Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
DİĞER BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMLARI
DİĞER BİLİŞSEL GELİŞİM KURAMLARI BRUNER’İN KURAMI Eylemsel Dönem (0-3 yaş): Çocuk bu dönemde çevreyi eylemlerle anlar, çevredeki nesneleri onlara dokunarak, vurarak, ısırarak, hareket ettirerek tanır. Nesnelerle doğrudan etkileşime geçerek ve yaparak yaşayarak öğrenirler. Bilgi eylemlerle temsil edilir. Devini duyusal zeka’yı ilgilendirir. İmgesel Dönem (3-11 yaş): Bilgi imgelerle, sözcükler ve kavramlar yolu ile elde edilir. Gelişmiş olan dilsel ve görsel algılar yolu ile farklı durum ve yaşantılar imgeler halinde formüle edilir ve zihne aktarılır. Görsel bellek gelişmiştir. Algı önemlidir. Bir nesne görmeden çizilebilir. Mantıksal zekayı ilgilendirir. Sembolik Dönem (11 + yaşlar): Çocuk yaptıklarını ve anladıklarını sembollerle açıklar. Yaşamın tamamıyla mecazlar, formüller ve simgeler yolu ile kavranmasını kapsar. Dil, Mantık, Matematik, Müzik alanlarının sembollerini kullanır. VYGOTSKY’NİN KURAMI Vygotsky’e göre Bilişsel Gelişime etki eden faktörler: -Kültürün ve Sosyal çevrenin önemi. -Çocuk-Yetişkin ilişkileri. -Çocukların birbirleriyle işbirliği. -Dil öğrenme. -Öğretmenlerin çocuk gelişimine etkisi. -Nesne, materyal ve olaylarla sonut yaşantılar. Bilişsel gelişimde hem gelişimsel hem de çevre etmenleri önemlidir. Tüm öğrenmelerin kaynağı “Sosyal Çevre”dir. Bireyin “Bilişsel Gelişim”i öğrendiği dil ve çevresiyle olan etkileşimine bağlı olarak gelişir. Birey kendi başına öğrenebileceğinden daha fazlasını, çevresi ile etkileşime girerek öğrenir. Bilişsel Gelişim, çevreden kaynaklanan bilgilerin “İçselleştirilmesi” sonucunda olur. Öğrenmeyi etkileyen Doğal Çevre’ye “Yakınsak Gelişim Alanı” denir. PİAGET’İN KURAMI Çocuk dünyanın pasif alıcısı değil, bilgiyi kazanmada aktif role sahiptir. Bilişsel gelişim biyolojik ilkelere dayalı olarak açıklanmıştır. Bilişsel Gelişimi etkileyen faktörler: Olgunlaşma, Yaşantı, Uyum, Örgütleme, Dengelemedir. Öğrenme çocuğun kendi başına gerçekleştirdiği bir süreçtir. İç etkenler öğrenmede önemlidir. GAGNE’NİN KURAMI Organizma en baştan öğrenmeye hazırdır. Öğrenme “Doğumla” bireye verilen doğal bir yetenektir. Zihinde öğrenme sürecinin oluşumundan sorumlu özel alanlar bulunur. Bu alanlarda bilgi işlenerek zihne kaydedilir. Organizma deneyimler geçirerek ve problem çözerek öğrenme sürecinde aktiftir. Zihnin doğal öğrenme işlemleri harekete geçirilerek bilişsel gelişim sağlanır.
-
Kara kalem çizimler
Lisedeyken 8B kullanıyodum... Adeta aşıktım ben o kaleme yaa... Ya övünmek gibi olmasın ama onunla istediğim tonlamaları veriyodum. Sonra Üni.ye gidince tabi bizim resim hobisi biraz askıya alındı, kalem falan almaz oldum. Resim çizmek isteyince de elimin altında ne varsa onunla çizmeye başladım... Ama alıcam yani 4B, bakiim nasıl olcak seneler sonra
-
Ahlak ve Ahlaki Gelişim...
Sevgili la_bohéme, bu konuyu tartışmamız gereği açmadım. Konu Gelişim Psikolojisinin önemli bir alanıdır ve eninde sonunda açmam gerekiyordu. Ancak tartışmaya burada devam edebiliriz… Sevgili la_bohéme, “Bireysel Ahlak” anlayışı yukarıdaki yazıda ve sizin alıntıladığınız yerde belirttiğim gibi : Eylem, İlkeler ve Değerler üzerindeki eleştirel değerler bütünüdür. Öncelikle “Dini Ahlak” konusuna değinmek isterim. Dediğin çok doğru ve bunu belirttim: Tarihte dinler hep “Bir Ahlak Oluşturmak” idealinde olmuşlardır ve bu yüzden Ahlak kavramı “Dine Özgü” olarak anlaşılmıştır. Ancak öyle değildir. Bir dine inanmayan insanlarda bir “Ahlak” anlayışına sahip olmaktadır. Mesela seninde bir Ahlak anlayışın var ve bunu sağlamak için bir dine ihtiyacın yok… Ancak bu Ahlak anlayışını sağlamak için bir “Toplum”a mutlaka ihtiyacınvar. Toplumsal Ahlak “Zorunlu Ahlak” olmaktan öte, bireylerin şekillendirdiği ve bireyleri şekillendiren bir yapıdır. Yazıda belirttiğim gibi; insanlar doğumundan itibaren bir topluma ait olarak doğarlar (tabi Tarzan ya da Tarkan olarak doğmamışsak). İşte bu andan itibaren Ahlaki Gelişim, toplum ile olan etkileşimimize dayanır. Yani “Ahlak” dediğimizde aklımıza gelen tek şey “Sevgiliyi eve getirmek” ya da “Gezmek” vs gibi şeyler değildir. Sizin diğer insanlarla olan iletişiminizi sağlıklı kılan değerler, sizin ortak “Ahlaki Değerlerinizi” yani “Toplumsal Ahlakı” oluşturur. Bakın, bu yazıda açık açık verildi. Bireyden başlayarak topluma (makro’ya) doğru yol alan bir süreçtir. Kişi öncelikle “Kendisine Karşı” olan sorumluluklarına ya da tercihlerine dayalı bir Ahlaki Yapı oluşturur Ergenlik döneminde. Ancak yaş ilerledikçe, Ergenlik-Genç Yetişkinlik-Yetişkinlik sürecince birey “Topluma” kademe kademe açılmaya ve toplumla ilişki kurmaya başlar. Ergenlik döneminin en temel ve doğal özelliği “Sorgulayıcı” olmasıdır. Mesela senin yaptığın budur. Gördüğün bir takım yanlış (kadın-erkek eşitsizliği) kabulleri eleştirerek, kendine “Ben Merkezci Ahlak Anlayışı” kurmuşsun ve bu çok doğal. Gelişimin bir parçasıdır bu. Ancak zamanla dış dünyaya doğru ilişkilerin arttıkça, yani gelişimin sürdükçe dış dünyanın kabullerine göre, kendi kabullerin arasında bir denge kurmak durumundasın. Burada şu temel yargıyı unutmamak gerekir: Tek bir insanla dahi iletişim kuracak olsanız, o insana karşı üstleneceğiniz “Sorumluluklar” vardır. İşte bu karşılıklı “Sorumluluk” gerekliliği, sizin o insanla(rla) aranızdaki Ahlaki Yapıyı oluşturur. Yani bir “Ahlak” edinmek kaçınılmaz olduğu gibi, iletişim içinde olduğunuz insanlara “Göre”de bir ahlaki yapı oluşturmanız ve kendi değerlerinizi bununla uyumla hale getirmeniz kaçınılmazdır. Çünkü sanıyorum ki yaşamınızın son gününe kadar, hiçbir insanla iletişim kurmadan yaşamak amacında değilsiniz. Siz bunu reddedebilirsiniz ancak Anne ve Babanızın kabulleri budur. Anne-Babanı özeline karıştırmamak senin en doğal hakkındır ancak onların sahip oldukları Ahlaki Yapıya saygı göstermen gerekmektedir. Bu onlarla olan iletişiminin bir gereğidir. Bundan başka bir açıdan eleştiremeyeceğim, çünkü söylediğiniz açıdan farklı bir iddiam söz konusu değil. Sizin Ahlak Kurallarınız “Şimdilik” sizi ilgilendirir. Ancak siz toplumda “Tek Başına” değilsiniz. Çevrenizde yaşadığınız ya da iletişimde olduğunuz insanlar var. Yani bir Toplumun içindesiniz. Ve diğer insanlara karşı alacağınız tavır ya da onlarla olan iletişiminizin sınırları ve gereklilikleri, sizin onlarla olan “Toplumsal Ahlaki Yapınızı” belirler. Yani siz bir insanla konuşurken, saygı kurallarına uymak ihtiyacı hissediyorsanız, ister istemez “Toplumsal Kurallara” uyuyorsunuz zaten. Ya da bir lokantaya gittiğinizde, insanları rahatsız etmeyecek ve ortama uygun bir şekilde yemek yiyorsanız, zaten “Toplumsal Ahlaka” uyuyorsunuz demektir. Mesela dün bir film vardı; Adam LasVegas’ta bir kumarhaneye gidiyor, kumar oynayacak. Ve ayakkabılarını çıkarıp, masanın üzerine koyuyor ayaklarını; sizce bu doğru bir davranış mıdır? Ya da şöyle söyleyeyim: Sinema’da bir filmi izliyorsunuz ve bir kız durup dururken çıkıp bağırıyor ve herkesin film zevkini berbat ediyor ve diyor ki “Biz oyun oynuyoruz”… Sizce bu doğru bir şey mi? Yani insanları bu şekilde rahatsız etmek… Eğer cevaplarınız “Doğru bir davranış değildir” ise sizde, istediğiniz kadar reddedin “Toplumsal Ahlaka” uyuyorsunuz demektir. Ya da gel biz şuna şöyle bir tanım getirelim: “Nerede Nasıl Davranılması Gerektiğini Biliyorsunuz” Değil mi? Bakınız “Ahlak” sadece “Cinsellik” ve “Dindar Olmak” değildir ve ne yazık ki “Ahlak” kavramı deyince akla ilk gelen şeyler bu ikisi oluyor. Ancak “Bilimsel Olarak” Ahlak kavramının tanımı yapıldığın bu iki kavramın yanından bile geçilmez. Çünkü gerçekte alakaları yoktur. Sizin bir lokantada, bir sinemada, bir misafirlikte, bir arkadaş gurubunda, bir sevgiliniz olduğunda “Nasıl Davranacağınızı Bilmeniz”dir “Ahlaki Yapı”… “Toplumsal Ahlak”ta, üstüne basa basa söylüyorum ki: insanlarla İletişiminizin başladığı anda başlar. Bunu “Kabul Etmiyorum” ya da “Reddediyorum” gibi bir düşünce yoktur ve olamaz çünkü diğer insanlarla iletişim kurmanız kaçınılmazdır; mesela bir lokanta da geğiremezsiniz, çoraplarınızı çıkaramazsınız, burnunuzu karıştıramazsınız, sevgilinizle sevişemezsiniz… Kadın ile Erkeği eşit tutmayan kuralları elbette ki yadsıyacaksınız, ki bu konuda size karşı çıkmam akla ve mantığa uymaz zaten. Ancak “Eşitlik”ten kastınızın ne olduğu önemli. Mesela “Abim küfretti, bende edicem, bu benim hakkım” demek ne kadar “Eşitlikçi” bir davranıştır? Ya, içinde bulunduğunuz toplumun koşullarına uymak durumunuz var. Şöyle bir durumda haklısınız: “Ağabeyiniz eve kız arkadaşını getiriyor, anne-babasının karşısında öpüyor… Ancak sizin yapmanız durumunda siz azarlanıyorsunuz ya da yaptığınızın Ahlaki olmadığı söyleniyor…” Bu açıdan haklısınız, çünkü çok bariz bir mantıksızlık var ortada. Benim kuzenim, kız arkadaşını evlerine davet etmişti, onlarda kalıyordu. Ancak kız kardeşinin, nişanlısıyla saat 10’a kadar bile gezmesi durumunda tartışma çıkarıyordu “Nasıl Yaparsın” diye. Ben buna karşı çıkmıştım. Bu açıdan sonuna kadar haklısınız. Ancak şu var bir de: Aileniz ne kız, ne de erkek ayrımı yapmadan, sevgilinizle aile karşısında öpüşmeye iyi bakmıyorsa, buna saygı duymalı ve “Ben Özgürüm” diyerek, inadına yapmamalısınız. Çünkü aksi takdirde ailenizle olan iletişiminizde kopmalar ve olumsuzluklar olur. Demek istediğim; “Toplumsal Ahlak”ın en önemli temeli, bireylerin birbirlerinin kabullerine “Saygı” göstermesidir ve “Sorumluluklarını” bilmesidir. Yani bu benim “Öznel” yargımdan ziyade “Sosyal Bilim”in (Bilime ne kadar inanırsınız bilmiyorum) en temel yargısıdır. Zaten o yüzden “Ahlaki Kurallar” farklılık gösterir. Ancak “Bireysel Ahlak” diye bir şey, söylediğiniz anlamda yoktur. “Bireysel Kabuller”den bahsedebiliriz ancak. Sizin kabulleriniz “Toplumla” uyuşmayabilir (cinsellik, sevgili ilişkisi vs açıdan). Ancak Toplumun kabullerine Saygı duymak durumundasınız. Çünkü bakın, yukarıda açıkça yazdım, Olgun bir birey, ideal Ahlaki Yapıya sahip bir birey; kendisini denetleyebilmektedir. Yani “Nerede-Nasıl ve Kime Karşı-Nasıl Davranması Gerektiğini, Kendisi Bilebilen” kişidir… Siz Nerede-Nasıl ve Kime Karşı-Nasıl davranacağınızı biliyorsanız, sorun yok… Ancak kabullerinizi “İnat” doğrultusunda yapıyorsanız, buna “İçten Denetimlilik” denemez “Koşullanma/Şartlanma” denir… Seni “Sen” yapacak olan kuralları, asla ve asla tek başına koyamazsın. Çünkü tek başına yaşamıyorsun. Edindiğin her bilgiyi, diğer insanları görerek ve eleştirerek ediniyorsun. Hiçbir İnsan, tek başına “Benlik” kazanamaz. Yoksa “Gelişim Psikolojisi”nde örneğini verdiğim “Viktor”dan farkımız kalmazdı… Konuşmayı ve yürümeyi bile bilemezdik. Seni “Sen” yapan değerleri, sadece kendin üretmeye kalkarsan, mutlaka ve mutlaka “Toplumdan Kopuklukların” olacaktır. Bu kaçınılmazdır. Ancak “Tarzan”dan başka, kendi “Ahlaki Yapısını” oluşturabilen bir insan olamaz. Çünkü hiçbir insan tek başına büyümez, yaşamaz. Mutlaka Topluma göre bir Ahlaki yapı edinmezseniz; sinema ortasında bağıran, lokantada geğiren, lüks bir kumarhanede çorabını çıkarıp ayaklarını masanın üstüne koyan ve insanlarla küfürlü küfürlü konuşan bir insan olmaktan öteye gidemezsiniz. Ben biliyorum ki, sen ne kadar reddetsen de “Nerede-Nasıl ve Kime Karşı-Nasıl Davranacağını Bilen” yani “Toplumsal Ahlakı” benimsemiş birisin, yoksa seninle olan iletişimimiz bu halde olmazdı… Sevgilerimle… -------------------------------------------- Ayrıca şunu söylemek isterim ki: Yukarıdaki yazımda geçen Kohlberg'in Ahlak Kuram'ı, şimdiye kadar kabul edilmiş en geçerli Ahlak Kuramıdır. Çocuk Eğitimi bu Kuram çerçevesinde yapılmaktadır. Kısaca şunu da eklemek istiyorum: Diğer konularda da belirttim; bireylerin, belli yaş dönemlerinde edinmeleri gerekli olan belli davranışlar ve belli kabuller vardır. Buna "Gelişim görevleri" denir ve birey, uygun yaşlarda bunları edinmezse "Olumsuz" bir gelişim izlemektedir. "Ahlak Kuramı"da bu gerçekten yola çıkarak ortaya konmuş "Gerçek" bir kuramdır ve "İdeal/Uygun" olan "Ahlaki Kabul/Yapı"lar verilmiştir. Hangi yaşlarda, hangi kabullerin sergileneceği ve hangi düzeye ulaşılması gerektiği ortaya konmuştur.
