
katakuta
Φ Üyeler-
İçerik Sayısı
1.124 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
katakuta tarafından postalanan herşey
-
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Zamanın göreceli olduğu neye göre biliniyormuş ? Kuranda allahın,zamansız ve mekansız olduğuna bir ayet bulamadınız şimdide elalemin gavurlarının sözlerini mi delil alıyorsunuz ? Kuranda allah diyormu zaman görecelidir diye,kuranda yazıyormu bu ayetleri izafiyet teorisine göre anlayın diye,Hayır.Kuran rakamlar veriyormu ? Evet öyleyse mesele bitmiştir. Kuranla incil arasında 610 sene gibi bir zaman olduğuna göre incil ve tevrat allahtan olamaz.100 000 senelik bir zaman gerekiyor cebrailin geriye gidip tekrar gelebilmesi için.Eğer incil ve tavrat allahtan ise kuran değildir.Tercih sizin. Yok görece idi, yok izafiyet idi hepsi fasafiso. -
FİTNE NEDİR? FİTNECİ KİME DENİR VE GÖREVİNİ NASIL YAPAR?
katakuta şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ne oldu sayın sardunyam,fitneci mi oldunuz? Siz fitecileri şöyle tanımlamıştınız. Akıl yürütmeden bu tasvib ettiklerinizin hiç birini yapmak mümkün değil. -
Allah Kuşlara kanatları uçsunlar diye değil,insanlar mangalda kızartıp yesinler diye yaratmış. Nahl 79 Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum için ibretler vardır. Ayeti dikkatili oku.Kuşları havada tutan kanatları değil,Allah.Bu duruma göre kanatlar daha önce dediğim gibi bize mangal yapalım diye yaratılmış.
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Onu bize değil, o şekilde inanan milyonlarca müslümana söyleyin.Sonra aranızda tüm dünyadaki müslümanları bağlayan bir konsey oluşturun,kuranda metematikle ilgili,gökler ve yerin yaratılışı ile ilgili ne kadar ayet varsa kurandan çıkartın ve bunu tüm dünyadaki müslümanları bağlayıcı bir karar şeklinde deklare edin,sonra sizde rahat edersiniz, bizde. Yoksa, burda ik üç kişinin fantazilerini kimse kaale almaz. -
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Mesele cezadan gocunmak değil.Bir suça iki kere ceza verilmesi .Eğer suçların cezası cehenenem ise neden kuranda dünya hayatında cezalar öngörülüyor? İkincisi cezanın şekli.İşkence ceza olamaz,işkence insanlık dışı bir suçtur,allah yaparsa daha büyük bir suçtur..En fazla verilecek ceza öldürmek olabilir.Sonsuza değin işkence allahın işi filan değildir. İşkence ile ilgili ayetler,söylediklerine inanmayan insanları nasıl ve tür işkencelerle cezalandırmak istediğini hayal eden muhammedin psikolojisini ortaya koyan belgelerdir. *********************** -
Saffat 8. Onlar, artık mele-i a'la'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Hicr 18. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür. Mülk 5. ........Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık. Cahiliyye döneminde Araplar yıldız kaymalarına bakarak "bugün büyük bir adam doğdu" veya "bugün büyük bir adam öldü" derlerdi. Yıldızlarla ilgili bu tip bir algılayış günümüzde bile geçerlidir. Bir sanatçı-yazar öldüğünde "büyük bir yıldız kaydı" demek olağandır halen ve dahası 'her insanın bir yıldızı olduğu ve o ölünce yıldızının da kaydığı' şeklinde hoş hayali anlatımlar günlük yaşamda sıklıkla kullanılır veya çocuklara hikayemsi bir tarz ile anlatılır. Tabii Muhammed, bu ayetler ile yıldız kaymalarının geleneksel yorumunu da değiştirmiş oluyordu ve bu yıldızların kaymalarının bir insanın doğumu ve ölümü ile ilgisi olmadığını ama "gök haberlerini" almak isteyen cinlerin "ateş şuleleri ile kovalanması" biçimine sokuyordu. Cin 8. Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk. Cin 9. Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor Artık geleneksel yıldız kayması yorumları yerini kendisine inen vahiyleri öğrenmek isteyen ve bu yüzden gökyüzüne kulak kabartan cinlerin kovalanması olarak yorumlayarak yıldız kaymalarını bile kendisi ile irtibatlandırıyordu. Çölün bulutsuz ve ışık kirliliği olmayan atmosferinde geceleri binlerce parlayan büyük yıldız ve kayan yıldız görmek mümkün ve gece gökyüzünü seyretmek çölde adeta bir havai fişek çümbüşü seyretmek gibi şenlikli olsa gerek. Lakin bütün bu kayan yıldızları kendisine inen vahiyleri bilmek için araya giren cinlerin ateş şuleleri ile kovalanması olarak yorumlamak da doğrusu fazla narsistçe bir tutum. Bütün gökyüzünü kendisine mâl etmek ve gökyüzü olaylarını kendisi ile ilişkilendirmek kolay kolay her narsistin cesaret edip söyleyeceği bir şey olmasa gerek. Daha da ötesi günümüzde koca koca prof.'ların buna inanmış olmaları da ayrı bir garabet. En azından artık Muhammed yaşamıyor, vahiy inmiyor ama hala yıldız kaymaları var ve buradan bile anlayabilirlerdi konunun Muhammed ile ilgisi olmadığını Evet, yıldızlar çok öenmliydi ve yıldızlarla cinler arasında güçlü ilişkiler kurulurdu kâhinler tarafından. hatta o kadar ki, yıldız isimleri cinlerin isimleri ile anılırdı. Örneğin Gûl cininin ismini el-Gûl (Algol) olarak bir yıldıza vermiş olmasıdır. Cinler ile yıldızlar ve dahası genel anlamda astronomi bilgisi arasında da her daim yakın bir ilişki kurulmuş ve kâhinler bu astronomi bilgilerini de cinlerden aldıklarını söylemişlerdir. Sadece astronominin değil aynı zamanda burç ve fal bilgilerini ihtiva eden astrolojinin gelişiminde de kâhinlerin cinlerinin önemli katkıları vardır. Cinler ve yıldızlar arasındaki ilişkiler için şu linkte de ilginç bilgiler bulabilirsiniz: -http://www.tarot19.com/burclarin-cinleri1.htm- Özellikle Kuran'da göğe, burçlara, Tarık yıldızına, Süreyya (Necm) yıldızına, geceye, gündüze vb. yemin edilmiştir ve bu tip astronomik yeminler de islam öncesi dönemde "kâhin yeminleri" türüne girmektedir (Bu konuda özellikle Theodor Nöldeke "Geschichte des Qorans" isimli çalışmasında bazı önemli tespitler yapılmıştır) Şimdi bu kâhinlik ve kehanet ile ilgili konuya daha da bir açıklık getirmek için Doç. Dr. İlyas ÇELEBİ'nin KUR'ÂN VE SÜNNETİN OKÜLTİZME BAKIŞI ( -http://www.isavvakfi.org/pdf/585/585_6.pdf- ) isimli makelesinden alıntılar yaparak devam edelim. Okuduğunuzda o dönemin kâhinleri ile Muhammed arasında o kadar çok benzerlik bulacaksınız ki, Muhammed'in peygamber olmadan önce aslında kâhin olduğu yolundaki bütün o döneme ait eleştirilere hak vereceksiniz: "Kehanet, sözlükte gayptan haber vermek, falcılık etmek, bakıcılık yapmak anlamlarına, kâhin ise falcılık yapan, gayptan haber veren yanında, insanın işlerini gören ve ihtiyaçlarını karşılayan kişi, derin ara araştırmalara dayanan bilgilere sahip bilgin, müneccim ve tabib anlamlarına gelir. Araplarda kehanet, dışarıdan alınmış ilimlerden (ulûm-i dahileden) olmakla beraber, onların metafizik anlayışlarına uygun ve kullanım olarak da yaygın bir yöntemdi. Araplar kehaneti duyular ötesi âleme ilişkin bir olgu olarak görmekte ve bu âlemde kendilerine en yakın varlık olarak da cinleri kabul etmekteydiler. Bu nedenle de cinlerle insanlar arasında bir ilişki kurulabileceğini düşünüyorlardı . Onlara göre cinler dünyaın idaresinde Tanr 'nın yardımcılar konumundaydılar ve insanların hayatında ilahlardan daha etkiliydiler. Araplar, saadete onların yardımıyla ulaşabileceklerine ve felaketlerden de onların aracılığıyla korunabileceklerine inanıyorlardı. Bu nedenle onlar için ruhlarla irtibatlı olan ve onlar emir altına alan kâhinler önemli kişilerdi. Araplar, şairler ve kahinlerin reîy, tâbi', sahib, mevlâ, velî veya karîn ad verilen cinlerinin bulunduğunu, bunların semaya tırmanıp meleklerin kendi aralarında yaptıklar konuşmaları dinleyerek duyduklar haberleri kahinlere ulaştırdıklarını, onların da bu haberleri kahinlere bildirdiklerini kabul ediyorlardı . Nitekim ünlü Arap edebiyatçısı ve düşünürlerinden Cahız yalancı peygamberlerden olan Müseylime'nin "reiyye" sahibi bir kahin olduğunu kaydeder. Mâverdî, Hz. Peygamber'in gönderildiği günlerin arifesinde beşairü'n-nübüvve çerçevesinde ondan haber veren kahinlere örnekler verir. Araplar arasında birçok ünlü kahin ve kahine vardı. Bunların en eskileri tek eli, tek gözü ve tek ayağının bulunduğu ve yarım insan şeklinde olduğu kabul edilen Şık ile kafatası kemiği dışında vücudunda kemik bulunmadığı ve kumaş gibi dürülen bir et parçasından ibaret olduğu iddia edilen Satîh'tı. Kahinler, kehanette bulunurken secili ve kafiyeli sözler, kısa ve ahenkli cümlelerden oluşan ifadeler, karışık ve muğlak bir dil kullanırlar,yer, gök, ay,güne ,gece,gündüz gibi varlıklar üzerine yemin ederek sözlerini teyit ederlerdi. Kahinlerin, Cahiliye Araplarının hem özel hem de toplumsal hayatla ilgili kararlarında önemli bir yeri vardı . Her çeşit ihtilafın çözümü, rüyaların tabiri, yitiklerin bulunmas, zina, hırsızlık ve adam öldürme gibi cürümlerin