Zıplanacak içerik

sarıgöl

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sarıgöl tarafından postalanan herşey

  1. Sayın instantkarma. Doğru yazmışsınız “Einstein, Newton’un mutlak uzay ve mutlak zaman kavramında değişiklikler yaptı, çekim-gücünü daha sofistike bir tarzda açıkladı ve ışığın hızını, fiziğinde, mutlak değer olarak kullandı. Fakat bu fizik de Newton fiziği gibi deterministti ve realistti. Fakat Einstein için şu yazdığınız; “Einstein'nın Özel Görelilik Teorisi'ne göre ışık hızına ulaşan bir madde için zaman yavaş akar. Genel Görelilik Teorisi'ne göre ise, Kara delikler civarındaki bir madde için zaman yavaşlar. Einstein, Işık hızından büyük hızların mümkün olduğunu matematiksel olarak kanıtlamıştır. Işık hızından büyük hızlarda ise zaman tersine akar. Bu durumda , ışık hızından daha büyük hızlarda hareket eden bir cisim ( Takyon ) için neden-sonuç ilişkileri tersine döner ve hesaplar arap saçına döner, bizim açımızdan Determinizm zorlanır.” Şimdi bu zorlanan determinizm yine sizin yazdığınız “Çünkü, Determinizm dediğimiz şey hesaplanabilirliği içerir. (Belirlenimcilik, Gerekircilik ) Bir olay ileri doğru kesin ve net hesaplanamaz ise problem vardır.” Ve madem Einstein ışık hızının geçildiğini matematiksel olarak hesaplayıp (Takyon) alemine kapı araladıysa’ki (ben inanmıyorum, matematiksel olarak kanıtladığını) o zaman niye “DETERMİNİST’Tİ” Determinizm; hesaplanabilirliliği içerir, tamam ve Kuantumcularda; olasılıkları, atom bombasını attınız, ve azda olsa patlamama olasılığını bilen sizin deyiminizle (evrensel bilinç,zeka) yani külli irade, varsada,yoksada (niye var,yok determinizmde ve evrensel iradede) determinizm geçerli oluyor,yani determinizm; hesaplanabilirliği içerir madem, ve bu külli irade (her şeyi bilen) derken neyi anlıyorsunuz, ha, İnsanların yaptığı bilim üzeri determiniz’den bahsettiğimizde niye yara alıyor bu ilim dalı,insanın “CÜZİ İRADESİ” var diyemi. Ne dersiniz. Sayın instantkarma. Determinizm’de “BELKİ” varmı, “ OLASILIK” varmı ve bu durumda, hesaplayamasak ta, derken Determinizm’in hesaplanabilirliliği güme gitmiyormu, üstelik sizin yazdığınız “hesaplayabilen bir irade olsa da olmasa da mutlak anlamda Determinizm yine geçerli olur” yazınız kör gözüme parmağım olmuyormu, neyse... Aslında siz “Nedensellik, genel olarak nedensellik ilkesi olarak bilinen ve olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlı olması, her şeyin bir nedeni olması ya da her şeyin bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları yaratacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceği iddiasını içeren felsefe terimi.” Ben ne dersem odur mantığı ile hareket edip determinizmi bazen tehlikeye atıyorsunuz, ve deprem,hava tahmini, sigara dumanının rüzgarla hareketinin külli iradeye bağlı olduğunu es geçip,olsada,olmasada havasındasınız,üstelik kuantumun, olasılıkçılığından dem vuruyorsunuz sayın instantkarma farkında değilsiniz, olsada,olmasada,olabilirde,olmayabilirde. Sayın instantkarma. Evvela “Takyonlar aynı zamanda, 5.BOYUT olarak, evrenimizi anlamlandıranın BİLİNÇ/RUH ve din terminolojisinde MELEKler olarak adlandırılan varlıkların boyutudur ve artık BİLİMSEL olarak açıklanabilir hale gelmektedirler.” Ne dersiniz ve sizin yazınızdan bir alıntı (Bu durumda , ışık hızından daha büyük hızlarda hareket eden bir cisim ( Takyon ) için neden-sonuç ilişkileri tersine döner ve hesaplar arap saçına döner, bizim açımızdan Determinizm zorlanır.) yazmışsınız daha ne yazayım 5. boyuttan bahsediliyor (TAKYON) Meleklerden bahsediliyor, ve siz daha hala hesaplanamazlık,durumu ortadan kaldırılabilir beklentisindesiniz, iyi beklentiler, nasıl olsa bir milyar yıl vaktiniz var. Determinizm takyona geldimi, Işıktan daha hızlı gitmeleri sonucu Takyonların zamanı tersine akar. Nedensellik tersine dönmüştür. Der; bilim. Saygılarımla. Neden...
  2. Sayın demirefe. Hepimizin birbirimizden birşeyler öğreniyor olmamız, forumdaş olarak beni memnun eder ve doğrusuda budur. Fakat görüşler evrilmez (nacizane) gerçekler karşısında değişir, nasılmı "Suyun kimyasal formülü H2O Bunun anlamı bir su molekülünün iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluştuğudur" şimdi suyun,kainatın var olduğundan beri evrildiğini yani ilk zamanlar başka idi sonradan evrilerek değiştiğini söyleyebilirmiyiz... Saygılar...
  3. Bulutların yayılmasını,yere yayılıp uzaklaşmasını,havanın açılıp kapanmasının uzayla alakası olmadığını bilen, jan dark filmindeki kılıçla bağlantı kurup mucize olmadığının kanıtını arayan, Göklerden bahsedip Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47) ne anlama geldiğini bilir ve modern anlamda 21. yüzyılda bilimin geldiği en son aşamada ne olduğunu anlar. Ha determinz'me her halükarda inanıp (ister bilimseli,isterse demodesi) kuantum teorisi ile birleşeceği avuntusu insanı yorar ve sizin yazdığınız ( Göklerden bahsedildikten sonra "genişleticiyiz" denmesinin de bir çok nedeni olabilir. Gökler çok geniş olduğu için bunu genişletme gücünde birinin bina ettiğini söylediği akla en yakın olasılık.) der ve Kur'an ın tamamlayıcı asimetrik güzelliğinin farkına bile varmaz, nasılmı " O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya Suresi, 30)" Ayetinin bulutla,havanın açılıp kapanmasıyla, bağlantısının kurulabilinmesine bakar ve bakar... Sonramı; " Plank zamanı" ve bulut, der hayretlerde kalır... Sağlıcakla...
  4. Ali İmran-7; Sana Kitab?ı indiren O'dur. Ondan, Kitab?ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Allahualem...
  5. Sevgili demirefe. Determinizm “RASLANTIYA” yer vermez bakalım, Determinizm yada gerekircilik; ya da, felsefede, dünyanın belirli bir andaki durumunun, önceki halinin sonucu ve gelecekteki durumunun sebebi olduğunu kabul eden görüş. Gerekircilik, illiyet (sebebi, sonuca bağlayan bağ; nedensellik) ilkesine dayanır. Evrimin iki önemli mekanizması doğal seçilim ve genetik sürüklenmedir. Rasgele genetik sürüklenme, varsayımsal bir süreçtir. Bütün olası zigotların sadece küçük bir kısmının olgun bireyler haline geldiği göz önüne alındığında, alellerin, bir nesilden gelecek nesle iletilmesinin rasgele doğası, genetik sürüklenmenin sadece bir cephesidir. Evrimsel sentezin temel ilkeleri şöyleydi: Popülasyonlar, rasgele (yönlendirilmemiş) mutasyon ve rekombinasyon sonucu oluşan genetik çeşitlilikler içerir; Popülasyonlar, rasgele oluşan genetik sürüklenme, gen akışı ve özellikle doğal seçilim sonucu gen frekansında oluşan değişikliklerle evrimleşir. Şimdi “DETERMİNİZM” raslantıya prim vermez, tamam, Evrim “Rasgele,raslantısaldır” isteyen istediği yere bakar, ve sevgili demirefe siz anladınız daha ne yazayım, ha “İRADE” yine yok... Heisenberg’in raslantısallığı, görelilikle yıkılan Nevton mekaniğini zaten bir daha yıkmasına gerek yok, Einstein,olayı zaten bitirmişti ve Tanrı zar atmaz demeside ( İradeyi) devreye sokmuş, Laplace’e devreden çıkarmıştır. Burada asıl ilginç olan husus, ateist-materyalist Laplaceçı bir ontolojinin, geleceğe dair tüm olayların en baştan belli olduğuna dair materyalist bir kaderciliğin içinde olduğudur. Natüralist-determinist evren anlayışı içinde, evrende takip edilen süreçte alternatif bir yolun gerçekleşmesinin ontolojik statüsü imkansızlığa eşittir; bu evren anlayışında, şu anda bu makalenin bu sayfalarını tutarken parmaklarınızın tam olarak tutuş şeklinin de, şu saniyenin içinde okumakta olduğunuz cümlenin de, farklı olmuş olması imkansızdır: Laplace’ın cini, bundan bir milyar yıl önce hesap yapsa hem bu sayfayı tutuş şeklinizi çizebilirdi, hem bu cümleyi okuyacağınız anı saniyesiyle size bildirilebilirdi. Demekki determinizm,Yine gelmiş “İRADEYE” toslamış, Yani külli irade, cüzi irade... Determinizm; kendini “İHLAL” eden,yanlışlamaya çalışan bir olgu aradığı varsayımından hareket edersek, diyelimki bu ihlal ve yanlışlamanın getirdiğini doğruları buldu ve buna “İRADE” dedi, peki bu ihlal bulunmadığı sürece “DETERMİNİZM” savı güçlenir ne demek sevgili demirefe ya birini savun,yada ötekini değilmi... Klasik modern determinizm’in evrildiği savı doğru ise (EVRİM) bu evrilmeyi bir irade meydana getirir,ki demekki bir Külli irade var, yahut tüm tarih boyunca değişmemiş bir determinist anlayıştan hala çıkılamanış hangisi doğru mesela Evrendeki görelelik kavramı nereye girer... Sevgili demirefe aslında yukardaki yazdıklarım bütün bir iletine cevap teşkil ediyor ve seninle yazışmak keyif veriyor ama yazdıklarım,yazdıklarını zannedersem boşa çıkarıyor, sağlıcakla kal ve saygılar... Öbür yazdıkların işin fantazisi. Tekrar saygılar...
