrucudavut(bu arada bunu belirtmeden geçemeyecim...Sayın Doğrucudavut,Simalyıldızınet ve Kaplan;gerçekten de sizinle kendi doğrularımı paylaşmak güzel) Alıntı yaptığınız ve bana hak verdiğiniz noktalar;Kürt dilinin kendi içerisinde farklılaşmasını,kendisine yabacılaşmasını zaten dil gerçeği ile kanıtlamaktadır.Zazaca Kürtçe den farklılaştığı oranda o dile ait olan ve olmayan değildir;bir dilin kökleri bu kıstalarla ölçülemez. Zazaca Kürtçeye ne kadar aittir sorusuna sizinde verdiğiniz bir iletide olduğu gibi iki noktada temellenmektedir.Birinci noktada yer alanlar;o bir dildir başlı başına der ve devam eder;o dil azınlıkta kaldığı için benzetilen,diğer dillere lehçe diye yamatılan;özellikle Kürtçeye yenik düşendir. İkinci noktada yer alanlar;Kürtçe'yi çeşitli lehçelere ayırdıktan sonra;Zazaca bir Kürt lehçesidir der ve devam eder;bu dildeki farklılaşmalar bu lehçeyi kendisine benzeten olacağı gibi tamamen kendisine yabancılaşanda olabilir;ki Türk dilinde ki YAKUTÇA buna bir örnektir. Ölü dil;kullanılmayan kavramları karşılar.Ölü dil;bitmiş olandır,yaşamayan.Bu durumda siz ne Harezm Türkçesini ne de Gök(Kök)türkçeyi bu ölü dil sınıfına koyabilirsiniz.Dün Göktürkçe den örnek verdim;bugün Harezm Türkçesinden vereceğim.Bir alıntı yapacağım...bakın eğer bu alıntıyı az çok okuyabilirseniz;anlayabilirseniz o zaman ölü dil kavramına giremeyecek bir farklılıktan ki kastımı daha iyi anlayacaksınız. ''Bir kün Yahya peygamber as İblis-i la'ini kördi,elginde temürgin ırgaglar tutar...men tagı bukündin heç kimerseke nasihat bergeymentedi.''(Nechü-l Feradis) bakın bugün kullandığımız Türkçe;öncesinde kullanılan bir Türkçe ve şu an itibariyle,bölgeler ve ülkelerle farklılaşn bir türkçe... gelin biraz bu bağlamda örneklere bakmaya çalışalım; dayı kelimesi; xal : xal ...Kurmanci de Zazacada bu şekilde ifade edilirken...enişte,damat ses farkılıkları ile kendini gösteririr. zama : zava (Zazaca zama derken Kurmanci zava der)...yine örnekler...kayınpeder Zazaca da vıstewre ile Kurmanci de xezûr ile kendisine yer bulur.Bakın kimi zaman bir ses ile kimi zaman tümüyle olan bir farklılaşma;dediğim gibi...bu bir dil için kaçınılmazdır.Ve gramerden fiiilere dönelim...buyrun yorum sizin... görmek: di-;vênıt- / vên- : dit- söylemek: vat- / va-;vac : got / -bêj- gelmek: ame- / ye-/ê- : hat- / -ê- yıkamak: şüt- / şü;şıw- : şıst- / -şo- yemek: werd- / wer- : xwar- / -xw- Ayrıca ortak dil anlayışım;siyasi olan bir Türk Birliğinden çok;ortak olan yazı dilinin baz alınması ile ilgili olandı.Saygılar!
-
Sizce Emperyalizm Nedir
Emperyalizm nedir mi? ''devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üzerinde iktisadi, askeri, siyasi ve kültürel egemenlik kurmasıdır.'' şeklinde tanımlanan,tanımı kadar basit olmayan oyunların insanlık tarihine sunduğu karanlıktır. Filistindir;elinde taşlarla panzerlere direnen... Iraktır;namlunun ucunda yaşayan. Afganistandır;geri kalmışlığa ile kana bulanmış olan... Endonazyadır;açlığı ile terbiyecilere yem olan... Emperyalizm sadece bu mudur? ABD yeni dünya düzeni ile kasıp kavururken dünyayı,Avrupa denilen batılı değerler esip geçerken tüm farklılıkları...Emperyalizm sadece bu mudur? Osetyada yaşanan sivil katliamı,Ruslara verilen bedeller...Emperyalizm anlatılmayacak kadar lanet okulandır;ve arkadaşımızın dediği gibi kapitalizme dönüşürken kirli hesapları ile...Sudan da,Arabistan da ve akla gelemeyen tüm coğrafyalarda... '' Bence emperyalizm Che Guevaranın resimlerini t-shortlere basıp satmaktır ...........''
