HİMYATA tarafından postalanan herşey
-
Muhammedin şehveti ve Tanrısı
onun için okuyanlar görecekler zaten...kararım karar...son sözüm ŞAH_MAT
-
Kaç tane Meryem var?
1_kürdüm derken kendi ırkımı ortaya çıkarmadığımı ve senin bunu malzeme yapmaya çalıştığını... canını hiç sıkma yukardaki yazıları okuyanlar zaten görecektir.ben ilmi bir meselenin aydınlanması adına verdiğim bir örnekte kullandım bu ifadeyi sen bana tuttun kürtlüğünle övünüyorsun yakıştırmasını yaptın....okuyanlar notunu verecek senin vatandaş... 2_kültürel ortamım oki seni ilgilendirmiyordu neden bana hakaret vari marabalar vs...bir yığın laf salatası yaptın ...her sözün gibi bana attığın iftiralarında ben inanıyorum ki kimsenin gözünden kaçmayacaktır... yazdıklarına dönde bir bak sonra karşıma çık ... harun ve musa ise vardır hakikati gerçektir...musa ve harun başlığında bunu yazdım oraya bak...faraziyelerden ileri gidemiyorsun...HY beyin kaynaklarını kabul etmeme sebebiniz sizin bu fikirlerinizi zirrü zeber etmesindendir... vesselam
-
Peygamberimizin 53 yaşından sonra evlenmesinin sebep ve hikmetlerinin bazılarını sayarımsınız?
Çok evlilik Hz. Peygamber’in ilk olarak uyguladığı bir tatbikat değildir. O’ndan önce de pek çok peygamber, aynı uygulamayı yapmıştır. Aynı zamanda savaşlarda esir düşen kadınların da, eş olarak alınması yine İslâm’dan önceki dinlerde uygulanan bir prensiptir ve bu bir noktada gereklidir de. Bununla ilgili olarak Tevrat’ta şu tavsiye vardır: "Düşmanlarına karşı cenge çıkacağın ve Allah’ın onları senin eline vereceği ve onları esir olarak götüreceğin zaman, esirler arasında bakılışı güzel bir kadın görüp onu arzu eder ve karı olarak kendine almak istersen; o zaman onu evinin içine getireceksin; ve o başını tıraş edecek, tırnaklarını kesecektir; esirliğin esvabını üzerinden atacak, senin evinde oturacak, babasına ve anasına tam bir ay ağlayacak, ondan sonra da kendisine yaklaşacak ve onun kocası olacaksın, o da senin karın olacak..." Yine Tevrat’ta Hz. İbrahim’in pek çok kadınla evli olduğu, Hz. Davud’un çok sayıdaki hanımının yanında, bir çok cariyesinin olduğu , Hz. Süleyman’ın yedi yüz hanımının, üç yüz de cariyesinin bulunduğu nakledilmektedir. Kur’ân da, çok evliliğin yeni bir şey olmayıp, diğer peygamberlerin de bir uygulaması olduğunu haber vermektedir: "Andolsun, Biz senden önce de elçiler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik .." (13, Ra’d:38). Evet, çok kadınla izdivaç, bilhassa ahkâmla gelen Enbiyâ için bir bakıma zaruridir. Zirâ, dinin, aile mahremiyeti içinde cereyan eden pek çok yönleri vardır ki, ona ancak bir insanın nikahlısı muttali olabilir. Binaenaleyh, dinin bu yönlerini anlatmak için herhangi bir istiâre ve kinayeye başvurmadan -ki çok defa bu türlü anlatma tarzı anlamayı bulandırır ve istinbatı zorlaştırır- her şeyi alabildiğine açık bir şekilde anlatacak, mürşidelere ihtiyaç vardır. İşte, her şeyden evvel, nübüvvet hanesinde bulunan bu temiz zevceler, kadınlık âlemine karşı, irşad ve tebliğ vazifesinin sorumluları ve nakilcileri olma itibariyle, peygamber için de, peygamberlik için de; kadınlık âlemi için de gerekli, hattâ elzem olur. Bununla beraber, söz konusu olan peygamber, Allah tarafından insanlığa gönderilen, hattâ sadece insanlara değil, aynı zamanda cinlere de gönderilen nebilerin sonuncusu olursa, durum daha da ehemmiyet kazanır. Kıyamete kadar gelecek olan insanların ihtiyaçları, istekleri, karşı karşıya kalacakları problemler durumu daha da hassaslaştıracaktır. Bütün bunların aktarılması, hem de en hassas ve mahrem meselelere kadar, peygamberin her hâline şahit olan bir kısım kimselerin -ki bunlar da ancak hanımları olabilir- bulunmasına bağlıdır. bu mesele hakkında daha çok uzun yazılan çizilen eserler var ...(alıntıdır) kısaca bu kadarı yeterlidir... saygılar ayrıca kur'andaki aile kavramıyla ilgili bir çok ayet medinede nazil olmuştur...bunların açıklanması mümin kadınlara öğretilmesi hikmetlerinide taşımaktadır.ahmet şahinin araştırmasını aşağıya alıyorum. Peygamberimizin eşleri şunlardır. Hz. Hatice ®; Hz. Sevde binti Zem’a ®; Hz. Aişe ®; Hz. Hafsa binti Ömer ®; Hz. Zeynep binti Huzeyme ®; Hz. Zeyneb binti Cahş ®; Hz. Ümmü Seleme ®; Hz. Ümmü Habîbe (Remle binti Ebî Süfyan) ®; Hz. Cüveyriye binti Hâris ®; Hz. Safiyye binti Huyey ®; Hz. Mâriyetü’l-Kıbtiyye (Ümmü İbrahim) ®; Meymûne binti Hâris ® Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman’ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak “Muhammedül-Emîn” unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır. Müşrikler, amcası Ebu Talip’e gelip, “yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin.” dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi: “Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar ‘vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem.” Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter. İkinci evliliği ise Hz. Hatice’nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, îslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice’den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır’lı Mariye’den rahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice’nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice’nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir. bu alıntılarımla umarım kimsenin canını sıkmamışımdır... saygılarımla...
-
ÇAMUR ATMAK
arkadaşım; benim yazdıklarımı okur musun ben tüm sabetaycı akımları Cumhuriyet döneminemi mal etmişim acaba. bakın aynen yazımı aktarıyorum; evet osmanlının son zamanlarında hız kazanan bu sabetaycı hareketler işin öncesinde (bu fikrin miladı)belki mühim değil gibi görünüyor ama sonrası için durup iki kere düşünmek kanaatindeyim yani... bu yazdıklarımla sadece Cumhuriyet döneminemi atıfta bulunmuş oluyorum.ben işin miladı demişim...neden çarpıtıyorsunuz anlattıklarımı...sabetaycı akımın osmanlı zamanında kurulduğu malum ve sonra güç kazanması...ve yıkılmaya başlayan bir devlet ve akabinde hala belini doğrultamayan bir Türkiye...ben bunların altında yahudinin parmağını aradığımı ifade ediyorum.umarım anladımışsınızdır... saygılar...
-
BİR KAÇ SORU?
kızcağız bir konu açmış pekte yerinde cümleler kullanmış...şimdi senin veya bir başkasının hidayete ermesi hususunda bir dayatma varmı bu cümlelerde...bu nasıl soru...ufkun burdan ötesini göremeyecek kadar dar mı?... Allah... hidayeti gidin dayatın dedimi...resulune bile ''sen sadece tebliğ et hidayeti vermek bana aittir''demedimi... vesselam
-
BİR KAÇ SORU?
olmamız gerekenler veya bizde olması gerekenler hakkında... iki yol var ...iyi yada kötü... iyilerin yolu Allahın olmamızı istediği yolda yürüyenlerin yoludur...ki Allahın ilmi mutlak ve şaşmaz doğrulukta olduğundan bunun alternatifi olmaz. birde kötülerin yolu ki kısa tarifi şudur; iyilerin yolundan başka yol arayanların yolu... saygılar.
-
Kurandaki çelişkiler
RECM CEZASI Hz. Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı, tevatüre ulaşan hadislerle sabittir. Temelde kıyasa göre evlilere de yüz değnek (celde) cezası uygulanması gerekırken, bu konudaki hadislerle amel edilerek recm cezası öngörülmüştür. Recm konusunda hükmü devam eden, fakat Kur'an ayeti olarak okunması neshedilen bir ayet de nakledilir. Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hz. Ömer'in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. "Cenab-ı Allah Muhammed (s.a.s)'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir. Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (s.a.s) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Hudûd, 15). Hz. Ömer'in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: "Ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin" (Mâlik, Muvatta', Hudûd 10; Ibn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). Hz. Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, Istanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). Ömer (r.a)'in şöyle dediğini nakleder: "Eğer insanlar, Ömer Allah'ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri..." ifadesini Mushaf'ın haşiyesine yazardım" (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37). Hz. Peygamber'in recm cezasına uygulama örnekleri: 1. Işvereninin eşiyle zina eden bekâr işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, kadına ise recm uygulanmıştır. Ebû Hureyre ile Zeyd b. Halid el-Cühenî (r.anhumâ)'dan nakledildiğine göre, zina eden kadının kocası ile, zina eden işçinin babası Resulullah (s.a.s)'e başvurarak bu konuda "Allah'ın kitabı" ile hüküm vermesini istemişlerdir. Işçinin babası şöyle dedi: "Benim oğlum bu adamın yanında işçi idi. Onun hanımı ile zina etti. Bana, oğlum için recm gerektiği haber verildi. Ancak ben onun adına yüz koyunla bir cariye fidye verdim. Bu arada bilenlere danıştım, (oğlum bekâr olduğu için) ona yüz değnekle bir yıl sürgün cezası, bunun karısına ise recm cezası gerektiğini haber verdiler". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, aranızda Allah'ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ve koyunlar geri verilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek. Ey Üneys, sen de bu adamın karısına git. Eğer zinasını itiraf ederse, onu recmet". Üneys kadına gitmiş ve kadın suçunu itiraf etmiş, Hz. Peygamber'in emri üzerine de recmedilmiştir (Müslim, Hudûd, 25; Buhârî, Hudûd III, 38, 46, Vekâlet,13). Ebû Hanife'ye göre, yüz değnek yanında bir yıl sürgün, ayete ilâve niteliğinde olup, ayet inince bu ilâve kısım neshedilmiştir. Ancak Islâm devlet başkanı böyle bir cezayı ta'zir cezası olarak verebilir. 