Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

katakuta

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.124
  • Katılım

  • Son Ziyaret

katakuta tarafından postalanan herşey

  1. Kafanıza göre ayetleri çarpıtıyorsunuz.Allah zamanda ve mekanda sonsuzdur diye bir ayet varda bizim mi haberimiz yok ?
  2. Kurandaki,inananlar ve kafirlerin savaşları gibi mi ?
  3. Alınmamıştır efendim,muhammed kendi kendine gelin güvey olmuştur.
  4. tekvir 7 de geçen kelime ayetin arapçasında ruh değil,nefistir. 7. Ve izen nufusu zuvvicet. 81/7- Nefisler/bireyler, birleştiği zaman, nefis kelimesinin çoğulu olan nufus var Ben demiştim mealcilere güven olmaz diye.
  5. Sayın sedat; verdiğiniz ayetlerde her insandan değil,ilk insan ademden bahsediliyor değilmi ? Malum insanlar dünyay gelirken çamurdan meydana gelmiyor. Yasin 82- O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir. Bu ayete göre değerlendirirsek, ruhtan üfleme ifadesinin de,allahın yarattığı ilk insana emrettiği,yani vahyettiği anlaşılabilir.
  6. Teşekkür ederim sayın boşig.Bazı dostluklar kavgalı başlarmış demiştim.
  7. Yukarıya bakın lütfen,ne yazıyor ? ''Dini konular'' değilmi? Bu bölümde elbetteki kuranın ayetlerinden bahsedeceğiz. Forumun ''bilim dünyası'' diye bir bölümü daha var.Bilimsel konuları merak ediyorsanız,oraya tıklayın lütfen
  8. Müslümanların ruh anlayışı,maalesef kuranda bile yoktur. Tamamen yunan patenlidir. Ruh,kurana göre vayih kavramı ile paralel anlamlıdır,tanrısal bilgilendirme diye tarif etmek mümkündür. Şura 52 İşte bu şekilde sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat, onu kullarımızdan dilediğimize onunla yol gösterelim diye bir nur/aydınlatıcı kıldık. Şüphesiz sen, dosdoğru bir yola yöneliyorsun Müslümanlara göre insan daha anne karnında iken bedeninne ruh girmesi ile canlı hale gelir. Yukarıdaki ayette ise peygambere ruh gönderilmesinden bahsediyor. Peki öyleyse peygamber kuran indirilene kadar ruhsuzmuydu,yani cansızmıydı? Eğer ruhu var idi ise,burda ona yedek bir ruhmu veriliyor ? İsra 85 Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir Muhammede bu soruyu soranlar kim? İnsanın ruhu hakkında mı soruyorlar yoksa başka bir şeyden mi ? 82- Biz Kur'ân'dan, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olan âyetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını artırır. 83- Biz insana nimet verdiğimiz zaman, Allah'ı anmaktan yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe kapılır. 84- De ki: "Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir." 85- Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir 86- Yemin olsun ki, dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bize karşı kendine bir vekil (koruyucu) bulamazsın. 87- Fakat Rabbinden bir rahmet olarak (biz bunu yapmadık). Gerçekten O'nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür. 88- De ki: "Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir." Kırmızı renkli kısımlara dikkat edildiğinde kurandan ,vahiyden bahsedilmektedir.Rabbimin emrindendir ifadesinde olduğu gibi tanrısal bir bilgilendirme olduğu anlaşılmaktadır. Al-i İmran 185 Her nefis ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günnü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir. Bu ayette ise,her ruh değil,her nefis ölümü tadacaktır deniliyor.Yani kuran insanları ruh sahibi olarak değil nefis/can sahibi olarak tanımlıyor Ruh, kurana göre tanrısal bir bilgilendirme anlamında olduğu için,bu bilgiyi aktaran meleklere de kutsal ruh ifadesi kullanır.Mesela bir tarih profesörüne ayaklı tarih dediğimiz gibi Bakara..87- Celâlim hakkı için Musa'ya o kitabı verdik, arkasından birtakım peygamberler de gönderdik, hele Meryem oğlu İsa'ya apaçık mucizeler verdik, onu Rûhu'l-Kudüs ile de destekledik. Size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz? Bakara..253- O işaret olunan resuller yok mu, biz onların bazısını, bazısından üstün kıldık. İçlerinden kimi var ki Allah, kendisiyle konuştu, bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı. Biz Meryem oğlu İsa'ya da o delilleri verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile kuvvetlendirdik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasındaki ümmetler, kendilerine o deliller geldikten sonra birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat ihtilâfa düştüler, kimi iman etti, kimi inkâr etti. Yine Allah dileseydi, birbirlerinin kanına girmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar. Meyem 17- Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona ruhumuzu gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü Kısaca özetleyecek olursak,insan hayata gelirken içine giren,ölürkende çıkan bir ruh,anlayışı kuranda yoktur.
  9. Kuranın çelişkileri karşısında cevap veremeyip,meseleyi kişişelleştirmek zorunda kaldığınız için, anlamıyorsunuz diye suçu muhataba atmak en kolay yol değilmi ?
  10. Sayın sarıgöl,bu kısmın kaynağı hani,yoksa sizmi uydurdunuz ? Bakalım hamidullah ne demiş Hamidullah istişare ettiler demiyor,tahminde bulunuyor gerektiriyordu diyor. Çarpıtmayın lütfen Evet, bu yukarıda bahsettiğimiz maddeler bağlamında anlaşılan odur ki, bu sözleşme bu kabilelerin Yahudi olmayan ve Muhammed'e tâbi olan mümin unsurları ile yapılmış (zaten ilk maddede bu apaçık bellidir) ve ayrıca yine aynı kabilelerin isimlerinden bahsedilerek o kabilelerde yaşayan müslümanlara tâbi olan yahudilere hitap edilmiştir. Bu tâbiyet ilişkisi zaten bu sözleşmenin diğer maddelerinde de apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Örneğin: 36.a. Bunlardan (Yahudilerden) hiçbir kimse Muhammed’in izni olmaksizin, Müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkamayacaktir. Ayrıca Medineli müşrikleri bağlayan şu maddeye bakalım: 20b. Hiçbir müsrik (putperest) Kureysli birinin mal ve canını himayesi altına alamaz ve bu hususta hiçbir müminin Kureyşlilere saldırmasına engel olamaz. Görüleceği gibi bu maddeler ile tek taraflı dayatmalar açıkça bellidir ve bu dayatmacı maddelerin yahudiler ve müşriklerin de bulunduğu bir toplantıda alınmadığı da ortadadır. Çünkü Mekke’den ve gece yarısı gizlice çıkıp Medine’ye göç etmiş, üstelik bütün taraftarları genel şehir nüfusunun yüzde 15’ni geçmeyen bir insanın, tamamen kendi istek ve arzularına ya da gelecekteki çıkar hesaplarına hizmet edecek bir sözleşme metnini, kendisinden sayıca ve silahça daha güçlü kimselere kabul ettirmesi düşünülemez. Bu hiç de akla yatkın görünmüyor. Evet bu sözleşme hicretin ilk yılında 622'de yapılmıştır ve böylesine güçsüz olduğu bir zamanda Muhammed'in ne Medine'deki yahudilere ne de müşriklere böyle dayatmacı maddeleri kabul ettiremeyeceği aşikardır. Sözün kısası, aslında ortada Muhammed'e tâbi olan yahudi ve müşrik de bulunmamaktadır ve Muhammed kendine bey'at etmiş mümin sahabeleri ile bu sözleşmeyi yapmıştır. Bu sözleşmeden bırakın Kureyza, Kaynuka, Nadir, Mustalık gibi yahudi kabilelerinin haberininin olmasını Medine'de yaşayan yahudilerin ve Abdullah b. Ubey başkanlığındaki müşriklerin bile haberinin olması şüphelidir.
  11. Şimdi ben bir anlaşma senedi hazırlıyorum. Sarıgöl beye ait ne kadar mal varlığı varsa bana devretmiştir diye yazıyorum.Senet hazırlanırken sarıgöl hazır olmadığı gibi imzasıda yok. Sonrada kapısına dayanıp mallarını istiyorum.İtiraz edincede zor kullanarak mallarına el koyuyorum. Niçin böyle yaptın diye beni ayıplayanlara elimdeki senedi gösterip, işte bakın sarıgölün adı geçiyor diye sözde kanıt sunuyorum. Medine vesikası denilen şeyde muhammedin kendi kendine gelin güvey olmasından başka bir şey değildir.Bu vesika müslümanlardan başkasını bağlamaz
  12. Cennet karşılığında allah yolunda savaşın,kafirleri bulduğunuz yerde öldürün, ayetleri kapalımı ?
  13. Ben zaten sen anlayasın diye yazmadım ki.
  14. Bir ağaç,bir hayvan,bir dağ,bulutlar,denizler,gezegenler tek başına doğa olarak adlandırılamaz.Doğanın parçasıdırlar ama, bir bütün olarak doğa değildir. Bireyin benliğini,de,tüm organları ve duygularından bağımsız olarak,müstakil olarak aramak veya nitelemek,boşa kürek çekmektir.
  15. Kalplerin mühürlenmesi allahın en büyük yanlışlarından biridir. Bir şeye mühür vurma işlevsiz hale getirmek demektir. Kalbi mühürlü olan/duran insan en fazla bir kaç saniye yaşar. Oysaki milyonlarca kalbi mühürlü/işlevsiz olduğu iddia edilen kafirler hayatlarına devam etmektedir. Kuranda beyinden bahseden tek bir ayet bile yoktur.BU nasıl bir ilahki yarattığı kulların beyni olduğunu bilmiyor ?
