Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Tengeriin boşig

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    4.540
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    21

İletiler gönderen: Tengeriin boşig

  1. Evet Allahta öyle diyor;

     

    "Enam/115 - Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir."

     

    İncil ve Tevrat kendi sözü olduğu halde değiştirilmiş.

    Zebur'u hiç koruyamamış.

    Demekki ona rağmen birileri varmış değiştirebilecek.

     

    Yok sadece Kuran içinse eğer enam-115.

    Diğer (önceki) sözlerini kaale almamış.

    Yada çifte standart oluşmuş.

     

    İncil ve Tevrat'ın değiştirildiğini söylediği bir Kur'an ayeti gösterir misiniz bana? Benim bildiğim kadarıyla Kur'an hep Ehl-i Kitap hakkında "Okuduklarını" anlamadıklarını iddia ediyor... O yüzden ilk emir "Oku" olmuştur... Onların okuyamdıklarını Sen Oku... İncil ve Tevrat'ın ekleme kısımları, bölümleri ve aslıyla tezat oluşturacak ekleme kısımları vardır ama içlerinde Tanrısal öz hala vardır... Kur'an da "Okuduklarını anlamıyorlar mı" ibaresine çokça rastlarsınız...

  2. Sevgili yam_yam

     

    maalesef inananlarda acaip bir mantık var.

     

    Bing Bang'a sahip çıkarlar, yani herşeyin bir başı olduğunu, tek bir noktadan hayatın başladığını kabul ederler. Çünkü bu durum "ol" hikayesine uygundur.

     

    Ama, yine aynı şekilde, hayatın tek hücreli bir canlıdan evrimleşebileceğine inanmazlar, Tanrı'nın sihirli çubuğu ile her canlıyı tek tek yarattığını iddia ederler. Ding ding ding (sihirli çubuk efekti :)) Halbuki Evrim teorisi, Bing Bang teorisinin tamamlayıcısıdır.

     

    Bing Bang'a sahip çıkan bir zihniyetin, evrime sahip çıkma konusunda yarışması lazım. Bu şekilde bir tutarlılık sergilenebilir. Acaip bir ironi var ortada yani :lol:

     

    Sorun dinleri formülüze eden yahudilerin bilgi dağarcığından kaynaklanmaktadır. Yahudi tarihi, evrimi kayda geçirebilecek kadar kadar eski değildir. Uçak, motorlu araç, telefon, internet olmadığı için yahudi tarihi sadece ortadoğudan haberdardır. Bütün dünyayı kendilerinden ve düşmanlarından ibaret sanmaktadır. Mısırda sihirbazlığın önemli bir hüner olduğu dönemlerde sihirbazların çubukla birçokşeyi var edebildiklerini görmüşlerdir. Evrenin varaloşunu açıklayamadıkları için, Tanrı'yı sihirbaz gibi düşünmek sorunu çözmüştür.

     

    Saygılar, sevgiler.

     

    Sizde Rastlantıların, CANSIZ bir ortamdan CANLI çıkarabileceğine inanırsınız ama Tanrı'ya inanmazsınız... Bakın sizinle, o nitelediğiniz Müslümanlar arasında zerre kadar bir fark yok... Onlar size nereden bakıyorsa, sizde aynı pencereden onlara bakıyorsunuz. Onlar size içerden, siz onlara dışardan bakıp aynı şeyleri farklı açıdan görüyorsunuz. Oysa ki ne siz onları anlama çabasındasınızdır, nede onlar sizi... Yaratılış konusunda İnananalar varoluşu Tanrı'ya bağlarken, siz Tanrı'nın yerine Rastlantıları koyuyorsunuz. Ancak Bilim hala Evrimi hiç bir şekilde ispatlayabilmiş değildir... Bunun tartışmasını zaten başka bir konuda yapıyoruz, burada ayrıntısını yazmaya gerek yok... Benim demek istediğim yukarıda yaptığınız ithamları yapmamanız. Çünkü düşünmek, anlamak, araştırma ateistlere özgü değildir. Önceden Müslüman olmuş olup, sonrada Ateist olmuş olmak sizin her ikisini de çok iyi anladığınızın ölçüsü olamaz... Bunu hiç bir şekilde iddia edemezsiniz. Şu halde zaten yazdıklarınızdan İslam'ı hiç anlamadığınız bellidir. Çünkü İslam insanı topraktan yarattığını söyler ama hayat suda başlamıştır ona göre... Topraktan yaratılmakta tüm dinlerdeki mistik hikayeler gibi hikayeleştirilmiştir ve öyle anlatılmıştır... İçeriği ve özelliği bambaşkadır. Ne Hz. Muhammed'e "Oku" denmesi bildiğiniz manada okumaktır, ne Miraç'a uçması anladığınız manada uçmaktır, ne de diğer misaller sizin gördüğünüz manadadır... Öz farklıdır... Allah İslam'da söylüyor: "Dilediğimizi Doğru yola iletiriz..." şimdi bunu yine siz "Torpilci bir Tanrı" olarak algılıyacaksınız ancak yine öyle değildir. Bilinen bir gerçektir: ister Yaratılışçı olun, ister Evrimci; her insanın anlaması ve algılaması farklıdır... Kimi insanlar Tanrı'yı algılayabilir ve anlayabilirken, kimiside algılayamaz ve anlayamaz... Bu Zihinler, varoluşumuzun doğal sonucu olarak farklılığımızın bir sonucudur... Burada Kişiselleştirilmiş, herkesin doğması ile teker teker ilgilenmiş bir Yaratıcı anlamamak gerekir... Adalet nasıl olur? Tanrı'nın, insanların Tanrı'yı algılama sürecine müdahale etmemesi ile olur. İnsanlar kendi yeterliliklerince Allah'ı algılar ve Allah kararı verir... Bu yeterliliklerin "Dilediğimizi doğru yola iletiriz" kısmına gelince, bunu Tanrı-Evren-İnsan birliği açısından almak gerekir... yani Vahdet-i Vücut açısından bakmadıkça, İslam'ın gerçek görüşünü anlayamazsınız. Hem bu konuda, hemde diğer tüm Dini konularda...

  3. Tabii, Türkler üzerinde sümer etkiside olası değil mi.

     

    Arkadaşım, bu sitedeki bi çok yazınızı takip ettim elimden geldiğince ve gerçekten takdir ediyorum sizi... Medeniyet dediğimiz olgu üzerinde zaten her toplumun, milletin katkısı yok mu? Medeniyet tüm milletlerin ortak ürünü değil mi zaten? Türklerin Sümerler üzerinde, Sümerlerin Türkler üzerinde tabii ki etkisi var... Ama şu var ki Sümerler yok olmuş ama Türkler, tabii ki diğer medeniyetlerden az yada çok etkilenerek ve diğer medeniyetleri az yada çok etkileyerek Tarihte bugüne kadar tutunabilmişlerdir. Etkilemek yada Etkilenmek hiç bir kültür yada toplum için kusur değil kaçınılmaz olandır... Ama Benliği kaybetmemek önemli bu konuda... Türkler hala Türk olarak varlar değil mi? Sümerlerin Türk olması konusunda ise dediğim gibi, Sümer tabletlerini okuyan ben değilim ama onların Türk oldukları konusunda çok iddia var. Gerek dilleri, dinleri veya kültürleri açısında çeşitli açıklamalar var.

