HİMYATA tarafından postalanan herşey
-
ALLAH YOKTUR!
mana olarak anlatmaya çalıştığın şey güzel ama ben bu sözü hiç tutmuyorum. ya varsa...ne demek bu... birileri patlasada O vardır.hep vardı her zaman var olacaktır...onu inkar etmek evvela kişinin kendini reddidir.Aklın yolu birdir.en babayiğiti bile bu konuda susacaktır.meselenin lam'ı cim'i yoktur...her şey ayan beyan ortadadır. saygılar...
-
Tasavvuf
kardeş yazdıklarının okunmasını istiyorsan mümkün olduğunca kısa ve öz yazmalısın...mesela yukardaki onca yazdığın şeyi özetleyerek veya bazı yerlerini seçerek yazarsan daha makul olur kanaatindeyim.çünkü bu yazdıklarını nette daha ayrıntılı bir şekilde tek tıklamayla bulabilme imkanına sahibiz .sencede öyle değilmi. saygılar.
-
İman...nedir?
sadece akılla yola çıkmak sefere silahsız gitmektir...akılı imanı kavramada bir araç olarak görmek lazım... sonra aklın ulaşamadığı yerde ^^kabı kavseynde^^ artık aşkla girmek...bence buda iman nedir sorusuna verilecek yanıtlardan biri olabilir... budistlerin yaptığı gibi saçma ritüellerini sorgulamadan değil...meselenin kaynağına inmek bence haysiyetli olan yoldur...deliller incelenmeli kaynaklar kontrol edilmeli...akıl burda devrede olmalı. ancak sadece araç olmalı amaç olursa aynı yerde debelenmek...ilerisi yok... ve ötelerin ötesini görmek...acaba sadece kafa gözüylemi görünüyor her şey... hz.Ali, ben görmediğim Allaha ibadet etmem! derken neyi kasdetti...iman burda tüm azametiyle devrede. saygılar.
-
Bakabilecekmisiniz ?
doğrudur yukarıda yazdıklarımın ışığında bu son yazılanlara baktığımızda ...evet bu söz cidden doğru bir söz diyorum . bakın beyinsel fonksiyonların ve düşünce yetisinin sınırlarına ki kutuplarda bir balina buzlara takılınca tüm evrenselci sözüm ona bilimselciler orda...gitmeyenler yamyam!!! ama çanakkalede ,yemende,çeçenyada hatta yakın örnek filistin ve lübnanda bu düşünce yetisi o kadar şahane kullanılıyorki...batının yaptığı rezaletler bu ^^düşünebilme yetisi^^ile harika ört pas ediliyor...ve bu ''yeti'' özgürce kullanılarak insanların namusuna ,canına ,malına..gayet özgürce müdahale ediliyor.tecavüz ediliyor...bu budur yani. kimse kendini kandırdığı şeylerle başkalarınıda kandıracağını zannetmesin... saygılar...
-
HAYVANLAR KABİR AZABINI DUYABİLİRMİ?
kabir azabı haktır.ve bu konuda hadisler ve hatta...firavun ve ailesine sabah akşam ateş arz olunur ...gibi müfessirlerce kabirdeki azabın anlatılmak istendiği söylenilen ayetlerde vardır... soruna gelince...hayvanlar duyuyormu görüyormu...bu konu hakkında da hayvanların işittiğine dair hadisler var...ancak hayvanlar bu azabtan mahfuzdurlar ve idrak kavramlarıda bizdeki gibi olmadığından bunlara mana veremezler yani... bilme göre ispatlanmış bazı durumlar söz konusudurki depremlerin bazı hayvanlarca önceden hissedilmesi gibi mesela...bu konuda böyle bir ifadeyle açıklanabilir... saygılar
-
BİLİM-DİN ETKİLEŞİMİNİN İNCELENMESİNDE EN TEMEL SORUN: TEFSİR TARİHİ...( Peygamberden günümüze kadar hiç değişikliğe uğramadn gelmiş bir metin değild)
yine cımbızlama tekniği ve şartlanma güdüleri devrede... arkadaşım bu ayetler nesih mensuh bahsinde geçen ayetlerdendir ve ben sorularının yanlışlığını gözüne sokarcasına ispat etmeme rağmen tutup başka sayfalarda aynı soruları tekrar edip duruyorsun. nesih meselesinde bazı durumlar vardır ki bahsi geçen mesele dipnotun anlattığına delil teşkil etmiyor zaten. burda bildiğiniz halde çarpıttığınız şey şu neshte bazı ayetler tilavet(metin)olarak nesh edilir hüküm kalır...bazıları hüküm olarak nesh edilirken tilaveti(metni)kalır. zaten meselenin bazı hadım edilmiş zihinlerde yanlış yerlere oturması veya oturtulmaya çalışılması bundandır...ki nesh meselesinde zamanın sahabileri olsun bizzat resulullah olsun bu işin takibi çok net yapılmıştır yani... gelelim dipnotun okuyuş farklılıkları diye çarpıttığı ekleme çıkarma işine... kuran 7 okuyuş üzerine indirildi...diye hadis var ve hz. ömerin bir adamın ardında namaz kılarken adamın değişik okuyuşu sebebiyle adamı yaka paça peygamber aleyhisselamın yanına getirip sorgulaması ve peygamber aleyhisselamında yukardaki 7 okuyuş üzre nazil oldu hadisini söylemesi meşhurdurki hz. ömer gibi müdakkik ve adil bir insan bunu anlamış ve kabul etmişken afedersiniz ama işin uzmanları dururken sonradan yetme birininki istediği kadar şarkiyatçı veya filolog olsun... haksız isnatlarını dikkate almak safdillik olur bence...mesle ortadır uzatmanın alemi yoktur... saygılar.
-
Bakabilecekmisiniz ?
1_endişeniz yoksa o halde bu tarz ki bünyesinde caydırıcığı esas alıp (caydırmak korkutmakta terbiye metodudur ) hayata nizam verme amaçlı ayetlere takılıp durmanın mantığı nedir? 2_siz kimsiniz acaba doğruluğun sizde olduğunu nerden tescil ettirdiniz...yoksa sizin ''biz doğru insanlarız''tabiriniz sadece kendi gibi düşünen insanların verdiği bir ortak karar olmasın ve...ve sakın bu insanların içinde filistinde keşmirde çeçenyada hatta o insanların yaşadıkları yerin göbeğinde arnavutlukta hatta bosnada yapılan kıyımlara seyirci kalan hatta gizliden alkış çalan insan görünümlü yaratıklar olmasın ...bunlarıda sorgulayın... saygılar
-
said nursinin hataları
sussam derlerki pes etti de sustu...yoksa bırakacaktım burda ama neyse... yukarda defalarca yazıldı bu...senin sorunu oraya havale ediyorum... oku ve cevabın neyse ona göre ver...saygılar
-
İman...nedir?
evet seni anladım dostum...bencede haklısın kimse Allah adına iş yapıyorum diyipte ben merkezli hislerini içten içe tatmin edip durmamalı erdemli olmak adına...bu gerekiyor.ve bu bu kadar basitte değil zaten...ayağa düşecek cinsten şeyler olamaz yani. benim ilave etmek istediğimde buydu bak; iman etme işi büyüktür aşk işidir...ve insanın sinesini adeta yarar genişletir...ve kısaca bunun bir çok pozitif getirileri vardır...huzurda bunlardan sadece biridir. saygılar...