  16. İşte Zaman gazetesinin çarpıtma yazısı; SON DAKİKA 03.10.2006 SALI Bilim adamlarından evrimi çürüten yeni buluş Almanya'da yapılan bir araştırma, insan ile maymun arasındaki farkın evrim teorisi ile açıklanamayacağını gösterdi. Time dergisinde yayınlanan habere göre, Max Planck Enstitüsü uzmanları, insanlar ile maymunlarda bulunan benzer genlerin bile çok önemli farklılıklar taşıdığı tespit etti. Time dergisinin bu hafta kapağına taşıdığı ve geniş yer ayırdığı bu araştırmaya göre, insanda ve maymunda FOXP2 isimli bir gen bulunuyor. Gen aynı olmasına rağmen aminoasit diziliminin farklı olması insanların konuşma yeteneğini geliştirmesini sağlıyor. Uzmanlar bu küçük farkın evrim teorisi ile açıklanamayacağı görüşünde birleşiyor. Haberin devamında Amerika Birleşik Devletleri'ndeki dini grupların açıklamalarına yer veriliyor. Bilim adamlarının evrimin teorisinin genlerle ispatlanamayacağını görüşüne sahip çıkan gruplar, "Bu gelişme insanların maymunlardan farklı olduğunu ve evrim sürecinde gelişmediğini gösterdi. Dünyayı yaratan Zat'ın insanları farklı tasarladığını kanıtladı." şeklinde açıklama yaptı. [00:00:00] 03.10.2006 İstanbul, Zaman XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX İşte orijinal yazının Türkçeye çevrilmiş,çarpıtılmamış hali Bizi farklı yapan nedir? DNA'ya baktığınızda çok fazla şey değil. Ama bu küçük değişiklikler dünyadaki tüm farklılığın sebebidir. MICHAEL D. LEMONICK, ANDREA DORFMAN Büyük maymunların- goriller, şempanzeler, bonobolar, orangutanların- bize ne kadar benzediklerini görmek için bir biyolog ya da atropolog olmanıza gerek yoktur. Bir çocuk bile, fazladan vücut kılları gibi bazı abartılı farklılıkların dışında, vücutlarının bizimkilere oldukça benzediğini görebilir. Maymunların da, bizimkiler gibi, diğer yaratıklarınkine benzemeyen çevik elleri vardır. En vurucu olanı da, yüzlerinin esrarengiz bir şekilde anlamlı olmasıdır ve oldukça tanıdık bir duygu yelpazesi gösterirler. Bu yüzden şempanzeleri smokin ceketler içinde, davul çalarken veya bisiklet sürerken görmek bizi hoşnut eder. Göbekli bir gorilin kendini kaşıması bu yüzden bize Ralph Amca'yı ya da Kuzen Vinnie'yi hatırlatır- hatta Kraliçe Victoria, Londra Hayvanat Bahçesi'nde Jenny isimli bir maymunu gördükten sonra, tedirgin olarak; "korkunç, acı verici ve kesinlikle insan" demiştir. Bu sadece yüzeysel bir benzerlik değildir. Özellikle şempanzeler, sadece bizim gibi görünmekle kalmazlar, aynı zamanda bizlerle insancıl bazı davranışları da paylaşırlar. Bazı aletler yapar, kullanır ve bu yeteneklerini yeni nesillere aktarırlar. Başka hayvanları avlar ve bazen birbirlerini öldürürler. Karmaşık sosyal sınıflandırma sistemleri vardır, ki bunu bazı antropologlar "kült" olarak tanımlar. Kelime oluşturamazlar ama işaret dili ve sembollerle iletişim kurmayı öğrenebilir ve karmaşık kavramsal görevler yapabilirler. Bilimadamları onlarca yıl önce şempanzelerin bizim en yakın evrimsel kuzenlerimiz olduklarını, kabaca %98-99 oranında genetik benzerlik bulundurduklarını buldu. İş DNA'ya geldiğinde, bir insan şempanzeye, farenin sıçana olduğundan daha yakındır. Lakin, genomdaki ufak farklılıklar bütün farkın sebebidir. Bizi şempanzelerden farklı yapan tüm başarılar -tarım, dil, sanat, müzik, teknoloji, felsefe veya bir şempanzenin iş takımları içinde çok saçma gözükmesi- bir şekilde genetik kodumuzun küçük bir bölümünde kodlanmıştır. Bugün kimse tam olarak hangi bölümlerde olduklarını ya da nasıl çalıştıklarını bilmiyor, ama hücrelerimizdeki nükleonlarda bol miktarda aminoasit vardır, belirli bir sıra ile düzenlenmişlerdir, ve bize soyağacındaki en yakın kuzenlerimizden daha akıllı olmamızı sağlamaktadırlar. Bize yazma, okuma ve konuşma yeteneklerini, senfoni yazmamızı, başyapıtlar çizmemizi, ve bizi biz yapan moleküler biyoloji araştırma yeteneğini bağışlarlar. Şu ana kadar bu önemli farkları çözmemizin bir yolu yoktu. Bize tam olarak neyin karmaşık beyin, dik yürümek gibi avantajları kazandırdığı, neyin bazı hastalıklara karşı dirençsiz olmak gibi dezavantajları getirdiği sır olarak kalmıştı. Ama bu sürekli olarak değişmekte. Daha bir sene önce, genetik uzmanları şempanzelerin genomunu kabaca sıralayabildiklerini açıkladılar, ki bu da ilk şempanze-insan genomu karşılaştırmalarını mümkün kıldı. Şimdiden, bu araştırma insan beyninin son birkaç milyon yıldaki gelişmesi ve muhtemelen atalarımızın bazı davranışlarının da keşfini sağladı. Ve önümüzdeki birkaç hafta içinde, Max Olanck Evrim Antropolojisi Enstütüsü'nden Svante Pääbo liderliğindeki bir moleküler genetikçi ekip, daha da vurucu bir başarıyı açıklayacaklar: Neandertallerin gen dizilişlerinin çok büyük bir bölümü. (Neandertal: mağara adamı dendiğinde aklımıza gelen ilk insan şekli- ki bize genetik olarak şempanzelerden çok daha yakındırlar.) Neandertaller on bin yıl önce yokolmuş olsalar da, Pääbo uzun süre önce kaybettiğimiz bu akrabalarımızın genomlarının tamamını inşa etmekte olduğu konusunda emin, bunu yaparken de herşeye rağmen 38.000 senelik bir kemikten DNA çıkaracak. Yanyana koyulduklarında, bu üç farklı genetik şifre dizilimi -artı gorillerin ve diğer primatların genomları ki onlar da tamamen çözülmek üzere- sadece bizi insan yapan şeylerin ne olduğunu kesin olarak açıklamakla kalmayacak, aynı zamanda insan hastalıklarını daha iyi anlamamızı sağayarak onları nasıl tedavi edeceğimiz konusunda ipuçları bulmamızı da sağlayacak. İLK IŞIKLAR Bilimadamlar, tabi ki, insanlarla maymunlar arasındaki zorunlu farklılıkların ne olduklarını tartışmak için elbette şempanze genomunun çözülmesini beklemediler. DNA hakkında bir bilgilerinin olmalarına bile ihtiyaçları yoktu. Bunların bir kısmı Charles Darwin'in insan ve maymunların ortak bir ataya sahip oldukları yönünde olduğu mantığından yola çıkar. Paleontologların eline daha ve daha çok fosil geçtikçe, vücut şekli, kafatasının ve suratın şekli, köpek dişlerinin büyüklüğü, başparmakları üzerinde verileri derleyebildiler. Bu özelliklerin karşılaştırmalı analizlerini ve bazı özelliklerin ne zaman ortaya çıkıp kayboldukları gibi verileri kullanarak gittikçe daha detaylı olan, maymun, insanımsı ve insanlar arasındaki ilişkileri gösteren soyağaçları inşa ettiler. Bu sırada, diğer şeylerin yanında, Darwin'in nerdeyse hiç bir gerçek veriye sahip olmamasına karşın, maymun ve insanın ortak bir atadan evrildiği düşüncesini büyük miktarda doğrulamaktadır, ve sürpriz olarak, dik yürüme yeteneğinin, büyük beyinlerin evrimleşmesinden milyonlarca yıl önce kazanıldığını göstermektedir. Lakin 1960'lara kadar maymunlarla aramızdaki fiziksel yakınlık temel biyokimya seviyesinde anlaşılamamıştı. Wayne Eyaleti Üniversitesi bilimadamı Morris Goodman, mesela bir tavuğun insandan, gorilden veya şempanzeden alınmış belirli bir kan proteininin enjekte edilmesine belirli bir savunma cevabı alırken (savunma sisteminin cevabı), orangutanların ve şebeklerin proteinleri hiç bir negatif tepki vermediği gibi bazı bulgulara ulaşmıştır. Yeni moleküler genetik bilimi ile 1975 yılında insanlar ve şempanzelerin genetik malzemesinin yaklaşık olarak %98-99 oranında benzer olduğu bulundu. GENLER ÜZERİNE EĞİLME Şempanze genomu bulunmadan bile önce, araştırmacılar bizim genetik farklılıklarımızı çıkarmaya başladılar. 