Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

HİMYATA

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

HİMYATA tarafından postalanan herşey

  1. senin bu düşüncen hakkında da izah yaptım ama okuyan yok ararsan bulursun sorular farklı sayfalarda tekrar edilip duruyor ve arpa boyu yol alınamıyor...Açıkladık küfür bütün mahlukatın hakkını yok saymak , inkar etmek ve bir cinayet olduğundan cezasıda o nisbetle büyük olacaktır .o kafirlerki dünyada ebediyyen kalsalar ebediyyen küfür üzere devam edeceklerinden Allahta ebedi bir cezayı onlara layık görüyor.ki sana biri babası belli olmayan (gayrı meşru)deseki argo tabirini yazmıyorum, senin ne derece zoruna giderse öylede tüm kainatın sahibi olma namına Allahı inkar ederek yaratılanların tümünün hakkını gasb etme vardır ki Allah bu suçu affetmiyor... demişsin ki Allahın vereceği türden bir ceza değil; Allahtan iyimi bileceksin hangi cezanın uygun olduğunu...sümme haşa bu çıkarımı yapmak için Allah gibi düşünmek iktiza ederki buda muhal(imkansız)dır... herkese saygılar.
  2. arkadaşım sana daha öncede bu attığın çamurun izahını yapmıştım görüyorum ki tık yok sende hiç bişe girmemiş kafana aynı yerdesin hala... Bahsi geçen ayetlerin bir ceza olarak ahiret yurdunda verileceğini vaad etmesi Allahın takdir edebileceği türden bir cezadır.şöyle söyleyeyim belki anlarsın Allah dünada senin kafana kaynar su döküp sana zakkum yedirdi mi? elbette hayır .o halde hem ahireti inkar edip hemde orda verileceğini Allahın vaad ettiği cezayı ne mantıkla eleştiriyorsun. Allah ceza vereceğini vaad ederken izah ettik evrensel kabul görmüş bir ilkedir ki cezalar caydırıcı özelliklere haizdir...bunu ihmal ederek bakıyorsun olaya kuru ve satıhsal bir mantıkla yani... sana iyi günler arkadaşım ...kavrayamıyorsunuz ...dönüp aynı yere getiriyorsunuz olayları... benim kızım elif okur döner döner yine okur... saygılar
  3. TİN: 2. Yemin olsun o Tin'e ve Zeytun'a ve Tur-ı Sinin'e yemin olsun, Sinin Dağı'na ki Hz. Musa'nın Allah ile konuşma şerefine nail olduğu dağ olup sin harfinin kesresi veya fethası ve nunun uzatılmasıyla Tur-ı Sina ve Tur-i Seyna diye de tanınmış ve meşhur olmuştur. Sonu kısa ve uzatılmadan Tur-i Seyna da denildiği "Kamus"ta yazılıdır. Ebu Hayyan, "Bunun Şam'da bir dağ olduğunda ihtilaf yoktur." demiş; Şihab yazarı da; "bu, meşhur olanın aksi olduğu, çünkü bu gün bilinen Tur-i Sina'nın Akabe ile Mısır arasındaki Tih yakınlarında bulunduğu" beyanıyla itiraz etmiş ise de Ebu Hayyan'ın maksadı da Mısır toprakları karşısında bulunan ve Filistin'i dahi kapsayan mutlak Şam toprakları olmalıdır. İhtilaf yoktur denilmesi bunu gösterir. Nitekim İbnü Cerir de hep "Şam'da bir dağdır, bir mübarek dağdır." diye rivayet etmiştir. Tur, dağ ve özellikle bitkili dağ demektir. SİNİN, o dağın bulunduğu ve kendisine nisbet edildiği yerin ismi olup Beyrun ve benzeri kelimeler gibi muamele görerek çoğul kelimeler gibi "vav" ve "ya" ile irab aldığı, bazı kere de "ya" ile bırakılıp sonundaki "nun"a irab harekeleri verildiği söylenmiştir. Görünen şekliyle "Sinler Dağı" demek gibidir. Ahfeş demiştir ki: Sinin kelimesi ağaç mânâsına çoğuldur. Tekili "Sine"dir. Sanki Tur-i Eşcar yani, Ağaçlar dağı demek gibidir. Kelbi'den de "ağaçlı dağ" diye rivayet edilmiştir. Bunlar, "Derken ona varınca mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan şöyle seslenildi: Ey Musa!..."