-
Kurandaki çelişkiler
kısa kısa yazınca anlamıyorsun...ayrıca birde uzun deneyeyim (senin yaptığın gibi) dedim yok olmuyor zira sende şartlanma var tedavi olamazsın sen... 1_verdiğin ayetlerde 1.ayette müşrikler derken açıkça ortak koşan putpestlik davasının adamları... 2_verdiğin ayetelerde helal kılınması müşriklerin islamda iki bölümde incelenmesindendir...ki ehli kitapta müşriklerden olmasına karşın zahiren Allah inançları sebebiyle birinci kategorideki putperest müşriklerden farklıdır.onlara dahil edilmeden değerlendirilirler. 3_son olarak verdiğin ayet konuyla ilgili değildir.o ayetlerde ehli kitabın hakikatte inanç yönüyle düştüğü şirki ifade ve tarifte kullanılmıştır.mevzuları çarpıtıp durma... hem bu mesele çok rahat anlşılacak bir meseledir ki ben yorum bile yapmadım burda sadece bilgilerimin ışığında ayetleri okudum o da kafi geldi zaten... ama sen bir önceki konu için sana hitaben meydan okumamı duymadın galiba kaçma bana cevap ver...laf sokup kaçmak kolay...arkana bir dön bakta...torbandan düşenleri topla istersen ... vesselam...
-
İman...nedir?
yani sence huzur bir imandır... bence huzur imandan bir şubedir belki...son tabir daha kapsamlı olmadımı sence...ne dersin arkadaş. saygılar...
-
Kurandaki çelişkiler
9 -TEVBE 31- Allah'dan başka bir de hahamlarını (yahudiler) ve rahiplerini (hıristiyanlar) kendilerine rab edindiler". Allah'ın emrine, hakkın hükmüne değil, onların hükümlerine, onların iradelerine tabi oldular. Onlara Allah'a tapar gibi taptılar, hatta Allah'ı bırakıp onlara taptılar, Allah'ın emirlerini bırakıp, açıkça Allah'ın emirlerine ters düşen keyfî arzularına itaat eylediler. Allah'ın haram kıldığı şeyleri onların emriyle helâl gördüler. Allah'ın "yapmayın" dediği şeyleri yaptılar, "yapın" dediklerini de yapmadılar. Allah'ın emir ve yasaklarını değil de onların emir ve yasaklarını dinlediler. Onlara, Allah'ın emirlerini uygulayan, O'nun dininin hükümlerini anlayıp anlatan kimseler gözüyle değil de, dinde sanki Allah gibi hükümler vermeye ve kurallar koymaya yetkili imişler gibi baktılar. Doğrudan doğruya kendi yanlarından şeriat vaz'etmeye, dini hükümler koymaya hakları varmış, sanki birer müdebbir rabmış gibi baktılar. Onların iradelerine heva ve heveslerine uydular. Nitekim bu âyetin mânâsı hakkında meşhur Hatim-i Tâî'nin oğlu Adiy demiştir ki: "Resulullah'a geldim, boynumda altından bir haç vardı, ki Adiy o zaman henüz müslüman olmamıştı ve hıristiyandı, Resulullah Berâetün Sûresi'ni okuyordu, bana "ya Adiy şu boynundaki veseni at" buyurdu. Ben de çıkardım attım. "Allah'tan başka hahamlarını ve rahiplerini de rab edindiler." anlamına olan âyetine geldi, ben, ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim. Resulullah buyurdu ki: "Allah'ın helal kıldığına haram derler, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah'ın haram kıldığına helâl derler, sizde helâl saymaz mıydınız?" Ben de "evet" dedim. "İşte bu onlara ibadettir." buyurdu. Rebi' demiştir ki, "Bu rablık İsrailoğulları'nda nasıl idi?" diye Abdul'âli-ye'ye sordum. O da "Genellikle Allah'ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı." dedi. Bu rivayetler şunu gösterir ki, herhangi birini rab edinmiş olmak için behemahal ona "rab" adını vermiş olmak şart değildir. Allah'ın emrine uygun olup olmadığını hesaba katmayarak, onun emrine uymak ve özellikle de dinin hükümlerine ait olan hususlarda onu kural koymaya yetkili sanıp ne söylerse, ne emrederse doğru farzetmek, ona uyduğu zaman Allah'ın emrine ters düşeceğini düşünmeden hareket etmek, onun emirlerini taparcasına yerine getirmek onu rab edinmek ve ona tapmak demektir. Şu halde burada din âlimlerine, ulul'emr adı verilen devlet başkanlarına itaat etmek, Allah'ın emri olan bir farz değil midir? O halde yahudilerle hıristiyanların kendi âlimleri ve yöneticileri demek olan "ahbar" ve "ruhban"a itaat etmeleri niçin muaheze olunuyor? Şeklinde düşünmeye gerek yoktur. Çünkü burada sözü edilen şey, Allah için itaat ve teslimiyet değil, "min dunillah" olan, yani Allah'ın emrine ters düşen itaattir. Gerçekten de ilmî hakikatleri kabul ve âlimlere itaat etmek ve saygı göstermek Allah'ın emridir. Ve Allah'ın emrine itaat de Allah'a itaattır. Fakat bu doğrudan doğruya değil "Allah'a, Resule ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz." (Nisa 4/59) âyetinde de işaret buyurulduğu üzere Allah'a ve Resulü'ne itaatın bir bölümü olarak ve ona bağlanarak yapılacak olan bir itaattır, Allah'a ve emirlerine rağmen bir itaat değildir. Allah için bir itaat demek, Allah'ın emirleri doğrultusunda olan, en azından mahluka itaatte yaratıcıya isyan bulunmayan bir itaat demektir. Böyle bir itaat halıka isyan bulunmamak şartıyla meşru olur. İlmin hükmünün hak, emrin de maruf olması şartına bağlıdır. İlmin hakkı, hak ve hakikatı izlemesinde, gerçekle olan ilişkisinde, hakkın emrine uygun düşmesinde ve daima Allahın rızasını araştırmasında, hakkın ahkâmını tanıyıp kavramasında, hasılı Allah için olmasındadır. Yoksa gerçekle uyum sağlamayan, hak temeli üzerinde yürümeyen Allah'ın hukukuna aykırı olan, Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara karşı gelmek isteyen kuruntular ne kadar süslenirse süslensin ilim değildir. Ve âlimlerin değeri, ilim zihniyetine ve haysiyetine bağlılıkları ile ölçülür. Ulu'l-emr olmaları sırf bilgileri ve ilmî haysiyetleri bakımındandır. Yani emredilen marufu tanımaları, uyulacak âyetin hükmünü iyi bilmeleri ve ondan elde edilecek mânâyı iyi kavramaları sebebiyledir: "Bunların hüküm çıkarmaya gücü yetenleri elbette onu anlarlardı." (Nisâ, 