  6. Sevgili doçent. HAŞR ; 22.O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur. 23.O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Meliktir; Kuddûstur; Selam'ır; Mü'mindir; Müheymindir; Azizdir; Cebbardır; Mütekebbirdir. Allah, (müşriklerin) şirk koştuklarından çok Yücedir. 24.O Allah ki, Yaratan'dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz de Allah'a teslim olanlarız, deyin" (el-Bakara, 2/136) Benim için üzüldüğünüze, ?ÜZÜLDÜM? bende size ?İBRET? nazarı ile bakmaktayım. Yazdıklarımı okuduğunuza memnun oldum,üstelik ?ARAPÇA? yı kabul ettiğinizede, ben inancımla mutluyum ?ELHAMDULİLLAH? fakat! Sizin yanınıza geleceğim fikri,tamamen absürd bir düşünce sebebide, (ateist) düşüncenin fikri neki,zikri olsun Diğer tanrılarda ? İNEK? gözükmüyor,sebebi ne olaki. (isteyen,istediği gibi inanır). Ve İnsan olmadan, kim neye,nasıl,inanacak. "Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47) "O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya Suresi, 30) "O (Allah) gökleri ve yeri yoktan var edendir." (Enam Suresi, 101) ?Bütün kainatı insan için, insanı kendim için yarattım.? (Hadis). Fark,farkedenlerce anlaşılır... Doğru söze ne denir, teloskopları yoktu,üstelik dalgıç kıyafetlerinide unutmuşlar. (YERİDİNG PÜTKENİ (Yerin Yaratılışı) Tanrı bir şey düşünmüyordu. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı; Tanrı'nın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. "Bana yardım et!" diye bağırıp Tanrı'dan yardım istedi.) JAPON MİTOLOJİSİNDE YARADILIŞ; Başta yağdan bir okyanus var. Ellerindeki mücevherli göksel bir kılıcı uçsuz bucaksız tuzlu suyun içine daldırıyorlar. Kılıcın ucundan damlayan su okyanusta Onogora adasını meydana getiriyor. Bu çift adaya iniyor ve adayı ülkenin orta direği yapıyorlar. Bu çiftin birleşmesinden birçok ada oluşuyor, çeşitli Tanrılar, denizler, dalgalar, dağlar meydana geliyor SÜMER YARATILIŞ EFSANESİ; İlk olarak her taraf büyük bir su idi. Bu suyun Nammu adında bir Tanrıçası vardı. Bu Tanrıça gök ile yeri kaplayan Evren dağını doğurdu. Bu dağın tepesi gök, alt kısmı yerdi. (DİKKAT? DAĞIN TEPESİ GÖK, ALT KISMI YER ) Gök Tanrısı An ve Yer Tanrıçası Ki'nin birleşmesinden oğulları Hava Tanrısı Enlil meydana geliyor. (ŞİMDİ DİKKATİNİZİ BURAYA VERİN) Enlil gök ile yeri ayırıyor. HANİ DAĞIN TEPESİ GÖK, ALT KISMI YERDİ.. Ne yazayım daha, inanmayanın dayanağı, mitoloji?ler olmuş tam bir ibretlik durum,hayırlı olsun, isteyen istediği gibi inanır... "Şüphesiz, Allah katında din İslâm'dır" (Âlu İmrân, 3/19). "Eğer seninle mücadele ederlerse, de ki: "Ben Allah'a yöneldim. Bana tabi olanlar da". Kendine kitap verilenlere ve okur yazarlığı olmayanlara, de ki: "İslâm oldunuz mu?" Eğer müslüman olurlarsa doğru yolu bulmuş olurlar" (Âlu İmrân, 3/20). "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, onun dini asla kabul edilmeyecektir" (Âlu İmrân, 3/85). "Allah, kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslâm'a açar" (el-En'âm, 6/125). Gerisi teferruat... Şimdi gelelim ?İNANÇSIZLARIN, İNANCINA ? bakalım eski mitolojilerle benzerlikleri varmı ve neden ?MİTOLOJİK? hikayelere bel bağladıklarına. RNA ve DNA zincirlerlerini taşıyan moleküller büyük bir olasılıkla, zamanla, yanardağ işlevleri ya da derin denizlerin altındaki tektonik işlevlerle, amino asitlerin yüksek sıcaklıklarda kaynatılması ile oluşan, bugünkü hücre zarına benzeyen polimerlerin içerisine girmiş olmalıdır. (DİKKAT GİRMİŞ OLMALIDIR ?HAYALİ KURGU?). Bu ilkel hücre zarı yapısının, zaman içerisinde çeşitli elementlerin, moleküllerin katılımıyla daha organize bir hücre zarına dönüştüğü varsayılır. ( VARSAYILAN, RASLANTISAL) Derin denizlerde?de dalgıç kıyafetlerini 21. yüzyılda bıraktıklarından ?OLASILIKLARA,TAKILIYORLAR?. Bakteri benzeri ilk yapılar o dönemde inorganik yollarla sentezlenen glukozu (başka basit şekerleri de) ve ATP?yi (adenintrifosfat) enerji kaynağı olarak kullanmaya başladılar. ? DİKKAT BURADA KULLANMAYA BAŞLADILAR DER? İlkin hücreler çevrede daha önce yığılmış bulunan glukozu tüketince, belki de Dünya?da ilk besin krizi ortaya çıkmış, o günkü canlıların büyük bir kısmı ortadan kalkmıştır. ?BAK,BAK DÜNYADA BESİN KRİZİ ÇIKMIŞ, HEMDE GLİKOZLU?. İlkel hücreler, hayvan ve bitki hücreleri niteliği kazanana dek, DNA tek zincirli çember formdaydı. Ancak daha fazla kalıtsal bilgi zincire eklenince DNA kendini eşleyemeyecek uzunluğa ulaştı. Bir rastlandı sonucu. ? BAK RASLANTI SONUCU?. Daha sonra gerçekleşen bir sürü olayla hücre içerisine yeni bir kesecik girebilir ya da hücre içindeki bir organizasyonla yeni bir kesecik oluşarak, kromozomlar bu keseciğin içine girebilir. Böylece çekirdekli canlılar (ökaryotlar) oluşur. ? GİREBİLİR? MİŞ... Kimi biyokimyacılar (J.B. Haldane, A.I. Oparin, vb.) yaşamın arzın ilkel atmosferinde başlayan kimyasal bir oluşumdan kaynaklanmış olma olasılığını ileri sürerler. Onlara göre güneşten gelen ultra-viyole gibi bir enerji, .denizlerde çözülerek bir tür ?sıcak eriyik çorba? oluşturan kimyasal bileşiklere yol açmış, bu bileşikler de sonra canlı nesnelerin temeli olan daha karmaşık molekülleri oluşturacak şekilde kendi aralarında birleşmiş olabilirdi. ?DİKKATLİ OKUYANLARA SUNULUR, MİTOLOJİ İLE BENZERLİKLERİ?...
  7. Parantez ekleme değildir sayın doçent, mesela alt yazılı bir yabancı filim seyreden kişi filmde konuşulan dili biliyorsa, yapılan tercüme noksanlıklarını farkeder birde Türkçe dublaj'sa seyreyle gümbürtüyü ( Türkçe dublajın iyi olduğuda düşününce) dolayısı ile Türkçe'de Kur'an-ı Kerim'in tercüme edilmiş haline "çeviri" yerine meal sözcüğü kullanılır. Bunun nedeni meal kelimesinin yakın çeviri anlamına sahip olmasıdır. Unutulmaması gereken nokta, meal okumanın bir anlama çabası olduğudur. Sonra her İnsanın bilgisi, farklıdır bu Kur'anı meallendirenler içinde geçerlidir aslolan Kur'an ın Arapçasıdır, Rabbimiz Kuran mesajının herhangi bir dilde tüm dünyaya verilebileceğini, Kuran'ın Arapça veya başka bir dilde olmasının fark etmeyeceğini bizlere şöyle bildiriyor: "Biz onu, yabancı bir dilde Kuran yapsaydık, mutlaka, 'ayetleri açıklansa idi ya' diyeceklerdi. Arap (peygamber)e yabancı dil öyle mi? De ki: "O iman edenlere bir hidayet ve şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır. O, (Kuran)onlara karşı körlüktür. Onlar (sanki) uzak bir yerden çağrılmaktadırlar.(Fussilet 41/44) Yani vahyin mesajını farklı dillere mensup insanlara onların dilinde ulaştırmak mümkündür. Ancak bu aktarım beşeri etkinliklerin ön planda olması hasebiyle eksiktir. Bu eksiklik dini kendi dilinde anlayabilenlerin çabalarıyla rahatça giderilebilir. Saygılar...
  8. Determinist felsefeye "İNANÇ" düzeyinde bağlı olmak "İRADEYİ" ıskalamak, "GERÇEK'İ" sabit ve mutlak bir değer olarak olmadığı savından hareketle "EVRİLDİĞİ" raslantısalına takılmak tamda olsa,olsa felsefi bir inanç olur ve her zaman gerçeğin karşısında zorlanır,bu itibarla buradan çok basit bir "GERÇEK'TEN" hareketle şu soru sorulabilir "ona" deyip ulaşılmakta çok zorlanılan nedir! BİLİNÇLİ BİR VARLIKMIDIR " O" yoksa evrilen,raslantısal bir şeymidir ve determinist felsefeye uyarmı...