(Kasas, 28/30) âyetinde mübarek yerdeki Musa ağacına işaret olsa gerektir. İbnü Ebi Hatim, İbnü Münzir, Abd b. Humeyd İbnü Abbas'tan, "sinin, hasen yani güzel demektir" diye rivayet etmişlerdir. Dahhak'ten de böyle rivayet olunmuş, İkrime'den de bunun güzel mânâsına olması Habeş lisanı olduğu ziyadesiyle rivayet olunmuştur. İbnü Cerir ve İbnü Asakir Katade'den de; "Sinin; mübarek, güzel ağaçlı demektir." dediğini rivayet etmişlerdir. Bununla beraber İbnü Cerir demiştir ki: Bu görüşlerden doğru olan, "Tur-i Sinin, bildiğimiz dağdır." diyenlerin görüşüdür. Çünkü Tur, bitkili dağ demektir. Sinin dağı denilmesi onu tarif içindir. Eğer "sinin kelimesi, güzel ve mübarek mânâsınadır" diyenlerin dediği gibi Tur'un sıfatı olsaydı, Tur tenvinli okunurdu. Çünkü bir şey bir sebep bulunmadıkça kendi sıfatına muzaf (belirtilen) kılınmaz. Yani "sinin", güzel ve mübarek mânâsında olsaydı, "Tur-i sinin"in bir sıfat tamlaması olması lazım gelir ve "Tur" kelimesi munsarif olduğundan tenvin alması gerekirdi. Oysa tenvin olmadığı için tamlama, isim tamlamasıdır diyor. Bu da çoğunlukla kabul edilmiş bulunuyorsa da, anlatıldığı üzere "sinin, güzel ve mübarek mânâsınadır" diyenler tamlamanın vasfı olduğu görüşüne varmış değillerdir. "Ağaç" veya "yer" gibi, nitelenen bir kelime takdiriyle veya sıfat-ı galibe türünden isim olarak tarif için muzafun ileyh (belirten) yapılmış olmasına engel olmaz. Maksatları güzel dağ demekten ibaret değil, yerinin veya otunun, ağacının mübarekliğini, güzelliğini beyan etme mânâsına "mübarek, güzel dağı" demek olmasında ve Hz. Musa'nın Allah'la konuştuğu o meşhur Tur-i Sina'ya bu mânâ ile "Tur-ı Sinin" denilmiş olmasında bir sakınca bulunmadığı gibi Kur'ân'da onun hakkında gelmiş olan "Vadi-i Mukaddes" (Kutsal Vadi), "Va-di-i Eymen" (Uğurlu Vadi) ve "Mübarek yerde bulunan ağaç" nitelikleriyle de pek çok ilgi ve uygunluğu vardır. Burada biraz sonra gelecek olan "Ahsen-i takvim" (en güzel biçim)den bahsetmeye bir başlangıç ve giriş olmağa da yakışır. Bu şekilde o Tin, Zeytun ve Tur-i Sinin'e yani bu üçüne yemin, Mukaddes Arz'a yemin mânâsında olur. Şu da "vav" atıfası (bağlacı)yla üçüne birden bağlanmış olur. saygılar.
  4. TİN: 1. "Tin'e ve Zeytun'a andolsun". Tin incir demek ise de burada öyle terceme etmek pek uygun olmayacaktır. Zira tefsircilerin bir çoğunun açıklamasına göre burada Tin ve Zeytun birer özel isim yerindedir. Özel isim olmuş kelimelerin ise tercemesine kalkışmak doğru değildir. Çünkü onlar neye isim olmuşlarsa onları mânâlarıyla değil lafızlarıyla tanıtırlar. "İncir Köyü" diye bilinen bir köy, "Tin Karyesi" diye terceme edilmekle tanıtılmış olmayacağı gibi, Tin adıyla anılan bir dağı veya mescidi veya beldeyi de incir diye anlatmaya kalkışmak izah değil, karıştırma olur. Gerçekte tefsirler burada Tin ve Zeytun hakkında başlıca iki görüş nakletmişlerdir: BİRİSİ: Bazı tefsirciler demiştir ki: Görünen şekli ile Tin ve Zeytun'dan maksat, bu ad ile meşhur olan incir ve zeytin yemişleri veya ağaçlarıdır. Zira lugat itibariyle görünen bu olduğu gibi Hasen, Mücahid, İkrime, İbrahim Nehai, Ata, Mukatil, Kelbi ve daha bir kısım âlimlerden "O, sizin şu inciriniz ve zeytininizdir.", yahut "O, yenilen incir ve sıkılan zeytindir.", yahut "o, insanların yediği yemiştir." tabirleriyle rivayet edilmiş ve İbnü Abbas'a da nisbet edilmiştir. Bunlardan ise, bir mecaz veya kinaye kastedildiğini gösteren bir karine (ipucu) bulunmayınca, açık olan incir ve zeytin diye bildiğimiz meyveler olmaktır. Fakat bu durumda insan yaratılışının güzelliğini veya çirkinliğini ve sonunun acılığını veya tatlılığını anlatırken incir ve zeytine yeminle başlamanın ne ilgisi olduğunu da düşünmek gerekeceğinden incir ve zeytinin insan hayatı için hem gıda, hem meyve, hem ilaç, hem ticaret açısından faydaları pek çok olan meyvelerin en güzel ve mübareklerinden olduğunu açıklamaya çalışmışlardır ki, biz burada bunun ayrıntılarına