4/83), "Allah'ın kulları içinde O'ndan en çok korkanlar âlimlerdir." (Fâtır, 35/28) özelliklerini taşımaları ve "Eğer bilmiyorsanız, ilim ve hikmet ehline danışınız." (Nahl 16/43) buyurulduğu üzere, âlimlerin ehl-i zikir olmaları bakımındandır. Âlim, bilgi sahibi olması bakımından hiçbir şeyin değil, ancak hakkın kuludur. Delillerin ve hakkın âyetlerinin emrindedir. Lâkin delilin şerefi bizzat kendinden değil, medlulü olan hakka delalet etmesi ve hakkın açığa çıkmasına yardımcı olması yüzündendir. Hakkı batıl, batılı hak yapmaya çalışanlar ise ilmî haysiyetten mahrum birer tağutturlar. İlme ve ilmin ortaya koyduğu verilere, Hak Teâlâ tarafından yaratılmış gerçekler olduğu bakımından itaat, Allah'ın emrine itaat ve hakkın farizasını yerine getirmektir. Hakka bağlı olduğu müddetçe ilme ve âlime uymamak ilim ve ulema düşmanlığıdır. Ancak Allah'ın emirlerini gözardı ederek âlimlerde velev cüz'î bir hüküm vazetme yetkisi bulunduğunu, hatta bir zerrenin bile hükmünün yerini değiştirmeye yetkili olduklarını kabul ve teslim eylemek Allah'dan başkasına bir rablık hissesi vermektir, onları "min dunillah" (Allah'ın gerisinde) rab edinmektir. Şeytanlara, Tağutlara, Nemrudlara, Firavunlara, putlara ve evsana tapmak nasıl bir şirk ve küfür ise âlimlere de haddinden fazla kıymet vermek öyledir. Mesela; doğruyu yanlışı, hakkı batılı ayırmaksızın hak ilminin gereği olmayan fikirlerini, sözlerini, hakkın emrine dayanmayan, ondan kaynaklanmayan şahsi görüşlerini, istek ve arzuya dayanan keyfi fetvalarını ve iradelerini üstün tutmak, sanki onlarda Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haram kılma yetkisi varmış gibi, hakkı değiştirebilecek bir hakları varmış gibi, kasıtlı sapıklıklar şöyle dursun, Allah'ın emrine aykırı olduğu açık olan hatalarına bile itaatı caiz görmek, hasılı Allah bu konuda ne buyuruyor, diye düşünmeden, Allah'ın emrine uymak gerektiğini hesaba katmadan, onlara itaat dahi öyle bir şirk ve küfürdür. Allah'ı bırakıp başkalarına tapmak demektir. Maalesef yahudiler ve hıristiyanlar işte böyle yapmışlardır: Ahbar ve Ruhbanlarını Rab edinmişlerdir. Onlara gerçekten Rab dememişlerse bile Rab yerine koymuşlardır. Dinde hüküm koyabilme haklarının olduğuna inanmışlardır. Hele Hıristiyanlık tarihinde ruhban sınıfının kutsal tanınması ve papaların hata etmez sayılması daha fazla resmiyet kazanmış olan çok açık bir durumdur. Bunların din işlerinde yetkili ve dinde her türlü tasarrufa salahiyetli olduklarını, ruhani meclislerin kararlarıyla ve papanın emriyle dinin ahkâmının ve kitabın kesin emirlerinin değiştirilecek derecede te'vil ve tebdil, hatta tahrif olunabileceğini, namaz ve oruç gibi temel ibadetlerin, haram ve helâl ile ilgili bütün kuralların ve meselelerin istenilen şekle konulabileceğini, her türlü günahın affedilebileceğini, hatta cennet ve cehennem anahtarlarının papazların elinde olup, bunların isteyene satılabileceğini ve bütün bunlara hiç kimsenin itiraza hakkı bulunmadığını iddia ve kabul edecek kadar imtiyazlar tanımışlardı ki, bu âyet işte bütün bunları hatırlatmakta, muaheze etmektedir. Adiy ile ilgili olan hadisi şerif de bunun asgari ölçüde bir bakıma tefsiridir. Hıristiyanlıkta ruhban sınıfının böyle bir imtiyaz ve hakimiyetle "min dunillah" (Allah'ın gerisinde) Rab edinilmelerine "klerikalizm" adı verilir. Daha sonra bundan şikayetle Protestanlık zuhur etmiştir. Mâide Sûresi (âyet 64, 65)'ne bakınız. Daha sonra bu Rablık imtiyazı, ruhban sınıfının elinden çıkmış, parlamenterlere geçmiştir. Bundan başka protestanlar da dahil olduğu halde, ilk devir hıristiyanları içindeki muvahhidlerden ilgisiz olarak, genelde hıristiyanlar arasında yaygın hâl almış bir şirk vardır ki, bütün diğer şirk çeşitlerinin temelini teşkil eder. Şöyle ki: Meryem oğlu Mesih'i de Rab edindiler. Hıristiyanlar rahiplerini Rab yerine koyduktan ve onların lafıyla "İsa Mesih Allah'ın oğludur." dedikten başka bir de "Meryem oğlu Mesih Rab'dır." diye tutturdular. Ona böyle üçüzlü bir inançla mabud ve ilâh diye taptılar. Rab kabul edip, Rablığı onda topladılar. Oysa onlar, hakikatte bir tek ilâha tapmak ve ancak ona ubudiyet etmekle emrolunmuş idiler ki O'ndan başka ilâh yoktur. Onların hepsi; yahudisi, hıristiyanı, hahamları ve papazları, akıl delilleriyle ve Allah kitaplarının ortaya koyduğu naslarla, ilâhî hükümlerle başkasına değil, sadece ve sadece Allah'a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Mesih aleyhisselamın diliyle Allah'a ibadet ediniz ve O'na aykırılıktan sakınınız. Benim de sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibadet ediniz. Kim Allaha şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılacak ve yeri cehennem olacaktır.(Mâide, 5/72) buyurulmuştu. Bakara Sûresi'ne (âyet 87 ve 253) bakınız. Böyle iken bunlar bu hak emrinin aksine hareket ederek bir olan Allah'dan başka Rablar da edindiler. Allah'a ve emirlerine karşı geldiler. Kendi nezahet-i sübhaniyyesiyle tenzih O'na, o şirk koşanların şirkinden. Yani, onlar müşriklere benzemekle kalmıyorlar, bilfiil müşriklik de ediyorlar ve Allah'a şirk koşuyorlar. Allah Teâlâ'nın uluhiyetinin şanı ise gerek gizli, gerek açık her türlü şirk şaibesinden uzaktır. O, kendi ezeli nezaheti ile münezzehtir. O'nun zat-ı sübhanisi hiç kimsenin tenzihine muhtaç olmadan, O kendisini, onların açık ve gizli şirk koşmalarından tenzih eyler. Şu halde Allah Teâlâ, onlardan da "berî"dir, onların şirklerinden de. bu ayetler ve yazılanlar okunursa konu anlaşılacaktır....sana bunları sade sade açıklamak isterdim ama o ki sen işi kalabalığa getirmek istiyorsun buyur...