  9. Bay doçent. Dikkat ediyorum,size yazdığım cevabi yazıları, sanki yazılmamış gibi yaparak, devam ediyorsunuz,üstelik şu yazdığınız (beni sürekli yüce!allahınızla mukayese ediyorsunuz) “HAŞA SÜMME HAŞA” yazaraktanda olayı ***** ediyorsunuz. Arap dili, Sami dil ailesindendir. Arap dili kelime açısından en zengin dillerdendir. Sadece bir ciltlik Larus sözlüğünde 53.500 Arapça kelime vardır. Cahiliye dönemi şairi Antere’nin 80.000 kelime kullanarak şiirlerini nazmettigi söylenir. . Ayrıca aynı manadaki farklı kelimelerin bol olması o dilin zenginliğinin ve kendini ifade etme özgürlüğünün kanıtıdır. Araplarda mesela deve çöle en uygun vazgeçilmez bir binek olduğu için onunla ilgili binlerce kelime mevcuttur. Arapça’nın diğer dillerden ayrılan yönü de; birçok yöresel lehçesiyle halk arasında konuşmada farklılık göstermesidir. Kur’an’ın yedi kıraat üzerine oluşu da bu sebeptendir. Ancak İslam’ın yayılması sebebiyle Arapça konuşan milletlerin sayısı arttıkça, lehçelerin (Ammice: dile kolay gelen şekilde gramer kurallarına uymadan konuşmak) de sayısı artmıştır. Yani Arapça’nın klasik ve modern diye ayrımı söz konusudur. Yazı ve güzel konuşma dili olan Fasih Arapça (Doğru Arapça)’nın bozulmadan asırlarca canlı kalmasını Kur’an’a borçluyuz. Arapça, günümüzde Birleşmiş Milletler’deki beş resmi dilden biri kabul edilmiştir. Stratejik dil olarak da son zamanlarda Arapça öğrenmeye dünya genelinde talep artmıştır. Şimdi durum bu , ARAPÇA diye bir dil var ve mükemmel, üstelik yaşayan her dil birbirinden kelime alır, sizin yazdığınız (yani bu tarz konularda arapça dedi ise arapça olmalı değilmi) yoksa “KUR’AN” Latincemi,Yunancamı,Süryanicemi, Aramcamı, İbranicemi ne dersiniz, hiç bir şey diyemezsiniz, sebebide “KUR’AN APAÇIK ARAPÇADIR”. Olay aynen şu, nasılki siz ve sizin gibi 21. yüzyıl inanmayan “İNSANI” 1400 sene evvelinin cahiliye insanından farkı yok,nakarat aynı ve Nahl Ayet 103’de kendince yorum ve kurgulayıp öyle servis ediyorsunuz, olayın aslı şu. NAHL; 102-) Kul nezzelehu ruhulkudüsi min Rabbike Bil Hakkı li yüsebbitelleziyne amenu ve hüden ve büşra lilmüslimiyn; De ki: “O’nu, Ruh’ul Kudüs, senin Rabbinden Bil-Hakk (Hakk olarak) indirmiştir... İman edenlere sebat vermek ve müslimler için de huda (rehber) ve müjde diye”. 103-) Ve lekad na'lemü ennehüm yekulune innema yuallimuhu beşer* lisanülleziy yulhıdune ileyhi a'cemiyyün ve hazâ lisanun arabiyyun mübiyn; Andolsun ki: “O’nu ancak bir beşer öğretiyor” demelerini biliyoruz... İlhad ederek (Hak’dan saparak) kendisine nisbet ettikleri kimsenin lisanı a’cemiy’dir (Arapçayı iyi konuşamayan; düşüncelerini anlatamayan, konuşması belirsiz)... Bu ise apaçık Arapça bir lisandır. Kur’an’ın Arapça olmadığına itirazı olan varmı,” YOK” . AÇIKLAMA; Elbette biliyoruz onlar, o kâfirler "Kur'ân'ı ona muhakkak bir insan öğretiyor" diyorlar. Yani Kur'ân'ı Muhammed'e Ruhü'l-Kudüs indirmiyor, şüphesiz bir insan ona öğretiyor, diyorlar. Böyle demeleri, bir defa şimdiye kadar bir insandan eğitim ve öğrenim görmediğini itiraf etmeleri ve "kendisi uyduruyor" demelerini yalanlıyor. "Ona bir insan öğretti" diyemiyorlar. Yani Hz. Peygamberin peygamberliğini ilan etmeden önce; ne gizli, ne açık bir kimseden okuyarak ders almadığnı herkes bildiğinden dolayı, hiç kimseyi aldatamayacak olan öyle bir iddiaya cesaret edemiyorlar. Fakat gördükleri olağanüstü durum karşısında bunu bahane ederek diyorlardı ki: "Bu şimdiye kadar hiçbir öğrenim ve eğitim görmediği için bunu kendisi yapamaz. Okuma-yazma bilmeyen birisinin böyle bir kitap hazırlayabileceğini akıl kabul etmez. Muhammed'i şimdi kesinlikle birisi eğitiyor". Fakat Allah'ın onu eğittiğine inanmak istemiyorlar da, şüphesiz bir insan onu eğitiyor diyorlar. Bu Kur'ân'ı ona bir insan yapıveriyor, o da ondan öğrendiklerini Allah sözü diye satmak istiyor, şeklinde iftira ediyorlar. Anlaşılmıştır... Valla yazdığın yazı “mantık” kurallarına uymuyor sevgili doçent, nedenmi, şundan; (mantık şuki bir kimse arapçayı bilmesede kendi dilini bilen bir arap olabilir değilmi) neymiş; bir kimse Arapçayı bilmesede, kendi dilini bilen, bir Arap olabilirmiş “KENDİ DİLİNİ BİLEN BİR ARAP OLABİLİRMİŞ” sayın doçent Kur’an’ın Arapça olduğunu kabul ettiğini var sayıyorum bu yazdığından yanlız yabancı kelimeler kaldı (güya) buraya yazmıyacağım, topikteki öbür yazılarımı oku ve olayı çöz... "Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz genişleticiyiz." (Zariyat Suresi, 47) "O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya Suresi, 30) "O (Allah) gökleri ve yeri yoktan var edendir." (Enam Suresi, 101) Bel'am, Yaiş, Addas, Yessar, Cebr, İranlı Selman’ın teleskopları varmıydı, veya yukardaki Ayetlerde yabancı bir kelime varmı sayın doçent ne dersiniz, yoksa bu sayılan İnsanlarmı bu bilgilere vakıfmış muhterem... Saygılar...
  10. Bay doçent. Yukardaki sizden alıntı yazı " MERHABA MÜSLÜMANLAR" Arapçamı,Türkçemi... Bay doçent. Size yapılan izahat "İNSAN" olarak anlaşılabilir "TÜRKÇE" ile yapılıyor ve Türkçemizin içinde binlerce "TÜRKÇELEŞMİŞ" kelime var her lisanda olduğu gibi üstelik " İNSAN" kelimesi bile Arapça, sonra yazdığın şu yazı bile ( neden arap arapçasına yeni kelime yaratmadıda(mesela allahça)var olan diğer dillerden alıntı yaptı) olay "ALLAH c.c" MUCİZESİDİR... Nasılmı; Filolojiye, dil mevzuuna alâka duysun veya duymasın her insanın aklına zaman zaman "Dil acaba nasıl doğmuştur, dünyada en eski dil hangisidir?" soruları takılmıştır. Yine hemen hemen her insan "Diller tek bir kaynaktan mı, yoksa başka başka kaynaklardan mı gelişmiştir? " sorusuna cevap aramıştır ve bu mevzu filolojinin de (dilbilim) temel meselelerinden biri olmuş, yıllardan beri bir çok filolog bu sorulara cevap bulmaya çalışmıştır. Son senelerde bu mevzuda yapılan en enteresan araştırmalardan biri Richard Fester'in yaptığı çalışmadır. Richard Fester 25 senedir 200 muhtelif dünya dili üzerinde incelemeler yapmış ve bu dillerdeki ortak kelimeleri tesbit etmeye çalışmıştır. Bu çalışmada kendisine 30 filolog yardımcı olmuştur. Fester ve arkadaşlarının modern filolojinin metodlarına uygun olarak yaptığı incelemeler, birbirleriyle ilgisi yokmuş gibi görünen muhtelif dillerin , müşterek tarafları olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu çalışmalarda Fester'in bilhassa kelimeler arasındaki ses benzerlikleri dikkatini çekti. İlk olarak coğrafik isimleri ele aldı. Bunun neticesinde diller arasında inşanı şaşırtan bir benzerlik meydana çıkıyordu: Federal Almanya'da Ren nehri vardı. Fransa'da Rhone, Garonne ve Roanne, İtalya'da Reno, Norveç'te Rena, İsveç'te ise Ronne nehri bulunuyordu. Burada isimlerden başka bir müşterek taraf ta bunların hepsinin akarsu oluşudur. Verilen misâllerin tamamının Hint-Avrupa dilleri ailesine ait olduğu düşüncesi ileri sürülebilir. Fakat yapılan araştırmalar, Hint-Avrupa dilleri ailesine girmeyen dillerde de buna benzer isimlerin olduğu gerçeğini ortaya koydu. Meselâ, Amerika'da Washington yakınlarında bir nehrin ismi Kızılderili dilinde Raanoke'dir. Buradaki Mepucha yerlileri "çağıldamak, akmak" kelimesini rinun ile karşılamaktadırlar. Bu kelime Almanca'da rinnen'dir. Binlerce kilometre uzaklıkta Hindistan'da buna rina, Tibet'te ran, Japonya'da ryu Afrika'da baharini denmektedir. Richard Fester'in tesbitlerine göre Japonlar, Amerika yerlileri ve Afrikalılar birbirleriyle münasebet kurmayan topluluklardır. Fakat bu kavimler nehri ve onunla alâkalı "akmak, çağıldamak" kelimesini aynı şekilde ifade etmektedirler. Fester'e göre genç kadını ifade eden kelime ise bu mevzuda ayrı bir delildir. İskoçya'da genç kadına cwen denmektedir. Kuzey Germenler'de Kwinn, İngilizce'de queen, Ortaçağ Almanya’sında ise kvenne denirdi. Grekçe'de kadın gyne kelimesiyle anlatılır. Indo-Germen dil gruplarına girmeyen Baskca'da Gune ve Norveç dilinde Kuna kelimesiyle ifade edilir. Asıl şaşırtıcı olan Peru'daki Inkalar'da kadın Kuna, Avustralya'da 40.000 seneden beri yasayan yerlilerin dilinde Guna diye adlandırılır. Bay doçent. Görüldüğü üzere "DİL'İN" menşei KUR'AN'da yazdığı üzere "Siz aynı anne babanın çocuklarısınız. " Ve başka diller dediğin'de "ALLAH'cadır" kökenide bir üstelik. not. Cumaya gidiyorum,devam ederiz.