tespiti ve hastalara şifa bulunmas için onlara başvururlar, bir kabileye savaş ilan edecekleri zaman onlara danışırlar, aile anlaşmazlıklarında hakemliklerine müracaat ederlerdi. Onlar, gayptan haber veren ve büyü yapan kişileri peygamberlere denk gördükleri için, peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed'i kâhinlik ve sihirbazlık yapmakla itham etmişlerdi. Evet, benzerlikler çok fazla. Bunlar: 1- Kâhinlerin gelecekten ve gaipten (bilinmezden) haber vermesi: En tipik kâhin görevidir. Hem Kuran bazında hem hadislerden anladığımız kadarıyla Muhammed bu iki görevi de fazlasıyla yerine getirmiştir. Gelecekten ve gaipten haber vermesi ile ilgili olarak Rum suresi tipik bir örnektir. Ayrıca Mekke'nin Fethi, Kudüs'ün, Şam'ın, Irak'ın fethedileceği, Hayber'in Ali'nin eli ile alınacağı ve ümmetinne dünyanın en parlak yaşayışının veileceği ve Kisra'nın Kayser'in hazinelerine sahip olacakları, kaybolan devenin vadide bir ağaca takılı olarak bulunduğu, pişmiş koyunun zehirli olduğunu bilmesi vb. pek çok örnek islamcı yazralar tarafından dile getirilir. (İnternette rahatlıkla bulabilirsiniz) Ayrıca melekler, cinler, cennet, cehennem, mahşer, kıyamet vb. anlatımlar da "gaipten" bilgi vermek anlamına gelir. Bu açıdan bakınca kâhinlik ile peygamberlik arasında fazlaca da bir fark olmadığı anlaşılabilir. 2- Kuran'da gece, gündüz, yıldız, ay, güneş vb. göksel varlıklar ve olaylar üzerine yapılan yeminler kâhin yeminleridir. Kuran'daki yeminler batılı oryantalist araştırmacıların oldukça ilgisini çekmiş ve bu yeminlerin cahiliye kültüründeki yerini anlamak için oldukça fazla araştırma yapılmıştır. Varılan sonuç bu yeminlerin eski Arap kâhin yeminleri olduğu yönündedir. Daha önce söylediğim gibi bu konuda en önemli kaynak Theodor Nöldeke'nin "Geschichte des Qorans" isimli eseridir. Ayrıca aşağıdaki linkte de ünlü Hindli islam araştırmacısı H.Farahi'nin çalışmasını bir özeti mevcuttur ve bu çalışmada Farahi bu yeminlerin sadece kâhin yemini değil bazı yeminlerin de şair yeminleri olduğunu da ifade etmektedir. Durum bu açıdan garip değildir çünkü daha önce de söylediğim gibi kâhinlik şairliğin bir üst aşamasıdır ve kâhinler aynı zamanda şairleridir. Bizim şimdilik en azından "göksel" olaylar ve cisimler üzerine yapılan yeminlerin kâhin yeminleri olduğunun kesin olarak söylememiz yeterlidir. -http://www.islamic-awareness.org/Quran/- Not: Kuran'daki yeminler ile ilgili ayrı bir başlık açıp bu konuyu da inceleyeceğim. 3- Kâhinler, kehanette bulunurken secili ve kafiyeli sözler söyler, kısa ve ahenkli cümlelerden oluşan ifadeler, karışık ve muğlak bir dil kullanırlar" cümlesi de tıpa tıp Kuran'a uygundur. Kuran'da seci'li söz yani cümlenin içindeki kafiye düzenin varlığı zaten Kuran'da mevcuttur. Bir seci örneği (divan edebiyatından): Gözlerin nûr-u, gönüllerin sürûr-u; başımızın tâc-ı, dil ehlinin mirâc-ı Fuzuli Mecnun bakışlı, Leyla edalı, vefalı, hummalı, kara sevdalı, ihtişamlı bir aşkın şairidir. Ayrıca karışık ve muğlak bir dil kullanımı da mevcuttur. Bir çok ayet kendisini tamamlamaz ve tek cümlenin üç ayrı ayete bölünmesi gibi bazen de üç-beş-on ayrı cümle tek bir ayette toplanmıştır. Kuran'daki kendisini tamamlamayan ayetler nedeniyle mealciler parantez içi açıklamalar kullanmak zorunda kalırlar. Ünlü Alman islam araştırmacısı Theodor Nöldeke'nin bu konuda da önemli çalışmaları vardır ve bir çok yerde kelimelerin fâsıla, kafiye ve seci'yi sağlamak için olağan yazılışlarının değiştirildiğini ayetlerin sonradan düzene sokulmak amacı ile yama tipi ilaveler yapıldığını ve Kuran'daki bir çok anlatım bozukluğu ve cümle kırıklıklarının bu tip zorlamaların sonucu olduğunu örnekler vererek açıklar. Ayrıca eski Arpa şiirinde görülen ani geçişler, konudan konuya atlamalar, yeni bir konuya girdikten sonra adım adım eski konuya geri dönmeler, ani öfke ve heyacan patlamalarının neden olduğu garip ifadeler ve entellektüel bir disiplinden yoksunluk, soğukkanlı düşünememe vb sebeplerden meydana gelen karmakarışık anlatımlar hakkında açıklamalar yapar. Bu konunun detaylarına şimdilik girmiyorum. Suyuti'nin el-Itkanı isimli eserinde bu iki kavram (fâsıla ve secî) detaylı olarak açıklanmıştır. Ayrıca orada da Suyuti secî'nin Arap kâhinlerinin kullandığı bir sanat olduğunu söylemiş ve ilginç bir yorumda bulunmuştur. "Zannediyorum ki, onlar (secii'yi kabul etmeyenler) Kuran'da bulunan her durak yerine fasıla adı vermeye, harfleri birbirine benzeyen kelimelere seci dememeye sevkeden sebep kahinlerin sözlerinde bulunan vasıftan Kuran'ı uzak tutmaktı." (Suyuti el-Itkan c.2 / s.262 Madve yayınları) Ayrca daha sonra şunu söylemiş: "Kuran'ın secî şeklinde gelmesi kendisinin secî olmasını gerektirmez." Belli ki İslam uleması Kuran'ın insan sözü olmadığını vurgulamak ve onun kâhin sözleri ile karıştırırlmaması gerektiğini söylemek için bu tip zorlama yorumlara gitmektedir.Ama bu noktada bile Kuran'da secî olduğunu teyid etmek zorunda kalmışlardır. Fasıla ise cümlede mananın tamamlandığını gösteren durak işaretlerindeki, birbirine uygun harflerdir ve kelimenin kendinden sonraki cümleden ayrıldığını gösterir. Bir bakıma ayetteki son kelimeye verilen isim de diyebiliriz. Fasıla konusunda Kuran çok fazla örenk sunar ve kuran'daki fasıla tek başına ayrıca incelenmesi gereken bir konudur. Ama burada ilginç olan islam ulemasının fasılayı ilahi kelamın eşsiz bir belagat özelliği, secii'yi de kâhin sözü kabul etmesi ve Kuran'da secii olmadığını ispatlama çabalarıdır. Aslında fasıla da secii de kahinlerin kullandığı belagat sanatının özelliklerindendir ve Kuran'da bol bol bulunur. 4- Her çeşit ihtilafın çözümü için hakemlik yapmaları: Muhamed'in o kadar çok hakemlik görevi vardır ki sadece müşrikler değil yahudi kabileler arasındaki meselelerde de hakemlik görevi yapmıştır. Aynı zamanda peygamnerliğinden önce Kâbe ile ilgili dinsel anlaşmazlıklarda da hakemlik görevi yapmıştır. Bu konuda bir çok örne verebiliriz ama şimdilik detaylara girmiyorum. 5-Rüya tabiri: Muhammed'İn her sabah kendisiine gelen sahabelerin rüyalarını yorumladığını biliyoruz. Sadece sahabelerin değil kendi rüyalarını da vahiy rüyaları olarak yorumluyordu; öyleki Umre ziyareti için dört bin kişiyi ansızın Mekke'ye doğru yola çıkarması ve yolda Hudeybiye antlaşmasının yapılması bile gördüğü bir rüya üzerine gerçekleşmişti. Ayrıca rüya vahiy yöntemlerinden birisi olarak islam ulemasınca kabul edilir. 6-Hastalara şifa bulmak daha doğrusu "tebabet" ilmi de kahinlerin görevleri arasındaydı. Muhammed bu görevi fazlası ile ifa ediyordu. Şöyle ki: Tükürükle hasta iyileştirmek Bu konuşmadan sonra Ali Muhammed'e gelir. Ve Muhammed, Ali'nin gözlerine tükürür; tedavi eder. Hadiste, aynen şu anlamdaki sözler yer alır: "Peygamber Ali'nin gözlerine tükürdü ve gözler hemen orada iyileşti. Öylesine ki , gözlerde hiç ağrı bulunmamış gibiydi." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu'l-Cihad/102,143) Üfürükle hasta iyilieştirmek Hadislere göre Muhammed, bu yöntemle kırıkları, yaraları, kılıç yaralarını bile tedavi ediyordu. Yani okuyup üfleyerek: Ekva oğlu Seleme Hayber'de bacağından vurulur. Muhammed'e gelir. Muhammed üç nefes eder, yani okuyup "üç kez üfürür" Selem'nin sorunu, ağrısı, acısı kalmamıştır. ." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu'l- Meğazi/38) Yılan, akrep, böcek sokmalarında üfürük: Malik Oğlu Enes anlatıyor : -"Peygamber, böcek, akrep, yılan zehirlenmelerinde ve kulak ağrısında tedavi için okuyup üflemeye izin verdi." (Bkz. Buhari, e's -Sahih, kitabu't -Tıbb/26; Teçrid, hadis no:1929) Daha fazla bilgi için S.Ateş'in ve diğer islam ulemasının da kitaplarında da aynen geçmektedir. ( Kuran'a göre Hz. Muhammed'in Hayatı s.221) Ayrıca Fettullah Gülen'in Sonsuz Nur c. 1 s.126-140 arasında Muhammed'in tabipliği ve tıp bilgisi hakkında oldukça geniş bilgiler vardır. Bunlarda en tuhafı da çorbaya düşen sineğin iki kanadıın da çorbaya sokulması gerektiği çünkü kanatlarından birinde hastalık diğerinde şifa olduğu yönündeki tavsiyeleridir. 