mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
BM'ye bağlı Dünya Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) başkanlığına yeniden seçilen Jacques Diouf, dünyada 852 milyon insanın açlık çektiğini belirterek, örgütte reform çağrısı yaptı. BM basın merkezinden verilen bilgiye göre Diouf, açlık çeken insanların ihtiyaçlarına daha hızlı ve daha iyi cevap verebilmesi için FAO'nun yeniden yapılandırılması ve daha fazla yardımda bulunmaları konusunda örgüt üyesi 189 ülkeye çağrıda bulundu. Gelişmekte olan ülkelerde milyarlarca dolarlık verimlilik ve gelir kaybına da yol açan açlık trajedisini durdurmanın vaktinin geldiğine işaret eden Diouf, Binyıl Kalkınma Hedeflerine ulaşmada diğer BM kurumlarıyla işbirliğini artıracak şekilde FAO'nun yeniden yapılanmasının bir gereklilik olduğuna vurgu yaptı. Diouf, FAO'nun 2004-2005 bütçesinin bir önceki yıla göre nominal anlamda artırılmasına rağmen, 749,1 milyon dolarlık bu bütçenin gerçek anlamda bir önceki yıla göre 51 milyon dolarlık bir azalmayı ifade ettiğini belirtti.
-
SİYASET,SİYASET,SİYASET....SİYASETE SUNULAN KURBANLAR VE ACI!
- KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Sayın cecile, birçok şey yazdıktan sonra silinen ve tek yazılan şey...EMPATİ!- DTP ve demokratik sistem
Sevgili Diyarbakırlı,ben iyi niyetli olmayalım diyorum;birileri insan kanıyla bu ülkede hala siyaset yapabiliyorsa;birileri bu siyasi basiretsizliğe dürüstlük rengini verebiliyorsa;ve biz hala taraf olamaya mecbur bırakılıyorsak...bırakalım barışı;savaş çığırtkanlarının sesi daha gür!- OSMAN ÖCALAN’DAN ŞOK AÇIKLAMALAR
..... Sorunlar ve olaylar, yıllardır varlığını sürdürüyordu. Sadece belli zamanlarda gündemin alt sıralarına itiliyor, kimi zaman gündemin ilk sırasına çıkıyordu. Ama her durumda varlığını sürdüren sorunlar ve olaylardı. Tıpkı ekonomik sorunlarda olduğu gibi, tıpkı bireysel/kişisel sorunlarda olduğu gibi, siyasal sorunlar da çözülmedikleri sürece sürekli "ötelenen" sorunlar olarak varlıklarını sürdürürler. "Anı yaşamak", "soyut gelecek için somut bugünden vazgeçmemek" mantığı ile, gelişen ve çözülmesi zorunlu hale gelen her sorun "ötelen"miş ve "ötelen"diği sürece bir yana atılmış, unutulmuştur. Ama varlıklarını sürdürdükleri için, her an yeniden kendisini "varlaştırma"nın koşulları içinde olmuşlardır. Bugün PKK "sorunu", Kürt "sorunu" ve nihayetinde "laiklik" sorunu, sürekli "ötelenen" sorunlar olarak ülkenin gündemini sürekli belirleyen sorunlar durumundadır. Çözülmedikleri, nihai olarak çözümlenemedikleri sürece, varlıklarını sürdürecek, yeni çatışmalar ortaya çıkartacaklardır. Sorun, sorunları "öteleme" anlayışı, "öteleme" ile "unutma" alışkanlığıdır. Sorunun, ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel, ulusal sorun olup olmamasının önemi yoktur. Önemli olan, sorunun doğru saptanması ve çözümlenmesidir. Bu yapılmadığı sürece, her yapılan "öteleme", sorunu geçiştirmek, bir süreliğine gündemden uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermez. Gerek laiklik sorunu, gerek Kürt sorunu (genel çerçevesi ile ifade edersek "ulusal sorun"), emperyalist-kapitalist ülkelerin gelişiminin tarih-öncesinde yer alan sorunlardır. Gerek laiklik, gerek ulusal sorun, burjuvazinin feodalizme karşı mücadele sürecinde çözümlenmiş ve çözümlenmesi zorunlu olan sorunlar olarak ortaya çıkmıştır. Genelleştirirsek, bu sorunlar, burjuva demokratik devrim sorunudur ve bu devrim gerçekleşmediği sürece çözümlenmemiş olarak varlıklarını sürdürürler. Burjuva toplumu için laiklik "iç" birliği, ulusal sorun "dış" birliği ifade eder. Her ikisi, ne denli birbirinden ayrı ve ayrıksı görünürse görünsün, bir bütün oluştururlar. Biri olmadan öteki olamaz. Laiklik, feodalizmin, feodal kurumların, özel olarak da dini kurumların devlet düzeninin dışına çıkartılmasıdır. Ulusal sorun ise, yine feodal yerel devletçiklerin tasfiyesi, merkezi bir devletin oluşturulması ve bu devlet sınırları içinde burjuvazinin bütünüyle egemen olması demektir. 