2. Zinasını dört defa ikrar eden Mâiz b. Mâlik (r.a)'in recmedilmesi. Mâiz b. Mâlik, Hz. Peygamber'e gelerek "Beni temizle" dedi. Hz. peygamber "Yazık sana, çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Mâiz, pek uzaklaşmadan geri döndü ve "Ey Allah'ın Resulu! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber aynı sözlerle üç defa daha geri gönderdi. Dördüncü ikrarında "Seni hangi konuda temizleyeyim?" diye sordu. Mâiz; "Zinadan" dedi. Hz. Peygamber "Bunda akıl hastalığı var mıdır?" diye sordu. Böyle bir rahatsızlığı olmadığını söylediler. "Şarap içmiş olabilir mi?" diye sordu. Bir adam kalkıp içki kontrolü yaptı. Onda şarap kokusu tesbit edemedi. Hz. Peygamber tekrar "sen zina ettin mi?" diye sordu. Mâiz "Evet" cevabını verdi. Artık emir buyurdular ve Mâiz recmedildi. Recimden sonra onun hakkında sahabiler iki kısma ayrıldılar. Bir bölümü Mâiz'in helâk olduğunu, başka bir grup ise onun en faziletli tövbeyi yaptığını söylediler. Bu farklı yaklaşım üç gün sürdü. Daha sonra yanlarına gelen Resulullah (s.a.s) "Mâiz b. Mâlik için dua edin" buyurdu. "Allah Mâiz'e mağfiret eylesin" dediler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Mâiz öyle bir tövbe etti ki, bu tövbe bir ümmet arasında paylaştırılırsa onlara yeterdi" (Müslim, Hudûd, 22; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VII, 95,109; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 314 vd.). 3. Gâmidiyeli evli kadının zinadan dolayı recmedilmesi. Mâiz'in recmedilmesinden kısa bir süre sonra Ezd kabilesinin Gâmid kolundan bir kadın geldi ve "Ey Allah'ın elçisi! Beni temizle" dedi. Hz. Peygamber "Yazıklar olsun sana. Çık git, Allah'a tövbe ve istiğfar et" buyurdu. Kadın dedi: "Beni, Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevirmek istiyorsun" Hz. Peygamber, "Sana ne oldu?" diye sordu. Kadın kendisinin zinadan gebe olduğunu söyledi. Bunun üzerine "Sen mi?" buyurdu. Kadın "Evet" dedi. Hz. Peygamber "Doğuruncaya kadar git" buyurdu. Kadının bu arada geçimini Ensar'dan bir adam üstlendi. Daha sonra Hz. Peygamber'e gelerek; "Gâmidli kadın doğurdu" dedi. Çocuğun bakımını da Ensar'dan birisi üzerine aldı ve kadın recmedildi" (Müslim, Hudûd, 22, 23, 24; Ibn Mâc'e, Diyât, 36; Mâlik, Muvatta', Hudûd, II). Başka bir rivâyette, çocuk sütten kesilinceye kadar emzirmesine izin verildiği, recm sırasında Hâlid b. Velîd (r.a)'ın üzerine kan sıçraması üzerine kadın hakkında kötü sözler söylediğini işiten Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu nakledilir: "Ey Halid! yavaş ol. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim. Bu kadın öyle bir tövbe etti ki, onu bir baççı (vergi memuru) yapsaydı, şüphesiz mağfiret olunurdu" Sonra kadının hazırlanmasını emrederek cenazesini kılmış ve kadın defnedilmiştir (Müslim, Hudûd, 23). 4. Evli bulunan Yahudi erkeği ile Yahudi kadınının zina sebebiyle recmedilmesi. Abdullah b. Ömer (r.a)'tan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber'e, zina etmiş bir yahudi erkeği ile bir yahudi kadını getirmişler. Allah elçisi, yahudilere, Tevratta ki zina hükmünü sormuştur. Yahudiler; "yüzleri karaya boyanır, sırt sırta hayvan üzerine bindirilip sokaklarda dolaştırılır" demişler. Tevrat getirilmiş, ancak okuyan yahudi genci recm ayetine gelince ceza kısmını parmağı ile kapatıp atlayınca durumu farkeden ve yahudi iken Islâm'a giren Abdullah b. Selâm, Hz. Peygamber'e yahudinin Tevrat'ın üzerinden elini kaldırmasını emir buyurmasını istemiştir. Yahudi elini kaldırınca recm ayeti görülmüş ve her iki yahudi hakkında da evli olarak zina ettikleri için recm uygulanmıştır (Müslim, Hudûd, 26). Bera b. Azıb (r.a)'ten nakledilen, iki yahudinin recmedilmesi olayı ise şöyledir: Hz. Peygamber'e, yüzü kömürle karartılmış ve dayak vurulmuş bir yahudi getirildi. Allah elçisi yahudilere evlilerin zinasının Tevrat'taki hükmünü sordu. Onlar, bu şekilde olduğunu söyleyince, bir yahudi bilginine "Sana, Tevrat'ı Musa ya indiren Allah aşkına soruyorum. Zina edenin Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu yahudi bilgini; Tevrat'ta recim var. Fakat zina eşraf arasında artınca, şerefli birini getirirlerse serbest bırakır, yoksul biri yakalanırsa onu recmeder olduk. Bu iki sınıfa eşit ceza için recmi terkettik, kömürle boyayıp, dayak vurmayı recmin yerine koyduk". Bunun üzerine, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Allahım! Senin emrini onlar değiştirdikten sonra ilk uygulayan benim. Bunun üzerine emir verdi ve yahudi recmedildi" (Müslim, Hudûd, 28). Bazı Islâm müctehidlerine göre ehl-i küfür, müslüman mahkemesine başvurursa, hâkimin mutlaka Allah'ın hükmü ile amel etmesi gerekir. Onlar bu konudaki muhayyerliğin neshedildiğini söylerler, Hanefiler ve Imam Şâfiî'den bir görüşe göre bu esas geçerlidir. Ancak Ebû Hanife şöyle demiştir: "Islâm mahkemesine inkârcı karı-koca birlikte gelirlerse aralarında adaletle hükmetmek gerekir. Yalnız kadın gelir, kocası razı olmazsa hakim hüküm veremez". Ebû Yusuf ve Imam Muhammed'e göre ise hüküm verebilir (Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Terceme ve Şerhi, Istanbul 1978, VIII, 376). bunları bu şekilde aktardım okursanız mesele ortadadır.çarpıtılan ayetler ve sahte yorumlar ... insanda azıcık ilmi kaygı ve lafının arkasında durma gibi bir erdem olsa önce döner yazıp çizdiklerinin nasıl tekzip edildiğine bir bakar sonra yeni konu ortaya atar...hem ne hikmetse bunun bu yaptıklarına bakılırsa şu durum ortaya çıkıyor: kuranın tamamı yanlış(haşa ve kella) yahu senin mantığına göre koskoca kuranda bir tane bile doğru ifade yok...hayır vatandaş kuran arşı azama sağlam bağlarla bağlanmıştır sende fikir babalarında gelse bu sağlam bağı koparamayacaktır. ayrıca yukardaki yahudinin recminde kesinlik kazanmış ve ikrar edilmiş bir zina cezasının uygulaması vardır ne demek şahitsiz senetsiz peygamber ceza kesmiş...ne cahilce laflar bunlar... hazreti Aişe validemin hadisesi meşhur ifk(iftira) hadisesidir ki bunun böyle olmadığını her kes biliyor...ve durumda çok farklıdır bu durumdan....süper bir soru sormuş neden AİŞE cezalandırılmadı ...vatandaş Aişe anamıza atılan iftira şahitle belgelenmediği gibi iftira olduğu bizzat ortaya çıkarıldı.neden ceza verilecekmiş. bilip bilmeden konuş bakalım nereye kadar... sen git bunları sokakta misket oynayan bebelere anlatta belki onlar bile sana gülereler...senin fikirlerin ve ortaya attığın şeyler gülünecek derecede komik ve cahilce... vesselam
-
Bakabilecekmisiniz ?
misaller yeter kardeşim güzel yazmışsın...birileri hala görmezden gelmeye devam edecek ...etsinler bakalım ...balık görmesin Halık biliyor...boş veeeer... saygılar
-
Bakabilecekmisiniz ?
arkadaşım bak Allah zaten uyarmadığı kavmi mesul tutmayacağını söylemiştir.bu konuda gönlün rahat olsun ...biz bile bunun böyle olması gerektiğini kavrayabiliyorsak Allah elbette adildir...bunun gereğini yapar.. saygılar
-
Kaç tane Meryem var?
meseleye küçük bir ilave daha yapmak istiyorum ; eğer anlatılanlar gibi meryemlerin karıştırılma olayı olsaydı(haşa)... 1_kuranı hersene bizzat peygamberimiz tekrar ederdi hemde cebraille beraber...hatta ramazanda kuran hatmi bize burdan kalmadır...böylece el insaf eğer böyle bir eksiklik olsaydı hadi ilkinde görmedi ikincisinde görmedi ...hiçmi görmedi bu bariz hatayı... 2_çevresinde bulunan bir çok alim ve deha insan vardıki bunların hiçbiri görmedi de bu sana nasip olmuş bir keşifmi oldu veya senin fikir babalığını yapan t.dursuna mı nasip oldu.cevap ver bakalım. 3_abdullah bin selam gibi bir yahudi alimiki yahudilerin dinlerine olan düşkünlükleri malumdur...daha peygamber gelmeden geleceğini biliyordu ve tüm bu vasıfların kendisinde bulunduğunu tasdik ettki bunu tarih kaydetti.ve imanla şereflendi...(ki onun müslüman oluşunu eğer unutmazsam aktaracam bir ara) 4_iman etmiş kimselerden deha sahibi niceleri hz.ömer(cahiliye devrinde bir nevi dış işleri bakanlığı ve elçilik görevi yapardı) amr bin as ve halid bin velid tamamen deha insanlar...muaviyenin babası ebu süfyan mekkenin ulusu ve deha bir sima...vs...vs...yeter bukadar örnek...şimdi bunların bunca edip dehanın görmediği kocaman bir yanlışı görmek t.dursunla yaverlerinemi nasip oldu... arkadaşlar gelin sizde hep beraber bu iftirayı kınayalım... vesselam...
-
Muhammedin şehveti ve Tanrısı
okuyan herkes bilsinki...hz.Peygamber nefsine (haşa) düşkün biri olamaz....tüm bu yazılıp çizilenler iftiradır. eski oyunlardır bunlar.sahlenip sahlenip duruyor.arkadaşlar sizden ricam yazılanlar hakkında araştırma yapın olayların nasıl çarpıtıldığını bizzat müşahade edin.gerçi yukarda da açıkladım bakın yaptığım alıntıları okuyun.ve arkadaşın çarpıtma tekniğinin nasıl olduğunu sizde göreceksiziniz. yazdıklarının arkasında duracak kadarda cesaret taşımamaktadır.defalarca anlatmama rağmen başka yerlerde benzer ifadelerle ortamı bulandırmaktadır. bir insan eğer ilzam oluyorsa bunun haysiyetli bir duruşu vardır.susmasını bilmelidir.ama görüyorsunuz... son olarak herkes gördüki... ŞAH _MAT... vesselam...
-
Bakabilecekmisiniz ?
1_hiç bir şekilde kimseye despotça dayatılan bir durum yoktur...mekkenin kansız gürültüsüz(bir kaç küçük kavga hariç)teslim alınmasını senin bu iftirana en açık bir örnek olarak veriyorum... 2_despotça demişsin ben despot değilim ERKEĞİM erkek-oğlu erkeğim hemde onun için yazdıklarım ve kullandığım uslubum sana ağır geliyor...attığın iftiraları yemeyenler sence despot... 3_maymuna çevirecem desem hoşuna gidermi demişsin...arkadaşım, seninde bahsini ettiğin o sözde ilahında gücü yetiyorsa ben burdayım...sen ha bana öyle de dur...bişey diyen varmı? mesnetsiz dayanaksız konuşup ortalığı bulandırma... vesselam.
-
Hz.İsa ve Hz. Musa hakkında önemli bilgiler.
