Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.540
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    21

İletiler gönderen: Tengeriin boşig

  1. hakaretler savurmak mi ?

     

    "********* Maymunlar", "Kafirler", "Tağut Uşakları", "Yalancılar", "Eşşekten Daha Aşağı Yaratıkları" gibi ifadeler size hakaretmiş gibi gelmiyor mu?

    Hakaret davası açsaydık, kesinlikle kazanırdık.

     

    Ama Allah marka takilmamizi istemis son hak kitap heryonu ile mukemmeldir ; ))

     

    Son derece sıradandır ve insan üstülüğü yoktur.

     

    muslumanliga gore bi hristiyan, namaz kilan bi muslumandan takvaca daha ileride olabilir ve ahirette daha ustun bi hale gelebilir ... namaz kilan namazinda yanilgida olabilir (ayet)

     

    O zaman Müslümanların şahadet getirmelerinin hiçbir anlamı yok.

    O zaman boşuna Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şahitlik ediyorsunuz; madem ki bu belirleyici değilse...

     

     

    Kuran markadir .. en kapsamli ve ufku acan bakis acisidir ..

    Oldukça sığdır ve dogmatiktir.

     

     

    bilimsel gelismeler Kuranin hak oldugunu ortaya koymustur ... hem de psikolojiden , sosyolojiye, biyolojiden , meteorolojiye , matematikten gok bilimlerine kadar bircok gelisme Kuranin isiginda ve yolunda gerceklesmistir ..

     

    Bana birkaç örnek ver de, üzerimdeki pası atayımi şöyle adamakıllı ders verelim smile.png

     

    insan inancsiz yasayamaz ... inanmamayi secmesi bile bir kalip olur onun icin ona inanir; ve elbette ki inandigi gibi yasar ..

     

    teoride bos ve inancsiz bi insani hipnoz etsen ; o insanin butun dusunce kaliplarini ogrenebilirsin ; iste o kaliplar onun kendine gore olan inancinin temellerini olusturur ...

     

    insan inanmadan yasayamaz ..

     

    Siz yaşayamazsını inanmadan, çünkü buna fena halde koşullanmış durumdasınız.

    Ya hu yıllardır inançsızım, böyle mantık görmedim.

    Yıllardır gayet de mutluyum, iç huzurum tavan yapmış durumda.

    Ve tandığım bütün Ateist, Agnostik arkadaşlarım da bütünüyle huzurlu.

    Siz ne anlatıyorsunuz?

     

    Kendi kendinize geçersiz mantıklar üretip durmayın.

    İnanmamak seçilecek bir durum değildir.

    Biz inanmamayı seçmedik, bu bir tercih değildir.

    İnsan "Yaşlanmayı" seçmez, yaşlanır.

    Ya da "Karnınızın acıkması"nı seçemezsiniz.

    Bunlar sizin doğanızın gereğidir.

     

    Eğer doğaya, insana, dinlere ve bilime dair birşeyler öğrenmek amacındaysanız,

    Gerçeklere vardığınızda kaçınılmaz olarak inançsızlaşacaksınızdır.

    Bu bir amaç değil, kaçınılmaz bir sonuçtur.

    Öğrenmenin, bilgilenmenin doğasında bu vardır.

  2. Öncelikle tekrardan hoşgeldiniz Sn. Tengeriin.

     

    Yazınızın sadece alıntıladığım bu kısmıyla ilgili düşüncemi belirtme isteği uyandı,katılmadığım, aklıma yatmayan yönler buldum kendimce...

     

    Alıntıladığım cümlerinizdeki ''Tanrı'nın yokluğu''yle alakalı mantıkî önermeniz tuhaf geldi bana mantıki ve bilimsel açıdan.

     

    Önce şunu tesbit etmemiz gerekir kanımca, bilim ''Tanrı'' olgusuyla ilgili herhangi bir araştırma yaptı mı, yapıyor mu, ''Tanrı'' düşüncesiyle ilgileniyor mu?

     

    Tanrı'nın varlığını araştıran bir bilim dalı yok elbette ama şimdiye kadar yapılan hiçbir çalışma, doğada gerçekleşen olayların doğa üstü bir şey tarafından bilinçli olarak planlanıp gerçekleştirildiğine dair bir ipucu özelliği bile taşımamaktadır.

     

    Bilim; ''Tanrı'' fikrini araştıramadığı, herhangi bir bilimsel faaliyet yürütemediği için ''Tanrı'' yoktur sonucuna ne zaman varmıştır, ''Tanrı yoktur.'' bilgisi bilimsel midir başka bir ifadeyle, ''Tanrı yoktur.'' düşüncesi bilimsel bir bilgi olarak bilime dayanılarak savunulabilir mi?Herhâlde bu soruya bilimsel olarak verilecek cevap: ''Evet, bilim Tanrı'nın varlığı yokluğuyla ilgili bir araştırma yapmamıştır, yapamıyor da, dolayısıyla, Tanrı vardır veya yoktur, düşüncesi bilimsel olarak söylenemez.''

     

    Siz belli ki bilimin "Agnostik" olduğu kanaatindesiniz.

    Fakat bilim "Agnostik" değildir.

     

    Üzerine teori kuramadığı veya varlığına dair herhangi bir kanıtı olmayan şeyi "Var" kabul etmez.

    Mesela "Uzay'da yaşam var mı?" sorusu...

    Dünya, uzayda bir gezegen ve küçük bir sistemde, küçük bir gezegen.

    Üzerinde yaşam var.

    Uzayda da bir çok meteorda bile su veya bakteriler bulunabiliyor.

    Yani yaşamın var olabileceğine dair bir örnek var elimizde ve bundan hareketle evrende, başka gezegenlerde hayatların var olabileceği mantığını yürütebiliriz.

    Fakat "Uzaydaki Medeniyetleri Araştırma" konu alanı edinmiş ayrıca bir bilim dalı yok.

     

    Her neyse;

    Bilim bir insan etkinliğidir, daha önce dediğim gibi.

    Bir insan etkinliği olması bakımından en yüksek irade olarak "İnsan Bilinci"ni kabul eder.

    Bütün etkinlikleri, prensipleri ona göre oluşturulur.

    Bütün araştırmaları bu çerçevede yapılır.

    İnsan aklından üstün başka bir iradeyi kabul etmez; etseydi zaten "Laik" olmazdı, Din'den kopmazdı bilim.

    O yüzden, Tanrı'yı doğrudan ölçmeye ve biçmeye çalışması bir yana buna gerek bile yok.

    Tanrı'yı ölçememesi ve biçememesi;

    Ve böyle bir üstün irade! tarafından oluşturulmaması

    Tanrı'yı yok sayması için yeterlidir.

     

    Eğer Bilim, Tanrı konusunda Agnostik olsaydı, onu Bilmeyi amaçlayan bilim dalları oluştururdu, çünkü Bilim "Nasıl" diye sormaktan bıkmaz, küçük meraklı çocuklar gibidir.

    Eğer Bilim, Tanrı'yı kabul etseydi, o zaman da "Bilim" olmazdı; "İlahiyat" olurdu.

     

    Aynı şekilde bilim; maddenin asıl varlık sebebi nedir, evrendeki bu enerji(madde) nasıl var olmuştur, neden vardır, bunun cevabını verebilmiş midir, hayır.

     

    Bilim150 yıl önce Yarasa'ların gece nasıl uçabildiklerine de cevap veremiyordu.

    Yarasaların gece uçamadıklarını mı düşünmeliydik o zamanlar?

     

    Bugün için cevap verememiş olabilir ama bu gidipte "Haa o zaman Allah yaratmıştır!" mantığına götürmez bizi.

    Bilim olmazdı o zaman.

     

    Evren maddeden, ötesinde enerjiden oluşuyor değil mi?Bu enerji; neden bir gaz bulutu veya şekilsiz, sistemsiz, bir toz, bulut veya öylesine bir enerji görüntüsü içinde olmak yerine gördüğümüz evren halinde, içinde milyarlarca yıldıza, gezegene, dünyaya, içinde bize, diğer canlılara dönüşme gereğini duymuş, maddenin bir niyeti, aklı mı var?

     

    Bu bir ihtiyaç nedeniyle değil, o enerjinin doğasından kaynaklanır.

    Ama yürüttüğünüz mantık, alışık olduğunuz uslamlama yöntemi ile ilgilidir.

     

    Daha önce dediğim gibi;

    Bilim sadece Neden ve Sonuç'a bakar ve buna "Amaç"ı eklemez.

    Sadece "Nasıl" diye sorar; "Hangi Amaçla" diye sormaz.

     

    Din ise bunlara "Amaç"ı ekler, sizin yaptığınız gibi...

     

    Bilim, 1 Hidrojen ile 2 Oksijen'in nasıl olup da birleştiğini ve birleştikten sonra nasıl olup da 3 halini gerçekleştirdiğini (Turaz diye 4. bir hali de varmış sanırım) ortaya koyar.

    Din, "Su hangi amaçla oluşmuştur?" der.

     

    Enerji, bir şeye dönüşme gereği duyduğu için değil;

    Doğasında bu olduğu için dönüşüyor.

     

    Suyun bir amacı olduğu için değil, doğasında var olduğu için ısı kaybettiğinde buza dönüşüyor.

    Yoksa Buz'un amacı senin-benim serinlemem değildir.

     

    Ağaçlar sen-ben beslenelim diye meyve vermiyor.

    Çekirdeklerini korumanın ve neslini sürdürmesinin nedeni olduğu için meyve veriyor.

    İlahi bir amacı yok; neden ve sonuç var sadece.

     

    Biraz daha ayrıntıya inecek olursam ''Tanrı'' fikrinin dışında bakıyorum yine olaya, biz de maddeyiz, maddenin öylesine oluşturduğu bir şekiliz diyelim, bizi oluşturan asıl enerji(madde) bizi neden bir madde üstü bir güce inanma ihtiyacıyla var kıldı,madde kendine inandırma, tapındırma fikrini daha güçlü kılamaz mıydı, tanrı fikrinin oluşmasına sebep olan metafizik alanı, acizliği bizde neden oluşturmuş olabilir? Maddeden başka bir gerçeklik, maddeden öte bir düşünce alanı yoksa neden madde ötesine kadar fikir yürütebiliyoruz,bizdeki bu zihinsel yapıyı var eden de sonuçta maddedir, başka bir güç yoksa, madde kendi gücüne inandırmak yerine kendini de aşan bir hayal alanı oluşturup insanın o hayala inanmasının daha kolay olduğu bir sistem var ediyor hem de amaçsız ne kadar da ilginç değil mi,aynı ''Tanrı'' odaklı düşüncede, görünmeyen Tanrı'nın sınav fikri gibi.