1789 Fransız Devrimi'yle başlayan ulusal-devletlerin oluşması ve gelişmesi süreci, tümüyle feodalizmin tasfiyesi ve burjuvazinin egemen sınıf olarak ortaya çıkmasının tarihidir. Burjuva demokratik devrimin tamamlanmadığı ülkemizde ise, burjuvazi, kendi iç dinamiği ile gelişen bir kapitalizmin ürünü olmamıştır. Burjuvazi iç dinamikle gelişen kapitalizmin ürünü olmadığı gibi, kapitalizme geçiş süreci gecikmiş ve Batı-Avrupa ülkelerinin emperyalist aşamaya geçtikleri bir tarihsel döneme kalmıştır. Gerek emperyalist ülkelerin burjuvazisinin devrimci niteliğini yitirmiş olmaları, gerekse dış dinamikle gelişen kapitalizmin ürünü olan yerli (işbirlikçi) burjuvazinin kendi devrimini yapmaya "muktedir" olamayışı, kaçınılmaz olarak tarih-öncesinde kalmış sorunları (laiklik ve ulusal sorun) çözümsüz bırakmış, sürekli "öteleme" içinde geçiştirmiş ve günümüze kadar taşımıştır. Bu yüzden, sorunların gerçek ve kalıcı çözümü, ülkenin demokratik devrimini tamamlamasına bağlıdır. Bu, PKK'nin "globalizme" adapte edilmiş "demokratik cumhuriyet projesi"nin de, "laik cumhuriyet"in de gerçekliğidir. Ancak, burjuva demokratik devrimi, ne kadar tamamlanmamış olarak kalmışsa da, her durumda, içinde yaşanılan tarihsel süreçte burjuvazi tarafından gerçekleştirilmesi olanaksız bir devrimdir. Bilinmesi, unutulmaması ve altı çizilmesi gereken gerçek, burjuvazinin devrimci niteliğe sahip olmadığıdır. Dışa bağımlı kapitalizmin ürünü olan "yerli" burjuvazinin işbirlikçi niteliği de, bu tarihsel gerçeğin yanına konulduğunda, ülkemiz için, bu sorunların çözümünü gerçekleştirecek olan demokratik devrimin işçi sınıfının omuzlarına yüklendiği açıktır. Yıllardır söylediğimiz gibi, sorun, işçi sınıfının öncülüğünde, işçilerin, köylülerin ve küçük-burjuvazinin birleşik mücadelesiyle demokratik devrimin (ki bu niteliği ile "demokratik halk devrimi" halini alır) tamamlanması sorunudur. "Devrim" sözcüğünü ulu orta kullanmayı seven, ama gerçek bir devrimden söz edildiğinde "tüyleri diken diken" olan küçük-burjuva aydınlarının, Kürt sorunu karşısında "siyasal çözüm", "demokrasi içinde çözüm", "barışçıl çözüm" vb. adını verdikleri her türlü "çözüm", tarih-öncesinde kalmış bir diğer sorunun, laikliğin etkisi ve gölgesi altında çözümsüzlükten başka bir şey değildir. Laik ve demokratik bir cumhuriyet, bir devrim sorunudur. Mevcut düzenin topyekün değiştirilmesi sorunudur. Böyle bir değişimin nesnel koşullarının olması dışında, bu değişimi geçekleştirmek isteyen öznel güçlerin varlığını öngerektirir. İşte bu topyekün değişimi isteyen ve bu değişimi gerçekleştirmek için mücadele eden öznel güçlerin varlığıdır ki, toplumun bir bütün olarak bir araya gelmesini, birlikte ve topyekün olarak sorunların çözülmesini sağlayabilir. Kürt sorunu, kapitalist gelişmenin tarih-öncesinde kalmış sorundur. Yani kapitalistleşme sürecine geç ve dış dinamikle girmiş bir ülkenin sorunudur. Batı-Avrupa ülkelerinde 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında çözümlenmiş olan ulusal sorunlar, ülkemizin tarihsel gelişimi içinde "ötelenmiş" sorundur. Bu, "gecikmiş burjuva demokratik devrim" koşullarında ulusal sorun (Kürt sorunu), bir tarafın "istemi"nin "üstten" kabul edilmesiyle çözümlenir bir sorun değildir. Bir başka ifadeyle, "devletin elitleri"nin ya da "sivil-askeri bürokrasinin", yahut "statükocuların" ikna edilmesiyle, ikna edilemedikleri yerde "yenilgiye" uğratılmasıyla çözümlenemez. En basit gerçek, "statükocu" ya da "devlet elitleri", Kürt sorunu karşısında ne denli milliyetçi ve şovenist olurlarsa olsunlar, laiklik konusunda da o denli jakobendirler. AKP "medya"sının ve ideologlarının dillerinden düşürmedikleri "statükocu"ların, "devlet elitleri"nin ya da "derin devletin", Kürt sorunuyla "yenilgiye" uğratılmaları, aynı zamanda laik-cumhuriyetin "sahipsiz" kalmasına yol açacağı da açıktır. Ne laiklik demokratik bir ortam yaratır, ne Kürt sorununun "yukardan aşağıya çözümlenmesi" demokratik bir cumhuriyetin kurulmasına yol açar. Her ikisi de, toplumsal çelişkileri daha da sertleştirerek, kimi durumda onlarca yıl sürecek bir çatışmayı, kanlı bir süreci başlatabilir. Ortak amaçlar için bir araya gelmiş ve ortak amaçlar için mücadele eden insanlardır ki, ortak ve bileşik bir yaşamı, toplumsal oluşumu ve devlet düzenini oluşturabilirler. Bu olmadığı sürece, bir tarafın iradesinin diğer tarafa zorla kabul ettirilmesi durumu ortaya çıkar ki (ki Kürt sorunu olarak zaten mevcuttur), ulusal sorunların her türlü "zor" yoluyla çözümlenmesinin olanaksız olduğu gerçeği ile çatışır. Bir başka tarihsel ve nesnel gerçek de, ulusal sorunların, feodalizme karşı burjuvazinin "birleşik pazar" oluşturma zorunluluğu temelinde köylülüğün toprak istemi ile çakışmasıdır. Bu çakışma nedeniyle, burjuva demokratik devriminde, burjuvazi köylülüğü yedekleyebilmiş ve kendi askeri gücü haline getirebilmiştir. Çok açık tanımıyla, ulusal sorun, aynı zamanda bir köylü sorunudur ve köylülük tarafından "toprak sorunu" olarak algılandığı ölçüde milliyetçilik sorunudur. Her durumda, milliyetçilik, burjuvazinin "birleşik pazar" isteminin ideolojisidir. Dolayısıyla köylü kitlelerinin "toprak istemi"yle birleşerek, onları burjuvaziye yedekler. Burada söz konusu olan, "ulus"un "ortak çıkar"larının savunucusu olarak ortaya çıkan burjuvazidir. Burjuvazi ise, küçük, orta ve büyük burjuvazi olarak farklı kesimlere bölünmüştür. Genel ifade içinde burjuvazi sözcüğü, her durumda büyük burjuvaziyi, yani sanayici kapitalist ile tarım burjuvazisini içerir. Tüccar ise, sanayici kapitalistin "dağıtım" işlerini gören "kapitalist tüccar" olduğu ölçüde, burjuvazinin bir parçasını oluşturur. Ancak, gerek küçük, orta ve büyük burjuvazi olarak burjuvazinin farklı kesimleri, gerekse sanayici kapitalist ile tarım ve ticaret burjuvazisinin çıkarları belirli sürelerle ve belirli amaçlar çerçevesinde birbiriyle çakışır. Çakışmanın olmadığı her durumda, bu kesimler arasındaki çelişkiler keskinleşir ve burjuvazinin değişik kesimleri birbirleriyle kıyasıya mücadeleye girerler. Sanayici kapitalist ile tarım burjuvazisi, doğrudan doğruya "toprak"la ilişki içindedirler. Sanayinin kuruluşu bir "toprak" gerektirdiği gibi, ücretli işçinin bu "toprak"larda yaşıyor olması gerekir. Bu "toprak"lar, sürekli ve istikrarlı olarak var olmalıdır. Aksi halde, ne sanayici kapitalist, ne tarım burjuvazisi, belirsiz, tartışmalı ve sürekli el değiştiren "toprak" parçasına yatırım yapmaz. Ticaret burjuvazisi ise, belli ölçülerde ülke iç pazarında sanayi ve tarım burjuvazisine bağımlı olsa da, "uluslararası ticaret"in gelişmesine bağlı olarak, kendisini ulusal bir temel üzerinde çalışmaya "mahkum" etmez. Özellikle emperyalist aşamada "yerli" ticaret burjuvazisi, işbirlikçi-sanayi burjuvazisinin dışa bağımlı yapısının getirmiş olduğu uluslararası mal dolaşımı içinde yer aldığından, kozmopolitik niteliği çok daha fazladır. Ancak bu "kozmopolitizm", emperyalist burjuvazinin (ki 1990'lardaki söylemle "globalizm") sermaye ihracı temelinde ulusal sınırları ve ulusal devletleri aşan, onların "dar" çerçevesi içinde hareket etmekten uzaklaşan, özcesi "çokuluslu" şirketlerin ortaya çıkmasıyla birlikte "uluslar-üstü" niteliğinden farklıdır. AKP'nin çıkarlarını temsil ettiği "feodal-tacir"ler ise, bir yandan ticaret burjuvazisinin "uluslararası" hareketi içinde yer alırken, diğer yandan "ümmetçi" bakış açısıyla "kozmopolitik" bir bakış açısına sahiptir. Sanayi burjuvazisi ne denli "toprak" temelinde üretimle ilgiliyse, feodal-tacir, sadece "toprak dışı" mal ticaretiyle ilgilidir. Özellikle iç pazarın başka ulusal sermayeler tarafından denetim altına alındığı koşullarda (emperyalist sermaye), feodal-tacirler için uluslararası mal ticareti yaşamsal öneme sahip olur. Bu da onların "toprak dışı" (ex-territorial) ilişkiler içinde olmasını getirir. Bugün, Kürt sorunu karşısında AKP'nin (onun temsil ettiği şeriatçı sermaye kesimlerinin) "toprak dışı kültürel özerklik"e yönelik "çözüm" önerilerinin temelinde feodal-tacirlerin ticari ilişkileri ve bundan doğan zihniyetleri egemendir. AB üyeliği sürecinde yaşandığı gibi, "AB üyeliği"nin her türlü "ulusal" sınırların, "ulusal değerlerin" ve hatta "ulusal bayrak"ın öneminin olmadığı bir "birlik" anlamına geldiği şeklindeki propagandalar ne denli gerçeğe aykırıydıysa, bugün AKP'nin feodal-tacir zihniyetinin, ümmetçilik temelindeki "kürt sorununa çözüm"ü de o denli gerçeğe aykırı bir propagandadır. Bugün DTP'nin son kongresinde "resmileştirilen" "demokratik özerklik" ile AKP'nin feodal-tacir zihniyeti arasında büyük bir yakınlık ortaya çıkmıştır. Bu yakınlık, bir "taraf"ın "özerklik" istemine denk düşerken, diğer "taraf"ın laiklik karşıtı eyleminde Kürt halkını yedekleme istemine