7- Bir kabileye savaş ilan edecekleri zaman onlara danışırlar: Bu konuda da Muhammed'in eline su döken yoktur. Bırakın savaş danışmanı olmayı bilhassa savaş kararlarını veren bir lider olmuştur. Ama islam öncesi Ficar savaşı gibi kabile savaşlarında ona danışılmış mıdır bilmiyorum ve zannetmiyorum. Daha sonra Medine döneminde etkisi ve gücü tamamıyla savaşları sayesinde artmıştır. Daha da ilginç olanı peygamberlik iddiası ile ortaya çıkan Museylime'nin de hem şairlik hem de kâhinlik yapmış olmasıdır. Bu makalede geçen şu ifade dikkat çekici: "Araplar, şairler ve kahinlerin reîy, tâbi', sahib, mevlâ, velî veya karîn ad verilen cinlerinin bulunduğunu, bunların semaya tırmanıp meleklerin kendi aralarında yaptıklar konuşmaları dinleyerek duyduklar haberleri kahinlere ulaştırdıklarını, onların da bu haberleri kahinlere bildirdiklerini kabul ediyorlardı "Arap edebiyatçısı ve düşünürlerinden Cahız yalancı peygamberlerden olan Müseylime'nin "reiyye" sahibi bir kâhin olduğunu kaydeder." Sadece Museylime değil, ridde ayaklanmalarının liderleri de hem şairdiler hem de peygamberlik iddiasında bulunmuşlardı. Bunlar Esved-i Ansi, Secâhi, Tuleyhe el-Esedi, Zuttac Kukayt b. Malik el-Ezdi dir. Peki Museylime'nin kâhinliğinde kullandığı cini "reiyye" idi ise, Muhammed'in cini hangisi idi? Bu makalede bahsedilen cinler "reîy, tâbi', sahib, mevlâ, velî veya karîn" olarak isimlendirilmiş. Bu isimler aslında cinleri tür olarak belirten isimler değil daha çok "cinlerle girilen ilişkinin, yakınlığı, uzaklığı, niteliği" açısından verilen isimler. Karîn/Karîne: Bu kelime Kuran'da Nisa 38, Zuhruf 36'da geçer. "Onun yakın arkadaşı" (karînuhû). yahut "gizli ortak" olan herhangi bir şeyi gösterir. Bu ayetlerde "şeytanın yakın dostu, sırdaşı" anlamında kullanılmıştır. İlginç olan şudur ki: "Rabbim ona karşı bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu" (Müslim, Münafıkun, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115) diyen Muhammed bu hadisin orjinalinde "benim şeytanım" ifadesi için "karîne"yi kullanmıştır. (Bu hadisin tamamı yazımın daha aşağıdaki bölümlerinde mevcuttur) Bir başka hadiste de Muhammed, Adem'in şeytanının onu baştan çıkartmasına karşılık kendisinin şeytanının müslüman olmasını örnek göstererek Adem'den üstünlüğünü söylerken de bu "kârine"yi kullanır. Reiyye: Raiyyet/reaya olarak; Türkçe'ye "riayet etmek" şeklinde girmiştir. Sürü koyu gibi güdülmek, teba, kul, anlamında birisinin diğer tarafından yönetilmesi anlamlarına gelmekle birlikte Kuran'da "raina" olarak Bakara 104'de geçer. Bakara104. Ey iman edenler, 'Raina-Bizi güt' demeyin. 'Unzurna-Bizi gözet' deyin ve dinleyin. Kafirler için acı bir azab vardır. Tabi: Bildiğimiz "tabi olmak" veya "teba olmak" anlamlarında kulanılır. Sahip: Sahibi olmak Mevla: Serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi anlamında da kullanıldığı gibi azad edilmiş köle anlamında kullanıldığı gibi, Veli: Velisi olmak, (olumlu anlamda) koruyucusu ve sorumlusu olmak İlginç bir durum çünkü bu kelimelerin hemen hemen benzer anlamlar verdiği ortada. Ve bu durum artık kâhinlerin cinler üzerinde hakimiyet kurduğunu ve onları kendilerine "tabi" yaptığını, veya kendilerine "riayet ettirdiklerini" veya onların velisi/mevlası/sahibi olduklarını anlatmakta. İşte bu yüzden Museylime de kendi cinine "reiyye" diyordu ve aynı Museylime çok yakında kendi peygamberliğini ilan edecekti. Belli ki bu isimler peygamberliğe geçme arefesindeki kâhinlerin cinlerine taktıkları isimlerdi. Artık bu aşama cinler üzerinde tam hakimiyet kurulduğu aşamaydı. Daha sonra Muhammed 'de cinler üzerindeki hakimiyetini onları müslüman yaparak ve insanlarla birlikte onlarında peygamberi olduğunu söyleyerek ifade edecekti. Muhammed'in peygamberlik iddiasından sonraki cininin ismi Cebrail idi. Ve ilginçtir Cebrail sadece Muhammed ile değil Muhammed'in şair sahabeleri ile de ilgiliydi. Bu konuda M.Hamidullah İslam Peygamberi n.1045'de şu açıklamalar geçer: --Burada hatırlatalım ki, Muhammed (AS) bir hadisinde, nazmettigi şiirler aracılığııyla Allah yolunda mücâdele eden sahabesi şair Hassân ibn Sabit gibi peygamber olmayan bir kimse için de bu terimi kullanmış ve bu şiiri yazdığı sırada Ruhuâl-Kudüsâün kendisine yardıma geldigini beyan etmistir. [buhari 8:68, vs; Kenzu'l Ummal, V, 5269;Müslim 44, N.151-153] Yine aynı kitabın 1202 no'lu paragrafında şu çarpıcı alıntlar vardır. Resulullah (AS)âin çevresinde, Islâm dâvasini savunmak için daima şairler olurdu. Yine bir gün kendisi şu konuya dikkat çekmistir: â(Sair) Hassan ne zaman iman lehine şiirler kaleme alsa, Cibrîl ona yardım eder.â (Buhari 59:6) Görüleceği gibi burada Cebrail sadece Muhammed'e değil onun şair sahabelerine de yardım etmektedir. Peki Cebrail neyi sembolize ediyordu? Muhammed sadece Cahiliyye döneminin pagan kültüründen etkilenmemişti aynı zamanda Hristiyanlık ve Musevilik gibi tek tanrılı dinler hakkında da bilgi sahibi idi ve nasıl ki cinleri o pagan kültüründen öğrendiyse Azrail, Mikail, Cebrail gibi melekleri de bu tek tanrılı dinlerden öğrenmişti. İşte onun yaptığı da bu pagan kültürü ile tek tanrılı dinleri harmanlamak olmuştu. Hem Musevilik ve Hristiyanlık ögelerini hem pagan ögelerini alacak (tabii Saabilik, Mecusilik, Zerdüştlük gibi dinlerden de etkilenmişti) ama bu karışımdan yeni bir şey çıkarttığını iddia edecekti. Değişim sadece biçimseldi. Putları kırmıştı ama putataparların ne kadar kültürel, geleneksel alaışkanlıkları var ise onları olduğu gibi bu yeni dinin içine dahil etmişti. Onun getirdiği bu din tam anlamıyla "eklektik" bir dindi. Hani derler ya: "Topla gel, topla gel" arabaları park ettirirken işte Muhamamed'de aynı bu şekilde "toplayıp da" gelmişti. Cebrail aslında bu cin kültünden kopuşun simgesiydi. Cin kültü yerini "melek kültü"ne bırakıyordu. Muhammed artık cinlerle değil Allah'ın en büyük meleği ile irtibat haline geçerek statü yükseltiyor ve kâhinlikten peygamberliğe doğru geçiş yapıyordu. Aslında değişen bir şey yoktu sadece isimler değişmişti ha cin ha Cebrail ne farkederdi ki? Sonuçta onun ilham aldığı bir duyu ötesi bir varlık mevcuttu ve böyle bir duyu ötesi varlıkla irtibatta olmak pagan dönemin cin okültizminin doğal seyrinde mevcuttu ve Muhammed bir şair ve kâhin olarak cinlerle kurduğu irtibatı her daim gizlemiş taa ki Cebrail ile irtibat kurunca bunu açıklamıştı. Daha doğrusu şairliğini ve kâhinliğini gizlemiş bunları peygamberliğinin içinde dışa vurmuştu. Cin suresinin Muhammed'in cinlere Kuran okumaya gitmesini ve onlarıdan bazılarını müslüman yapmasını anlatır. Oldukça ilginç bir davranış biçimidir bu çünkü Muhammed "insan ve cinlerin peygamberiyim" diyerek zaten artık cinlerin kontrolünde olmadığını ve onları kendi kontrolüne aldığını ifade etmişti. İşte bu noktada cinlerle dostluktan sırdaşlığa (yani şairlikten kâhinliğe) doğru geçiş daha ileriki aşamada tersine çevrilmiş bir durum yaratıyor, o güne kadar cinlerin kontrolünde olan insan zamanla eşitlik sağlıyor ve cinlerin önüne geçiyordu. Bu nokta yani cinleri kontrol altına alma noktası artık daha fazla cinlerle halvet etmenin manasızlığını da su yüzüne çıkartıyordu. Özde var olan "duyu ötesi bir valıkla iletişim" anlayışı sürmeye devam ediyor ama gelinen aşama artık cinleri kontrol altına almış olma aşaması olduğu için daha fazla onlara tâbi olan işlerle ilgilenmeyi de anlamsızlaştırıyordu. Cinler alt basamağın varlıkları idiler ve onlardan yardım alarak büyücülük, şairlik ve kâhinlik yapmak anlamsızdır ve statü yükselişine parelel bir meslek bulmak gerek o da artık cinlerle bağını koparmış ve onları da kendisine itaat ettiren bir peygamberlik mesleğidir. Tabii Cebrail'de artık eski cinlerin yerine ikame olmuştur. Muhammed'in cinlerini kontrol altına aldığına işaret eden tipik bir hadis aşağıda: Hz. Âîşe (r.a) şöyle rivayet etmiştir: "Resulullah (s.a.s) bir gece yanımdan çıkıp gitti. Ben bundan dolayı kıskançlık duydum. Biraz sonra geldi ve benim kıskandığımı hissetti. Bana: "Neyin var ey Âîşe, kıskandın mı?..." diye sordu. Ben: "-Bana ne olacak, benim gibisi, senin gibi bir zatı kıskanmaz mı? dedim. Resulullah: "-Sana, şeytanın mı geldi?" dedi. Ben: "-Ey Allah elçisi, benimle beraber bir şeytan mı var? dedim. O da: "-Evet..." dedi "-Her insanın yanında bir şeytan var mıdır? dedim." O da: "-Vardır", buyurdular, Ben yine: "Seninle de mi ey Allah'ın Resulu?" diye sordum. şöyle buyurdu: "-Evet. Fakat, Rabbim ona karşı bana yardım etti de benim şeytanım müslüman oldu" (Müslim, Münafıkun, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 115). (Not: Burada kastedilen müslüman olmanın Muhammed'in peygamberliğini tasdik ve ona tâbi olmak anlamına geldiğini söylemeye bile gerek yoktur. Zaten Muhammed insanlara müslüman olun derken aslında "bana tâbi olun", "ben ne dersem onu yapın" demek istiyordu) Hal böyle iken Muhammed'e yönelik büyücü-şair-kâhin türü eleştiriler onu çok sinirlendiriyordu çünkü o statüsünü yükseltmişti ve bu tip aşağı statü işareti tanımlamalar onun bu rütbe yükselişini göremeyen "körlere" mahsustu. Aslında peygamberlik iddiasını anlatma çabaları ve kendisinin peygamber olduğunu inkar edenlere karşı gösterdiği kızgınlığın kaynağı da bu idi. O yeni statüsünün tanınmasını istiyordu.