-
Allahın hiç bir şeye ihtiyacı yokmu ?
Mantıksızlığınız şurada yatıyor: Arapça da Kübra yada Kibir "Ulu" "Büyük"" "En Büyük" anlamına gelir. Şimdi "İslam"a göre "Tanrı"dan ulusu yada yücesi olmadığına yani "Tek Kübra" Tanrı olduğuna göre, Tanrı'nın "Ben Kübra'yım/Ulu'yum" demesinin neresi yanlış ya da mantıksız? Sizin kardeşinizden büyük olduğunuzu söylemenizin neresi yanlış? Tanrı orada yanlış yada mantıksız bir şey söylemiyor ki? "Ben Uluyum" diyor, çünkü ondan daha Ulu'su yok? Ya böyle kasıntı ve zorlama ithamlarla ve iddialarla gereksiz tartışmalara girmek artık forumun tadını kaçırmaya başladı ne yazık ki... Yapılan iddianın eleştirilecek ipe sapa gelir herhangi bir yanı dahi yok kanımca... Saygılarımla...
-
Allahın hiç bir şeye ihtiyacı yokmu ?
İbadet(ler); Tanrı ile Kul arasındaki "Fark"tır...
-
Ahlak ve Ahlaki Gelişim...
AHLAK GELİŞİMİ Burada Ahlak’ın tanımı, sosyal ve bireysel Ahlak’ın gelişimi ile Ahlak Gelişimi ile ilgili Kuramlar üzerinde durulacaktır. Son derece içerikli bir yapıda sunulmaya çalışılacaktır. Ahlaki Gelişim, Kişilik Gelişiminin en önemli parçasıdır. Çünkü bireyin “Toplumsallaşma Süreci” içersinde neyin ne olduğu ve uygun kabuller konusunda bir bilinç gerçekleştirmesi ile ilgilidir. Ahlaki gelişimin en önemli unsurları: kişinin sorumluluk sahibi olduğu çevresine ve topluma karşı yani iletişim içersinde olduğu evrene karşı kendisin ne kadar denetleyebildiği ve sorgulayabildiğidir. Burada yine en önemli kuramcılarda Jean Piaget’in Kuramı önemlidir ancak bu kuramı ve J. Dewey’in görüşlerini de paralel alarak geliştiren Lawrence Kohlberg’in Ahlak Kuramı çok daha önemli bir yer tutar. AHLAK NEDİR? Genel olarak tanımı: toplum içinde kişilerin benimsedikleri yada uymak durumunda oldukları davranış biçimleri ve kurallarıdır. Bireyin doğrular ile yanlışları ayırabilmesini yağlayan değerlerdir. Orhan Hançerlioğlu’na göre: Belli bir toplumun, belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranış kurallarını belirleyen ve inceleyen bilimdir. Ferit Develioğlu’na göre: İyilik etmek ve fenalıktan çekinmek için takibi lazım gelen usul ve kaideleri öğreten ilimdir. Friedrich Nietzsche ise şöyle tanımlar: Ahlak esasen toplumu çöküntüden kurtaracak ve toplumun muhafazasını sağlayacak bir araçtır. Genel olarak Ahlak; bireyleri, içinde yaşadıkları toplumunda benimsediği “İyi” ve “Yanlış”ı birbirinden ayırmaya yordayan “Toplumsal” kurallardır. İnsanların "Ahlaki Gelişimleri", genel olarak içinden çıktıkları toplum ile uyumlu halde gelişir. Çünkü birey doğumundan itibaren bir topluma ait olarak doğar ve gelişimi o toplum içinde olur. Etkileşimi öncelikle kendisinden başlayarak Mikro’dan (=aile), Makro’ya (toplum) doğrudur. Tarihsel olarak Ahlak kuralları, toplumdaki bireyler arası “Uyum”u sağlamaya yöneliktir. Tarihin büyük bir kısmında, dinler ideal bir görüş sunma ve düzenleme çabasında olmuşlardır, bu yüzden “Ahlak” her zaman “Dini Emir ve Prensiplerle” karıştırılmışlardır. Kısaca “Ahlak” ya din temelli sayılmış ya da bir dine mensub olmayan bireyler “Ahlak Dışı” olarak görülmüştür. Laik ve Seküler toplumlarda ise Bireysel Ahlaki tercihler ile Toplumsal Ahlak düzeyi uyumludur ve ideal ölçüde görünmektedir. Bireyler genelde bu türlü bulundukları toplumların Ahlaki yapısını benimsemektedir. Kısaca öyle görünmektedir ki Ahlak’ın iki özelliği bulunmaktadır; Öncelikle içinde bulunduğumuz topluma ait olarak yani Düzgüsel (ya da Düzen) olarak Davranışlarımızı uydurmamız gereken “Toplumsal” kurallar olarak tanımlanabilir. Düşünsel olarak ise: Eylem, İlkeler ve Değerler üzerindeki eleştirel değerler bütünüdür. Bu yönüyle “Ahlak” Evrensel bir değer olmakla birlikte “Ahlaki Değerler” toplumlara göre “Görecelilik” ifade etmektedir, toplumdan topluma değişiklik göstermektedir. Antik Çağ’dan itibaren bir takım Ahlak/Etik görüşleri belirtmek istiyorum ve öncelikle söylemek isterim ki burada Vikipedi Özgür Ansiklopedi’den Faydalanılmıştır: Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yani "töre" sözcüğünden türemiştir. Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıyla ahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe ahlâk bilimi olarak da anıldığı olmuştur. Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü ahlak sözcüğü ile eş anlamlı olarak da kullanılır. İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansır: Antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden, Ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, Politika Biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, Sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, Hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, Kriminolojide etik davranışı öven etik olmayan davranışı kötüleyen hali ile, Psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur. *** *** *** AHLAK GELİŞİM KURAMLARI Bireylerin Ahlak’ı sorgulayışları (doğal olarak) “Ergenlik” çağında başlamaktadır. Ergen, Toplumun kabullerine nazaran “Yeni Ahlaki Kabuller” benimseme veya Ahlaki Kabulleri “Yenileştirme” çabasındadır. Çünkü bireyin en sorgulayıcı ve en açık olduğu dönemdir. Bu dönemdeki iç yaşamdaki çelişkiler, yaşantılar ve çevre, zaman (tarihsel zaman), bireyin dış dünya ile ve iç dünyası ile ilgili sorunları, Ergeni çok daha “Bireysel” bir Ahlaki Yapı oluşturmaya götürmektedir. Ergen “Ben Merkezciliği”; “Ben Daha İyi Bilirim” düşüncesi ile bireyin Toplum Ahlakı Üzerinde ve Kendisine Bağlı Olarak (Ben merkezli) “Ahlak Kuramları” üretmesini doğurur. Ancak unutulmamalıdır ki, bu düşünce dizgesi/sistemi “Doğal Bir SÜREÇ"tir. Genç Ergenlik döneminde ise Arkadaş gruplarına (yukarıda Mikro’dan Makro’ya doğru bir gidişin olduğunu belirtmiştim) girilerek, Gruba dayalı bir “Kabuller” oluşturulur. Burada bireyler “Ben Merkezcilik”ten sıyrılmaya başlayarak, gruba ve arkadaş çevresine (mezosistem diyebiliriz) “Uyum”u gerekli kılan bir takım kurallar ortaya çıkarır ve kurallar koyarlar. “Ben Merkezcilik”ten kurtulmak “Ahlaklılık”ın koşulu olmaktadır çünkü aynı guruptaki bireyler, birbirlerine karşı sorumluluk duygusu taşımaya başlamaktadırlar ki bu da yine belirttiğimiz gibi olması gereken “Doğal” bir süreçtir. Bireylerin başkaları ile olan iletişimleri “başıbozuk” değil bulundukları guruba ait kurallar çerçevesinde olur. Birey Ergenlik döneminden sonra Ekosistem (örnek: iş çevresi) ve Makrosistem (toplum) ile ilişkiye geçer ve bu süreçte ergenlikte oluşturduğu “Ben Merkezci Ahlak Kuralları”nın yanında ya da onlara tercihen “Toplumun Kabulleri”ni de benimser. Toplumun kabulleri ile kendi kuramları gitgide uyumlu hale gelir ve gelmek durumundadır. Bu çerçevede görülmektedir ki, Yetişkin bir bireydeki İdeal Ahlak (toplumla, çevreyle ve bireyin kendisiyle uyumlu) oluşumunun temeli; İletişim (dialog) ve Sorumluluk’a dayalıdır. Burada konu ile ilgili küçük bir ayrıntıyı belirtmem gerekiyor: İçten Denetimlilik ve Dıştan Denetimlilik... İçten Denetimlilik: Herhangi bir durum karşısında, bireyin sonuca etki eden etkenin “Kendisi” olduğu yargısına varmasıdır. Öğrencilerde sınav sonucunun olumsuzluğunu kendisi olarak gören öğrencilerin, daha sonraki sınavlarda çok daha başarılı oldukları tespit edilmiştir. Ahlak Gelişiminde ise; Kişinin toplumsal kurallara göre kendisini denetleyebilmesi ya da amiyane tabirle “Nerede duracağını bilmesi” içten denetimliliği ifade eder. Yani birey kendi kurallarının ve toplumun kurallarının ya da etkileşimde olduğu insanların kabullerinin farkındadır ve buna göre ne yapması gerektiğini bilir ve uygun davranışı ya da ahlaki kabulleri sergileyebilir. Dıştan Denetimlilik: Herhangi bir durum karşısında, bireyin sonuca etki eden etkenin “Dışarısı” olduğu yargısına varmasıdır. Öğrencilerde sınav sonucunun olumsuzluğunu “öğretmenin ona gıcık kapması” olarak gören öğrencilerin, bu başarısızlığı devam ettirdikleri gözlenmiştir. Ahlak Gelişiminde ise: Kişinin toplumsal kurallara göre başkalarınca denetlenmesi ya da amiyane tabirle “Başkalarının güdümünde kalması” dıştan denetimliliği ifade eder. Bireyin kendi kabulleri yoktur ve toplumun kabullerinin de farkında değildir. Sadece kendisine tespit edilen iyi ya da kötü normları kabullenir. İdeal olan davranışlardan ziyade “Öğretilen” ya da “Benimsetilen” davranışları sergiler. Antik Çağ’dan bu yana birçok Ahlak/Etik kuramı olmakla birlikte, ben burada “Eğitim Bilimleri” ve “Gelişim Psikolojisi” açısından en önemli olan iki kuramı ele alacağım. => PİAGET’İN AHLAK KURAMI <= Dışsal Kurallara Bağlılık Dönemi (6-10 yaş) Bu yaşlardaki çocukların sergiledikleri Ahlaki anlayış şöyledir: -Ahlaki yargılarda dışa bağımlıdır. -Kuralara herkes uymalıdır. -Kurallar değişmezdir. -Kurallara uyulmazsa cezalandırılmalıdır. -Otoriteye