girmeye gerek duymuyoruz. İnsan yaşamak için maddi ve manevi gıdaya muhtaçtır. Maddi gıdaların en önemlileri tatlı ve tuzlu veya yağsız ve yağlı yiyecekler, bunların en güzelleri de meyvelerdir. İşte incir ve zeytin ya meyvelerin en faydalı ve en mübarekleri olmak itibariyle özel durumlarına veya özeli zikredip geneli kastetmek yoluyla tatlı veya tuzlu, yağsız veya yağlı genellikle önemli yiyecekleri temsil edecek birer misal; Tur-i Sina ve Beled-i Emin de manevi gıdalara yer olan mübarek mevkiler olmaları nedeniyle bunlara yemin edilmiştir, demek olabilir. Bununla beraber insan yaratılış, açısından düşünüldüğü zaman "Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun."(Leyl, 92/3) yemininin taşıdığı mânâdan dolayı bu iki meyvenin dişi ve erkekten kinaye olmaları ihtimali de uzak değildir. Bu görüşe göre Tin ve Zeytun, incir ve zeytin diye tercüme olunabilir. İKİNCİ görüşe gelince: Birçok tefsirci de demiştir ki: Burada "tin" ve "zeytun"dan maksat yemiş değil, bu isimlerle anılan mübarek yerlerdir. Turu Sinin ve Beled-i Emin ile beraber zikredilmeleri de bunu gösteren bir karinedir. Alûsî de bir çoğunun kabul edip inandığı üzere "bunlar, mübarek şerefli yerlere yemindir" diyerek bu görüşü tercih etmiştir. Bu yerlerin nereleri olduğuna gelince de birer dağ ismi, birer mescid ismi, birer belde ismi olması hakkında üç gürüş zikretmişlerdir. Şöyle ki: 1- Birer dağdırlar. İbnü Cerir'de Katade'den: Tin, Dimeşk'ın bulunduğu dağ; Zeytun, Beyt-i Makdis'in bulunduğu dağdır. İkrime bir rivayette de: Bunlar iki dağdır. Rebi'den: Hemedan ile Hulvan arasında iki dağ, Şam dağları. Said b. Mansur ve İbnü Ebi Hâtim, Ebu Habib Haris b. Muhammed'den Tin, Tur-i Tina; Zeytun, Tur-i Zeyta denilen dağlardır. İyi incir ve zeytin bittiği için bu şekilde isimlendirilmişlerdir. İmam Razî bunu İbnü Abbas'ın sözü olmak üzere naklederek şöyle der: İbnü Abbas demiştir ki: Bunlar mukaddes topraklardan iki dağdır. Bunlar incir ve zeytin yetişen yerler olduklarından dolayı bunlara Süryanice'de Tur-i Tina (Tin Dağı) ve Tur-i Zeyta (Zeytin Dağı) denilmiştir. Bu takdirde yüce Allah Nebilerin yetiştiği yerlere yemin etmiş demektir. Tin denilen dağ İsa (a.s)'nın; Zeytun, Şam İsrailoğullarına gelen peygamberlerin çoğunun gönderildiği yer; Tur, Musa (a.s)'nın peygamber gönderildiği yer; Beled-i Emin de Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderildiği yerdir. Şu halde gerçekte yeminden maksat, peygamberlere hürmet ve derecelerini göstermek olur. 2- İki mescittirler. İbnü Zeyd: Tin, Dimeşk mescidi; Zeytun, Beyt-i Makdis Mescidi demiştir. Ka'b da: Tin Dimeşk Mescidi, Zeytun İliya Mescidi demiştir. İbnü Abbas'tan gelen bir rivayete göre de Tin Nuh Mescidi, Zeytun Beyt-i Makdis Mescidi'dir. 3- İki beldedir. Ka'b'ın dediğine göre Tin, Dimeşk; Zeytun, Beyt-i Makdis'tir. Şehr b. Havşeb de: Tin, Kûfe; Zeytun, Şam'dır demiştir. Maksadı Kûfe'nin bulunduğu yer demek olacaktır ki Nuh (a.s)'un konakladığı yere denir. Demek ki Tin ve Zeytun, aslında bildiğimiz incir ve zeytin meyveleri ve ağaçları olmakla beraber bunların yetiştiği bereketli yerler olmakla tanınmış iki dağ ve onlarda iki belde ve onlarda iki mescid dahi Tin ve Zeytun adlarıyla tanınmış, bunlar da Tur-i Seyna ve Mekke gibi dinin çıktığı mübarek şerefli yerler sayılmış olduğundan burada hayat için maddi, manevi gıdaların ve incir ve zeytin gibi faydalı meyveler verecek çalışma ve amelin ve yerin önemine ve özellikle incir ve zeytinin lezzet, kıymet ve faydalarına da ima ve işaret ile beraber daha ziyade peyamberlerin yetiştiği, dinlerin çıktığı yerler olarak bilinen kutsal yerlere yemin edilmiştir. Bundan dolayı "Keşf" yazarının dediği gibi, bunların hepsi dinî ve dünyevî hayır ve bereketi ile mukaddes topraklara ve emin bir beldeye yemin demek olur. Yalnız incir ve zeytine yeminde bu ahenk ve kapsamı anlamak güçtür. Onun için Tin'i ve Zeytun'u sade incir ve zeytin meyveleri diye terceme etmemeli, gerek Hıristiyanlık'ta, gerek Yahudilik'te gerek İslâm'da "Çevresini mübarek kıldığımız."