-
MİRAC konusunda Allah mı doğru söylüyor, Muhammed mi?
katakuta şurada cevap verdi: BrainSlapper başlık Dini Konular - Din - Dinler
Ben söyleyeyim. Önce neden haftanın 7 gün olduğuna bakalım. Hafta neden yedi gün ? Roma - İstanbul gibi önemli şehirler neden 7 tepe. 7 çok önemli bir sayı. Bütün dinlerin haftası 7 gün. Sebep, ilk insanların Tanrı arayışları. Kafaları ermediği için doğa olaylarını doğaüstü güçlerle açıklamışlar, bu güçleri erişemedikleri gökyüzünde aramışlar. Gökte yıldızlar birbirlerine göre hareket etmez (hareketler çok kuvvetli teleskoplarla farkedilir, insanlar gözlemleyememiş o zaman). Gökte çıplak gözün görebildiği, hareket etmeyen yıldızların arasında (önünde) dolaşan 7 cisim var. Güneş, Ay, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn. İlkel insanlar bunları tanrı sanmış, 7 tanrının herbirine bir gün ayırmış, o gün tapmış. Şehirlerinde (mesela Roma, İstanbul) 7 tepede 7 tapınak yapmış . Peygamberler, imparatorlar, her kimse, dinleri kabul ettirebilmek için eskiden gelen inançlara uydurmak zorunda kalmışlar, yavaş yavaş yerleştirmişler. Yani dinler, bilmeden (belki bilerek), 7 günlük haftayı kabul etmişler (7 tanrı) ve eski tanrılardan birini seçmişler. Hafta isimlerinde tanrılar: www.crowl.org/Lawrence/time/days.html Pazar - SUNday - Dimanche (GÜNEŞ) P.tesi - MONday - LUNdi (AY) Salı - TUEsday - MARdi (TWIA kuzey ülkelerinin SAVAŞ tanrısı, MARS akdenizin SAVAŞ tanrısı) Carşamba - WEDNEsday - MERCRedi (WODEN kuzey ülkelerinin tanrısı, MERKÜR akdenizin tanrısı) Perşembe - THURSday - JEUdi (THOR kuzey ülkelerinin yıldırım tanrısı, akdenizin ZEUSu) - JUPİTER Cuma - FRİday - VENdredi (FRIA kuzey ülkelerinin güzellik/aşk tanrıçası, VENÜS akdenizin güzellik/aşk tanrıçası) C.tesi - SATURday - SAmedi (SATÜRN) Yani hristiyanlar Güneş'e tapıyor. Yahudiler SATURN'E. El/Saturn eski İbrani tanrısı (Yahudi isimleri: samuEL, michaEL, gabriEL, emanuEL...) Müslümanların taptığı gün TANRIÇA VENÜS'ün günü. Arap kavimleri, eskilerden gelen bir gelenekle VENÜS'e tapıyorlarmış. Venüs (çoban yıldızı) ya sabah ilk görünen yıldız ya da akşam son görünen yıldız. Gökyüzünde çok belirgin. Tanrılar kendine göre bir gün belirlemiş işte. ******* -
Sayın sarı göl ta 1400 sene öncesine gitmeye gerek yok. Bunlara tamamen islami kaykanlardan derlenmiş yazılar.Valla bir yerlere gitme meselesene gelince bakın itiraf edeyim o konuda müslümanların eline su dökemem. Siz taaa allalhın katına gidip, yok allah öyle demek istememiş böyle demek istemiş diye tercümanlık yaptığınıza göre beni 1400 sene geriye gitmekle suçlamanız, devede kulak bile sayılmaz.
-
Kâhinler konusuna girmeden önce, cinlerin o dönem Araplarında nasıl bir algı biçimi oluşturduğu konusunda bir kaç konuya daha değinmek isterim. Daha önce değindiğim gibi özellikle çöl yalnızlığı bu algıda belirleyici bir psikolojik unsur ve cinler daha çok bu çöllerde uzun yolculuklar yapan kervanların korkulu rüyası. O kadar ki, kervan soyan cinler olduğu gibi kervanlara yol gösteren cinler de mevcut. Üstelik kervanlar o kadar çok yer dolaşıyorlar ki, bu yerler şehirli nüfus tarafından bilinmeyen ve bilinmediği için de fazlasıyla gizemli hikayelerin üretileceği veya kervancıların şehirlere dönüşlerinde fazlasıyla anlatacakları korkulu cin hikayelerinin üretildiği yerler. Zaten cinlerle ilgili yaptığım açıklamalarda da okuyabileceğiniz gibi cinler genellikle çöllerde pusu kurma, çöllerde ölenlerin leşlerini yeme veya çöllerde saraylar kurup oralarda yaşama veya bir çöl rüzgarı ile ortaya çıkma ve çöl fırtınası ile kaybolma gibi bilgilerle karşımıza çıkıyor. Çöl ve kervancılık bu açıdan önemli iki öğe ama bunlar ilave bir öge de; çöl hayvanları. Evet çöl hayvanları cinlerin formlarını belirliyor. Çakal, akbaba, yılan, deve, akrep ve daha ne kadar çöl hayvanı var ise hepsi cinlerin göründükleri biçim olarak karşımıza çıkıyor. Bu hayvanlar üzerine öyle çok cin hikayeleri oluşturuluyor ki, adeta bir zooloji bilimi cinler üzerinden üretiliyor. Ünlü oryantalist islam araştırmacısı Wellhausen'ın bir sözü kayda değer: "İslam'ın zoolojisi cinolojidir." İlginç olan bir durum da, nüfus artışı ile birlikte insanların bu çöl hayvanlarının yaşam alanlarını ellerinden alması ve onları çöllerden sürmeleri ile birlikte cin hikayelerinde ters orantılı bir azalmanın oluşması. Tabii ilave olarak "çöl rüzgarı"nı da burada hatırlatmak isterim. Rüzgar adeta cinlerin seyyahat etmek için kullandıkları bir vasıta olmakla beraber onların bu dünyaya yani görünür alana çıkmaları ve bir nevi boyut değiştirmeleri için de kullandıkları bir araç. Ayrıca çöl sessizliğinde bir ıslık sesi ile birlikte gelen rüzgarın insanda yaratacağı ürperti hissini de hesaba katarsak onun cin inancında ne derece önemli rol oynadığını da görebiliriz. Peki bütün bu ögeler Muhammed'in yaşamında var mıydı? Pek tabii ki vardı, hem de çocukluğundan beri vardı çünkü çocukluğundan beri amcası Ebu Talib ile kervan yolculukları yapıyordu. Önce amcası Ebu Talib ile birlikte kervancılık yaptı sonra eşi Hatice'nin kervanlarını Şam'a götürdü ve ticaret yaptı. Hatta öyle ki Habeşistan, Yemen dahil o coğrafyada gitmediği yer yoktu hemen hemen. Daha da ötesi bu çocukluğundan beri nüfuz ettiği çöl yalnızlığını ve korkusuna ilaveten peygamberliğini ilan etmeden önce yıllarca Hirâ dağına çıkarak "tefekküre" daldığı çokca anlatılır. Tabii bu tefekkürün özelliği ne idi bilmiyoruz ama hiç kimsenin onun peygamberliğinden önce islami bir tarz ile zikr yaptığını iddia etmesi mümkün değil lakin bu Hirâ dağında yapayalnız kalmasının onda bu tip "fizik otesi" algılarının oluşmasına yardımcı olması muhtemeldir. Kısacası Muhammed de kendi döneminde yaşayan diğer Arap'lar gibi "derin çöl yalnızlığı" dediğimiz o psikolojik iklimden fazlasıyla etkilenmiştir. Evet şimdi de şairliğin bir üst aşaması olan kâhinlik konusuna girelim. Şairlerin cinleri onların dostları idiler ama kâhinlerin cinleri ise "sırdaş" idiler. Şairlikten kâhinliğe terfi etme bu cinlerle olan samimiyetin ilerlemesi neticesinde oluyordu. Çünkü sadece dost olan cinler "ilham" verirken sırdaş olan cinler ise "gaipten ve gelecekten haber" veriyorlardı. İşte peygamberlik de kâhinlikten sonraki bir üst statü idi ve Muhammed hem şair hem de aynı zamanda kâhinlik özelliğini peygamberliğinin içine dahil etmişti ve kendisine şair veya kâhin denmesi hoşuna gitmiyordu çünkü bu statüler onun için geriye gidiş idi. O peygamberlik gibi bir statünün içinde şairlik ve kâhinlik yeteneklerini insanlara belli etmeden ifade edecekti. Kafiyesi-fasılası-kıssası ile Kuran'daki sureleri düzenleyerek şairlik yeteneğini kullanacak ama kendisine şair dedirtmeyecekti ve gelecekten haber veren ayetler (Rum suresi vb.) ve gaipten (bilinmezden) haber varen ayetler (kıyamet, mahşer, cennet, cehennem vb) koyacaktı Kuran'a ama kendisine "kâhin" dedirtmeyecekti. Daha Mekke döneminde iken yani Muhammed'in amcası Ebu Talib'in korumasına güvenerek Mekke'lilerin putlarını taşladığı ve onlara hakaret ettiği bir dönemde Mekke'nin ileri gelenleri (Ebucehil, Ebûsüfyan, Velid ibn Mugire, Nadir ibn el-Haris, Umeyye ibn Halef, As ibn Vail) toplanıp Muhammed'e nasıl bir isim takılacağını tartışırlar. Toplantıda şöyle konuşmalar geçiyor: --O şairdir, dedi birisi Velid: --Ben Ubeyd İbn el-Absar ve Ümeyye ibn Ebi-Salt'ın ve benzer şairlerin sözlerini dinledim. Muhammed'in sözleri onlarınkine benzemiyor, dedi. Bir başkası --O kâhindir, dedi --Kâhin kimdir? dedi --Kah doğru, kâh yalan söyleyenlerdir dediler. Velid: --Muhammed hiç yalan söylemedi, dedi. Bir başkası: --O mecnûndur, dedi. Velid: --Hiç onun bayıldığını, boğulur gibi olduğunu gördünüz mü? dedi. (İbn Hişam ve Kurtubi'de bu şekilde geçer) ---Velid ibn Mugîre, Sabii oldu (yani Muhammed'in dinine girdi) dediler. Ardında Ebu Cehil gidip: --Ey Ebû Abdi Şems, Kureyş toplanmış, senin Sâbii olduğunu sanıyorlar, dedi. Velid: --Benim ona ihtiyacım yok ama düşündümde onu büyücü olduğuna karar verdim. Çünkü büyücü; baba ile oğulu, kardeş ile kardeşi, karı ile kocayı