     

    Saygılarımla...

  4. İslam böyle demiyor, ana probklem bana inanıp inanmaman diyor.

     

    Biz de diyoruz ki ana problem, inanın karakterindeki kötülüklerden arınmasıdır. Bunu dinle yapar, ateizmle yapar, budizmle yapar, humanizmle yapar, sosyalizmle yapar, burası önemli değildir diyoruz.

     

    (diğer altı çizili yer) Gerçekleri anlamaya çalışma işine bilim deniyor, din değil.

     

    İnsan, kendini (biyoloji, tıp, psikoloji, vs.), çevresini (fizik, matematik, coğrafya, jeoloji, astronomi, vs.) insanlararası ilişkileri (sosyoloji, filozofi, vs) anlamaya çalışıyor, yani varlığını, çevresinin varlığını, varlığının sebebini araştırıyor zaten. Buna bilim deniyor.

     

    Saygılar.

     

     

    Saygılar.

     

    Arkadaşım bilimin yaptığı kendini arama işi sadece maddesel bir tanımlama... kimya mı bulduruyo sana kendini, biyoloji mi? felsefe yada psikoloji mi? komik yaa... ben ruhsal bir konudan bahsediyorum... sen dini korkulan bir yaratıcının insanı tehdit etmesi olarak algılıyosan, bu düşündüklerinden farklı bişey bilmemen son derece normal, ancak doğu mistisizmine bir bakın bakalım yada islam tasavvufuna bir bakın bakalım ne görüceksiniz... hiç bir bilim dalı bu şekilde ruhsal bir arınma sağlayamaz... hatta batının felsefe anlayışı bile çok basit bir "hayatı anlama" çabasında başka bişey değildir... Gerçekleri anlama çabasını bilim başka açıdan ele alır, din başka açıdan ele alır... benim söylediklerimi anlamamanızı son derece normal görüyorum...

  5. Bakın sayın Tengeriin boşig,

    "Canlı" nın tanımında RNA ya da DNA ihtiva etmesi esastır. Bu tanıma göre virüsler canlıdır çünkü RNA ihtiva ederler. Proteinler, aminoasitlerin bir araya gelmesi ile oluşur ve cansızır. Ayrıca laboratuarlarda gerçekleştirilen deneylerde metan, amonyak, karbondioksit ve sudan oluşan bileşenler, elektrik akımları ile uyarıldığı zaman çok çeşitli organik moleküllerin yanısıra proteinlerin aminoasitlerin de meydana çıktığı biliniyor. Proteinlerin de nasıl meydana geldiğine ait bilimsel temele dayanan teoriler vardır. mesela genetik ve kaos teorisinin birleşritilmesi ile fizik ve kimya yasalarının doğal işleyişi sayesinde moleküler kaostan düzenin nasıl ortaya çıktığı inceleniyor. bu teori ile bu şekilde bu tür yaşamın ortaya çıkabileceği savunuluyor.

     

    İlkel atmosfer şartlerının neye benzediğinin asla tam olarak bilinemeyeceğini iddia ediyorsunuz ama en azından cansızdan nasıl canlı meydana gelebileceğine ait teoriler vardır. Ama yaşamın bilinçli bir tasarım sonucu çıktığı iddaları ile ilgili olarak tasarımcının bu tasarımı nasıl gerçekleştirdiğine ait hiç bir teori yoktur. Tasarımcı iki molekülü nasıl birleştirmiş? Molekülleri "gravitasyon" denen kütle çekimi kuvvetini yönlendirerek mi birleştirmiş? yoksa başka bir kuvvet mi kullanmış? Bu enerjiyi nereden yönlendirmiş? Ol deyince olmanın mekanizması nasıldır?

    Bunlara ait ortada hiç bir teori yoktur. Şahsım adına konuşmak gerekirse, bir teorisi bile olmayan bir inanışa inanmaktansa en azından eldeki teorilere inanırım.

     

    Evrim teorisi diye bir şey olmasa idi, yine de teorisi olmayan bir şeye inanacak değildim.

     

    Saygılar.

     

    Bakın, bende anlayabildiğim kadarıyla ilgileniyorum Evrim teorileri ile ama CANSIZ ortamdan CANLI yaşama geçilmesi teorileri son derece mantıksız ve sadece kılıf bulma çabasından ibaret. Ha diyelim ki genetik bilimin yada diğer bilimilerin gelişmesi bu canlılaşma teorilerine mi bağlı? o zaman ortaya atılsın tabi, bilimi bu teoriler geliştirecekse mutlaka üzerine düşünülmeli bu teorilerin ancak bundan öteye gidilip te inanç sistemleri yadsınamaz diye düşünüyorum. bunlar bir yana, ben şunu söylemek istiyorum, var oluşun o ilk ortamı ile ilgili kuramları okuduğum zaman, nedense hep zorlama bir şekilde karbon, hidrojen, oksijen ve azot amino asitlerini meydana getiren bir ortam yaratma çabasının olduğunu görüyorum. hep teori... yalnız şu var, bilmiyorum biliyo musunuz; karbon, hidrojen, oksijen ve azot cansızdırlar, sizde biliyorsunuz. Ancak Proteinler sandığınız gibi Cansız değildirler. İşlevleri ve özellikleri vardır. Bakın, mesela diyotların, iletkenlerin, dirençlerin falanda kendi başlarına özellikleri vardır ama siz bunları birleştirip, kendi tek başına özelliklerinden çok çok daha farklı bir yapı olarak Telefon haline getirdiğinizde iş biraz değişir... telefon cansızdır değil mi? ancak elektrik akımını verdiğinizde canlanır. burada biyolojik bir canlılıktan bahsetmesekte temel olarak benzer bir olgu vardır karşımızda. diyelim ki telefon, kendisini meydana getiren bileşenlerin kendi bünyelerinde olan özellikler sayesinde birleşmeleri ile meydana geldiler, yine de elektirik akımını veren bir gücün bulunması gerekir. belki çok basit bir örnek ama, idare edin :) Ama asıl demek istediğim örneğin uyumluluğu yada uyumsuzluğu değil, cansız olan bu varlıklar nasıl birleşti? yada birleşmeleri nasıl bir canlı varlık ortaya çıkardı... bakın, proteinlerin dizilişleri hakkkında çok basit bir tespit vardır; proteinin işlerliğinde bulunana amino asitlerin dizilişinde, tüm aminoasitlerin hepsi yerli yerinde dursa ama tek bir tanesi yer değiştirse bile o protein hiç bir iş görememektedir. Ve öyle ki canlıların yapısında tek bir tane protein bulunmamaktadır, enzimleri meydana getiren çokca farklı özelliklere sahip proteinler vardır. Bu farklılaşma nasıl oldu? hadi ilk o gen havuzlarında yada protein havuzlarında tek bir proteini oluşturancak rastlantı meydana geldi ve o protein oluştu, diğer proteinler de mi o şekilde oluştu? o zaman tesadüf çok yetenekli bir dizgeymiş diye düşünüyorum, çünkü tek bir proteini meydana getirmekle yetinmemiş ve nedense, bir protein oluşmuşken hazır, diğerlşrini de oluşturuvermiş. hemde yine milyonlarca yıl ya beklememiş yada ilk oluşturduğu proteinler, diğerlerinin oluşmasını milyonlarca yıl beklemişler... hadi onu bırakın, enzimlerde birbirlerinden farklıdırlar. demek ki proteinler birleşirken, enzimleri oluştururken, bir canlı meydana getirebilmek için yine aynı tesadüf dizgesinin diğer proteinleri oluşturmasını beklemişler milyonlarca yıl yada yine aynı anda oluşmuşlardır... ne kaar yetenekliymiş şu tesadüf... Yani sen git Tanrı'ya inanma ama rastlantıların bütün bunları yapabileceğine inan... hadi tamam bunlarda bir yana birde şu var; proteinler bildiğiniz gibi belli bir sarmal düzendedirler. milyonlarca ihtimal varken, nasıl oluyorda proteinler olması gerektiği, doğru şekli alabilyorlar. 100 amino asitlik bir proteinin olabilecek tüm farklı olasılıklar arasından doğru şekli alabilmesi için tüm olasılıkları yoklayarak doğru ve görevlerini tam olarak yerine getirebileceği o tek şeklini alabilmesi dahi ortalama 20 milyar yıl çabalaması gerekir... Dünya kaç yaşında peki? yasda bu rastlantı denen şey, hiç bir olgunluğa ulaşmayan olasılıklar arasından hemencecik o milyonlarca olasılık arasından ilk olarak, olması gereken olasılığı mı yokluyo? komik... :)