(İsrâ, 17/1) mânâsı gereğince mübarek tanınan ve hayır ve bereketinden istifade için iyi olma hususunda yarışılarak çalışılması arzu edilen mukaddes topraklara dahi işaret olmak üzere sözü geçen incir ve zeytin isimleriyle şöyle demelidir: arkadaşların istifadesi için tefsirden alıp buraya aktardım.kolay gelsin saygılar.
  5. Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahid tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. Kadınlarınızdan yani müslüman kadınlarından zina yapanlar, Allah'ın çizdiği nikah hududunu aşıp onun zıddı olan, o bilinen çok kötü işi kendi isteği ile yapanlar oldu mu siz erkeklerden şahitlik etmeye ehil dört şahidin o kadınlara karşı şahitlik etmeleriyle ispatlamayı isteyiniz olaydan sonra zaman aşımı olmadan derhal şahitlik ederlerse -ki bunda zaman aşımı şehirlerde bir ay, biraz uzak köylerde dört ve en fazla altı ay olmak üzere belirlenmiştir.- Kadınların bu şekilde suçlulukları sabit olduktan sonra o kadınları, ölüm canlarını alıncaya veya Allah kendilerine bir yol açıncaya kadar evlerde hepsediniz. Bununla zina eden kadının cezası, Allah'ın diğer bir hükmü ininceye kadar bir müddet için "ölünceye kadar ebedî hapis cezası" olmak üzere belirlenmiştir. Bundan dolayı Nûr sûresindeki: "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun." (Nûr 24/2) âyetleri indirilince bu ebedî hapis cezası hükümsüz olmuştur ki kaydının gereği de budur. Şahitlik hakkındaki hüküm ise, zinanın tesbit edilmesi hususunda sağlam bir esas olarak kalmaktadır.yani buradaki nesh edilen ayette dikkat edilirse açıkça zaten ayetin kendisinde ‘’Allah onlara bir yol kılıncaya kadar’’iafdesi vardırki buda bu hükmün kaldırılacağına zaten işaret etmektedir yani…doğal olarak kuranın nuzulunde olan esaslardan biride toplumu tedricen alıştırarak tebliğ etmesidirki bu alıştırmanın içinde aynı zamanda toplumun işleye geldiği işlerin bizzat toplumun yaşayarak öğrenmeside esas alınmış ve bir husus daha bizzat Allahın elçisinin başında olduğu bir terbiye eğitim …metodu uygulanmıştır…devam edecek…
  6. Kadın niçin mirastan üçtebir pay alır? Kadının mirastan erkek kardeşine göre yarım pay alması gizli bir adalettir. Çünkü: Erkek kardeş 2 pay alır ve mirastan 1 pay alan kadınla evlenir yine 3 eder. Kadın da aynı şekilde mirastan 2 pay almış erkekle evleneceği için yine 3 pay eder. Adaletin bu tarzda olmasının hikmeti ise; Ailede ekonomik işler erkeklerin sorumluluğundadır. Erkek hanımının ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür.(evlenirken mehir verilmesi, evlendikten sonra hanımına, çocuklarına bakması ve boşanmalarda nafaka yükümlülüğü erkeğe aittir.)(mehir başlık parası değildir. Kadının kendisine herhangi bir olumsuz duruma karşı güvence olması için erkeğin vermek zorunda olduğu paradır.) Bu mehir zaten kadının miras aldığı paya eklenince ve erkeğin aldığı paydan düşülünce eşitlik yine ortaya çıkar. Ticaret gibi sermaye gerektiren işler ise erkeklerin görevidir. Erkek aile reisi olduğu için anne babasının bakımını üstlenmesi de kadına göre daha uygundur. Kadın ise ekonomik olarak bakmakla yükümlü olduğu kişiler bulunmadığı gibi kendi ihtiyaçları kocasının sorumluluğu altındadır. Bu konuyuda kısaca böyle özetlenebilir deyip geçiyorum…
  7. evet zamanıda herşey gibi Allah yarattı.