     

    Muhabbetle efendim...

     

    "Tanrı" fikrinin dışından baktığınızı iddia ederken bile "Tanrı fikrinin tamamen içinden bakıyorsunuz.

    Bizi "İnanma İhtiyacı" ile var kılmadı.

    Sizin inancınızın aksine doğada var olmuş tek "Düşünebilen Tür" biz değildik.

    Neanderthaller, Denisovalılar gibi bir sürü düşünebilen tür vardı ama biz baskın geldik ve onlar yok oldu.

    Ve bu türlerin beyinlerinin ortak özelliği, diğer türlerden daha gelişmiş bir beyne sahip olmaları.

    Bu da bir imaj yaratabilmelerine yani geçmişi anlamlı bir biçimde hatırlayabilmelerine neden oldu.

    En sonunda da türümüz, kavrayamadığı şeyleri yani "Neden-Sonuç" ile açıklayamadığı şeyleri "Amaç" ile açıklamaya ve mitler yaratmaya başladı.

    Bunlar arasında da enerjinin var olsa bile bir niyetle bizi bilinçli kılmış olabileceği düşüncesi de yer alır.

  3. Kürtaj, kadının kendi bedeni üzerinde kendisinin söz sahibi olması ile ilgili bir konudur.

     

    "Üremek" doğanın en temel kanunu ama bu insanın hakimiyeti anlayışı ile pekiştirildiğinde karşımıza dinsel bir dogma çıkıyor.

    Din, insanı ana rahmine düştüğü andan itibaren "Birey" kabul ediyor çünkü kaderinin o an yazıldığını iddia ediyor.

    Bilimsel olarak öyle değil tabii ki.

     

    Kürtaj konusunda en çok çığıranların erkekler olmasının nedeni, AtaErkil toplumlarda "Çocuk"un hem "Güç göstergesi" olmasından kaynaklanıyor hem de kadını aileye yani erkeğe bağlı kılmanın garantisi olarak bakılıyor.

     

    Hepimiz biliriz; anlaşmazlığın olduğu yeni evli çiftler için "çocukları olursa düzelirler" anlayışı vardır.

    Aslında bir düzelme yok o noktada;

    Çocuğu bahane ederek kadının, kocasına mahkum edilmesi ve kadının bunu kabullenmesi durumu var.

    Yani istenmeyen gebelik, kadına dinsel kabullerle içselleştiriliyor ve meşrulaştırılıyor.

     

    Yani hiç aranızda "Kürtaj"ın "Özgürlük" ile ne alakasının bulunduğunu düşünen olmadı mı?

    Haksızlık etmeyeyim, bütün iletileri okumadım tabii ki ama umarım olmuştur...

     

    Hiç kimse gidip de isteyerek gebe kaldığı çocuğunu aldırmak istemez.

    Ancak Kürtaj çok başka bir konudur ve keyfekeder gebe kalınmış bir çocuğun alınması değildir.

    Kürtajı onaylayan insanlar da cani oldukları, insan yaşamına saygısız oldukları ya da "aman canım istediğimiz gibi sevişelim, nasılsa aldırırız" mantığıyla yaklaştıkları için desteklemiyorlar kürtajı.

     

    Gebelik, özellikle bizim toplumumuzda kadını tahakküm altına almanın bir aracı olarak kullanılıyor.

    İlk çocukta kadın boyun eğmezse, ikinci çocuğa başvuruluyor.

    Kadın iş hayatına atılmak istediğinde gebe bırakılıyor ve çocuk bahane edilerek bu özgürlüğü elinden alınıyor.

    Eğitim görmek istediğinde yine gebe bırakılıyor ve çocuk bahane ediliyor.

    Ayrılmak istediğinde yine aynı yola başvuruluyor.

    Hatta kadın evlenmek istemediği adam tarafından tecavüze uğruyor, gebe bırakılıyor, namus diyerek ve çocuğun yaşamı bahane edilerek kendisine tecavüz eden adamla evlenmek zorunda bırakılıyor. Namus temizleniyor güya ama kadın, bedenine saldıran adamın koynuna atılıyor; çocuk bahane edilerek...

    Yani gebelik, kadını erkeğin güdümünde tutabilmenin aracı olarak kullanılıyor.

    Bu da kadın bedeni üzerinde sıkı bir denetimi gerektiriyor.

     

    Doğum kontrol yöntemlerine karşı çıkılmasının nedeni de yine kadın bedenin tahakküm altına alabilmek ve en yüksek seviyede kontrolünü gerçekleştirebilmek amacıdır.

    Doğum kontrol yöntemleri yaygınlaştıkça, kadının, bedensel olarak kocasının tahakkümünden kurtulması mümkün oluyor.

    Yani erkeğin sahip olduğu "bedensel özgürlük"e kadın da sahip oluyor.

    İşte erkek, kendi özgürlüğünden hoşnutken, kadınınkini istemiyor ve geleneksel olarak bu yüzden doğum kontrol yöntemlerine karşı çıkılıyor.

     

    Her neyse, mantığı kavradınız.

    Kürtaj'ın bebeğin bedensel varlığına saldırı olarak algılanması yanlış ve konu ile alakasız bir yaklaşımdır.

    Asıl konu bizimki gibi geleneksel toplumlarda kadının annelik duyguları ve dinsel duygular kullanılarak erkeğin tahakkümü altında bırakılması konusudur.

     

    Bebek sağlıksızsa, annenin sağlığına zarar veren bir durum söz konusuysa ve gebelik, istenmeyen bir gebelik ise eğer Kürtaj bir haktır.

    Çünkü istenmeyen gebelikler, en nihayetinde doğacak çocuğun kişiliğini ve geleceğini, anne ve babasının bütün yaşamlarını bütünüyle olumsuz etkileme olasılığı oldukça yüksek bir durumdur.

     

    Yukarıda bir arkadaş empati kurdurmak istemiş ama şöyle yapalım biz:

    Önce bir kadın olarak dünyaya gelin.

    Evlenmek istemediğiniz bir adam tarafından tecavüze uğrayın.

    "Namus" diyerek o adamla evlendirilin ve "günah" diyerek çocuğu aldırtmayın.

    Size tecavüz etmiş adamın bebeğini iğrenerek doğurun.

    Ömür boyu ona bakmak ve babasının koynuna girmek zorunda kalın...

    Çünkü her şey Türk Filmlerindeki gibi "tecavüze de uğrasam o benim yavrum" modunda gerçekleşmiyor.

    Tecavüze uğrayan kadınlar, tecavüzden kaynaklı gebeliklerde doğan çocuklarından tiksiniyorlar genelde.

     

    Ya da şöyle yapalım:

    Evlisiniz ama maddi, psikolojik ve bedensel olarak hazır olmadığınız halde bir adet hamile kalın.

    Sonra o hamileliği 9 ay boyunca sürdürün.

    Ki bu 9 ayın size işkence gibi gelmesinin yanında özgüveniniz, kendinize ve çocuğunuza olan saygınız düşecek.

    Sonra o çocuğu doğurun.

    İtinayla döve döve büyütün.

    "Keşke beni doğurmasaydın" diye hayatı boyunca isyan eden bir çocuk.

     

    Şu da olabilir:

    Hamile kalın.

    Hamilelik size yaşamsal sorun yaşatsın.

    Günahtır, İnsandır diyerek doğurun.

    Doğururken, kucağınıza alamadan çocuğu ölün.

    Sonuç: Arkada yetim bir bebek, eşi ölmüş bir baba.

    Gelecek: Üvey anne, üvey kardeşler...

    Şanslıysa üvey kardeşlerinin sapıklıklarına maruz kalmaz.

    Belki de her üvey anne wamp değildir.

    Şans artık.

    Doğumunu veren Allah, nasibini de verir.

     

    Çok basit, kendinize bir bakın.

    Kendi mutlu gebeliklerinizi, herkese mal ediyorsunuz ve bütün gebeliklerin mutlu olacağını sanıyorsunuz.

    Ama bu ülkede birçok kadın, istemeden doğurduğu çocuğundan nefret ederek başlıyor o çocuğu büyütmeye.

    Sonra bundan büyük bir suçluluk duyuyor, çünkü küçücük çocuğun hiçbir suçu yok.

    Kadının önce yaşadığı bunalım; sonrasında gerçekleşen çocuğa yönelik nefret; onda sonra nefretten kaynaklı büyük bir suçluluk duygusu...

    Kendinden nefret etmek olarak geri dönüyor o kadına...

    Hayatını itip atıyorsunuz sonra o kadının.

    Ondan sonra daha nefes almamış bebek üzerinden duygusala yatıyorsunuz.

    Sorsak "Kadın Hakları"ndan dem vurursunuz.

     

    Bu konu "Çocuk Odaklı" değil, "Kadın Odaklı" bir konudur.

    Herkesin "Çocuk Odaklı" konuşması bile aslında bu konu hakkında ne kadar az bilgi sahibi olduğumuzun göstergesi.

     

    Uzun uzun yazdım yine, germeyin beni.

    • Beğen 1
  4. Bilim ve Din birbirini tamamlayıcı değildir ? Atıyorum Tanrı yağmuru yarattı ayeti var..Bu dinde vardır bilimde değil..Bilim ise yağmuru açıklar ve bir tasarı halinde yağdığını tarafsızlıkla gösterir..

     

    "Kelimelere takla attırmak" diye bir deyim vardır, çok sık kullanılmaz belki ama iyi iş tutar.

    Bakın beylik laflara gerek yok hiç ama size "Bilim"den azıcık söz edeyim, onun üzerine inşa edin siz.

     

    Bir kere ifadeleriniz tutarsız;

    Zira "Yağmurun tasarı halinde yağdığı"nı açıklamak "Tarafsızlık" olamaz.

    Çünkü "Tasarı" bir plan, bir kurgu ile gerçekleşir.

    Yani olay ve olguların gerçekleşmesinden önce bir iradenin bunu olay ve olguları önceden tasarlaması gerektiği düşüncesini içerir.

    "Tasarı" düşüncesine sahip hiç bir etkinlik "Bilimsel" olamaz.

    Çünkü "Bilim", bir "İnsan Etkinliği"dir.

    Ve bir insan etkinliği olarak insan aklından daha üstün bir iradeyi kabul etmez.