NE ZAMAN DOĞDU? Hıristiyan dünyası Hazret-i İsa'nın doğumunun ikibininci yıldönümünü kutlamak için hazırlıklara başladılar. Onların inancına göre Hazreti İsa tam 2.000 yıl önce dünyaya gelmiş. Bu sebeple takvimi onun doğumuyla başlatırlar. Dolayısıyla "0" takvim başlangıcıdır. Peki bu tarih doğru mu? Bunun cevabını verebilmek için hıristiyanlığın temel kaynaklarına bakmak gerekmektedir. Ancak bunun için muazzam bir sabra sahip olunması gerekir. Zira hiç birinden detaylı bir bilgi elde etmenin imkanı yoktur. Piyasada bulunan incillerden birine göre Hazret-i İsa, MS. 6 tarihinde yapılan bir nüfus sayımında doğmuştur. Ancak aynı incile göre Hazret-i İsa, MÖ. 4'te ölen Herod'un iktidar yıllarında dünyaya gelmiştir, yani bu tarihten önceki yıllarda... Bu, aklımıza şu meşhur fıkrayı getirdi. Hıristiyanlar Hazret-i İsa'yı tanrı(!) olarak görürler. Onlara göre baba, oğul (İsa) ve Kutsal ruh üçlemesi bir olan tanrıyı simgeler. Bir gün bir manastırda kilise babası 10 yaşındaki papaz adayına ders vermektedir; "Bak yavrum" der, "Tanrı birdir. Ancak üç parçadan oluşur; Baba, oğul ve kutsal ruh... Bunların üçü de tanrıdır. Ancak tanrı birdir anladın mı yavrum?" Çocuk bilgiç bir şekilde kafasını sallayarak; "Anladım aziz peder" diye cevap verir. Kilise babası bu cevaba çok sinirlenir ve basar tokadı; "Gidinin oğlu" der, "ben 40 senedir bu kapının ekmeğini yediğim halde anlamadım da sen beş dakikada nasıl anlarsın?!.." İşte Hıristiyan kaynakları Hazret-i İsa ile ilgili hep böyle müphem ifadelerle doludur. Onun hangi tarihte doğduğu, nerelerde yaşadığı, neyi nasıl tebliğ ettiği hep karmaşık ve birbirini tutmayan ifadelerle anlatılır. Bu durum batı dünyasında pek çok araştırmacıyı Hazret-i İsa'nın varlığını inkar etmeye götürmüştür. Bunda bugünkü hıristiyanların bir suçu yoktur, İsa aleyhisselamın kutlu yolunda giden ilk kuşağın da bir hatası yoktur elbette. Ancak arada gelen birileri Hazret-i İsa'dan geriye kalanları öylesine tahrif etmişlerdir ki ilahi din adeta pagan/put dini haline gelmiştir. Bu arada Hazret-i İsa'nın yaşadığı tarihlerin de üzeri örtülmüştür. Hal böyle olunca Kiliseler de Hazret-i İsa'nın doğum tarihinde uyuşamamışlardır. Kimi 19 Nisan, kimi 20 Mayıs olarak kabul etmişlerdir. Genellikle doğu kiliseleri 6 Ocak, batı kiliseleri ise 25 Aralık olarak inanmışlardır. HAZRET-İ İSA'nın DOĞUMU Markos ve Yuhanna incillerinde Hazreti İsa'nın doğumuyla ilgili hiç bir bilgi yoktur. Matta İncili'nde ise tesadüfi bir bilgi vardır ki işimize yaramaz. En geniş bilgiye ise Luka incilinde raslıyoruz. Buna göre Hazret-i İsa MS. 6 yılında yapılmış bir nüfus sayımında doğmuştur. Yine Luka'ya göre doğum, MÖ. 4 yılında ölen Herod döneminde olmuştur. Matta ve Luka incilinde Hazret-i İsa'nın Bethlehem'de doğduğu yazılıdır. Markos'ta ise Nasıralı olduğu yazılıdır. Nüfus sayımı sırasında annesi Hazret-i Meryem Galile'deki Nasıra şehrindedir ve 9 aylık hamiledir. Nedense sayım için o zamanki ulaşım şartlarında 120 km.den fazla yol giderek Bethlehem şehrine gitmiştir. Oysa Nasıra zaten baba ocağıdır. Luka'ya göre Adem ve İsa arasında 26 kuşak geçmiştir. Yine Luka bir başka liste verir. Bu listede ise 42 kuşak geçmiştir. Sözün kısası inciller okunduğunda şu anlaşılır; Hazret-i İsa sanki hiç yaşamamıştır. Doğduğu yer, çocukluğu, gençliği, büyüdüğü çevre, görüştüğü insanlar, annesi, akrabaları ve arkadaşları hakkında hiç bir bilgi yoktur. İfadelerin tümü havadadır. Kırıntı kabilinden bulunan bilgilerde ise sapla saman birbirine karışmıştır. İncilerde doğumdan hemen sonra peygamberliğinden bahsedilir. Aradaki yıllar ile ilgili bir satır bile yoktur. Yalnız Luka incilinde 12 yaşında olduğu bir devresinden kısaca bahsedilir. Oysa incillerin kaleme alındığı tarih ile Milad/0 yılı arası pek fazla değildir. En eski İncil MS. 60 senesine aittir. Yani bir kuşaklık ara vardır. Ortadoğu gibi o zamanki dünyada iletişimin ve kültürün en ileri olduğu bir coğrafyada bu bilgi kopukluğu neden olmuştur? Çok önemli ve kitleleri çalkalayan bir insanla ilgili hatıralar nasıl unutulmuştur? İşte bu bilgi kopukluğu bizi miladdan çok öncelere götüren ilk noktadır. SARI ÇİZMELİ AUGUSTUS ile HİRODES İncillerde Hazret-i İsa'nın İmparator Augustus ve onun valisi Hirodes zamanında doğduğundan bahsedilir ancak bunlar hangi Augustus ve Hirodes'tir? Augustus, o dönemlerde imparator anlamında kullanılmaktadır. Tıpkı padişah. kral, çar vb. gibi. İmparator Augustus'un emriyle Hirodes devrinde yapılan nüfus sayımı yapıldığı yazılıdır. Ancak 30 sene sonra bir başka Hirodes'e rastlayabiliyoruz. Bu tarihlerin önceki ve sonraki tarihlerinde ise onlarca Hirodes'in gelip geçtiğini görürüz. Augustus'tan vazgeçtik, bu Hirodes kimdir, nerelidir, hangi aileye veya kabileye mensuptur bilinmez. Oysa dönemin en güçlü kişisiydi. 700 FARKLI İNCİL Miladdan hemen sonrası sayılabilecek 325 tarihinde ellerde dolaşan 700'den fazla incil vardı. Daha 3. asırda birbirinden farklı bunca incilin yazılmış olması mümkün müdür? Oysa o dönemde bir eseri çoğaltmak kolay bir iş değildi. 300 senelik bir sürede bu rakama ulaşılması mümkün değildir. Bu da bize, İsa aleyhisselamın miladdan çok önceki yıllarda doğduğu fikrine götürmektedir. YAŞANAN OLAYLAR Hazret-i İsa dönemi, çok büyük sosyal çalkantıların yaşandığı dönemdir. Hazret-i İsa mucizevi olarak dünyaya gelmiştir. Hazret-i Meryem bakire olduğu halde doğum yapmıştır. Hazret-i Zekeriyya ve Hazret-i Yahya gibi iki büyük peygamber şehid edilmişlerdir. İnciller ve Miladın başında kaleme alınan tarih kitapları neden suskundur? Yaşanılan büyük olayların kayda geçirilmemesi imkansızdır. Olayların yaşandığı coğrafya onlarca milletin bir o kadar farklı dille konuştuğu ve yazdığı bir bölgedir. Eğer bir bilgi yoksa bu, milad da doğmadığını gösterir. MUCİZELERİ Her peygamber, dönemin revaçta olan mesleği ile ilgili mucizelerle gelir. Hazret-i İsa'nın mucizelerinde hekimlikle ilgili olanlar çoğunluktadır. Anadan doğma körlerin ve deri hastalıklarının tedavisi, ölülerin diriltilmesi gibi mucizeler göstermiştir. Bunun sebebi, o dönemde hekimliğin moda meslek olmasıdır. Milad başlarında hekimlik moda meslek değildi. Hekimliğin revaçta olduğu dönem ise; MÖ. 400-200 seneleri arasıdır. Mucizeler, Hazret-i İsa'nın milad başlangıcından çok önce yaşadığını göstermektedir. O DÖNEMDE YAŞANAN OLAYLAR Hazret-i İsa dönemi, çok büyük sosyal çalkantıların yaşandığı dönemdir. Hazret-i İsa gibi doğum öncesi ve sonrası muhteşem olaylar yaşayan bir insanın hayatından kesitler olmaması imkansızdır. Yaşanılan olayların kayda geçirilmemesi imkansızdır. Olayların yaşandığı coğrafya onlarca milletin bir o kadar farklı dille konuştuğu ve yazdığı bir bölgedir. Eğer bir bilgi yoksa bu, milad da doğmadığını gösterir. Ancak arkeolojik araştırmalar süprizlerle doludur. HANGİ YILDIZ? Matta incilinde kral Hirodes'in günlerinde Hazret-i isa doğduğunda doğudan Kudüs'e bir grup müneccim gelerek krala yeni doğan oloğanüstü bir çocuğu görmek istediklerini söylerler. Müneccimler bu çocuğun yıldızının doğuda gözüktüğünü görmüşlerdir. Bu yıldız bir kuyruklu yıldızdır. Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde bu yıldızın görüldüğü zamanlarda Hazret-i Nuh döneminde tufan, Hazret-i Musa döneminde ise denizin yarılması olaylarının yaşandığını buyurmuşlardır. Bunun hangi kuyruklu yıldız olduğu astronomlarca tespit edilebilir. Söz konusu yıldız eğer 76 yılda bir dünyamızı ziyaret eden Halley ise; MS. 10 ve MÖ. 66 senelerinde görülmüştü. HAZRET-İ İSA'yı TANIMIYORLAR Bütün kaynaklar Hazret-i İsa'nın 30 yaşında peygamber olduğunu ve 3 sene gibi çok az tebliğde bulunduğunu nakletmektedir. Göğe çekildiğinde ise 33 yaşındadır. Yeryüzünde yapılmış bütün İsa heykelleri ve ikonolarında daima 50-60 yaşları arasında olarak resmedilmiştir. Bu da teslisçi kilise babalarının ilimden bi haber olduklarını gösterir. Bırakın başka kaynakları, kendi kitaplarını bile okumadıkları ortadadır. TARİHTEKİ KAYIP KUŞAK Gelelim bizi bu kanaate sahip kılan asıl belgeye ki bu, Kitab-ı Mukaddes'e göre yapılan kronolojilerdir. Tevrat ve İncillere göre yapılan bütün tarihlemelerde MÖ. 400-0 tarihleri arası hep atlanmaktadır. Bu dönemde sanki önemli hiçbir şey olmamış gibi davranılır. Oysa tam 4 asır süren bu dönemde büyük olaylar yaşanmıştı. Bu tarihlemelerde Hazreti Adem'den itibaren bütün olaylar en ince ayrıntısına kadar verilmiş, adeta tarihler gergef gergef işlenmişken MÖ. 400 senesine gelindiğinde pat diye 0 senesine Yani Hazret-i İsa'nın doğduğu seneye atlanır. Aradaki bu 400 senede neler yaşandı da şahıslar, mekanlar ve olaylar gizlenmek istendi? Gizlenmek istenen 4 asırlık süre de neler olup bittiğini tarih bir gün bize gösterecek ve bütün dünya Hazret-i İsa'nın gerçek kimliğini ve Efendimizi nasıl müjdelediğini öğrenecektir. İNKAR ET KURTUL(!) Hıristiyan kaynaklarındaki tutarsızlıklar sebebiyle batıda, Hazret-i İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamadığı tartışmaları yaşanmıştır. İncilleri okuyan yığınlar arasında yazılanları kıyaslayan ve tutarsızlıkların sebebini araştıran insanlar gerçeği görmüşler ancak bilgi kıtlığının verdiği çaresizlik sebebiyle Hazret-i İsa'nın varlığını inkar etmekten başka bir yol bulamamışlardır. 1808'de Napoleon Bonaparte ünlü Alman yazar Wielan'la karşılaştığında sohbetleri siyaset veya askeri konularda değil Hazret-i İsa'nın tarihi varlığı üzerine olmuştur. 