  8. aslanım Allahtan sonramı zaman yaratıldı demişsin bende hem senin sürçtüğün yeri ve hem cevabını net vermişim okursan göreceksin...
  9. demişsin .... Allahtan sonra demiyorum ben...zira senin bu ifaden de Allahtan sonra demekle Allahı (haşa)zamanın içine katmak anlaşılıyor ...dikkat et ben bunu ifade etmiyorum kürşat.anlamaya çalış... ifade ettiğim Allah ezel ve ebedi kuşatmıştır.ve varlığı ezeli ve ebedi kuşattığı bir haldeyken ki her zaman öyledir...yine ezel ve ebedi kuşatan ilmiyle irade edip varlığı yaratmıştır...ve zamanda mekanda herşeyde yani böylece başlamış ve Allah bunlardan beridir hiçbiri Allaha bulaşmamıştır... kürşat cevab verdikten sonra ben bir şey soracağım...
  10. Arkadaşım öncelikle şunu belirtmek istiyorum ; sana konuları dağıtmadan kısa kısa soru cevap şeklinde tartışırsak memnun olurum demiştim beni kırmayıp kısa bir karşılıkla cevap verdiğin için teşekkür ederim...bundan sonrada mümkünse konu bütünlüğünü korumak adına kısa kısa yazarsak karşılıklı olarak bu konuları daha rahat tartışabiliriz.unutmadan aynı yazı içinde birden çok konu olmazsa daha iyi olur...aşama aşama gidelim...olurmu ? tavrımı senden alcağım cevaba göre belirleyeceğim...bekliyorum arkadaşım şu sorduğun sorularını tane tane herkesin daha net anlayabileceği ve hakaret etmeyen saygılı bir uslupla sormanı bekliyorum...zira cevap yazacam konuyu dağıtmaktan endişe ediyorum... Lütfen okuyun... Hicretin 5. senesi, Zilkâde ayı. Hz. Zeynep binti Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme binti Abdülmuttalib'in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evladlık edindiği Hz. Zeyd bin Hârise ile evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı. Hz. Zeynep ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri halde sırf Peygamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi. Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeynep'i kendisine mânen küfüv (denk) bulmuyordu. Bu durum mânevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu. Nitekim evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gelerek, "Yâ Resûlallah! Ben, âilemden ayrılmak istiyorum" dedi. Peygamberimizin cevaben, "Zevceni tut boşama! Allah'tan kork" buyurdu.63 buna rağmen hz. Zeyd hanımını boşadı.Peygamber Efendimiz, mânevî geçimsizlik sebebiyle Hz. Zeyd ve Hz. Zeynep arasındaki evliliğin son bulmasından son derece üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi, mahzun Zeynep (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün alınması gerekiyordu. Hz. Zeynep'in iddeti (boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet) dolmuştu. Resûl-i Ekrem Efendimiz birgün Hz. Âişe Validemizle oturmuş sohbet ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyordu: "Zeyd o hanımla alâkasını kesince Biz onu sana nikâhladıktâ ki evlâtlıklarının boşadığı hanımlarla evlenmenin mü'minler için günah olmayacağı anlaşılsın. Allah'ın emri işte böylece yerine getirilmiştir. "Allah'ın kendisi için takdir ettiği şeyi yerine getirmesinde Peygamber için bir vebâl yoktur. Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitapları risâlet vazifesi itibariyledir, beşeri şahsiyetleri itibariyle değildir. Bu bakımdan, elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur'ânı Kerim, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, meâlini aldığımız son âyet-i kerime ile mânen şöyle demektedir: "Peygamber rahmeti İlâhiye hesabıyla size şefkat eder, pederâne muâmele eder ve risâlet namına siz Onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyeti insaniye itibariyle pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin! Ve sizlere 'oğlum' dese, ahkâmı şeriat itibariyle siz onun evlâdı olamazsınız! Cidden çok kısa yazmaya çalışmama rağmen uzadı…sonuş olarak Peygamber aleyhisselamın hakkında yapılan bu isnat ve kurana yapılan haksız yakıştırmanın perde arkasındaki durum budur…(Şu son yazdıkalrına cevap verdikten sonra tüm konuları bölüm bölüm inceleriz) Devam edecek…