  6. Sayin Tengeriin boşig

    Yadiklarinizin geneline katilmakla beraber bazi itirazlarim da olucak...

    Ateistlerin hepsi bir dine mensup olup dogdular ancak zamanla fikir degisiklikleri onlari bu boyuta getirdi...

    Simdi inanan pratiktete yapan bir insanin ateistlige gelmesi onun anlama olayindan daha fazlasini gerceklestirdigini gosterir...

    Ama farkli bir insan ayni din ve surekli dinle buyuyen biri sorgulmama anlama cabasinbi aramaz

    ve kendi bulundugu noktadan pekde ileri gidemez...Burda inancli ve inancsiz beyin farki dogar!

    Cunku eger bir insan ben inanamiyorum diyorsa bunun nedeni...."bilmem canim ole istedi omaz"

    Ama bir cogu kisiye niye muslumansin dedigimde "ole dogmusum" cevabi aliyorum...

    O zaman bu insanin bu dinle alakasi dogma urunudur...Pek ala hristiyan yada yahudi yda budist dogadabilirdi...Yani dine mensup olma urunu tamamen raslantidir....

    Umarim konudan sapmamisimdir ancak kisacasi

     

    Anlama cabasinda olmak objektij olmak demektir...Yani ben kendimi iki noktayada koymaliyim bilinci...Eger bunu yapabiliyorsak o zaman asamaa kaydederiz.....Herkez kendini hakli gostermeye calisir,dogru...Belkide egolarimizi yaristirma cabasi...

     

    Saygilarimla.....

     

    Ama bakın, yani söylediğiniz şey aslında bir örnek olay olamaz diye düşünüyorum. mantığınız tutarlı ancak örnek olamaz... çünkü eğer bir dine mensubken, dindar olmakla tatmin olamayıp ateist olmuş bir kimse size göre anlama olayında daha ileri ise, diyelim ki Hıristiyanken Ateist olmuş ancak bunda da tatmin olamayıp Müslüman olmuş bir kimse ne kadar yol almıştır Anlama olayında diye sormak isterim? yani din değiştirmek değil sandığım kadarıyla anlamanın ölçütü... Bakın var oluşu veya yaratılışı anlama çabasını ve anladıkça (veya anladığını sandıkça) duyulan heyecanı takdir ediyorum. İster inançlı biri olsun, ister evrimci birisi olsun bu konuya meraklı bir insan kendi inandığınca cevaplar buldukça sevinir, heyecanlanır ve güdülenir. Bu iyi olmakla beraber şunu getirir; her iki kimse de kendisinin daha iyi anladığını sanmasıdır... Siz şimdi diyosunuz ki, "Ben İslamı yaşadım, biliyorum. Ateist oldum, onu da biliyorum". Ancak bir Müslümana sizin durumunuzu sorsanız, o da diyecek ki: "Sen İslamı yaşamamışsın, anlamamışsın. Öyle olsaydı Müslüman kalırdın." demez miydi? yani sadece kendi açınızdan bakmayın...

  7. Yanlış anlamışsınız. Ben dünyaya hayat uzaydan mı geldi diyorum. Ayrıca dünyadaki hayatın oluşumu için deneysel ispat istiyorsunuz. bu elbette laboratuar ortamındaki bir kaç saatlik deneyle olacak iş değil. Aynı şartları sağlayıp yüzlerce kilometrekarelik protein çorbası göllerinde milyarlarca yıl beklersek hayatın başlangıcını görürüz.

     

     