    Etseydi zaten bunun adı "Bilim" değil de "Din" olurdu.

     

    O yüzden bilim, hangi siteye link verirseniz verin, yağmurun yağmasını ya da köpeğin dışkılamasını bir "Tasarı" olarak açıklamaz.

     

    Bilim'de "Neden-Sonuç" ilişkisi vardır.

    Din ise buna "Amaç"ı ekler, ki bu da "Tasarı" düşüncesini doğurur işte.

    Bilim, Ay'ın Dünya'nın ekseninde nasıl döndüğünü açıklar,

    Din buna bir amaç güder, daha doğrusu "Uydurur".

     

    Şimdi diğer yazdıklarınıza bir darbe indireyim smile.png

    Valla gülerim...

    Şimdiden söyleyeyim...

     

    Bir kere ilk başta yenildiniz..Din hiçbir zaman bilimsel araştırmalara engel olmamış bu 3.cümlede belirtilen ATALARIN sorunu olmuştur..Dini koruma görevlerini veyada Tanrı inancını koruma üstlenmiş her dindar bilime veyada dine karşı her olguda ayaklanır,kaplan olur..Bunların dinle değil,dindarla oluşan sorundur..Kavraman umuduyla..

     

    Bayağı bir sesli güldüm...

    "Din, bilimsel araştırmalara engel olmuştur" demedim ki zaten!?

    Yazdıklarımı okuyup anladığınızdan emin misiniz?

    Bilim'in, Dinin ve Dinsel etkinliklerin içinden çıktığını anlattım aslında :)

     

    Okuduğunuzu anlamanız umuduyla :)

     

    Din, Bilim'e engel olamaz.

    Tarihte hiç olamamıştır zaten.

    Belki yavaşlatır ama engelleyemez.

     

    Bir kere insan zaten hükmetmek için yaratılmıştır..Yaratılış kitabını okuduz mu bilmiyorum..Orada zaten her canlıya hükmetmesi yazılıdır ve gerçektirde..İnsan hükmedicidir,bu konuya uygun bir nevi Tanrıya benzer yada bir tür Tanrı olur..

     

    Pardon, hükmetmek için mi yaratıldık?

    Neye?

    Doğaya mı?

    Hükmedebiliyor muyuz gerçekten?

     

    İnsan aklı, doğaya zarar veren tek şeydir, biliyor musunuz?

    Doğal olmayanın inşası, insan aklından kaynaklanır.

     

    Sizin "Hakimiyet" dediğiniz şeye ben "Tecavüz" diyorum.

    Yarattığı Tanrı'da aynı kişilikte...

     

    İnsan, doğanın bir parçasıdır.

     

    Dua bir meditasyon gibidir..Ruhsal arınma,Tanrı ile iletişim sayılır..Üstelik bireylerede psikolojik rahatlama bir nevi güzel duygularda verir..Tılsım ve büyüde veya sihirde böyle bir psikolojik rahatlama yoktur tamamıyle birer oyundur..

     

    Komik, hakikaten çok komik.

    Bakın "Dua" meditasyon için ortaya çıkmış bir etkinlik değildir.

    Nasıl ki pagan inançlarda ya da toteme dayalı inançlarda tılsımlar, sihirler varsa

    Kimi dinlerde de "Dua" vardır.

    Bir hakimiyet, müdahale telakkisi ile ortaya çıkmışlardır ve başa çıkılamayan işlerle başa çıkmayı amaçlar.

     

    Eskiden çaresi bulunamayan hastalıklar için Tanrı'ya yakarılırdı.

    Ama bakıldı ki Tanrı'nın müdahale etmeye niyeti yok, insan bir etkinlik olarak bilim aracılığı ile tedavisini kendi buldu.

    İyileştirmede işe yaramayan dua bu sefer psikolojik rahatlama aracı olarak kullanılmaya itildi.

    Ancak bugün birçok insan etkinliği duadan daha rahatlatıcıdır.

    Cinsellikten tutun satranç oynamaya kadar bir çok etkinlik daha yararlı ve etkilidir duadan.

     

    Evrim belirli bir çevre halinde mantıken yorumlanmış bir kuramdır..Evrim yoktur demiyorum iyi dikkat edin..Tanrı'nın ne olduğunu ve kavramakta yanılanların çoğu hep evrimi benimser..Tanrı bir Doğa gibidir..Şu an ağzımdan doğa lafı çıktı..Doğayı anımsamak gibidir Tanrıyı anımsamak..Birebir aynısı demiyorum gibidir..Tanrı =Akıldır desek yalan söylemiş olmayız..Her zamanki gibi yine insanların oyununa geliyoruz..Bilim ile din arasını perdeleyen insanların.

     

    Yerçekimi de belirli bir çevre halinde mantıken yorumlanmış bir kuramdır.

    Buna dayanarak Ay'ın, Mars'ın, Güneş'in ve dahi diğer gezegenlerin yer çekimi kuvvetleri hesaplanıyor.

    Yerçekimi yoktur demiyorum, iyi dikkat edin.

     

    Bilim ile Din'in arasında kocaman ve uzlaşmaz bir ayrım ve aşılmaz bir perde var zaten.

     

    Yukarıda Tanrıyı kavrayamamış olduğunuzu söylemiştim..Keşke sakalım olsada dinlenilmiş olsam..Belki yukarıda yazdıklarım Tanrı hakkında size yeni bir bakış getirmiş olabilir yada olamaz bilmiyorum ama yinede yazacağım..

     

    Bu foruma iki yıldan fazladır uğramıyorum ve yazmıyorum ama Turkish Media Forum'un eski ahalisi beni çok iyi tanır.

    Tabii ki onlardan kalan varsa, çoğu gitmiş ne yazık ki.

    Ve her zaman söylediğim bir şey vardır:

    "Muhatabınızla tartışmadan önce, eski iletilerine bir göz atın, tanıyın ve ondan sonra tartışın..."

    Hemen her 50-100 iletimden biri böyledir belkide.

     

    Şöyle örnekleyeyim:

    Bugün siz Tanrı'yı kavrayamadığımı iddia ederken, zamanında Tanrı'yı en iyi anlatabilen insanlardan biri olarak anılıyordum :)

     

    Şunu söylemek istiyorum:

    Sizin kafanızda tasarladığınız "Tanrı" fikrinin ne olduğunu bilemem.

    Neye inandığınızı da bilemem.

    Ama inançlı insanların sık düştüğü hataya düşüp;

    "Ama siz Tanrı'yı kavrayamıyorsunuz; siz dini anlamıyorsunuz! Anlasanıza zaten inanırdınız! Bir tek biz kavrayabiliyoruz, kavrayabildiğimiz için de inanıyoruz. Kavrayamadığınız için inanmıyorsunuz ama biz kavradık bla bla bla..." cümlelerini bana sarfetmeyin lütfen.

    Zira duvara toslarsınız, gayet ciddiyim.

     

    İlk önce ol der olur Tanrının yaratmakta zorlanmadığı ve kolaylık olarak bir anlam ifade edebilir..Kimyasal reaksiyonu örnek verebilirim ama tercih etmedim..Çok basit bir örnekle atıyorum sıvı maddenin katıya geçişi..Su mesela buz olduğunda katı bir madde oluyor..Daha önce buz değildi ve buz yok idi..Donarak su oldu..Yani herşey suretinin suretinin sureti..Yokluktan yaratılma budur..Ayrıca bilim gülmez bu kastedilen gülme insana aittir..Yani tarafsızlığını bitirmiş ve bir olgu üzerinde olan insana..

     

    Ya hu yapmayın, "Yokluktan yaratılma" denilen şey ile sizin verdiğiniz örneğin alakası bile yok.

    Siz dönüşümden söz ettiniz, yoktan var etmekten değil.

     

    Var olan bir maddeyi bir halden başka bir hale getirdiniz.

    Buna "Aaa bak buz yoktu da, var oluverdi" denmez.

    Buna "Bakın su, buza dönüştü; çünkü mevcut ısısını kaybetti" denir.

    "Yoktan var etmek" ise bir varlığın hal değiştirmesi değildir.

    Hiç var olmamış bir şeyin, herhangi bir maddi nedene dayanmaksızın var edilmesi demektir.

    Yani 1 hidrojen ve 2 oksijen atomunun birleştirilip suyun elde edilmesi bile değil olay.

    1 hidrojen ve 2 oksijen atomunun bile hiç var olmamasına rağmen suyun birden yaratılması örneğidir kastedilen "Ol" diyerek yaratma meselesi.

    "Abra kadabra" yani...

     

    Eğer sizin mantığınızla giderseniz, dinsel kabullere ve Tanrı'nın öncelikliğine rağmen ezelden beridir maddenin var olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız ki Tanrı'nın herşeyi yarattığı mantığına ters düşer.

     

    Anlattığınız şeyin yaratılma ile uzaktan yakından alakası bile yoktur.

     

    Yani ne diyeyimki..Pes..Verdiğim isimleri araştırın başka hiçbirşey yazmayacağım..Ahura Mazdah,Aten,Manitu,Yehova,Ra,Tengri..Bunların hepsi yaratan Tek Tanrıya aittir.

     

    Şöyle olabilir mi?

    Bunlar, bulundukları coğrafyada birbirlerinden etkilenen inançlar olabilirler mi?

     

    Siz de Paganizmi ve şu adını saydıklarınızdan GökTengri'yi bir araştırın yeniden.

    Araştırırken şuna dikkat edin öncelikle:

    "Öteki Dünya İnancı" ile "Öteki Dünyada Yargılanmak (Cennet-Cehennem)" inançları çok farklıdırlar.

    Birbirlerine kaynak olamazlar.

     

    Bunlar bir yana;

    Tek Tanrılı dinlerin kaynakları bellidir ve kendilerinden önceki AnaErkil inançlar da bellidir.

    Alakaları ve ortak bir kaynakları da yoktur.

     

    Yukarıda yazdım üzerinde düşünmek serbesttir..Üstelik bilimsel olarak kadın vücudu ve insan vücudu arasında farklılıklar vardır..Bu görecelidirde ve göreceli niteliğinde olduğu için halada günümüzde kadına aşağı bir bakış vardır..Hukuk diyorsunuzda hukuk hangi çağda zirvedde sigara yaktı.

     

    Ne alaka bunlar anlamadım? :)

    "Kadın vücudu ile İnsan vücudu arasında farklılıklar vardır" da ne demek ya hu?