  11. Bakın sayın doçent, "HAMAN" ismide ARAPÇA DEĞİL ne yapacağız şimdi... Sevgili doçent. “HAMAN” ismini araya sıkıştırılmış yabancı kelime olarak almak doğru değil sebebi’de “Hiyeroglifin çözümüyle çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu:"Haman" ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında Hz. Musa (as) döneminde geçiyordu. Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman'ın Firavun'a olan yakınlığı da vurgulanıyordu.(Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien,1906, J C Hinrichs' sche Buchhandlung” şimdi “ HAMAN” ismini tarihte olduğu vermeyip "İşte Kur'an'da hata bulduk!" (haşa) denilmesimi doğru ... Yaşayan dillerin birbirlerinden alıntı yapması kadar normal bir şey olmaz ve bu alıntılar zamanla o dillerin malı olur nasılki Rumca balık isimlerinin “TORİK,PALAMUT,USKUMRU” gibi ve daha binlerce kelimenin Türkçeleşmesi gibi dolayısı ile 1400 sene evvel konuşulan Arapçada “AKRABA” dillerden etkilenmiştir öbür dillerde Arapçadan etkilenmiştir ve NAHL Suresi 103. Ayeti verip, 102. Ayeti atlamak ***** bir yorumdur. Şimdi NAHL- Suresi ilgili ayetleri verdikmi yoruma bile gerek olmaz. 102-) Kul nezzelehu ruhulkudüsi min Rabbike Bil Hakkı li yüsebbitelleziyne amenu ve hüden ve büşra lilmüslimiyn; De ki: “O’nu, Ruh’ul Kudüs, senin Rabbinden Bil-Hakk (Hakk olarak) indirmiştir... İman edenlere sebat vermek ve müslimler için de huda (rehber) ve müjde diye”. 103-) Ve lekad na'lemü ennehüm yekulune innema yuallimuhu beşer* lisanülleziy yulhıdune ileyhi a'cemiyyün ve hazâ lisanun arabiyyun mübiyn; Andolsun ki: “O’nu ancak bir beşer öğretiyor” demelerini biliyoruz... İlhad ederek (Hak’dan saparak) kendisine nisbet ettikleri kimsenin lisanı a’cemiy’dir (Arapçayı iyi konuşamayan; düşüncelerini anlatamayan, konuşması belirsiz)... Bu ise apaçık Arapça bir lisandır. Anlaşılmıştır umarım... Bizim Efendimiz (a.s.v.) zamanında eski mısır hikayeleri anlatıldığını nereden biliyorsun oradamı idin diye adama sorarlar, ve en azından luka İncili bab 1- Meryem Suresini örnek gösterip, sıyrılmakta iddianıza kanıt teşkil etmez yazın, neyin,ne olduğunu bilelim ona göre cevap yazalım değilmi, yoksa dilin kemiği yok, habire yaz,habire yazmak *****, sevgili doçent... Samuel- İsmail, David-Davut, Türkiye-Turkey, Egiypt- Mısır,London- Londra, Mart- Maerz (Almanca), mars (Fransızca), maris (Arapça),marzo (İspanyolca),marzo (İtalyanca),march (İngilzce) vs vs, burada binlerce örnek verilebilir (dillerin benzerliği )fakat “ALLAH c.c.” İsmi Kuran'da tanımlanan tek ve benzersiz ilahın adı. Allah adı, Allah'ın zatını (Zat-i Akdes, En Kutsal Öz) içermesi dolayısıyla, bütün sıfatlarını ve En Güzel Adlar'ın (Esma-ül Hüsna) ifade ettiği anlamları da içerir. Diğer adları, yalnızca ad almış durumlarını (müsemma) içerirler, sıfatlarını içermezler. Bu nedenle "Allah" adı İslam'daki Uluh-iyetin, özel adıdır (ismi hâss). Müslümanlar, Allah lafzının ardından Celle Celaluhu (c.c.) veya Teala (Yüce) gibi övücü sözler kullanırlar. İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir. Bu isim başkası için de kullanılamaz. Allah, Yüce yaradanın zâtiyetini temsil eden ismidir. Etimolojik olarak Allah kelimesinin bağlantıları tanınan kurallara uymaz. Menşei itibarı ile eski bir lîsandan mı Arapçâ ya intikâl ettiği, yoksa Arapça'da mı var olduğu çok tartışılmıştır. Allah kelimesine harfi târif (Artikel) ve bağlantı harfleri de birleştirilemez. Bu nedenle El-ilâh'dan geliştiği düşünülemez. Allah kelimesi Arapça gramer olarak kesinlikle çoğullaştırılamaz. Allah (c.c.) kelimesi Arapça'da bile etimolojik olarak bir yere oturtulamaz, tıpkı temsil ettiği zâtiyet gibi tamamen özel bir kelimedir ve bizzat Cenab-ı Hak tarafından Arapça'ya özel kalıp olarak nakşedilmiştir. Dolayısı ile Arapça ile akraba olan dillerde de ilah kelimesi İbranice tanrı anlamına gelen Eloah , Keldanice Alaha laha ya da Aramice Elāhā Süryanice Alāhā denir dolayısı ile “ALLAH c.c.” Kâinatın ve kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Huda'ya ait özel isim. En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud. Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim. Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da...
  12. Türkçede yabancı kelimeler. Yunanca ve İtalyanca bir kaç örnek; Anahtar - Anahtari ,Fener - Fanari, Fırın - Fournos,Halat - Halati, İskemle - İskemle, Kavanoz - Kavanos, Kilit - Klidi, Kiremit - Keramidi,Lamba - Lampa, Makara - Makaras, Mangal - Mangali... Arapça ve Farsça kelimeleri dilimizden atsak ne olur?... Ha,; şimdiki dilimizde kullandığımız balık isimlerinden bir kaç örnek vermek gerekirse; ORKİNOS, TORİK, PALAMUT, USKUMRU, hangi dildendir... Yaşayan diller; birbirini etkiler, "Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ki anlayasınız. YUSUF/2" doğrudur, gerisi teferruattır... Eski Mısır yazısı çözüldü. Kur'an'ın bir mucizesi daha ortaya çıktı. Kur'an her çağa ayrı mucizelerle hitap ediyor. Mesela, Firavun zamanı hakkında verilen bilgilerin arkeolojik çalışmalarda tek tek ortaya çıkması Kur'an'ınbeşer üstü ve ilahi bir kitap olduğunu yepyeni mucizelerle ortaya koyuyor."Haman" da bunlardan biri. Hiyeroglifin çözümüyle çok önemli bir bilgiye daha erişilmiş oldu:"Haman" ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında Hz. Musa (as) döneminde geçiyordu. Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman'ın Firavun'a olan yakınlığı da vurgulanıyordu.(Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien,1906, J C Hinrichs' sche Buchhandlung) Bakın sayın doçent, "HAMAN" ismide ARAPÇA DEĞİL ne yapacağız şimdi...
  13. Soru şu; 7500 metrekare bir arsa var ve 8 hissedarı var. Bu arsayı satıp elde edilen parayı eşit olarak dağıtabilirsiniz, fakat hissedarlar arsanın eşit (toprak) olarak pay edilmesini istiyor. Arsanın bazı bölümleri, daha değerli ve eşit paylaşımda pürüzler var, örneğin arsanın bir kısmı yola cepheli,bir kısmı arkada ve daha değersiz. Şimdi payı,(arsa) paydaşlara (hissedar) dağıtmak için (eşit) ne yapmak gerekiyor. Ha bu arada mirasçıların bir tanesi "ÜVEY" baba bir, ana ayrı, yani annen'den pay alamayacak Türkiye Cumhuriyeti Medeni kanununa göre durum nedir veya bizim forumdaşların bir çözümü varmı. Aynı konu defalarca işlenip cevabı yazıldığı halde (İslamda miras) tekraren servise koyanlar bir çözüm yazarlarsa memnun olurum,yok cevap yazamazlarsa bilmedikleri bir konuda ahkam kesmesinler. Şimdi tereke,nin (arsa) bazı kısımları, veya bir kısmı,terekelerin(ayrıldımı) tamamından değerli,bu durumda ne yapacağız bekliyorum cevabı,varsa bilen yazsın,yoksa sussun... Ha bu 7500 metre arazi işide gerçek ve halledildi,zamanı gelince nasıl halledildiğinide yazarım. Bekliyorum...