kayıtsız uyulmalıdır. -Davranışın gerisindeki neden değil, sonuç önemlidir. -Davranışın temeli; ödüle ulaşmak ya da cezadan kaçınmaktır. Özerklik Dönemi (11 + yaş) Bu yaşlardaki çocukların sergiledikleri Ahlaki anlayış şöyledir: -Ahlaki değerler “görelilik” kazanır. -Diğer insanlarla olan etkileşim ve ilişki, birliktelikler kuralları değişebilir kılmaktadır. -Kurallar insanlarca konulur ve gerektiğinde değişebilir. -Davranışın nedenlerine ya da niyete bakılır. -Davranışın iyi ya da kötü olması altında yatan niyete bağlıdır. => KOHLBERG’İN AHLAK KURAMI <= Kohlberg, belirttiğim gibi J. Piaget ve J. Dewey’in görüşlerinden yola çıkarak ortaya konmuş en kapsamlı Ahlak Kuramı olarak geçerliliğini sürdürmektedir ve en son halini 1987 yılında almıştır. Öncelikle Kurama göre Ahlaki Düzey/Evreleri belirtmek isterim. Not: aşağıda verilen “Düzey/Evre”ler her ne kadar “Yaş” ile bağıntılanmışsa da ait oldukları yaşılar dışında da görülebilmektedir. Mesela ilk dönem ilerlemiş yaşlara rağmen görülebilmektedir. Ya da en son belirteceğimiz iki dönem ise yaşı ne olursa olsun çoğu insanda görülememektedir. Yani aynı zamanda bu Dönemler kişiler arası farklılık sergilemektedir. Her dönem iki alt Dönemden oluşmaktadır Sizin tek yapmanız gereken, Dönemleri okuyup, kendinizle kıyaslamanız ve hangi döneme ait olduğunuzu tespit etmenizdir. Gelenek Öncesi Düzey Değerleri (4-9 yaş) Dışa bağımlı dönemdir, birey kendi gereksinimlerini karşılamayı ister. Olayları sonuçlarına göre değerlendirir. Cezadan kaçınır, Ödül getiren davranış iyi, Ceza getiren davranış kötüdür. Bencil güdülere doyum aranmaktadır yani “Tatmin” ön plandadır. Eğitim ve sosyo-kültürel açıdan geri kalmış ülkelerin bireylerinin çoğunluğu bu durumdadır. “Ben Merkezci” düşünme biçimi en temel özelliktir. İnsanlar sadece birer nesnedir. 1. Dönem: İtaat ve Ceza => Birey kendisi içindir. Kurallar neyi gerektiriyorsa ve otorite neyi istiyorsa öyle davranmak gerekir. Uygunsuz davranış ceza’yı gerektirir. Otoriteye mutlak uyum söz konusudur ve otoritenin görüşü kendi görüşüdür. Fiziksel sonuç önemlidir. Ceza ve Ödül önemlidir. Otorite yok ise veya fırsat bulunduğunda yasak davranışı yaparlar. Davranışın sonucuna göre yargıda bulunulur. Kuvvetli olan kazanır düşüncesi vardır. Başka bireylerin tercihleri dikkate alınmaz. 2. Dönem: Saf Çıkarcı/Araçsal Amaç => Bireycili ve karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler görülür. Doğru olan, insanların ihtiyaçlarını karşılayan karşılıklı alışveriştir ve alışveriş adil olmalıdır. Bireyin kendi istek ve ihtiyaçlarının karşılanması önemlidir. İhtiyacı karşılayan ve ödül getiren (çıkar) davranışlar doğrudur, kurallara ödüle ulaşmak için uyar. “Ne kadar verirsem, o kadar almalıyım” düşüncesi hâkimdir. Çıkarcılık egemendir. “Benim için yap, ben de senin için yapayım” , “göze göz, dişe diş” , “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” anlayışı hâkimdir. Kurallara ihtiyacı karşıladığı sürece uyulur. “Polis beni koruyorsa vergimi veririm”, “Devlet bana iş vermiyorsa niye askere gideyim” düşünceleri görülür. Birey başka birisine yardım ettiğinde “İleride benimde ona işim düşer” şeklinde düşünür ve “Sevgi” anlayışı buna dayanır. “Arkadaşlarım bana yalan söylemiyorsa, bende onlara yalan söylemem” ya da “eşim beni aldatırsa bende onu aldatırım” düşüncesine sahiptirler. Geleneksel Düzey Değerleri (10-20 yaş) Toplumsal beklentiler ve geleneksel kurallar belirleyicidir. Ahlaki değerler kişiler arası ilişkilerdeki karşılıklı beklentiler çerçevesinde gerçekleşir. Başka kişilerin, gurupların görüşleri ve gereksinmeleri dikkate alınır. Seçilen ya da kendisini ait hissettiği grubun görüşleri ve gereksinmeleri doğrudur. Birey gurubun beklentilerine, kararlarına ve görüşlerine uyar. Geleneksel kurallar benimsenir. Davranışın toplum düzenine etkisi düşünülür. Otoritenin (önderin, gurubun, toplumun) kuralları ve yargıları “içselleştirilir” ancak sorgulanmaz. Duygudaşlık/Empati gelişir, birey başkalarının duygularını, düşüncelerini dikkate alarak onların gözünden dünyaya bakmaya çalışır ancak bu Duygudaşlık/Empati, “gözünden bakılmaya çalışılan” kimseleri kabullenme yönündedir, “Onlar gibi olma” eğilimindedir. Sosyal düzenin korunması ve desteklenmesi, kurum ve guruplarla özdeşleşmek önemlidir. Çocuk için ailesinin, gurubunun ve ulusunun beklentileri her şeyden daha önemlidir. 3. Dönem: Bağlılık/Kişiler Arası Uyum/Bizlik => Karşılıklı kişiler arası beklentiler davranışlara yön verir. Birey kendisini diğer insanların yerine koyarak onların beklentilerine uygun davranır. Kurallara uyma ve iyi insan olmak “Altın Kural”dır. İyi bir vatandaş askere gitmeli ve vergi ödemelidir. İyi olmak, kurallara uymak, başkalarıyla ilgilenmek, dürüst ve güvenilir olmak söz konusudur. Birey; kendisinden beklenen roller/davranışları gerçekleştirdiği takdirde “İyi” olacağını düşünür. Birey “İyi anne”, “İyi baba”, “İyi çocuk” olma özelliklerine uymalıdır. Başkalarının görüşü ve Toplumsal/Sosyal kabulü önemlidir. Başkalarına karşı düşünceli davranarak aynı şeyi onlardan da bekler. Çevresinden onay almak ve takdir edilmek ister. En temel güdü “Gurup Tarafından Kabul Edilmek”tir. “Dostlar Alışverişte Görsün”, “Babası Camide Görsün”, "Bizimkiler ne der?" düşüncesi vardır. Güven, sadakat, saygı, minnettarlık gibi değerler önem kazanmıştır. Bir çocuk kendisi için çikolata aldığında, kardeşi içinde alır. 4. Dönem: Yasa ve Düzen Eğilimi => Sosyal sistemi sürdürme ve vicdan evresidir. Doğru olan: bireyin temel ihtiyaçlarını karşılaması, toplumsal düzeni korumak ve toplumun ve gurubun refahı doğrultusunda davranmaktır. Kanunlar sosyal düzenin sürekliliğini kazandığı, bireylerin sosyal çıkarlarıyla çelişmediği sürece korunur. Temel güdü; makro dizgede/sistemde toplumsal düzeni, Mezo dizgede/sistemde gurubun, arkadaş çevresinin veya iş çevresinin düzenini, sürekliliğini ve faydalığını korumaktır. Kurallar varsa herkes uymak zorundadır. Kanuna ve düzene (makro veya mezo) uyma eğilimi vardır. “Kimse vergi vermezse ne olur?”, “Kimse askere gitmezse ne olur?” sorgulaması vardır. Bir babanın, oğlunun yaptığı hırsızlığı polise bildirmesi bu devrede görülür. Gelenek Ötesi Düzey Değerleri (15/20 + yaşlar) İnsan haklarının gözetildiği ve evrensel değerlerin benimsendiği dönemdir. Kişi toplumu aşmış, üst düzey bir kişiliğe sahip olmuştur. Bu düzeye toplumun az bir kesimi ulaşabilmektedir. Kişisel seçimler, bireyin belirlediği ilkeler temelinde, bireysel yargılara göre yapılır. 5. Dönem: Sosyal Anlaşmalara ve Yasalara Uyma Eğilimi => Bireysel farklılıklar gözetilir ve “Doğal Karşılanır”. Her birey kendi tercihin yapma hakkına sahiptir. Doğru olan; toplumun temel hak ve değerlerini, gurubun kanunları ile çelişse de korumaktır. İnsanların farklı düşünce ve değerleri taşıyabileceklerini bilerek, bu göreceli değerleri korumaktır. Yasalara; insanların anlaştığı ortak bir anlaşma olduğu için uymak gereklidir diye düşünür. Bu döneme ulaşmış bir kişi “Toplumun Üstünde Bir Bakış Açısına” ulaşmış demektir. Davranışların toplumun yasal kurallarına ve normlarına, ahlaki değerlerine, insanlar arası uyuma uygun olması esastır. Yasalar toplum yararına çoğunluk tarafından konulmalıdır ve toplum yararına uygun olmayan kurallar demokratik yollarla değiştirilmelidir. Bireyler bir arada yaşamanın gerektirdiği kurallara ve davranış eğilimlerine uymayı Toplumsal bir uzlaşı/sözleşme olarak kabul ederler. 6. Dönem: Evrensel Ahlak İlkesi => Birey “Tüm İnsanlar Eşittir” düşüncesine sahiptir. İnsan Hakları ve Evrensel değerler temel ölçüttür. Hak, Adalet, Özgürlük kavramları çerçevesinde doğru ve yanlışları birey belirler. “İyilik yap denize at, balık bilmese halik bilir” görüşü vardır. Her koşul ve planda “İnsan” ön plandadır. Kişiler karşısında “Sorumluluk” ve bu sorumluluklara uyma, yerine getirme ve sadık olma ön plandadır. Konu ile ilgili ve en çok kullanılan örneği alıntılamak istiyorum: Not: Yazının uzun olmasına rağmen tamamı okunursa “Bireysel” olarak fazlasıyla yararlı olacağını düşünüyorum. Alıntıdaki sorulara vereceğiniz cevaplar doğrultusunda genel olarak sizin hangi Ahlaki Gelişime Sahip Olduğunuz ortaya çıkmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, bu kategorilendirme yapılırken sadece bu sorulara vereceğiniz cevaplar göz önünde tutulmamakta, çok yönlü bir sorgulama ve test yapılmaktadır. O yüzden buradan çıkaracağınız yargılar gerçeği yansıtmayabilir. Ancak yazının içeriğine göre herkes “Kendisi ile ilgili” ve “Ne olması gerektiği ile ilgili” fikir yürütebilecek seviyededir diye düşünüyorum. Aynı zamanda cesur arkadaşlar yorum yaparlarsa daha verimli olur diye de düşünüyorum... Saygılarımla...