-
Kurandaki çelişkiler
nur/3 3-Şöyle ki: Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikahlanamaz. Zina eden bir herif evlenecek olursa, alacağı karı ya bir zina etmiş kadın veya bir müşrik kadındır. Çünkü imanı ve namusu olan temiz saliha kadınlar ondan nefret eder, ona tenezzül etmez ve etmemelidirler; öyle heriflere olsa olsa ya kendisi gibi zina işlemiş veya Allah'a şirk koşmakta olan bir karı rağbet eder ki, Allah'a şirk koşan kadınların da iffet ve namusu şüphelidir. Ve işte zina şirke, şirk zinaya böyle yakındır. Bir de nefsinde zina etmeye yatkınlık olan erkek, namus ve iffetten yoksun kadınlarla ilgi kurar, onlardan tiksinmez; aksine şehvetini tahrik edip heva ve hevesine uyduklarından dolayı onlara kapılır ve bu duygu onun evlenmek konusundaki fikrini ve düşüncesini bozar da nikaha ve evlenmeye rağbet etmez ve şayet evlenecek olursa, alacağı da öyle birisi olur. Zira iffet ve namusun kıymetini bilmez, iffetli olanları takdir etmez, kendi dengini arar. Bu şekilde, erkeğin iffetsizliği, iffetsiz kadına düşmesine sebeb olduğu gibi, netice olarak nikahlayacağı kadının iffetsiz olmasına da sebeb olur. Bu nükte ve incelik ile, bu âyette erkek, dişiden önce zikredilmiştir. Halbuki, önceki âyette dişi önce zikredilmişti. Çünkü dişinin görünmesi, açgözlülüğe düşürmesi, kendi isteği ve kabulü olmadıkça adı geçen zina fiili başlayamayacağından, orada suçun başı, zinanın maddesi, karı olduğuna işaret edilmişti. Fakat nikah konusuna gelince, bunda erkeğin rağbet ve isteği asıl ve öncül olduğuna ve erkeğin ahlâkının iffet bakımından kadın üzerindeki nüfuz ve tesirine işaret inceliği ve nüktesi gösterilmiştir. Zina eden kadın; bununla da zina eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası nikah edemez. Yani iffet ve namusu olanlar, zina eden kadından nefret eder, nikahına tenezzül etmez de onu nikah etse etse, bir zina suçu işlemiş veya zinadan sakınmamak âdetleri olduğundan dolayı ancak bir müşrik nikah eder. Çünkü "kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yaraşır" (Nur, 24/26) ve o yani o nikah, müminlere haram kılındı. Bakara Sûresinde "İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklere de mümin kadınları nikahlamayın. İnanmış bir köle müşrik bir kimseden daha hayırlıdır" (Bakara, 2/221) âyet-i kerimesine göre, müşrik kadın ve müşrik erkekle nikahlanmanın yasak olduğu bilinmektedir. Zina eden kadını nikahlamaya gelince; bu âyetin zahirinden, bunun da müminlere haram ve müşrikle nikahlanmaya yakın olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber ihtilaf yönü de yok değildir. 1- Bazıları "bu âyette maksad, nikahın hükmünü açıklamak değil, zinanın kötülüğünü açıklamadır. Burada nikah çiftleşme mânâsındadır ve bu sebebten haramlık da zinanın haramlığıdır" demişlerse de anlamsızdır. Çünkü Kur'ân'da nikah, hep akit "nikahlanma" mânâsına geldiğinden çiftleşme mânâsı verilmesi doğru değildir. Bir de bu mânâca âyetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir. 2- Hz. Aişe (r.anha) dan rivayet edilmiştir ki: "Bir erkek bir kadınla zina etse onu nikahlayamaz, bu âyette haramdır. O işe başladığında zina etmiş olur..." Ebu Hayyan tefsirinde: Ashâb-ı kiramdan İbnü Mes'ud ve Berâ b. Azib (r.anhüma)'nin de görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir. Fakat buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.v) den bu konu sorulmuş "Evveli akılsızlık, ahiri nikahtır, haram, helali haramlaştırmaz" buyurduğu nakledilmiştir. Ebu Bekr'i Sıddîk, İbnü Ömer, İbnü Abbas ve Cabir'den ve Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb, Cabir b. Zeyd, Atâ, Hasen'den ve dört imam'dan naklolunan görüş de caiz oluşudur. Ancak Fahrü'r-Râzî tefsirinde zikredildiği üzere zina eden erkek ve zina eden kadının iffetli erkek ve iffetli kadın ile ve iffetli erkek ve iffetli kadının, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmesinin haram olması, Hz. Aişe ve İbnü Mes'ud gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de mezhepleridir, deniliyor. 3- Hasen'in görüşüne göre bu haramlık, belirli zina eden erkek ve zina eden kadın haklarındadır. Had vurulmuş zina eden erkek ancak zina etmiş bir kadınla evlenebilir, Hz. Ali böylesinin nikahını reddetti diye, rivayet edilmiştir. 4- Bazıları bu hükmün Medine'de İslâm'ın başlangıcında gelmiş olup daha sonra neshedildiğini söylemişlerdir, Said b. Müseyyeb bu sûredeki "Aranızdaki bekarları evlendirin." (Nûr, 24/32) ve Nisâ Sûresi'ndeki "Size helal olan kadınlardan nikahlayın." (Nisâ, 4/3) âyetlerinin umumlarıyla birlikte neshedildiği rivayet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır. Mütezile'den Cübbâî de icma ile nesholunmuştur, demiş. Fakat Fahrür-Râzî tefsirinde açıklandığı üzere araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır. Çünkü neshedenin icma olduğunu söylemek ise, icmanın nâsih olamayacağı Fıkıh usûlü ilminde sabittir. Bir de Ebu Bekir, Ömer, Ali gibi zatların muhalefetleri bulunan bir konuda icma sahih olamaz. Bu sebepten icma ile nesholunmuştur, demek doğru olamayacağı gibi mensuh olduğuna icma edilmiş demek de doğru değildir. Çünkü açıklandığı üzere aksi sabittir. Gerçi ve emirleri geneldir. Fakat bunların da dinen bir engel bulunmayanlara ait olduğunda şüphe yoktur. Bundan dolayı diğer haramlar gibi buradaki haram kılınmanın da engellerden biri olması düşünülebilir. Böyle bir ihtimal karşısında ise neshe hükmetmek doğru olmaz. Özellikle sûrenin başındaki "Onu farz kıldık" kelâmı bu sûrede mensuh bir hüküm bulunmadığını anlatmak için yeterlidir. 