  14. Allah c.c. yaratırken gördünüzmü demek tam bir ilizyon ve ne yazdığının farkında olmamak demektir, üstelik bir numune yapıp "hispoya" şükür etmek tam bir ***** örneği. Numune ne, şükür ettiğin hispo ne madem bir numune yaptın hispoya niye şükrediyorsun neyse, şükrettiğin hispo ve sen (numunen) dahil bir tek "KIL" yaratın bakalım sentetik olmamak kaydı ile görelim. Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47) Evren genişlerken ateist'ler oradamı idiler...
  15. Sayın demirefe, sizin pratik zekanızı severim (determinist kurgu babında) fakat "DİN" konusunda bir türlü uyanamıyorsunuz, Sure ve Ayet'leri yorumlarken sırf hah, hata buldum mantığı ile yaklaşıyorsunuz üstelik çoğu ünlü ateist'lerden aparma olarak sonra "Dinde zorlama yoktur" Din dışılara mahsus, ALLAH c.c ve Peygambere a.s.v. İTAAT Mümin'lere mahsus ( Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur) değilmi... Saygılar. Not. İyi dikkat edildimi, ciddi konular yazı tura muhabbetine indirgenmez.
  16. Sayın brain, cemaziyel evvelininizi iyi biliriz, bu bakımdan sizin eleştirilerinizde'ki amaç "bağcı dövmektir" ****. Ve iyi bir "MÜSLÜMAN" ' Allah ve Elçisi bir konuda hüküm verdikten sonra artık inanmış bir erkek ve kadının kendileriyle ilgili konularda tercih serbestisi yoktur: [bu, hakkı kendinde görerek] Allah'a ve Elçisi'ne isyan eden kimse, apaçık bir ****** düşmüş olur. Ahzab-36, emri gereğince itaat eder, Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in emirlerinde spesifik ( Bir türün, bir olayın karakteristik yönünü veren) bir kural öngörülmüş ise. "kendi işlerinde (min emrihim) bir serbestliğe sahip olmak" -yani, davranışlarının ve hareket tarzlarının vahyin koyduğu kurallar tarafından değil de, kişisel çıkarları veya temayüllerince belirlenmesine izin vermek. ******
  17. Aslında "Bilim rahiplerinden" inananlar baydı dense, İnsanların ne gericiliği kalır,ne yobazlığı, illada bizim dediğimiz olsun mantığı (materyalist,ateist,kafanın) olmazsa,olmaz mentalitesidir. 19 yüzyılın pozitivst,ateist düşüncesinin,21. yüzyıl bilgi çağında, savunabileceği hiç bir şeyin kalmaması esas sorun, yoksa İnsanlar ona inanmış,buna inanmış, sorun değil, bizim inancımız, evrenseldir, veya yereldir, mühim değil nasıl olsa darvinizm ayakları,durağan evren modeli,olmadı aç kapa,aç kapa modeli, yok mutasyon,ara geçiş formulü, ile İnsanları "dogma bilimsellik ile uyut" tesadüf balonu patladı,raslantısal'a takıl, sonra en basitinden "EVERENİN GENİŞLEDİĞİ" anlaşılsın Big bang,deneylerle ispatlansın, Ve bilgi 21. yüzyıl iletişim araçları ile her yere ulaşmaya başlasın, materyalist ateist kafa telaşlanmasında ne yapsın. Forumdaşlar; olay bir yaşam biçimi dayatmasıdır, pozitivst, seküler, takılanlar tarafından aslında, ateist, İnananın,inancına, her türlü eleştiriyi,sövgüyü,hakareti yapar ve ifade özgürlüğü der (danimarka örneği),fakat inanan,kendini koruma babında (aşırılık hariç) fikri olarak ne yaparsa yapsın,( Yoksa git evine kapan , istediğin kadar tapın.) dayatmasından başka bir şey duyamazsın. Ama inancını dayatma, Cami yapma,Kur'an öğrenme, zina yapma,hırsızlık yapma, öldürme,haksız kazanç (faiz) yeme,git evine kapan,istediğin kadar tapın seküler takılanlar sana dayatsın, ( modern yaşam biçimini) günümüz Dünyasında sıkça gördüğümüz örneklerini, sen Suud'tan örnek ver,İran'ı karala, ama Avusturya,İngiltere, Amerika, Fransa, vs Dünyanın (Müslüman kesimi hariç) öteki devletlerindeki kepazelikleri görme. Aslına bakılırsa; bunların (ateist) kimsenin inancı ile bir sorunu yok,yeterki onlar gibi yaşa,mao'nun Çini gibi,Eski sovyetlerdeki, kolhozlar'daki gibi, ve yahut pol pot örneğinde olduğu gibi,ha bunlar eskidi,yenisine takılalım denirse, tamam en azından "DEMOKRASİ'NİN" uygulandığı ülkelerdeki gibi olsun "ÖZGÜRLÜKLER" o zamanda, bizim yaşadığımız coğrafyanın ve İslam'ın özel şartlarından dolayı "İSTEMEZÜK" çığırtkanlığıda yaparlar nede olsa sekülerdirler. Kur'an-ı Kerîm, insanlara îtikad, ibâdet, ahlâk, içtimaiyat, iktisad, siyaset, tarih, hukuk, insan, kâinat ve kâinat ötesi gibi birçok hakikatlerden bahsetmiştir. Kur'an'ın bahsettiği bu hakikatlarîn en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Kur'an bütün insanları Allah'ın varlığına, birliğine îmana, yani, tevhid inancına dâvet eder. Zihinlerde Allah'ın kudret ve azametini tespit edip yerleştirir... 2. İnsanları putperestlik ve şirkten şiddetle men'eder. Yalnız ve yalnız, tek olan Allah'a ibâdet etmeye ve O'na hiçbir şey'i şerik koşmamaya dâvet eder... 3. Kur'an insanları ilme, irfana, tefekküre çağırır. İnsanları gaflet içinde şuursuzca yaşamaktan men'eder. Allah'ın kudret ve hikmetine dikkat etmelerini, kâinata ve hâdiselere ibret gözüyle bakmalarını ister. 4. İnsanlara gönderilmiş bâzı peygamberler ve onların ümmetlerini irşad ve tebliğ tarzları hakkında bilgi verir. Geçmiş ümmetlerin hallerinden ders almamızı söyler. 5. İnsanların nefislerine esir olmamalarını, dünyayı âhirete tercih etmemelerini, dünyada her an imtihan içinde olduklarını unutmamalarını bildirir. 6. Müslümanların dinlerinde sebat etmelerini, daima hakka tâbi olup hakkı savunmalarını, düşmanları karşısında kuvvetli olmalarını tavsiye eder. 7. İçtimaî, iktisadî ve siyasî hayatta tâkip edilmesi gereken temel esasları ve saadet düsturlarını haber verir. 8. İnsanlar arasında adalet, istikamet, tevâzu', sevgi ve şefkat, ihsan, afv, edeb ve eşitlik gibi ahlâkî değerleri tavsiye eder. İnsanları zulümden, hıyânetten, kibirden, cimrilikten, intikam duygularından, katı yüreklilikten, fuhşiyattan, haramdan men'eder. 9. Allah'ın kâinata koymuş olduğu kanunların değişmeyeceğini, muvaffakıyet için bu kanunlara riayet etmenin lüzumunu anlatır. İnsana kendi gayret ve çalışmasından başka hiçbir şey'in fayda vermiyeceğini bildirir. 10. İslâm'a uyanların Cennete, uymayanların ise Cehenneme gireceğini bildirir. Bu dünyanın, âhiretteki ebedî Cenneti ve saadeti kazandıracak bir imtihan meydanı olduğunu haber verir Kısaca... Not. Darwin'in teorisi bir adım attı ve bugün artık bitti... Ve binlerce kitap kompleksi... Ve " Tersine Evrim" galapagos adalarına götürecek bizi evvela... Ve " rasgele genetik sürüklenme" piyasada... Yersen...
  18. taklamakan. "BİLİNÇ" kelimesine kadar gelebildin deyip,olayın içine "bilinçli tasarım" olayınıda katarak (vatikan versiyonu) işi sulandırmak, sonrada kontra soru,sormak (cevap vermeden) materyalist ateist'lerin alışıla gelmiş hareketleri,bundan dolayı şu kadarını yazacağım. Big bang'tan önce saniye yoktu... Big bank'tan sonra, Planck zamanı var ve fizik orada apışıp kalıyor... Sayın boşig; Kur'an'da filin yaratılmasını arayacağına "MAHLUKAT VE EŞREFİ MAHLUKAT'A" kafa yorsun... Evrim ve doğal seleksiyon'un ara formülü bir tane ilaç için "FOSİL" VERSİN MATERYALİST ATEİST DÜŞÜNCE yahut tesadüf yada raslantısal olayını açıklasın... Şimdilik bu kadar... Yazışırız...
  19. Big Bang evrenin yoktan yaratıldığını ve bilinçli bir şekilde tasarlandığını göstermektedir.O zaman, evrenin bir parçası olan insan da bilinçli bir şekilde yaratılmış demektir. Aksini yazabilecek bir ateist varmı... Not. Zaman ve madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa'ki big bang'la kanıtlanmış, o zaman evreni meydana getiren nedenin, evrendeki zaman ve mekandan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı'nın bazılarının savunduğu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar.