-
Kara kalem çizimler
Yok yav, 0.5'ten kastettiğim Basmalı/Uçlu Kalem... O yüzden uzun süre alıyor çizdiğim resimler
-
........Tengeriin boşig.......
Sııcaklığın için çok teşekkür ederim Sevgili NightWish... Sende benim resim konusunda yorumcum ol... Psofesyonel değilim ne yazık ki
-
Madde, Enerji, Tanrı...
Sağolun Sayın yam_yam... Bunu anladım... Kısaca şöyle: Katı maddeyi sıvı hale getirebiliyoruz, Bu demek oluyor ki; o Madde, Katı haline tekrar dönüşebilir. Ancak biz o ortamı "Sağlamayamadığımız İçin" Dönüştüremiyoruz. Şöyle oluyor ki: Madde enerjiye dönüşebilir. Bu demek oluyor ki; Enerji'de Maddeye dönüşebilir, Ancak biz o ortamı "Sağlamayamadığımız İçin" Dönüştüremiyoruz. Teşekkürler...
-
BİLİŞSEL GELİŞİM
Konunun Devamı Buradadır...
-
ZİHİNSEL GELİŞİM DÖNEMLERİ
Konunun Baş Tarafı : Bilişsel Gelişim... Devam... PİAGET’İN ZİHİN GELİŞİM DÖNEMLERİ Piaget kendisine şu soruyu sormuştur: Çocuklar dünyaya geldiklerinde hiç bir şey bilmezler. Peki ne oluyor da bu durumdan yetişkin gibi düşünme düzeyine ulaşabiliyorlar? Sorunun cevabı: “Zihin Gelişim Dönemleri”dir. Başlıca 4 temel kuralı şudur: - Evreler değişmez bir şekilde, değişmez bir sıra ile ortaya çıkarlar. - Evreler bir hiyerarşi oluştururlar. - Gelişim oranlarında farklılıklar vardır. - Gelişim Kuramı her evre için tipik olan gelişim özelliklerini belirtir. Piaget “Zihinsel Gelişim”i 4 evrede incelemiştir. DUYUSAL (SENSORİ-MOTOR) DÖNEM (0-2 yaş) Bebek dünyayı; duyarak, hissederek, yaparak yani duyu ve motor (eylemsel) davranışlara göre öğrenmektedir. Reflekslerden Şemalara: Bebekler doğuştan “Refleksler” ile gelirler. İlk refleksler “Emme” ve “Yakalama”dır. Bu dönemde “Emme” refleksi geliştirilir ve “Yeme, ısırma, yememe, tükürme” gibi şemalar edinir. Ses Bulaşması: Bir bebek ağlarsa, diğer bebeklerde ağlamaya başlar. Nesnelerin Sürekliliğini Kazanma: “Nesne Sürekliliği” bir nesne gözümüzün önünden kaldırılsa bile varlığının devam ediyor olduğunun kavranması demektir. Bebekler doğumlarının ilk aylarında, gözlerinin önünden kaldırılan bir nesnenin “Yok Olduğunu” sanırlar ve arama eğilimine girmezler. 9 aylık bir bebek ise, gözünün önünde kaldırılmış olan bir nesneyi arama eğilimindedir ve onun yok olmadığını kavramıştır. Döngüsel (devresel) Tepkiler: Çocuk önceden rastlantı sonucu bulduğu ve zevk aldığı hareketleri “Bilinçli” olarak yapmaya başlar. Çocuğun Birinci Döngüsel Tepkisi “Emme”dir (kendine yönelik). Parmağını ağzına götürdüğünde haz alır (Freud’ın libido kavramı buradan kaynaklanır). Bunu tekrarlar… İkinci Döngüsel Tepki vücudu başka bir nesneye yöneltmesidir. Tepkiler vücuttan başka nesnelere yönelir. Çevreyi tanımaya yönelik eylemlerdir… Üçüncü Döngüsel Tepki ise vücut dışında başka araçlarla davranışların tekrarlanmasıdır. Bir çubuk ile istenilen oyuncağı almaya çalışabilirler. Devresel Tepki: Döngüsel Tepkiyi de içine alır. Çocuğun 6 yaşına gelinceye kadar davranışlarını sürekli yapmasıdır. Bir espriyi beğenen çocuk, etraftakiler usanana kadar hatta usansa dahi aynı espriyi tekrar eder. Dönemde ilk deneme-yanılma öğrenmeleri görülür. Taklit: Bir davranışı model alarak yaparlar. Mesela 6 aylık bir bebeğe, yüzünüzü ekşiterek “Çirkin Ol” deyimi ile bu davranışı eşleştirirsiniz (ki bu Klasik Şartlanmadır; unutmayın, önemli). Çocuk siz “Çirkin Ol” dediğinizde artık yüzünü sizin yaptığınızı taklit ederek yapacaktır. Ertelenmiş Taklit: Çocuk taklit ettiği bir davranışı, model gözünün önünde olmadığı zaman, kendi kendine yapacaktır. Örneğin üzerine sıcak çay döken birisinin tepkisini, daha sonra başka bir zamanda tekrarlayacaktır. Doğadan Ayrışma: Bebek en başlarda kendisini doğadan ayrı sanmaz. Varlığın ve yokluğun bilincinde değildir. Zamanla kendi benliğinin ve diğer varlıkların farkına varır. Alışkanlık Kazanma: Mutlu olduğu bir uyarıcı devamlı verilirse, bebek artık sevinme tepkisi göstermemeye başlar. İŞLEM ÖNCESİ DÖNEM (2-7 yaş) A- Sembolik-Kavram Öncesi Dönem (2-4 yaş) Sembolik Düşünme: Bir nesnenin ya da eylemin diğerini temsil edebildiğini tanımlar. Dil çok hızlı gelişir ancak kullanılan kavramlar çocuğa hastır yani çocuğa özeldir. İşaretsel İşlev: Çocuğun sembolleri kullanma yeteneğidir. Gerçek bir portakal yerine “Portakal” kelimesini kullanır ve bakmadan çizebilir. Sembolik Zeka: Bir şeyi başka bir şeyle canlandırmadır. Bir kız çocuğu, şekilli bir çay tabağını “taç” olarak başına takabilmektedir. Ya da bir erkek çocuk elini bir silah, çubuğu da bir at olarak kullanabilmektedir. Sembolik Oyun ve Düşünme: Çocuk bir bebeği, anne ya da ablasını sembolize ederek kullanır. Boş çay bardağını, içinde çay varmış gibi kullanır ve içmeye çalışır. B- Sezgisel Dönem (4-7 yaş) Kişilerin Sürekliliği: Çocuk annesinin elbiselerini giyen bir kadının, kendi annesi olmadığını anlar. Odaklanma (Merkezleme-Tek Boyutlu) Düşünme: Karşılaştıkları durumların yalnızca tek bir özelliğine odaklanırlar. Ya rengine, ya büyüklüğüne… Aynı sayıdaki iki grup bilyeyi; bir gruptakini kısa aralıklı, diğer gruptakini ise uzun aralıklı dizdiğinizde. Hangisinin daha çok olduğunu sorduğunuzda “Uzun Aralıklı” dizilmiş olanların daha fazla olduğunu söyler. Devresel Tepki: Döngüsel Tepki’nin bir devamı olarak bilinçte gelişir. Yeni öğrendiği bir şarkıyı sürekli söyler. Çocukta bu dönemde 3 tür inanış gerçekleşir: a- Canlıcılık/Animizm: Yaşayan ve yaşamayan nesneler arasında ayrım yapamaz. Oyuncak bir köpeğe, canlı bir köpeğe davrandığı gibi davranır. Ayağını çarptığı sandalyeye döner bir tekme atar. b- Özelden Özele Akıl Yürütme/Ortaklık: Özel bir durumdan, diğer özel bir duruma genelleme yapmadan akıl yürütür. İki özel durum arasındaki bağı, yaşantılarına bağlı olarak “Tek Yönlü” olarak ele alır. Mesela her sabah kahvaltıda süt içen bir çocuk, bir gün arkadaşlarında kalıp sabah kahvaltısında süt içmemiştir. Annesi kahvaltı yapıp yapmadığını sorduğunda “Kahvaltı Yapmadım” der. Hazırlanan kahvaltıda sadece süt içip kalkar. c- Yapaycılık: Güneş ya da Ay yapay olarak hazırlanmış bir nesnedir çocuğa göre. Güneş’in geceleyin ateşi söner, sabah ise yakılır. Toplu/Kollektif Monolog: Çocuklar bir arada toplu konuşmaya girerler. Ancak ne birbirlerini dinlerler ne de birbirlerine anlatırlar. Lakin birbirleriyle konuşuyor gibidirler. Paralel Oyun: Çocuklar Toplu Monolog gibi, aynı oyunda birlikte oynarlar ancak birbirlerinin umurlarında değillerdir ve kendi başlarına oynarlar aslında. Ben Merkezci Düşünme/Egosantrizm: Çocuk tüm her şeyin kendisi için var olduğunu sanır. Annesi ona bakmak için vardır. Kendisi çikolatayı seviyorsa, başkaları da seviyordur. Nefret ettiği bir şeyden başkası da nefret ediyordur. Telefondaki babasına, elindeki oyuncak için “Bak Kırıldı” der, çünkü onun gördüğünü babası da görüyordur. Soru Sorma: 3-6 yaşlarında merak kaynaklı olarak soru sormalar artar. Bu dönemde çocuk sorular sorulardan dolayı azarlanmamalı ve hatta sorunun cevabını bulmaya teşvik edilmelidir. Ahlaki Bağımlılık: Çocuk dıştan gelen yasa ve kurala göre davranır. Nesneleri Sadece Belir Bir Özelliğine Göre Sıralayabilir: renk, biçim, sayı, büyüklük gibi özelliklerden sadece birisine göre sıralayabilir. Tersine Çevirememe: Bir bardaktan sürahiye boşaltılan suyun tekrar bardağa doldurulduğunda önceki seviyesini koruyacağını düşünemezler. 2 ile 5’i çarparsa, 5 il 2nin çarpımının yine aynı sonucu vereceğini düşünemezler. Korunum Kanunu Kazanılmamıştır: Bir nesnenin; biçimi, konumu değiştiğinde; miktar, ağrılık ve hacminde değişiklik olduğunu düşünür. Aynı büyüklükteki biri 4 diğeri 8 parçaya bölünmüş olandan 8 parçaya bölünmüş olanının daha büyük olduğunu düşünür. SOMUT İŞLEMLER DÖNEMİ (7-11 yaş) Oluşlar ve nesneler hakkında mantıksal düşünürler. Sayıları kullanmayı ve kümelemeyi öğrenir. Objeleri birkaç özelliğine göre sıralayabilir ve sınıflayabilir. İşlemler Tersine Çevrilebilir: Bir işlem, son aşamasından başlangıç aşamasına kadar götürülebilir. Evden okula giderken gördüklerini tersine doğru anlatabilir. Sıralama ve Sınıflama Yapabilir: Mantıklı Düşünmeye Başlar: Ben Merkezcilikten Uzaklaşır: Dolaylı Gerçeği Kavrayabilme: Sarı renkli kapaklı bir kitabı, beyaz renkli bir kaplıkla kapladığınızda. Gerçek rengini sorduğunuzda “Sarı” der ve gerçek rengini bilir. Dönüşümsel Düşünme: Daha önce yaşanmış bir olayı kafasında canlandırıp anlatabilir. Korunumun Kazanılması: Madde, Uzunluk, Nitelik, Sayı, Alan, Ağırlık, Hacim korunumunu kazanmıştır. *Çoklu Sınıflama: Bir nesne, aynı anda birden fazla özelliğine göre sınıflanarak sıralanabilir. *Dönüşebilirlik: Bir nesnenin görüntüsü değişse bile (balon şişse bile), tekrar aynı haline geleceği (sönüp) kestirilebilir. *Telafi: Bir boyuttaki değişim, diğer boyutlarda da olmaktadır: şişen balon hacim ve uzunlukça da değişir. *Ayniyet: Bir nesneye ekleme yapıp çıkarıldığında miktarının değiştiğini kavrar. SOYUT (FORMEL) İŞLEMLER DÖNEMİ (11-18 yaş) Soyut Kavram ve Düşünceler hakkında mantık geliştirebilir. Göreceli düşünebilir, Kişiye, zamana ve yere göre düşünebilir. Kendine özgü ideal değer ve duyguları, düşünceleri gelişir. Üst Düzey akıl yürütebilir. Tümdengelim ve Tümevarımı kavrar. Değişken birkaç özellik veya değişken içeren problemleri çözebilir. Ergen Egosantrizm: Kendi söylediklerinin ve düşündüklerinin en doğru olduğunu düşünür. Herkes onu takip ediyordur. Herkes onunla uğraşıyordur. Kimseye yaranamaz ya da herkes onu sever. Onun yaşadığı sıkıntıları kimse yaşamıyordur. Kendisini çirkin buluyorsa, herkes onu çirkin bulmaktadır. Ergenlik Döneminde şu üç düşünme biçimi görülür: -Ben Merkezci Düşünme. -Göreceli Düşünme. -Birleştirici Düşünme. Üreme Sistemlerinin Gelişimi: Beynin cinsel fonksiyonlarla ilgili salgılar üretmesi ile zihinsel gelişimde kısa dönemli farklılıklar görünür. Hızlı Bedensel Büyüme: Beden hızlı geliştiği için sakarlık, sinirlilik, uzun süre dikkati kullanamama görülür. Not: Ergenlik dönemine diğer yaşıtlarında daha erken giren kız çocuklarının, ergenliğe daha geç giren kız çocuklarına oranla daha içine kapanık ve daha asosyal oldukları; ergenliğe yaşıtlarından daha erken giren erkek çocukların ise geç girenlere oranla daha sosyal ve dışa açık oldukları saptanmıştır. Kadın ile Erkek farkının en bariz örneğidir bence... Not: Burada edindiğiniz bilgileri, çevrenizde yeni doğan yada bir kaç aylık bebekler ve ergenler üzerinde veya kendi üzerinizde gözlemleyerek daha da kalıcı olarak özümseyebilirsiniz.