5- Abdullah b. Ömer'den, İbnü Abbas'tan (r.anhüm) Mücahid'den, Said b. Cübeyr'den ve yine Saîd b. Müseyyeb'den gelen rivayetlere göre bu âyetin iniş sebebi şudur: Cahiliye devrinde fahişeleri işleten kirahaneler (Kerhaneler) kerhaneciler vardı. İslâm geldiği vakit Medine'de bunlardan Ümmü Mehzûl gibi meşhur karılarla, kapıları bayraklı, alâmetli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhaneciler hep müşriklerden idi. İçlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslâm'da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazıları, yeni müslüman olmuş olan bazısına nikah teklif etmiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Resulullah'tan izin istemişler, bunun üzerine bu âyet indirilmiş, o nikahın müminlere haram olduğu anlatılmıştır. Bundan dolayı bazı tefsirciler bu haramlığın nüzul sebebi olanlara mahsus olduğunu zannetmişlerdir ki, "elif lâmlar" ahd için demek olur. Gerçi karine tamam olduğu zaman hüküm, nüzul sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada hüküm, umumî sıfat üzerine gelmiş ve bu suretle haramlığa sebep olanların şahıslarında değil; ötede zinakârlık, beri de iman vasıfları arasındaki zıtlık da gösterilmiştir. Bu ise tamim, yani umumîlik karinesidir. Öyle ki "lâm" ahde yorumlansa bile, hükmün kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır. Bundan dolayı, nüzul sebebine mahsustur, diyenlerin muradı da bu haram kılmanın özellikle kerhane fahişeleri hakkında olduğunu söylemektir. Ve bu fahişelerin belirgin özelliği ise zinayı helal kabul etme veya hafife alma demektir ki, küfürdür. İslâmiyetin hakimiyeti ile o cahiliyet kalıntısı olan kerhaneler kalkmış ve had cezalarının konulması ve uygulanması İslâm topraklarında artık öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe, bunların nev'i şahıslarına münhasır kalmış olmasından dolayı bu, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur. Bununla beraber: 6- Tefsircilerin çoğunun açıklamasına göre; bu haram kılma, zina edenleri nikahlamaktan müminleri sakındırıp korkutmak için mübalağa içindir. Çünkü diyorlar; zina damgası basılmış fasıkların peşine takılmak caiz değil, mahzurludur. Fasıklara benzemesine, töhmet mevkiinde bulunmasına, hakkında kötü lakırdılar edilmesine ve daha birçok bozgunculuklara sebebtir. Günahkârlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeye maruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur! Artık zina eden kadınlar, kahpelerle evlenmek nasıl olur? "Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin" (Nûr, 24/32) emrindeki "Salâh" "iyi olanlar" kaydında da bu mânâya dikkat çekilmiştir. Ancak bir mümin, kaçınılması gereken böyle haram bir nikahı -faraza- yapmış olsa o nikah , nikah olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur? 7- Şimdi bunu özetlemekle âyetin mânâsını tesbit edelim: Burada üç kısım vardır: Müşrikler, zinayı helal kabul edip hafife alanlar, bir de böyle olmayanlar. BİRİNCİSİ: Herhangi bir mümin erkeğin veya mümin kadının, şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikahı sahih olamaz, kesinlikle haramdır, O bir zina olur. İKİNCİSİ: Zina eden erkek ve zina eden kadın, âyetin nüzul sebebi olan kerhaneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinayı helal gören veya zinayı hafife alan takımdan ise, haramlığı nass ile belirlenmiş olanı helal kabul etme veya hafife alma küfür olduğu için, bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikahları nikah olmaz, kesinlikle haramdır, müşrik nikahı gibidir. Onun için âyette zina eden erkek ve kadın, müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş "Bu müminlere haram kılınmıştır" buyurulmuştur. Âyet bu iki kısmın nikahının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tevbe etmiş olanlar başka. ÜÇÜNCÜSÜ: Helal sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinası tesbit olunmuş, önceden de başından hiç nikah geçmemiş ise, iffet sahibi müminlerin bunları nikahlamaları tahrimen mekruh, fakat nikahları sahih olur. Ayetin tahriminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için ictihada yol açılmıştır. İşte zikredilen ihtilaf, ancak bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Aişe ve İbnü Mesud ve Berâ b. Azib hiçbirisinde nikahlanmayı uygun bulmamış, bu kısmın haramlığını da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır. İ şte zinanın sonucu öyle azab, böyle mahrum bırakmaktır. Mümin olanların zinadan sakınmaları ve cezasını uygulamaları farz olduğu gibi zânî ve zâniyeyi nikahlamaktan kaçınmaları ve birbirlerini böyle töhmetlerden korumaları da gerekir. Yoksa sakınma bahanesiyle ona buna zina isnat ederek, iffet sahiblerinin namusuna dokunmak da büyük bir cinayettir, suçtur ki, buna remiy veya kazif denilir. Bu deyim; namuslu olanlara delilsiz böyle bir isnatta bulunmak, nasıl rastgelirse gaybı taşlamak gibi olmakla beraber, öldürmek için şiddetli ok atmak gibi yaşama hakkına bir hücum olduğuna işarettir. Bu yönüyle zina cezasının açıklanmasının arkasından kazif cezası açıklanarak buyuruluyor ki:
-
Kurandaki çelişkiler