    Arkadaşım bakın, çok basit bir mantık hatası yapıyorsunuz... Proteinler cansız değildirler... onlarda temel olarak canlı hücrelerdir diyebiliriz... terliksi hayvan gib basit tek hücreli canlıların oluşmasını bir yana bırakın, ben canlı hiç bir Cansızlıktan oluşabileceğini sanmıyorum kesinlikle ve inanmıyorum... Proteinler cansız değillerdir... Protein havuzları da öyle ha deyince oluşmaz zaten... öyle basit bi olay değildir... çünkü o ilk atmosferin yapısını aynığıyla birlikte tam olarak ortaya koymamız imkansızdır ve ne yaparsanız yapın, ne iddia ederseniz edin, o evrimin ilk canlı formunun oluştuğu atmosfer her zaman bir bilinmez olarak kalacaktır ve laboratuvar ortamında kurulan atmosferlerde Teoriden öteye geçemeyecektir... Mendel'in o ilk canlı formunun var olduğunu ispatlamak uğruna kaç tane yapay atmosfer çeşidini kullandığını, kaç teoriyi uyguladığını biliyo musunuz? e şimdi nolcak ben size söyleyeyim, bir bilim adamı çıkacak ve laboratuvar ortamında yarattığı ilkel atmosferde canlı yaşamını başlattığını iddia edecek. tüm diğer evrimcilerde hemen buna atlayıp o yapar atmosferin, o ilkel atmosfere yüzde bilmem kaç oranla aynılık arzettiğini ve deneyin başarılı bir kanıt olduğunu iddia edecekler ve hemen kabul edip, akıllarınca bilimde çığır açacaklar... Mendel'in başarısız olduğu atmosfer deneyinde casız protein birliktelikleri olmuştu ancak yine de müthiş bi aksiyon olmuştu... hep öyledir çünkü, birileri bir şeyler bulur ve eğer evrimi destekliyosa, gözünüzü kapatın ve kabul edin, gerçektir... evrim budur... Evrim hakkında en mantıksız gelen şey, tüm bu safsataları bi yana bırakın, CANSIZ bir ortamdan, yani CANLI yaşamına uygun olmayan bir yaşamdan CANLI yaşamın çıktığını, var olduğunu savunmaktır... ha madem ki o atmosfer yada ortam canlı yaşamına uygundu, niye küçük hücreler ortaya çıksın kardeşim? o kadar uygun, güllük gülistanlıktıysa ortam daha uygun yaşam formları var olurdu? hep o dönemde yaşamda adeta bir patlama olduğunu söylerler, her yer adeta aniden (ki bir kaç bin yıllık süredir aslında) çeşit çeşit canlılarla dolmuştur... Av ve Avcı... niye kardeşim daha yaşamın en başında böyle bir ayrım ve farklılaşma olmuş olsun ki? bunlar bir yana Gözün naıl evrildiğini bile açıklayamıyorlar kesinlikle... yada beynin nöronları nasıl düşünmeye evrildi... İnsanlar niçin zevk için seks yapar... tüm hayvanlar iç güdüsel olarak seks yaparken niçin yunuslar sadece zevk için seks yaparda, insana %97 oranında benzeyen maymunlar bile zevk için seks yapmaz... Bilimin daha cevap bulamadığı binlerde Evrin sorusu vardır, tıkandığı onlarca soru vardır... yani Evrimden emin olmak için çok çok çok çok erken arkadaşım... kaldı ki hiç bir zaman bu sorular da cevaplanacak değildir. unutmayın, o ilk atmosferi hiç bir zaman çözemeyeceğiz. çünkü o zamanı anlatan bir kanıt, bilgi, belge veya o döneme ve o ilk hücrelere ait bir yapı falna yoktur... o protein gölleri yada havuzları falanda sadece bir varsayımdır. yaşamın suda başladığı bilgisi ile temellendirilen basit bir teori ve varsayımdır sadece o kadar...

  8. sayın Tengeriin boşig,

     

    herşeyden önce rastlantı kavramı bir tanımlamadır, bir ifadedir.

     

    heterotrof hipotezine göre canlılar doğal şartlar sonucu meydana gelmiştir. Doğal şartlar fizik ve kimya kuralları çerçevesinde cereyan eder. Asıl teori budur.

     

    Peki rastlantı nerede?. Şayet bu şartları ve moleküllerin bir araya gelmesini önceden bilen ya da planlayan yoksa, olay rastlantısaldır. Bu kadar açık.

     

    Arkadaşım, bende onu diyorum işte, en basit tanımlamayla bile "CAN" kazanabilmesi için, bakınız "CAN" olabilmesi için bahsettiğimiz gibi minyonlarca olasılıktan birinin gerçekleşmesi gerekir... Ya hayır, ben şunu anlamıyorum, tamam Tanrı'nın varlığını gerçekçi bulmayabilirsiniz ama "CANSIZ" bir ortamdan bir Canlının oluşabileceğini iddia edebilmek oldukça mantıksız... Bakınız, birbirini tetikleyen bir canlılar sisteminden bahsetmiyoruz... hiç bir canlının bulunmadığı cansız bir ortamdan bahsediyoruz, kısaca bugünkü manasıyla "Doğa" yada "Tabiat" olarak adlandıramıyacağımız bir ortamdan bahsediyoruz... Şimdi dünyadaki yaşamın Evrimsel olanrak başladığı yada başlatıldığı ihtimallerine bi göz atalım bence

     

    1- Diyelim ki, yaşam uzaydan gelen meteorların dünyada, üzerinde bulundurdukları suları biriktirmesiyle ve onların getirdiği organizmalarla oluşmuştur, bi an için bunu kabul edelim... peki o meteorların getirdiği yaşam nasıl oluştu? dünyada Canlı organizma oluşamazken, hemde atmosferin uygun olduğunu kabul edersek bile... bir meteor nasıl bir yaşamı taşıyabilir? bildiğiniz gibi gök taşlarının atmosferi falan yoktur. Canlı yaşamına kesinlikle uygun değildir. öyle olduğu halde, o gök taşlarında canlı yaşamı nasıl başladı? bakın gök taşlarındaki buzullarda canlı yaşamı olduğu tesbit edilmiş olsa bile (ki ben hiç öyle olduğunu duymadım ama olsa bile) biz meteorlarda canlı mikroorganizmaların bulunmasından değil, CANSIZ bir ortamdan CANLI bir yaşama geçilmesinden bahsediyoruz... Tanrı'yı kabul etmediğinize göre, sizce CANSIZ ortamdan, CANLı yaşama geçilmiş olmalı öyle değil mi? CANSIZlıktan, CANLILIĞA... yani, bu çok mantıklı di mi? Tanrı'nın varlığından daha mantıklı... bakın çok basit bir tanımlama değildir bu CANLILIK ve CANSIZLIK tanımlamaları... milyonlarca veya milyarlarca proteinin ve onların sahip oldukları yapıtaşlarının tek bir doğru ihtimalle birleşebilmesi... yani ortamda canlı protein bulunmasıda yeterli değil, bunların birleşerek, yaşamını sürdürebilecek bir CANLI oluşturabilmesi de gerekli. Peki ilk canlı oluşum, teoriye göre Hücre düzeyinde idi. Biz bugün biliyoruz ki, hücre dahi olsa her canlı beslenmeye ihtiyaç duyuyordu, peki bu ilk tek hücre beslenmesini nasıl sağladı? başka canlı olmadığına göre!!! solucanlar gibi kendi kendini mi yiyodu? Hücre duvarını nasıl oluşturdu peki? bugün bile ileri teknoloji ile neredeyse imaknsıza yakın bir yapıyı?