birbirinden ayırır ve Muhammed de öyle yapıyor. Bu yukarıdaki konuşma üç aşağı beş yukarı her islami kaynakta geçer. Ben bunu S.Ateş'in Kuran'a göre Hz. Muhammed'in Hayatı s.37-38' den aldım. Bu başlı başına ilginç bir konuşmadır ve Kuran'da da fazlasıyla bunun dayanağı vardır çünkü Kuran'da pek çok ayet Muhammed'e yönelik yapılan bu eleştirilere verilen cevap olarak onun şair, sihirbaz, büyücü, kahin olmadığını anlatır. Şimdi bu konumayı analiz edersek ilginç sonuçlara varırız. Mesela onu şair olduğunun ileri sürülmesine cevap olarak Velid b. Mugire der ki: "Ben Ubeyd İbn el-Absar ve Ümeyye ibn Ebi-Salt'ın ve benzer şairlerin sözlerini dinledim. Muhammed'in sözleri onlarınkine benzemiyor." Burda ilginç olan bu toplantıya katılan insanların Mekke'nin ileri gelen isimleri olması ve hepsinin tüccar olmaları nedeniyle varlıklı kimseler oluşu ama şairlik, kahinlik, büyücülük gibi o dönemin yaygın mesleklerine oldukça yabancı olmaları ve "dışarıdan gördükleri kadarıyla" bu meslekleri tanımlamış olmaları. Evet Muhammed'in ayetleri Ümeyye ibn Ebi-Salt'ın şiirlerine benzemiyordu çünkü Muhammed bir şairdi ama kaside şairi değildi, o bir "kıssa (hikaye)" yazarıydı. Cahiliyye döneminde şairler sadece şiir yazmazlardı aynı zamnda "esâtir" adı verilen söylence, efsane, mitoloji türünde yazılar (Esatir-i Evvelin) ile, "kıssa" türünden yazılar yazan şairler vardı. İşte bu "esâtir ve kıssa" yazarları yazılarının bazı bölümlerine kasideler de eklerlerdi ama bu onların kaside şairi olduğu anlamına gelmezdi. Esâtir'den farklı olarak "kıssa/mesel" yazıları daha çok "kıssadan hisse çıkartmak" diyebileceğimiz bir anlatıma sahipti. Yani içinde okuyucuya bir mesaj veya öğüt bulunurdu. Bu tip meseller daha sonra "darb-ı mesel" ( temsil yolu ile misal vererek yapılan anlatımlar) adıyla yaygınlaşacak ve İslam kültürünün önemli bir ögesi olacaktır. -- Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti ( İbrahim 14) vb.. bir çok ayette "darb-ı meselen" yani "misal vererek" yapılan anlatımlar mevcuttur. Aynı zamanada başta Bakara suresi dahi olmak üzere bir çok surede eski peygamber kıssaları (hikayeleri) de Kuran'da yer almaktadır. Tabii burada farklı olarak iki mısradan oluşan "beyit" yerine tek cümleden oluşan "ayet"ler vardı ve kâfiye yerine fâsıla, kaside yerine de "sure"ler mevcuttu. İşte Velid b. Mugire'nin anlamadığıda buydu çünkü herşeyden önce yukarıda da söyledğimiz gibi o bir "kaside şairi" değil "kıssa şairi" idi ve bu bile biçimsel manada onun üslupları hakında pek az bilgiye sahip olduğu şairler sınıfının yazdıklarına uymuyordu ve dahası kasidelerde olduğu gibi sevgili, aşk, şarap, serhoşluk, kahramanlık sözleri yerine dehşetli tehditkar ifadeler geçiyordu ve herkes bu tip dehşetli ifadelerden (başta Ebu Leheb olmak üzere) nasibini alıyor ve hatta Mekke'deki ilk dönem ayetleri uyarınca bu ifadeler tek tek onu eleştiren herkese yönelik ağır sözler ihtiva ediyordu. Hal böyle iken o nasıl bir şair olabilirdi ki? --O kâhindir, dedi --Kâhin kimdir? dedi --Kah doğru, kâh yalan söyleyenlerdir dediler. Velid: --Muhammed hiç yalan söylemedi, dedi. Burada da rahatlıkla anlayabileceğiniz gibi bu insanların "kahinlik" ile ilgili de pek bilgileri yoktu. Daha doğrusu bilgileri yüzeyseldi. Kâhinler gelecekten haber veren insanlardı ve bu haberlerin çoğunun tutumaması olağandı (aynı bügün ki medyumlar gibi) ve bu da onların "yalancı" olmaları dışında pek fazla bir bilgi vermiyordu bu toplantıya katılanlara ama o "yalancılık" ithamı da dünyevi nedenlere dayanmıyordu. Halbuki Muhammed'in yalancı olmamaması ise sadece onun dünyevi, günlük yaşamına bakılarak karar veriliyordu. Daha doğrusu kâhinlerin cinlerle ilişkisi ve kendilerine özgü ritüelleri, kendilerine özgü yeminleri, sözleri vb. kâhinlik mesleğinin inceliklerinden haberleri yoktu ve Muhammed'in dünyevi konularda yalan söylememesi onun kâhin olamayacağı fikrine yol açmıştı onlarda. Burada da ilgisiz bir bağlantı kurulmuştu. Üstelik daha Mekke döneminin başındaydılar ve Muhammed daha gaipten ve gelecekten haber verme gibi "kâhinlik" özelliklerini kullanmamıştı. Peki gerçekte peygamber olmamasına rağmen kendisini peygamber olarak tanıtana ne denirdi? Mugire ve diğerlerinin aklına bu gelmemişti. O mecnûndur, dedi. Velid: --Hiç onun bayıldığını, boğulur gibi olduğunu gördünüz mü? dedi. (İbn Hişam ve Kurtubi'de bu şekilde geçer) Burada da yanılıyorlardı. Muhammed de bir mecnun gibi bayılıyor ve boğuluyordu ama Mekke döneminin ilk ayetlerinde yani bu toplantının yapıldığı döneme kadar inene ayetlerde bayılıyor veya boğuluyor değildi ama bu tip vahiy inerken bayılma ve boğulma vâkaları o kadar çoktur ki..Örneğin S.Ateş "Vahyin Çeşitleri" ve "Vahiy Esnasında Görülen Haller" adı ile bir başlık açmış ve şu maddelerde buna değinmiştir: Ebu Hureyre " Vahiy nazil olduğunda vahyin bitmesine kadar başımızı kaldırıp mübarek yüzüne bakamazdık. Vahiy nazil olurken en evvel mübarek vücutlarına bir titreme gelirdi. Vahiy nazil olurken kendilerini gam ve keder kaplar, mübarek yüzleri kül gibi olur, gözlerini kaparlar ve horultuya benzer şiddetle nefes alırlardı" der. (S.Ateş-İslam'a İtirazlar ve Kuran-ı Kerim'den Cevaplar s. 28) Görüleceği gibi onda bir mecnûnluğun yani cinlenmiş olmanın da beliritiler vardı ama o toplantıya katılanlar bunu da bilmiyorlardı. Devamına bakalım Mugire'nin sözlerinin --Benim ona ihtiyacım yok ama düşündümde onu büyücü olduğuna karar verdim. Çünkü büyücü; baba ile oğulu, kardeş ile kardeşi, karı ile kocayı birbirinden ayırır ve Muhammed de öyle yapıyor. Evet tam isabet. Gerçekten de Muhammed baba ile evladı kardeş ile kardeşi biribirne düşürüyordu ve bunun en bariz örneği de Bedir savaşı ile ilgili ayetler. Tevbe 24 De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez Ama bu kadar doğru bir tespit bile onların "büyücülük" hakkında bir şey bildiklerini göstermiyordu çünkü burada da yine yüzeysel bir bilgi vardı ve bundan yola çıkılarak biraz mecazi bir benzetme yapılmıştı. Bu anlamda gerçekten de o bir büyücü idi. Lakin biz burada gerçek anlamda "büyücülük" den bahsetmek istiyoruz. Muhammed büyü yapmıyordu ama onun büyü ile ilgisi büyüye inanıyor olması ve büyüye maruz kalması idi. Herşeyden önce Bakara 102. ayette Harut ve Marut meleklerine yapılan vurgu ile şeytanların insanlara büyü öğretmesinden bahseder, Felak suresinden de "düğümlere üfleyen (neffâsâti) büyücülerin şerrinden korunmak ister. Bu konuda oldukça meşhur bir hadiste Muhammed'e büyü yapıldığı anlatılır ve bu büyü bir sabunun üzerine iğnelerin batırılıp bir kuyuya atılması ile olmuştur. Sabun eridikçe Muhammed ölüme bir adım daha yaklaşır. Daha sonra Ali o büyüyü bulur ve yok eder, Muhammed de iyileşir. Bu hadis tek başına büyünün haram kılınmasına rağmen islam dünyasında popüler olmasını sağlamıştır çünkü büyü peygambere bile işlemektedir.Yasak olması ise büyünün kötü amaçlı yapılmasınadır. Eğer iyi amaçlı yapılırsa o zaman bunda dinen bir sakınca yoktur. İşte bu şekilde büyü islamın yayıldığı her yere yayılmıştır. Genellikle düğüm bağlama ve üfürükçülük, fal okları, Hüddam (cinlerin insanların üzerine saldırtılması), hedefe alınan kişinin bezden maketini yapıp ona şiş geçirme gibi büyüler aynı zamanda tılsım, muska gibi çok değişik ve bence her biri ayrı ayrı incelenmesi gereken ritüelleri de beraberinde getirmiştir. Kısacası Muhammed büyüye inanıyordu ve onu yasakladı ama yok saymadı. Bu da büyü inancının bugünlere kadar taşınmasında en önemli etken oldu. Bugün büyücülük, falcılık, vb. pagan döneme ait animistik inançlar islamla birlikte ilerlemiş adeta islamın yan sektörü haline gelmiştir. Bugünkü adları "Havas ilmi" dir. Aradaki tek fark eski okunan yazılar yerlerini Kuran'dan sureler, ayetler, dualar yazılı düğümler, kağıtlar vb. nesnelere bırakmıştır. Üfürükçülük de Kuran'dan sureler okunur, tılsımda Kuran'dan ayetler yazılır vb.. (Devamında Muhammed'İn kâhinliğinin detaylarını anlatacağım)
-