  20. İlkel atmosfer koşullarında oluşan birçok molekül arasında S, G, A, U bazları da yer alıyordu. Bunların birbirlerine bağlanma özellikleri vardır. Bu, değişik fiziksel koşullarla olabildiği gibi, yüzey tepkimelerine uygunluk gösteren kil partikülleri aracılığıyla da olabilir. S, G, A, U bazları bir araya geldiklerinde, zincir halindeki RNA'yı (ribonükleik asit) oluştururlar. Bu zincirler başlangıçta yaklaşık 1015 baz uzun l u ğu n dadır. Dolayısıyla büyük bir olasılıkla, yaşam RNA ile başlamıştır. Daha sonraki bir aşama da urasil, dönüşme ya da eklenme yoluyla yerini timine (T) bırakmıştır. Bu noktadan sonra daha kararlı bir molekül olan DNA ortaya çıkmış ve hayranlık verici serüvenine başlamıştır. Başlangıçtaki canlılar daha önce inorganik yoldan oluşmuş olan molekülleri kullanarak yaşamlarını sürdürüyorlardı. Ancak zaman içerisinde biriken tüm molekülleri ortadan kaldırdılar. Bunların içinden bir ya da birkaçı dünyada en çok bulunan maddeden sudan hidrojen elde etme yolunu geliştirince, hem kendisini hem de diğer hayvansal canlıları kurtarmış oldu. Dört milyar yıl önceki koşullar, bir sürü basit molekülün yanı sıra büyük bir olasılıkla ilk olarak 16; daha sonra 20 amino asitle, sitozin (S), guanin (G), adenin (A) ve urasil (U) adı verilen bazların sentezlenmesini gerçekleştirmiş olabilir. Bu açıklamalarda "DİŞİ VE ERKEK" varmı yoksa "TESADÜFÜN, (RASLANTISAL) ŞİPARİŞ İZLERİMİ VAR" veya Kainat'ta yaşayan bütün CANLI VARLIKLARDA DİŞİ VE ERKEK NASIL OLUŞMUŞTUR. Mutasyonlamı... Doğal seleksiyonlamı... Yoksa yukardaki alıntıdaki gibi, ( Dolayısıyla büyük bir olasılıkla, yaşam RNA ile başlamıştır)... Yoksa;Başlangıçtaki canlılar daha önce inorganik yoldan oluşmuş olan molekülleri kullanarak yaşamlarını sürdürüyorlardı. "Erkek ve dişisi varmı idi veya nasıl oluştu"... Canlılar yavaş yavaş, önce suyun yüzeyine, daha sonra da karaya çıkma şansını elde ettiler. BU KARAYA ÇIKAN CANLILARDA DİŞİ VE ERKEK AYRIMI VARMI İDİ... GİBİ... Ha Habil ve Kabil zamanındaki kızların isimleri vardı... "İKİ İSİMSİZ KIZ" idi isimleri...
  21. MEKKE-İ MÜKERREME "Selam olsun İbrahim'e!" (Saffat 109) Bu selam Allah'ın selamı. Yani sıradan bir selam değil. Üç büyük davetin atası Hz. İbrahim, "kurban" sınavından alnının akıyla çıkması üzerine alemlerin Rabb'i olan Allah'ın selamını hak etmişti. Allah'ın selamı ahirette "cennet" demektir, bu kesin. Peki, Allah'ın selamı dünyada ne anlama gelir? İşte bu sorunun cevabını yazıya dökemem. Dökmek istesem de beceremem. Çünkü bu anlatılacak bir şey değil. Ancak yaşamakla bilinir. Ben, şu satırları yazdığım kutlu belde Mekke'de, Allah'ın İbrahim'e selamının ne demeye geldiğini bir kez daha yaşayarak müşahede ediyorum. Hz. İbrahim'in 4000 yıllık çağrısının yüz milyonların yüreğinde yankı bulmasının, onlar içerisinden milyonlarca müminin yeryüzünün iman merkezi olan Kâbe'ye hasretle, hürmetle, minnetle, muhabbetle koşmalarının, söz konusu ilahi selamdan bağımsız anlaşılamayacağını düşünüyorum. Bu büyük iman hamlecisi nasıl bir çığlık salmış ki gök kubbeye, üzerinden 4000 yıl geçtiği halde o ses hâlâ milyonları peşinden sürüklüyor? Bu davet nasıl bir davet ki, her biri de ebediyyen yaşayacağı iddiasıyla kurulan nice saltanatlar, bir nice debdebeli Nemrut ve Firavun uygarlıkları, tiranlıklar yerle bir olup tarihin çöplüğüne atılırken, o hâlâ yaşamakta, ışımakta, aydınlatmakta? İbrahim Halilullah'ın iktidarını böylesine ölümsüz kılan iksir nedir? İnsanlık tarihi 4000 yılda, hiç sarsılmaz sanılan nice zulüm sitelerinin, kaç küfür merkezinin, kaç zulüm başkentinin kütür kütür yıkılışına, hâk ile yeksân oluşuna şahit oldu? Fakat İbrahim'in Kâbe'si, yeryüzünün bu en sade, en şaşaasız yapısı, tüm o küfür merkezlerine inat bir "özgürlük evi" (beytu'l-atik) ve bir "Allah güvencesindeki güvenlik merkezi" (Beytullahi'l-haram) olarak dimdik ayakta nasıl durmakta? Tüm çağların Nemrutlarına, Ebrehelerine, Ebu Cehillerine meydan okumayı nasıl sürdürmekte? İşte bu soruların cevapları da Allah'ın İbrahim Halilullah'a selamından bağımsız anlaşılamaz. Bu çarpıcı gerçeğin insanoğluna verdiği unutulmaz dersler vardır: Allah adına bu kubbeye salınmış hiçbir ses zayi olmaz! Allah'tan bağımsız bir başarı planlaması sonu hüsran ile bitecek bir ütopyadır. Allah'ın yücelttiğini kimse alçaltamaz, Allah'ın alçaklığa mahkum ettiği ise, hangi zorbalık kullanılırsa kullanılsın ilelebet yüceltilemez. Hacc ibadeti yapılageldiği sürece, bu gerçekleri insanların gözünden saklamak mümkün olmayacaktır. Sırtına kefenlerini giyip Allah'la yaptığı kula kul olmama sözleşmesini yenilemeye koşan milyonların, haccın ne demeye geldiğini anlayarak bir gün dirilebilecekleri korkusu güç merkezlerinin korkulu rüyası olsa gerektir. Evet, dünyayı haraca kesen, gözyaşı kan ve alın teri üzerine saltanat kuran egemenler, hacc ibadetinin bir gün dirileceği ve milyonları dirilteceğinden ne kadar korksalar yeridir. Düşünün bir: Şu anda bu kutlu beldeyi dolduran milyonlar sırtlarına geçirdikleri ihramlarından başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını anlarlarsa ne olur? "Ölmeden evvel ölünüz" sırrını anlarlar da, artık ölüm korkusuna karşı bağışıklık kazanırlarsa ne olur? Onları ölümle korkutarak zulüm gemisini yürütmeye çalışan korsanların telaşını gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz? Düşünün bir: Ya Arafat'a çıkan milyonlar marifete erer de kendi sınırlılığını ve Rabbinin sınırsızlığını, güç ve kudretini tanırsa ne olur? Tanırsa ve Arafat "vakfe"sini Allah karşısında esas duruşa çevirirse, istikamet açısındaki sapmaları düzeltip Allah'la yeni bir kulluk sözleşmesi yaparsa ne olur? Meş'ari'l-Haram'da (Müzdelife) varlık şuurunu yakaladığını düşünün Allah konuklarının. Dahası şeytan taşlamanın sembolik bir atış talimi olduğunu anlayıp bu sembolik taliminin sembolize ettiği hakikati kavradıklarını düşünün bir! Gerçekten şeytanı ve şeytansıları taşlamanın bir yaşam biçimi olarak algılandığını düşünün! Evet, eğer bunları düşünürseniz, haccın ne muhteşem bir potansiyeli bünyesinde barındırdığını siz de fark edeceksiniz. Fark edecek ve var gücünüzle milyonların sesine ses katmak için o lahuti sloganı haykıracaksınız: "Lebbeyk Allahumme lebbeyk!.." "Buyur Allah'ım, emrine âmâdeyim, buyur!.." Haccın 'ölüsü' bile "dünyalara bedel" diyeceksiniz. Ya 'dirisi' neler etmez ki? Mustafa İslamoğlu. Yeni Şafak. İnsanoğlu; potansiyelini (düşünce) doğrular üzerine kurup, objektif kriterler üzerinden "YORUM" yaparsa gerçeğin ne olduğu daha çabuk ortaya çıkar, yok eğer; karşıdaki "FİKİR,İNANÇ'A" ceffakalem yazı,yazıp üstelik teferruat düzeyinde (güya aklınca) alaycı yaklaşım sergilemek,kişinin iddiasının ancak kıraathane muhabbeti seviyesinde "GEYİK" olduğunun kanıtıdır. Gerisi teferruat.