     

    2- neyse, bide şu açıdan bakalım Evrim'e... bir ihtimalde, dünya yaşamının yada evrimsel sürecinin Uzaylı üst bilinçli yaratıklarca (insanlardan niçin üstünler bilmiyorum ama) başlatıldığı iddiasına... güya bu yazıklar, gelmişler, bakmışlar ki ahanda dünya, boş, ırak... ulan burada biz en iyisimi canlı yaşamı başlatalım demişler ve suya organizmalar bırakmışlar, organizmalar çoğalmışlar falan fistan... ya adama sorarlar, madem böyle bişey yapcan, direk hayvandan bitkiden girsene olaya kardeşim? niye hücre salıyon da milyarlarca yıl evrilmesini bekliyon? hadi diyelim ki böyle bişey var, peki o uzaylı yaratıkların hayatları nasıl başladı? onları da başka birirleri mi yaşattı... bu bir miras mı? ne yani yeterince ilerlediğimizde, bizde başka gezegenlerde mi yaşamlar başlatcaz? bu kozmik bi gelenek mi yani? boşa konuşmanın sınırı yok ki? her fantastik düşünceye sahip herkes bişeyler uyduruyor aklınca... bana çok saçma geliyor... En baba soru budur yaa, madem ki bizim yaşamımızı, evrimsel sürecimizi başlatan uzaylı CANLILAR var, onların yaşamını kim başlattı... yani eninde sonunda CANSIZ ortamdan CANLI ortama geçiş ile "TANRI"nın yaşamı yaratması arasında bir seçim yapmak zorundayız...eğer Tanrı'nın varlığı saçma ise, CANSIZ bir ortamdan CANLI yaşamına geçilmesi ondan çok daha ilkel ve saçma bir fikirdir... ve hiç bir deneysel bilgi dahi evrimi ispatlıyamamış ve evrim teori olmaktan öteye gidememiştir... bu açıdan xlark tades arkadaşımın tespitini çok yerinde buluyorum, canlı yaşamının başladığı iddia edilen o dönemki atmosfer bile üstün özellikli laboratuvarlarda bile oluşturulamamakta ve hatta Cansız ortamdan canlı yaşam formu elde edilememektedir. Mendel dahi bir kaç protein elde etmişsede uygun dizilim yine de olmamış ve canlı bir hal alamamışlardır... xlark tades arkadaşım, tespitin müthişti doğrusu, çok sağol... yav o dönemki ortamda azot bile yokmuş...

     

    Evrim, dünyanın şimdiye kadarki en güzel hikayesidir ve yalnızca hikayedir...

     

    saygılarımla

  9. Sayın Rastlantı arkadaşım, naçizane, bilimle ilgilendiğim kadarıyla bildiğimce söylemek istiyorum; şu an dünyada yaşayan insanların, yani bizim bilimimizin ispatladığı kadarıyla söylemek istiyorum ki, şu an bizim bildiğimiz kadarıyla İdeal yaşam formları "Oksijen" temelli yaşam formlarıdır... Uzayda yalnız olmadığımıza inanıyorum ama uzaylıları alıp incelemediğimiz sürece onların ne temelli olarak meydana geldiklerini bilemeyiz, o yüzden bu konuda fikir söylemek çok gereksiz ve boştur... Şimdi Tanrı'nın yaratmış olduğu bir yaşam mantıklı gelmeyebilir size, normaldir... Ancak Sizinde Tanrı'nın yerine "Rastlantılar"ı koymanız, yine aynı derecede inanılmaz bir yaklaşımdır... Bakın en azından "Tanrı" inancının kaynağını, evrende bulunan ve belirli yasaları olan belki de bilinçli bir "Enerji" olarak tanımlayıp inanmak bir ölçüde mantıklı gelmektedir, ancak Ateizmin; bilimin içinde yoğrulup yoğrulup yoğrulupta, o kadar bilimsel temel oluşturupta, yaşamın temelini "Rastlantı"ya bağlaması bana son derece komik geliyor... Bence Olasılık Hesaplarıda bunun kılıfı... Dediğim gibi, bakın Olasılık Hesapları matematiksel bir dizgedir ancak o hesaplamalar, var oluşun nedeni değil bir sonucudur... Mesela 52iskambil kartını verdiğim örnek üzerinden gidelim yine; İskambil kartlarının dizilişi ihtimali bir olasılıktır, İskambil kartları var olmadan önce böyle bir ihtimalde söz konusu olamazdı... yani Olasılıklar var oluşların temeli değildir... Rastlantıyı var oluşun tememli olarak almak ta çok komik... Bakın Bilimin var oluşunu açıklaması çabasını çok iyi anlıyorum ve bence olmalıdır da böyle bir çaba ama bakın en basitinden tek hücreli canlıların bile yapısı son derce karmaşık. Ben biyolog değilim ama, anladığım kadarıyla o kadar karmaşık yapıdaki canlıların oluşumlarını "Rastlantı"ya bağlamak, sadece varoluşun nedenini açıklayamamaktan ileri geliyor diye düşünüyorum. Çünkü hala ilk organizmaların ortaya çıktığı zamanki atmosferi dahi tahmin edemiyoruz tam olarak... Uyum'un var olduğunu kabul etmemek elde değil zaten. her canlı bulunduğu ortama uyum sağlamaktadır. Mutasyonda görülmektedir canlılar üzerinde, mutasyonda vardır... Ancak ben türden türe sıçrayış şeklinde yada tür değişimi yapmaya neden olacak bir şekilde mutasyon yada evrim olduğuna inanmıyorum. Yaratılmış olan canlılar, en fazla tür içi evrime maruz kalmışlardır... Afrikalıların zencileşmesi yada avrupalıların beyazlaşması gibi... sonuçta her ikiside insan formundadır... hem öyleki Rastlantıyı varoluşun temeli olarak kabul eden hiç kimse hala o ilk yaşam formu yada hücrenin, nasıl olupta "Hücre Zarı"nı oluşturabildiğini yada hücrenini olup olmadığını bile açıklayabilmiş değildir. Bildiğiniz gibi Hücre zarı olmadan hücrede olamaz... Gördüğüm bir çok açıklama ise, sadece saplantı haline gelmiş Evrim Teorisini kendilerince gerçek kılmaya yönelik zorlama teorilerden başka bişey değil... bakın ben evrime ne zaman inanırım biliyo musunuz? gözümle gördüğüm zaman. insanlar yada canlılar kaç bin yıldır yer yüzünde var tam olarak bilinmiyor ama şu var ki insanlar var olduğu sürece hiç bir Evrimsel gelişmeye rastlanılmamıştır. Bunun ise cevabı "Rastlantı" inancından daha komik, Evrimsel değişim milyonlarca yılda anca oluyomuş... e hani evrim mutasyonla oluyodu ve türsel değişmeler yada farklılaşmalar "Sıçrama" ile oluyodu? insanlık yada bilinçli yaratıklar ortaya çıkıca mı durdu bu sıçrayış? yada bedensel farklılaşmalar niye olmuyo artık insanlarda? yada insanların binlerce yıldır takip ettiği diğer hayvanlarda? benim bildiğim kadarıyla Evrim teorisinin "ilk yaşam formunun oluştuğu" ortam bile daha nasıl bir ortamdı hala bilinmiyor kesin olarak... Öncelikle bilim adamları o ortamı yaratmalı ve o ortamda bir canlı formu geliştirmeliler, ondan sonra ancak teori üretmeyi bırakıp iddialarını gerçeğe dönüştürmeliler. Hep demiyo muyuz Bilimsel olandır gerçek olan? bence Evrimciler her kemik parçası bulduklarında "ahanda evrimin ara formu" demek yerine ve teoriler üretmek yerine daha sağlam deneyler yapmalılar yada bilgilerini kemik parçalarıyla değil, bilimin temeli olan deney ile ispat etmeliler. mendel her ne kadar başarısız olmuşsada yaşam formu meydana getirme konusunda, bence "Evrim"in nasıl ispatlanabileceğini en iyi anlayan tek bilim adamı olmuştur... en azından o ilk atmosferi yaratmaya çalışmış ve bu şekilde ispatlamaya çalışmıştır, her ne kadar ispatlayamamış olsa da... ben inanıyorum ki koskoca yaşamı, Rastlantıya bağlamak, saçma olarak adlandırılan "Tanrı" inancından kat kat daha saçma bir yargıdır... bu tesbit ispatlanamayacak olandan kaçıştan başka bişey değildir...