  11. *****************************************************haksöz_?************************************************* Son olarakta yemin meselesine değinelim. Kuranda yüzlerce ayette, incirden tuttunda yıldızlara kadar yeminler edilir.Niye acaba ? Zaten allah (muhammed) ayetlerine inanmayanları cehenne ile tehdit etmiş, birde bu yeminlere ne gerek var iman edeckler için yeter ve artar bile. ************************************************************************************************************** arkadaşımız burda yemin edilme sebebini sormuş... genel bir izah....... _ Allah ehemmiyet verdiği şeyler için yemin ediyor ki , kullarınca bunun tekitli yani ısrarla bakılması üzerinde durulması bir husus olduğu anlaşılsın.burda denebilirki neden diğer ayeteri üzerinde durulmayacak kadar önemsiz mi yemin edilmiyorda bazılarında ediliyor...bunun izahı şudur ; konunun anlatıldığı sayfada/surede en önemli ve tüm o konunun merkezi veya özü noktasında veya konunun akışını belirleyecek derecedeki ayetlerinde bu önem vurgulanmıştır ve sureyi okurken belki öylesine bir okuyuşla dalan kimseye dikkat et burası önemli !!! dercesine bir belağat sergilenmiştir...ve bunlar sadece bizim bildiğimiz şeyler ki Allah herşeyi hakkıyla bilendir... _ bir şeyin kıymetini anlatmak için yapılan yeminler vardırki herkes kabul ederki Allah neyin üstüne yemin etse o şey kıymetli bilinmesede kıymet kazanır veya kıymeti anlaşılır yani...böylece mevkilerin meyvelerden bazılarının (ki faydalarına dikkat çekmede var) üzerine yemin edilmeside bundandır... ve bizler bilirizki tüm toplumlarda yemin vardır o toplumda kabul görmüş en kutsal şey ne ise onun üzerine yapılır...zaten dinimizcede Allahın isminden başkasıyla yapılan yeminde hakiki manada yemin değildir...ve yemin hükmünün uygulamasına girmez ...dolayısıyla Allah kendinden başka ilah olmadığına göre yaratıklarının üzerine ki hepsi yine zaten kendi mülkü olduğundan onların üzerine yemin etmesi çok yerinde ve manalıdır... devam edecek...sıkmamak adına kısa kısa yazıyorum...
  12. yeminle ilgili bir başka ayet ve o ayette Allahın yemin ettği şeylerin ehemmiyetini vurgulayan bir başka husus; KARADELİKLER 20. yüzyılda evrendeki gök cisimleri ile ilgili pek çok yeni keşif yapılmıştır. Günümüzde henüz yeni tanınan bu cisimlerden biri de karadeliklerdir. Karadelikler, yakıtı tükenen bir yıldızın kendi içine doğru büzülmesi ve en sonunda, yıldız yerine sınırsız yoğunlukta ve sıfır hacimde çok büyük bir çekim alanının ortaya çıkmasıyla oluşmaktadır. Karadeliği, yüzey yerçekimi oldukça güçlü olduğu ve ışık içinden kaçamadığı için, en büyük teleskoplarla bile göremeyiz. Ancak içine çöken yıldız bulunduğu yerin çevresine olan etkisiyle algılanabilir. Allah Vakıa Suresi'nde yıldızların yerleri üzerine yemin ederek bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim . Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir. (Vakıa Suresi, 75-76) "Karadelik" kavramı ilk kez 1767 yılında İngiliz bilim adamı John Michell tarafından ortaya atılmış ve "karadelik” ifadesi ise ilk kez Amerikalı fizikçi John Archibald Wheeler tarafından 1969 yılında kullanılmıştır. Önceleri tüm yıldızları görebildiğimizi varsayarken, sonraki yıllarda uzayda ışıklarını göremediğimiz yıldızların da var oldukları anlaşılmıştır. Çünkü enerjisi tükenen bu yıldızların ışıkları da yok olmaktadır. Karadelik, bir kütlenin, ışığın artık sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır. Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder. Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır. Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir. Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler. Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir: Yıldızlar 'örtülüp (ışıkları) silindiği' zaman, (Mürselat Suresi, 8) Karadelik, bir kütlenin, ışığın artık sızamayacağı kadar küçük bir alanda toplanmasıdır. Şiddetli çekim alanı, fotonları ve en hızlı parçacıkları dahi bu bölgede hapseder. Güneş'in 3 katı büyüklüğündeki kütleye sahip tipik bir yıldızın yanması ve patlaması sonucunda oluşan karadeliğin çapı sadece 20 km kadardır. Kara delikler "kara"dır, yani doğrudan gözlemlemek mümkün değildir. Kendilerini dolaylı olarak, diğer gök cisimlerine uyguladıkları yüksek çekim güçleriyle belli ederler. Aşağıdaki ayette de kıyamet günü tasvirlerinin yanı sıra, bir yönüyle de karadeliklerle ilgili bu bilimsel bulguya işaret ediliyor olabilir: Tarık Suresi'nin üçüncü ayetinde ise "delen yıldız"dan söz edilmektedir:ki dikkat edilirse burda da önemini vurgulamak için veya hadiselerin ne denli büyük olduğunu anlatmak için yemin edliyor ki bu sadece bir parçası Allahın daha nice maksatları var ; Göğe ve Tarık'a andolsun, Tarık'ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (Karanlığı) Delen yıldızdır. (Tarık Suresi, 1-3) Ayetin Arapçası'nda "delik" anlamına gelen "sakb" kelime kökünden, "delik açan, delen ve delip geçen" anlamlarına gelen "essakibu" ifadesi kullanılmaktadır. Kardelikleri tarif eden bilimsel yayınlarda ise "delik açmak, delmek" anlamlarına gelen "puncture" kelimesi kullanılmaktadır. Karadeliklerin özelliğini ifade etmek için Kuran'da kullanılan bu kelime son derece hikmetlidir. Ayette yıldızlarla ilgili bu bilgiye de dikkat çekilmiş olması, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunu ispatlayan bir diğer önemli bilgidir... devam edecek,,, lütfen araya konu sokup kalabalık yapmaki rahatça izah edelim...
  13. Allahın kuranda yemin ettiği bazı şeyler: Said b. Mansur ve İbnü Ebi Hâtim, Ebu Habib Haris b. Muhammed'den Tin, Tur-i Tina; Zeytun, Tur-i Zeyta denilen dağlardır. İyi incir ve zeytin bittiği için bu şekilde isimlendirilmişlerdir. İmam Razî bunu İbnü Abbas'ın sözü olmak üzere naklederek şöyle der: İbnü Abbas demiştir ki: Bunlar mukaddes topraklardan iki dağdır. Bunlar incir ve zeytin yetişen yerler olduklarından dolayı bunlara Süryanice'de Tur-i Tina (Tin Dağı) ve Tur-i Zeyta (Zeytin Dağı) denilmiştir. Bu takdirde yüce Allah Nebilerin yetiştiği yerlere yemin etmiş demektir. Tin denilen dağ İsa (a.s)'nın; Zeytun, Şam İsrailoğullarına gelen peygamberlerin çoğunun gönderildiği yer; Tur, Musa (a.s)'nın peygamber gönderildiği yer; Beled-i Emin de Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönderildiği yerdir. Şu halde gerçekte yeminden maksat, peygamberlere hürmet ve derecelerini göstermek olur. ki daha çok uzun tafsilatı olmasına rağmen kısaca yazdım bunları... 56- Bir de müşrikler kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden tutuyorlar mahiyetini bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah'a andolsun ki, siz bu yaptığınız iftiralardan mutlaka hesaba çekileceksiniz. Burada Allah resulunun ağzıyla olay anlatılmıştır nakledilmiştir. burda itiraz edilecek en ufak bir yer göremiyorum.Anlatımda başvurulması gayet doğal ve hatta belagatlı bir ifade tarzıdır bu. ayrıca islamda, çok kıymet verilen şeyin üzerine yemin etme durumu vardır ki Allah yarattıklarından dikkat çekmek istediği şeylerin üzerine yemin ederek bunların önemini vurgulamıştır...çok uzun tafsilatı var bunun ama okunmayabilir endişesiyele bölüm bölüm yazacağım...(kulların yani bizim ,yemin etmesi olayıyla karıştırılmasın) devam edecek ... vesselam...