19. yüzyılda Almanya'da David Strauss ve Fransa'da Ernest Renan inkarcıların önde gideni olmuşlardır. Batı dünyasındaki bu atmosfer hala devam etmektedir. Hazret-i İsa'nın gerçek kimliği ve müjdeleri hala bilinmezliğini korumaktadır. Hazret-i İsa'nın tam olarak nasıl yaşadığı ve diğer insanlarla olan günlük ilişkilerinin gerçekte nasıl olduğu hiç bilinmemektedir. Oysa bahsedilen şahıs alelade bir insan değildir. Peygamberlerin en büyüklerindendir. Doğumu, peygamberlik görevini ifa edişi ve göğe alınışı harikalarla doludur. Yaşadığı günlerde müthiş sosyal çalkantılara sebep olmuştur. Böyle bir insanın iz bırakmaması imkansızdır. Hakkında hiçbir bilgi ve belge bulunmuyorsa, birileri tarafından tarihten silinmek istendiğini göstermektedir. Kim tarafından hasıraltı edilmek istenmiş olabilir? Bunun cevabını Hazret-i İsa'nın misyonunda bulabiliriz. İŞTE GERÇEK TARİH Kur'an-ı Kerim ve onu insanlara tebliğ eden Efendimizin hadis-i şerifleri Hazret-i İsa'nın kimliğini her yönüyle berrak bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu iki kutlu kaynağı bizlere açıklayan İslam alimleri de hedefi 12'den vuran mahir avcılar gibi isabetli teşhisler yapmışlardır. Çünkü gerçek İslam alimi bir tespitin doğru olduğunu kesin bilirse kitaplarına alırdı. Onların kitaplarında kilise kitaplarındaki gibi tutarsızlıklar, yalan ve yanlış bilgiler bulunmaz. Tereddüt ettikleri yerlerde de açıkça belli ederler ve o bilgilere sahiplenmezler. İmam-ı Rabbani hazretleri bir mektubunda meşhur Eflatun'un Hazret-i İsa aleyhisselamın tebliğini duyduğundan bahseder. Hazret-i İsa'nın insanları arındırdığı kendisine söylendiğinde; "Biz temiz, olgun ve ilerici insanlarız. Bizim temizlenmeye ihtiyacımız yok!.." diye tavır koymuştur. Tarihçiler Eflatun'un MÖ. 429-347 yılları arasında yaşadığını söylerler. Bu Eflatun'un talebesi Aristo, meşhur İskender'in hocasıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri açıkça Hazret-i İsa ile Eflatun'un aynı çağda yaşadığını yazmaktadır. Eğer Eflatun'un dönemi gerçekten iddia edildiği gibiyse Hazret-i İsa'nın da MÖ. 300'lerde yaşamış olması gerekir. Buna göre Hazret-i İsa; Roma İmparatoru Augustus ve valisi Hirodes zamanında değil. Eflatun ve Büyük İskender'in babası Filip zamanında yaşamıştır. Öyleyse gerçek Milad 0 değil, MÖ. 384 senesidir. MÖ. 73-4 yılları arasında yaşayan Augustus ve Hirodes değil, MÖ. 400-300 yılları arasında yaşamış bir başka Augustus ve Hirodes olmalıdır. KUTLU MÜJDE Kısacık süren tebliğ hayatında Allahü teala'nın emirlerini tebliğ etmekle kalmamış, Saf suresinde belirtildiği üzere çok belirgin bir şekilde kendisinden sonra gelecek ve ismi AHMED olacak son peygamberi, Muhammed aleyhisselamı müjdelemişti. Hazret-i İsa'nın bu tebliği bir kısım yahudiyi çileden çıkarmış ve getirdiği şeriati bozmak için tarihte görülmemiş bir bozgunculuğa girmelerine sebep olmuştu. Aslında Hazret-i İsa yeni bir şeriat getirmemişti. Hazret-i Musa'nın artık kaybolmuş şeriatini dönemin şartlarına göre yeniden günyüzüne çıkarmıştı. Bozguncuları kahreden konu, son peygamberin kendi aralarından çıkmayacağının açık seçik bildirilmeseydi. Öyle ki Hazret-i İsa, insanlara Efendimizi müjdelerken hem ismini, hem fiziki özelliklerini, hem arkadaşlarını ve hem de doğup hicret edeceği şehirlerin isimlerini açıkça vermişti. Bu müjdeyi duyan fesat komitesi adeta Allahü tealaya savaş açmışlardı. Bu savaş, Hazret-i İsa'nın göğe alınmasıyla bitmemiş, inananların arasına sızan bozguncular, dini tahrif etmek için çalışmışlardı. Bu durum, Efendimizin dünyayı şereflendirmesiyle birlikte yeniden başlatılmıştır ki halen sürmektedir. (bu bilgileri biyografi.net adlı bir siteden aldım..reklam maksatlı söylemiyorum kaynak olması adına belirttim)
-
Hz.İsa ve Hz. Musa hakkında önemli bilgiler.
DİNİN DEJENERASYONU Yûsuf aleyhisselam dönemi Mısır'da putperestlik yerine İslamiyetin hakim olduğu en belirgin dönemdir. Yûsuf aleyhisselamın vefatından sonra onu destekleyen asya kökenli yöneticilerin Mısır'dan sürülmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu dönem, putperestliğe dönüş dönemidir. Ancak bu dönemde özellikle Amon rahiplerinin siyasi bakımdan kuvvetlenmesi yöneticilerin işine gelmemişti. Mısır hükümdarlarından İhnaton, Amon rahiplerinin gücünü kırabilmek için kendi kontrollerinde yeni bir dini akım başlatır. Aton adı verilen bu yeni din, tek tanrı fikri ile putperestliği birleştiren bir sistemdi. Tek tanrı olarak güneşe tapılmayı öngören bu din, Amon rahipleri ile yöneticilerin arasında müthiş bir denge savaşına neden oldu. İhnaton'un döneminde Amon rahiplerinin gücü oldukça kırılmıştı. Fakat kendisinin ölümünden sonra yerine geçen Tutankamon, Amon rahiplerine eski statülerini iade eder. Buna rağmen Amon rahiplerine yaranamadı ve ordu komutanı Horemheb'in de içinde bulunduğu çete tarafından genç yaştayken öldürülür. Bu sırada devlet başsız kaldığı için idari bir boşluk yaşanır. Tutankamon'un dul eşi Ankesenamun veya kayınvalidesi Nefertiti Hitit kralı Suppiluliuma'ya bir mektup yazar. Mektupta özetle kocasının öldüğünden, oğlan çocuğa sahip olamadığından bahsettikten sonra Hitit kralından bir oğlunu koca olarak Mısır'a göndermesini ister. Hitit kralı müspet karşılayarak bir oğlunu Mısır'a gönderir. Fakat gelişmelerden haberi olan Horemhep ve çetesi, yeni bir Hiksos olayı yaşamamak için genci öldürürler. Bir süre siyasal gevşeklik yaşayan Mısır, MÖ. 1300 civarında güçlü bir hükümdara kavuşur. Bu hükümdar II. Ramses'tir. Tahta geçer geçmez Suriye sınırına kesin bir şekil vermek ister. İşte bu istek; o zaman ki dünyanın iki süper gücünü Kadeş'te karşı karşıya getirir. Bu güçler, II. Ramses idaresindeki Mısır ile Muvattilis idaresindeki Hitit devletidir. Bu karşılaşma bir anda tarihin akışını değiştirmişti. Daha orduların Kadeş'e yaklaşması sırasında bile ortadoğudaki siyasal dengelerin altüst olduğu görülüyordu. O zamana kadar hep Hititlerin savaş ortağı olan Amurru kralı Bentesina, son anda Ramses tarafına geçmişti. Muvattilis te ordusunu kendisine bağlı kavimlerle güçlendirmekle kalmamış Likya'lı (Antalya kıyı bölgesi) korsanlarından bir birlik oluşturarak savaşa sürmüştü. Hitit ordusunun merkez kuvvetleri 20.000'e yaklaşıyordu. Ramses, ordusunu dört kısma ayırmıştı. Bunlar Amon, Ra, Ptah ve Suketh'di ki bu isimler Mısır putperestlerinin tapındığı putlardı. Stratejik açıdan bakıldığında II. Ramses büyük bir hata yaparak Plansız bir şekilde Kadeş üzerine yürümüştü. Zira ordugah Amon ile diğer birliklerin arasında büyük bir irtibatsızlık vardı. Ramses Kadeş'e vardığında Ra birlikleri göz menzilinde bile değildi. Ptah daha gerilerdeydi. Sutekh ise hala Asi ırmağının öte yakasında öylece bekliyordu. Mısır kayıtlarından öğrenildiği kadarıyla savaş şöyle gelişmişti; Hititler, Firavun ordusundaki bu kopukluğu gördükleri anda şimşek gibi koşan savaş arabalarıyla aniden ortaya çıkarak henüz yürüyüş pozisyonunda olan Ra birliklerinin üzerine çullandılar. Hitit arabalarında iki savaşçı bulunurken Mısır arabalarında yalnızca bir savaşçı bulunuyordu. Bu dengesizlik Ra birliklerinin tamamen imha edilmesiyle sonuçlanmıştı. Hitit ordusu bu sefer, Ramses'in de bulunduğu Amon birliklerini kısa sürede kuşatıvermişlerdi. Böyle bir kuşatmadan hiç bir ordu kurtulamazdı. Hele Mısır ordusu hiç... Zira Ra imha edilmiş, Ptah gerilerde Suketh ise hiç bir şeyden habersiz Asi nehrinin öte yakasında bekliyordu. Daha ilk hücumda Amon birlikleri dağılıverdi. Muvattil tam imha savaşına başlayacağı sırada öncü birlikleri ganimet sevdasına düştüler. Bu rehaveti henüz atlatamamışlardı ki, batıdan, deniz tarafından gelen küçük fakat disiplinli bir birlik tarafından saldırıya uğradılar. II. Ramses bu durumu öylesine ustaca değerlendirdi ki, hem imha edilmekten kurtuldu, hem de berabere kalan bir komutan edasıyla barış masasına oturdu. Buyurulanlara Kerîm?de Kur?ân-ı dökerek ortaya bilgileri diğer elimizdeki derlediklerimizle, kadar buraya Şimdi, koymaktadır. da varlığını dengenin üçüncü bir güçlü yanında rahiplerinin Amon ve firavun sarayında Mısır Bu, edilir. ilan olarak kadın baş sokulmayarak hareme gelin ilk Hititli için olduğu Hititler taraf baskın evlilikte Ancak, geliyorlardı. atmosfere bozuk ahlaken gibi yapıdan böyle gelinler İşte et...? dikkat durmaya uzak şeylerden kaybettiği hayatını insanın ?Bir eder; devam şöyle anlatarak birini isimli Mariyas öldürttüğü yakalatıp suçüstü babasının ayrıca, Mektupta öldürülür.? hemen kalmaz, sağ Hattuşaş?ta yapanlar Böyle bunlar. değildir töre ?Hattuşaş?ta ediyordu; tehtid yazarak mektup sonra gönderdikten kralına Hayasa Kızkardeşini vardı. geleneği evlenmesi kardeşlerin Krallığında öğreniyoruz. mektuptan gönderdiği krallığına Suppiluliuma?nın olan çağdaşı İhnaton?un Bunu, görülüyordu. çirkin çok olay bu Hititlerde varken adeti evlenme kızkardeşle Mısır?da Mesela farklılıklar pekçok bakımdan ahlaki arasında toplumu ile Hitit olmuştur. müddet kısa bundan de prenseslerle senesiydi. 