  22. "Cizye" sözcüğü Kur'an'da sadece bir yerde geçer (9:29). Etimolojik anlamı "ceza" yani "karşılık, bedel"dir. Kur'an, İslamî Cemaat'in dînî özgürlüğünü ve sosyal/politik ve ideolojik güvenliğini tehdit eden her fiili durum ve saldırıya karşı, o cemaati oluşturan bireylere tek tek "cihad" yükümlülüğünü getirmiştir. Farklı bir ifadeyle, fiili bir tehdit sırasında gücü yeten her müslüman zorunlu askerlik hizmetiyle yükümlüdür. Bu yükümlülük dini olduğuna göre, İslâmî hayat görüşünü benimsemeyen gayr-ı müslim uyrukların bu tür bir yükümlülük altına alınmaları hakkaniyete uymazdı. Gayr-ı müslim uyrukları, inanmadıkları bir ideolojiyi savunmaya zorlamak, İslam'ın çok titizlendiği din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olurdu. Olayın bir de öteki boyutu var: Onların can ve mal gibi kişisel güvenliklerinin, vatandaşlık haklarının, dinsel özgürlüklerinin de bütün kapsamıyla tam bir güvence ve koruma altına alınması lazım. Canları ve mallarını ortaya koyarak cihad eden her müslüman, aynı zamanda onların bu özgürlük ve güvenlikleri için de savaşmakta. Bu ise, müslümanlar aleyhine dengesiz bir uygulama. İşte bu eşitsizliği bir dereceye kadar giderip müslüman ve gayr-ı müslim uyruklar arasındaki hak ve sorumluluk dağılımını bir parça (mal canı ne kadar dengeleyebilirse) dengelemek amacıyla, "koruma altındaki anlaşmalı uyruk" anlamına gelen "ehl-i zimmet" teb'a üzerine özel bir vergi yükümlülüğü getirilmiştir. Özetle cizye, savunma hizmetinden muafiyet vergisidir ve İslamî yönetimin bu durumdaki uyruklarıyla yaptığı koruma sözleşmesinin hukuki bedelidir. Anlaşılmıştır zannedersem... Sonra "demirefe" kardeş şöyle yazmış;( İslam sadece üç seçenek sunar: Ya müslüman ol, ya ehli kitap olup cizye öde, ya ortadan yokol. Bu üçünün dışında seçenek yoktur. Ortadan yokolma da ya ölüm, ya sürgün.) ve Nisa Suresi 88-89. Ayetleri vermiş ama Kur'an'ın "SİYAK,SIBAK öncesi,sonrası" ne hikmetse atlamış, üstelik (cımbızlama ve yanlış yorum) yapmış. Neyse şimdi Nisa, Sure'sinden Ayetleri alıntılıyalım'da olay aydınlansın. (Birde size saldırırsalar filan demiyormuş?incileri'de döktürmek cabası.) NİSA - 86 Ve izâ huyyîtum bi tehıyyetin fe hayyû bi ahsene minhâ ev ruddûhâ innallâhe kâne alâ kulli şey’in hasîbâ(hasîben). Ve bir selâmla selâmlandığınız zaman siz, ondan daha güzeli ile selâm verin veya onu (aynen) iade edin. Şüphesiz Allah, herşeyi hesaplayandır (Hasîb'tir). NİSA - 87 Allâhu lâ ilâhe illâ huve le yecmeannekum ilâ yevmil kıyâmeti lâ raybe fîh(fîhi) ve men asdeku minallâhi hadîsâ(hadîsen). Allah ki; O'ndan başka ilâh yoktur. Sizi elbette kıyâmet gününde bir araya toplayacaktır. Bundan şüphe yoktur ve Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? NİSA - 88 Fe mâ lekum fil munâfikîne fieteyni vallâhu erkesehum bi mâ kesebû e turîdûne en tehdû men edallallâh(edallallâhu), ve men yudlilillâhu fe len tecide lehu sebîlâ(sebîlen).. Şu halde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepe taklak etmiştir. Allah'ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın. 89 Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran). Onlar, kendileri gibi kâfir olmanızı ve böylece onlarla bir (aynı seviyede) olmanızı istediler. Artık Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse artık onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün ve onlardan dost ve yardımcı edinmeyin. 90 İllellezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev câûkum hasıret sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum ve lev şâellâhu le selletahum aleykum fe le kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen). Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya sizinle savaşmaktan ve kendi kavimleri ile savaşmaktan göğüsleri daralmış olarak size gelenler hariç (onları öldürmeyin) ve şâyet Allah dileseydi onları sizin üzerinize musallat ederdi ve o zaman sizinle savaşırlardı. O halde eğer sizden uzak durur (geri çekilir) sizinle savaşmazlarsa ve size barış önerirler ise o taktirde Allah, onların üzerine (saldırmanız için) size bir yol kılmamıştır. 91 Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum kullemâ ruddû ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen). Sizden ve kendi kavimlerinden emin olmak isteyen başkalarını da bulacaksınız. Ne zaman fitneye çağrılsalar ona derhal (geri) dönerler. Şâyet sizden uzak durmazlar, sulh teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse, onları nerede bulursanız yakalayın ve öldürün. Ve işte onların aleyhine size apaçık bir sultan kıldık. Ne imiş...
  23. İslam;kişinin, Moneteist (tek Rab) İnancını sorgulamaz, bilakis hoşgörü ile yaklaşır, İslam'ın hakim olduğu coğrafyada,şeytana tapanlar bile daima olmuştur bu itibarla "ben merkezli" yaşam Müslümana uymaz, hiçe saymak hele yakışmaz Yunus Emre'nin dediği gibi; Yaradılanı severim,Yaradan'dan ötürü, fikri daima ön planda olmuştur yoksa İslam'ın hakim olduğu coğrafyada (hiçe sayma,olsaydı) hiç gayrı müslim kalmazdı. Buda; İnsani münasebetlerin "NİRENGİ" noktasıdır. İslamın; Temel inançlarından'dır "AHİRET". İslam; İnsanları, zorla Cennet ve Cehenneme, atmaz "İRADE" kullanaraktan İNANIP,İNANMAMAK özgürlüğünü tanır, fantazi olup olmadığını (ya varsa) göreceğiz. Sevdiklerimiz,dostlarımız,ailemiz, ayaklarına takılıp duygu sömürüsü yapmak tamda çelişkili "Ruh" halini yansıtan bir durum, yoksa (kebap) olma durumu zaten insançsızlar nezdinde yok, o zaman İnananlar demekki "TUTARLI" ki neye,nasıl inanılacağını, açıkça beyan ediliyor, ateist anca; inanmadığı olayın Namaz,Hac getireceklerinin (kendince) bir kurgusunu yapıyor ve Müslümanın İbadetlerini yerine getirdiği zamanki duyguyu bilmediğinden ( ALLAH c.c. itaat) bencillik, diye yaftalayıp öte yana çekiliyor, ve kendini ilerici? addediyor, bilmiyorki? Ameller,Niyetlere göredir ve hiç kimse,başka birinin cezasını çekmez, üstelik ,hırsız,zina şirk, katil,dolandırıcı olmak bu dünyada serbestmi'de "AHİRET" te olmasın, yoksa "ADALET" nasıl dağıtılacak, herkesin yaptığı yanına kârmı kalacak dolayısı ile herkes kendi yoluna... Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye`ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu: "Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim. "Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun" Başka yazmaya gerek yok,birde "aynı gece yatağına almış" diyerek sanki oradaymış gibi davranmak, ve yanlış intiba vermek "EMPATİ" ye uyarmı, objektiflik ve ateistlik adına. "İslam'da köle almak, köle olmak demektir." Zaman içinde köleliğin tamamen ortadan kalkmasına yönelik tedbirler: (bir kısmı). a) Bir köle bedelini ödeyerek hür olmak isterse -kölenin durumu müsait olduğu takdirde- sahibi bu teklifi kabul edecek ve ona bazı günler bu maksatla çalışması için izin verecektir. Kölelerin bedelleri ödenerek azat edilmeleri için zekat bütçesine ödenek konmuştur. c) Sahibi, kadın köle ile karı koca hayat yaşar da cariye çocuk doğurursa bu çocuk hür olduğu gibi anasının da statüsü değişmekte, "ümmü'l-veled" adını alan cariye artık alınıp satılır olmaktan çıkmaktadır. d) Devamlı köleleştirmenin kaynakları ortadan kaldırılmış, geçici olarak ve daha ziyade misilleme zorunluluğu yüzünden savaş esirlerinin köle olarak gazilere dağıtılması uygun görülmüştür. Bunun dışında hür bir insanı köleleştirmek şiddetle yasaklanmış, Hz. Peygamber (s.a.) "Bunu yapanlar kıyamette karşılarında dâvacı olarak beni bulacaklar" buyurmuştur. Harp esirlerine yapılacak muamele hakkında karar vermek devletin yöneticilerine bırakıldığı için yöneticilerin "karşılıksız salma, bedel ile serbest bırakma, müslüman esirler ile değişme" gibi bir karar vermeleri halinde köleliğin hiçbir meşru kaynağı kalmamış olacaktır. e) Yemin edip vazgeçme, Ramazan orucu tutarken cinsel temas yaparak oruç bozma, kaza yoluyla adam öldürme gibi birçok durumda kölesi olana köle azat etme mecburiyeti getirilmiştir. Böyle bir mecburiyet olmadığı halde köle azat edenlere büyük mükâfatlar vadedilmiştir.... Enfal-1. SANA ganimetler hakkında soracaklar. De ki: "Bütün ganimetler Allah'a ve O'nun Elçisi'ne aittir" Öyleyse, Allah'tan yana bilinç ve duyarlık içinde olun; aranızda kardeşlik bağlarınızı canlı tutun; Allah'a ve O'nun Elçisi'ne karşı duyarlık gösterin, eğer [gerçekten] inanan kimselerseniz! Açıklama;Bütün ganimetler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne aittir" ifadesi, savaşta elde edilen ganimet üzerinde kişisel olarak hiçbir savaşçının hak iddia edemeyeceğini bildiriyor: Çünkü ganimet, Kur'an'da ve Hz. Peygamber'in öğretilerinde (Sünnetlerinde) yer alan ilkelere göre kamu malıdır ve İslamî devlet (ya da cemaat) yönetimi tarafından kamunun yararına kullanılır ya da dağıtılır. Enfal-41.BİLESİNİZ Kİ, [savaşta] ganimet olarak her ne ki ele geçirdiyseniz onun beşte biri Allah'a ve Rasûl'e; ve yakın akrabaya, yetimlere, ihtiyaç içinde olanlara ve yolda kalmışlara aittir. [Gözetmeniz gereken ölçü budur] eğer Allah'a ve o hakkın bâtıldan ayrıldığı, iki topluluğun savaşta karşı karşıya geldiği gün kulumuza indirdiğimize inanıyorsanız. (Ki işte o gün tanık olduğunuz gibi) Allah'ın her zaman, her şeyi irade etmeye gücü yeter. Açıklama;Surenin ilk ayetine göre, "Savaş ganimetlerinin hepsi Allah'a ve Rasûl'e aittir"; bu, savaş ganimetlerinin kamu yarar ve ihtiyaçları gözetilerek İslam devlet ya da cemaat yöneticileri tarafından tasarruf ve tevzî edileceği; tasarruf ve tevziin onların gözetiminde gerçekleştirileceği anlamına geliyor. Büyük İslam fakihlerinin çoğu, ganimetlerin beşte dördünün savaşa aktif olarak katılmış olanlar arasında dağıtılabileceği yahut cemaatin refah ve ihtiyaçları doğrultusunda şu ya da bu yönde değerlendirilebileceği, ancak, Allah'a ve Rasûl'e (yani, daha açık bir ifadeyle Kur'an ilkelerine ve Rasûl'ün sünnetine göre işleyen yönetime) ayrılacak pay da içinde olmak üzere ganimetin beşte birinin, yukarıdaki ayette sayılan özel amaçlar için ayrı bir fon olarak ayrılması gerektiği görüşündedirler; Allah ve Rasûl için olduğu belirtilen pay devlet ya da cemaat yönetiminin ihtiyaç ve giderleri için kullanılacak kısımdır. Aslında bu konular enine,boyuna tartışıldı, ve cevapları defaatle verildiği halde,tekraren servise konmaları manidar...