    Kadın bedeni, insan vücudu değil mi yani!?

     

    Hem "Üstelik bilimsel olarak kadın vücudu ve insan vücudu arasında farklılıklar vardır" diyorsunuz,

    Hem de "Bu görecelidirde ve göreceli niteliğinde olduğu için halada günümüzde kadına aşağı bir bakış vardır" diyorsunuz!

     

    Oruç çarptı galiba!?

     

    Zaten bu yanlış bilgiler,yanlış kavramalar olduğu sürece Din ile bilimin size göre uzlaşması tamamlayıcı olması birer aptallıktır..

     

    Keşke açıpta bir film gibi gösterebilsem smile.png Çünkü lafla nereye kadar anlatılırki..Adı çıkmış inançlıların,uyuyanların gözü önünde..Gökten taş yağdırsan ne yarar..

     

    Taş yağdırmaya gerek yok, tutarlı olun yeter.

  5. teknik olarak olumden sonrasina inanmayan insan yoktur ...

     

    kucuk bi konsantrasyolna, insan olunce de biyerlerden devam edecegini simdiki birikimi ile de gorebilecektir ...

     

    Kuranda ; yalanladilar diyor ...

     

    inkarda ayak direttiler diyor ...

     

    inanmadilar demiyor biggrin.png vijdanlari kabul ettigi halde kibir ve buyuklenme dolayisi ile ayak direttiler diyor : ))

     

    ayak diretmek demek en kapali ve sozde bilimsel bir uslup ile karsi ataga gecmek demektir ...

     

    'vijdanlari kabul ettigi halde' yani Allah bilinc altlarina mutlaka dogruyu ilham etmistir ..

     

     

    simdi kimseyi kizdirmak gibi olmasin biggrin.png

     

     

    "Kızdırmak" değil de "Güldürmek" diyelim biz ona...

    Ama olsun, güldürmek gibi olsun gerçekten; öyle oldu da zaten.

     

    Kur'an-ın "Yalanlama" olayı zaten mükemmel.

    Bugün bir kimseye "Yalancı" dediğinizde bu doğrudan "Hakaret" kabul ediliyor.

    Bu forumun en hassas kuralları arasında bile geçer bu, yanılmıyorum değil mi?

    Ama Kur'an-da Allah, artık nasıl bir "İnsan Üstü Ahlak"a sahipse, bir insan gibi "Yalancı" diye hakaretler savuruyor.

    Tanrı nedense "über mensch" olmayı beceremiyor.

     

    İşin daha da ilginç yanı şu:

    Felsefede temel bir kabul vardır ki;

    "Paylaşmadığınız inançlar, sizin için bir yalandır..." şeklindedir.

    Kim söylemiş diye aramayın, ben uydurdum ama emin olun ki evrensel bir kanaattir.

    Şöyle ki:

    Bir Hıristiyan için İslamiyet'in kabulleri yalandan ibarettir; yani ona göre Müslümanlar yalancıdır.

    Bir Yahudi için de herhangi bir Tek Tanrılı inanca sahip olmayanlar yalancıdır.

    Şaşırmayın; Yahudilikte aslen İslamiyet'i reddetmek gibi bir anlayış yoktur;

    Diğer İbrahimi dinleri "Yanlış/Yalan/Değiştirilmiş" kabul etmek siz Müslümanlara özgü sadece.

    Kur'an-da bile yok aslında böyle bir mantık...

    Neyse, söylemek istediğimi anladınız;

    Bir Budist için de Müslümanlık, bütünüyle yalandır.

    Eğer Paganist olsaydık, Hıristiyanlığı yine "Yalan" bulacaktık.

     

    Yani şu var:

    Tamam, Kur'an-da, ona inanmayanlar "Yalancı" olarak adlandırılıyor, yalan söyledikleri söyleniyor...

    Ama siz de diğer inançlara göre "Yalancı" konumundasınız aslında...

    Hıristiyanlığa göre de siz birgün gerçeği göreceksiniz ve şu an büyük bir günah içerisindesiniz.

    Kurtarılmayı bekliyorsunuz ve Rabb'in sizin için bir planı var!

    Şu an bir yalanın içinde debeleniyorsunuz ama gelecekte anlayacaksınız ne kadar büyük bir yalan içinde olduğunuzu.

     

    Ve siz şu an büyük bir kibir içerisindesiniz.

    İsa'nın, Baba ve Kutsal Ruh'un bağışlayıcılığını bildiğiniz halde kibirinizden dolayı reddediyorsunuz.

    Bana kızmayın, İncil'in söylediği şeyler bunlar.

    İncil'de öyle söylüyor...

     

    Bu mantık size bir fikir verdi umarım...

     

    Bunun yanında "İnanmayan İnsan" vardır.

    İnanmak ile Bilmek arasındaki farkı öğrenmeniz gerekiyor önce.

     

    Şöyle bir test yapabiliriz:

    Size şu an masamın üzerinde duran bir nesneden bahsedeyim.

    Şeffaf ve elastik bir nesne.

    Mavi bir kapağı var ve şu an soğuk.

    İçinde de bir sıvı var.

    O sıvı da şeffaf ve bir miktar kendisinin katı halini barındırıyor içinde.

    Bu yüzden soğuk zaten ve içtiğiniz vakit sizi serinletiyor.

    O sıvıyı barındıran şeffaf nesnenin dışında "ERİKLİ" yazıyor, ne hikmetse.

    Ve sanıyorum sıvı nesnenin katı formunun etkisinden olsa gerek, bu şeffaf nesnenin dış yüzeyi nemli.

    Yani barındırdığı o sıvının aynısını ama çok az miktarını ve damla halinde dış yüzeyinde tutuyor.

     

    Muhtemelen masamın üzerinde duran şeyin ne olduğu ile ilgili güçlü bir tahmininiz var.

    Bu satırları okuyan herkesin güçlü bir tahmini var şu an.

    İşte bu "İnanç".

    Çünkü masamın üzerinde gerçekten böyle birşey olup olmadığına dair elinizde tek bir kanıt bile yok.

    Eğer aranızdan biri çıkıp, ekranın bu tarafına gelip bakabilme imkanına sahip olsaydı

    İşte o zaman "Bilmek" imkanıza sahip olurdu.

     

    Peygamber denilen insanlar size güçlü betimlemelerde bulunan ama aslında bol keseden sallayan insanlardır.

    Edebi yönleri olabilir ama ben de size az önce güçlü bir betimleme yaptım.

    İtiraf edin, bir ara gerçekten masamda o nesnenin var olduğunu sandınız.

    Oysa sarımtrak renkte ve içimi (bence) hoş olan ama bol içince kafa yapan; yine soğuk bir içecek var...

    Onu barındıran nesne koyu kahverengi ve oldukça kalın bir camdan yapılmış.

    Metal bir kapağı var ve Ramazan'ın bu akşamında millet Sahur'a hazırlanırken ben sağlam biçimde demleniyorum.

    Muhtemelen yarın pek de ayık olmayan bir kafa ile karşılarına çıkacağım.

    Ve muhtemelen (Malatya'daki dindaşlarınız gibi belkide) kızgınlık sergilediniz ama bu da yalandı.

    Kızdınız ya da gülümsediniz bilemem ama sonuçta gerçek olmayan bir ifadeyi-betimlemeyi gerçek olarak algıladınız bir an için.

    Alınmayın, bu mübarek gecede demleniyor değilim.

    Mübarekliğinden değil, şu an yanımda şişe yok da ondan.

    Ama eğer ne içtiğime "İnanmayı" bırakıp, ne içtiğimi "Bilmek" istiyorsanız, ekranın bu tarafına gelmek zorundasınız.

     

    Sizin, peygamberinizin size anlattığı ve "İnandığınız" şeylerin gerçekte olup olmadıklarını "Bilecek" cesaretiniz var mı?

     

    Biliyor musunuz bilmiyorum ama şimdiye kadar hiçbir Bilimsel araştırma, Allah'ın varlığına dair en ufak bir kanıt ortaya koyamamıştır.

    Çünkü o tasavvur, ölçebileceğimiz, deneye tabi tutabileceğimiz, gözlemleyebileceğimiz bir şey değil...

    O, herhangi bir "Şey" değil.

    Çünkü öyle bir şey yok...

    En azından herkese kendi varlığını kanıtlamak için ortaya çıkmayı akıl edene kadar...

     

    Dediğim gibi "İnançsız İnsan" vardır;

    Teoride de, Pratikte de...

    Asıl sorun, insanların İnançsızlığı olumsuzlaması ve İnanç denilen sanrılar yumağını ululamaları...

  6. hersey ziddi ile anlam kazanir .. elmas tasa karanlikta kucuk bi aydinlatma ile bakicaksin ; gunes isiginda bakarsan siradan gozukur ...

     

    Herşeye anlam kazandıran şey "Zıddı" değildir.

    Herşeyin ölçüsü, yine bir başka bir "Şey"dir.

    Bu da "Zıddı" olmak zorunda değildir.

    Muhtemelen siz "Sıcak-Soğuk" konusuna da aynı mantıkla yaklaşıyorsunuz ve "Sıcak"ı ancak "Soğuk" nedeni ile anlayabildiğimizi sanıyorsunuz.

    Oysa "Soğuk" ve "Sıcak" diye bir ayrım yoktur ya da bu ikisi birbirinin zıddı değildir.

    Sıcaklığın ne olduğunu biliriz ama bunu zıddı nedeni ile değil, salt varlığı nedeniyle biliriz;

    Zira onu ölçebiliriz.

     

     

    cehennem, cennetin dinamigidir, onun kontrastidir .. cehennemdekilerin akillari alinir .. oludurler .. kendi kendilerini bilmezler ...

     

    Cehennem bir "Cezalandırma/İşkence" yeridir.

    İlginçtir ki Allah, yarattığı insanlara kin güdüp kıskanabiliyor ve böyle bir işkence mekanında sonsuza kadar onları cezalandırabiliyor.

    En psikopat insanın bile uzun süre yapamayacağı bir iştir bu aslında ama iradelerin en büyüğüne sahip Allah artık nasıl bir psikolojiye sahipse, bu işkenceden zevk alıyor.

     

    Bu bir yana;

    Mantığınız tümüyle tutarsız.

    Zira ceza, bir suç karşılığında verilir ve en temel koşulu, cezalandırılan kişinin bilinçli olması durumudur.

    Yoksa verilen cezanın bir anlamı ve önemi kalmaz.