- Nikâh, sözlükte bir şeyi birşeye eklemek, katmak anlamından alınma olarak sözlük örfünde, sifah'ın yani zinanın zıddı olan ve cinsel birleşmeyi meşru kılan sözleşme anlamlarında kullanılır. Şer'an ise, "kadının kadınlığından yararlanma üzerine kurulan bir sözleşme" diye tanımlanır ki burada da söylenmek istenen budur. Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir ki biri zahirî, diğeri hakikîdir. Zahirî müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birden fazla ilâh olduğu kanaatinde olanlardır. Bu anlama göre, Kitap ehline müşrik denmez. Hakikî müşrik de gerçekten tevhidi ve İslâm dinini inkar edenler, yani mümin olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, kitap ehli olan Yahudiler ve Hıristiyanlar da müşriktirler. Çünkü bunlar, dıştan tevhide inandıklarını ileri sürmelerine rağmen, gerçekte Allah'ın çocuğu olduğu kanaatindedirler. Hıristiyanlar, teslise (Allah'ın baba, oğul ve Rûhu'l-Kudüs olmak üzere üç olduğuna) inanırlar. Ve "Mesih, Allah'ın oğludur." derler. Yahudiler de "Üzeyr Allah'ın oğludur." demişlerdir. Böyle demekle birlikte onlar tevhide inandıklarını da iddia ederler. Demek ki her ikisi de dıştan dışa müşrik değillerse de, gerçekte müşriktirler. Bunun için mutlak olarak müşrik denildiği ve özellikle iman karşılığında söylendiği zaman, mutlak anlamı üzere kullanılmış demektir ve genel olarak kâfirleri kapsar. "Ne kitap ehlinin kafirleri ve ne de müşrikler Rabbinizden size her hangi bir iyilik inmesini istemezler." (Bakara, 2/105) gibi, mutlak küfürle karşılıklı olarak söylendiği zaman da müşrik kâfirden daha özel olarak, Kitap ehlinden başkalarına ait olur. Bu âyette de, "Müşrikat" (müşrik kadınlar) ve "Müşrikin" (müşrik erkekler) mümin karşılığı olarak mutlak ve elif-lam'lı olarak içine aldığı fertleri daha çok kapsayan, genellik ifade eden bir sözcükle söylenmiş bulunduğundan zahirî ve gerçek, bütün müşrikleri yani bütün kâ firleri içine alır. Şöyle ki: Ey iman ehli, gerek dıştan dışa ve gerekse gerçek müşrik olan yani mümin olmayan kadınlardan hiç birini nikâhınıza almayınız. Onlarla evlenmeyiniz. Nihayet iman etsinler, o zaman evlenebilirsiniz.Ve şunu mutlaka biliniz ki mümin olan bir cariye, müşrik olan bir kadından daha hayırlıdır, isterse o müşrik kadın sizi büyülemiş ve hayran bırakmış güzelliği, hâl ve tavırları, terbiye ve nezaketi son derece hoşunuza gitmiş olsun. İmanlı bir kadın evli bir cariye bile olsa, mümin olması bakımından, nikâh ve evlenmeye kendisi ile aile kurul m asına gerekli olan iffet, dürüstlük, sadakat ve bağlılık açısından, hür ve pek güzel görünen imansız bir kâfir kadından çok yüksektir. Bunun için imansız kadınlarla evlenip de aile kurmaya kalkışmayınız. Burada müşrik kadından mümin kadın karşılığı söz edilmesi, müşrik kadınlardan maksadın iman etmeyen tüm kâfir kadınlar olduğunu ayrıca gösteren bir nassdır (delildir). Gerek zahirî, ve gerekse hakikî müşrik olsun ve gerek Kitap ehli olsun, gerekse olmasın mümin olmayan kâfir erkeklerin hiç birine de nikâh etmeyiniz. Onları sizden hiç bir kız ve kadınla evlendirmeyiniz. Nihayet o imansızlar, iman etsinler o zaman verebilirsiniz. Ve hiç kuşkusuz mümin olan köle herhangi bir müşrikten, imansız kâfirden hayırlıdır. İsterse o kâfir sizi büyülemiş, kendi s ine hayran etmiş olsun, hürriyeti, güzelliği veya serveti veya makam, mevki ve dünya talihi veya öteki halleri ve davranışı ile pek fazla gözünüze girmiş bulunsun. Böyle bile olsa mümin olmayan kimseye hiçbir mümin ve müslüman kadını nikâ hlamayınız. O imansızlar erkek olsun, kadın olsun çıraları insan ve taş olan o belalı ateşe davet ederler, durumları ve sözleriyle ona çağırırlar. Allah ise, izni ve emri ile cennete ve bağışlanmaya çağırıyor. Âyetlerini ve hükümlerinin delillerini ****** in s anlara açıklıyor ki, onları kafalarında canlandırıp akıllarını başlarına alsınlar. Ve mümin olmayanların mutlaka müşrik olduklarını ve bunlarla nikâhlanma ve onları nikâ hlamanın zina ve şirk ile sonuçlanacağını anlasınlar, bu nokta derinden derine düşün m eye muhtaç değildir, bunu hatırlayıp zihinde canlandırmak yeterlidir. O halde ey iman edenler! Allah'ın emrini, çağrısını bırakıp da o erkek veya kadın kâfirlerle evlenmek veya onları evlendirmek suretiyle kendinizi ateşe atmayınız. İslâm'ın geldiği ilk zamanlarda, müslümanlar gerek kitap ehli ve gerekse kitapsız genel olarak müslüman olmayanlarla kız alır verirlerdi. Bu arada Abdullah b. Revaha (r.a.) müslüman bir cariyesini hürriyetine kavuşturmuş ve onunla evlenmişti. Şereflerine düşkünlüklerinden kâfir kadınlarla evlenmeyi arzu eden insanlar, bir cariye ile evlendi diye onu yermişlerdi. Bir de aralarında Haşim Oğulları ile dostluk anlaşması olan Ebu Mersed Ganavî, Kennaz b. el-Husayn veya Mersed b. Ebi Mersed, Kureyş'ten Anak adında müşrik olan, an c ak güzellikten payını almış bir kadınla evlenmek için, Resulalluh'tan izin istemiş, "İnneha tu'cibunî Ya Resulallah (o benim hoşuma gidiyor, Ya Resulallah!)." demişti. Yine bunun gibi, Huzeyfe b. el-Yeman, Velidei Sevda Hasna adındaki cariyesini azad edip onunla evlenmişti. Bu olaylardan birisi veya hepsi nedeniyle bu âyet indi, kâfirlerle evlenme ilişkisi içine girmek, yani gerek almak ve gerek vermek, ikisi de kesin bir biçimde yasak ve haram kılındı. Bunun haramlığının şiddetine bir uyarı için, genel ol a rak inanmayanlara "Müşrik" denmiş, "Onlar gerek sana ve gerekse senden önce indirilen kitaplara inanırlar ve ahirete de kesin olarak iman ederler." (Bakara, 2/4) âyetinin anlamı gereğince Hz. Muhammed'in tebliği uyarınca tek Allah'a inanan bir mümin ol m ayanların hepsinde, zahirî olmasa bile, hakikî bir müşriklik bulunduğu ve bunlarla nikâh yapmanın ateşe atılmak demek olduğu da özellikle hatırlatılmıştır ki haramlığın ne kadar şiddetli olduğuna bir uyarıdır. Ancak Maide Suresinde, " sizden önce kitap v erilen ümmetlerin hür ve iffetli kadınları da iffetlerinizi koruyarak, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, kendilerine mehirlerini verip nikâhladığınız