20. yaklaşık geçişinin tahta sırada Bu imzalamıştı. barışını Kadeş 1381?de MÖ. Ramses, evlendirmesidir. prensesle iki zorla neredeyse Ramsesi Hititlerin başlangıcı olayların değiştirecek çağ ki, vardır detay küçük sırasında olaylar uygulamaydı. görülmemiş güne o durum, ki olmuştu tapınılır Ramses?e tapınaklarda Bütün etmişlerdi. tanrı Ramses?i onlar vermiş, yetki sınırsız rahiplerine getirmişti. hale tesirsiz bölerek fırkalara asyalıları içeride sonra, oturttuktan rayına politikasını dış Ramses II. etmişti. altüst dengeleri bütün dünyasındaki zaman savaşı, naklettik? neden bilgiyi>Kur'ân-ı Kerîm, özellikle firavunun kendisini tanrı ilan edecek kadar sapkın olduğunu vurgulamaktadır. Bilindiği gibi Mısır firavunlarının büyük bir kısmı kendilerinin tanrı olduğunu iddia etmişlerdir. Ancak II. Ramses'in yanında bu firavunlar üvertir kalıyorlardı. II. Ramses'ten başka kendisini tanrı ilan ederek aşırı bir şekilde ortaya çıkaran bir başka firavun bilinmemektedir. II. Ramses'in inşa ettirdiği tapınaklardan biri... Burada Mısır halkı II. Ramses'in heykelleri karşısında tapınıyorlardı. Bazı arkeologlar II. Ramses'in Hazret-i Mûsâ aleyhisselamla çağdaş olduğu kanaatindedirler. Biz de aynı kanaati paylaşacak olursak hayret edilecek başka benzerlikler de buluruz. İslami kaynaklar, bu firavunun çok uzun yaşadığını uzun süre tahtta kaldığını vurgulamaktadırlar. Mısır firavunları arasında da en çok tahtta kalan (67 yıl) ve uzun yaşayan (90 yıl) II. Ramses'tir. II. Ramses'in hiyeroglif metinlerinde geçen ismi; Ra Mesu Meri Amun II. Ramses'in diğer ismi; User Maat Re Setep en Re Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun, İsrâiloğullarını fırkalara bölerek acımasızca ezdiğini erkek çocuklarını öldürdüğünü ve kendilerini de zelil ettiği buyurulmaktadır. Arkeolojik belgeler; II. Ramses'in, Tanis ve Kantir şehirlerinin inşasında Habiru (veya Hapiru)'ları kullandığını göstermektedir. Habiru ismi, İbrani isminin hiyeroglif metinlerdeki transliterasyonudur ve yalnızca yahudiler için değil bütün asyalı kavimler için kullanılmaktadır. Bu topluluk, firavunun emriyle taş ocağı işçiliği, sütun taşıyıcılığı ve tarım işçiliği yaptırılan en aşağı sınıftır. II. Ramses dönemi, Habiruların en çok angaryaya koşulduğu ve devasa tapınak ve heykellerin bu insanlara inşa ettirildiği dönemdir. Kur'ân-ı Kerîm'de, Âsiye hanımın firavuna bu çocuğun oğul olarak kabul edilmesini istemişti. Moses, eski Mısır dilinde (kıptice) oğul anlamına gelmektedir. Ra-Mose (Ra'nın oğlu), Tut-Mose (Tut'un oğlu) gibi... Dil bilginleri Mûsâ isminin kıptice Moses kelimesinden geldiğini ileri sürmektedirler. Mûsâ aleyhisselam, annesi tarafından bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakıldığında henüz ismi konmamıştı. Zira annesi, bebek firavunun eline geçmesin diye en yakınlarından bile doğumunu gizlemek zorunda kalmıştı. Nehirden çıkarılan çocuğun annesi ve babası bilinemediğinden ona yalnızca oğul manasına gelen Moses/Mûsâ adı verilmiş olabilir. II. Ramses'in 52 oğlu vardı ve tümü kendi sağlığındayken ölmüşlerdi. Yani erkek evlat sıkıntısı vardı. Bu sebeple kendisinden sonra tahta, evlatlığı Mineptah geçmişti. Kur'ân-ı Kerîm'de; Hazret-i Mûsâ için Firavunun hanımı kocasına; "Benim de, senin de gözü aydın olsun. Onu öldürmeyin. Bel ki bize faydalı olur. Yahut onu oğul ediniriz" demişti. Buradaki oğul edinme, eğer öz evlatlar varsa hiçbir şey ifade etmeyecektir. Demek Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan firavunun bir oğul sıkıntısı var ki Âsiye annemiz firavunu bu zaafından vuruyor. Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Firavunun hanımının (Âsiye) davranışlarına biraz dikkatlice bakıldığında onun, firavn karşısında oldukça cesur olduğu görülür. Bir başka görülen nokta da, bu kadar acımasız bir firavunun Âsiye hanıma ayak direyememesidir. Bu bizi, Âsiye hanımın arkasında hatırı sayılır bir güç olduğu kanaatine götürmektedir. II. Ramses'in bir düzine karısı vardı. Bunlardan 7 ve 8. karısı Hitit prensesleriydi. Hitit imparatorluğu o zamanın süper gücüydü. Meşhur Kadeş savaşı ve barışı sonunda II. Ramses, Hitit imparatoru III. Hattuşil'in büyük kızıyla evlenmişti. II. Ramses, bu prensesi haremine katmayıp başkadın yaptı. Tamamen siyasi olan bu evlilikte ağır basan tarafın Hititler olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu prenses II. Ramsesin 7. eşi olan Hitit prensesiydi. Arkeolojik verilere göre ismi; Ma'at Hor-Neferure dir. Bu ismi Mısırlılar vermişti. Prensesin asıl ismi bilinmemektedir. II. Ramses'in 8 karısı olan ikinci Hitit prensesinin ne Hititçe ve ne de Mısırca adı henüz bilinmemektedir. Yalnızca II. Ramses'le evlendiği bilinmektedir. Eski Mısır'a ait hiç bir dökümanda hayatına ait bir doküman bulunamamıştır. Belki de kraliçe olarak Mısırlılarca benimsenmemişti. Bu Hititli prenseslerin Mısır sarayında politik bir güç merkezi oluşturmaları mümkündür. Başka bir ifadeyle Hititli eşlerin bazı dokunulmazlıklarının olduğu muhakkaktır. Nitekim firavun, israiloğullarına ait olduğu bilinen bir çocuğun saraya alınmasına ses çıkaramamıştır. Dahası çocuğun kendi gözü önünde büyümesine müdahale bile edememiştir. O derece ki; küçük Mûsâ, firavunun yatağında, odasında ve sarayın her tarafında pervasızca yaşayabilmektedir. Hatta bir gün elindeki sopayı firavunun kafasına vurup bir başka günde sakalını çekince öldürülmesi emredilecek fakat Âsiye hanım bu teşebbüsleri de engelleyecektir. O yıllardaki güçlü Mısır'ı tehtid edecek tek güç dışarıdaydı. İçeride firavun her şeye hakim, insanları ve toplumları istediği gibi yönetiyordu ancak dışarıda Hitit imparatorluğu ile iyi geçinmek zorundaydı. Bu nedenle Hititli prenseslerle evlenmişti. Belki de Âsiye hanım, firavunun çok çekindiği böylesine bir kuvvetin mensubuydu. Yoksa kendisini tanrı ilan edecek kadar sapık, yeni doğmuş bebekleri öldürtecek kadar cani ve erkekleri hadım ettirecek kadar acımasız olan bir insanın, karısını çok sevdiği için evlatlığının yaptıklarına katlandığını düşünmek çok zordur. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde Âsiye hanımın acımasız işkencelerle şehid edildiğini bildirmektedir. II. Ramsesin son yılları ve evlatlığı Merneptah'ın iktidar yılları, Hitit imparatorluğunun büyük bir kaosa düştüğü dönemdir. Böylece Mısır için Hitit tehlikesi kalmadığı gibi Mısır'ı dünyanın bir numaralı süper gücü durumuna yükseltir. Bu durumda siyasi bir evlilik yapmış olan Hitit prenseslerinin başına her türlü şeyin gelmesi mümkündür. Mûsâ aleyhisselamın hayatında iki firavun olduğu kanaatini taşırsak benzerlikler devam etmektedir. Hazret-i Mûsâ, peygamber olduktan sonra Allahü tealanın emriyle firavunun karşısına çıkar. Firavunla aralarında müthiş bir mücadele başlar. Firavun, bütün gücünü Mûsâ aleyhisselamı ortadan kaldırmak için seferber eder. Bu mücadele, firavunun ordusuyla beraber denizde boğulmasıyla son bulur. II. Ramses'in yerine tahta geçen Merneptah, dünyanın bir numaralı süper gücüne firavun olmuştu. Ancak anlaşılmaz bir şekelde 8-10 senelik saltanatı iç karışıklıklarla geçmiş ve ölümüyle birlikte Mısır imparatorluğunun kudretli ordusu yok olmuş ve koca devlet haritadan silinivermiştir. Firavun Merneptah'a ait bir dikili taş. Burada, İsrailoğullarına karşı zafer kazanıldığı yazılıdır. Muhtemelen takibe çıkılırken hazırlanmıştı. Kur'ân-ı Kerîm'de, Mûsâ aleyhisselam karşı duran firavun ve halkına bir dizi felaketin verildiği buyurulmaktadır ki bunlar; "tufan/su basması, kıtlık, çekirge, kurbağa ve kan" dır. Londra British Museum'da kayıtlı olan papirüslerin birinde ise; bir "büyücü" yüzünden Mısır'da meydana gelen bir dizi felaketten bahsedilmektedir. Bunlar; "Tahıl ürünlerini mahveden su baskını, farelenin tarlalarda yığınlar oluşturması, pirelerin kasırga gibi yayılması, akrep ve sineklerin her tarafı kaplaması" olaylarıdır. Hemen bütün peygamberler hasımları tarafından "büyücü ve sihirbaz" olarak suçlanmışlardır. Firavn da Hazret-i Mûsâ'ya; "Ey sihirbaz..." diye hitap etmişti. Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun en büyük yardımcısı olarak Haman'ın ismi verilmiştir. Bu şahıs, firavunun imana gelmesini engellemiş, Âsiye hanımın şehid edilmesine sebep olmuş, Mûsâ aleyhisselamın öldürülmesine çalışmış ve hicret eden İsrâiloğullarının imha edilmesi için firavunu teşvik etmiştir. II. Ramses ve Merneptah dönemlerinde Amon rahipleri, dini bir cemaat olmalarının yanısıra, firavunun meclisinde de en büyük siyasi gücü oluşturuyorlardı. Ayrıca şahıs ismi olarak Mısırlı devlet adamlarının arasında çok sayıda Amon, Amonefi vb. gibi adlara rastlanmaktadır. II. Ramses döneminde Karnak'ta inşa edilen Amon tapınağı. Karnak, Luksor'un 1-2 km. yakınında tapınak ve devletin idare binalarının bulunduğu yerdi Kur'ân-ı Kerîm, Mûsâ aleyhisselamın peşine düşen firavunun denizde boğulduğunu ve cesedinin, sonraki nesiller için ibret olsun diye dışarı atıldığını ve sonrakilere ibret olsun diye muhafaza edildiğini buyurmaktadır. Londra British Museum'daki söz konusu papirüslerde "büyücü" diye suçlanan kişinin "muradına erdiği", doğunun ve batının kralının "girdapta boğulduğu" yazılıdır. Yine aynı papirüste büyücü olarak gösterilen kişi; "...daha annesinin memesinden itibaren onu kurtaranlara çok şey borçlu olan çocuktur." 