-
Ya Varsa ?
Sayın Tarafsız, o zaman size dürüst olmak isterim... Bakın ben tarikatlere inanmam ve hangi şekilde olursa olsun hiç bir tarikat oluşumuna yada dini bir oluşuma kesinlikle girmem... Ben Melamilik'ten hoşlanırım, bilmiyorum nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz. Lakin içinde değilim... Sadece öğrendiğim kadarıyla, bildiğim kadarıyla... Dinleri Harmanlanması konusunda ise; Bakın, öncelikle bir Tanrı inancına sahibim. Var olduğuna inanıyorum. Sizden tutunda, tüm insanlara varıncaya kadar Tanrı hakkında bir fikir sahibi olunduğuna inanıyorum. Yani mesela sizin Tanrı hakkında bir görüşünüz var, Yada Tanrı'nın varlığına inanan diğer insanların... İşte Hz. Muhammed, Hz. İsa yada Hz. Musa... Ya da Peygamber veya evliya denen, Veya Tanrı hakkında geçmişte görüş sunan herkesin görüşleri benim için değerlidir. Ve bunların Aynı Tanrı'yı nitelediğini düşünüyorum. Kendime "İslam" dememin nedenini ise çok kez açıkladım... Kısaca; hiç bir dini oluşuma yada tarikate değil yaklaşmak, sıcak veya ılımlı gözle bile bakmam mümkün değildir. Çünkü "İnanç"ın topyekün bir takım kişilerin toplanarak bir takım ritüellere uyarak yaptıkları bir eylem olmadığını, aksine kişinin tek başına özümsemekten ötesine geçemeyeceği bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve o şekilde toplanmaları sadece bir gelenek yada ritüel olarak görüyorum. Saygılarımla...
-
Madde, Enerji, Tanrı...
Sayın Tarafsız, anladığım kadarıyla E=MC2 formülüne göre, Sayın Yam_yam'ın açıkladığı üzere ve yine anladığım kadarı ile Matematiksel yani formüle bakarak diyebiliyoruz ki "Enerji Madde"ye dönüşebilir... Yani ben bu kanıyı edindim ancak yeteri kadar açıklama yapılmadığını düşünüyorum. Yada ben fizikçi değilim, kafam sözel (sosyal) konulara daha çok çalışır . o yüzden biraz daha basitleştirerek anlatılırsa çok daha yararlı olur kanısındayım... Ancak bir soru sormak istiyorum yine de: Mesela yine Sayın Xlark Tades'in açtığı "Madde Sonsuza kadar bölünürmü" adlı konuda, şöyle bir ifade kullanmıştım: -diyelim ki 10 metrelik bir mesade, a noktasından b noktasına gideceğiz. Ancak her bir sonraki adımımız, önceki adımın yarısı kadar olacak. eğer böyle olursa o 10 merteyi sonsuza kadar alamayız değil mi matematiksel olarak... Yani anlamak istediğim şey şu, tamam matematiksel olarak E=MC2'yi anlayabiliyorum ama tersinin mümkün olduğu anlamına geliyor mu? Kusura bakmayın, özür dileyerek soruyorum. Çünkü Fizikten o kadar çok anlamıyorum, Sözelciyim çünkü . Biraz daha basitleştirerek anlatılırsa, daha sağlam fikirler üretebilirim belki... Saygılarımla...
-
BİLİŞSEL GELİŞİM
BİLİŞSEL GELİŞİM Bu konu, “Psikoloji Bilimi”nde en önemli kuramlardan birisini ifade etmektedir. Jean Piaget’in “Zihin Gelişimi Kuramı” son derece önemli ve bence her eğitimli ve sorumluluk sahibi kimsenin bilmesi ve özümsemesi gereken kuramlardan birisidir. O yüzden bu yazımı biraz ayrıntılı ve uzun yazacağım. Yararlı olmasını umuyorum… Ve umarım ki sonuna kadar okumaya özen gösterirsiniz. Ek bilgi açısından Örütbağ/İnternette arama yapmanızı ve anlaşılmayan noktaları sormanızı tavsiye ederim. KAVRAMLARI ZEKA: Zeka’nın tanımı kesin olmamakla birlikte J. Piaget’e göre: Çevreye Uyum Yapabilme Yeteneğidir. Piaget’in bu tanımı yapması, Zeka kuramlarının gelişimi açısında bir milat olmuş gibidir. Çünkü bu tanım ile Zeka’nın ne olduğu ile ilgili ortak ve üzerinden gidilebilir bir tanım yapılmış oluyordu. Temel olarak bir kimse, içinde bulunduğu ortama ne kadar kısa sürede uyum yapabiliyorsa, o kadar zekidir. Ancak bu “Sosyal Ortam” olarak algılanmamalıdır sadece. ÖRGÜTLEME: İnsan doğuştan iki temel eğilim getirmektedir: Örgütleme ve Uyum Sağlama. Örgütleme; süreçleri, dizgeli/sistematik ve tutarlı hale getirme, bu amaçla birleştirme ve eş işlev/koordinasyon sağlama, fikir ve eylemleri birleştirme eğilimidir. Edindiğimiz bilgileri birbirleriyle tutarlı bütünler haline getirmektir. En önemli özelliği: Mevcut Bilgilerimizle Örgütlenmeyen Bilgilerin Unutmaya Maruz Kaldığıdır. UYUM SAĞLAMA: İki alt işlevi vardır; A- Şema, B- Özümseme. Şema: Örgütlenmiş davranış veya düşünce örüntüsüdür. Yeni gelen bilginin yerleştirileceği bir çerçevedir. Bir insanın doğumunda sahip olduğu ilk şemalar refleksif nitelikli şemalardır: emme vs… Mesela bebeğin dudağına dokunduğunuzda, emme refleksi verecektir. Bebeklerin buldukları nesneleri ağızlarına götürmeleri bu yüzdendir. Bu şemaların yerini zamanla “Öğrenilen Şema”lar alır. Mesela bebek önceleri çıngırağı ağzına götürürken, sonraları kulağının işittiği sesler daha ilgi çekici gelecektir ve duyma duyusu ile çıngırağı ağzına götürmek yerine sallayacaktır. Böylelikle “salllamak” şeması edinmiş olacaktır. Bu şekildeki gelişimler sonucunda şöyle bir örnek vermek yerindedir: Bir çocuk, ilk defa bir inek gördüğünde “Aa köpek” diyecektir. Çünkü inek dört ayaklı ve ıslak burunludur ve çocuğun kafasındaki “Köpek Şeması”na uymaktadır. Daha sonra yaşantılarla Köpek ile İnek’i ayırt edebilir, “İnek Şeması”nı edinebilir. Özümleme (Asimilasyon): Bireyin kendisinde var olan Bilişsel Şemalarda çevresine uyumunu sağlayan bilişsel süreçtir. Çocuğun karşılaştığı yeni bir olayı ya da nesneyi, kendisinde bulunan şemalara uydurmasıdır. Yukarıdaki örnekte; çocuğun İnek’i “Köpek” olarak adlandırması yani İnek’i “Köpek” şemasına yerleştirmesi “Özümleme”dir. Uyumsama, Uyum (Akamodasyon-Düzenleme/Yerleştirme): Önceki şemalar, yeni karşılaşılan nesneyi yada olayı açıklamakta yetersiz kalırsa, var olan şema değiştirilecek ve yenisi edinilecektir. İnek’i “Köpek” olarak adlandıran çocuk, bir süre sonra onun havlamayıp “Möö” sesi çıkardığını, daha büyük olduğunu ve köpeklerden farklı olarak “Süt Verdiğini” fark edecek ve “İnek” şeması edinecektir. Yani var olan bir nesneye uyum sağlamış olacaktır. DENGELENME: Piaget’in bence en önemli tanımı budur. Ve öncelikle üzerinde durmak gerekir. Bireyin zihnindeki “Şemalar” ve “Bilgiler” bir “Dengelenme” süreci içersindedir. Dengelenme “Örgütleme” işlevinin bir uzantısıdır. Bütünlüğün tutarlı olmasını ifade eder. Birey yeni karşılaştığı durum ile eski yaşantıları arasında bir denge arayışı içersindedir. Şu şekilde bir formül sunulursa daha faydalı olur: Denge => Yeni Nesne-Durum/Dengesizlik => Örgütleme/Yeniden Denge = Öğrenme Buna göre, bir öğrenmenin gerçekleşebilmesi için, “Dengesizlik” şarttır. “Dengesizlik”in tanımı şu şekilde verilebilir: “Kafam karıştı”, “Biraz düşüneyim”. Eğer birey yeni karşılaştığı durumlarda bu tepkiyi vermiyorsa, bir dengesizlik durumu söz konusu değildir. Diğer bir ifade de şöyle olabilir: “Çok okuduğu için dengesini kaybetti/kafayı sıyırdı” Böyle bir tanımla karşılaşan bireyler, kendilerinden şüpheye düşmemelidirler. Çünkü “Kafası Karışmak” ya da “Dengeyi Kaybetmek” öğrenme sürecinin temelini oluşturur. Eğer birey, kendisine verilen ya da edindiği bilgilerden dolayı bir “Dengesizlik” veya “Karmaşa” yaşamıyorsa, tam anlamıyla “Öğrenme” gerçekleşmiyor demektir. Bilinç bir “Dengelenme” sürecinde olduğu zaman yeni “Şemalar” ve “Yeni Anlamlandırmalar” yapmaya öykünecektir. Yeteri seviyedeki “Uyarıcılar” sayesinde de “Yeni Öğrenmeleri” tam olarak kavrayabilecektir. Kısaca “Kafası Karışmayan” bir kimse yeni öğrenmeler elde edemez. Ancak şu vardır ki “Uyarıcı Çokluğu” kafa karışıklığına ve “Dengesizliğin” uzun sürmesine neden olmaktadır. Bundan kastımız; bir bilgi ya da nesne örgütlenmeden yani kişi kendisi yeni karşılaştığı durumu, nesneyi, bilgiyi örgütlemeden ve anlamlandırmadan yani kendi şema üretmeden diğer bilgilere (uyarıcılara) yönelirse, yeni edinilen bilgileri de örgütleyemeyecek ve yanlış öğrenecektir ya da kendisine sunulan şemaları yapay olarak kabullenme yoluna gidecektir. Kısaca bireyler yeni edindikleri bilgileri, kendi yaşantıları ile anlamlandırmalı ve: Denge => Dengesizlik => Yeniden Denge (Öğrenme) sürecini kendi örgütlemeleri ile sağlamalıdır. ZİHİN GELİŞİMİNİ etkileyen faktörler: (Bu konunun çok önemli olduğunu düşünüyorum) Olgunlaşma: Kişinin bedensel olarak gelişmesini ifade eder. Zihin gelişimindeki etkisi “Yokluğunda” ortaya çıkar. Yani “Bedensel Olgunluk” ne kadar yavaş gelişiyor ise zihinsel gelişimde o kadar yavaş olur. Akıl yaşta değil Başta ise de, Aklı başa Yaş getirmektedir aslında. Bunun önemi şu açıdan kaynaklanmaktadır: dikkat ederseniz, ilkokuldan itibaren eğitim süresince kaçıncı sınıfta hangi derslerin verilmesi ve öğretilmesi gerektiği bellidir ve ders öğretimi “Genelden (hayat bilgisi-sosyal bilgiler)” “Özele (tarih, coğrafya)” doğru olmaktadır. Ve öğrencilere dikkat edin, ergenliğe daha erken giren öğrenciler (genelde kızlar) daha çabuk kavrarlar. Yaşantı: Zihin gelişimi “Kişinin geçirdiği yaşantılarla” artabilir. Yaşantı zenginliği, kişinin gelişimini de arttırır. Kısaca Çok okuyan değil, Çok gezen bilmektedir. Tabi burada sadece “Gezmek” değildir, başımıza gelen ve görüp geçirdiğimiz olaylar ve bu olayların farklılığı, öğrenmelerimizi de farklı kılmaktadır. Mesela size saldıran bir köpek sizi köpeklerden korkar hale getirebilir, ancak bana saldıran bir köpek bunu ısıramamıştı (alt etmiştim) ve ben köpeklerden (kuduz olmadıkları sürece) korkmuyorum mesela. Kısaca “Yaşantı Farklılıkları” gerek “Bireysel Bilgi Ediniminde” gerekse diğer insanlarla olan ilişkilerde son derece kişisel “Zihinsel Gelişim Farklılıklarına” neden olmakta ve öğrenmeler farklı farklı olmaktadır. Kültürel (toplumsal) Aktarım: İçinde bulunulan toplumda “Zihinsel Gelişimi” etkilemektedir. Kültürler, bireylere “Kafalarını Nasıl Kullanacakları” yönünde yönlendirmeler ve kalıplar sunmaktadırlar. Bir kültür ne kadar zenginse ve birey bunun ne kadar farkındaysa, bunu ne kadar edinebiliyorsa, o oranda gelişmektedir. Aynı zamanda “Dil”de bu açıdan son derece önemlidir. Bilindiği gibi bir insan bir konuyu ancak ve ancak eni iyi kendi dilinde anlayabilmekte ve öğrenebilmektedir. Dolayısı ile aldığı eğitim, Türkiye’deki gibi “Yabancı Dile Özentili” bir eğitim olan kimseler “Zihinsel Gelişim” bakımından çok daha yavaş olacaklardır. Bu açıdan Oktay Sinanoğlu’nun tespitleri yerinde ve önemsenmeye değerdir diye düşünüyorum. Dengelenme: Zihnin dengelenme eğilimi de Zihnin gelişimini etkiler. İnsan zihni (ve bence doğanın kendisi) “Kararlılık ve Tutarlılık” eğilimi içersindedir. Doğal hali ile zihin kararlı ve tutarlıdır yani dengededir. Edinilen yeni bilgiler önce dengesizlik yaratır, sonra anlamlandırılmaları ile Öğrenmelere neden olurlar yani bir dengeye kavuşurlar. Burada en önemli etken “Zeka”dır. Bazı kimseler çok çabuk “denge”lenirken, bazı kimselerin bir “denge”ye ulaşması uzun zaman alabilmektedir. Yine bu da öğrenmelerde farklılıklara yol açabilmektedir. Konunun devamı gelecek
-
dini konular okuyalım dedim turancılara rastlandım
Ben her zaman "İnanıp inanmamayı" "Psikolojik Süreçlere" ve "Kişisel Farklılıklara" bağlamışımdır. Bunun başka bir açıklaması pek yok bence... Zaten bu konuyu "Psikoloji Forumu"nda belirteceğim ileride... Ama şunu söylemek isterim, kimse Ateist olunca yada İnançlı olunca ekstradan bir piyango kazanmıyor.