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Neden havanda su dövmek olsun? Ne yapaılm şimdi,bizi anlamıyorlar diye oturup ağlayalımmı ? Müslümanlar sadece bu forumda aktif yazanlardan ibaret değil sayın boşig.Forumu okuyan binlerce sessiz okuyucular var. Asırlardır islamı eleştiren veya olumsuzlayan insanlara cevap vermek yerine öldürüldü.Bilgisayar çağında burdaki müslümanların verilen onca bilgilere rağmen tek adım bile atmaması, şiddete başvurma olanakları olmadığı için artık verecek cevapları kalmadığına işaret olamaz mı. Yanlış anlaşılmasın,burdaki müslümanlar şiddet yanlısıdır demiyorum.Bilgisayar çağında şiddete başvurmadan tartışarak islamı savunmanın olanaksız olduğunu gözler önüne sermiş olabiliriz. Düşünen ve sorgulayan insanlar karşısında pes etmek zorunda kaldıkları anlamına gelmez mi? Veya başka sebepleri de olabilir.O insanların iç dünyalarında neler düşündüklerini bilmiyoruz.Öyle kolaymı sannediyorsunuz bir şeyi kabullendiği halde itiraf etmeyi ? Ben bile eşim hariç cevremde kimse ateist olduğmu bilmez.Çünkü çevreme söylediğim andan itibaren nasıl tepkiler geleceğini, hatta aile yuvamın yıkılmasına bile neden olacağını çok iyi biliyorum. Neden biliyorum ? Ben müslüman olduğum zamanlarda bile böyle tepkiler geliyordu.Tek kaynak kuran fikrini savunduğumda ve bunu çevreme anlattığımda,etrafımdaki en yakın insanlar eşime '' senin kocan,hadisleri,mezhepleri reddeden bir kafir,nasıl bu insanlar bir arada yaşarsın, diye sürekli eşime telkinde bulunuyorlardı. Eğer şimdi ateist olduğumu bilseler daha neler yaparlar artık siz düşünün. İslamın ve müslümanların baskısı ve dayatmacılığı halen acımasızca sürüyor.kendileri gini inanmıyor diye başkalarının aile yuvasını bile yıkacak zihniyette insanlar. Kolaymı tüm bu baskılara her insanın göğüz germesi,açıkca ben müslüman değilim demesi ? Biz şu anki insanları değil gelecek nesilleride düşünmek zorundayız.Burdaki insanlar kabul etmese bile genç kuşakların araştırmasına sorgulamasına vesile olabiliriz.Buda hiçte öyle zannettiğniz gibi havanda su dövmek sayılmaz. Hadi buyrun siz doğrusunu yaparak islamı eleştirin bakalım kaç kişiyi ikna edebileceksiniz ? -
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sayın boşig, kırıcı olmak istemem ama bazı şeyleri maalesef söylemek zorundayım. Net bir duruşunuz yok derken,ne şiş yansın ne kebap mantığı ile hareket ettiğinizi iddia ediyorum. Bunun sadece ben değil başkalarıda farkında Şimdi gelelim nasıl ne şiş yansın ne kebap mantığı ile hareket ettiğinize Eğer muhammedin içine doğanlar şeyler sadece kendine ait bir takım düşünceler olsa idi bizde buna itiraz etmezdik,sizin güzel görmenizede bir bir şey demezdik. Lütfen bana izah edermisiniz? Birisi tutuyor içine doğan esintilere inanmayanlara ağza alınmayacak hakaretler yağdırıyor,oda yetmiyor sizi cehennemde cayır cayır yakacam diyor,oda yetmiyor inanmayanlara savaş açıyor ve siz bu kitabın hem insan ürünü olduğunu söyleyip sonrada kötü kötü bir kitap olmadığını güzel şey olduğunu söylemeneniz çelişki değilmi,ne şiş yansın ne kebap mantığı değilmi ? Eğer böylesine bir esinlenmenin eleştirilecek bir tarafı yoksa,bu esinlenme sadece muahammede Özgü bir şey mi ? Bende kalkıp mesela içime esinlenen şeylere inanmayanlara her türlü hakareti yapsam, benimkiler içinde güzel dermisiniz. Eğer diyemiyorsanız muhammedin bu ayrıcalığı nerden kaynaklanıyor ? Esinlenme hakkı bir tek onamı ait ? -
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sinirlendiğimi nerden çıkardınız ? Siz her eleştireni sinirli olarakmı algılıyorsunuz ? Hayır değilsiniz. Eğer söylediğinizin arkasında olsa idiniz, muhammedin ******** olduğunu söylediğiniz bu kitaba getirilen eleştirilerden rahatsız olmazdınız.Nerde durduğunuz belli değil.Hangi konuda olursa olsun şimdiye kadar sizden net bir duruş göremedim. Hayır çelşki değildir.Sapla samanı birbirine karıştırıyorsunuz.Birileri kuranda bilimsel veriler var diyor bu elbette doğru ama ne kadar doğru biz işte ona itiraz ediyoruz. Eğer bir kitapta göklerden,bitkilerden, dağlardan denizlerden bahsediyorsa,rakamlar varsa bunlar bilime ait iddialardır. Altını çizerek söylüyorum iddia. Biz kuranda bilimsel veri olmasına karşı çıkmıyoruz, bilimsel diye verilen bilgilerin yanlış olduğunu söylüyoruz.Bunlar çok farklı şeyler.Eğer kuran mirasla ilgili oranlar veriyorsa bu bilimsel bir iddiadır.Bizde bu iddianın ne kadar doğru olup olmadığını araştırıyor ve yanlışlarını ortaya koyuyoruz. Bunun neresi çeliş ki, neresi tutarsız.?Daha öncede örneğini verdim. Hiç bir bilgisi olmadığı halde,doktorluk taslayan birine,elbetteki tıb bilgileri ile karşı çıkıp çürüteceğiz,müzik dersi verecek halimiz yok herhalde. -
Tarih'in Kur'an-ı/Kur'an-ın Tarihi
katakuta şurada cevap verdi: Tengeriin boşig başlık Dini Konular - Din - Dinler
Al bendende o kadar sevgili tarafsız. -
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sayın boşig.Sen kuran hakkında ki düşünceni ortaya koydun ve dedinki,Kuran allahtan değil,muhammedin esinlenmeleridir. Senin açıkça söylemeye cesaret edemeyip yumuşatmaya çalıştığın kelime ********.Bizde zaten aylardır bunu anlatmaya çalışıyoruz.LÜtfen bu söylediğinin arkasında dur. Senin tanrına bir şey dediğimiz yok,bunu sana söyledik.Ama kuranın allahını savunacaksan sende ayatlere bağlı kalmak zorundasın. Öyle konuyla alaksız bir yığın misal vermekle olayı geçiştiremezsin. Sayın boşig, eğer birisi ehliyet ve liyakati olmadığı halde doktorluktan dem vuruyorsa, elbetteki tıb bilgileri ile itiraz edilir ve sen doktor değilsin denir. Hem doktor olmadığını söylüyorsun hemde tıb bilgileri ile o adamı niye çürütüyorsun gibi ***** bir itiraz olamaz.Felsefenin faydaları bu olsa gerek. -
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Bir kere bile olsa forumu takip edin arkadaşım.Allahın zamandan ve mekandan münezzeh olmadığına dair onlarca ayet yazdık.Sizler ise bu dediğinize tek bir ayet bile veremediniz.Allahın zamandan ve mekandan bağımsız olduğu müslümanların uydurmasıdır, kuranada böyle bir bilgi yok. Dolayısıyla aslı olmayan bir düşünceyle meariç 4 ü başka anlamlara çekmeniz mümkün değil. Allah öyle bir şey demiyor,sen bunu Allaha söyletiyorsun,yani allaha dinini öğretmeye çalışıyorsun. Niye yanlış oluyormuş,sen allahtan daha mı iyi biliyorsun. ? -
Daha önce,Allahın tasarımı % 100 müdür yoksa,tesadüflere bıraktığı bir oran varmıdır diye.Kimseden cevap gelmedi. http://bahcevan.com/?m=199911 Bu linkte görülen,küp ve üçgen şeklindeki karpuzlar insan tasarımı. Peki öyleyse yuvarlak olanları kim tasarlıyor.Eğer allah denilecek olursa o zaman burda,allahın yuvarlak olarak tasarladığı karpuzlara insanların müdahele edebileceği görülüyor.Bütün marifet karpuzların büyüdüğü plastik kalıplarda. Eğer isterseniz üstünde ''Allah yoktur'' şeklinde yazan karpuzlar bile tasarlamanız mümkün.Hayal gücünüze kalmış bir şey yani. Tasarladığı meyvelerin,tasarlandığı gibi yetişmesine engel olamayan tasarımcının bu tasarımı ne kadar akıllı ?
-
Sevgili jelibonnn,vicdanı dumur olmamış her insanın kuranın gerçek yüzü karşışında şaşırması geyet normal. Bunu size çok görmüyorum. Sebebine gelince. Hoca,alim bilinen insanlar asırlaca insanlara,süslendirilmiş,makyaj yapılmış şirin bir islam dini anlattı.Müslümanların büyük çoğunluğuda onların bu dediklerine bakarak islamın öyle olduğunu zannediyorlar. Aslında sizin, bizim için dua etmeniz ne kadar,humanist,ve merhametli olduğunuzun bir delili. Buna itiraz edilecek hiç bir şey yok.Hatta sizi tebrik bile ediyorum. Ancak ne varki,kutsal kitabınız buna müsade etmiyor.Kuran sizi vicdanınız ve allahın buyrukları arasında ikileme düşürüyor.Sahip olduğunuz tüm insacıl duygularınızı köreltmenizi,adeta ''yaşasın kafirler için cehennem'' demenizi istiyor.Bakın şu ayette bu net bir biçimde anlaşılıyor. Hud 113 Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz! Hatta o kadar ki, en yakın sevdiklerinizi bile,elinizin tersiyle bir kenara atmanız gerekiyor Tevbe 23 Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir. Karar ve tercih sizin.Ya vicdanınızın sesine kulak vereceksiniz,yada allahıın buyruklarına.