     

    Sayım la_bohéme, eğer Olasılık Hesaplarına, Bilimsel açıdan bakıyorsak (ki o gözle bakıyoruz) "Belki, Sanırım, Heralde" gibi bi yaklaşım duymadım tabii ki... ama Türkçemizde "Belki" diye bi kelime var, onu biliyorum :):):)

     

    Bakın, ben öncelikle şunu söylüyorum, ben herhangi bir dinin savunmasını yapmıyorum... o dinler binleri aşkın yıllardır var ve savunmalarını kendileri gayet iyi yapabiliyorlar, ben insanların, ancak anlayabildiklerince inandıklarını ve inanabildiiklerini söylüyorum, ben Allah'ın ne olduğunu ve Yaratılışın aslında ne olup ne olmadığını çok iyi anlayabiliyorum, anlayabileceğim kadarıyla tabii ki... Sizin inancınıza da bişey diyemiyorum, benim yukarıda "Anlayamadığım" yada "Saçma" bulduğum şeyleri siz tabii ki anlamlı bulabiliyorsunuzdur, benim anlamlı bulduğum "Dinsel Ritüelleri"de siz saçma buluyorsunuzdur, yaşam her şeyden önce bir İdrak meselesidir...

     

    Saygılarımla arkadaşım...

  10. Sümerler türk değildir tabiki. Ancak sümer ülkesinde esir olarak getirilmiş ancak sonradan çok önemli yerlere gelmiş bir türk zümresi vardır.

     

    Muazzez İlmiye Çığ, Sümerlerin Türk olduğunu iddia ediyodu ama, yani öyle bir kaç ithamını okudum ben... Mesela Sümerler yaratıcıya "Tingir-Dingir" derken, Türkler "Tengri-Tingri" derler, inanç konusunda bir çok benzerlikleri var... Sümerler belki Türk'türler belki değildirler bilemem, Sümer yazıtlarını çözmüş yada okumuş değilim ama Sümer kültürü üzerinde Türk etkisi açıkça belli oluyor... Türk olmasalar bile, Türklerin bunlar üzerinde çok büyük etki ettikleri ortada diye düşünüyorum... Muazzez ilmiye Çığ, Türkiyenin yetiştirdiği en önemli Sümerologtur. Türklerin yaratılış destanları ile onların destanları falan çok benzerler... Gerçi Çığ hoca, tüm dinlerin (Hırisitiyanlık, Musevilik ve İslamiyet) Sümer dini kökenli olduğunu da iddia ediyor...

  11. Olasılıktan bu kadar bahsetmenizden sonra, şöyle bir iddiann olduğunu hatırlatmam gerekir: bir bilim adamı, aslında tüm olasılık hesapları bir yana, tek bir olasılığın olduğunu iddia etmişti; bir şeyin ya olacağı, yada olmayacağı ihtimali... bi şey ya olur, yada olmaz... iki ihtimalden başka ihtimalin olmadığı...

     

    Olasılık hesapları her şey için mümkündür... Kromozomların dizilişinden tutun, bir savaşın kazanılması için bile olasılık hesapları düşünülür... ancak şu var ki hiç bir olgu yada olay, olasılık hesapları öyle gerektiriyor diye olmaz... başka bir bilim adamı da %66.66 olasılıkla (popüler bilim dergisindeydi sanırım) bir Yaratıcının olabileceğini hesaplamıştı mesela??? Şimdi, tüm varlıklar bir dizgiye sahiptirler. oluşumları bunlardan ibarettir... ancak bu sıralanım sayesinde varlıkları tamlanmıştır ve tanımlanmışlardır. mesela 52lik bi destenin sırasıyla karo, sinek, maça ve kupa olarak, hepsininde 1den papaz'a doğru sıralanma ihtimali elbetteki vardır, ancak elinize alın bakalım bu karoları ve sonsuza kadar (yada dediğimiz olana kadar) rastgele karıştırın... o dizeleniş ihtimali olmasına karşın, bakalım ne kadar karıştırırsanız karıştırın, dediğimiz dizeleniş gerçekleşecek mi? bunu gerçekleştirdiğiniz gün, her ispatınıza inanmaya hazırım... Kaldı ki en basit canlı dna'sı sadece 52yapı taşından değil, milyonlarca yapıtaşından oluşur... bunların rastgele sıralanmasından bahsediyoruz... hem bakın, şu da var, İnsanlar Maymun arasında %97lik bir aynılık ve %3lük bir farklılık vardır... ancak bu küçücük fark dahi Aynştayn'ı, Atatürk'ü, Hz. Muhammed'i ortaya çıkarabilmektedir... Olasılık hesapları, varlığın bir sonucudur, nedeni değildir... Rastlantı da varlığın nedeni değildir...

  12. Şurda zorlama yok değil mi sevgili kardeşim:

     

    Bana inan, inanırsan cennet var.

    Yada bana inanma, o zaman görürsün gününü, tattırırız sana cehennemi.

     

    Ne kadar güzel seçenekler değil mi?

    Bak sevgili kardeşim,

     

    ÖSS sınavı bir sınavdır. Bildiğimiz anlamda gerçek bir sınav. ÖSS Başkanını seviyorum desen de geçemeyeceğin bir sınav. Milli Eğitim Bakanına yalakalık yapsan da bu yalakalığın sana faydasının dokunmayacağı bir sınav.

     

    Senin dininde bahsedilen sınav ise, sınav değil, tiyatrodur.

     

    Hey millet gelin, cevap anahtarı elimde, hatta kopya dağıtan adam da burda. Kopya çekmesini bilmeyenlere nasıl kopya çekileceğini de öğretiyor. Ne güzel sınav değil mi?

     

    Kolaycılık. Tembelliğe davetiye. Torpilcilik.

     

    Sınav sahibine, ben seni seviyorum, tapıyorum dersen kalma ihtimali olmayan bir sınav.