-
CENNETTEYİM KEYFİM GICIR..
bu konuda yazılanlara bakmadan,cenette olmak en büyük dileğim...şöyle çikolatan bir ev dileyeceğim birde sınırsız özgürlük...Bu arada Birvarmışhiçyokmuş seni özledim!
-
Ergenekon dosyasında bir garip iddia
Bu ara gerçekten çok mutluyum...Ergenekonlarla açığa çıkan iç hesaplaşmalarımız Deniz Feneri ile daha da rayına oturdu...Siyaset ve medya arasında ki kavga da artık gün yüze çıkacak ilişkilerin habercisi...galiba herşeye rağmen...güzel bir yarın!
-
KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
değerli arkadaşım;ölü dil kavramını açıkladıktan sonra benim verdiğim örnekleri sadece bir benzerlik olarak algılamanız pek doğru bir yaklşım olmasa gerek.Ben zazaca ve Kürtçe ile karşılaştırmak için değil;sadece ölü diller kavramı için bu örnekleri verdim;dikkat ederseniz Zazaca ile iigili iletilerei ve dil ile ilgili tespitleri ayrı ayrı vermeye çalışıyorum.Eğer karşılaştırılmalı olarak vermem gerekiyorsa;eyvallah.Bende bundan sonra karşılaştırarak vereceğim.Bu arada yazdıklarınızı çürütme gibi bir derdim yok;yazdıklarınızdan faydalanmak benim için daha yararlı;ki bunu yapıyorum...yeniden bu konuya döneceğim...özellikle Göktürkçe,Harezm vs... Saygılar,sevgiler benden!
-
SİYASET,SİYASET,SİYASET....SİYASETE SUNULAN KURBANLAR VE ACI!
yaşananları bir çocuğun gözlerinde okumaya başlayalım sevgili arkadaşım;her daim utanılası yüzler ve sonuna kadar batmış bir insanlık...ve acemi şaşkınlıklara uzanan masum umutlar! rengi kana bulanmış tenler;işte asıl umut bu!
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
İnsan kanını donduran katliamlara imza atan;yeni dünya düzeni...egemenlerin tarihini yazarken;sen yine kaybolmaya mahkumsun!
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
katledilen Filistinli mülteciler;size neyi hatırlatıyor?
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
İşgalin 55. Yılı ve Filistinli Mülteciler Gerçeği 17 Mayıs 2003 Cumartesi İsrail'in kurucularından Ben Gurion (ortada göğsünde çarpı işareti olan) Polonya'da siyonist ideolojiyi benimsemiş arkadaşlarıyla birlikte. 55 yıl önce bu devletin kurulmasıyla birlikte bir savaş patlak verdi. Çünkü bu devlet, dünyanın değişik yörelerinden çeşitli entrikalarla göç eden veya ettirilen insanların kendilerine ait olmayan bir toprak parçası üzerinde kurdukları bir işgal devletiydi. Bu devletin kurulduğu toprak parçası Filistin'di. Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Göçe zorlanan Filistinliler gittikleri yerlerde de rahat edememişlerdir. 1948'de henüz işgal edilmiş olmayan Batı Yaka ve Gazze bölgesine yerleşen mülteciler 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra sık sık saldırılara uğramış, katliamlara maruz kalmışlardır. Bugün Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin kullandığı araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle işgalcilerin eline geçmiştir. İşgal güçleri 1948 savaşında birtakım hainlerle de işbirliği yaparak Filistinlileri göçe zorladılar. Sonra sahipsiz arazilerle ilgili bir kanun çıkardı, göçe zorlananların arazilerini bu kanun vasıtasıyla göçmen yahudilere dağıttılar. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı. Filistin toprakları üzerinde "İsrail" adıyla bir işgal devletinin kuruluşunun ve bu devletin BM tarafından resmen kabul edilişinin üzerinden 55 yıl geçti. 