-
GELİŞİM GÖREVLERİ
GELİŞİM GÖREVLERİ: “Kritik Dönem” kavramına benzeyen bir kavramdır ve özellikle karıştırılmaması için ayrı olarak ele alıyorum. Gelişim görevi, kişinin içinde bulunduğu yaşam döneminde başarması gereken görevleri, kazanması gereken bazı özellikleri, geliştirmesi gereken davranışları ifade eder. Kavramı Havighurts geliştirmiştir: Bireyin yaşamındaki belli bir dönemde ortaya çıkan, başarıyla elde edildiğinde, daha sonraki görevlerde (yaşantılarda) başarıya ve mutluluğa götüren, başarılmadığı durumlarda ise mutsuzluğa ve toplumun hoş görmemesine ve sonraki görevlerde (yaşantılarda) zorluklara neden olan görevdir. Gelişim Görevlerinin Kuralları: -Bireysel büyüme ve gelişme süreklidir. -Bireysel büyüme, belirleme amacıyla dönemlere ayrılır. -Her dönemdeki (evredeki) bireyler sahip oldukları genel özelliklerle nitelendirilebilirler. -Belli kültürdeki bireylerin çoğu benzer gelişim evrelerinden geçerler. -Toplum bireylerden bazı taleplerde bulunur. -Birey şimdiki davranışını değiştirme talebiyle karşılaştığı ve yeni bilgiler edindiği sürece gelişim krizleri ortaya çıkar. -Gelişim krizlerini karşılar ve çözerken kişi olgunluğun bir gelişim evresinden diğerine geçer. -Görev bir evrede saf bir biçimde ortaya çıkar. -Gelişim krizlerini çözme hazırlığı, çözülmesi gereken dönemden önceki dönemde ortaya çıkar ve olgunlaşır. -Kişi kararlarını gözden geçirmek durumunda kalırsa, bir gelişim görevi, daha sonraki bir dönemde biraz daha farklı olarak ortaya çıkabilir. -Kriz (görev), birey diğer gelişim görevine geçmeden başarı ile çözülmelidir. Önemli Noktalar: *Her birey, bir gelişim görevine “Kendine Göre” bir anlam yüklemektedir. *Bireyler, gelişim görevlerine genel yaklaşım olarak ta “Bireysel Farklılıklar” gösterirler. *Gelişim görevleri bir araya gelerek bir örüntü oluştururlar. *Gelişim görevleri her birey için ortak bir özellik olsada, aşılması, anlamlandırılması, özellikleri ve yaşantıları ve elde edinilen başarı açısından son derece bireyseldir. *Gelişim görevleri, “Kişinin Ona Yüklediği Anlamlar” doğrultusunda yaşanır. Bu açıdan üç önemli faktör vardır: Fiziksel Olgunlaşma, Toplumsal Beklentiler, Kişisel Değerler. *Gelişim dönemlerindeki bireyin geçirdiği yaşantılar, bireyin kendisinden gelişim görevlerini bekleyen Topluma ve sosyal çevresine ve insanlara karşı olan yaklaşımlarını, bakış açısını olumlu-olumsuz etkilemektedir. Yaşam Dönemleri ve Gelişim Görevleri: Bebeklik ve İlk Çocukluk 0-6 Yaş Arası Yürümeyi Öğrenme, Katı Yiyecekleri Yemeyi Öğrenme, Konuşmayı Öğrenme, Beden Artıklarının Atılmasını Kontrol Etmeyi Öğrenme, Cinsiyet Farklılığını ve Cinsiyeti Teşhir Etmemeyi Öğrenme, Sosyal ve Fiziksel Gerçekliği Tanımlamak İçin Kavram Oluşturma ve Dili Öğrenme, Okumaya Hazır Hale Gelme, Doğru ile Yanlışı Ayırma ve vicdan Gelişimine Başlama. Orta Çocukluk 6-12 Yaş Arası Gündelik Oyunlar İçin Gerekli Fiziksel Becerileri Öğrenme, Büyüyen Bir Organizma Olarak Kendine Karşı Yararlı Bir Tutum Oluşturma, Yaşıtlarıyla Geçinmeyi Öğrenme, Uygun Erkeksi veya Kadınsı Sosyal Rolü Öğrenme, Okuma, Yazma ve Hesap ile İlgili Temel Becerileri Öğrenme, Gündelik Yaşam İçin Gerekli Kavramları Geliştirme, Vicdan, Ahlak ve Değerler Sistemi Geliştirme, Kişisel Bağımsızlığa Ulaşma, Sosyal Grup ve Kurumlara Karşı Tutum Geliştirme. Ergenlik 12-18 Yaş Arası Her İki Cins Yaşıtlarıyla Yeni ve Daha Olgun İlişkilere Erişme, Erkeksi veya Kadınsı Role Erişme, Bedenini Kabul Etme ve Etkili Biçimde Kullanma, Ana-Baba ve Diğer Bireylerden Bağımsızlığa Ulaşma, Evlilik ve Aile Hayatına Hazırlanma, Bir Meslek İçin Hazırlanma, Bir Değerler Sistemi ve Ahlak Sistemi Edinme, Toplumsal Açıdan Sorumlu Davranışı İsteme ve Kazanma. Genç Yetişkinlik 18-30 Yaş Arası Eş Seçimi, Eşiyle Yaşamayı Öğrenme, Bir Aile Kurma, Çocuk Yetiştirme, Ev İdare Etme (-yi öğrenme), Bir İşe Girme/Başlama, Vatandaşlı Sorumluluklarını Üstlenme, Topluma Uyumlu Bir Sosyal Grup Kurma/Bulma, Yetişkinlik 30 + Yaşlar Yetişkin Vatandaşlı ve Toplumsal Sorumluluğa Erişme, Ekonomik Bir Yaşam Standardı Kurma ve Sürdürme, Çocuklarının Sorumlu yetişkin Olmalarına Yardım Etme, Yetişkin Boş Zaman Etkinliklerini Geliştirme, Kendini Bir Kişi Olarak Eşiyle İlişkilendirme (kendini eşiyle birlikte ele almak) Orta Yaşın Fizyolojik Değişikliklerini Kabul Etme. Yaşlılık Azalan Fiziksel Güç ve Sağlığına Uyum Yapma, Emeklilik ve Azalan Gelire Uyum Yapma, Eşin Ölümüne Uyum Sağlama, Yaş Gurubu ile Açık bir Yakınlık Kurma, Toplumsal ve Vatandaşlık Yükümlülüklerini Yerine Getirme, Doyurucu Fiziksel Yaşam Düzenlemesi Oluşturma, Önemli Not: Gelişim görevi, kişinin içinde bulunduğu yaşam döneminde başarmak durumunda olduğu becerileri ve kazanmak durumunda olduğu davranışları ifade eder. Belli bir yaşam döneminin gelişim görevleri fiziksel olgunlaşma, toplumsal beklentiler ve kişisel değerlerin etkisi altında belirlenir.