denk düşmektedir. AKP "medya"sının ve ideologlarının yoğun propagandası altında, bugün için Kürt sorununun "özerklik" temelinde çözümünün karşısındaki tek engel "kemalist"ler, "ulusalcılar", faşist milliyetçiler ve "Türk" silahlı kuvvetleri olarak sunulmaktadır. Kürtler arasında büyük taraftar bulan bu propaganda, Kürt sorunun çözümünde AKP'yi "tek umut" haline getirdiği ölçüde, PKK'nin varlık koşullarını da tehdit edecek niteliktedir. AKP'nin amacı, bu propaganda temelinde Kürt sorununu ticarileştirerek "ötelemek"tir. "Öteleyebildiği" ölçüde Kürtler arasında "tek umut" olmayı sürdürebilecek ve yerel seçimler sayesinde bunu "seçim zaferine" dönüştürecektir. "Ötelenmiş" ve ticarileştirilmiş Kürt sorunu, "terörün sonu" olarak sunularak, AKP'nin devlet aygıtı üzerindeki egemenliğini kalıcı hale getireceği hesaplanmaktadır. Yapılacak olan tek şey, ticari ilişkilerle yeni işbirlikçiler yaratmak, mevcut Türkiye oligarşisinin Kürt işbirlikçilerinin elindeki "serveti" yeni işbirlikçilere dağıtmak (Uzanlar vb. olaylarında olduğu gibi), Kürt ticaretini ve tüccarını "gençleştirmek"ten ibarettir.[1] Tüm bu ilişki ve çelişkiler içinde, Kürt ulusal sorununun gerçek ve kalıcı tek çözümü, ülkenin demokratikleştirilmesi, bunun için demokratik halk devriminin yapılması, bağımsız ve demokratik bir Türkiye'nin yaratılması olduğu bir kez daha açığa çıkmaktadır. Ancak devrimciler, Marksist-Leninistler, ne denli ulusal sorunun "ulusların kaderlerini tayin hakkı" temelinde[2], ama demokratik halk devrimin gerçekleştirilmesiyle çözüleceğini söylerlerse söylesinler, "taraflar" her durumda kendi çıkarlarını azamileştirme ve tek yanlı olarak gerçekleştirme peşindedirler. Kürt solunda yer alanlar, onlarca yıl öncesinde "ayrı örgütlenme" yolunu seçerek, birleşik ve ortak bir mücadelenin sürdürülmesinin koşullarını ortadan kaldırmışlardır. Bu yüzden, bugün, ne kadar birlik ve ortak mücadeleden söz edilirse edilsin, "taraf"lardan birisi on yıllar öncesinden "tercih" ettiği bir yolda gitmeyi sürdürdüğü sürece, Kürt ulusal sorununun gerçek ve kalıcı çözümüne ulaşılmayacaktır. Ulaşılmadığı ölçüde, "orta yolcu" her türlü "çözüm" önerileri taraftar bulmayı sürdürecektir. Bunlar ise, sadece sorunu "ötelemek"ten başka bir sonuç vermeyecektir. Yine de, birleşik ve ortak bir demokratik halk devrimi mücadelesi örgütlemekten başka seçenek yoktur. Ve bunun yolu ise açıktır(alıntı)- KÜRT SORUNU...FEODALİZM...OSMANLI DEVLETİ!
Osmanlı devletini iki aşamada ele almak gerekir: a) Askeri Merkezi Feodal Osmanlı İmparatorluğu. b)Komprador-Feodal Osmanlı Devleti. Osmanlı toplumu, klasik feodal bir bünyeye sahip olmamasına rağmen feodal bir devletti. Tam deyimiyle -özellikle 15. yüzyıldan sonra- toplumsal yapı; askeri merkezi-feodal bir yapıydı. Toprağa bağlı reaya üretiyor; artı-ürün, ikincil dereceden feodaller aracılığıyla merkezi otorite tarafından ele geçiriliyordu. Stratejik ticaretin yollarının Osmanlı feodalizminin elinde olması ve dış talan, iç talanın -iç sömürünün- keskin olmamasını sağlıyordu. Bu durum ve mevcut feodal yapının klasik tipte olmaması iç çelişkileri belli ölçülerde yumuşatıyordu. (Yani üretici güçlerle feodal üretim ilişkileri arasındaki çelişki kısa bir dönemde had safhaya gelecek kadar keskin olmadı.) Kapitalizm yavaş yavaş uç vermeye başlarken, çelişkiler keskinleşme sürecine girerken Avrupa kapitalizminin dış müdahalesi ile bu engellenmiş, yerli kapitalizm gelişememiştir (9). Avrupa kapitalizminin bir sömürü sahası haline gelişinde bu zayıf otodinamizm şüphesiz önemli rolü oynamıştır. Osmanlı toplumunun Avrupa kapitalizminin bir açık pazarı haline gelmesi 18. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. (1838 Balta Limanı anlaşması ile bu durum resmileşmiştir.) Bu yıllar aynı zamanda merkezi otoritenin zayıflayıp feodal mahalli birimlerin gücünü artırdığı yıllardır. Osmanlı toplumu, 18. yüzyıldan itibaren hızlı bir sömürgeleşme surecine girmiş, devlet hızla kompradorlaşmış, rüşeym(10) halinde yerli kapitalizm Avrupa kapitalizminin rekabetine dayanamayarak kavrulmuş, ekonomi, feodal komprador bir yapıya sahip olmuştur. Bu feodal-komprador ekonomik yapının önemli özelliklerinden birisi de, uluslaşmayı yürütecek, feodal veya yarı-feodal toplum karakterinden, gelenek ve törelerinden doğan sosyal, psikolojik ve de kültürel oluşumun etkisi altında uyuyan halk kitlelerini harekete geçirecek, ilerici ve demokrat düşünmeyi yaygınlaştıracak güçte devrimci burjuvazinin olmayışıdır. Bu görev zorunlu olarak küçük-burjuvazinin omuzlarına yüklenmiştir (11). Bir başka deyişle, Osmanlı feodalizminin oluşturduğu zayıf otodinamizm askeri feodal devletin katı merkeziyetçiliğinin oluşturduğu imtiyazlı geniş bürokrasinin adeta bir sınıf gibi hareket kabiliyetini doğurmasıdır. Merkezi feodal devletin, 18. yüzyılda içte yavaş yavaş merkezi etkinliğini kaybederek, mahalli mütegallibenin iktidar gücünü artırması ve dış müdahale ile merkezi feodal devletin dayanamayarak ittifaka girip, kompradorlaşması, bu imtiyazlı kapıkulu zümresi içinde iki akımı ortaya çıkarmıştır. Kapıkulunun, Avrupa kapitalizminden paylar alan, imtiyazlı üst tabakası, sultan ailesi ile birlikte hızla kompradorlaşmışlardır. Galata bankerleri, kompradorlaşmış saray ve kapıkulunun (feodal-komprador devlet) üst kesimi, batı sömürüsünden oldukça önemli paylar alan imtiyazlı gerici ittifakı oluşturuyordu. Batı Avrupa kapitalizminin talanı ile hızla eski imtiyazlarını kaybeden, eski "şanlı" ve imtiyazlı dönemlerinin özlemini çeken kapıkulunun bu tayfası devletin bu yeni sürecinden memnun olmadılar. (Bunda mahalli mütegallibenin gücünü artırması da etkilidir.) Eski imtiyazlı günlerin özlemi ile feodal-komprador akıma karşı önce "Osmanlılık", sonra da, Avrupa'da gelişen milliyetçilik akımının etkisi ile "Türkçülük" bayrağı altında tavır aldılar. Ancak bu zümre karakteri gereği hedefleri daima bulanık, eylemleri de direkt sonuca gidecek eylemler değildir. Avrupa kapitalizmi bu zümre içinde kendine ajanlar bularak, temelde kendi istismarını daha da genişleten sahte devrimci hedeflere -Turancılık, vs. gibi- çoğu kere rahatlıkla kanalize edebilmiştir. Hatta zaman zaman feodalitenin tepkilerine karşı, bu zümreyi bir tehdit aracı olarak bile kullanabilmiştir. Sonuç Olarak 1) Avrupa'nın coğrafi ve teknik keşiflerinden istifade edip kapitalizme geçmesi aşamasında, Osmanlı devleti zayıf otodinamizminden dolayı geç kalmıştır. Dolayısıyla sömürgeleşme sürecine girmiştir 2) Osmanlı feodalizminin niteliğinden dolayı (klasik anlamda feodal-serf ilişkisinin açık ve kesin olmaması ve de iç sömürünün yumuşak ve gizli olması) isyancılık emekçilerde bir gelenek haline gelmemiştir. Merkezi feodal devlet dış talanı temel alıp, iç sömürüyü nispeten gizli ve yumuşak yürüttüğünden dolayı, Anadolu halkına bir yüce baba, bir hami gibi gözükebilmiştir. 3) Merkezi feodal otoritenin çok güçlü olması (mahalli mütegallibe çok zayıf) devlet otoritesinin "yenilmezliği" ve "karşı konulmazlığı" düşüncesini kitlelerde "fikri sabitlik" derecesinde yerleştirmiştir. Özetle söylersek, feodal devletin kompradorlaşma öncesi dönemine kadar ki süre içinde devlet "halkın babası" ve "kerim devlet" olarak kitlelere görünmüştür. Komprador feodal devlet döneminde ise devletin kitlelere görüntüsü, ceberutlaşmış(12), ancak "karşı konulmazlığı", "yıkılmazlığı" düşüncesi devam etmiştir. Ancak 1.Milli Kurtuluş Savaşı döneminde, açıkça işgalci düşmanın saflarında yer alan komprador-feodal devlete karşı Kuvay-ı Milliye'nin başarılı eylemleri ceberut, "yıkılmaz", "karşı konmaz", "gücünü tanrıdan alan" Osmanlı devletinin bu görünümü yıkıp atmıştır. 4) İç ve dış dinamiğin etkisi ile feodalizmin rahminden doğan devrimci bir burjuvazi gelişememiştir. Onun görevini zorunlu olarak küçük-burjuva aydınları omuzlamışlardır. (alıntı)- Sözü edilen "tehlike" ne?
Kırmızı çizgiler bugüne kadar ateşe dönüştürülürken,tabuya dönüştürülürken,biz hala bu kırmızı çizgilerin bedelini öderken,Sn Politika sence biz hangi mantıkla bu kırmızı çizgileri savunabiliriz? ayrıca ne bu;dinciler ve kürtçüler yaklaşımı?bazı şeyleri yazmak demek dediğiniz gibi ''cı'''olmaya yetmiyor?- İblisi nasıl bilirsiniz..
ben ettim,bir de Fatiha okudum ruhu için- YORUMSUZ RESİMLER!
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Sanat, Dans, Fotoğraf, Sanat Felsefesi- YORUMSUZ RESİMLER!
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Sanat, Dans, Fotoğraf, Sanat Felsefesi- YORUMSUZ RESİMLER!