takdirde size helâldir" (Maide, 5/5) âyeti uyarınca bu âyetin birinci fıkrasından Kitap ehlinin kadınları istisna olunarak, Kitap ehlinden kız almaya mekruh olarak ruhsat verilmiş; fakat ikinci fıkra muhkem olarak kalmış ve kız vermeye hiçbir şekilde izin verilmemiştir. "Erkekler, kadınları yönetmeye yetkilidirler." (Nisa, 4/34) ilâhi kânunu gereğince kadınlar kocalarının yönetimi altında bulunurlar. Dolayısı ile, bir mümin kadını, bir kâfir ile evlendirmek onu, o kâfirin yönetimi altına bırakmak ve onun davasına mahkûm etmek olacağından, o mümin kadını kesinlikle ateşe atmaktır. Ancak bu ilâhî kânunu b ilen ve kendini ona göre idare edebilecek olan erkekler hakkında bu yönetim altına giriş ve çağrıya mahkûm oluş zorunlu ve kesin değildir. Bu şartlar altında, müslüman erkekler için ihtiyaç hâlinde bir ruhsata imkân vardır. Bunun için bu âyetle yol göster m e ve hatırlatmadan sonra, "Kitap verilen ümmetlerin hür ve iffetli kadınları" (Maide, 5/5) âyetiyle gereğinde yalnız Kitap ehlinden kız almaya ruhsat verilmiş ve zururetler kendi miktarlarınca takdir olunacağından, bunun dışındakiler yine haramlıkta bı r akılmıştır. Şunu da hatırlayalım ki, "O yerde ne varsa hepsini sizin için yaratandır. Sonra semaya doğrulmuş iradesini göklere yöneltmiştir." (Bakara, 2/29) âyeti gereğince mallarda ve eşyada asıl kural, onların mübah olduğu ve haramlığına dair delil bu l unmadıkça mübahlık ile amel olunacağı; fakat "sizin için" buyrulduğundan dolayı bu mübahlıkta insanların canlarının ve ırzlarının dahil olmadığı ve aksine mallardaki asıl kural olan mübahlık insanların canlarını, ırzlarını, haklarını ve yararlarını koru m ak için bulunduğudur. Kısacası can ve ırzda haramlık asıl kural olunca bir mübahlık ve izin delili bulunmadıkça can gibi ırzda da tasarrufta bulunmak haram olacağından nikâh kıyma izni, mutlaka bir delile dayalı olacaktır. Mübahlığına delil bulunmayan yer l erde nikâh kıymak haramdır. Yani o nikâh, nikâh değil zinadır. Bu nokta üzerinde iyi düşünülünce anlaşılır ki bu âyetteki kadın ve erkek müşrikler, kadın ve erkek müminlerin karşılığı olmasaydı da, zahirî müşrik anlamında olabilseydi, o zaman da müslüman k adınlarının diğer kâfirlere nikâh edilmeleri aslî haramlıkla haram olacaktı. nkü "hür ve iffetli kadınlar" ifadesiyle müslüman erkeklerin Kitap ehlinin kadınlarıyla evlenmelerine izin verilmiş olduğu halde; müslüman kadınların Kitap ehlinin erkekleriyle e v lenmelerinin caiz olacağına dair ne âyet, ne hadis hiçbir mübahlık delili gelmemiştir. Özet olarak, yakında geleceği üzere müslümanların kadınları, İslâm tohumları için şerefli bir tarladır. Ve müslümanlar genellikle tarlalarından ve ekin ektikleri yerler d en hiçbirini yabancılara çiğnetmemek, cinsel birleşmelerine izin vermemekle yükümlüdürler. Mal tarlası olan vatan toprağını yabancılara çiğnetmek büyük bir felaket olduğu gibi, can ve din tarlası olan İslâm kadınlarını başkalarına çiğnetmek de felaketlerin felaketidir. Bunlar nikâh değil, onların çağrısına uyup canları ateşe atmaktır. " Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise -izni ile- cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar." ( Bakara 2/221).
-
İman...nedir?
muhyiddini arabinin bu sözü bu sayfaya ağır gelmiş bence kardeş...o değilimki onu anlayayım...
-
İman...nedir?
iman nedir sorusuna verilecek en güzel ve yerinde yanıt sizce ne olmalı...buyrun görüşlerinizi bekliyorum...
-
BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR!
herkese selam... ben sadece şu kadar derimki; konuşulacaklar zaten şimdiye kadar konuşuldu,kavramlar bellidir,taşlarda olması gereken en güzel yerinde duruyor zaten...aşırı decede bilgisiz bir ateistin (kavrayışta sıfır) ortaya attığı meselenin nerelere geldiğine bakıp şaşıyorum... sizi bilmiyorum ama ben bu açılan sayfaya sadece gülüp geçiyorum... saygılar...
-
said nursinin hataları
******* ******* ******...kaç kere daha evet demem ve açıklamam gerekiyor...yetmedimi hala...ya sen istersen bana evet dememin sınırını belirten bir sayı söyle bende o kadar eveti copy yapıp yapıştırayım sende artık bu meselede nereye varmak niyetindeysen oraya var artık... sen beni güldürdün Allahda seni, sana hidayet vermekle güldürsün arkadaşım... bak sen şimdi bana hidayeti Allah verir diyorsan...diye başlayan birde soru sorarsın demi...
-
HRİSTİYANLARIN RUHANİ LİDERİ, İSLAM PEYGAMBERİNE NEDEN SALDIRDI... ("Muhammed'in getirdiği hiçbir yenilik yok. Sadece kötü ve insanlık dışı şeyler ge)
Allah inananlara onlara sövmeyinki onlarda sizin dininize sövmesin derken müslümanları uyarmıştır... ama her zamanki yanlış düşünce metodu burda devreye giriyor ...Allah kuranda kötü konuşmuş deniyor...yahu sorarım; 1_Allah kendi namı hesabına kullarından dilediğini atar dilediğini satar sanamı soracak... 2_müslümanlara siz onlarla iyi geçinin diye tavsiye ediyor...hatta onlarla en güzel şekilde konuş...tartış...onların kötü sözlerine sen selametle de geç...vs.vs...emir ediyor...aynı mantık bunları neden görmez... 3_Papa acaba bu hakaretleri yaparken incilden bir pasaj okuduğunumu sanıyor... 4_Tamamen hristiyan aleminin arkasında olmasının verdiği şımarıklıkla ...haa birde yaşlılığın bazı negatif getirileride var sanırım...tutup ordan burdan ipe sapa gelmez kin ve nefretini edepsizce haykırmış bu budur yani... 5_Tamamen edepsizlik...sen papa olacaksın sonra...Bakın beyler evvela arkasındaki topluluğu temsil etmesi işinin bir onuru bir duruşu olmalıdır ve papa denen adam bu duruştan yoksundur... herkese saygılar sevgiler... vesselam...