55 yıl önce bu devletin kurulmasıyla birlikte bir savaş patlak verdi. Çünkü bu devlet, dünyanın değişik yörelerinden çeşitli entrikalarla göç eden veya ettirilen insanların kendilerine ait olmayan bir toprak parçası üzerinde kurdukları bir işgal devletiydi. Bu devletin kurulduğu toprak parçası Filistin'di. Ancak o zaman emperyalizmin politikalarını meşrulaştırma amacıyla kurdurulmuş ve daha önce aynı fonksiyonu icra eden Milletler Cemiyeti'nin yerine geçmiş BM tarafından resmen tanındı. Kurulan devletin adı "İsrail" olduğundan, BM tarafından hakimiyetine verilen topraklara da "İsrail" denildi. Oysa o zaman "İsrail" olarak gösterilen topraklar da Filistin'di. O topraklar bugün hala Filistin'dir ve Filistin olarak kalacaktır. İşte emperyalist güçlerin çeşitli entrikaları sonucu Filistin toprakları üzerinde "İsrail" adı verilerek kurdurulan bu devletin üzerinden 55 yıl geçti. Bu devlet bir işgal ve gasp devleti olduğundan kuruluşunda olduğu gibi ayakta kalma çabalarında da sürekli entrikalara, şiddete ve savaşlara başvurdu. İnsanlık tarihini araştırdığınız zaman hiçbir devletin 55 yıllık süre içine bu kadar çok savaşı, bu kadar çok cinayeti, bu kadar çok tehciri, bu kadar çok şiddeti sığdırdığını göremezsiniz. Biz de sizlere İsrail işgalinin üzerinden 55 yıl geçmesi münasebetiyle bu işgalin en önemli dışa yansımalarından biri olan, bugün sözde "barış (!)" görüşmelerinin de en çetrefil konuları arasında yer alan tehcir olayı ve Filistinli mülteciler hakkında bazı önemli bilgileri aktarmak istiyoruz: Bugün dünya üzerinde Filistinlilerin sayısı 9 milyonu bulmuştur. Bu nüfusun sadece 4 milyonu Filistin toprakları içinde yaşamaktadır. 5 milyonu ise Filistin toprakları dışında onların da çoğu mülteci kamplarında yaşıyorlar. Filistin içinde yaşayanların yarıdan fazlasının da asıl mekanları değiştirilmiş, mülteci kamplarına yerleşmek zorunda bırakılmışlardır. Yani Filistin halkının % 75'ine yakın bir kısmı ikamet ettikleri yerlerden silah zoruyla ve şiddet yoluyla çıkarılmışlardır. Bu vakıa siyonist işgalin sebep olduğu tehcir gerçeğini gözler önüne sermektedir. Oysa uluslararası anlaşmalar, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve savaş suçlarıyla ilgili sözleşmeler şiddet yoluyla tehciri yasak etmekte, savaş suçlarından saymaktadır. Filistinli mültecilerin yaşadığı kampları gezenler o insanların ne gibi kötü şartlarda hayatlarını sürdürmek zorunda olduklarını göreceklerdir. Bu insanların kendi istekleriyle yurtlarını terk edip buralara geldiklerini düşünmek akıl nimetinden mahrum olmayı gerektirir. Bu insanların kendi topraklarını satarak böylesine kötü şartlarda yaşamayı kabul ettiklerini iddia etmek de çok farklı olmasa gerek. Ne var ki BM başta olmak üzere söz konusu anlaşmaları, beyannameleri uygulamakla yükümlü kılınan uluslararası kuruluşların hiçbiri siyonist işgalcileri söz konusu tehcir uygulamasından dolayı herhangi bir şekilde cezalandırmıyor; yurtlarından çıkarılan Filistinlilerin geri dönebilmeleri için hiçbir yaptırıma başvurmuyor. Hatta bunun da ötesinde sözde "Ortadoğu barışı (!)"nın temin edilebilmesi için Filistinlilerin yurda dönüş haklarından vazgeçmelerini istemek suretiyle işgalci siyonistleri gözetmekte, Filistinlilere baskı uygulamaktadırlar. Tehcir hadisesinin bir başka yönü de siyonistlerin tarihi ve gerçekleri saptırmasıyla ilgilidir: Ne kadar ilginçtir ki siyonistler Amerikan halkına yönelik propaganda faaliyetlerinde bugün "İsrail" olarak gösterilen toprakların aslında boş bir araziden ve çölden ibaret olduğunu, kendilerinin girip buraları ihya ve imar ettiklerini ileri