     

    Sınavı bu şekilde algılayan bir zihniyet, nasıl kolaycı olmaz ki, nasıl tembel olmaz ki, nasıl geri kalmaz ki?

     

    Saygılar.

     

    Kardeşim, Sınavı Öss sınavı gibi bi sınav gibi anlamamalısın... Mesela şöyle düşün... Bir gemidesin ve gemi tek bir limandan çıkmış (Yaratılış), tek bir limana doğru gidiyor (Kıyamet). Sen o gemidesin... Sorun, her iki limanı, gemiyi, seni, üzerinde yol aldığın suyu, gördüğün gökyüzünü ve suyun bulunduğu yeri yaratana inanıp inanmadığın meselesidir, sorun; bu gerçekleri ne kadar anlamaya çalıştığının meselesidir... O sana diyo ki, "Ben seni yarattım ama sen Beni tanıyo musun?" yada daha açıkça söyleyeyim "Kendini Tanıyo musun?" diye soruyor... yada Yaratılışının amacını anlayabildin mi? diye soruyor... O gemide, o geminin yolculuğuna dair neleri anlamaya çalıştın? yada Yaratılışı ne ile açıkladın? Ne anlam verdin? Kur'an-da cehennem için bir sürü nitelemeler var, cennet içinde bir sürü nitelemeler var... Ancak şunu merak ediyorum, niçin Yunus Emre "Sen isteyene O'nu ver (Cenneti), bana Seni gerek Seni" demiş? Siz Allah'tan korkmayı, iktidar yada güç sahibi birinden korkmak gibi algıladıkça, anlayabildikleriniz, korkularınızdan öteye geçemez... Dünyadaki sınav, senin Allah'a karşı olan sınavın değil, senin kendine karşı olan sınavındır... Şeytan'ın işlediği tek bir Günah vardır; Kibir... ve öyledir ki Kibir işlenmiş ilk günahıtr... diğer en büyük günah Şirktir... Kibirin karşıtı, benliğin kırılabilmesidir... Şirk'in karşıtıda Benliğin kırılabilmesidir... Yani dünyada insanın tek bir kavgası var, o da "Benliğini" aşıp aşamadığındır... Sınav budur... yoksa oruç tutman, hacca gitmen, Allah'a inanıp inanmaman sorun değildir Allah için... Cennet ve cehennme hakkındaki belirtilenlerde sadece nitelemedirler... Tabi umursamayanlar için... Derdi "Allah'a ulaşmak" olan yada daha öz bir ifade ile, derdi "Benliğini aşmak" olan hiç kimse Cehennem yada Cennet kaygısı ile yaşamamaktadır... sınav anladığınız manada bir sınav değildir, anlayamadığınız başka bir mansı vardır...

  13. Herkez eger anliya bildiginden daha fazlasini ogrenmek isterse...Ne olur????

    Arkadaşım ister Müslüman olun, ister Hıristiyan olun, ister Yahudi olun, ister Ateist olun... Kim ne olursa olsun, dünyada insanlar için değişmeyen tek gerçek vardır, o da ikiz bile olsa, hiç bir insanın, alıgılama kapasitesinin, algılama yeteneginin, anlamlandırabilme yeteneğinin yada kısaca zekasının işlerliğinin aynı seviyede olamayacağıdır... Yani sen bildiğinden fazlasını tabii ki bilebilirsin, çünkü insan zihni kabına sığmayan bir yapıdadır... düşünün, avucunuzun içine aldığınız küçüklükteki bi insan beyni, uzayın sonsuzluğunu düşünebilmektedir yada bilebilmektedir değil mi? İnsan beyni öğrenebildiği her şeyi öğrenmeye ayarlanmıştır... Ancak bide apayrı olarak "Anlama" yada "Anlamlandırabilme" vardır... İşte herkesin anlama yeteneği aynı değildir... Sen eğer Ateizme inanıyorsan, ancak o kadar anlayabildiğin için, varoluşa sadece o anlamı YÜKLEYEBİLDİĞİN için Ateistsin. İşin aslı budur yani... Kimseyi inancında dolayı sorgulayamazsınız... Atatürk en başta söylemiş "Din bir Vicdan meselesidir"... Ama bundan öte anlayışlarda var tabi... Ama esas söylemek istediğim şu, Bildiğinden fazlasını öğrenebilirsin, ancak Anlayabildiğinden fazlasını kesinlikle anlayamazsın... Tasavvufta anlamak kademe kademedir... Ve anlamanın temeli, insanın öncelikle kendini anlamasıdır... İnsanın tek kavgası kendisi ile olan kavgadır ve bu kavgadan yengi ile çıkmadıkça, hiç bir kavgadanda yengi ile çıkmazsınız... Anlamak kademe kademedir dedik ya, en son kademe anlamanın sınırsızlığa ulaştığı kademedir... Yani Nesimi'nin yada Hallac-ı Mansur'un "Ene'l Hakk" dediği kademedir anlatabildim mi? Maddenin birde Manevi yada Işınsal karşılığı var, Maddesel sonsuzluk Uzaydır, Işınsal sonsuzluk Cebrail (Cibril) yani Akıldır... İster inanın, ister inanmayın; Ruhun doyması gerektiğine inanan her insan mutlaka bir yaratıcıya inanır ve ruhsal dinginliğini (eğer özü kavramışsa), kendisini o yaratıcıya ulaşmaya adayarak sağlar... O yüzden gerçek bir İnanan (İslam'a göre Mü'min) (illa ki Müslüman olmasa da) öncelikle kendisi ile olan kavgasını halletmiştir ve öylelikle kimse ile kavga etmeye girişmez, kimsenin inancı ile bi alıp veremediği olmaz... Ama Ateizim öncelikle ruhsal ihtiyacı zaten mantıksız bulmaktadır ve bu hiç bir ateist'in o dinginliğe ulaşabilmesini sağlamamaktadır o yüzden. Ateistlere göre zihinsel dinginlik ancak psikoloji ile açıklanabilir... Oysa ki psikoloji "Huzur"u bir dengeye oturtamamaktadır? Öz olarak demek istediğim, benliğinin farkında olmayan (ki bu -benlik- biyolojik benlik, yada batı felsefelerindeki Hümanizmdeki insan benliği veya freud'un id,ego,süper ego'su ile falan alakalı değildir) ve bu benliği aşamayan hiç bir insan Anlayabildiğinden fazlasını anlama çabasında hiç bir zaman başarısız olmaktan öteye gidemezler... Bu İnananlar içinde geçerlidir, inanmayanlar içinde... Bu sayfalarca kitap okuma yada bilgi sahibi olma meselesi değildir... İnsan elbette okumalı, her şeyi bilmeli, ancak insan her şeyden önce "Anlamalıdır" ve "Anlama Çabasında Olmalıdır". Bir bilgi birikimini yermek kadar kolay bişey yoktur... Her bilgi, her din, her inanç, her felsefe birbirini çok kolay yerebilir, ama hepsi birbirini anlama çabasından özellikle kaçınır... Çükü tek haklı olarak kendisini görür... Bu özellikle Ateizm için geçerlidir. Ateizm için, Ateizmden başka gerçeklik yoktur... Bu konuda belkide en bencil yaklaşım Ateizmdir... Oysa ki, dikat edin, herkes kendi haklılığı için savaşmaktadır, kısaca "Herkes Haklıdır"... Bunun nedeni mi ne? niye mi herkes Haklı? Hepsi "Bir" çünkü...