1998 gibi uzun bir süre önce, glikobiyolog Ajit Varki ve meslektaşkarı, Kaliforniya Üniversitesi'nden, insanların hücrelerinin yüzeyinde sialic asit bulunduğunu bildirdi. Bu dark insanlarda "hasarlı" olan bir gen tarafından kodlanmış. Sialic asitler pek çok patojen bakterinin üremesi için ortam oluşturur, bu da insanların hastalıklara karşı mesela şempanzelerden daha dayanıksız olduklarını açıklayabilir. Birkaç yıl sonra, Pääbo önderliğindeki bir takım FOXP2 isimli genin insan versiyonunun, ki konuşma ve dil gibi yeteneklerimizin gelişmesinde rol oynar bu gen, geride bıraktığımız 200.000 yıl içinde -anatomik olarak modern insanın ilk çıktığı zamanlarda evrimleştiğini açıkladı. Bu proteinin insandaki FOXP2 geni, aynı proteinin değişik maymun türleri ve farelerdeki hali ile kıyaslanması sonucu, aminoasit diziliminin diğer hayvanlarınki ile 715 bölgenin sadece ikisinde değişiklik gösterdiği keşfedilmiştir. Son derece küçük olan bu değişiklik insanların konuşmasının her şeklini açıklar, bir bebeğin ilk kelimelerinden Robin Williams monoloğuna kadar. Hatta, bozulmuş FOXP2 geni bulunduran insanlar kelimeleri ayırt etmekte ve grameri anlamakta sorunlar yaşarlar. Daha sonra, 2004 yılında, Pensilvanya Üniversitesi'nde Hansell Stedman önderliğindeki bir grup kromozom 7'deki ufak bir mutasyonu tanımlamışlardır, ki bu kromozom miyozin üretimini etkiler. Miyozin, kas dokusunun kasılmasını sağlar. Mutant gen, MYH16 olarak bilinen, ısırma ve çiğnemede kullanılan çene kaslarınında bulunan, miyozin çeşidinin işlevini azaltır. Bu mutasyonun tüm insanlarda varolmasına, lakin yedi çeşit insan olmayan primatlarda varolmamasından yola çıkarak araştırmacılar MYH16'nın eksikliğinin atalarımızın daha küçük çene kaslarına sahip olacak şekilde evrilmiş olmalarına (2 milyon yıl önce) sebep olabileceği fikrini öne sürdüler. Bu kas gücündeki kayıp, beyne ayrılan yerin büyümesine, bunun da beynin büyümesine imkan sağladığını düşünüyorlar. GENLERİN ÖTESİ Gen-gen karşılaştırma prensibi hala güçlüdür, ve bir sene önce genetikçiler uzun süredir beklenen bütün bu karşılaştırma yığınını ele almayı başarmış olsalar da, bunun haberi, aynı hafta vuran Katrina Kasırgası haberlerinin gölgesinde kalmıştır. Nature dergisinde yayınlanan kaba taslak halindeki şempanze genomu bilimadamlarına bazı önemli şeyler açıkladı. İlk olarak, iki türü de oluşturan temel genomlar yaklaşık olarak %1.23'lük bir fark göstermekteydi - ki bunların büyük bir kısmı sadece erkeklerde bulunan Y kromozomunda bulunmaktaydı. Bu iki türün proteinleri karşılaştırıldığı zaman, proteinlerin (ki genlerdeki şifrelere göre sentezlenirler) %29'unun aynı olduğu, değişik olanların da çoğunun ortalama olarak saece iki aminoasitlik bir fark ile başka proteinler olarak tanımlandıkları bulundu. Şempanze ve insanlar arasındaki genetik farklılıklar, göreceli olarak zor olmalıydı ve hepsi basit olarak biraz farklılık gösteren genlerden olamazdı. İnsan genomu çözülmeden önce (2000 senesinden önce) Sean Carroll'un sözlerine göre (Wisconsin Üniversitesi) "insanların 100.000 genleri olduğu tahmin edilmekteydi. Genomu elde ettiğimizde tahmin 25.000'e düştü. Şimdi Toplam sayının 22.000 olduğunu biliyoruz, hatta 19.000'e bile düşebilir" Bu şok edici şekilde az olan rakamlar bilimadamlarına şunu açıkladı: genler tek başlarına türleri arasındaki farkları yaratmıyorlar, şimdi biliyorlar ki, farklılıklar ayrıca genlere ne zaman aktif olup ne zaman kapanacaklarını söyleyen moleküllere bağlı. Lovejoy: "Elin, penisin ve omurların yapılmasında rol oynayan genleri alın. Bunlar aynı yapıda olan bazı genleri paylaşırlar. Leğen kemiği de başka bir örnektir. İnsanların legen kemiği maymunlarınkinden ciddi bir şekilde değişiktir. Bu bir çizimde iki ayrı tuğla binanın tasarımının bulunmasına benzetilebilir. Tuğlalar aynıdır, ama sonuçlar çok farklı" Bu moleküler anahtarlar genomun karanlık maddesinde bulunmaktadır. Bu "karanlık madde", aslında, artıktır, eski evrimsel olayların unutulmuş kalıntılarıdır. Ama bu karanlık maddenin genomun %3-4'ünü içeren ve çoğunlukla genlerin içinde ve etrafında gömülü olan, işlevsel kodsuz DNA olarak bilinen bir altkümesi çok önemlidir. "Kod bölgelerinin incelenmesi çok daha kolaydır" diyor Carroll, ki kitabı "The Making of the Fittest: DNA and the Ultimate Forensic Record of Evolution” (En uyumlusunu yapmak:DNA ve Evrimin son adli kaydı)’da son konuyu derinden inceler. "Gördüklerimizin çoğunu karanlık madde yönetiyor olabilir" Kara madde ve genlerin kendisinin, bir türden başka türlere evrim geçirmesinin sebebi, tek tek baz çiftlerinde – genetik alfabenin harfleri- tipografik hata gibi görünen değişimler olan, rastgele mutasyondur. Bu değişiklik seksüel çoğaltmada, DNA kopyalanır ve yeniden birleştirilirken, oluşmaktadır. Bazen, harflerden oluşan uzun dizinler, dölde (yavruda) aynı dizinden birden fazla olacak şekilde, yeni kopyaları oluşmaktadır (duplication). Bazen bir dizin tümden atıldığı gibi, sıradan çıkarılıp ters çevirildikten sonra tekrar yerleştirilebilmektedir. Toronto’da Çocuk hastanesinde Stephen Scherer’in yönlendirdiği bir grup, yaptığı çalışmada insan genomu ile şempanze genomu arasında 1,576 açıkça belli olan ters çevirmeyi tespit etmiştir. Bunların yarısından fazlası insanın evrim aşamalarında oluşmuştur. Genom’un kullanılmayan kısımlarında oluşan ters çevirme, çıkarma veya yeniden tekrarlama, pek birşeyi değiştirmemekte ve gerçekte, insanın, şempanzenin ve diğer genomlar DNA nın böyle atıl kısımlarıyla doludur. Bu değişiklik bir gen üzerinde veya fonksiyonel kodlama yapmayan kısımlarda oluşan tersine çevirmeler veya tekrarlamalar çoğu kez zararlıdır. Ama bazen, tamamen şansa, bu değişimler organizmaya daha fazla döl yavru besleyebileceği çeşitli avantajlar da sağlayabiliyor ve bu değişiklikler sonraki nesillere aktarılmış oluyor. MAYMUNLARIN BİZE ÖĞRETEBİLECEKLERİ ŞEYLER Geçen ay Bilim (Science) dergisinde gen çoğaltımının (duplication) bizim maymunumsu orijinimizde ayrılmamızı nasıl yardım etmiş olabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek vardı. James Sikela tarafından yönetilen ve Denver’daki Colerado Üniversitesi ve Auroro Colo.’daki Sağlık Bilimleri Merkezi elemanlarından oluşan bir ekip, DUFF1220, adı verilen ve beynin yüksek kavrama işlevleriyle ilgili bölgelerinde bulunan bir bir protein parçasının kodu olduğuna inanılan geni incelediler. Gen, geniş bir aralığı oluşturan primatlarda birden fazla kopya halinde bulunmaktadır—ancak, bilimadamları, insanların en fazla kopyayı taşıdıklarını buldular. Afrikalı büyük maymunlar önemli ölçüde daha az kopyaya, ve en uzaktaki akrabalar-orangutan ve eski dünya maymunları- çok daha azına sahip. İlk kez Nature dergisi tarafından iki ay once yayınlanmış olan başka bir keşif, insane beyninin gelişiminde rol oynayan bir geni buldu. Şimdi California Universitesi’nden çalışan biyo istatikçisi Katherine Polland ve U.C Santa Cruz’dan Sofie Salama’nın liderliğini yaptığı bir ekip insan, şempanze ve diğer omurgalıların genomlarında büyük ölçüde ve ivmelenen oranlarda değişim geçiren kısımları sofistike bilgisayar programları kullanarak aradılar. Sonuç olarak 49 adet HARS (human accelerated region-insanın ivmeli bölgeleri) bulmuşlar. Maymun’dan insana en dramatik şekilde değişen bölge, HAR1, cenin’in 7’nci ve 19’uncu haftalarında beyin dokusunda aktif olan gene ait olduğu ortaya çıkmış. Genin kesin görevinin ne olduğu bilinmese de, bu dönem,reelin proteininin insan beyinin karakteristik 6 seviyeli kortex yapısının tamamlanmasına yardımcı olduğu dönemdir. Ekibin yaptığı çalışmayı daha ilginç kılan şey, ikisi dışında diğer tüm HAR’ların, genomun anlaşılmaz ve kodlanmayan bölümlerinde bulunması, ki bu da türlr arasındaki çoğu değişikliğin buralarda olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. ŞEMPANZELERLE SEKS İlkel genomların karşılaştırılması, insanların orijini hakkında şaşırtıcı, tartışmalı ve biraz rahatsız edici iddalara da yol açmıştır. Cambirdge Broad Enstitüsünden David Reich birkaç arkadaşıyla, şempanze ve insane DNA’larını, goril, orangutan ve makakların genetic malzemeleriyle karşılaştırdılar. Bilimadamları genomlardaki ortalama farklılıkları bir çeşit evrimsel saat olarak kullanmışlardır, çünkü daha yakın türler değişik yönlerde gelişme için daha az zamanları olmuştur. Reich’in ekibi