1975-1976 senelerinde, Mineptah'ın mumyası üzerinde yapılan araştırmalarda bu firavunun boğulma veya boğulmayla birlikte bir travmayla öldüğünü belgelenmiştir. İslami kaynaklarda, boğulma sırasında Cebrâil aleyhisselamın bir katkıda bulunduğu kaydı da vardır. Mineptah boğulduktan sonra sahile vuran cesedi mumyalanmış ve geride kalanlar için bir ibret levhası olmak üzere saklanmıştı. Burada dikkatleri çeken bir husus vardır. Tarih boyunca en iyi korunan ve bulunduktan sonra üzerlerinde en çok ihtimam gösterilen cesedler II. Ramses ve Mineptah'a ait olanlarıdır. ÇIKIŞ NOKTASI LUKSOR Bütün bu benzerlikler doğru ise İsrâiloğullarının çıkış noktası da tespit edilmiş olacaktır. Gerçi yahudi kaynakları ısrarla çıkış noktasının kuzeyde delta bölgesinde bulunan GOŞEN olduğunu naklederler. Oysa belgelere baktığımızda hiçte böyle olmadığı görülecektir. Nitekim olaylara baktığımızda en uygun şehrin, güneyde bulunan Luksor şehridir. Dönemin firavunu içeride çok güçlüdür. Bu kudretini insanları sınıflara ayırarak zayıf düşürmesinden alıyordu. Bunlardan İsrâiloğullarını kendi civarına yerleştirmişti. Bunu, Hazret-i Mûsâ'nın doğumundan hemen sonra bir sandık içerisinde Nil nehrine bırakılmasında ve saraylılar tarafından görülüp kenara alınmasından anlıyoruz. Hatta Hazret-i Mûsâ'nın ablası sandığı Nil boyunca takip etmiş onun Firavunun adamlarınca çıkarıldığını görmüştür. İsrâiloğulları, Firavunun öylesine elinin altındadır ki, onlara her istediği zulmü yapabilmektedir. Bunlardan birisi de onların çoğalmalarını engellemekti. Bu nüfus planlaması için üç kademeli bir plan uyguluyordu. Mesela erkeklerini hadım ediyor, seçtikleri kadınlara el koyuyorlar ve onların kıptilerden çocuk sahibi olmasını sağlıyorlar bu arada kazara dünyaya gelen erkek çocuklarını da öldürtüyordu. Bunları kolayca yapabilmesi İsrâiloğullarının kaçacak bir yerleri olmadığını göstermektedir. Hazret-i Yûsuf, İsrâiloğullarını kuzeyde, delta bölgesinde bulunan Goşen diyarına yerleştirmişti. Burada rahat ve özgür bir şekilde yaşıyorlardı. Hazret-i Yûsuf vefat edince durumları değişmiş ve ağır baskılar altına alınmışlardı. Bir topluluğu zayıf düşürmek için başvurulan yollardan birisi de tehcir/sürgündür. Dolayısıyla Goşen'deki sağlam Yahudi toplumun belini kırmak için vurulan ilk darbe sürgün olmalıdır. Dolayısıyla Hazret-i Mûsâ döneminde Goşen'de değil çok uzaklarda bir yerde olmaları gerekmektedir. Tarihi kaynaklara göre en uygun yer güneydeki Luksor'dur. Burası, İsrâiloğulları için adeta dünya ile irtibatlarının kesildiği bir yerdir. Çıkış öncesi İsrâiloğulları Firavun'dan, çölde 3 günlük mesafede bir yerde bayram için izin isterler. Kuzeydeki Goşen dolaylarında böyle bir bölge ancak Sina yarımadasında bulunmaktadır. Oysa Sina'ya denizin yarılması sonucu geçilmişti. Bu da çıkış noktasının Goşen'den başka bir yer olmasını gerektirmektedir. Firavun, 3 günün sonunda İsrâiloğullarının dönmediklerini öğrenince veya çıkış için verdiği izinden vazgeçince civar şehirlere/nomlara asker toplayıcıları gönderir. Kuvvetli bir ordu kurarak bizzat başlarına geçer. Niyeti İsrâiloğullarını tamamen imha etmektir. Bütün bu hazırlıklar ve asker toplama işleri, o zaman şartlarında en az 9-10 günlük bir iştir. Buna 3 günlük çöl yolunu da katarsak 15 gün civarında bir süre çıkar ki, bu süre GOŞEN-SÜVEYŞ arası için çok fazladır. Fakat LUKSOR-SÜVEYŞ arası için en ideal süredir. Kur'ân-ı Kerîm'de Hazret-i Mûsâ'nın öldürüleceğini haber veren saraya mensup mümin kişiden bahsedilir. Bu zat, aksa'l medine/şehrin en uç noktasından gelmiştir. Bu tanımlamaya eygun yer Luksor ve Karnak şehirleridir. Bugün iki ayrı şehir yeri gibi gözükse de o dönemde birleşiktiler. Nil kenarındaki Luksor daha ziyade yerleşim yeriyken bir iki km. içeride bulunan Karnak tapınakların ve sarayların bulunduğu bir yerdi. Bir başka ifadeyle her ikisi de birbiri için aksa'l medine'dir. O halde neden yahudi kaynakları Goşen'de ısrarlılar diye bir soru akla gelebilir. Yahudi bilginleri tarihlerindeki pek çok noktayı sanki hiç yaşanmamış gibi göstermek istemişlerdir. Bundan, bir şeylerin gizlenmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. İsrâiloğullarının tarihi gibi gizlenmeye çalışılan bir başka toplum tarihi yoktur. Burada da aynı gayretkeşliği görebiliriz. Hahamların bundaki amacının ne olduğunu araştırmacılar ortaya koyacaklardır. Arkeolojik buluntularda pek çok müphem nokta bulunmaktadır. Kazıların eski hızında devam etmemesi ve şimdiye kadar ele geçen bulguların İslami kaynakların süzgecinden geçirilmemiş olması, bu müphem noktaların anlaşılmasına mani olmaktadır. Kazılarda ele geçenleri inceleyecek "ehil ellere" şiddetle ihtiyaç vardır. II. Ramses ve Mineptah'ın, Mûsâ aleyhisselamla çağdaş olduğu kesinleşir ise; "Onbinlerce suçsuç bebeği öldürtten, insanlara zulmeden ve Mûsâ aleyhisselamın henüz küçük bir çocuk iken değnekle kafasına vurduğu firavun işte bu, II. Ramses'tir. Diğeri de Mûsâ aleyhisselamın tebliğine ayak direyen, hicret ederken imha etmek için takip eden ve bu uğurda helak olanın mumyalanmış bedende müşahhas tanığıdır" diyebileceğiz. Çıkış güzergahında bulunan Süveyş körfezi kıyılarından bir görünüş. SUYUN ÖBÜR TARAFI Mûsâ aleyhisselam, israiloğullarını Sina tarafına geçirdiğinde yaşanan olayları detaylı bir şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de görmekteyiz. Tahrif edilmiş olmasına rağmen bazı benzer olayları Kitab-ı Mukaddeste de görmekteyiz. Kitab-ı Mukaddes detaylı bir şekilde incelendiğinde olayların etrafının bulandırıldığını ve sanki bir şeylerin gizlenmek istediğini görürüz. Kur'ân-ı Kerîm'de ise bu gizlenen noktaların detaylı bir şekilde açıklandığına şahid olmaktayız. Gizlenmek istenen olaylar, İsrâiloğullarının karakter zaaflarını gözler önüne seren refleksleridir. Bu nedenle olsa gerek, yahudi bilginler, Tevrat'ı tahrif etmek bahasına gerçek bilgileri yok etmişlerdir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Sina çölünde yaşanan olayları, onların başına kakarcasına anlatmıştır.
-
Hz.İsa ve Hz. Musa hakkında önemli bilgiler.
"EY MUHAMMED! İNANAN BİR MİLLET İÇİN SANA, MÛSÂ VE FİRAVUN OLAYINI OLDUĞU GİBİ ANLATACAĞIZ." Kasas; 3 Kur'ân-ı Kerîm'de sözü edilen ve en çok ismi geçen peygamberlerden birisi de Mûsâ aleyhisselamdır. 34 sure, 131 ayet ve 136 yerde kendisinden doğrudan bahsedilir. Bu bahisler çok geniş bir perspektif içerisinde olduğundan, dönemin Mısır yönetimi, ekonomisi, sosyal ve dini yapısı net şekilde görülebilmektedir. Bu dönemin, tarihin hangi yıllarında yaşandığı ise açıkça bildirilmemiştir. Mûsâ aleyhisselamın hayatında ve peygamberlik döneminde işaret taşı sayılabilecek olaylar özetle şöyledir; doğumu ve suya bırakılması, Mısır'dan hicret etmesi, Medyen yöresinde geçen yıllar, Mısır'a dönüş, sihirbazlarla yapılan karşılaşma, Firavn ve ordusunun helak edilmesi ve Sina çölündeki hayat... HAYATI Mûsâ aleyhisselam, Mısır'da devlet terörünün acımasızca sürdürüldüğü yıllarda dünyaya gelmişti. Dönemin firavunu, İsrâiloğullarının erkeklerini hadım ettiriyor, yeni doğmuş oğlan çocuklarını ise öldürtüyordu. Mûsâ aleyhisselama hamile olan anne ise korku ve heyecanla gün saymaktaydı. Derken doğum gerçekleşti ve Allahü teala tasalı anneye; "son derece sevimli" bir oğlan çocuğu lütfetti. Ne yapacağını bilemeyen anne, çocuğunu canilerden koruyabilme telaşına düşmüştü. Bu arada, birbiri ardınca mucizeler de sökün etmeye başladı. Anne, kalbine gelen kuvvetli ilhamlar sayesinde endişelerinden kısmen kurtuldu. Allahü tealanın verdiği bu ilhamlar; "Onu emzirmesini, bir tehlike karşısında suya bırakmasını ve boğulmasından korkmamasını, ayrılığından kederlenmemesini" emrediyor, "Yine kendisine geri döndürüleceğini ve peygamberlikle şereflendirileceğini" de vaad ediyordu. Nil nehri kıyılarından bir görünüş Bunun üzerine anne, bir sandık yaptırarak ciğerparesini içine koyar ve Nil nehrine bırakır. Kızına da nereye gittiğini takip ettirir. Sandık, sularda sürüklenerek Firavunun sarayının kenarına kadar gelir. Saray mensupları, onun içerisinde buldukları nurtopu gibi bebeği, Firavn'ın karısı Âsiye hanıma getirirler. Sandığın saray görevlilerince bulunmasını anlatan bir resim Firavn, olayı duyar duymaz çocuğun öldürülmesini emretmiştir ama, Âsiye hanım onu öz oğlu gibi savunarak teslim etmez. Fakat bu savunmasını çok ince bir siyaset takip ederek yapar. Firavunu ikna ettikten sonra çocuğa bir süt anne aramaya başlar. Ne var ki çocuk, hiçbir süt anneyi kabul etmez. Derken Allahü tealanın verdiği "Onu sana döndüreceğiz" sözü gerçekleşir ve kalbi buruk anne yavrusuna kavuşmuş olur. Mûsâ aleyhisselam sarayda büyümeye başlar. Âsiye hanım ona oğlum diye hitab ederek herkesin saygı göstermesini sağlar. Efendimiz Mi'rac gecesi görüştükleri Hazret-i Musa'yı uzun boylu, fazlaca esmer, saçı ve vücudu toplu olarak tarif etmişlerdir. Asrı Seadette Yemenli Şenue kabilesinin erkeklerine benzetmişlerdir. Şenu erkekleri uzun boylu, karayağız ve kıvırcık saçlıydılar. Hazret-i Mûsâ büyüyüp olgunlaşınca başına garip bir kaza gelir. Bir israiloğlu ile bir kıptinin kavgasını ayırmak isterken istemeden kıptinin ölümüne sebep olur. İdam edilmek üzere erendığını öğrenince de, Medyen şehrine hicret etmek zorunda kalır. Bu olay Hazret-i Mûsâ'nın hayatının dönüm noktasıdır. Burada Şuayb aleyhisselamın damadı olur. 10 sene yanlarında kaldıktan sonra, Mısır'a dönmeye karar verir. Kayınpederinden izin ister. İmam-ı Nesefi ve Ebussud Efendinin tespitlerine göre istikamet Mısır'dır. Güvenle yaşadığı Medyen'den niçin ayrılmak istemişti? Bazı kaynaklarda onun, Mısır'daki annesini