  14. hımmm... Bu açılan forum hakkında şöyle bir şey desem, kimin ne bildiği yada kimin ne bilmediği çok basit bir şekilde ortaya konur sanırım... Herkes, ancak anlayabildiği kadarına inanır... yada çok mu basit oldu bu? ben en iyisi kimin nasıl algıladığına başka küçük bir örnek vereyim...

     

    "Ete Kemğe Büründüm, Yunus Diye Göründüm"

    "Ene'l Hak = Ben Hakk'ım"

  15. Bu mantıkla gidersek, abbasileri, emevileri ve hatta muhammed ve arkadaşlarını da laik olarak tanımlamak mümkündür. Zira müslüman olmayanlardan, cizye adında kafa parası almak muhammedin başlattığı bir uygulamadır ve şu ayete dayanır

     

    Osmanlı Devleti Laik Bir Devlet mi idi? Osmanlı devleti çok karmaşık bir yönetim geleneğine sahiptir arkadaşım... Ne laiktir, ne de laik değildir... Ne din devletidir, ne de din devleti değildir... Mesela Hukuk olarak Osmanlı Şer'i ve Örfi Hukuk uygulayarak hem dini hemde örfi bir sistem yaratmıştır, ancak şu da var ki, birçok imtiyaz verilmiş devlet, Osmanlı ülkesinde yaşayan kendi tüccarlarını falan, kendi hukuklarına göre yargılamışlardır. Yani Osmanlı ülkesinde, yabancı devletlerin Hukuk uygulamaları bile görülmüştür. Bu bir yana "Dini Temsilci" sıfatı olan "Halife" ünvanı, Yavuz Sultan Selim'le beraber alınmasına rağmen, Osmanlı devleti yıkılana kadar sadece İKİ KERE kullanılmıştır; ilk Kırım2ın kaybedilmesiyle yapılan anlaşmada, Kırım halkının, Osmanlı halifesine dini ve kültürel bağla bağlı olduğunu belirtmek için, ikincisi de Birinici Dünya savaşında "Cihat İlanı" için, ki bu ikincisinin işe yaramadığını biliyoruz... Yani "Din Devleti" olarak nitelediğimiz bir devlet, nedense o ünvanı sadece iki kere kullanmıştır... Başka bir açıda, şu ünlü "Vergi" meselesi... Osmanlı'yı "Yönetim Geleneği" açısından ele alacaksak eğer, Osmanlı "Vergilendirme" açısından "Şer'i" bir devlettir diyebiliriz, Hukuk olarak ele alacaksak eğer kesinlikle bir "Din Devleti Değildir". Fetih anlayışı açısından ele alacaksak, Osmanlı devletinin Fetih anlayışı, Türklerin "Dünya Hakimiyetinden" alır temelini... Bir genelde Osmanlının "Fetih" anlayışını "Cihat"a dayandırsakta, nedense Cihat yaptığını düşündüğünümüz bu devlet, 400yıl kadar hakimiyetinde bulundurduğu hıristiyan toplulukların dinlerine kesinlikle dokunmamıştır... Osmanlı Fetih geleneği bakımından, İslam'ın Cihat Anlayışı ile, Türklerin "Dünya Hakimiyeti" anlayışını sadece örtüştürmüşlerdir, Kesinlikle, İslam2ın öngördüğü halde bir Cihat anlayışı tam anlamıyla olmamıştır... Yani Osmanlı Fetih anlayışı yine Dini değildir... Yönetimsel olarak ta, Osmanlı'da En yüksek karar verme yetkisine Padişah sahiptir. Şeyh'ül-islam ne kadar dini yetkiye sahipsede, Yönetim Padişahta, Dini işler Şeyh,ül-islam'dadır... Yani bugünkü hali ile olmasada Laikliğin basit bir örneğidir. Aynı işleyiş Eski türk devletlerinde ve özellikle Selçuklularda da vardır... Osmanlı Padişahı "Halife" ünvanını taşımasına rağmen, Dini kararları "Şeyh,ül-islam"a bırakmıştır, ilginçtir... Ayrıca Laikliğin Tarihsel geçmişindeki manasını tam anlamıyla bugünkü manasını içereceğini düşünmek çok mantıksız... Eğer siz geçmişte "Laik1 bir yönetim arıyorsanız, o çağın düşünsel yetisine uygun bir Laik uygulama aramalısınız. Geçmişte, bugünkü anlamıyla Laik bir uygulamaya rastlamanız imkansızdır. O yüzden Eski Türk devletlerinin, Selçuklunun ve Osmanlının uygulamaları Laikliğin ilkel şekliyle uygulamalarıdır diyebiliriz. Ayrıca Laiklik "Fikri" olarak Avrupa temellidir, ancak geleneksel olarak daha önceki yönetimlerde görülmüştür. Buna en büyük örnek, sizin yukarıda "Laik olamayacağını" iddia ettiğiniz Hz. Muhammed'de görülmüştür... Hz. Muhammed'in kendisinin bizzat yazdırdığı 622 Medine Sözleşmesini kursanız "İlk İnsan hakları sözleşmesi" niteliğinde olduğunu ve uygulandığı döneme uygun bir Laik anlayışa sahip olduğunu görürsünüz...

    Özetleyecek olursak Osmanlı her açıdan farklı farklı yönetim anlayışına sahip bir Devlet olmuştur... Farkı alanlarda, farklı uygulamaları olmuştur... Mesela bugün Ülkücüler Osmanlı devletini çok çok severler ve Komünist felsefeyi canları pahasına yadırgarken, ismini hatırlayamdığım bir Osmanlı Araştırmacısı Bilim adamı şu nu söylemiştir: "Biz komüzimi Rusya'da aradık, ancak Osmanlıyı anladıkça görüyorum ki asıl komünizm Osmanlıdaymış" burada komünizmi Rusya'nın uyguladığı komünizm olarak algılamamalıdır... yani Osmanlı devleti Ne Dini bir devlettir ne de Materyalist bir devlettir... ne Örfi bir devlettir ne Şer'i bir devlettir... ne laik bir devlettir ne da başka bişey... 600 yıllık Osmanlı devletinde, 600yıl içersinde bir çok ve farklı yönetim anlayışı ortaya konmuştur... Osmanlı tek bir açıdan ele alınamayacak kadar geniş ve ölçüsüzdür...

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.