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Sanat, Dans, Fotoğraf, Sanat Felsefesi- DTP ve demokratik sistem
Diyarbakırlı,kime bu çağrın.Israrla tüm yazdıklarını PKK ile,DTP ile çürütmeye kalkanlara mı?Bırak,nasıl olsa herkes kaderini yaşıyor!- KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Sayın Doğrucudavut, Avrupa'dan örneklerle Kürtçe ve Zazaca arasında yaşanan anlaşmazlıklara dikkat çekmek istemişsiniz.Biz baştan beri politik meselerle çarpıtılan dil araştırmalardan örnek veriyoruz;farkındaysanız siz Zazacayı bir dil olarak sunanları,bende Kürtçe'nin bir lehçesi olarak sunanları burada verdik sürekli. Şimdi biraz da kendi düşündüklerimi yazayım;ben Zazaca bir lehçedir diyorum;bunu verdiğim araştırma örnekleri ile desteklerim.Bu lehçe farklılaşan olacaktır,zamanla anlaşılmayana bile dönüşebilir.Kaldı ki Zazaca,kendi içerisinde bile farklılaşan.Bugün Tunceli de konuşulan Zazaca ile Bingöl de konuşulan Zazaca arasında ki ayrılıklar ve benzerliklerde dikkatte değer. Kürt dili,bu farklılaşmanın en bariz yaşandığı örneklerden biridir.Dikkat ederseniz bazı arkadaşlarımız Kürtçe'yi bir dil olarak bile kabul etmemişler.Bu altı çizilecek,oldukça önemli bir ayrıntı.Birey bazında kabul edilmeyen bu dil;zaman zaman yasaklanmış çoğu zaman egemenlerce yok sayılmıştır.Bu dili konuşan halk bile;bu dili ayıp olarak görmüş;halka bu empoze edilmiştir. Bu çok acı;bir dilin yaşayabileceği en büyük kırılma noktası.Ben şimdiye kadar olaya bir dilin yaşayabileceği gelişim ve değişimle olaya bakmaya çalıştım;madem siyaset bir dili bu kadar kendi içerisinde kendisine benzetmeye çelışıyor;o zaman bende siyasileştirilen bir dili yazayım. Kürtler,Türkiye,Suriye,Irak,İran...Rusya,Avrupa...sınırları içerisinde yaşayan,yazı diline dönüşemeyen bir dilin sancılarını kendi içerisinde yaşayan bir halktır.Yazı diline dönüşemeyen dil,o dediğiniz birlikten yoksun olacaktır muhakkak.Kürt dili,sözlü olan bir gelenek ile bugüne taşınmıştır.Sözlü olan gelenek,sizde takdir edersiniz ki anlatıcılarla yerelleşen,bireyselleşendir. Şimdi biraz daha siyasi olalım. Kürt dili yıllarca bu ülkede yasaklı olan,ayıp olan iken;Suriye de Kürt kimliği her daim ölümle terbiye edilirken;Irak ta diktadörlükten kalan zihniyetle yok sayılırken;İran da Kürtler'in ne olduğunu karar verilmeye çalışırken;her coğrafyada parçalanmış,her coğrafyada yabancılaşmış bir millet var karşınızda.Dili nasıl,konuştukları nasıl,yazdıkları nasıl ortak olsun! Şimdi düşünün;siz var olma için mücadale ederken;dili ne yaparsanız?Ben bir köşeye savururum.Kürtçe işte böyle kaderi yaşadı.Diyarbakır;Musul'u anlamadı;anlayamadı...çünkü parçalanmıi bir kaderdi bu dilin kaderi. bunun yanında hangi akıl;bir dili yaşadığı tüm sahalarda aynı kefeye koyabilir.Ayrıca bazı arkadaşlarımız;bu ülkede olan Kürtler bile birbirini anlayamazken;nasıl olur da bir dil var dersiniz yada nasıl olur da aynı dil dersiniz?Buna hayır derim;ben Diyarbakır'lı değilim;ama burada konuşulan Kürtçeyi çok iyi anlıyorum. diyeceğim şudur ki;Zazaca bir lehçe midir yoksa başlı başına bir dil midir sorusuna verilecek cevabım;olup olmaması benim için hiçbirşeyi değiştirmez;benim için değişmeyen ve baştacı olan bir dil..... biraz da ölü dil olarak ifade ettiğiniz dillere dönelim...örneklerle yetineceğim; bakın mesela;Köktürkçe de ''iç'' bugün ki kullandığımız ''iç'' ile aynı anlamdayken;''ilgerü'' bugün farklılaşarak ''ileri'' olarak kullanılmaya başlanmıştır.Dikkat ederseniz bu farklılaşma ses yönünde olmuş;anlam genel itibariyle dfeğişmemiştir.Bunun yanında ''ışbara(ünvan)''bugün kullanılmayan iken;''it(yıl adı), ''-ıt(gön-) şekline bugünün anlamını koruduğu gibi;ifade ettiği kavram farklılaşmış da olabilir. bu örnekler bize sadece bir dilin;değişime ve farklılaşmaya direnemeyeceğini göstereceği gibi bir dilin kendi içinde bile anlaşılmayacağını da çok net gösteriyor. saygılar!- Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Yaaa o kadar kötü hu man,yok gölgelerin gücü adına olan HE-MAN.Ya Godzilla Red-Kit desen yanmam gitmem,gidersem size söylerim...beraber ve yavaş yavaş...Diyarbakırdan gitmeye az kaldı ama neyse Kibar Feyzo,Avrupa yakası beni bekliyor...hade bakem sen simitleri bitir bu arada bugün net bağlantısından mı forumdan mı,aileti yazıp okuyana kadar sen alakakalı değil Godzilla aleyküm selammmm- KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Politika, arkadaşımız sordu;peki bir ülke kurulursa hangi lehçeyi kullanacaksınız,nasıl anlaşacaksınız diye...bende tasalanma arkadaşım;onlar ortak olan dilde buluşur dedim...tabi istediğiniz gibi yorumlama hakkınız var!- Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Değerli arkadaşım, din vicdani olandır;inanan da inanmayanda benim için saygı duyulandır.Ben inanırım,siz inanmazsınız.Bu kadar basittir.Bu basitlik ne zaman karmaşaya dönüşür;inanın inanmayanı ''günahkar'' ,inanmayanın da inananı ''yobaz''ilan edip;kendine ait değerleri oma aşılamaya başladığı anda. evrim bilimsel anlamda ne kadar geçerlidir,geçerli ise de kesin doğruları olmayan bilim içinde ne kadar değişmezliği barındırandır...? din,insan için nedir,evrim genel anlamda da bilim ile ne kadar orantılıdır...en can alıcı soru;bilim dinin neresindedir.? değerli arkadaşım,insan sadece somut bilgilerle,olay ve olgularla var olan bir varlık değildir;onun sadece beş duyu organı ile algıladığı bir dünya değildir,yaşadığı dünya...insan herşeyi ile muhteşem,herşeyi ile süpriz dolu olan bir varlıktır;onu üstün kılan düşünce ve duygularıdır ki;bilim tam bu noktada insan karşısında aciz kalandır. din bir masaldır;kitapları bu masaldan ibarettir yaklaşımı;herşeyden önce sizin olan yaklaşımdır;saygı duyarım.Yalnız;masal olarak ifade edilen dinin insan hayatında ki önemi;bir masal mantığıyla anlatılmayacak kadar özeldir.Din bence bir masal değildir;her masal unutulmaya mahkumdur,asırlaya hükmetmeye değil. aslında çok da derinlere inmemek lazım;İslam asırlardır var olan bir din...Sadece İslam demeyelim;diğer dinler de buna birer örnekdir.Asırlarca insan tarafında taşınan din masal olacak kadar basit değildir. insanlık tarihinin diğer adı olan dinler;birer masal değildir.Masal her daim insana haz alınacak bir dünya sunar;din azabı gösteririr ve insanı uyarır. evrime gelince;dediğim gibi ben evrimi dinle kıyaslayacak kadar birikimli biri değilim maalesef...yaratılış konusunda olan ayetler ve bunun bilimle temellendirme gayretleri...bu konuda ayetler ile açıklayan arkadaşlarım olursa ayrıca sevinirim. işin aslı bence din insan hayatına dair herşeyi içine alan bir evrenselliktir.Ki mutlaka bilimde bu din sınırları içerisinde insana ve yaşama belirli açıklamalar getiriyordur;insanı ve insanın düşünme sınırlarını da göz ardı etmemek gerek.Saygılar!- ()()()() Deniz_Kızı ()()()() Anı Defteri......,,
Deniz kızı bak Godzilla senin çayı almasın diye ona da çay yaptım...uyan bak,apaydanlık bir gün...günyadınlar sevgili arkadaşım şimdi Ramamazan olmasaydı;kendimi çay içmek için bi yerlere atardım da;Allahtan değil...zaten işe geç kaldım...afiyetler olsun forumumuzun mütevazı kızı şimdi İstanbul'da olmak vardı- GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Günaydınlar bakem hemşolar...kalkın;sabah oldu....bakın ben size çay demledim;afiyet olsun Godzilla ve Rua nerede simit falan demeden,baken ekledim canlar pardon aldım- AZ SONRA...........
biraz kitap okuyup,uyuyacağım...yada çok yorgunum;hemen uyuyacağım- KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
en kısa zamanda size neden ölü dil değili ispatlayan örnekler vereceğim...ve neden ortak dile,genel anlamda dil persektifinden ve özelinden Kürtçe diyerek açıklama getirmeye çalışacağım...saygılar!- ÖZLEDİKLERİMİZ
ben ailemi...- OSMAN ÖCALAN’DAN ŞOK AÇIKLAMALAR
Siyasetten öte siyasi olan hatalar, ödenen bedeller;verilen canlar,düşman kılınanlar ve siyasi olan hatalar, ödenen bedeller,maddi olarak blokelenmiş bir yarın,manevi olarak yok edilmiş aydınlık bir yarın ve yine siyasi olan hatalar... tüm yazdıklarımızdan aklımda kalanlar...ve yine siyasi olan hatalar;darbede bunu söylemiştik;''yahu hiç mi hırsızın sıçu yok'' değerli arkadaşım,be burada zaten Kürt vatandaşlarımız tümden haklı demedim;tümden haksız diyemeyeceğim gibi... yalnız şunu demek istedim;anlamak gerek,görmek gerek ve dediğiniz gibi empati gerek.O empatide evi soyulan olmak da var hırsız olmak da var;her haliyle ondan olmak. doğuda kalmanız,zaten şahit olduklarınız ve yazdıklarınızla kendini çok iyi gösteriyor.Bakın ben köyde oturan amcalarıma giderken;onların hemen yanıbaşında yıkıp yakılan lojmanları kim neden yakar diye çok düşünmüşümdür;tıpkı köyler neden yakılır diye düşündüğüm gibi. bakın iki taraflı;aynı anda yakan aynı anda yakılmamsı için çırpınan. şunu da belirteyim ki;ben asla halkı her konuda haklı çıkarmam.Halk derken genel anlamda.Yani kendi iradesini bir çuval unla satmayı alışkanlık haline getirenler benim için bir irade değildir artık;ama onu bir bir çuval unla satılacak iradeye getirenleri de masum bulmam. foedalizmi,toprak ağalığını burada tartışırken hep şunu söyledim;bunu koruyan,taşıyan bir noktaya kadar o halktır;ama bu noktaya getiren sadece bu halk değildir. buna ekleyecek çok şeyim var,değerli arkadaşım;ama kelimeleri yorgunluktan toparlayamıyorum...yarın dönersem çok iyi olacak...saygılar!- Allah gerçekten merhametli mi? Adil mi?