- 505 cevap
-
- Ateizm
- Yaşasın Ateizm
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada cevap verdi: katakuta başlık Dini Konular - Din - Dinler
Öyle deme sevgili BrainSlapper;Müslümanlarda çareler tükenmez,mutlaka bunun içinde bir AVL yöntemi bulurlar herhalde. -
Onlara saygı göstermeyen bir çok kervan soyuldu, yağmalandı. Bir çok ölümlü köle olarak, yiyecek olarak öğretmen olarak ve hatta sevgili olarak onlar tarafından kaçırıldı. Tabii cinler sadece kötülük yapmadılar, insanlar da onlardan bir çok konuda faydalandı. İnsanlar onlar saysesinde gelecekten haberler aldılar, büyü yaptılar, muska bağladılar, düğümlere üflediler daha da ötesi onlar sayesinde astronomi bilgileri edindiler, yıldızları tanıdılar ve hem gökyüzü hem de gökyüzünün altındaki çöl ile ilgili bir çok bilgi edindiler. Yollarını kaybettiklerinde çöllerde cinler onlara yol gösterdiler vb... Muhammed İslam'ın hakimiyet alanını Arap yarımadasında genişletince cinler bu durumdan oldukça rahatsız oldular çünkü kendi egemenlikleri fazlasıyla aşınmıştı bu yüzden. O güne kadar insanlar cinlere tâbi olarak hareket ederken ve onlarla yakın bir dostluk, sırdaşlık içindeyken veya en azından onlardan korkuyor ve de korktukları için her istediklerini yerine getiriyorken bu yeni dinin tebliğicisi bir anda çıkıp insanların cinlerden daha üstün olduğunu ve onların imanı zayıf insanlar dışında kimseye bir hükmünün olmadığını anlatarak insanları onlara karşı çıkmaya çağırıyordu. Üstelik oldukça fazla taraftar toplamıştı ve şairler bile artık onların en masumane ilhamlarını dinlemez olmuş ve onlara karşı isyan bayrağı çekerek dalga dalga cinlerin kontrolünden çıkmışlardı. Adeta Arap yarımadasında işler tersine dönmüştü çünkü Muhammed'in gönderilmesi ile cinlerin cehalet ve fetret zamanında yaptıklarını yapamıyorlardı, peygamberin gönerilmesi ile eskisi gibi gök haberlerini kulak kabartarak çalamıyorlardı ve bunu yaptıkları anda da Şihab-ı mübin ve Şihab-ı sakib adında alev topları ve ateş şuleleri ile kovalanıyorlardı; yani eskisi gibi gayba ait haberler de alamamaktaydılar. Saffat 8. Onlar, artık mele-i a'la'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Hicr 18. Ancak kulak hırsızlığı eden müstesna. Onun da peşine açık bir alev sütunu düşmüştür. Bunun üzerine cin kabileleri Mekke'nin güneyindeki kutsal Asr dağında bir konsey düzenlediler. İfrit ve bütün cinler bu konseye katıldı. Büyük cin şeyhi el-Yezid bu konseyde cinlere bir seçim yapmaları gerektiğini söyledi. İfrit ile diğer cin kabileleri araında kıyasıya bir tartışma çıktı. Cinlerin şeyhi el-Yezid bu yeni peygamberin cinleri adeta tırpan kullanarak ikiye böldüğünü ve cinleri artık Muhammed ve Allah ikilisine karşı olmak veya yanında olmak gibi büyük bir seçim yapmanın vakti geldiğini anlattı. Tartışmalar o kadar büyüdü ki, kutsal Asr dağı adeta cinlerin çıkarttığı gürültüden sallanıyordu. En sonunda Cin kabilesi ile onun müttefiki Cânn kabilesi Muhammed ve onun dini İslam'ın yanında yer almayı seçerken İfrit, Şeytan ve Gûl ise ona karşı mücadele etme kararı aldılar. En güçlü cin türü olan ama daha az sayıda olan Merid cinleri kabilesi şeyhi ise Merid cinlerinin her birinin bireysel olarak seçim yapacağını söyledi. İşte bu karardan hemen sonra bir melek bu Cin konseyine adeta basarcasına girerek onlara yaptıkları bu seçimin çok büyük sonuçlar doğuracağını söyledi. Artık onlar iyilik ve kötülüğün topraklarından birinde yaşayacaklardı ve bu seçimlerinden dolayı büyük bir sorumluluk almışlardı. Daha sonra bu melek semâda uçarak kayboldu ve peşinden el-Yezid liderliğindeki cinler Muhammed'e beyât ederken İfrit ve diğer cinler ise direniş için hazırlıklara başlıyordu. Muhtemeldir ki, Muhammed'in yanında yer alan cin kabileleri Kuran'ı Muhammed'den bu konsey toplantısından önce dinlemişlerdi. Ahkaf 29. Hani cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Kurtubi tefsirinde bu cinler şöyle anlatılır: "Asım´ın, Zir´den rivayetine göre o şöyle demiştir: Zevbea ve arkadaşlarından oluşan kafile, Peygamber (sav)´ın yanına geldi... es-Sumâlî şöyle demiştir: Bana ulaştığına göre, bunlar Şeysabanoğu Harın'dan idiler. Bunlar da cinler arasında sayıca en kalabalık ve en güçlü olanlardır. Genel olarak İblisin askerleri de bunlardır. Yine Âsım´ın Zir´den rivayet ettiğine göre, gelenler yedi kişi idi. Bunların üçü Harran ahalisinden, dördü ise Nasîbîn ahalisinden idiler. Cuveybtr de ed-Dahhak´tan şöyle dediğini nakletmektedir: Bunlar Irak´takinden ayrı Yemen´de bir kasaba olan Nasîbîn ahalisinden dokuz kişi idiler Bir başka görüşe göre, Mekke´ye gelen cinler Nasîbinli idiler. Nahle´ye gelenler ise Ninova cinlerinden idi" Ahkaf 30. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ahkaf 31. Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.. Aslında cinlerin Muhammed'e iki defa geldiği söylenir. Bunlardan ilki "şahab hadisesidir." Hani şu cinlerin gök haberlerini almak için kulak kabartmalarını engellemek amacıyla atılan ateş şulelerinden sonra. İkincisi ise cinlerin bu "şahab hadisesinin" nedeninin yeni bir peygamber gelmesi olduğunu öğrenmelerinden sonra bu peygamberi daha yakından tanımak ve ona indirilen vahiyleri öğrenme amacıyla Kuran dinlemek için bizzat Muhammed'in yanına gelmeleridir. Birinci ziyaretin nübüvvetin başlangıcında ikincisinin de hicretten sonra olduğu yönünde görüşler de vardır. (Prof. İbrahim Canan'ın Hadis Ansiklopedisi İbn Hacer'den rivayetle C.3 s.231) Cin 1. (Resulüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, harikulade güzel bir Kur'an dinledik . İslam uleması bir konuda oldukça fazla tartışma yapmıştır. Muhammed cinlerle fiziki olarak karşılaştı mı yoksa bu cinlerin Kuran dinlediği yönündeki bilgiler vahiyle mi geldi? Yani Muhammed'in haberi olmadan cinler Muhammed Kuran okurken gelip onu dinlemişler ve Kuran'ın ilahi bir söz olduğuna kanaat getirmişler de olabilir, Muhammed bizzat cinlere Kuran okumaya gitmiş de olabilir. Lakin Cin suresi 1. ayette de açıkça görüleceği gibi cinlerin Kuran dinlemesi hadisesi Muhammed'e vahiy ile bildirilmiştir. Ali Yılmaz'ın Arap Şiirinde Cinli Şairler isimli makalesinde cin konusu ile ilgili oldukça ilginç aktarımlar yapılmıştır islam ulemasından: "Ebu İshak, Araplarâın cinlerle ilgili olan görüşleri hakkında şöyle diyor: âBu işin aslı ve başlangıcı insanların vahşi, ıssız yerlere yerleşmesi ve buna göre davranmaları ile başlamıştır. Çünkü insanlardan uzak, ıssız yerlerde kalan kişi kendisini yalnız hisseder. Tek başına olduğu için kimseyle konuşma imkanı bulamaz, günlerini düşünerek geçirir. Düşünme ise bazen vesveseye neden olur. Bunun misalleri çoktur. Meselâ; Aâmeşâin, bir meseleyi düşünürken yakınlarının onun aklını yitirdiğine inandıkları rivayet edilmiştir. İnsan yalnızlık hisseder veya yalnız olursa düşünceleri garipleşir, zihni karışır ve bulanır. Böylece görülmeyeni görür, duyulmayanı duyar. Küçücük birşeyi büyütür, telaşa kapılır. Daha sonra düşündüğü, tasavvur ettiği şeyleri şiire döker ya da söz olarak ifade eder. Bu düşünceler zamanla çocuk gibi büyür ve çölde yaşayan insanları yıldızlı gecelerde kuşatır. İşte o zaman bir baykuş öttüğünde yahut herhangi bir korku anında insanın gerçek olmayan vehimlere kapıldığı görülür. Bu sırada bulunduğu hale uygun şiir söyler ve şöyle der: âCin gördüm, cinle konuştum.â Daha sonra bunu daha da ileriye götürür ve âOnu öldürdüm.â der. Sonra âOnunla arkadaş oldum.â der. En sonunda daha da ileri gider ve âOnunla evlendim.â der. Durum Ebu İshakâın anlattığı gibidir. Çünkü cinlerle ilgili haberler ya bedevi Araplardan, ya da insanlara bu tür olayları anlatan raviler yolu ile gelmektedir. İslamiyet döneminde ise raviler cinlerle ilgili haberlerde ifrata kaçmış, onlara garib şeyler nisbet etmişlerdir. Bütün bu zanlar, onların vehimlerinden ibarettir. Daha sonra bu ravilerin izlerini bir gurup mutasavvıf takip etmiştir. Hatta ilk müslüman olan cin (iddialarına göre ismi Hâmmetu İbniâl-Hâm b. Lakıs b. İblisâtir) ve ilk gönderilen cin peygamber (Amir b. Umeyr) hakkında konuşmuşlardırâ Tabii burada yazar İslam'ın bu Cin inanışına ne kadar büyük bir katkı yaptığını farkedememiş ve sanki bu tip bir inanç sadece Cahiliye dönemine aitmiş gibi göstermiştir. Halbuki Cahiliyye döneminde yaygın ve güçlü olan cin inancı Kuran'a ve Muhammed'in yaşamına bire bir aksetmiştir zaten şu ana kadar veriğimiz bütün ayet, sure ve hadisler bunun en iyi kanıtıdır. Daha da ötesi bu cin kültü bütün İslam tarihi boyunca güçlenerek ve yayılarak gelişmiş ve günümüz Türkiye'sinde bile oldukça yaygın bir inanç haline gelmiştir. Zaten cinlerin varlığını inkar etmenin ciddi ölçüde imana zarar vereceği konusunda ekser ulema hem fikirdir. Çünkü cinlerin inkarı Kuran'daki cinlerle ilgili onlarca ayetin de inkarıdır. Kısacası bırakın cinlerin varlığını yadsımayı İslam cinlere inanmayı zorunlu kılarak cin inancının daha da kökleşmesine yardımcı olmuş ve bu inancı hakim olduğu bütün topraklarda yaymıştır. Evet, hiç birimiz derin çöl yalnızlığını yaşamış değiliz ve bu tip insan zihninde derin izler bırakan bir çöl yalnızlığının cin algılarını etkilediği aşikardır ama bu biraz bireysel psikoloji ile ilgili olup işin sadece bir yönüdür ve diğer bir yönüde cin inancının Pers'li tüccarların Arap kültürüne kazandırdıkları Arap söylenceleri, mitolojilerinin (1001 gece masalları, Arap geceleri, Alaaddin'in lambası, denizci Sinbat, Alibaba ve Kırkharamiler vb...) etkisidir ama bunların etkisi oldukça masumane olup bu tip hikayelerin islam öncesi Araplarda böylesine "dehşetli" bir cin kültünün oluşmasını sağlaması pek de mümkün değildir ama en azından "Cin" kavramını bu pagan kültürüne kazandırmış olması daha muhtemeldir. Özellikle "Animizm" yani "nesnelere ruh atfetme" geleneği bütün çoktanrılı toplumların ortak bir algı biçimidir. Özellikle islam öncesi Arap toplumlarnda tılsım, muska, düğüm bağlama vb. gibi cinler yardımıyla yapılan animistik ritüeller oldukça yaygındır ve bu tip ritüellerde çok tanrılı dinlerin olduğu bütün yerlerde görülür. Cin konusu sadece "İslam ve Animizm" başlığının bir alt konusu olup İslam'daki animistik öğeler sadece cin algılarından ibaret değildir. Özellikle aşağıdaki linkte bulunan SAMUEL M. ZWEMER'n çalışması bu konuda başlı başına başına ayrı bir kaynak sunmaktadır bize: -http://www.bible.ca/islam/library/Zwemer/Animism/index.htm- Bu kaynaktan yeri geldikçe bazı aktarımlar yapacağım Buraya kadar anlattıklarımdan üç sebebin İslam öncesi ve sonrası "cin kültü"nün oluşmasında belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. 1-Bütün pagan toplumlarında görülen ve adeta çoktanrıcılığın temel algısı haline gelen Animistik düşünce biçimi 2-Çöl yalnızlığı ve bu yalnızlığın yarattığı hassasiyet ve korku psikolojisi. 3-Eski Pers hikayeleri Bu yazımda biraz soyut-teorik düşünmeye çalıştım, devamında özellikle bu cin kültünün toplumsal statü amacıyla nasıl kullanılmak istendiğini anlatmak istiyorum. Özellikle şairlikten önceki aşama olan büyücülük ve şairlikten sonraki sonraki aşama olan kâhinlik ve kâhinlikten peygamberliğe doğru statü yükselişini inceleyceğim. Evet cin kültü aynı zamanda bir toplumsal statü talebini de karşılıyordu ve bu tip bir statü yükselişi Muhammed'in hayatında oldukça fazla göze çarpmaktadır
-
Önemli değil,bende özür dileme erdemini gösterdiğniz için teşekkür ediyorum.