sürüyorlar. İslam alemine yönelik propagandalarında ise Filistinlilerin arazilerini kendi elleriyle sattıklarını ve kendilerinin buraları parayla satın aldıklarını iddia ediyorlar. Oysa tarihi gerçekler ve bugün Filistinlilerin karşı karşıya oldukları durum her iki iddianın da yalan ve tutarsız olduğunu gözler önüne seriyor. Filistin topraklarına yerleştirilen yahudilerin % 78'i, bu topraklar üzerine işgalcilerin kurduğu şehirlerde ikamet ediyor. Bu şehirlerin yerleşim alanları ise Filistin topraklarının tümünün % 15'ine tekabül etmektedir. Kalan % 22'lik nüfus ise Filistin topraklarının % 85'ine tekabül eden bölgelerine yayılmışlardır. Bunların yayıldıkları arazilerin toplamı ise 17 milyon 325 bin dönümdür. Onların kullandıkları araziler kesinlikle satın alma yoluyla değil, sahiplerinin tehcire zorlanması sebebiyle işgalcilerin eline geçmiştir. İşgal güçleri 1948 savaşında birtakım hainlerle de işbirliği yaparak Filistinlileri göçe zorladılar. Sonra sahipsiz arazilerle ilgili bir kanun çıkardı, göçe zorlananların arazilerini bu kanun vasıtasıyla göçmen yahudilere dağıttılar. Netice itibariyle bugün mülteci kamplarında yaşayan 5 milyon Filistinliye ait arazi 154 bin yahudiye dağıtıldı. İşgal devleti bu mültecilerin yurtlarına dönmelerini engellemek için var gücüyle çalışıyor ve herhangi bir "barış (!)" anlaşması imzalanabilmesi için göçe zorlanan bu beş milyon Filistinlinin yurtlarına dönüş haklarından kesinlikle vazgeçmelerini şart koşuyor. Bu şartını her fırsatta gündeme getiriyor. Son "Yol Haritası" planını da ancak bu şartla kabul edebileceğini vurguladı. Filistinlilerin göçe zorlanması sebebiyle 531 köy tamamen boşaltılmış bunların da % 90'ı işgal devletinin askeri güçleri tarafından tamamen yıkılmıştır. Göçe zorlanan Filistinliler gittikleri yerlerde de rahat edememişlerdir. 1948'de henüz işgal edilmiş olmayan Batı Yaka ve Gazze bölgesine yerleşen mülteciler 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra sık sık saldırılara uğramış, katliamlara maruz kalmışlardır. Özellikle son Aksa İntifadası döneminde bu kampların birçoğuna havadan ve karadan saldırılar düzenlenerek katliamlar gerçekleştirilmiştir. Bunların en büyüğü ise Cenin mülteci kamplarına yönelik saldırı sonucu gerçekleştirilen ve yaklaşık 1000 kişinin şehit edildiği tahmin edilen katliamdır. Bu katliam BM tarafından da örtbas edilmiştir. Yine Gazze'deki Cibaliya, Han Yunus, Rafah mülteci kampları başta olmak üzere pek çok mülteci kampına şiddetli saldırılar düzenlenmiş, büyük katliamlar gerçekleştirilmiştir. Filistin dışına çıkarak Arap ülkelerine yerleşen mülteciler de gittikleri yerlerde muhtelif saldırılara ve katliamlara maruz kalmışlardır. Bunların başında siyonistlerle çok yakın irtibatının olduğu ve onların hesabına çalıştığı bilinen Ürdün kralı Hüseyin'in gerçekleştirdiği Kara Eylül harekatının sebep olduğu katliam gelmektedir. Siyonistlerin 1982'de Lübnan'ı işgal etmelerinin hemen ardından gerçekleştirilen Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine katliamları da Filistin dışına çıkan mültecilerin maruz kaldıkları katliamlardan biridir. Yine Filistin dışına çıkan mültecilerin maruz kaldıkları katliamlardan biri Kana katliamıdır. Ne yazık ki Filistin dışına çıkan mülteciler zaman zaman gittikleri ülkelerin yönetimleri tarafından çok ağır ve çirkin muamelelere maruz bırakılmışlardır. Örneğin II. Körfez Savaşı sırasında FKÖ'nün ve onun lideri Arafat'ın Irak devlet başkanı Saddam'ın yanında yer