değişik türlerin kromozomları üzerinde evrim saatinin nasıl çalıştığını ölçmüşlerdir. Sürpriz bir şeklide, maymun ve insnanın ortak atadan en fazla 6.3 milyon ve en az da 5.4 milyon yıl once ayrıldıkları sonucuna varmışlardır. Eğer yanılmamışlarsa, şimdi en eski atalarımız olarak kabul edilen birkaç insansı tür—Sahelanrthropus tchadensis (7 milyon yıl yaşında) Orrorin tugenesis (yaklaşık 6 milyon yaşında) ve ardipithecus kadabba (5.2 ila 5.7 milyon yıl yaşında)- yeniden değerlendirilmelidir. Ve bu en şaşırıtcı bulgu değildir. Reich’in takımı insan X kromozomunun bütününün şempanze X kromozomundan diğer kromozomlara göre yaklaşık 1.2 milyon yıl daha sonra ayrıldığını bulmuşlardır. Bir mantıklı açıklama insan ile şempanzein ilk önce ayrıldığını, ama en sonunda farklı evrimsel yollara yönelmeden önce zaman zaman çiftleştiği açıklamasıdır. Bu, neden şimdi insanın atası olduğu ileri sürülen bazı fosillerin insan ile şempanze özelliklerinin bir karışımına sahip olduğunu açıklamamın yanında bu fosillerin bir kısmının hibrid olabileceğini de gösterebilir. Veya sadece aynı zamanlarda yaşamış hatta insan ile şempanzenin en son ortak atasından önce de yaşamış olabilirler. Tüm bunlar, fosil zamanlamasının doğruluğuna ve genetik varyasyonu saat olarak kullanmanın güvenirliğine bağlıdır. Her iki metod da büyük hata payları içermektedir. Ama genetikçiler ne kadar daha fazla primatın genomlarını yanyana koyoarkarsa o kadar çok soruyu yanıtlayabileceklerdir. “İnsanların, orangutanların, şempanzelerin ve makakların kaba dizilimlerine sahibiz” demektedir Eric Lander, Broad Enstitüsü’nün direktörü ve şempanze genomunu çözen ekibin lideri. “Ama henüz goril genomuna sahip değiliz. Lemurlar da sırada, ve gibonlar da” NEANDERTAL’LERİ ÇÖZÜMLEMEK Daha da devam edersek, iki birbirinden bağımsız araştırma grubuna, en yakın akrabalarımızın; Neandertal’lerin genomlarını inceledikleri için teşekkür etmeliyiz. Neandertal’lerin ataları yaklaşık 500.000 yıl önce ortaya çıkmış, ve bizim türümüzden daha uzun mu yaşayacağı, yoksa, şimdilerde bize tuhaf gelen bir şekilde, en azından Avrupa ve batı Asya’da iki türün süresiz bir şekilde hayatta kalıp kalmayacağı sorusu, uzun süre belirsizliğini korudu. Neandertal’ler yüzbinlerce yıl yaşadılar. Nature dergisinde geçen ay yayımlandığı gibi, Neandertallerin son yaşam alanı İber yarımadasının güney ucun olan Gibraltar’da 28.000 yıl öncesine kadar- veya daha uzun süre, yaşamış olabilirler. Californya, Valnut Creek teki Energy’nin birleşik genom enstitüsü (Energy’s joint Genome Institude) direktörü Eddy Rubin’e göre Nenandertaller pekçoğunun sandığı kadar ilkel değillerdi; “Ateşleri vardı, ölü gömme törenleri, sanat dediğimiz şeyin ilk adımlarına sahiptiler. Gelişmişlerdi ama inanın son 10.000 15.000 yılda yaptığı kadar da değil”. Sonuçta onları yarış dışında bıraktık ama bunu nasıl yaptığımızın anahtarı da genlerimizde yatıyor. İki yıl önce, Svante Paabo, FOXP2 yi analiz eden ve antik DNA üzerinde çalışmalar yapan adam, Neandertal genomunu yeniden yaratmak için çaba sarfetti. Aynı zamanlarda Rubin, aynı işi başka bir teknikle yapmak için uğraşıyordu. Yapılan iş kolay değildi. Herhangibir kompleks organik molekül gibi, DNA da zaman içinde bozuluyordu ve yerde binlerce yıl yatan kemikler bakterilerin ve mantarların DNA’larıyla kötü bir şekilde bulaşmış/kirlenmiş oluyordu. Fosili alan kişi de fosilde insan DNA’sı bırakmış olabiliyordu. 400 Neandertal arasından 60 tanesinin kalıntıları üzerinde yapılan araştırmalarda sadece 2 tanesinde işe yarar malzeme bulunabildi. Üstelik, ekibinin kemiklerden çıkardığı genetik materyalin sadece %6’sının Neandertal’lere ait olduğunu tahmin etmektedir. Sonuç olarak işlem delirtecek kadar yavaş ilerledi. Detayını ifşa edememesine rağmen, yakında önemli bir bilimsel dergide Neandertal genomunun 1 milyon baz çiftini yayınlayacağını ve çantasında 4 milyon baz çifti daha olduğunu belirtmiştir. Bu arada Rubin’de çalışmalarının sonucunu yayınlamaya hazırlanmaktadır, ancak detaylarını açığa vurmayı reddetmektdir. “Paabo’nun takımı bizim elimizdekinden önemli derecede daha fazla dizine sahip”, diyor. “Bazı detaylar farklı ama sonuçlar büyük oranda benzer”. Paabo, en yakın kuzenlerimizde bizi ayıran şeyin ne olduğu hakkında çok fazla şey öğrenemediğini kabul ediyorsa da, bukadar uzun süre önce ölmüş bir varlıktan önemli bir miktarda DNA dizini yeniden yaplandırılabıleceğini göstermek bile kavramın ispatı açısından önemlidir. O ve rubin, birkaç yıl içinde tamama oldukça yakın Neandertal genomu elde edilebileceğinde hemfikir. “ Bu bize, yumuşsak dokular gibi şu anda birşey diyemediğimiz konularda biyolojik bir bakış açısık kazandıracak” diyor Rubin. “Bu bize hastalıklara karşı duyarlılık ve bağışıklık hakkında birşeyler söyleyebilir. Bu bize, insanın dizinleri ile çakışan bölgelerinde, tarihöncesi bir varlığın dizini ile şempanzenin dizinini karşılaştırma olanağı verecek.” Birgün neandertal ile insan DNA sının aynı parçalarını farklı fare DNA’larına ekleyip ne tür bir etki yaratacağını gözlemleyebiliriz. TÜM BUNLARIN ANLAMI Bu bilgilerin ne kadar yararlı olduğunu kesin bir şekilde değerlendirmek zor. Gerçekte, birkaç uzman tüm projeyi olumsuz yönde değerlendiriyor. “ Kent State’s Lovejoy “neandertallerin bize ne göstereceğinden emin değilim.” diyor. “[İnsan evrimi açısından] gerçekten gecikmişler. Ve, en iyi durumda, Avrupa’da küçük çevresel bir izolasyonu temsil ediyorlar. Onları inceleyerek insan evrimi hakkında çok fazla şey öğrenebileceğimizi hayal edemiyorum”. Lovejoy, insan ile şempanzelerin atalarının çiftleştiği konusunda çok daha olumsuz ve genomdaki mutasyon hızı ile evrimsel değişimi ölçmenin fazlasıyla kesinlikten uzak olduğunu düşünüyor. Gerçekte, genom karşılaştırmasının en ateşli taraftarları bile hemen hemen şimdiye kadar bildiğimiz herşeyi gözönüne aldığımızda, işin ilk safhalarında olduğumuzu kabul ediyor. “Biz, bizi diğer canlılardan farklı kılan özelliklerle ilgileniyoruz” diyor Carroll Wisconsin, “hastalıklara karşı hassasiyet, büyük beyin, konuşma, dik yürüme, karşı taraftaki başparmaklar. Diğer organizmalarını biyolojik yapısına baktığımızda, bu özelliklerin çok kompleks olduğuna inanmak zorundayız. Biçimin geliştirilmesi, beyin hacminin artması, çok uzun bir sürede oldu, belki 50.000 nesil. Oldukça karmaşık bir genetik reçete.” En sert eleştiriler bile bu çalışmaların çok büyük bir potansiyeli olduğunu kabul ediyor. “Sonunda gezgende yaşayan tüm hayvanlar arasındaki tüm değişiklikleri kesinlikle belirleyebileceğiz” diyor Lovejoy. “Her defasında, göril genomu gibi, yeni bir genomu karışıma aldığımızda şansımızı çok daha fazla arttırıyoruz”. Bazı değişikliklerin çok önemli pratik sonuçları oluyor. İnsan genomu çözüldüğünde de ortaya çıkmış olan, insan hücrelerinde sialik asidin özel bir formunun olmayışı, Varki ve arkadaşlarının belirlediği gibi, sialsik asidin yönettiği 60 genden 10 tanesi şempanze ile insan arasında önemli farklılıklar göstermektedir. “Her defasında” diyor Varki, “tuhaf olanı insandaki”. Bu tür keşifler, malarya, AIDS, hepatit virüsü gibi yıkıcı hastalıkların anlaşılmasında, insan genomunun tek başına incelenmesinden çok daha hızlı sonuç alınmasını sağlayabilir. Çoğumuz için, karşılaştırmalı genom çalışmalarının bizi bu kadar cezbettirmesinin nedeni” bizi insan yapan nedir?” ana sorusu. Bilimcilerin bize hatırlattıkları gibi evrim, gelişigüzel genetik değişimlerin, raslantısal çevresel faktörlerle birlerini etkileyerek arkadaşlarından daha uygun organizmaları ortaya çıkaran raslantısal bir süreçtir. 3.5 milyar yıllık rastlantısal bir süreçten sonra, kendi kökünü merak eden ve Mozart adagio ile eğlenen bir yaratık ortaya çıktı. Birkaç kısa yıl sonra, belki de, bu nasıl ve ne zaman oldu kesin bir şekilde anlayabileceğiz.