    Aklı yerinde olmayan ve suçunun bilincinde olmayan kimseye verilen ve uygulanan ceza fuzulidir, gereksizdir, anlamsızdır.

    Bu yüzden eğer Allah, cehenneme gönderdiği kimselerin akıllarını alıyorsa ve onlar kendilerini bilmiyorlarsa, Cehennem amacını ve anlamını yitirmiş bir mekandır ve gereksizdir.

    Sizin mantığınıza göre ise yine Allah, hiçbir şeyi gereksiz yaratmamış olmalıdır;

    Öyleyse cehennemdeki insanların bilinçleri konusundaki mantığınız, inancınızla muazzam bir çelişki içerisindedir.

     

    Her neyse, diğer bütün tutarsızlıklarınıza değinmek de fuzuli şu an.

     

    Bilim ve din birbirini tamamlayıcıdır..Bu iki büyük kuvvet insanı ilerleme ve yücelmeye yöneltir.İnsan problemlerini çözer.Onun fiziki,ruhani,entelektüel kapasitesine açıklık verir.Bilim akıl kuvvetlendirir,din kalbe ve ruha safiyet sağlar.Birisi onu fiziki yönden hayata kavuşturur,ötekisi ruhani hayatı zenginleştirir.Bilim doğanın kuvvetlerini kontrol etmek için insana olanak sağlar,din ise insanı manasız bencil duygulardan kurtarır.Bilimin her dalı kendi alanında sınırlanmış kkonuları ve araştırmaları yapar,doğal bilimin hükmü altında ölçülemeyen ve tecrübe edilemeyen her ne varsa bilim onunla meşgul değildir.

     

    Bilim Tarihi dersi vermek istemem şu an ama ne yazık ki Bilim ile Din birbirlerini tamamlayıcı değillerdir.

     

    Din, Bilim ile uyuşma şansını, Bilim'in alanına giren konularda ahkam kesmeye başlamakla yitirdi.

    Bir dakika, aslında tam tersi oldu...

    Atalarımız dik yürümeye başladıktan sonra beyinleri gelişme imkanı buldu;

    Tabii ki bunda ellerini ve dillerini kullanabilmeleri büyük katkı sağladı.

    Sonrasında kendi varlığının farkına vardı ve kendisine bir yer tayin etti doğada.

    Fakat anlamlandıramadığı şeyler vardı ve bunlara birer imaj yükledi; görevler atadı.

    En nihayetinde bunlar inanç-din olarak ortaya çıktı ama kaynağını tekrar eden ama anlaşılamayan olaylardan ve olgulardan alıyordu.

    Şimşeğin çakması, yağmurun yağması, doğanın canlanması.

    Sonra atalarımız, doğaya müdahale edebileceklerini öğrendiler; ateş, tekerlek, çekiç ve benzeri araçlar yaptılar.

    Ama henüz hükmedemedikleri şeyler de vardı;

    İstedikleri zaman yağmur yağmıyordu ya da düşmanlarına istedikleri gibi karşı koyamıyorlardı.

    En basitinden av bereketli geçmeyebiliyordu veya ektikleri ürünler yeterince vermeyebiliyordu.

    İşte bunun üstesinden Doğa Üstü'ne başvurarak çıkmaya çalıştılar ve halühazırda oluşmuş bulunan Din'in içine "Büyü-Sihir-Dua-Tılsım-İksir" girmeye başladı.

    Tamam tamam, "Dua" sizin için kutsal ama ne yazık ki tarihsel olarak Büyü, Sihir ve Tılsım'ın başka bir versiyonu aslında.

    İşte Bilim, bu noktada ortaya çıkmaya başladı.

    Doğaya hükmedemedikçe insan, hükmetmenin yollarını aradı.

    Daha önce aklına estikçe her konuda ahkam kesen dinin yanılgıları da böylece Bilim tarafından ortaya çıkarıldı.

    Böylece sonradan Bilim'in alanına girecek konularda önceden söz söylemiş bulunan Din, kaybedeceği muhakkak bir yarışı da kendi başlatmış oluyordu.

     

    Din, insanlara bir takım Hukuki normlar dikte etti.

    Örneğin; "İki kadının şahitliği, bir erkeğinkine eşittir" dedi.

    Hukuk Bilimi ortaya çıktı sonra ve dedi ki;

    "Ee daha neler! Bak Evrensel Hukuk diye birşey var, farkında değilsin belki ama senin Yerel Hukuk anlayışın eskidir, demode oldu, ihtiyaca karşılık vermiyor. Kadın ile Erkek bal gibi de eşittir..."

     

    Din, insanların Biyolojik varlığı ile ilgili anlayışlar dikte etti.

    Örneğin;

    "Topraktan Yaratıldınız" dedi, "Su'dan Yaratıldınız" dedi, "Meni'den Yaratıldınız" dedi...

    Artık hangisi tutarsa...

    Ama büyük bir Devrimci çıktı karşısına, büyük bir iddia ile; Darwin ve Evrim Teorisi...

    "Hooop! Sen böyle diyorsun hocu ama bak biz inceledik ve gördük ki buna dair bir kanıt yok! hadi onu bırak görebildiğimiz kadarıyla bütün canlılar öyle ayrı ayrı yaratılmış da değiller; ortak atalardan gelmişiz!"

    Ne var biliyor musunuz?

    HY'nın iddialarının aksine bugüne kadar yani 150 yıldır Evrim'i olumsuzlayan, olmadığını düşündürecek tek bir bilimsel kanıt bulunamamıştır.

    Konu ile ilgili bütün bilim dalları, Evrim'i salt bir gerçeklik olarak kabul ederler ve bulguları da evrimi kesinlikle kanıtlar.

     

    Din, insanların Sosyal Yaşantıları konusunda da ahkam kesti.

    Adem ile Havva mitini yarattı ki içler acısı...

    Bakarsın ki İnsanlık, doğasına aykırı olmasına rağmen Erkek'ten türemiş...

    Doğurgan olmasına karşın Kadın, Doğurganlığı olmayan Erkek'ten üretilmiş...

    Din bize "Ahanda bak, en başından beridir AtaErkilsiniz siz; buna göre yaşayın" diyor.

    Ama Antropoloji, Arkeoloji bilimleri ortaya çıktı ve Dinin bu konuda yenilir yutulur olmayan bir yalan söylediğini kanıtladı.

    Meğer ki ilkel atalarımız aslında AnaErkil imişler.

    Ve meğer ki özel mülkiyeti yaratan erkek, kadını kontrol altına alabilmek için AnaErkil mitleri, dinleri, inanışları devşirmiş.

    Önceden "Bereket"i simgeleyen organları "Avret" olarak nitelendirmiş ki erkeğin sûlbü tehlikeye girmesin;

    Öyle ki AnaErkil toplumda çok eşlilik mevcuttu...

    Bakmış ki bu yetmiyor, bir "Başlangıç Miti" lazım;

    Doğurganlığı nedeni ile Doğa ile özdeşleştirilen kadını ve özdeşleştirildiği imgeleri silmek istemiş.

    Otoritesiz-Devletsiz Toplum'un yerine Özel Mülkiyet'i, Otoriteyi ve İktidarı getirmiş...

    "Doğa Ana" gitmiş, yerine "Devlet Baba" gelmiş...

    "Doğurgan Ana" gitmiş, yerine "Doğurgan Adem" gelmiş...

    Tanrı da Adem'in ilahi bir yansıması oluvermiş;

    Onun gibi kindar ama onun kadar masum...

     

    Onlarca örnek verilebilir...

    Din "Ol deyince oldururuz" der;

    Bilim buna güler ve "Hiçbir şey yoktan var edilemez ve vardan yok edilemez" der geçer.

     

    Din "Her topluma elçi gönderdik" der;

    Bilim bir araştırır bakar ki buna dair tek bir örnek olmadığı gibi mantıkları, algıları, kaynakları birbirinden fersah fersah farklı binlerce başka inanç var.

     

    Din "Erkek, kadından bir adım öndedir" der;

    Bir Bilim olarak Hukuk ve Sosyoloji onun gözlerine bakar ve "Utanmadan bir de yalan söylüyorsun değil mi?" der.

     

    Din Kıyamet hakkında atar tutar;

    Bilim bir bakar ki gerçeklerle hiç alakası yok...

     

    İşin ilginci;

    İnançlı arkadaşlar da, ki tamamen iyi niyetlerinden, minareyi kılıfına uydurmakta muazzam bir çaba harcarlar.

     

    Her neyse;

    Din ile Bilim, uzlaşabilir değillerdir.

    Din bir motivasyon kaynağı da değildir.

    Bir Bilim İnsanı, bir motivasyon kaynağı arıyorsa gider iki tek atar, alır motivasyonunu...

    Veya resim çizer...

    Müzik dinler, enstrüman çalar...

    Yüzer ya da yürür...

    En basitinden Yoga yapar...

    Bunların hepsi çok daha iyi motivasyon sağlayan etkinliklerdir.

    İnsan psikolojisini mi rahatlatacak?

    Çoğu zaman sessizlik en büyük motivasyonu sağlar...

    Ya da şişenin dibini gördüğü bir gece de yapar bunu...

    En sağlam arkadaşıyla sık sık görüşmek de aynı etkiyi sağlar, siz hiç merak etmeyin...

    Yeter ki Dinin "Her Şey Olmadığı"nı, dahası "Bir Hiç" olduğunu görün...

  7. Cyrano, bu foruma ilk geldiğim andan itibaren her yazdığı iletiyi dikkatle okuduğum birkaç insanın başında yer alır.

    Sonuçta kendi kararıdır, fakat zamanında forumdan ayrıldığını ilan eden birisi için yaptığı yorumu hatırlıyorum, belki iki sene önce kadardı sanıyorum.

    Foruma "Ben gidiyorum" yazıp da bunu gerekçelendiren birisinin, aslında gitmeyeceği, zaten gidemeyeceği için böyle birşey yaptığını söylemişti.

    Gerçekten gidecek olan kişi, ona göre; zaten gider...

    Gerekçelendirmesine gerek yoktur...

    Mantığı böyledir Cyrano'nun...

     

    Her zamanki tutarlılığı gibi, yine tutarlı davrandı.

    Vefa borcu olarak gayet açık ve net bir veda;

    O kadar...

     

    Gerekçesi yok, gerekçeye gereksinimi de yok...

    Şunu çok iyi biliyorum bu yüzden:

    Cyrano, kararını vermiş ve bu kararında tutarlılık gösterecek birisidir.