-
Kaç tane Meryem var?
vatandaş senin yazdıklarını okuyunca her seferinde yazmayayım diyorum ama tutamıyorum kendimi...ileri derecede tutukluk var sende... bak yukarda ; 1_ ...33 nolu ayet seçkin kılınmış ve nimetlere erdirilmiş kimseleri saymakta ve sıra ibrrahim ve imrana gelince isim değil aile (soy)zikrediliyor.buda kaç nesil sürer malum yani... izaha girmiyorum. 2_gelelim senin 33 ve 35 nolu ayetleri aklın sıra birbiriyle çelişkili bulmana ; musa ve harun (as) babalarının adı imran ama imran büyük bir aileye babalık yapmış ve soyu çok ihtişam kazanmış bir kimse olduğu için o soydan gelenlere alu imran yani imranın ailesi denmiş ve malumdurki bir ailenin içinde takdir görmüş bir kimsenin adı o kişiye olan saygıdan yeni çocuklarada verilir.bu o zamanda yapıldı.ve zaman geçti meryemin zamanındaki imran dünyaya geldi ve o soydan olduğu için onada o isim verildi.buraya kadar tamam.sorun yok yani... 3_gelelim senin ey harunun kız kardeşi ...meselene... burda harunun kız kardeşi derken...meryemin yaptığı işin kötü olduğunu vurgulamak için ve onu iyice rencide etmek için ona;... harunun kız kardeşi ...yani senki imran soyundansın ne oldu bak soyunuz peygamber soyu iken ne yaptın.manasında harunun kız kardeşi denilmektedir. ne alaka dersen eğer; bak mesela günümüzde de biri kalkıpta bir yanlış yaptığı zaman hemen onun akrabalarıda zan altına alınmaya çalışırya buda öyle...mesela CHP partisinin adı bir yolsuzlukla anıldığı zaman muhalif taraf hemen ne o Atatürkün partisiydiniz...ne oldu... ne haber demiyorlarmı...veya bizim doğuda yaygındırki birisi seyyid (peygamberimizin soyundan ) olarak biliniyorsa veya dedelerinden biri şeyhse bir hata yaptığı zaman ona hitaben ...seyyid veya şeyhin oğlu ne oldu? diyip onun yaptığı işin kötülüğünü ifade etmede kullanılıyor... buda öyle yani... 4_ayrıca panthea , enkas ,alio bence yeterli cevap vermişler...ancak enkasa bir soru sormuşsun; sen atalarından kaç tanesini sayarsın 4'ü geçmez...senin cevabını ben vereyim; ben kürdüm ve aşiret sahibiyim ve çok büyük bir aşiret olmamasına rağmen ben bile 12 tane dedemi sayabilirim...ki büyüklerde bunlar kayıtlıdır bizim adetimizdir...dedem belki sana 22 tane sayar...ki öyle aşiretler varki peygambere kadar silsilesini kayd etmiş...bu konuda bilgin olmadığı için anlattım bunları...şimdi iş ali imrana gelince hem zamanın eski olması hem ailenin çok büyük olması göz önüne alındığında çok rahat diyebilirimki bırak imranı belki nuh peygambere kadar bile o soyun kaydı mümkündür ... ***** git az daha oku sonra çık kürsüye... vesselam...
-
said nursinin hataları
bu lafına şaşarım.bir kere ben cevap verirken şeri dairede bildirilen esaslara ters düşemem. ayrıca cevabım sadece akıly ürütmekten öteye geçemez seninde öyle akılda yaratılmıştır dardır kısırdır bi yere kadardır yani... sorunda tezat ayrıca zamanı yaratırken zaman aldımı demişsin zaman kendinden evvel yokken ve bir başlangıçla başlatılıyorken zaman ortada yokken nasıl zaman alıyor acaba... ayrıca ben zamanı madde ile beraber aynı eksen de düşünüyorum madde yoksa zamanda yok diyorum...onun için zaman maddeyle beraber vucuda getirildi diyorum ...bu durumda az biraz kafa yor sonra soru sor bana ... hem bu sorularınla nereye varacaksın merak ediyorum...
-
Kursat Otcu ya Net Cevap
kürşat kader meselesini sana izah edemem ben arkadaşım... çünkü kafaya girmiyor...bak sana şu kadar söyleyeyim; seninle ciddi ciddi tartışmak üzere girmiştim bu konulara ve cevaplarını beklerken de merak ediyor sabırsızlanıyordum acaba ne yazdı falan diye veya ne yazacak diye... şimdiyse işi sadece gır gırına okuyorum farkındamısın.... başkaları ne der bilmem ama inanki şuan gülerek yazdım bu cümlelerimi...
-
Bakabilecekmisiniz ?
yamyam arkadaşım bak senin yazdıklarını çizdiklerini moda mod aktarmak zorunda değilim. senin bahsini ettiğin konuda ana teman çocukların hayat haklarının ellerinden alınması değilmi...o zaman lafı gevelemeyi bırakta yazdığıma cevap ver yeter... vesselam...
-
Kurandaki çelişkiler
şu yazdığının arkasında duracak ciğer varsa arkadaşım açıklarım çarpttığın meseleyi...ama önce bana cevap ver açıklarsam özür dileyecekmisin...
-
Bakabilecekmisiniz ?
yamyam yukarda uzunca bir alıntı yapıp bu konuyu aktardım bi zahmet dön bir bak arkadaşım... orada açıklanmış...hem senin verdiğin örnek beni cidden ürpertti tek tük kürtaj olayları falan demişsinya acaba senin hastanelerde kayıtlı olan vakaların dışında el altından yapılan kürtaj olaylarından ve bebeğini sokaklara bırakan annelerden demi haberin yok...ki tek tükünü geçiyorum (aslında öyle değil ama) bir tane bile olsa ve eğer bu cinayetin önüne islam geçmişse... buna karşı sadece saygı duruşu yapmak kalır...haa zahmet etmeyin sizden de böyle bir duruş bekleyen yok zaten oturun yerinizde ve t.dursun mantığıyla sağdan soladan yolduğunuz yorumları atın durun ortalığa nasılsa kanacak birileri vardır... saygılar... (ayrıca konuyu mecrasından çıkardığın için seni tebrik ediyorum güzel ve yerinde bir başarı )