  17. Üzerinde durmak istedğim bir diğer konu da sözümona Medine'nin sınırları belirlenmiş bir şehir-devlet olduğu yönünde islam uleması tarafından sık sık yapılan vurgulardır. Buna kanıt olarak da bu sözleşmenin 39. maddesi gösterilmektedir. Bu sözleşmeyi Türkiye'nin gündemine taşıyan Ali Bulaç'ın şu yorumunu okuyalım: "Vesika’nın diğer hükümlerini de kısaca şöyle özetlemek mümkün: 39. Madde ile “ülke ve korunmuş sınır” kavramı getirilmiş olup, bu o günün şartlarında yeni bir şeydi. Kan ve akrabalık bağına dayalı kabile yapısı aşılıyor, insanlar bloklar halinde (veya hukuk toplulukları şeklinde) daha üst bir siyasi birlik etrafında toplanıyor ve Medine’de yaşayan aşiret ve kabileler arasındaki her türlü çatışma ve hukuk ihlali yasaklanıyor. Vesika’da geçen “haram” terimi korunmuş sınır demektir ve bir siyasi birliğin toprak bütünlüğüne atıf anlamına gelir...." Şimdi bakalım şu 39. maddeye: 39. Bu sahifenin (belgenin) gösterdigi kimse lehine Yesrib vadisi dahili (cevf) haram (kutsal, haklarin gözetilmesi gereken) bir yer olacaktir. Buradaki "haram" kelimesinin parantez içi açıklamaları çevirmen kaynaklı olarak değişmektedir. Hamidullah'ın İslam peygamberi'nde bu "kutsal, hakların gözetilmesi gereken" olarak çevrilmişken (veya eklenmişken) yine Hamidullah'ın es-Vesaikûs Siyasiyye isimli kitabında "dokunulmaz alan" olarak çevrilmiş veya eklenmiştir. Anlaşılan o ki, bu maddede geçen" haram" sözcüğünün apaçık olan anlamı çarpıtılmaya çalışılmaktadır. Neden ? Çünkü baştan beridir Muhammed'in Medine'de hicretin ilk yılında bir devlet kurduğunu ve bu devletin de bir anaysası olduğunu iddia eden islam uleması adeta "devlet var, anaysa var öyleyse bir de bu devletin sınırları olmalı" türünden bir zorlama ve subjektif yorum içine girme ihtiyacı hissetmiş ve burada geçen "haram" kelimesini Ali Bulaç'ın ifadeiyle "sınır" olarak anlamıştır. Halbuki Kuran'da geçen "haram aylar" ne ise buradaki "haram bölge" de odur. Yani burada apaçık "savaş yapılması yasaklanmış" bir bölge kastedilmektedir. Hem bu sözleşmenin bu maddeden bir önceki maddesi olan 38. maddenin devamı olması ve aralarında bir tür siyak-sibak ilişkisi olması nedeniyle bu böyledir; 38. Yahudiler, Müslümanlarla birlikte savaştıkları sürece savunma harcamalarina katılacaklardır. hem de bu sözleşmeden daha sonra Bedir ve Uhud savaşlarının sözkonusu bölgenin dışında yapılmış olması (özellikle Uhud'da bu bölgenin dışına çıkılmışıtır) nedeniyle böyledir, hem de "haram" kelimesinin bir sıfat olarak Kuran'daki "haram aylar" ile örtüşmesi nedeniyle böyledir. Daha da ötesi bu konuda dayanak olarak getirilen hadisler de buna işaret etmemektedir. Şöyle ki: "Rafi b. Hadic'ten:...."Medine Resulullah'ın korumaya aldığı haram (dokunulmaz) bir yerdir. Bu bizdeki bir tabakalanmış hayvan derisi üstüne yazılıdır. Bir başka hadiste şunu der: Ebu Cuhayfe'den nakledildiğine göre, Ali'nin huzuruna girdi. Kılıcının getirilmesini istedi. Kılıcın işinden Arapça yazılı bşr hayvan derisi çıkardı, şöyle dedi: "Allah'ın kitabı dışında Resulullah'ın bıraktığı herşeyi gördüm, ama bu hariç". Şunlar vardı: Esirgeyen ve bağışlayan Allah adına Resulullah Muhammed dedi ki: Her peygamberin haremi (dokunulmaz bölgesi) vardır. Benim haremim Medine'dir." (es-Vesaik'us no: 1/a) Yani bu haram bölge bile Muhammed'in kendi kendisine belirlediği bir bölgedir (peygamer bölgesi olarak) ve bu da kendi kendisine yaptığı bu sözleşme ile uyum göstermektedir. Bu ahvalde Ali Bulaç ve diğer islamcı araştırmacıların bu bölgenin Medine şehir devleti "sınırı" olduğu yönündeki zorlama yorumları gerçek dışıdır. Ortada Muhammed'in kendi kendisine belirlediği bir bölge vardır ve bunu da henüz hicretin ilk yılında kurulmuş islam devletinin sınırı diye göstermek akıl dışıdır. Zaten sadece 1000-1500 kişilik müslüman topluluğun daha hicretin ilk yılında Medine'de bir "İslam devleti" kurduğunu söylemek akıl ve mantık sahibi bir insanın söyleyeceği bir şey değildir. Ama islam uleması bu tip gerçek dışı, zorlama, subjektif yorumları çok sever ve bunun sebebi de kendi keyfii yorumlarına hiç bir eleştiri getirilmiyor oluşu yani bu insanların adeta meydanı boş buluyor oluşudur.
  18. Herşeyden önce bir sözleşme, antlaşma var ise mutlaka ama mutlaka sözleşmenin /antlaşmanın tarafları o sözleşme /antlaşma da açık açık belirtilir. Aksi taktirde o sözleşme veya antlaşma olmaz. Kimin kim ile sözleştiğini, söz kestiğini, mutabakata vardığını, antlaştığını bileceksiniz.Bu bütün antlaşmaların ve sözleşmelerin kuralıdır. Burada Ali Bulaç bu öslzeşmenin müslüman blokun sosyal ve hukiki ilişkilerini bir kurala bağladığı gerçeğini sadece ilk 23 maddeye atfetmektedir ama bu yanlıştır çünkü Medine sözleşmesinin tamamında Müslüman blokun dışında bir muhattap yoktur. Bunu aslında sadece ilk maddeden bile anlayabiliriz ama bu ilk maddeyi yeterli görmeyenler için bu sözleşmenin diğer maddelerinden örnekler de verebilirizve dahası sözleşmenin lafzından ve ruhundan da örnekler verebiliriz. Örneği aşağıdaki 4-11 madde grubu ile 25-33 madde gruplarında sözü edilen kabileler aynı kabilelerdir. 4- Benû Avflar da...... 5. Ayni sekilde Benû Hârisler de.... 6. Yine Benû Sâideler de... 7. Benû Cusemler de... 8. Benû’n-Neccârlar da.... 9. Ayni sekilde Benû Amr ibn Avflar da..... 10. Benû’n-Nebîtler de.... 11. Benû’l-Evsler de... --------------------- 25.a. Benû Avf Yahudileri Müminlerle ümmet olustururlar. 26. Benû’n-Neccâr Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 27. Benû’l-Hâris Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 28. Benû Sâ’ide Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 29. Benû Cusem Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 30. Benû’l-Evs Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardi 31. Benû Sa’lebe Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. Ancak kim bir baskasina haksizlik eder ya da bir suç islerse sadece kendisine ve kendi aile bireylerine zarar vermis olacaktir. 34. Salebe’nin mevlâlari da bizzat Sa’lebeler gibi kabul edileceklerdir 33. Benû’s-Suteybe de Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. Kurallara tam olarak uyulacak ve aykiri bir davranista bulunulmayacaktir. Yukarıda görüleceği gibi burada bahsedilen kabileler,Evs ve Hazrec kabileleridir ve ayrıca Salabe ve Şuteyb kabilelerinden bahsedilmekte ama bu kabilerinde yahudi kabileleri olmadığı müşrik Arap kabileleri olduğu açıktır çünkü Muhammed'in ilerleyen yıllarda yahudilere yönelik savaşlarının hiçbirisinde bu iki kabilenin ismi geçmemektedir. Spesifik olarak da bu kabilelerle ilgili bir bilgi bu antlaşma maddelerinde yer alması dışında yoktur. Bu iki kabile adeta birere muammadır ve zaten bu maddelerde bahsedilen ana kablelerde Evs ve Hazrecdir. Şimdi yine Hamidullah'ın İslam Peygamberinde verdiği şu paragrafı daha iyi anlayabiliriz. Medine sehrinin tamamini kapsayacak bir devlet teskilatinin kurulmasi, yöre halkinin tüm unsurlariyla istisare edilmesini gerektiriyordu. Daha önceki bir bölümde, Medine’de yürürlüge konulan anayasanin metnini incelemis ve Yahudilerin hükümetle ilgili işlerin icrasinda sahip olduklari durumu ortaya koymustuk. Ancak burada küçük bir nokta gözümüze çarpiyor: Yukarida adı geçen anayasa metninde “Benû ‘Avf… Benû’n-Neccâr… Benû’l-Hâris… Benû Sâ’ide… Benû Cusem… Benû’l-Evs…Benû Sa’lebe… Benû’s-Suteybe Yahudilerinden” bahsedilmektedir. Oysa bütün bu saydiklarimiz Arap kabileleridir. Acaba buna bakarak, ister Arap ister Yahudi olsun her kabilenin, kendi aralarindan bir baska kabile ile ittifak anlasmasi yapmasi gerektigi sonucunu mu çikarmak gerekir? Çünkü burada Arap ve Yahudilerin karisimi olan ve her ikisi de ayni derecede önemli bu topluluk içinde sükunet ve barisi korumak söz konusudur. Yoksa bu durum, sehrin asil nüfusunun Arap soyundan geldigi ve burada yerlesmis olan Yahudi ailelerin Arap kabileleriyle mevlalik iliskilerini kabul etmek zorunda kaldiklari anlamina mi geliyor? (Bir baska deyisle, Yahudilerin kendilerine ait kabileleri yoktu ve bu sehre, asil nüfustan ayri bir topluluk olusturacak sekilde kitleler halinde gelmemislerdi. Yine muhtemeldir ki, basina buyruk Araplar bu göçmen Yahudilerin ayri bir blok halinde yasamalarina olanak tanimamislar ve Yahudi kimliklerini kaybedip ülke insaniyla kaynasabilmeleri için, degisik Arap kabileleri arasinda bölüklere ayrilmalarini istemislerdir.) (İslam Peygamberi no: 939) Görüleceği gibi Hamidullah bu iki kabileyi de dahil ederek bu kabilelerin Arap kabileleri olduğunun ve Yahudiler ile Arapların bu kabilelerde birlikte yaşadıklarını ifade etmektedir. Sözün kısası Ali Bulaç'ın ilk 23 madde ile sınırladığı müslüman blok aslında ilk 23 madde ile ilgili değil