alması sebebiyle Kuveyt yönetimi ülkesindeki tüm Filistinlileri göçe zorlamış, bunların birçoğuna da korkunç işkenceler uygulamıştır. O zaman Kuveyt polisleri karakolların yetmemesi sebebiyle okulları bile işkence amacıyla kullanmış, bu okulların civarında ikamet edenler işkenceye maruz kalanların bağırışlarından dolayı günlerce kendilerine gelemediklerini itiraf etmişlerdir. Filistinli mülteciler maruz kaldıkları bütün zorluklara rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmemekte ısrarlıdırlar. Mülteci kampları belki onlar için adeta birer bekleme salonları olmuştur. Onlar belki isteselerdi biraz daha iyi ortamlarda yaşamanın yollarını araştırıp yurtlarına dönüş haklarının peşine düşmeyebilirlerdi. Ancak sırf bu haklarından vazgeçmemek için oralarda beklemeyi ve onca zorluğa katlanmayı tercih ediyorlar. İsrail işgal devletinin ve onun arkasında duran emperyalist güçlerin bütün entrikalarına rağmen vatana dönüş haklarından vazgeçmeyeceklerdir. Onlar adına hiç kimsenin de vatana dönüş haklarından vazgeçme veya taviz verme yetkileri yoktur.
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
mültecilikten uzandığım açlık kokan nefesim...
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
Mültecilere Destek Programı ‘İstenmeyen Misafirler’: 'Yabancı Misafirhaneleri'nde Tutulan Mülteciler raporu yayınlandı / 02.04.2008 Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteci Savunuculuk ve Destek Programı'nın Türkiye’nin çeşitli illerindeki “yabancılar misafirhanelerinde” gözetim altında tutulma deneyimi yaşamış 40 “mülteciyle” Ekim 2006 – Eylül 2007 tarihleri arasında yaptığı görüşmelere dayanarak hazırladığı "İstenmeyen Mülteciler: Türkiye'de 'Yabancı Misafirhaneleri'nde Tutulan Mülteciler" başlıklı raporda, mültecilerin bu tutulma yerlerinde tabi oldukları koşullar, muamele ve haklara erişim konusunda karşılaştıkları sorunlar inceleniyor. Raporun çerçevesi Uluslararası hukuka göre zulüm ve savaştan dolayı ülkelerini terketmek zorunda kalmış kişiler “mülteci” kabul ediliyor; devletler bu durumdaki kişilere minimum bazı güvenceler ve haklar sağlamakla mükellef. Türkiye’de sığınma başvurusunda bulunmak isteyen yabancılar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülen bir prosedüre tabi. Ama coğrafi olarak dünyanın savaş ve yoksulluk yaşanan bölgeleriyle güvenli ve müreffeh Avrupa ülkeleri arasında köprü konumunda bulunan Türkiye hem savaş ve zulümden kaçanlar için, hem de daha iyi bir hayat arayanlar için bir geçiş ülkesi. Dolayısıyla ülkeye yasal olmayan yollardan girerken ya da çıkarken yakalanan, ya da Ege Denizi’nde boğulduğunu duyduğumuz insanların arasında, “düzensiz göçmen” tabir edilen umut yolcularının yanısıra, savaş ve zulümden kaçan “mülteciler” de var. Bu “mültecilerin” bir kısmı, ‘kaçak’ durumda iken yakalanıp, “Yabancılar Misafirhanesi” denen tutulma yerlerine kapatılıyor. Yabancılar misafirhanelerinde tutulan bütün ‘yabancıların’ insan olmaktan gelen hakları var. Ama Türkiye devletinin “mülteci” durumunda bulunan kişilere karşı ayrı bir dizi yasal sorumluluğu sözkonusu. Bunların başında da bu kişileri zulüm görecekleri ülkelere geri göndermemek geliyor. Helsinki Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı’nın hazırladığı rapor, - resmen Türkiye’deki sığınma prosedürüne girebilmiş olsun ya da olmasın - “mülteci” durumunda bulunan kişilerin, “misafirhane” tabir edilen tutulma yerlerinde karşılaştıkları koşullar, muamele ve “mülteci” olmaktan gelen haklarına erişimlerinin önüne konan engellerle ilgili. “İçinde bulunduğumuz zor durumdan ötürü içimizden biri kafasını duvara vurarak kendini öldürmeye kalktı… Polis ona saldırdı ve hepimizin gözü önünde bayılıncaya dek dövdü. Birçok jandarma saldırıp sopalar ve tekmelerle adamı dövdüler. Sonra da banyoya götürüp elini yüzünü temizlediler.” İzmir civarında bir alıkonma yerinde tutulmuş olan Moritanyalı bir mülteci Bu sözler, Helsinki Yurttaşlar Derneği-Mülteci Destek Programı’nın (hYd - MDP) yayımladığı “İstenmeyen Misafirler: Türkiye’de ‘Yabancı Misafirhaneleri’nde Tutulan Mülteciler” başlıklı raporda yer alan tanıklıklardan yalnızca bir tanesi. Türkiye’nin çeşitli illerindeki “yabancılar misafirhanelerinde”[1] gözetim altında tutulma deneyimi yaşamış 40 “mülteciyle”[2] Ekim 2006 – Eylül 2007 tarihleri arasında yapılan görüşmelere dayanılarak hazırlanan rapor, mültecilerin bu tutulma yerlerinde tabi oldukları koşullar, muamele ve haklara erişim konusunda karşılaştıkları sorunları inceliyor. “Görüştüğümüz kişilerin işaret ettiği en ciddi sorunlardan biri polisin tutumu ile ilgili” diyen hYd - MDP koordinatörü Özlem Dalkıran, polislerin genelde ‘misafirhanelerde’ tutulmakta olan kişilerin gerek sığınma başvurusunda bulunma, gerekse temel ihtiyaçlarıyla ilgili taleplerine kulak tıkadıkları, kaba davrandıkları, hatta bir kaç olayda fiziksel şiddet uygulandığına dair ciddi iddiaların dile getirildiğini ifade etti. Şiddet iddiaların en vahimi, 15 Mayıs 2007 tarihinde Kırklareli Gazi Osman Paşa Misafirhanesi’nde patlak veren bir kavganın ardından en az sekiz kişinin ağır biçimde dövüldüğü, hatta bazılarının falakaya yatırıldığı iddiası. Anlatımlara göre, olaylar Somalili bir kadının ücretsiz süt ricasına hakaretle cevap veren mahalle bakkalının çırağına misafirhanedeki bazı erkeklerin müdahale etmesi sonucu patlak vermiştir. Olayların bir saat içinde bastırılmasından sonra, misafirhanede tutulan kişiler gruplar halinde sorguya alınmış, ve iddialara göre neredeyse tamamı şiddete maruz kalmıştır. HYD’nin görüştüğü “mülteci” bireylerin ‘misafirhane’ koşullarıyla ilgili dile getirdikleri şikayetler arasında aşırı kalabalık, hijyen koşullarının kötülüğü, ısınma sorunları, dışarıyla iletişim önündeki engeller, ve temizlik malzemeleri, yemek ve su gibi ihtiyaçların dışarıdan fahiş fiyatlara temin etmek zorunda kalmaları bulunuyor. Raporda ‘misafirhanelerde’ sağlık sorunu olan kişilerin doktor ve ilaca erişiminde ciddi sorunlar yaşandığına dikkat çekiliyor; bunun nedenleri arasında polisin talepleri dikkate almaması, tedavi ve ilaç masraflarının yüksek olması ve çevirmen eksikliği öne çıkıyor. Uygulamaya ilişkin en önemli sorunlardan biri ise, “mülteci” durumunda olan ve sığınma talebinde bulunmak isteyen kişilerin, gerek Türkiye’deki sığınma prosedürüyle ilgili güvenilir bilgiye erişimi, gerekse dile getirilen sığınma taleplerinin işleme konması önündeki ciddi engeller. Sığınma talepleri işleme konmayan “mülteciler”, sınırdışı edilme ya da hayatlarının tehlikeye girebileceği bir ülkeye geri gönderilme riskiyle karşı karşıya kalıyor. ‘Yabancılar Misafirhanelerinden’ yapılan sığınma talepleri nadiren de olsa işleme konabiliyor; ancak havaalanlarındaki “transit bölgelerde” tutulan kişilerin sığınma talepleri hiçbir biçimde dikkate alınmıyor. Ayrıca bu kişilerin ne BMMYK, ne avukatlar, ne de sivil toplum örgütü temsilcileriyle görüşmelerine olanak tanınmıyor. ‘Misafirhanelerde’ tutulan mülteciler, neden orada tutulduklarını, ne kadar kalacaklarını bilmiyorlar; Alıkonmalarının kanuni olup olmadığını sorgulayacak etkin bir yargı denetimine erişimleri yok. Aylarca süren bu belirsizlik nedeniyle, zaten korku ve endişe içinde, zor koşullarda yaşamaya çalışan bu kişilerin birçoğunda depresyon ve umutsuzluk duyguları hakim oluyor” diyen Özlem Dalkıran, “mülteci” durumunda bulunan kişilerin çok zorunlu haller dışında gözetim altında tutulmamaları gerektiğini, tutulmaları halinde kendilerine durumları ve haklarıyla ilgili bilgi verilmesi gerektiğini ifade etti. “Hazırladığımız raporda genel tavsiyeler dışında, ”mülteci” durumunda bulunan kişilerin ulusal mevzuat ve uluslararası standartlar ışığında sahip olmaları gereken prosedürel haklar ve misafirhanelerdeki tutulma koşullarıyla ilgili yaptığımız tavsiyeler yer alıyor. Bu tavsiyelere uygun davranıldığı takdirde, ülkemizde sığınma arayan mülteciler kendilerini ‘istenmeyen misafirler’ gibi hissetmeyecektir.” Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin tavsiyeleri arasında, tutulma yerlerinin bağımsız denetlenmesine olanak veren İşkenceye Karşı Sözleşmenin Seçmeli Ek Protokolü’nün onaylanarak yürürlüğe girmesi, İl İlçe İnsan Hakları Kurullarının misafirhaneleri denetlemesi ve Emniyet ‘Yabancılar Şubeleri’ ve ‘misafirhanelerde’ görevli personelin eğitimine devam edilmesi yer alıyor. Not: Helsinki Yurttaşlar Derneği, raporu yayımlanmadan önce görüşlerini almak üzere Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığı ile paylaşmıştır. Derneğe gelen gayrı resmi yanıtta, raporun “mülteci/sığınmacı, yasadışı göçmen ve yasa dışı konuma düşen yabancı ayrımı yapılmadan kaleme alındığı”[3] ,ve “bu alanda çalışan görevliler tarafından, gözetim altında tutulan yabancılara sözlü ve fiziksel kötü muamelede bulunulduğuna dair iddiaların... raporda yer alması ve gösterilmesi kabul edilemez durumlardır” denmiştir. Dipnotlar: [1] “Yabancılar misafirhaneleri”, Türkiye’de çeşitli sebeplerle (suç teşkil ettiği iddia edilen fiiller, ülke sınırlarından yasadışı giriş çıkış yapma, geçici sığınma sistemi koşullarına uymama gibi) gözaltına alınan yabancıların savcılık ve mahkeme prosedürlerinin tamamlanmasının ardından, haklarındaki idari işlemlerin daha sağlıklı yürütülebilmesi gerekçesiyle idari olarak gözetim altında tutuldukları kapalı mekanlardır. ‘Kaçak’ durumda iken yakalanıp ülkeden çıkarılmasına karar verilen yabancılar da, sınırdışı işlemleri devam ederken bu yerlerde [2] Görüşülenler 17 farklı ülkeden gelmekte ve çoğunlukla erkektir. Görüşülenler görüşme sırasında, ya Türkiye’deki sığınma prosedürü içinde olan ya da gözetim altında tutuldukları sırada sığınma talebinde bulunmuş kişilerdi. Görüşülen kişilerin çoğu (27 kişi) İstanbul’daki tutulma yerlerinde alıkonmuştu. Diğer alıkonma yerleri Van (1), Hatay (1), Ankara (2), İzmir (4), Edirne (4), Kırklareli (7). [3] 1951 Mültecilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme’de mülteci şöyle tanımlanmaktadır: "Irkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düsünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku tasıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi". Helsinki Yurttaşlar Derneği de raporunda bu tanımdan yola çıkarak, Türkiye’deki karar merciileri olan BMMYK ve/veya İçişleri Bakanlığı’na “mültecilik”/sığınma statüsü için başvuruda bulunmayı amaçlayan, bu başvuruyu yapan ya da başvurusu kabul edilen kişileri tariflemektedir.