    Bir kere olsun tutarsızlık göstermesini dilerdim elbette.

     

    Ne mutlu ki başka iletişim yolları da var ve Cyrano'yu, bir arkadaşı olarak, kaybetmiş değilim.

    Uzun uzadıya yazılarını okumak çok değerli,

    Bu yazılarından mahrum kalacak arkadaşlara geçmiş olsun diyorum...

     

    Tartışmalar daha bir eksik geçecek ne yazık ki...

  8. Dahe ellerine gecirdikleri terörüst basini idam etmekten aciz siyasiler, O' nun icin milyonlarva dolar para harcayip otel gibi hemde korumali bir "hapsihane" yaptiranlar,..... sorumlu olmuyor bugünlere gelisimizde sadece AKP oluyor. Bizde yuttuyduk yani.

     

    Pardon ama siz değil miydiniz, Apo'nun bu sorun içerisinde muhatap alınması gerektiğini söyleyen?

    PKK'nın ve Apo'nun, Kürt Sorunu'nun tarafı olduğunu söyleyen...!

    Hayırdır?

     

    Perhiz ile Lahana Turşusu ikilemi...

  9. Öyle tahmin etmiştim ben de :)

     

    Fakat özür dilemişsin ama arama zahmetine girmemişsin. İlla benim mi göstermem gerek ben anlamadım ? :turned: Bu başlıkta var cevabım önceki sayfada ve asıl kendi açtığın bir başlık var hani Çağdaşlık falan diye, orada da yazdığıma cevap vermemişsin.

     

    Üstelik benim cevabımın hemen altında ve üstünde yazan arkadaşların yazdıklarına cevap verdiğin halde...

     

    Tartışma konusu bu başlığın değil ama neyse!

    Ah bir de benim sorduğum sorular arada kaynamasa!

    Nedense her soru arada kaynamış!

  10. Atatürk'ün yaptigi en büyük devrim yani Kemalist Devrim, Cumhuriyet'in ilanidir.Cumhuriyet onun Türk ulusuna en büyük armaganidir.Cumhuriyetten sonra yapilanlarin hepsi Cumhuriyetin kazanimlaridir.

     

    Atatürk yaptigi devrimlerle,öncelikle halkin egemenligi kendi eline almasini saglamis,laik sistemi kurmus ve vicdan özgürlügünü saglayarak hukuk,egitim ,ekonomik,sosyal ve siyasi yani tüm sistemi temelden degistirmistir.En önemli devrimlerden biride insanlarin kafa yapilarini,düsünce tarzlarini degistirmesi,Türk insanini cagdaslastirip toplum yapisinda köklü degisiklikler yapmasidir.Ciktigi yolda bircok ihanet ve suikastle karsilasmistir.

     

    Atatürk batiya yönelmis fakat "MILLI DEGERLERI "korumustur.Bugün Atatürk karsitlari ise milli olan herseye de karsidir.

     

    Bugün bir Anti-Kemalist Devrim süreci yasanmaktadir Türkiye'de.Bu anti-Kemalist devrim sürecinde rol alanlarla dün Atatürk'e ve onun devrimlerine karsi olanlar ayni kesimlerdir.Yani,bölücü,dinci ve isbirlikci kesimler.

     

    Anti-Kemalist Devrim sadece Atatürk karsitligi degildir.Tüm onun eserlerine karsi olmaktir.Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus devlet hüviyetini,üniter yapisini ve laik düzenini hedef alan her türlü girisim,eylem düsünce ve düzenlemeler,karsi devrim yani anti-Kemalist devrimin bir parcasi demektir.Karsi devrim iki ayaklidir:1-Laik düzeni hedef alan kökten dinci ve siyasal Islam,2-Üniter yapiyi ve ulus devleti hedef alan bölücülük.

     

    Atatürk celme takti,sunu yapti bunu yapti tarzi yaklasimlar Anti-Kemalist Devrimcilerin calisma metodlaridir.

     

    saygilarla

     

    Politika;

    Aslında bunu tartışmak bile abes...

     

    Arkadaş, İtilaf Devletlerinin işgalini meşru ve yerinde görüyor;

    Hatta o işgal gerçekleşti diye seviniyor...

     

    Daha ne olsun?

     

    Ve çıkarlar sonra Anti-Emperyalist söylemlerde bulunurlar...

    Emperyalizm adına Anti-Emperyalistçilik oynarlar...

     

    Maslum Milletler'e model olabilecek en önemli Devrim, Türk Devrimi olacak;

    Ama birileri çıkıp bunu devrimden saymayacak!

    Şöyle ciddi bir tartışmada söylense bu;

    Kınarlar valla...

     

    Aklı başında hiçbir Tarihçi de zaten çıkıp bu sürecin "Devrim Olmadığını" söylememiştir.

    Dominik o kadar emin ise, Türk Devrimi'nin Devrim olmadığı yönünde yorum yapan tek bir ciddi kaynak kitap göstersin.

  11. Carlik Rusyasina karsi mücadele edenlerin tümünün sosyalist ve komunist olmadigini bizde biliyoruz.

    Belli, bildiğinizden şüphe edemiyoruz zaten...

     

    Türkiye'de 1. dünya savasi döneminde Atatürk Osmanli adina ordunun basinda savasan bir kumandandi. 1. dünya savasi döneminde Atatürk halki opsmanliya karsi bilinclendirdide ve saltanati yikip Cumhuriyet devrimini yapacagini anlattida bizmi okumadik acaba?

    Cyrano'nun yazdığı son iletiyi okuman yeterlidir yeniden...

    Ve Kurtuluş Savaşı sürecindeki Genelgeleri, Kongre kararlarını ve hatta İstanbul'a karşı yazılmış fetvaları okursan, ne kadar bilgilendirilip bilgilendirilmediğini kavrarsınız.

     

    Istediginiz kadar uzunca yazin ve bizi bilmemekle suclayin ama ben buradan sunu iddaa ediyorum. Eger 1. dünya savasinda Osmanli kaybetmeseydi ve sonunda da ülke isgal altinda olmasaydi biz bu günlerde Atatürkten falan bahsetmiyecektik ve büyük bir ihtimallede Arap ülkelerindeki Cumhuriyetlerden fazla bir farkimiz olmayacakti.

    Zaten o ülkelerden farkın olabildiği için yapılanlara "Devrim" diyoruz a kuzum...

     

    Ben Atatürk'ü ve yaptiklarini kücümsemek adina falan söylemiyorum bunlari ama evrensel anlamda bildigimiz devrimler ile fazla bir iliskiside olmamistir.

     

    Cyrano'nun iletisine göz atmakta fayda var:

    Dostum merak ediyorum gerçekten böyle olduğunu mu sanıyorsun? yoksa nasıl olsa aslını bilen yoktur diye mi düşünüyorsun ? :)

    ...

    E bak öğretiyorum işte dostum. Çin'de devrim nasıl olmuş, Rusya'da nasıl olmuş diye. Ne fark var ?

    ...

    Gördüğün gibi dünyada hiçbir devrim senin sandığın gibi gerçekleşmemiştir.

    Lütfen aynı biçimde karşılaştırarak ve bilgi vererek düşüncelerini yeniden dile getirir misin?

    Yapabilirseniz...

  12. Istediginiz kadar uzunca yazin ve bizi bilmemekle suclayin ama ben buradan sunu iddaa ediyorum. Eger 1. dünya savasinda Osmanli kaybetmeseydi ve sonunda da ülke isgal altinda olmasaydi biz bu günlerde Atatürkten falan bahsetmiyecektik ve büyük bir ihtimallede Arap ülkelerindeki Cumhuriyetlerden fazla bir farkimiz olmayacakti.

    Ben o yüzden 1. dünya savasinda osmanlinin yanblis tarafta olduguna´ve sonunda ülkenin isgal edildigine cok seviniyorum cünki, böylelikle osmanidan kurtulma firsatimiz oldu.

     

    Osmanlı'dan kurtulabildiğine göre, demek ki Türkiye'de bir Devrim yaşanmış öyle değil mi?

     

    Ne yazık ki o işgal etmelerine sevindiğin İşgal Devletleri'nin düşüncesi, Türkiye'de bir Devrim'e neden olmak ya da Osmanlı'yı yıkmak değil;

    Osmanlı Devleti'ni, kendi uygun gördükleri çerçevede yaşatmaktı.

     

    Osmanlı Devleti'nin yıkılmasına seviniyorsan, o devlet Anadolu Devrimi sayesinde tarihe karışmıştır.

    Saltanatını da kaldıran T.B.M.M.dir,

    Halifeliğini de kaldıran T.B.M.M.dir,

    Tüm kurum ve kuruluşlarını ve toplumunu da yenileyen T.B.M.M.dir.

     

    Tutup da Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını İşgal Güçlerine bağlayabiliyorsanız,

    Gerçekten de bu konuları bilmiyorsunuz demektir.

     

    Ha ama şu var:

    Osmanlı bir savaş yaşamasaydı ve Mondros Mütarekesi imza edilmeseydi,

    Ya da Osmanlı Hükümeti o ateşkese karşı dursaydı başka şeyler olabilirdi...

    Fakat ne olurdu bilemeyiz...

    Tarih, olmayan şeylerle ilgilenmez çünkü...

     

    Fakat mantığınız oldukça yanlış;

    Çünkü "Dünya Savaşı çıkmasaydı, Türkiye'de değişim olmazdı" deyip,

    "Türk Devrimi diye birşey yoktur" argümanını buna bağlamak,

    Aynen şuna benziyor:

    "Amerika Fransız sömürgesinden çıkıp, Fransa'da halk açlıktan sürünmeseydi, Fransız Devrimi olmazdı; o yüzden bir Fransız Devrimi yoktur."

    "İngilizler Amerika'yı kolonize edip sömürmese ve Amerikalılar buna karşı direnmese, Amerikan Devrimi olmazdı; o yüzden bir Amerikan Devrimi yoktur."

    "Karl Marks, Engels ile Komünist Manifestoyu yazmasa ve Rusya'da uygun koşullar olmasaydı, Rus Devrimi olmazdı; o yüzden bir Rus Devrmi yoktur."

    "Balık kavağa çıkmasaydı, Hamsi Buğulama yapamazdık; öyleyse Sokrat insandır!"

     

    Bana, Türk Devrimi'ni "Devrim" olarak görmeyen tek bir tarihçi gösterin ya hu!

     

    Kimle neyi tartışıyorum abi ben!