ziyaret etmek için büyük arzu duyduğunu ve böylece yola çıktığını kaydedilmiştir. Mısır'a dönerken yanında hanımı, çocukları ve koyunları vardır. Öldürülmek üzere arandığı bir ülkeye niçin kesin dönüş yapar gibi yakınlarını da beraberinde götürmek istemişti? Allahü tealadan aldığı bir vahiy gereği diyemeyiz zira henüz peygamber olmamıştır. Burada akla gelebilecek ilk ihtimal, Mısır'daki ölüm cezasının kalkmış olmasıdır. Kur'ân-ı Kerîm, i'cazı gereği ayrıntılardan bahsetmez. Tevratta; "(Medyen'de geçen) Bu uzun süre esnasında Mısır kralı öldü" şeklinde çok ilginç bir ayrıntı vardır. Eğer doğruysa, yeni firavunun tahta çıkması şerefine Mısır'da ölüm cezalarının kaldırılması gibi hatırı sayılır bir sosyal gelişme olmuş olabilir. Dönüş yolunun açıldığını gören Hazret-i Mûsâ, aile efradını ve mallarını alarak Mısır'a dönmeye kara vermiş olabilir. Yarı yolda peygamberlikle şereflenir. Firavunla yaptığı uzun mücadeleden sonra, İsrâiloğullarının Mısırdan göçü için "eman" alır. Bu arada firavn, göç eden topluluğu imha etmek için peşlerine düşer ve Süveyş körfezi kıyılarında arkalarından yetişir. Burada büyük bir mucize meydana gelerek deniz yarılır. İsrâiloğulları karşı kıyıya geçerler ama peşlerine düşen firavn boğulur. Böylece Mısır dönemi geride kalır. Şimdi buraya kadar anlattıklarımızı ölçü kabul ederek bugüne kadar ele geçirilmiş arkeolojik verilerle karşılaştıralım. ARKEOLOJİK BELGELER Hazret-i Mûsânın yaşadığı dönemin Hiksoslardan sonra olduğu bugün artık kesin olarak bilinmektedir. Tarihi kaynaklara göre Mûsâ aleyhisselamın döneminin; MÖ 1300 başlarına doğru olduğu ileri sürülmüştür. Bu dönem, Mısır merkezli dünyada çok hızlı ve tarihi açıdan çok önemli olayların yaşandığı dönemdir. Yine bu dönem, Mısır ve Hitit devletleri arasında dünyanın en büyük devletini belirlemek için bir dizi diplomatik ve sıcak savaşların yapıldığı dönemdir. Hititler Anadolu'yu merkez yaparak ortadoğuyu ellerinde tutmak istiyorlardı. Bu dönemde ortadoğu halkları içerisinde hayli güçlü olduklarını görüyoruz. Hititlerin Tevrat'taki adları Het çocukları ve Hittim'dir. Dr. Martin Luther bunu Hethit diye almancaya aktardı. İngilizceye çevirenler Hittites diye yazdılar. Fransızcada önce Héthéen şeklinde kullanıldı. Türkçesi Hititler'dir. O dönemin çok güçlü kavimlerinden olan Hititleri Tevrat, çok önemsiz toplulukları sayarken anar. Hazret-i İbrahimin anlatıldığı kısımda ise biraz daha fazla bilgi bulabiliyoruz; "Hazret-i İbrahim, Het çocukları önünde kendisini bir yabancı olarak tanıtır ve önümde yatan cenazemi gömeyim diye onlardan izin ister." Bu satırlardan, o dönemde Hitit toplumunun Filistin'de hayli etkin olduğunu anlıyoruz. Bir başka kayıtta ise Hititlerin çok güçlü bir toplum olduğunu görüyoruz; "Çünkü Rab, Suriyelilere atların, arabaların ve büyük bir ordunun gürültüsünü duyurdu. Öyle ki, aralarında şöyle konuştular. Bakın, İsrâil kralı üstümüze saldırsın diye yine Hitit kralları ve Mısır kralları ile anlaşmış." Asurlular da sık sık Hatti/Hitit ülkesinden söz edip Mısırlıların Heta ile sürüp giden savaşları anlatılmaktadır. Heta; Mısır hiyeroglif kelimesi H-T'nin okunuşudur.
-
Bakabilecekmisiniz ?
kalitesiz çapsız eksensiz tenkitler.... senin eleştirilerin varya aslında az şöyle bakılsa görülecektirki kuru_sıkı olayından başka birşey değil...arap putu deyip reddettiğiniz Allahın yerine kalplerinizdeki sayısız putu(mal,şehvet,bencillik,kendini beğenmişlik vs...)neyle izah edersiniz...ayrıca Allahın inkarı demek sebepleri ve tabiatı ilah kabul etmek demek anlamına gelirki buda kainat zerreleri (atomlar,elektronlar,atom altı parçacıklar vs...)adedince ilahı kabul etmek gerektiriyor...burda soruyorum acaba biz Allah bir deyip tevhit derken mi yoksa siz Allah yok deyip put deyip kainat adedince putu kabul etmiş olurken mi putçu olmuş oluyorsunuz... ne diyeyim cehennemede adam gerek... vesselam.
-
Kaç tane Meryem var?
DİKKAT ben kürdüm derken kırmızıyla yazmamıştım sade bir yazıydı orayı işaretliyerek bir kere açıkça iftira etmişsin bu biiiiirrr.... 22 tane dedemi ben sayarım demedim dedem belki 22 tane sayar dedim....çarpıtma olayı ...ey bu yazdıklarımı okuyacak insanlar görüyorsunuz işte mesele nasıl çarpıtılıyor ...ya arkadaşım dur sana yazdığım yazının ardından 1400 sene geçsin sen sonra başla çarpıtmaya...daha bismillah yeni yazdım arkamı döndüm anah...o da ne ben ne yazdım bu ne diyor...ve herkse sesleniyorum ... okuyun!!! kullanılan metodu sergiledim vakıanın boyutu , kullanılan teknik budur işte... ayrıca musa ve isa hakkında var olmadıkları vs...bir sürü gümbürtü var ve ilmen bunlara sadece hipotez(varsayım) denir.bunların meryemle ilgisi yok laf kalabalığına dökmüşsün işi...ve birileri patlasada musada var isada...hesine salat selam olsun... marabalar ayaklanır vs...sen benim içinde olduğum ilmi ve kültürel ortamı biliyormusun ... arkadaş çevremi biliyormusun...marabalar vs...iki üniverste bitirdim ben vatandaş...üniverstede prof.lardan arkadaşlarım var ...ailem okumuş kimselerden oluşuyor...marabalar lafı güzaf...ayrıca ben burda şunun altını iyice çiziyorum ben kürtlüğümle övünecek kadar cahilde değilim...Türk kelimesini git bak hemen her yerde büyük harfle yazarım saygımdandır bu...seni ilzam etmekten bana resmen bıkkınlık geldi ama sen ilzam olmaktan bıkmıyorsun... bu iş buraya kadar...resmen bitirdim dahada itiraz edecekmisin merak ediyorum... herkese sevgiler saygılar.
-
Muhammedin şehveti ve Tanrısı
büyük harflerle yazılan yazılar bana aittir.alıntıyı böyle yapmamın nedeni parça parça incelemektir. 33/36. Allah ve resulü bir iste hüküm verdiklerinde, inanmıs bir erkekle inanmıs bir kadının, islerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Allah'a ve resulüne isyan eden, açık bir sapıklıga batıp gitmis demektir. Eğer zeyd bu ayete rağmen eşini boşamışsa büyük cesaret diğer türlü zeyd sapıklığı seçmiş demişsin kendin söyleyip yine kendin tekzip etmişsin ben olayı aktarırken demiştimki ki okumuyorsun peygamber nasihat etti dedim nasihat başka hüküm başkadır...farkı göremiyorsan birdaha yazma buraya... 33/38. Allah'ın kendisine farz kıldıgı seyde peygambere hiçbir vebal yoktur. Daha önce gelip geçmislerde de Allah'ın yolu-yöntemi buydu. Allah'ın emri, belirlenmis bir kaderdir/ölçüdür.Ayetlere bak ne ilginç değilmi peygamberin nikahını allah kıymış.EE kolay değil gelinini alacaksın nede olsa sonra diğer ayet devreye girer millet söylenmeye başlayınca.33/40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası degildir; O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah herseyi geregince biliyor.İlginç valla peygamberin veremediği cevabı allah veriyor.</FONT> bu yazdıkların ilmi olmadığı ve olayın ayrıntısını naklettiğim halde okumadığın için sadece gülerek geçiyorum ...zira tamamen yorum hemde iftira içerikli... 33/50. Ey Peygamber! Biz sana su hanımları helal kıldık: Mehirlerini verdigin eslerin, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunanlar, amcalarının, halalarının, dayılarının, teyzelerinin kızlarından seninle birlikte hicret edenler. Peygamber kendisiyle evlenmek istediginde, kendisini Peygamber'e hibe eden mümin bir kadını da öteki müminlere degil, yalnız sana özgü olmak üzere helal kıldık. Onlara esleri ve elleri altındakiler hakkında neler farz kıldıgımızı biz biliriz. Sana bir zorluk olmasın diyedir bu... AllahGafûr'dur, Rahîm'dir. Bak Allah burdada birsürü kadını helal kılıyor kadın mal ya ve bu kelam Allah kelamı diye karşımızda. burda duracaksın işte...peygamberin evlenme hikmetlerini ne kadar anlatacaz bilemiyorum...ama şu varki hz haticenin ben yaşlandım istersen evlen teklifine rağmen evlenmemiştir. Peygamberlik gibi mutlak bir otorite ile birlikte devlet başkanlığı da kendisine ait iken nefsine düşkün olsaydı sadece Hz Aişe bakire olmak üzere evliliklerini aşağıda belirtilen şartlardaki hanımlarla mı yapardı! Evlendiği hanımlar: Hz. Sevde: 53 yaşında, dul. Hz. Aişe: Peygamberimizin dul olmayan tek eşidir. Hz. Hafsa: Dul, Huzeyfe kızı Zeynep: 60 yaşında dul, Ümmü Seleme: 65 yaşında 4 çocuklu dul, Cahş kızı Zeynep: Dul, Ümmü Habîbe: 55 yaşında dul, Cüveyriye, Safiye: Esir (esir ve cariyelerle evlenmek adet değildi) Meymune: 2 çocuklu dul, Mısırlı Mariye: Cariye ...uzatmak istemiyorum geçiyorum Onlardan diledigini geriye bırakırsın, diledigini yanına alırsın. Bir süre için uzaklastıgın hanımlarından diledigini yanına almanda bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanmasında, tasalanmalarında ve kendilerine verdiginle hepsinin hosnut olmasında bu daha uygun bir yoldur. Allah sizin kalplerinizde olanı bilir. Allah Alîm'dir, Halîm'dir. Yaş kemale erince genç kadınlarla birlikte olması için allah yine peygamberinin yardımına yetişmiş. bu yazdıklarında zeyd ve zeynep olayı ile ilgili değil sallamışsın yine...burdaki olayda karı koca arasındaki kasm kavramı işlenmiş ve işin peygambere bakan kısmı anlatılmış...detaya girmiyorum okuyan anlıyordur zaten... 33/52. Bundan sonra sana artık baska kadınlar helal olmaz. Bunları, baska eslerle degistirmek de -onların güzellikleri hosuna gitse bile - helal olmaz. Elinin sahip olabilecekleri müstesna. Allah her sey üzerinde bir Rakîb'dir, her seyi gözetlemektedir. Yani artık başka kadın alamazsın ama kapı yine açık seferde sahip olabileciğin cariyeler olabilir. bu alıntında zeynep ve zeyd olayıyla uzaktan yakından ilgili değil...maksat sadece salla salla vur duvara belki tutar numara... 