-
GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER KALITIM: Bireye anne ve babadan genetik yollarla (genotip) geçen özel yetenek ve özelliklerdir. -Cinsiyet, -Göz rengi, -Zeka kapasitesi, -Fiziksel özellikler, -Yaratıcılık ve düşünme kapasitesi, -Bazı kişilik özellikleri. Annenin yumurta hücresi ile babanın sperm hücresi birleşerek Zigot’u oluşturur. Yumurta ve spermde 23er kromozom bulunur. Her kromozomda 20000 adet gen bulunur ve genetik özelliklerin kodlandığı DNA’lar burada bulunur. Baskın genler, kendi özelliklerini Dölüte geçirir. Anne-Babadan çocuğa kalıtım yolu ile geçen yapıya “Genotip” denir. Bu yapının dışarıdan gözlenebilen şekline ise “Fenotip” denir. Yani kalıtsal bir özelliğin, bireyde kendisini göstermesidir. Örneğin, Bireyin boy uzunluk geni Genotip’tir. Bireyin spor, beslenme, bakımı ile boyunun genotipsel özelliğine kadar uzayabilmesi Fenotip’tir. ÇEVRE: Döllenmeden itibaren, insanın içinde yaşadığı ve etkilendiği tüm dış uyarıcılar çevreyi meydana getirir. Çevre doğum öncesi, esnası ve sonrası tüm durumları kapsar. Çevre ile kazanılan bazı özellikler şunlardır: -Bazı fiziksel görünüm özellikleri, -Zekanın kullanım oranı, -Dil gelişimi, -Yetişme tarzı, -Eğitim düzeyi, -Alışkanlıklar, tavırlar ve sosyal davranışlar, -Bazı kişilik ve karakter özellikleri. Çevresel faktörlerin Üç temel kaynağı vardır: Doğum Öncesi Faktörler: Annenin yaşı, beslenmesi, kan grubu, zararlı alışkanlıkları, hamilelikte geçirdiği hastalıklar, radyasyon. Doğum Sırası Faktörleri: Erken-Geç doğum, Sağlıksız ortam, Doğum sırasındaki olaylar. Doğum Sonrası Faktörler: Bebeğin ve Annenin beslenmesi, Bebeklik hastalıkları, iklim, Kardeş sayısı, Kazalar, aldığı Eğitim, Anne-Babanın çocuk yetiştirme tarzı, Kitle iletişim araçları, Ailesel ve sosyal koşullar, Ekonomik ve kültürel koşullar… KRİTİK DÖNEM: Belirli zaman dilimlerinde, belirli özellikler ortaya çıkar. Belirli özelliklerin öne çıktığı bu gelişim aşamalarına “Dönem” denir. Kritik Dönem, ilgili davranışların kazanılması gereken, kazanılmadığında telafisi çok zor olan gelişim dönemidir. Burada en önemli nokta “Zamanlama”dır. Bireye yaşamlarının belirli zamanlarında öğrenme fırsatı sağlanmadıysa gelişim ya yavaşlayabilir ya da tamamen durabilir. Kritik Dönemlerde, organizma çevre uyaranlara karşı daha duyarlı olmaktadırlar. Kritik dönemin en temel özelliği, çevresel uyarıcı ve olayların çocuğun gelişim ve öğrenme süreci üzerinde etkisi büyüktür. Kazanılması gereken dönemlerden kazanılmayan yaşantıların telafisi olmamakta ya da çok zor olmaktadır. Örneğin, bireyin Okuma-Yazma öğrenmesindeki kritik dönem 6 yaş civarıdır. Bu yaşlarda öğrenilemeyen bu yaşantının telafisi ileride daha da zor olmaktadır. Mesela, doğumunun ilk 6 ayında kendisine sevecen, sıcak ve ilgili davranılmayan bebekler, okul yıllarında sosyal ilişkilerinde zayıf olmaktadır. Yine aynı şekilde ikinci bir Dil öğrenmenin en uygun olduğu yaş dilimi ise 6-11 yaşları arasıdır. Zaman (Tarihsel Zaman): Gelişim döneminde kalıtım ve çevrenin özellikleri ile birlikte yeniliklerin ve değişimlerin oluşturduğu zaman bölümüdür. Gelişimi etkileyen en önemli faktörlerdendir. Mesela “Kuşak Çatışması” denen olgu buna bağlıdır. Türkiye’de 1980 yılında 20li yaşlarında olan bir kişi ile 1980 yılında doğmuş olan bir kişi, yaşantılarından aynı yaşlarda olduklar dönemlerde farklı yapılarda olacaklardır. Çünkü 1980 yılında 20 yaşındaki kimse 1980 darbesini görmüş ve yaşamış olacak, yaşantılarına yeni ve farklı bilgi ve deneyimler eklemiş olacak, bilgileri ve öğrenmeleri ona göre farklı bir şekilde şekillenmiş olacaktır. Bunu yaşamayan bir kimse yani 1980 yılında sonra doğmuş bir kimse ise uygulanan politikalar gereğince “Popüler Kültürle” yetişmiş bir kimse olacak ve daha sıradan bir yapı gösterecektir. Tarihsel Zaman aynı zamanda “Teknolojik Gelişmeler” “Siyasi Olaylar” “Kültürel Gelişmeler” açısından büyük önem taşımaktadır. Konunun Geneline İki Örnek: 1800 yıllarında Fransa’nın güneyindeki ormanlık bölgede bulunan 10-11 yaşlarındaki Aveyron’un vahşi çocuğu Viktor bulunduğunda hiçbir dili bilmez ve konuşamaz haldeydi. Yürümüyor ve dört ayak üzerinde gidiyordu. Bir şeye uzun süre dikkat edemiyordu. İnsanlardan korkuyordu. Beş yıllık bir eğitimden sonra birkaç kelime ve isimden başka bir şey söyleyemedi. İnsanlarla ilişki kurmayı da öğrenemedi. Çünkü Viktor, bu özellikleri kazanabilmesi için yaşaması gerekli olan yaşantıları edinebileceği Kritik Dönemlerde yaşamamıştı. Yine buna benzer bir vaka 1970li yıllarda Los Angeles’ta görülmüş ve bir bodrumda yaşayan Genie, Viktor’a göre daha iyi dil öğrenmişse de hiçbir zaman normal düzeye çıkamamıştır. Sinema’dan örnekler: Bunun gibi bir vakayı konu alan iki filmi izlemenizi öneririm: -Türkiye’de “Hanzo” adı ile çekilmiş olan ve başrollerini Kemal Sunal, Adile Naşit ve Meral Zeren’in oynadığı film son derece yararlıdır. -Yabancı Sinema’da ise Başrolünü Jodie Foster’ın oynadığı “Nell” adlı bir film bulunmaktadır. İzlemenizi tavsiye ederim… Araştırma ve Derleme Tengeriin Boşig’e aittir…
-
dini konular okuyalım dedim turancılara rastlandım
Şimdi "Ateizm"i "Gençlik Dönemlerinde Oluşan Yaşam Tarzı" olarak anlamak hatalı... Çünkü yaşlı olupta Ateist olanlar var... Ayrıca Yaşlandığında "Ateizm"den vazgeçenlerin, bu vazgeçişlerinin nedeni, o yaş dönemine ait "Gelişim Psikoloji"sinden olduğu kanıtlanmıştır. Yani insan bu yaşlarda "Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk" kimliğindedir. Yani, eğer geçmişinde verimliyse, kısaca yaşlılığına kadar yaptığı herşey, geçirdiği yaşantılar, öğrendikleri vs vs vs onu "Huzurlu" kılıyorsa, bu insan "Benlik Bütünlüğü" oluşturmuş olur... Ve İnanıyorsa "İnançsız", İnanmıyorsa "İnançlı" olmaz, olamaz... Olması için herhangi bir bunalım yaşamaz çünkü. Ancak geçmişinde verimsiz, boş, gereksiz ve ezik bir hayat sürmüşse bu insan, İnançlı" ise daha çok sarılır inancına ve "Ateist" ise "İnançlı" olur... Çünkü "Psikolojik Süreç" olarak Benlik Bütünlüğünü hala oluşturamamıştır ve verimsizdir. Buda onu "Umutsuz" yapar ve "Ölümden Korkar"... Bu korku ise ona "İnanmayı" anlamlı kılar. Yani bir Tanrı'ya "Tanrı Var Olduğu" için değil, Ölümden Korktuğu için inanır bu dönemde... Bir Ateist eğer yaşlılık döneminde (son demlerinde) İnanmaya başlarsa, bunun nedeni Psikolojik olarak budur... Bu ortaya konmuş bir veridir. Sevgili la_bohéme "Ne olduklarını tam anlamadığın insanlar"ı sana şöyle açıklamak isterim: Şimdi benim bu forumda açık açık gördüğüm tek şeyin; Tartışılan Şey'in Müslümanların İnançları olduğudur... Ateist olduğundan emin olduğum kimselerin, zaten tartışacak bir Tanrı inançları yok... Ancak bir Tanrı inancına sahip olan arkadaşlar, nedense hiç kendi inandıklarını tartışma söz konusu yapmıyorlar... Bence şöyle bir mantık hakim: "Ben sizin inandığınızı eleştireyim, ama benim inandığım söz konusu bile olmasın"... Yani kaçak dövüşmek... Bakın Ateist arkadaşların "İslam"a olan eleştirilerini anlayabiliyorum. Çünkü kendilerinin eleştirilecekleri bir Tanrı anlayışları yok... Neyi tartışsınlar ki başka? O yüzden Forumdaki en rahat kesimi oluşturmaktadırlar... Ve hatta en özgür... Ancak diğer arkadaşların nedense kendi inandıkları hiç mi hiç söz konusu bile edilmemekte, ki bunun başında İslam'ın Tanrı'sını en şiddetli ve hararetli eleştiren arkadaşlar (kimse alınmasın yine de) gelmektedir. Bakın bu konuda en taktir ettiğim kişi Sayın Evrenseldir. Çünkü bildiğim kadarıyla, kendi Blog'unda, kendi "Tanrı" inancını en güzel ve nesnel şekilde, dışarıdan bakıp "eleştiren" ve "anlatan" o olmuştur. Ne kadar aynı düşünmesekte, hakkını yememek lazım gelir... Ancak ne zamandır göremedim kendisini forumda... Yok... Neyse, ben isterdim ki, Sayın Evrensel gibi diğer arkadaşlarda, yine İslam'ı eleştirmekle beraber, birde kendilerini böyle yargılasalar, sizde böyle "Tanımsız" arkadaşlarımızın olduğu yargısına varmazdınız... Sevgilerimle...a
-
NAMAZINDA NİYAZINDA KATİL / LER... (Din adına tarih boyunca sayısız cinayet işlendi... uzak ve yakın tarihimizde de din adına sayısız cinayet işlenmi)
Sayın Bilimselci, "Katısınız" derken "Bilim'i Savunmadaki" katılığınızı söylemedim elbette ki. Oysa ki açıktı... "Aydın olmak Ateist olmaktır, Ateist olmak Aydın olmaktır" Katılığınız burada... =>Yoksa "Bilim"i ve verilerini savunmada elbette katı olacaksınız (ki aslında dikkat ettiğiniz üzere bu mantıksız bir tanım, yani; ne demekse...), çünkü "Bilimsel Veriler" ortadadır, müspettir. Başka bir alternatif sunmazlar, kendilerini ispatlamışlardır... Bunu kastetmemiştim ben oysa ki... Yanlış anlamışsınız yada ben yanlış anlatmışım anlatmak istediğimi... (dikkat ederseniz, bazen iletişim kopukluğumuz oluyor) Sayılan öğeler elbette bilimseldir ancak "İnançlarla" çeliştiğini sanmıyorum. Bunu hep tartıştık. Demokrasi: İnsan ürünüdür. Tanrısal değildir. Tanrı buna koşut yada alternatif bir sistem de sunmamıştır, çünkü gönderdiği (-ne inanılan) kitaplar Anayasa Kitabı değildir... Bilim: Tanrı yanlışlığı yada doğruluğu ispat edilecek formüller yada tezlerde ve kuramlar falanda sunmamıştır... Günlük hayatta gördüğümüz, tanık olduğumuz şeyler anlatılmıştır sadece. Yağmurun yağması, rüzgarın esmesi... İnsancıllık: İnanç zaten bir vicdan meselesi olmakla ve olması gerekmekle birlikte artık toplumları şekillendiren bir unsur olmaktan çıkmıştır, çıkmaktadır ve çıkmalıdır zaten... vs... vs... vs... Ben bunların "Din" ile çeliştiğini değil de Din ile "İlgisi Olmadığını" düşünüyorum ve öyle olduğuna inanıyorum. Siz ise bir "Ateist" olarak, sadece Materyalist Felsefeyi meşru görüyorsunuz... Bunu niye böyle gördüğnüzü siz, niye görmemeniz gerektiğini defalarca tartıştık... Ruhsal Bakış'ın "Bilim" ile çelişmesini açıklamanız gerekmektedir... Ruh'u kabul etmek, Madde'yi yadsımayı gerektirmiyor ki? Dikkat edip hiç okudunz mu bilmiyorum ancak bununla ilgili "Dikkat..! Allah Var, Madde Yok.." adlı tartışmada, özellikle "Madde"nin varlığının herşeyden önce kabul edilmesi gerektiğini ve öncelikle kabul ettiğimi de anlatmıştım... Okumadıysanız, bir okuyun derim... Tabi, en azından "Madde" ve "Ruh" ile ilgili görüşlerim bana aittir... "Dinlerin Toplumlar ile Çelişmesi" konusu ise görecelidir. Bunda aynı düşündüğümüz noktalar olabilir. Zira bir çok kere anlattım (ya görmediniz yada dikkat etmediniz, önemsemediniz): İnançların (yada İslamiyetin) "Toplumsal Öğütleri" 1400 yıl öncesine göre şekillenmiştir... O döneme ait ve o dönemki yapıya has öğütlerdir. Bu açıdan "El Kesmek" "Recm Etmek" "Kısas" gibi hükümler elbette bugünkü bilişe ulaşmış insan oğlunun kabullerinin gerisindedir... Bunu defalarca anlattım, yazdım... Birazda olsa kıymet verip okuyabilirsiniz... Bundan başka ise "Zekat" gibi bazı uygulamalarda Toplumsal açıdan yanlış uygulamalar ve geçerliğini yitirmiş uygulamalar değildir. Ha zekat var diye bir tek onunla yetinilmemeli tabii ki, daha başka bağışlar yapılmalı ancak o güzel bir uygulamadır ve çelişmesi gibi bir durumu yoktur Toplumlarla... Yani bu açıdan kim "Tarihsel Materyalizm"e göre davranıyor biraz sorgulamak lazım aslında. Toplumların gelişimine ve bu gelişim aşamalarına göre yargılamak lazım... Çağına göre yargılamak lazım... Çünkü 1400yıl öncesi toplumlarına/toplumuna ait kuralları, bugüne bakarak yorduyorsunuz, Bu çok hatalı ve bilimdışıdır aslında... Buna dikkat etmenizi temenni ederdim ve hep bunu söylüyorum... O dönemin kabullerine göre yorumlamak lazım gelir Toplumsal Kuralları yada Öğütleri. Yoksa en başta kendinizle çelişirsiniz. Kendimi anlatmam ise, neye yordunuz bilmiyorum ancak "Ego Tatmini"ninden dolayı değildir. Böyle bir ezikliğimin olduğunu düşünmüyorum... Ve bakın tekrar ifade ediyorum: "Katılığınız" konusunda "Bilim"i savunmanızı kast etmiyorum kesinlikle... İfade ettiğiniz o görüşün Katılığını kastediyorum... Yoksa "Bilim'i Savunmada Katı Olmak" gibi bir tanım, sizinde farkettiğiniz ve belirttiğiniz gibi mantık dışı bir tanım olurdu ve ben bunun farkındayım, merak etmeyin... Saygılarımla...