-
İncil ve tevrat,kuranın Allahından mı
katakuta şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
Melekler ve Ruh (Cebrail) ona , süresi elli bin yil olan bir günde cikabilmektedir.(Mearic 4) Bu ayete göre Cebrail'in Allah katina cikip inmesi , Allah katinda bir güne denk fakat , Dünya zamani ile 50.000 yil sürer. Simdi ufak bi hesap yapalim: Kuran 610 civarinda geldigine göre , Cebrail'in Hira magarasina ulasabilmesi icin Allah katindan , MÖ 49.390 yilinda yola cikmis olmasi gerekiyor. Buradan önemli bir sonuc cikiyor; Demek ki; Tevrat ve Incil'i Cebrail getirmis olamaz , Cünkü Cebrail'in o siralar yolda olmasi gerekiyor. Örnegin Incil ve Kuran arasi 600 sene , Cebrail Incili getirip , geri dönse ve hic oyalanmadan geri gelse arada minimum 100.000 sene gecmesi gerekir. Söyle bir olasilik olabilir mi ? Cebrail Dünya'ya inmis , yaklasik 3.000 sene boyunca zamani gelen kitabi teblig etmek icin Dünyada beklemistir.(Tevrat ile kuran arasi yaklasik 3000 sene.Ayetlerin tek tek ve 23 sene icinde geldigini göz önünde tutarsak mecbur bekledigini kabul etmemiz lazim) Bu sefer de söyle bir sorun var; Bekledigine göre , demek ki diger kitaplarin gecersiz olacagi ve yeni kitap gönderilecegi önceden biliniyordu (Konu sapmasin diye bunu bilen Allah neden önlemini daha ilk kitapdayken almadi ? gibi bir soru sormiyacam) Diyelim ki Cebrail bekledi sirasi gelen kitabi teblig etti ve en son Kuran'i teblig edip geri dönüse gecti. Allah katina ne zaman varacak? Kuran'dan bu yana 1.400 sene gectigine göre demekki 48.600 sene daha yolu var.Bizim takvimle 50.600 yilinda Cebrail Allah katina ulasacak.Yani yeni bir kitap icin Cebrail'in dünyaya geri ulasmasi en azindan 100.600 senesine denk gelir. Cebrail , iniyor ve cikiyorsa , Allah belli bir yerde ve yukarilarda olmali degil mi? O halde inis/çıkış süresini bildigimize göre , Allah katı ile Dünya arasındaki mesafeyi ölcebilmemiz icin tek bilmemiz gereken Cebrail'in hızıdır. Eger Cebrail ışık hızında gidiyorsa , basitce Allah katı'nın bize uzakligi 50.000 ışık yılı olmalıdır , yani yaklasik 475 trilyon km.Oysa bu Evren için çok kücük bir ölçü , cünkü Andromeda bile 4 milyon ışık yiolı uzaklıkta.Hem bize bu kadar yakın olsa , Allah katının Evren'in içinde bir yerlerde olması gerekmez mi ? O zaman da sorarlar , kardesim Allah , yarattigi Evren'in içinde nasil olabilir ? Allah , yarattığı Evrenden kücükmüsür ? Veya yarattigi Evren'in içine girmeyi nasil becermis diye , Evren yokken neredeydi diye ? Peki farzedelim Evrenin dışında bir yerlerde. Simdi süreyi bildigimize göre ve Evren'in boyutlarini yaklasik olarak bildigimize göre Cebrail'in minimum hızını bulabiliriz. Evren'in en uzun kesiti 125 milyar isik yili. Cebrail'in bunu 50.000 senede katedebilmesi için hızı saniyede 76.000.000.000 km olmalıdır.Yani Işık hızının tam 253.000 katı bir hızla gitmeli. Peki , oraya bir gecede gidip dönebilmek icin gerekli hız nedir ? Bu hız Cebrail'den 100 milyon kez daha hızlı olmalı.Yani ışık hızının 25 trilyon katı bir hız. Peygamber'in Mirac'a çıkması olayı için böyle bir hız gereklidir. Peki , peygamber aynı gece icinde Allah katına gidip dönebiliyorsa , Cebrail neden 50.000 sene ugraşıyor? Cebrail neden bu kadar yavas ? Simdi , başka bir sorun var.Bizim müslümanlar der ki; 'Evren genişliyor ve bu Kuran'da bildirilmistir' Eger , Evren genişliyorsa; Dünya ve Allah katı arasındaki mesafenin de genişlemesi gerekmiyor mu ? Yani Allah Katı giderek bize uzaklasiyor olmalı degil mi? Galaksiler bilindigi gibi , birbirinden ışık hızına yakın hızlarla uzaklaşıyor.Peki bu durumda aradaki mesafe hep arttığından Cebrail'in her gidiş gelişinde , Süre'nin veya hızının , bir tanesinin degişmesi gerekmez mi ? Kuran evrenselse ve Cebrail bu mesafeyi hep 50.000 yilda inip cikiyorsa , Evren genisledikce hizini arttirmasi gerekmez mi ? Tersine Evren büzülmeye basladikca da 50.000 yili doldurmak icin hizini düsürmeli degil mi ? Buradan bir sonuc daha cikiyor: Cebrail mutlaka isik hizinin üzerinde olmali.Evren , isik hizina yakin bir hizda genisledigine gore , Cebrail düsük hizlarla giderse , asla gidecegi yere ulasamiyacaktir.Cünkü o yol aldikca , varis hedefi cok daha hizla uzaklasacaktir. Bu arada Cebrail'in yönünü tayin , varis hedefini bulma , Evren'in genisleme hizini bilebilme ve buna göre kendi hizini ayarlama yetenekleri var midir ? Yoksa bu merkezden otomatik mi ayarlanir bunlari henuz bilemiyoruz. Ve Cebrail , 50.000 yil sonra (MS 50.600) Allah katina ulastiginda , Allah katinda sadece bir gün gecmis olacak.Allah , bakacak ki Cebrail gelmis.Ve belkide soyle diyecek; 'Cebrail, hosgeldin , sana yeni talimatları veriyorum' Onlar muhabbet edip dururken , bu arada Dünya'da binlerce sene gececek , Ve Dünyadaki insanlar , yoksulluk , savaslar , hastalıklar ve adaletsizlikle boğusurken , neden unutulduklarını düşünüp duracaklar. Bilmeyecekler ki 'Savaşta size melekler yardim etti' (Enfal suresi) diyen Allah'in bunu en az 50.000 sene önce planlamıs ve Melekleri yola çıkarmış olmasi gerekir. -
Müslümansan allah,ın işine karışmayacaksın tabi.Biz orda mangal partisi yapacağız.
- 505 cevap
-
- Ateizm
- Yaşasın Ateizm
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Mustafa Kemal in din hakkındaki görüşleri
katakuta şurada cevap verdi: saklıgerçek başlık Dini Konular - Din - Dinler
Malzeme olarak kullanmadığınız hiç bir şey bırakmadınız.Dağları,taşları,ağaçları secde ettirdiniz. Bulutlara,arı peteklerine,envai çeşit meyvelere allahın adınız yazdınız yetmedimi ?Elalemin çirkin tanrılarına bile sahip çıktınız. Yetmedimi beyler,yetmedimi ? Yeter artık yeteeer. Atatürk,ü rahat bırakın.Onu bari malzeme olarak kullanmayın.- 93 cevap
-
- Mustafa Kemal
- Din Hakkıdna Görüşleri
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Dua etmekle allaha karşı geliyorsun. Zümer 19 Hakkında azap hükmü gerçekleşmiş kimseyi ve ateşte olanı sen mi kurtaracaksın ?
- 505 cevap
-
- Ateizm
- Yaşasın Ateizm
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sayın ali ilmek,benim hakkımda bir iddiada bulundunuz ve dediniz ki Bende sizden bunu kantılamanızı istedim,bana kanıt olarak şu yazımı getirmişsiniz Ben bunu kime demişim,sardunyam adlı kişiye. Ne diyorum orda, Kuranda bu kavram geçmez mi diyorum yoksa sizin verdiğiiniz ayetlerde mi geçmez diyorum değilmi ?? Bu yazımın içinde ''Kuranda Allahın değimez sünneti diye bir ifade kullanmışmıyım, hayır. Bunu yanlışlıkla yaptığınız var sayarak özür dilemenizi bekliyorum,aksi takdirde sizi ****** ilan edeceğim.