53. Ey iman edenler! Size bir yemek için izin verilmedikçe Peygamber'in evlerine girmeyin. Vaktini bekleyip durmaksızın çagırıldıgınızda girin, ancak yemegi yiyince hemen dagılın. Söze dalıp lafı koyulastırmayın. Çünkü böyle davranmanız Peygamber'i rahatsız eder. Fakat o size bir sey söylemekten utanır. Allah ise hakkı dile getirmekten çekinmez. Peygamber'in eslerinden bir sey istediginizde, onlardan perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir yoldur. Allah'ın resulüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra onun esleriyle nikâhlanmanız, size helal kılınmamıstır. Böyle bir sey Allah katında büyük bir vebaldir. Burdada peygamberin düğün yemeğinden (zeyneple evliliği) gitmeyen misafirler için allah yine yardıma yetişmiş ve cebrail aracılığı ile sepet havası çalınmakta.Bu arada ne olmaz ne olur peygamberin eşleri bir çılgınlık yapmasın diye perde arkası ve kocalarından sonra evlenmeye niyetli olmasınlar diye evlenme yasağı var. şu son yazdıklarını, yazarken hani derlerya hiçmi Allah korkusu yok sende aynen öyle...demekki boşuna dememişler ...kork ondan korkmaz Allahtan...diye...yukarıda yazan ayetlerle senin yaptığını sandığın yorumu dön bir oku bakalım ne yazıyor...hanımlar çılgınlık yapmasınlar vs...yahu ben bunlara açıklama yapayımmı yapmayayımmı şaşırdım...misal vereyim sana .sen annenle beraber dolmuşa bindin anneni rahat etmesi için cam kenarına aldın ...biri sana deseki neden kadını oturttun oraya yoksa bir çılgınlık yapmasındanmı endişe ediyorsun ...cevabın ne olurdu acaba...tesettür ve mahremiyet ...fransızsın bu meselelere...nas vardı hanımların mahremıyetıyle ilgili peygamber bunu uyguladı hemde nefsinde...aynı mantıkla kızı fatma için hırsızlığı o yapsa onunda elini keserim sözünü neden görmezden geliyorsun... 33/56 Muhakkak ki Allah ve Melâikesi Peygambere hep salât ile tekrim ederler, ey o bütün iyman edenler! haydin ona teslimiyyetle salât-ü selâm getirin Bak Allah la melekleride peygambere salat etmekteler işin garibi allah en büyük kendisi olduğu halde acaba salat ile bir üstümü varki peygamber için ona dua etmekte. Çünkü Allah ve melekleri Peygamberi hep salat eder dururlar. Allah Teâlâ rahmet ve nimet vermesi ile, melekler istiğfarları ile ve hizmetleriyle Peygambere daima ikram etmektedirler...ben bile Allahın bir üstü olmadığını ve maksadın bu olmadığını biliyorumda dini vaz edenmi peygambermi bilmeyecek...devrimiyle devletleri dize getirecek bir zeka sahibimi hata edecek...ki bu ayetin manasını açıkladım ve yine söylüyorum yazdığın ayetler zeyd olayıla alakalı değil.. oysa neydi seninin iddialı başlığın.... Şehvet Olayında 2. Perde Tebenni Olayı Zeyd ibn Harise / Zeyneb binti Cahş / Muhammed neden alakasız şeyler yazdın durdun o zaman .gözlerden kaçtımı sandın... vesselam...
-
Kurandaki çelişkiler
ama yazdıklarına gelince...iyi okuyun... Peygamber arapmış da arabistanda yetişen meyveleri yazmış durmuş ananas neden yazmamış demişsin; kuran yemek kitabımı... ne az düşünüyorsun...ayrıca geçiyorum meyveyi sebzeyi ki sen ayetleri birbiri ardına getirip sanki kuranda sadece bu örnekler varmış gibi bir pskolojik teknik kullanmışsın yemezler.!!! ayet; 1_Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; hadid/25 2-Orda (yerde) onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti, onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere ordaki rızıkları dört günde takdir etti. Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek (İtaat ederek) geldik" dediler. (Fussilet Suresi, 10-11 3_Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12) 4_Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47) vs..vs... gibi ayetler geçerken kuranda , soruyorum ...peygamber aleyhisselam (haşa) nasadamıydı senin mantığından bu çıkıyor...hakkını ver yazdıkalrının...ama o zamanın sahabeleri demedilerki yahu genişleyen gök ne demek varmı böyle birşey...veya duman halindeki gök ve yeryüzüyle birleşmesi...vs ne demek ..demediler .iman ettiler.senin inkarcı mantığın için Allah onlara ne yapsanda inanmazlar diyip geçiyor malını biliyor o yarattı...hiç bilmezmi... hem kuran tüm zamanlara hitab ediyor ve tüm zamanların onda payı var...yani yaşadığı dönemin insanlarını ihmal edip bir tek senin yiyeceğin yemeğin menüsüylemi uğraşacak...ve bir insan kutuplarda da yaşasa yerin dibinde de yaşasa ayetlerde resmedilen tüm meyveleri ve gölgeleri fıtratı gereği ister ...ayrıca peygamber başka meyve adı bilmiyormuydu sanıyorsun...ama ordaki meyvelerden bilhasa o meyvelerin adının geçmesi hem yaşadığı topluma hitab edebilmek hemde o meyvelerin önemini belirtmektir ki bugün senin hurmanın içindeki vitaminlerden haberin yoksa ben ne yapayım.hem ayette hurmayla beraber ismini vermeyip sadece bir çok meyve dediğini ... yazdığın halde göremeyecek kadar basiretsizsen ... mesela birşey yazarken bizdedevardır bir örnek verir ardından bu ve bunun gibi niceleri demezmiyiz...ama tabi senin herzaman vereceğin örneklem sayısı biri geçmeyeceği için ... dikkatinizi çekiyorsa çok sığsınız çok hemde...bence gidip bir bileni tecrübeli bir ateisti alın gelin bana ben yine Allahın izniyle ilzam edeyim... vesselam...
-
ÇAMUR ATMAK
öncelikle selam...sonra kelam; arkadaşım ben sizin yazdıklarınıza şöyle genel olarak baktığımda dedimki kendi kendime ; ya evet aslında güzel ve bilinen şeyler ama klasikleşmiş klişeler vs...vs... ancak sizin kaçırdığınız bir şey var burada; yahudi... evet osmanlının son zamanlarında hız kazanan bu sabetaycı hareketler işin öncesinde (bu fikrin miladı)belki mühim değil gibi görünüyor ama sonrası için durup iki kere düşünmek kanaatindeyim yani... özellikte mason örgütlenmesi incelenirse görülecektirki hemen hemen tüm kadrolarda masonlara rastlamak mümkün.askeri mülki vs... ve osmanlının yıkılmasının ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti bu zamana kadar hala belini doğrultamadıysa ben gelin düşünelim derim . ama düşüncemizin içine şu konuları eklemeden yapılan bir düşünmeyi baştan söyleyeyim kabul etmem... konular şunlar; 1_türban 2_üniversteler ve rektörleri (sadece türban eksenli bakmayın)bunların dokunulmazlıkları 3_yaş kararları ve silahlı kuvvetlerin yaş kararlarının yargı denetimi haricinde bırakılması 4_seçimlerde son seçim hariç birde tek tük ...koalisyon hükümetlerinin iktidarı 5_ekonomik bunalımların 6_hizbullah ve faili meçhuller 7_pkk 8_ (bazı)medyanın devamlı dini karalama çalışmaları 9_bazı hocaların kıt bilgilerine rağmen (bazı )medya aracılığıyla öne sürülmesi vb... şimdi bu olayların özellikle son yıllarda revaç bulması 28 şubat sürecinden sonra mason localarının Türkiyede özellikle legalliğini ilan etmesi.vs...vs...düşünelim şimdi...yahudi diyince neden korkmayalımki... sizce ; dedesi yahudi =tesadüfmü?
-
ALLAH YOKTUR!
bahsini ettiğin konuda ; seni geçiyorum , acaba şimdiye kaç feylesof kesin bir bilgiye ulaştı...demekki varlık kabul edilecek ...ona iman edilecek...vasfı üzerinde değil !!! zatının ortaya koyduğu eserleri düşünülecek tefekkür edilecek. Allah yücelerin yücesinde ne tabir kullansak ne tasvirde bulunsakta O bunların hepsinin yücesinde. hem kesin olmayan bir bilgiyi tahmini şeylerden öteye geçmeyecek akıl yürütmelerle kurcalamanın kime ne yararı varki.bence zarar ziyan... saygılar...
-
BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR!
1_yazıp çizdiğin şeylerin ne anlama geldiğinin umarım farkındasındır...sen hac ibadetini putçulukla bir tutmuşsun...izah etmemi istermisin.ben olsam istemem derdim... 2_fetiş benzetmesini yapmışsın bunu gayri ahlaki ve bir tabir_i habise kabilinden görüyorum...hangi kelime nerede nasıl kullanılır önce bir öğren... 3_albay ve asker benzetmene gelince şimdi misaline göre şu çıkıyor... resullah (yüzbin kere haşa ve kella)bankı boyayan ve orda ilk nöbeti tutturan oluyor...sonra gelenlerde er ....öylemi...yazdıklarınla seni utandırmadan önce tekrar düşünmeni tavsiye ederim. vesselam...
-
İman...nedir?
hakkımdaki hüsnü zannına layık olmayı Allah bana nasib etsin... mevlananın bir rubaisini çok beğenirim ; “Men, bende–i Kur’an’em eğer ki can darem Men hak–i reh–i Muhammed Muhterem Eğer nakl küned cüz in kes ez güftarem Bizarem ez ü ve’z an suhen bizarem.” Yani: “Ben sağ olduğum müddetçe Kur’an’ın kölesiyim. Ben, muhammed Muhtarın yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse, Ben, ondan da bizarım (şikayetçiyim), o sözlerden de bizarım.”
-
HAYVANLAR KABİR AZABINI DUYABİLİRMİ?
hayvanlar kadar düşünceli olamıyoruz kısmı... bu , o anlama gelmez kardeş...yani hayvanlar görse bile idarak edemiyorlar ,idrak edebilselerdi eğer sizin gibi ....manasına gelir. şunu kavra biz idrak ediyoruz ama kabir alemini müşahade edemiyoruz , hayvanlar kabileyetleri nisbetinde müşahade ediyorlar ve fakat idrak kavramı olmadığından anlamıyorlar... nefse uyma meselesinde; doğrudur nefsimiz peşimizi bırakmıyor ama bugün kabir alemini görüp nefsin peşinden giden bir insanda düşünemiyorum en derin saygılarımla...
-
İman...nedir?
Allah senden razı olsun... bende 16 yaşındayken kurcalardım bunları...ama şimdi tek sermayem şu kaldı,başka bilmem; Lailaheillallah Muhammedurresulullah(aleyhisselam)