     

    Aslında şu an çok sinirliyim;

    Çünkü birisi çıkıyor ve I. Dünya Savaşı'nda binlerce insanın katledilmesine neden olan haksız bir işgale 85 yıl sonra sevinebiliyor.

    Ve bunu da "Osmanlı yıkıldı çünkü" diye çok uygunsuz bir bahaneye bağlıyor!

     

    Yazılarınızı okudukça,

    Yazmadan önce iki kere düşünmenin önemini çok iyi anlıyorum!

  13. Daha İhtilal ile Devrim arasındaki farkı bilmiyorsunuz ve Rus, Çin Devrimlerindeki İhtilal aşaması ile Devrimi karıştırıyorsunuz.

    İhtilaller, halkın kalkışması ile yapılır.

    Devrim'in yenilikçi ayağı ise yukarıdan inmedir; halkın talebi ile değil...

     

    Dostum senin devrim denilince anladığın '' Sosyalist devrim ''miydi ? Devrim kavramını yalnızca sosyalist devrime sıkıştırmışsın ve ayrıca ihtilalle devrimi de karıştırmışsın.:)

     

    Üstelik diğer iddialarının da cevabını başka bir başlıkta vermiştim, herhalde okumamışsın.

     

    Aklın yolu bir...

  14. Sayın tengeriin boşig, bu konuda ne düşündüğünüzü çok iyi bildiğim için burada bir terslik var gibime geldi. Bu sizin kendi yorumunuz değil mi, "Türklük, farklı etnisitelere sahip olsa da bir ulus olarak kabul edilmiş" doğru olan da bu değil mi?

    Tamam ikinci cümle tutarsız.

    Şunu derseniz anlarım, Kürtlüğü ulus olarak kabul eden biri diğer bütün etnisiteleri tek bir ulus olarak kabul etmiş bu nedenle tutarsız derseniz amenna.

    Ama sonundaki ikisi de tutarsız deyince doğru tanım da tutarsız olarak kabul edilmiş gibime geldi.

    Yılmaz;

    İki ayrı önerme olarak ele almalısınız...

     

    Şöyle tanımlayayım ilk önermeyi:

     

    Türkiye'de Kürtlerden başka hangi etnik kökenden olunursa olsun, hepsi "Türk Irkı"ndan sayılmış.

    Kürtlük de bunun dengi olarak verilmiş...

    Demişim...

    Yani ilgili yazıda, Türkiye'de "Kürt Olmayan Herkes", ırk olarak "Türklük" ile tanımlanmış

    Ve bunun karşısında Etnik Unsur olan "Kürtlük" kıyaslanmış olmalı.

    (bu ilk olasılık)

     

    Bu anlam katılmış ise, bu yanlış bir kıyaslamadır;

    Çünkü bu açıdan bakıldığında Kürt Olmayan diğer unsurların hiçbirisi "Türk Irkı"ndan değildir.

    Ve zaten yine aynı açıdan Türklük, Irkı değil Ulusallığı temsil eder.

     

    Bu ilk önermeydi...

     

    İkinci önermeye geçecek olursak:

    Ya da şöyle de düşünebiliriz:

    Türklük, farklı etnisitelere sahip olsa da bir "Ulus" olarak kabul edilmiş,

    Kürtlük de bunun karşısında diğer bir Ulus olarak görülmüş...

     

    Yani ilgili yazıda, Türkiye'de "Türklük", olduğu gibi "Ulus" olarak tanımlanmış

    Ve bunun karşısında, aslında etnik unsur olan "Kürtlük" kıyaslanmış ve "Kürtlük" de bu yüzden "Ulus" olarak kabul edilmiş olmalı.

    (bu ikinci olasılık)

    Bu da yanlış bir kıyaslamadır;

    Çünkü bu açıdan bakıldığında Kürtlük, "Türklük" gibi bir "Ulus Toplum Yapısı" değildir.

    Ve zaten yine aynı açıdan Kürtlük, Ulusallığı değil "Etnik Kökeni" temsil eder.

     

    Yani "Nüfus" bakımından Türklük ile Kürtlüğü kıyaslayabilmek için;

    Ya "Türklüğü" aynen "Kürtlük" gibi bir Etnik Unsur olarak tanımlayacak

    Ve Kürt Olmayan herkesi bu kategoriye koyacaksınız (koymayabilirsiniz ama ilgili yazıda koymuş).

     

    Ya da "Kürtlüğü" aynen "Türklük" gibi bir Ulus Toplum olarak tanımlayacak

    ve Kürtlüğü, tüm diğer Etnik Unsurlardan ayrıcalıklı bir anlama bürüyeceksiniz.

     

    Hangi açıdan bakarsanız bakın;

    İkisi de yanlış olur...

    Çünkü konu itibarıyla

    Ne Türklük, Kürtlük ile denkleştirilip karşılaştırılabilecek Etnik bir Unsurdur...

    Ne de Kürtlük, Türklük ile denkleştirilim karşılaştırılabilecek Ulusal bir Toplumdur...

     

    Dolayısı ile konuyu açan iletide büyük bir yanlış yapılmış

    Ve bir "Ulus (Türklük)" ile o Ulusun parçası olan bir "Etnik Unsur (Kürtlük)" kıyaslanmış.

  15. Fazla milli düşünseydi, kafatasçı mı olacaktı yani ? :)

     

    Türk demek ne demek ? Türk adı yalnızca bir etniki mi gösteriyor Türkiye Cumhuriyetin'de de, hesap yaparken Türk-Kürt gibi bir ayrıma gidilebilsin.

     

    Ayrıca, adam kendi tabanına seslenmiş yada bu öneriyi dikkate en çok onlar alır diyelim. E, onların yarısı da Kürt zaten. Bu durumda, aynı oranı, hesabı AKP'ye oy veren ''Türk''lere de uygulaması lazım Diyarbakırlı nicki altında yazan arkadaşın. :D

     

     

    Türkiye'de Etnik olarak baktığımızda Türk ırkından gelen kimse var elbette,

    Fakat konuyu açan iletide sayılara baktığımızda, Türkiye'de Kürtlerden başka hangi etnik kökenden olunursa olsun, hepsi "Türk Irkı"ndan sayılmış.

    Kürtlük de bunun dengi olarak verilmiş...

     

    Ya da şöyle de düşünebiliriz:

    Türklük, farklı etnisitelere sahip olsa da bir "Ulus" olarak kabul edilmiş,

    Kürtlük de bunun karşısında diğer bir Ulus olarak görülmüş...

     

    Hangisinden bakarsanız bakın, ikisi de tutarsız ve gerçeklikten uzak benimseyişlerdir.

    Hiçbir geçerli açıklaması da yoktur.

  16. Kuva_yı Milliye örgütleri niye terörist olsun, sivil halka karşı bombalama, yıldırma, sindirme, katliam saldırıları yapmadılar, işgalci askeri hedeflere saldırdılar.

     

    Bunları eksiksiz bir şekilde yapan İsrail'i terörist yapmayan nedir ?

     

    DemirEfe,

    Ben, "İsrail'i işgalci yapmayan nedir?" diye soruyordum;

    Fakat, açıklamana Cyrano'nun sorusu ile daha iyi bir karşılık verilebilir...

     

    Sivil halka karşı bombalama, yıldırma, sindirme katliam saldırıları yapan,

    Bunun yanında başlı başına işgalci olan İsrail'i

    Terörist yapmayan nedir?

     

    Sanırım yanıtın:

    "Düzenli Ordu'ya sahip olması!"

     

    Yine Cyrano'nun, hakkınızda yansıttığı mantığa dönüyoruz:

    Demek ki PKK ileride devlet ve düzenli ordu kursa,

    Bu sefer onun da terörünü meşru görecek misiniz!

     

    "Meşru" demek "Haklı" demek değildir.

    "Haksız" fakat "Meşru" görmeniz oldukça doğal olabilir...

  17. Şimdi sakın ne alaka demeyin de...

     

    Fosiller insan ile şempanzenin ortak atasının 6,5 milyon yıl önce ormanlarda yaşadığını gösteriyor. Bu atanın ormanda yaşamaya devam eden ardılları şempanzeye evrilirken, savanada yaşamaya uyum sağlayanları ise insana evrildi.

     

    Bilimciler birbirinden farklı insan türlerinin fosillerini bulduklarında, bu farklı insan türlerinin çok merkezli evrildiklerini, Asyalıların farklı bir insan türünden, Avrupalıların farklı bir insan türünden ve Afrikalıların farklı bir insan türünden evrildiklerini düşündüler.

     

    Fakat bu hipotez yanlışlandı. Bugün yaşayan tüm insanlar Afrika'dan çıkan ve Orta Doğu üzerinden dünyaya yayılan tek bir türe aittir. Diğer o fosilleri bulunan insan türlerinin nesilleri tükenmiştir.

     

    Buradan nereye geleceğim: Bilim ırkçılığı yaklaşık 30 yıl öncesinden başlayarak (genetik tekniklerin gelişmeye başlaması) günümüzde tümüyle çürütmüştür. Hepimiz akrabayız. Bu bir...

     

    İkincisi, hepimiz işgalciyiz. Diğer insan türlerini ya yok ederek ya da onlar başka etkenlerle de yok olarak dünyaya yayıldık ve tüm dünyayı işgal ettik.

     

    Konuları kökten ele almakta fayda var...

     

    Yok, ben alakayı kurdum ama Filistin'de katledilen çocuklarla;

    Neanderthal'leri avlayan Homo Sapiens Sapiens arasındaki bağı kuramadım!

     

    O kadar derine gitmeye gerek yok:

    Batı'nın 300 yıllık kanlı sömürgecilik arayışını da bu biçimde meşrulaştırabilirsiniz...

     

    Benim sorduğum şey:

    İsrail'in Şeriatçı ve Irkçı bir anlayışla,

    Filistinlileri katletmeye çalışmasındaki mantığın ne kadar haklı olup olmadığı...

     

    İsrail'i o bölgede "İşgalci" yapmayan nedir?

  18. Burada söylemek istedigim su. Halk biliclendirilerek Osmanliya karsi olmamistir.

    Demişsiniz ve devam etmişsiniz:

    Devrim mesela Rusya'da yapilmistir. Orada insanlar dogrudan Carlik Rusya#sina karsi yapilarak Sosyalizmin arkasinda olmuslardir.

     

    Size göre:

    Türkiye'de insanlar Osmanlılık ne demektir, ne demek değildir; Ulusallık ne demektir, ne demek değildir bilinçlendirilmemiş...