antlaşmanın tamamı için geçerli olan bir bloktur ve bu haliyle antlaşma da Muhammed'e tâbi olan müslümanların (Muhacir-Ensar) ve (Evs-Hazrec) olarak birbirleri arasındaki ilişkileri düzenleme amacı ile yapılmıştır. Peki kimdir bu Evs ve Hazrec kabileler ve Muhammed ile ilişkileri ne zaman başlamıştır ? Bu iki kabile Medine'nin birbirine düşman ve kan davalı iki büyük kabilesidir. Zaten Medine sözleşmesindeki "kan bedelleri" ile ilgili maddeler de bu iki kabilenin uzun yıllar boyunca birbirine karşı sürdürdüğü kan davasının bir sonucudur. İslam'a girmeleri ile birlikte bu kabileler Ensar ismini alacaklardır. Aslında Muhammed'in gerçekleştirdiği başarılardan birisi de bu iki düşman kabileyi "Ensarlaştırmış" olmasıdır. Bu durum Ali İmran 103. ayette anlatılır: Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirdi. O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi kurtardı. Bu iki kabilenin Muhammed ile ilişkileri Akabe beyatları adı verilen Mekke'deki görüşmeler ile başlamış ve bu şekilde 3 bey'at yapılmıştır. Zaten Muhammed'in Medine'ye hicret etmesi de bu kabilelerin kendisine kucak açması ve koruma sağlaması neticesinde onlardan aldığı bu güvenle olmuştur. Muhammed daha Mekke döneminde iken bu kabileler Kuran okumayı öğğretmek için öğretmenler göndermiştir. Bu kabilelerle yapılan 3 bey'at da Hamidullah'ın es-Vesaik'us Siyasiyye kitabında yer alır. Şimdilik konuyu dağıtmamak amacı ile bu bey'atların detayına girmiyorum. Evet, bu yukarıda bahsettiğimiz maddeler bağlamında anlaşılan odur ki, bu sözleşme bu kabilelerin Yahudi olmayan ve Muhammed'e tâbi olan mümin unsurları ile yapılmış (zaten ilk maddede bu apaçık bellidir) ve ayrıca yine aynı kabilelerin isimlerinden bahsedilerek o kabilelerde yaşayan müslümanlara tâbi olan yahudilere hitap edilmiştir. Bu tâbiyet ilişkisi zaten bu sözleşmenin diğer maddelerinde de apaçık bir şekilde ortaya konmaktadır. Örneğin: 36.a. Bunlardan (Yahudilerden) hiçbir kimse Muhammed’in izni olmaksizin, Müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkamayacaktir. Ayrıca Medineli müşrikleri bağlayan şu maddeye bakalım: 20b. Hiçbir müsrik (putperest) Kureysli birinin mal ve canını himayesi altına alamaz ve bu hususta hiçbir müminin Kureyşlilere saldırmasına engel olamaz. Görüleceği gibi bu maddeler ile tek taraflı dayatmalar açıkça bellidir ve bu dayatmacı maddelerin yahudiler ve müşriklerin de bulunduğu bir toplantıda alınmadığı da ortadadır. Ali Bulaç'ın şu yorumuna bakalım : "....Çünkü Mekke’den ve gece yarısı gizlice çıkıp Medine’ye göç etmiş, üstelik bütün taraftarları genel şehir nüfusunun yüzde 15’ni geçmeyen bir insanın, tamamen kendi istek ve arzularına ya da gelecekteki çıkar hesaplarına hizmet edecek bir sözleşme metnini, kendisinden sayıca ve silahça daha güçlü kimselere kabul ettirmesi düşünülemez. Bu hiç de akla yatkın görünmüyor. Evet bu sözleşme hicretin ilk yılında 622'de yapılmıştır ve böylesine güçsüz olduğu bir zamanda Muhammed'in ne Medine'deki yahudilere ne de müşriklere böyle dayatmacı maddeleri kabul ettiremeyeceği aşikardır. Sözün kısası, aslında ortada Muhammed'e tâbi olan yahudi ve müşrik de bulunmamaktadır ve Muhammed kendine bey'at etmiş mümin sahabeleri ile bu sözleşmeyi yapmıştır. Bu sözleşmeden bırakın Kureyza, Kaynuka, Nadir, Mustalık gibi yahudi kabilelerinin haberininin olmasını Medine'de yaşayan yahudilerin ve Abdullah b. Ubey başkanlığındaki müşriklerin bile haberinin olması şüphelidir. Eğer Medine'de yaşayan yahudiler bu antlaşmaya dahil iseler o zaman Hamidullah'ın aşağıda ifade ettiği gibi dahildiler: "...ilerde de görecegimiz gibi, anayasanın içerdigi hükümler Yahudilerin siyasal alanda oldugu kadar ekonomik alanda da bagimsızlıklarının önemli bir bölümünü ellerinden almaktadir. Yine metin incelendiginde görülecegi gibi, bu anayasa hiçbir zaman açik bir biçimde Yahudi kabilelerini bagimsiz birimler olarak nitelendirmemekte; tam aksine, anayasa metninde Islam’i kabul eden on kadar Arap kabilesi sayılarak, filan ya da falanca Arap kabilesi ile ittifak yapmış olan Yahudilerin filan ya da falanca haklara sahip olacakları belirtilmektedir.Görünüşe bakılırsa Yahudiler, federal yapıdaki bu Şehir-Devlet’e eşit kosullarda degil de, efendi durumundaki Müslüman-Arapların mevlâlari olarak katılmışa benzemektedirler. (İslam Peygamberi no:347) Muhammed'in o dönem nüfus sayımı (aslında bu müslüman sayımıdır) yaptırdığına dair ilginç bir bilgi de yine Ali Bulaç'ın konu ile ilgili yazısında vardır. Huzeyfe’den gelen bir nakle göre: “Allah’ın Elçisi bize: "Din olarak İslam’ı seçen ve Müslüman olan kimselerin isimlerini (tek tek) yazıp getiriniz” dedi. Biz de ona 1500 kişinin ismini yazıp getirdik.” Nüfus sayımı sonucunda Medine’de 10 bin kişinin yaşadığı, bunlardan 1.500’ünün Müslüman, 4.000’nin Yahudi ve 4.500’ünün Müşrik Arap olduğu anlaşılmıştı.(Bu paragraf Ali Bulaç'ın kaynak göstermeden kendisinin ilave ettiği bölüm) Bu yukarıdaki rakamlar bile müslümanların baskın bir güç olamayacak kadar az sayıda olduğunun göstergesidir. O halde nasıl olurda böyleine dayatmacı maddeler müşrik ve yahudilere kabul ettirilebilirdi ki ? Tabii burada yahudiler derken Medinenin dış bölglerinden yaşan (Kaynuka, Kureyza, Nadir, Mustalık vb.) kabilelerin kastedilmediğini bir kere daha hatırlatmak isterim. Burada göünen o ki, Medine'nin iki büyük kabilesi olan Evs ve Hazrec kabileleri içinde müslümanlar, müşrikler ve yahudler yaşamaktaydı ve Muhammed daha sonra Ensar ismi ile geçecek olan bu iki kabilenin içindeki müslümanları diğerlerinden ayrı tutacak ve kendisine bğlayacak bir antlaşma yapıyordu ve bu antlşmanın muhattaplarıda bu iki büyük kabilenin içindeki müslümanlardı. Bunun bir diğer delili de yine Ali Bulaç'ın yazısında geçen şu hadistir. ".....belli başlı Hadis kitaplarında Enes b.Malik’in evinde (ve karşılıklı görüşmeler sonucunda) böyle bir sözleşme/antlaşma imzalandığına dair elimizde güvenilir bir rivayet vardır. Şöyle ki: “Asım’dan. Enes b.Malik’e Hz.Peygamber’in ‘İslam’da yeminli antlaşma (hılf) yoktur’ buyurduğunu duyurmuş olayım, dedim. Enes bana: -Peygamber benim Medine’deki evimde Kureyş ile Ensar arasında sözleşme imzaladı’ cevabını verdi. (Buhari, Kefale, 2; Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 204; Ebu Davud, Feraiz, 17) Burada Kureyş olarak ismi geçen Kureyş'den Muhammed ile birlikte hicret eden 'Muhacirler'dir. Yahudilerin bu antlaşmada muhattap alınmadığını ve yahudilerle ilgili maddelerin tek taraflı ve onların bilgisi olmadan hazırlandığını gösteren diğer bir delilimiz de bu sözleşmenin 42 ve 47. maddeleridir. Şöyle ki: 42. Bu sahifede (yazida) gösterilen kimseler arasinda ortaya çikmasindan korkulan her türlü öldürme ya da tartisma olaylarinin Allah’a ve Allah’in Resûlü Muhammed’e götürülmesi gerekir. Allah bu sahifeye (belgeye) en siki ve en titiz bir biçimde riayet edenlerin güvencesi olacaktir. 47. Bu belge, haksiz bir fiil ya da suç isleyen kisi ile onun cezasi arasina engel olarak giremez. (Cihad amaciyla evinden) çikan kisi emniyettedir ve yine ayni sekilde sehirde (Yesrib’de) kalan kisi de emniyettedir. Ancak haksiz bir fiil ya da suç islenmesi durumu müstesnadir. Allah ve Muhammed (AS),bu sahifede gösterilen maddelere tam bir sadakat ve titizlikle uyan kimselerin yardimcisidir Görüleceği gibi bu maddlerde Muhammed Resul olarak tanımlanmaktadır. Açıkcası bu tip bir tanımlamayı ne yahudilerin ne de müşriklerin kabul emesi diye bir şey sözkonusu değilidir. Müşriklerle ilgili olarak zaten Hudeybiye antlaşması ve bu antlaşmada "Allah'ın Resulü Muhammed" imzasını reddetmeleri bile müşriklerin bu konuda ne kadar titiz olduğunu bize göstermiştir. Mekkeli müşriklerin bu titizliğinin Medineli müşriklerce de benimsenmesi oldukça sıradan bir durum olurdu. Yahudilerin zaten bunu kabul etmeleri ihtimal dahilinde bile değildir. Hiçbir koşulda yahudiler bunu kabul etmezlerdi, hatta Kaynuka, Kureyza, Nadiroğullar seferlerinde de görüleceği gibi topraklarından sürülmeleri ve boyunlarının vurulması dönemlerinde bile bunu kabul etmemişlerdi. Yani savaş yenilgisi alıp teslim bayrağını çekmiş olmaları bile onların Muhammed'in peygamberliğini kabul etmelerine neden olmazken nasıl oluurda Muhammed'in en güçsüz olduğu ve dahası herhangi bir savaşın da olmadı bu hicretin ilk yıllarında bunu kabul edebilirlerdi ki ? Hele hele bu yahudiler iddia edildiği gibi Kaynuka, Kureyza, Nadir, Mustalık vb. kabileler ise ve Muhammed'e sürgün ve ölüm pahasına direnmiş oldukları gerçeği biliniyor iken...Bırakın bu MEdine'nin dış bölgelerinde müstahkem kalelerde kendilerini koruyan yahudi kabilelerini Medine'de yaşayan yahudiler bile Muhammed'e "resul" olarak tasdik veremez...