-
Ölmeden Önce...
Şükür ki birisi en sonunda cevap verdi Teşekkür ederim...
-
Kurandaki çelişkiler
Sayın Tarafsız Bakın bu da "Kader" konusuna giriyor aslında. Gökyüzünde belli bir miktar bulutta olsa, o bulutun yağmur yağdıramayacağı gibi bir durum söz konusu değildir. Çünkü bulut bir "Su Kütlesi"dir. Su Buharıdır. Belli bir katmanda meydana gelmiştir. Yoğunluğu belirli bir seviyeye geldiği ve sıcaklık yeterli seviyede olduğu zaman (yani sıcaklık, yoğunluk ilişkisince) mevcudiyetindeki suyu salar. Bu bir kanundur (kader yada doğa kanunu fark etmez). Yani sizin "Tanrı'nın İşine Karışmak" dediğiniz şey aslında öyle değil. Yağmur Bombaları, bulutları yağmur yağdıracak seviyeye taşırlar. Ve bulut yeterli seviyeye ulaşınca, o suyu taşıyamaz hale gelir... "Kader" bunun neresinde diye soraak olursanız: o Bombalar, o mevcut su buharını, suyu taşıyamayacakları doyum noktasına çekerler. İşte bulut'un belli bir doyum noktasından sonra suyu salacak olmasıdır "Kader"... Yani belli bir ölçüsü/kaderi vardır ve belli bir ölçüden/kaderden fazla suyu taşıyamaz... Ve insanın değiştiremeyeceği "Kader/Ölçü" budur işte. Nasıl ki bir bardak suyun, bir bardak sudan fazlasını almasını engelleyebiyorsak... Bunu şöyle düşünelim: Diyelim ki bir dalda bir elma var. Biz biliyoruz ki, o elma, yeterince olgunlaşınca kendiliğinden düşecektir (her elmanın olgunlaşınca ağaçtan düştüğünü kabul ederek). Ancak bizim canımız Elma çekiyor ve düşmesini beklemek yerine çıkıp kendimiz alıyoruz... Olay bundan ibarettir... Saygılarımla...
-
NAMAZINDA NİYAZINDA KATİL / LER... (Din adına tarih boyunca sayısız cinayet işlendi... uzak ve yakın tarihimizde de din adına sayısız cinayet işlenmi)
Sayın Bilimselci, Bu görüşlerinizi "Kendi İçinizde Tutarlı" (bunun "doğru" yada "yanlış" olmakla ilgisi yoktur) hale getirmiş olabilirsiniz, bu yönden bir şey demiyorum... Zaten bir görüş olarak belirttiğinizi de söylemişsiniz... Ben sadece bu konuda çok katı olduğunuzu düşünüyorum... Ha belki gerçekte öyle değilsinizdir ve belki ben yanlış anlıyorumdur ama bu izlenim uyandı bende... "Materyalist" olmadığım konusunda zaten mutabıktık. Ki bunun "Bilimsel Dünya Görüşlü Olmadığım" anlamına geldiğini de belirtmiştiniz, bişey diyemem... Lakin: İnsancıl'ımdır ve "İnanç"ı kişiselleştirdiğim için de İnsanlar benim için yine "İnanç"tan önce gelir. İnsanlara "İnançsız" yada "İnançlı" gözü ile yaklaşmam... Yaratılış yada Varoluş açısından ele almamakla birlikte Tarihsel Materyalizm'e, toplumların evrilmesine (sosyolojik açıdan) inanırım, ki Tarihsel açıdan reddetmek mümkün değil ve Sosyalist (Marksist, Stalinist, Leninist, Maoist) olmasamda "Demokratik Sosyalizm"e (ör: Bernştayn) inanmaktayım, siyasi yada toplumsal olarak Sosyalizm'in ancak tarihsel süreç içersinde eğitim ve bilinçlenme/bilgilendirme ile olacağı kanısındayım. Belki biraz "Pasif" bir görüş ancak bence daha makul gibi görünüyor. Toplumların gelişiminde yada değişiminde "Dinlerin" artık "Etkisiz" olması ve "Dinlerin" bireysel olması kanısındayım... Tabii ki bu doğrultuda, İnanç hiç bir şekilde (inandığım size göre hurafe bile olsa) dünyada insanlarla ve toplumlarla olan ilişkilerime ve bakış açıma etki edemez... Bu yüzden de "İnanç"ı kullanan (aslında neyi kullanırsa kullansın) "Hiçbir Emperyalist Güçe" boyu eğme yada milisi olma gibi bir ihtimalim dahi yoktur... İlericilik açısından: M. Kemal Atatürk'ün "Devrimciliğine" sıkı sıkıya bağlıyımdır. Köhnemiş ve işlevini yitirmiş her kurumun ve hatta yapının karşısındayım ve bunu çok net söyleyebilirim. "Milli Güç"e inanırım. Diğer "Özgürlük İvmesinde Olan Milli Güçlere" (diğer toplumlarda) de destekçiyimdir. Bilimsellik açısından ise; Bilim ile İnanç'ın yerlerinin ayrı olduğunu düşünüyorum ve bunu söylediğiniz gibi defaatle tartıştık... Yani demek istediğim; "Bence" bu dünya ile öte dünya ayrımını yapabilmekte ve insana nasıl yaklaşabileceğinin ayırdına varabilmekte bitiyor asıl mesele... Ben kendime "Aydın" diyemem, sizin insanlara olan yaklaşımınızda "Hoşgörülü" "Anlayışlı" "Özgürlükçü" "Demokratik" bir yapıda olduğunuzu düşünüyorum, "Aydın Değilsiniz" diyemem... Ancak belirttiğim gibi "Aydın olmak ateist olmak demektir. Ateist olmakta aydın olmaktır." deyişinize kesinlikle ve kesinlikle katılmıyorum... Bana bu deyiş, belli bir görüşü savunan insanları "Kümeleştirmek" yada "Kutsamak" gibi geliyor, "Ayrım" gibi geliyor. "İnsan"ın üstünde "Ateizm" gözü ile bakmak gibi geliyor insanlara; nasıl ki çoğu inananlar "İnsan"ın üstünde "İnançlı" gözü ile bakıyorsa, farklı değil... Siz belki bu amaçla söylemediniz ama ne yazık ki bu anlam çıkıyor (lakin hatırlatmalıyım, özellikle bu görüşünüzün arkasında olduğunuzu belirttiniz aslında). Bence yanlış bir düşünce. Saygılarımla...
-
NAMAZINDA NİYAZINDA KATİL / LER... (Din adına tarih boyunca sayısız cinayet işlendi... uzak ve yakın tarihimizde de din adına sayısız cinayet işlenmi)
:clover: :clover: :devil: :devil: Sayın Bilimselci, ilk alıntınızın ne kadar arkasındaysam, ikinci alıntınızında o kadar karşısındayım... Aydın olduğumu elbette ki iddia etmiyorum (bunu kendim tanımlayamam) ancak herşeyin ölçüsünü "İnsan" olarak aldığımı her şekilde ispat edebilirim... Ancak görüyorsunuz ki İlk Alıntınızın çelişkisi bir durum: İnsanı ölçü alıyorum, ancak Ateist olmadığım için "Aydın" olamıyorum... Dini "Özelinde" tutanların (ben dini özelimde tutarım, bilirsiniz) Aydın Olma "ihtimalleri" ne kadardır peki? Yada "Tam Aydın" olmak için gerekli şartlar nedir? Ölçü'yü "İnsan" olarak ele almaksa; Herşeyin ölçüsünü, iddia ediyorum ki bir çok kimseden daha fazla "İnsan" olarak alıyorum. Çünkü en azından "Biz" (Ateist-İnançlı-İnançsız) diye bir ayrımı kabullenmiyorum, ama Ateist değilim... (Burada bir ayraç: "Aydın Olma"yı, "İyi Olma"yı, "Nitelikli ve Kimlikli Olma"yı, "En Yetkin Olma"yı kendisi gibi olanlara, kendisi gibi düşünenlere mal etmek bakımından -Biz- ayrımı güdenleri kastediyorum. Böyle bir güdümün Aydınlıkla bağdaşamayacağını düşünüyorum.) Çünkü İnanç'ı "Bir Vicdan Meselesi Olarak" kesin sınırlarla "Özelimde" tutuyorum ve Ateist değilim... Bu yüzden Aydın olmak gibi bir ihtimalim yok di mi? Öyleyse "Aydın Olmak" için mutlaka "Ateist Olmam" gekiyor en kısa zamanda... Umarım ufakta olsa, öyle olduğunu düşündüğüm hatanızı gösterebilmişimdir. Şimdiye kadar "Aydın Olmayı" Ateizm'e mal eden bir düşünce biçimine rastlamamıştım... En azında "Aydın" olmanın bu kadar kesin ve net bir çizgisi yok diye düşünüyorum. Şu konuda Aydın'ın tanımını alıntılamıştınız: Barbarlar ve Gavurlar O "Aydın" tanımınız çok daha yerindedir... Buna katılıyorum... Saygılarımla...
-
Ya Varsa ?
Hımmm... Dürüst olmak gerekirse beni güzel yerden yakalamışsınız Sayın Tarafsız... Ben öncelikle kimseye yardım edebileceğime inanmıyorum. Benim inandığım "Tanrı" Hz. Muhammed'in tanımladığı Tanrı ile örtüşüyor, o kadar... Sevgili la-bohéme bana bi keresinde şöyle demişti: "Sen Dinlerin İyi Taraflarını Alıyosun Sadece" -Hangi Din ne kadar kötü (yada kötüleştirilmiş)... Bunu o özelliği ile ilgilenenlere bırakıyorum... -Hangi Din ne kadar "Toplumsal Kemikleşmiş Yasalar Sunuyor" (sanılıyor)... Bunu da "Dinleri Anayasa Kitabı Olarak" algılayan zihniyetlere bırakıyorum... -Hangi Din ne kadar "Bilim Kitabı" (olarak düşünülüyor)... Bunu da öyle olduğunu sananlara bırakıyorum... -Hangi Din ne kadar gerçek yada değiştirilmiş... Bunu da bundan nemalanacaklara bırakıyorum... vs... vs... vs... Ben "İnançların" beni temsil eden tarafları ile ilgileniyorum... Beni tanımlayan, yani bana anlamlı gelen tarafları ile ilgileniyorum... İnançlar bireyselse eğer ve bir vicdan meselesiyle bunun sadece kişinin kendi içinde tartışılması gerektiğine inanıyorum... Zaten bu yüzden de hiç bir zaman "Tanrı"nın varlığını yada yokluğunu ispatlama gibi bir çabam olmadı, olmazda... Ben sadece yanlış anlamalara karşıyım... Ve yanlış anlama varsa bunu açık açık yazarım... Art niyet güttüğünü hissedersem birisinin, bunu da belirtirim... Yani açıklıktan yanayım... Kişisel olarak şu kadar söyleyebilirim: Tanrı var, bende O'na inanıyorum... Sadece de bildiklerimi yazıyorum... Saygılarımla...
-
Kurandaki çelişkiler
Sayın Sarıgöl, Sayın Katakuta'nın bu "Evlenme" bahsinde dayandığı kaynak şu linktedir: Katakuta / Evlilik Tuhafıma giden, bu linkteki kadar "Derinlemesine!" bir araştırma yapan (ve bunu kaynak alan) şahıs(lar) "Büyük Alim Taberi" derken hangi Taberi'yi kastettiklerini niçin açıklamamışlar... Tuhaf... Ve bu nokta geçiştirilmiş nedense... Güdümlü Eleştiri yapmamak lazım...