    Ama Rusya'da Devrim'e katılan bütün işçiler, sabahlara kadar Dünya Klasiklerinden tutun Marks ve Engels'in Komünist Manifestosu ile, Batı'nın Devrimci Aydınlanması ile aydınlanmış, eğitilmiş ve hepsi sabahlara kadar Siyasal Sistemler ve Kamu Yönetimi üzerine tartışabilecek düzeye gelip, Olacak O Kadar'ın haber muhabiri Cevat Kelle gibi tam teşekküllü bir biçimde Devrimci olmuşlardı!

     

    Ya ben hayatımda hiç Rus ve Türk Devrimlerine dair tek bir satır bile okumadım:

    Ya da siz bu konudaki tek otoritesiniz...

     

    Halk ülke isgal altinda oldugu icin isgal güclerine karsi olanlarla birlikte o,mustur. Bu demek degildirki kurtulus savasina katilanlarin tümü Osmanli'ya karsiydi ve siyasi olarak istisnasiz Atatürk'ün yanindaydi. Atatürk kurtulus mücadelesinin basariya ulasmasi icin toplumun bütün kesimleriyle konusmustur ve onlari kazanmistir. Kürt'lerde vardi, dincilerde vardi, momunistler de vardi,.... yani her kesimden vardi. Amac isgal güclerini ülkeden atmakti ve basarildida. Sonrasinda kurulan cumhuriyet ve osmanli'nin fesinde bence yanlisliklar yapilmistir. Ülkemizde yasanana devrim denemez nu anlamda. Devrim mesela Rusya'da yapilmistir. Orada insanlar dogrudan Carlik Rusya#sina karsi yapilarak Sosyalizmin arkasinda olmuslardir. Ama Türkyie'de böyle bir gelisme olmamistir. Gelsime sirf isgal güclerine karsi olmustur. Kurtulus savasi yapilirken toplumun degisik kesimlerine verilen sözler sonrasinda yapilmamistir ve bu yüzdende kurulusundan günümüze kadar hayat devamli Cumhuriyet acisindan sancili gecmistir. Kazim Karabekir olayi, Kürt ayaklanmalari,.... bu yanlislarin bir sonucudur. Atatürk Mustafa Suphi ve arkadaslarini dahi karadenizde bogdurmustur. Bize ezberletilenleri burada sayiyoruz. Devrimmis mevrimmis. Alakasi yok. Size sadece sunu sorayim, bakin güya Atatürk laik bir devlet kurdu ve arkasindan diyanetide kurdu. Peki hala Alevi'ler bu laik devletin ve diyanetin neresinde? Devrim nedir? begensekte begenmesekte Rusya'dan, Cin'den, Küba'dan,... ögrenebiliriz.

    İster Küba'dan örnek verin,

    İster Çin'den örnek verin,

    İster İngiltere'den...

    Türk Devrimi, bu devrimler gibi başlı başına bir Devrimdir.

     

    Batılı olsun, Doğulu olsun, aklı başında tek bir tarihçi bile bu sürecin "Devrim Olmadığını" söylemez.

    Ya da bir Tarihçi olarak ben, söyleyebilenine rastlamadım!

     

    Monarşi'den Ulus Devlet'e geçilmiş...

    Toprağa dayalı çökmeye yüz tutmuş üretimden, Sanayiye geçilmiş...

    Yabancılara ait olan kendi denizlerimizi kullanma hakkını üzerimize almışız...

    Harf Devrimi ile %10 olan okuma oranı %85 çıkarılmış; alfabe değiştirilmiş...

    Teokratik sistem yerine Laik bir sistem oturtulmuş...

    Kişiye Dayalı Yönetim yerine Cumhuriyet ilan edilmiş...

    İltimaslara Dayalı kamu yerine Halkçılık tesis edilmiş...

    Medrese Eğitimi yerine Laik Eğitim sistemi kurulmuş...

     

    Ve bunun gibi onlarca devrim...

    Bugün baktığımızda 1918in Osmanlısı ile 1928in Türkiyesi arasında dağlar kadar fark var...

    Ve bu bir devrim değil öyle mi?

    Bir tarihçi çıkıp bunları söylese, kınarlar...

     

    Hele şu halkın bilinçlendirilmemesi olayı beni bitirdi...

    Sanki yeryüzünde referandumla yapılmış bir devrim varmış gibi...

    Daha İhtilal ile Devrim arasındaki farkı bilmiyorsunuz ve Rus, Çin Devrimlerindeki İhtilal aşaması ile Devrimi karıştırıyorsunuz.

    İhtilaller, halkın kalkışması ile yapılır.

    Devrim'in yenilikçi ayağı ise yukarıdan inmedir; halkın talebi ile değil...

     

    Ayrıca Halkın Osmanlı'ya karşı bilinçlendirilmediği düşüncesini ciddiye bile almıyorum ama şu tespiti yapmak boynumun borcudur:

    Mustafa Kemal'in İhtilali gerçekleştirirken halkın bilinçlendirilmediği düşüncesi

    Tam anlamı ile ya bilgisizlikten kaynaklanmaktadır,

    Ya da dilime bile alamayacağım başka nedenlerden...

     

    Açın bakın 19 Mayıs 1919dan itibaren yayınlanan bütün genelgelere ve gerçekleştirilen kongrelerin kararlarına.

    Halka madde madde herşeyin açıklaması ve gerekçesi yapılmıştır.

    Cumhuriyetin temelleri atılmıştır ve halk bilinçlendirilmiştir.

    Kongrelere çağırılan kişiler bile İmam, Esnaf, Ağa olmaktan ziyade;

    Halkın tanıdığı ve güvendiği kişilerin oylanarak seçilen kişilerdir...

    Ve bu insanlar halkı toplayıp, yol ve yöntem hakkında bilinçlendirmişlerdir...

     

    Bunun yanında İstanbul'un fetvalarına bile halk eğilim göstermemiştir;

    Ne olup olmadığının farkında oldukları için.

     

    Bu bilinçlenmek değilse, bende birşey demiyorum daha...

  19. Sayin yilmaz burada kimse kendi kendisini aldatmasin ve pireyide deve yapmayalim. Dünya savasi olmasaydi ve hatta osmanli kazanan tarafta olsaydi bugün baska yerlerde olacagimiz kesindi.

     

    Ya hu yapma Dominik!

     

    Fransa, Amerika'daki sömürgelerini kaybedip; Amerika'da 1776'da İngiltere'ye karşı özgürlük mücadelesini kazanırken, Fransa ekonomik destek vermeseydi;

    Fransız Devrimi de olmazdı...

     

    Ama işte tarih bu ya!

    Çıkıp da "şu olmasaydı, bu olmasaydı" diye konuşamıyoruz.

    Çünkü geçmişte olmuş ve bitmiş olayları inceleyen bir bilimin alanındaki konulardan söz ediyoruz!

     

    Keşke farazi konuşabilmek mümkün olsaydı da;

    Söylediklerinizi önemseyip, katılabilseydik!

  20. Atatürk'ün terörist başı olmayışının nedeni, düzenli işgal ordularına karşı düzenli ordular kurup askeri hedeflere saldırması, sivil halka karşı terör eylemleri, katliamlar düzenlememesidir...

     

    O zaman Kuva-i Milliye çeteleri, birer terör örgütüydü!

    Öyle mi?

     

    Şanlı Urfa'nın, Kahraman Maraş'ın, Gazi Antep'in savunmasında ve kurtuluşunda rol alan, düzensiz Kuva-i Milliye çeteleri mesela...

    Terör örgütüydüler...

    Öyle mi?

     

    Düzenli Ordu kuruluncaya dek, Samsun'a çıkışı ile birlikte, insanların bu örgütlere katılmasının, mücadele etmesinin emrini veren Mustafa Kemal idi...

    Havza'dan tutun Amasya'ya kadar Kuve-i Milliye çetelerini tüm kongre ve genelgelerde "Ulusun Etken Gücü" olarak kabul ettiren de Mustafa Kemal idi...

    Samsun'a çıkmadan önce, Anadolu'da bu türlü yerel çetelerin örgütlenmesinin arka planında var olan kişi de Mustafa Kemal idi...

     

    Hadi, Düzenli Ordu "Terör Örgütü" değildi;

    Ama bize göre, bizim haklılığımıza göre "Terör Örgütü" değildi.

    Gidin bakalım İstanbul Hükümet ve İşgal Kuvvetleri, o direnişi, o düzenli orduyu ne olarak tanımlıyor?

    Doğrudan "Anadolu'da masum halkı padişaha ve halifeye karşı kışkırtan; onları desteklemeyen halkı da katleden mahluklar" olarak tanımlıyor;

    Terör örgütü olarak tanımlıyor!

    Fetvaların hepsini bir okuyalım, inceleyelim isterseniz;

    Doğrudan bu ifadeleri kasteden uzun uzadıya söylemlerle karşılaşırsınız.

     

    Eğer o mücadeleyi kazanmasaydık;

    Bugün Mustafa Kemal, bir terör örgütünün başı konumunda lanse edilecekti...

     

    Bu neyse;

    Peki, Düzensiz Kuva-i Milliye çeteleri terör örgütü müydü o zaman?

    Düzensizdiler...

    Yeri gelince halka baskı kuranları da vardı...

    Halktan para toplayanı da vardı...

    Düzenli Ordu'ya katılmaya karşı sıkı sıkıya direnenleri de vardı...

     

    Kuva-i Milliyeler, Terör Örgütü müydü?

     

    Filistinlilerin başlarını yukarı kaldırmalarına izin vermeyen bir İsrail var...

    Hamas bir eylem düzenlediğinde, o masum halkı katleden bir İsrail var...

    O insanların nasıl bir direniş sergilemesini bekliyorsunuz?

     

    Ben de nefret ediyorum masum halkın katledilmesinden...

    Yahudi çocuklarının da bir suçu yok;

    Müslüman çocuklarının da...

    Fakat Müslüman çocuklar,

    Üzerlerine Yahudi çocukların "Gülücük :) " çizdiği füzeler atılarak katlediliyorlarsa;

    Burada bir hata var ağa!

    O hatayı, kendi masum çocuğu öldürülen Filistinli;

    O füzeye, o resmi çizen çocuk ile telafi ediyor...

    Haklı değil elbette o çocuğun da öldürülmesi;

    Fakat o Filistinlinin çocuğunun katledilmesi de hiç haklı değil...

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.