  19. Allahtan yardım istemektense,kullardan yardım istemek çok çok mantıklıdır.Eğer vicdanlı bir kişi ise kesinlikle geri çevirmez.Tabi dirileri kast ediyorum.Binlerce seneden beri allahın daha bir kişiye yardım ettiği görülmemiştir.
  20. Aynen medine vesikası gibi. Ne hikmetse,Allah ve peygamberi anlaşmaya imza atmayan birilerini,attı gibi göstererek baskı ve şiddet uygulamaya pek meraklı.
  21. Sallaması kolay.Toplu kıyım edilen Nadir, Kaynuka ve Kureyza gibi (ki her birinin ayrıca kalelerle korunmş yerleşim alanları mevcut) yahudi kabilelerinin isimlerinin nerde ismini geçtiğini göster? Diğer yahudi kabilelerin isimlerini geçmesi,onların bu anlaşmaya imza attıkları anlamına gelmez.Dolayısıyla müslümanların haricinde hiç bir kimseyi bağlamaz bu vesika.
  22. Bu şeklide bir tanrı tanımlamasına gelecek soruları kaldıramazsınız.
  23. Arıcılıkla uğraşan bir arkadaşımın bu konuyla ilgili cevabı “Arılar, çok temiz böceklerdir. Temizliğe çok önem verirler. Özellikle kovan içi temizliğine... Kovan içini, kendilerine göre çok temiz tutarlar. Kendilerince yabancı olabilecek hiçbir maddeye tahammül edemezler. Yabancı bir madde varsa bunu, ne yapar eder kovandan dışarıya atarlar. Dışarıya atmaya güçlerinin yetmediği büyük ve ağır nesneleri de mecburen balmumu ile sıvar ve üstünü kaparlar. Kendilerince yabancı olan her türlü maddenin üstünü de balmumu ile sıvar kapatırlar. Anadolu’nun bazı yörelerinde köylüler arılarını haşlanmış tavuk (!) ile beslerler !!! Tavuğu haşlar, arılar yesin ve bal verimi artsın diye, kovanın içine uygun bir yere koyarlar. Tabii ki, arılar et ile beslenmezler. Kovan içinde birdenbire ortaya çıkan bu koskoca nesneden hoşlanmazlar. Bal yapmakta harcıyacakları mesailerini, bu tavuğu minicik minicik parçalar kopartmak sureti ile dışarı taşıma işine ayırırlar. Tavuğun, koparabildikleri tüm etlerini kovan dışına taşırlar. Tabii, arıyı ve tavuğu yanyana koyarsanız verilen mesai çok fazla bir mesai olmalıdır. Yapabildikleri temizlik sonunda kovan içinde koca bir tavuk iskeleti kalır. Onu dışarıya taşıyamadıkları için, ürettikleri balmumu ile tamamen sıvar ve kapatırlar. Böylece yabancı maddeden kurtulurlar. Sonra tekrar bal yapma işine dönerler. Bu arada, tavuğun etlerinin tamamen yok olduğunu ve ortada yalnızca bir iskelet kaldığını gören köylüler, arılarının tavuğu yemiş (!) olmasına çok sevinirler !! Tabii ki, arıların bu tavuğu yediğini düşünürler. Onların safiyane amacı, arıları et ile besleyerek daha güçlü olmalarına katkıda bulunmaktır !!! Bu sayede bal verimi artacaktır ! Arılar tarafından halen doldurulmakta olan bir bal peteğini kovandan al, peteğin üzerine yabancı bir madde ile (yağ, parmak izi, kirli su, vs.) Hasan yaz, Hüseyin yaz, ne yazarsan yaz. Arılar, peteğin üzerinde bulunan bu yabancı maddeyi hemen fark edeceklerdir. Kendilerine ait olmayan, tanımadıkları bu yabancı maddeyi, bir pislik, kirlilik olarak algıladıklarından, ürettikleri balmumu ile sıvar, örterler. Bu faaliyet bittiğinde, bal peteğinin üzerinde yazdığın yazıyı net olarak okuyabilirsin. Yani, peteğin üzerine, yağa batırılmış bir suluboya fırçası ile yazdığın bir yazı, arıların bu yazının üstünü balmumuyla sıvaması sonucunda net olarak okunabilir bir hale gelir. Arılar o kadar hassas ve temizdirler ki, bir bal peteğinin insan eli değmiş yerlerini bile balmumu ile sıvar kapatırlar. Biz buna benzer örnekleri arıcılık dersinde çok gördük ve hatta denedik. Petekte bulunan Allah yazısı olayı, açıkça arının istismar edilmesidir. Öyle şey olmaz. ”
  24. Aşağıda müslüman ilim adamlarının yere göğe sığdıramadıkları Medine vesikasını Hamidullah'ın metninden okuyacaksınız. Dikkatle okuyunuz önce sonra madde bazında konuya açıklık getirelim. Okurken özellikle bu sözleşmenin taraflarının kimler olabileceği konusunda dikkat edin lütfen. “Bismillâhirrahmânirrahîm. 1. Bu kitap (yazi), Resulullah (AS) Muhammed tarafindan Kureysli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlar ve onlarla birlikte cihat edenler için (olmak üzere) düzenlenmistir. 2. Bunlar, diger insanlardan ayri ve tek bir ümmet (cemaat) olustururlar. 3.Kureys’den hicret edenler, kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 4. Benû Avflar da, kendi aralarinda adet oldugu üzere eskiden oldugu gibi kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 5. Ayni sekilde Benû Hârisler de kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 6. Yine Benû Sâideler de kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 7. Benû Cusemler de, kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 8. Benû’n-Neccârlar da kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 9. Ayni sekilde Benû Amr ibn Avflar da kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 10. Benû’n-Nebîtler de kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 11. Benû’l-Evsler de kendi aralarinda adet oldugu üzere kan bedelini kendi aralarinda paylasarak ödeyecekler ve her taife savas tutsaklarinin kurtulmalik bedelini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 12. a. Müminler aralarindan hiçbir kimseyi içine düstügü agir mali sorumlulugun altinda tek basina birakmayacaklar, gerek kan bedeli gerekse kurtulmalik gibi borçlarini müminler arasinda bilinen en iyi ve makul esaslar dogrultusunda ödeyeceklerdir. 12. b. Hiçbir mümin baska bir müminin mevlâsi aleyhine bir is yapamayacaktir. (Ya da farkli bir okunusa göre) Hiçbir mümin baska bir müminin mevlâsi ile o kisinin aleyhine bir anlasma yapamayacaktir. 13. Allah’tan hakkiyla korkan müminler, kendi aralarinda karsilikli saldiriya ve haksiz bir fiil islemeye yönelik olarak bir suç ya da bir hakka tecavüz veya inananlar arasinda kargasa çikarma niyeti tasiyan kimseye karsi olacaktir. Ve Bu kimse onlardan birinin çocugu bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktir. 14. Hiçbir mümin bir kafir yüzünden bir baska mümini öldüremez ve bir mümin aleyhine bir kâfiri destekleyemez. 15. Allah’in zimmeti (koruma ve güvencesi) tek oldugu için, müminlerin arasindan en mütevazi olanin bile bir baskasina yapacagi himayenin herkes nezdinde bir degeri vardir. Zira müminler, diger insanlardan ayri olarak, birbirlerinin mevlâsi (kardesi) durumundadir. 16. Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme ugramaksizin ve aleyhlerine olan kisilerle yardimlasmaksizin, bizim yardim ve gözetimimize hak kazanacaklardir. 17. Baris da müminler arasinda bir tekdir. Hiçbir mümin, Allah ugruna girisilen bir savasta, öteki müminlerin haberi olmaksizin ve onlari dislayacak biçimde bir baris anlasmasi yapamaz. Bu baris, ancak müminler arasinda esitlik ve adalet ilkeleri üzerine yapilacaktir. 18. Bizim saflarimizda savasacak olan bütün askerî birlikler nöbetlese görev yapacaklardir. 19. Müminler, birbirlerinin Allah yolunda akan kanlarinin intikamini alacaklardir. 20a. Allah’tan hakkiyla korkan müminler en iyi ve en dogru yol üzerinde bulunmaktadirlar. 20b. Hiçbir müsrik (putperest) Kureysli birinin mal ve canini himayesi altina alamaz ve bu hususta hiçbir müminin Kureyslilere saldirmasina engel olamaz. 21. Ayrica, herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne neden oldugu kesin delillerle kanitlanir ve maktulün velisi (hakkini savunan) razi olmazsa kisas hükümleri uygulanir. Bu durumda bütün müminler ona karsi olurlar. Ancak bunlara, sadece bu kuralin uygulanmasi için hareket etmeleri helal (dogru) olur. 22. Bu yazinin (sahifenin) içerigini kabul eden, Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanan bir müminin bir katile yardim ve yataklik etmesi helal (dogru) degildir. Kim ona yardim ve yataklik ederse Kiyamet Günü Allah’in lanet ve gazabina ugrayacaktir ve o gün kendisinden bir tazminat ya da taviz kabul edilmeyecektir. 