Değerli arkadaşım, Tanrı vardır kısmı beni daha çok ilgilendiriyor aslında bu başlıkta;neden mi? Ben lise yıllarında Allah'ın varlığını kabul etmezdim;tek gerekçem dünya üzerinde ki adaletsizlikler...özellikle İslam coğrafyası.Geçenlerde SİMALYILDIZINET arkadaşım bana çok güzel bir video linki göndermişti;onu izlerken aklıma tekrar o yıllar geldi...ben red etmiştim;çünkü ben insanın bu kadar can yakarışlarını hak ettiğini düşünmüyorum...hala da düşünmüyorum...yalnız bir farkla;o zaman nerde bu Tanrı derdim;şimdi ise yapan yine insan diyorum. aslında çok dindar biri değilim;ama ben adalet için o varlığı kabul ediyorum...ölümün adaleti karşısında acizliğim muhteşem.. şimdi gelelim elçiliğe... ben elçilik olmalı diyorum;nitekim dünya eğer sınav yeri ise;o yaratıcı kendisiyle değil;kendisini temsil edenle o sınavda yer alacaktır.Birde şu açıdan bakmal lazım;biz bugün bir başbakana onun görevlendirdikleri ile ancak ulaşabiliyoruz...kaldı ki karşınızda herşeyi yarattığını ifade eden bir yaratıcı var. Sorduğunuz sorulara biyolojiden nefret eden,bu konuda sıfır olan biri olarak susmakla yetineceğim... Evrime gelelim...Evrim teorisi hakkında ki bilgilerim pek sağlam değil;ilk defa hep çürütülmüş bir iddia olarak gösterilen evrim tartışmalarına lise yıllarında ilgi duymaya başladım.Mustafa Akyol,akıllı tasarımın Türkiye kanadı rolünü üstlenmişti.HY bu konuda ki kitapları ile bu teoriyi ayrıca çürütme yoluna gitmiştir. Evrimciler,Darvinizm teorisine karşı geliştirilen çürütmelere yine bilimi dayanak olarak kullanıp üstelemeye çalışıyor.Şimdi tam olarak hatırlayamıyorum;ama özellikle fosiller konusunda evrimciler ve akıllı tasarımcılar arasında ciddi anlamda çatışmalar yaşanmıştır. Bunun yanında bazı İslami kesimler,evrimin bize söyledikjlerini Kuran zaten asırlar öncesinde yazmıştı diyor. Ben evrimi yok saymam.Evrim bence de vardır.Ama bu evrim anlayışı içerisinde insanı çıkarmalıyız diye düşünüyorum...şöyle ki mutlaka canlılar değişim ve gelişim içerisindedir;yalnız bu gelişim insanın fiziki ve ruhi özelliklerini belirli sınırlarda zorlar...saygılar!- Üsteki üyeyi ne kadar tanıyorsunuz..
vay vay,hepsi ben mi oluyorum...yürekli bir arkadaşım geliyor aklıma...hem de en güzelinden!- KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Değerli arkadaşım, kendiliğinden oluşuyor derken kast ettiğim;onunda apayrı bir millet olduğudur. S Eyyübi de Kürt kökenlidir;ama Kürtler onun soyundan değil;o Kürtlerin soyundan gelmiştir. Ben küçükken Kürtler Ermeni falan derlerdi;ben kendimi Ermeni sanmıştım bir ara...olsam ne yazar ki;insansam zaten en özelindenim. Suriye'de kimliksiz bırakılan Kürtler,İran da yok edilen Kürtler...yaşadıkları tüm coğrafyalarda yok sayılan,açlıkla terbiye edilen Kürtler...eğitimsizlikle daha da batan Kürtler...Arap tarihlerince şeytan soyu olarak görülen Kürtler...milyonlar,asırlar ve Yine Kürtler...sonuna kadar insan olan Kürtler...net ortamındaki bilgi kirliliğini bir tarafa bırakıp,gideceğiniz bir kitapçıdan alacağınız en tarafsız kitaplara yönelin...saygılar! - KÜRTLER= KURMACİLER VE ZAZALAR
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.
Account
Navigation
Configure browser push notifications
Chrome (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions → Notifications.
- Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Select Site settings.
- Find Notifications and adjust your preference.
Safari (iOS 16.4+)
- Ensure the site is installed via Add to Home Screen.
- Open Settings App → Notifications.
- Find your app name and adjust your preference.
Safari (macOS)
- Go to Safari → Preferences.
- Click the Websites tab.
- Select Notifications in the sidebar.
- Find this website and adjust your preference.
Edge (Android)
- Tap the lock icon next to the address bar.
- Tap Permissions.
- Find Notifications and adjust your preference.
Edge (Desktop)
- Click the padlock icon in the address bar.
- Click Permissions for this site.
- Find Notifications and adjust your preference.
Firefox (Android)
- Go to Settings → Site permissions.
- Tap Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.
Firefox (Desktop)
- Open Firefox Settings.
- Search for Notifications.
- Find this site in the list and adjust your preference.