  24. Eğer dininden dönen, din değiştiren kimse bu yüzden öldürülseydi; yani din değiştirmenin cezası idam olsaydı o zaman dinde zorlama (kişiyi müslüman etmek veya müslümanlığını devam ettirmek için tehdit ve baskı yapma) olurdu. Halbuki ilgili âyet, "dinde zorlamanın olmadığını" açıkça ifade ediyor (Bakara: 2/256). Esasen iman, aklın hükmü, gönlün rızası ve vicdanın kanâat getirmesi ile olur. Bir kimseye baskı uygulanır ve bu yoldan "inandım" demesi sağlanırsa, o kimse inanmış olmaz, takiye yapmış, münafıklık etmiş olur. İslam böyle bir iki yüzlülüğe meydan vermez. Uluslar veya guruplar arası sistemde yalnızca, birbirine düşman, aralarında savaş ilişkisi bulunan iki gurup olursa, farklı din ve inanç sahiplerinin bir ülke içinde veya farklı ülkelerde sulh içinde yaşamaları mümkün olmuyorsa bu durumda din değiştirmek demek, "karşı tarafa geçmek ve müslümanlara savaş açmak" demektir. Bir kimse dinini değiştirdiği için değil, buna ek olarak müslümanlara savaş açtığı için öldürülür. Hayrettin Karaman. İrtidadın, İslam'a ve meşru düzene karşı başkaldırı niteliğinde bir etkinliğe zemin oluşturmadıkça, kişisel bir tercih konusu olarak değerlendirilmesi, Kur'an'ın ruhuna uygun bir yaklaşımdır. Topluma ve meşru düzene baş kaldırma niteliğindeki irtidat durumunda gündeme gelecek ölüm cezasının zemininde ise din değiştirme eylemi değil, bir savunma ve meşru düzeni koruma amacı yer almaktadır. Dolayısıyla bu şartlar altında mürtede verilecek ölüm cezası da bir dine zorlama, ya da din hürriyetine aykırı bir tutum olarak değerlendirilemez. "Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket edenin aleyhine bir yol yoktur (kınanmaz ve cezalandırılmaz). O yol ancak, yer yüzünde haksız olarak aşırı gidenlerin ve insanlara zulmedenlerin aleyhinedir. Her kim de sabredip suç bağışlarsa bu, azmedilmeğe değer işlerdendir. (eş-Şûrâ, 41-43) (Ehl-i kitaptan bir gurup şöyle dedi: "Müminlere indirilmiş olana sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler. Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın.) (Ali İmran: 72). Öncelikle şunun bilinmesi lazım gelir ki; mürteddin öldürülmesi, İslam’ı terk etmesi ve o fikri benimsemesinden ötürü değildir. Çünkü İslam, gayr-i müslimlerin dini özgürlüklerini himayesi altına almış. Bilakis, öldürülme nedeni, işlediği büyük hıyanet ve İslam’a karşı kurduğu tuzaktır İslam’ın diğer dinlerin de garantörlüğünü yaptığı ve kimseyi İslam’ı tercihe zorlamadığının en bariz delillerinden biri de, Maide: 5-6’da beyan edildiği üzere Müslüman erkeklerin Ehl-i Kitaptan bayanlarla evlenmelerine müsaade etmesidir. Böyle bir evlilikte, bayan kendi dininde kalır, ibadetlerini rahatlıkla ifa eder. Ayrıca, evlilikte Müslüman bir eş ne tür bir hukuka sahipse kendisine de aynı hukuk tanınır. Kısaca...
  25. "MUHAMMED a.s.v." İnsani ilişkilerin nirengi noktası, karşısındakinin farkına varmak ve onun da insan olduğu duygusuna ermektir. Sadece "kendi" merkezli yaşamak, "ben merkezli" düşünmek ve karşısındakileri hiçe sayıp görmezden gelmek insani ilişkilerin en önemli zaaf noktalarından biridir. Beşerî münasebetler, insan ilişkileri ve kişisel gelişimle ilgilenenler derler ki: İnsani ilişkilerin temel noktası, "empati" denilen kendini karşısındakinin yerine koyma prensibidir. Bu açıdan baktığımızda, Asr-ı Saadet'te insanlar Peygamber Efendimiz'in karakter ve şahsiyetine hayranlık duyarak sıcak bir duygu, yanık bir gönülle kendilerini O'nun etrafında pervane etmişlerdir. O'nun (sav), bulunduğu konumu şahsi çıkarları için kullanmayan, külfette en önde, nimet paylaşımında ise en sonda bulunması insanların gözünden kaçmamıştır. Medine'de sebebi bilinmeyen bir gürültü koptuğunda "Ne oldu, bu ses neyin nesi?" diyerek herkesin birbirinden medet umduğu bir sırada O, Ebu Talha (ra)'nın Mendub isimli atına binerek sesin geldiği yere gitmiş ve durumu tetkik ettikten sonra "Korkulacak bir şey yok" sözüyle ashabına sükunet telkin etmiştir. Hz. Peygamber'in hayatına baktığımızda, giyim konusunda şu üç ölçüyü öne çıkardığı görülür: İsraftan sakınmak; Giyinmeyi, kibir, gurur, azamet ve gösteriş vesilesi yapmamak; İçinde bulunduğu sosyal sınıfın imkan ve şartlarına uygun biçimde giyinmek. Saçları Yazılı vesikalara göre Hz. Peygamber, ustura tıraşlı değil, uzun saçlıdır. Saç biçimi ise, uzunluk kısalık durumuna göre, üç şekil arzetmektedir. En kısa şekli kulak yumuşağına kadar olup, en uzun şekli de omuzlarına dokunacak derecede olandır ki, her durum için üç ayrı tabir kullanılmıştır. İslami kaynaklar, Hz. Peygamber'in daima yanlarında bulundurdukları bazı zatî eşyalarını da kaydetmişlerdir. Bunlar; tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalardır. Peygamber Efendimiz, saç boyası kullanmamışlar; ancak başlarını zaman zaman zeytinyağı ile yağlamışlardır. Yağı başlarına sürdükten sonra, sarıklarına bulaşmaması için, sarığın altına bir tülbend koyarlardı. Bu tülbend, yağın fazlasını emer ve sarıklarını yağlanmaktan korurdu. İbn Sa'd'ın kaydettiği bir vesikadan anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, başlarını, sidr ağacı yaprağının kaynatılmasıyla elde edilen bir karışımla yıkardı. Peygamber Efendimiz, yanında "sükke" tabir edilen bir koku bulundurur ve gerektikçe ondan sürünürdü. Özellikle yolculuklarında birlikte götürülmesi mutad olan eşyaları arasında bir de "koku şişesi" yer almaktadır. Hz. Peygamber'in güzel koku ile ilgili davranışlarından biri de, O'nun ikram edilen kokuyu reddetmemesi idi. Peygamber Efendimiz sokağa çıktıkları zaman, kokularının o kendine has güzelliği ile çevredeki insanlar tarafından hemen farkedilirdi. Bu durumu, Enes b. Malik (ra) şöyle ifade etmektedir: "Rasûlullah Efendimiz Medine sokaklarının birinden geçtiğinde O'nun misk gibi kokusu hemen sezildiğinden, halk, o yoldan Hz. Peygamber'in geçtiğini söylerdi. Bizler, Peygamber Efendimiz'in gelişini, kokusunun güzelliğinden anlardık." Peygamber Efendimiz, hıfzısıhha dediğimiz koruyucu hekimliğe son derece önem verirlerdi: Saçlarını yağlaması, dişlerini misvakla temizlemesi, gözüne sürme çekmesi, suyu dinlene dinlene içmesi, fazla kireçli ve kalitesiz suları içmeyip Medine dışındaki pınar ve kuyulardan içme suyu getirtmesi, yediği gıdaların vücut ihtiyaçlarına göre ayarlanması ve daha pek çok tatbikatı, hep sıhhati korumak için almış olduğu tedbirlerdendi. Peygamber Efendimiz: Gözlerinizi ismid ile sürmeleyiniz. Zira ismid ile sürmelemek göze cila verir ve kirpik bitirir." buyurmuşlardır. İbn Abbas der ki: "Hatta Rasûlullah Efendimiz'in bir sürmedanı olup, her gece yatmadan önce bu sürmedandan üç kere sağ gözlerine, üç kere de sol gözlerine sürme çekerlerdi.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.