23. Üzerinde ihtilafa düstügünüz herhangi bir sey Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir. 24. Savas devam ettigi sürece, Yahudiler de müminler gibi kendi savas giderlerini karsilamak zorundadirlar. 25.a. Benû Avf Yahudileri Müminlerle (Ibn Hisâm’a göre me’a edatiyla) / Mü’minler’den (Ebû Ubeyd’e göre min edatiyla) bir camia (ümmet) olustururlar. Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanlarin dinleri de kendilerinedir! Mevlâlari için de kendileri için de ayni durum söz konusudur. 25.b. Kim bir baskasina haksizlik eder ya da bir suç islerse sadece kendisine ve kendi aile bireylerine zarar vermis olacaktir. 26. Benû’n-Neccâr Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 27. Benû’l-Hâris Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 28. Benû Sâ’ide Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 29. Benû Cusem Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. 30. Benû’l-Evs Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardi 31. Benû Sa’lebe Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. Ancak kim bir baskasina haksizlik eder ya da bir suç islerse sadece kendisine ve kendi aile bireylerine zarar vermis olacaktir. 32. Cefne ailesi Sa’lebe’nin bir koludur. Dolayisiyla Sa’lebeler için geçerli olan seyler onlar için de söz konusudur. 33. Benû’s-Suteybe de Yahudileri de Benû Avf Yahudileriyle ayni haklara sahip olacaklardir. Kurallara tam olarak uyulacak ve aykiri bir davranista bulunulmayacaktir. 34. Salebe’nin mevlâlari da bizzat Sa’lebeler gibi kabul edileceklerdir. 35. Yahudiler arasinda bulunan kimseler de (Bitâne) bizzat Yahudiler gibi kabul edileceklerdir. 36.a. Bunlardan (Yahudilerden) hiçbir kimse Muhammed’in izni olmaksizin, Müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çikamayacaktir. 36.b. Bir yaralamanin intikamini almak yasaklanmayacaktir. Ancak kim birini öldürürse sonuçta kendisini ve ailesini sorumluluk altina sokacaktir. Aksi takdirde bu haksizlik olur (yani bu kurala uymayan kimse haksizlikla suçlanacaktir). 37.a. (Bir savas durumunda) Yahudilerin masraflari kendilerine, Müslümanlarin masraflari da kendilerine aittir. Kuskusuz bu sahifede (belgede) hedef gösterilen kimselerle savasanlar kendi aralarinda yardimlasacaklardir. Kurallara tam olarak uyulacak ve aykiri bir davranista bulunulmayacaktir. 37.b. Hiç kimse müttefikinin aleyhine bir suç islemeye kalkisamaz. Kuskusuz zulmedilene yardim edilecektir. 38. Yahudiler, Müslümanlarla birlikte savastiklari sürece savunma harcamalarina katilacaklardir. 39. Bu sahifenin (belgenin) gösterdigi kimse lehine Yesrib vadisi dahili (cevf) haram (kutsal, haklarin gözetilmesi gereken) bir yer olacaktir. 40. Himaye altindaki kimse (câr) kendisini himaye eden kimse ile ayni konumdadir. Ne kendisine zulmedilecek ne de kendisinin bir zulüm yapmasina izin verilecektir. 41. Ancak, himaye verme hakkina sahip kimsenin izni disinda, himaye edilen kisi bir baskasina himaye hakki veremez. 42. Bu sahifede (yazida) gösterilen kimseler arasinda ortaya çikmasindan korkulan her türlü öldürme ya da tartisma olaylarinin Allah’a ve Allah’in Resûlü Muhammed’e götürülmesi gerekir. Allah bu sahifeye (belgeye) en siki ve en titiz bir biçimde riayet edenlerin güvencesi olacaktir. 43. Ne Kureysliler ne de onlara yardim edecek olanlar himaye altina alinmayacaklardir. 44. Onlar (Müslümanlarla Yahudiler) arasinda, Yesrib’e saldiran kimselere karsi yardimlasma olacaktir. 45.a. Eger (Yahudiler) (Müslümanlar tarafindan) bir baris anlasmasi yapmaya ya da böyle bir anlasmaya katilmaya davet edilecek olurlarsa, bunu yapacak ya da katilacaklardir. Eger (Müslümanlari) ayni seye çagirirlarsa, Müslümanlarla ayni yükümlülükleri paylasacaklardir. Ancak, din ugruna savas yapilmasi hali müstesnadir. 45.b. (Savunma ve diger harcamalar konusunda) herkes kendisine ait bölgeden sorumludur. 46. Bu sahifede (belgede) belirtilen kimseler için öne sürülen kosullar hem mevlâlari hem de kendileri olmak üzere bütün Evs Yahudilerine bu sahifenin (belgenin) ilgili maddelerinde gösterilen kimselerce siki sikiya uygulanir. Kurallara tam olarak uyulmasi ve aykiri bir davranista bulunulmamasi gerekir. Ve haksiz yere bir kazanç saglayanlar ancak kendi kendilerine zarar vermis olurlar. Allah bu sahifeye (belgeye) en siki ve en titiz bir biçimde riayet edenlerle beraberdir. 47. Bu belge, haksiz bir fiil ya da suç isleyen kisi ile onun cezasi arasina engel olarak giremez. (Cihad amaciyla evinden) çikan kisi emniyettedir ve yine ayni sekilde sehirde (Yesrib’de) kalan kisi de emniyettedir. Ancak haksiz bir fiil ya da suç islenmesi durumu müstesnadir. Allah ve Muhammed (AS), bu sahifede gösterilen maddelere tam bir sadakat ve titizlikle uyan kimselerin yardimcisidir 1. Bu kitap (yazi), Resulullah (AS) Muhammed tarafindan Kureysli ve Yesribli müminler ve müslümanlar ve bunlara tabi olanlar ve onlarla birlikte cihat edenler için (olmak üzere) düzenlenmistir. İlk maddede antlaşmanın muhattapları açıklanmış. a-Muhammed (hem de Resulullah olarak geçiyor) b-Kureyşli ve Yesribli müminler c-Müslümanlar d-Ve bunlara tâbi olanlar e-Bunlarla birlikte cihad edenler İlginç olanı "bu kitap (yazı) olarak ifade ediliyor bu sözleşme. Bu ilk maddeden de anlaşıldığı gibi bu sözleşmede ne müşrik ne Yahudi ne Hristiyan ne münafık ne kafirden bahsedilmiyor. Kaldıki "Resulullah" ifadesinin olması bile bu sözleşmenin bizzat Muhammed tarafından kendi çevresindeki Müslümanlara yönelik yapıldığının bir diğer kanıtı çünkü yahudi-hristiyan-müşrik-putperest vb. lerin Muhammed'i Resul olarak görmesi ve bunu kabul etmesi mümkün değildir. Bu durum Hudeybiye antlaşması sırasında da kendini göstermiş ve Muhammed'in "Allah'ın Resulü" olarak imza atması kabul edilmemiş onun yerine "Allah'ım senin adınla" ifadesi ile imza atması kabul edilmişti. Burada dikkatimizi çeken bir diğer konu Kureyşi ve Yesribli müminler ile Müslümanların ayrı ayrı zikredilmiş olması. Bunların ikisi de aynı anlama gelen sözcükler. Burada Muhammed ile birlikte hicret etmeyip Mekke'de kalan müslümanlar ile Medineli (Ensar) müslümanlar ve Muhammed ile hicret eden müslümanlar ayrı ayrı zikredilmiştir. Zaten sözleşmenin ilerleyen maddelerinde göreceğimiz gibi bu sözleşme Muhacir-Ensar arasındaki ilişkileri düzenlemeye çalışan bir sözleşmedir. Kaynuka, Kureyza ve Nadiroğullarına yönelik saldırılarda hep bu antlaşmanın ihlal edildiği söylenir ama ne hikmetse hiçbir islam ulemasının aklına bu antlaşmada bu kabilelerin isimlerinin geçmediği hatta hiçbir yahudi kabilesinin isminin geçmediği gelmez. Eğer sözü edilen bir antlaşma ise o zaman mutlaka ama mutlaka bu antlaşmaya taraf olanların isimlerinin ve imzalarının o antlaşmada olması gerekir (Bunun en tipik örneği Hudeybiye antlaşmasıdır) Kaldı ki islam uleması bunu bir antlaşma değil bir Medine şehir-devlet anaysası olarak tanıtmaya çalışmakta ve bu halleri ilede daha antlaşma ile anayasa arasındaki farkı bile göremez hale gelmekteler. Dikkat edersen en kıytırık Arap kabilelerinin bile isimleri geçerken Nadir, Kaynuka ve Kureyza gibi (ki her birinin ayrıca kalelerle korunmş yerleim alanları mevcut) yahudi kabilelerinin isimleri geçmemektedir. *********************************************
  25. Sayın sarıgöl,bu üç şart şu an hangi dinde diyerek konuyu saptırıyorsunuz.Bu üç şart hiç bir dinde mevcut değilse,bu ayetin ne işi var kuranda ? Maide 69 İman edenler ile yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir Hani insanlar bazen laf olsun torba dolsun kabilinden söz ederler,ancak allaha yakışırmı ? Siz beni istediğiniz kadar hakaret etmekle suçlasanız bile,şirinlik yaparak cennete sokmak istediğiniz,yahudiler,hıristiyanlar,ve sabiiiler,in muhammedin sahte peygamber olduğuna inandıkları gerçeğini değiştirmiyor.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.