  14. ******** ********* ************ Gelelim yazdığın laf salatasına evet din afyondur demişim insanı kaderciliğe sevkeder herşey rabbimizden diyerek imtihanda olduğunuz düşüncesiyle ya sabır dersiniz.Tekrar yeniliyorum dünyadaki müslümanların görüntüsüne bir bak hoşuna gidecekmi? Gidiyor dersen zaten problem yok. ___________________________________________________________________________________ ____Şu yazdığın cümle için bişey demiyorum sadece terbiyeni sergileşmişsin... '' Kuran diyor ki: " Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın." Kuran - Fatır/43. Atatürk diyor ki: Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur.." Atatürk “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” Atatürk'' Burda yaptığın alıntı ve bu alıntıya getirdiğin yorum cidden kapasiteni ortaya koymuş... zira yukardaki ayette buyrulan'' Allahın kanunu '' ibaresi teknik bir terimdir.Sünnetullah arabça karşılığıdır bunun...Dilimizdeki tam karşılığıda Allahın varlık aleminde orataya koyduğu kanunlarıdır.yani tabii kanunlar veya birtakım sebeplerin yine bir takım sonuçları doğurmasını ifade etmektedir.burda bilgi eksikliğin söz konusu olmasına rağmen araştırma zahmetinde bulunmamışsın ayrıca bulunsan bile şartlanmış olduğundan yine aynı sonucu çıkartmanda mukadderdir yani...Atatürkün naklettiğin sözüne gelince; bu söz ililm noktasındaki ilerlemenin gereğini vurgulamaktadır açık ve net... tevile gerek kalmayacak derecede yani... ve peygamber efendimizin ''ilim (hikmet) müslümanın yitik malıdır nerde bulursa alsın'' ,,,hatta ''ilim çinde olsada gidin alın'' ... hatta sahih hadislerde ilme dair nice kaynak söz bulunabilir... şimdi bu iki söz birbirine zıtmış gibi neden gösterilmek isteniyor anlamış değilim... ayrıca sözünü bir senet gibi naklettiğin kişi yani Atatürk bir ateist değildi...bunu da hatırlatırım... ***bir şey ifade etmek istiyorum tartışırken uslubuna biraz daha dikkat etmelisin olayı benim ismime ve şahsıma yönelik değil fikre yönelik sunmalısın...devam edecek vesselam....
  15. Özür dilenecek bir şey yok kardeş...ferah olsun için.ben zaten niyetinin güzel olduğundan emin olduğumu belirttim...ifadene ısınamadım demiştim şimdi oda tamamdır...saygılar. vesselam... Tamamen haklısın kardeş.....................................aynen katılıyorum... ama benim itiraz ettiğim konu başkaydı yazılan konunun içeriğine değil ifade şekline itiraz etmiştim...sağolsun kardeşimiz iafade etti açıkladı ... vesselam...
  16. Kur'an'da neshi kabul edenlerin, hepsinin mensuh (nesh edilen)olduğunda ittifak ettikleri dört ayet: en-Nisâ 15-16, el-Enfâl 65, el-Mücâdele 12 ve el-Müzzemmil 2-4 ayetleridir. Nesh, şer'î bir delil ile sabit şer'î ve fer'î(teferruata ait) bir hükmün daha sonra gelen yeni şer'î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir." Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile "nâsih", hükmü kaldırılan delile de "mensûh" denilir. çok kısa izah edeyim: bu nesh etme meselesine şöyle bakmak gerek...kuran tüm insanlara indi yani kıyamate kadar geleceklere indiği hitap ettiği gibi kendi vaz edildiği asrıda geçmedi hikmeti böyle iktiza ediyor yani...tabiidirki kuranın hükümleri resulullahın bizzat talim ve terbiyesiyle kemal bulacaktı ve bir islam toplumu yetişiyordu bu kolay değildi...kuran bu toplumu yetiştirken onlara ağır gelen adetleri birden bıraktırmadı tedrici bir metod kullandı ve sırf Allahın rahmetidir yani...mesela içki birden yasaklanmadı evvela içkiliyken namaza yaklaşmayın dedi...sonra bu hüküm nesh edildi ve insanlar hazır olunca içki haram kılındı...bak bak hikmete bak...bunun gibi daha nice hikmetler... hey hat şu işe bakın acaba sigara gibi küçük bir adeti hem küçük bir gruptan hem kısa bir sürede kaldırmak bu kadar zorken ...O Muhammedi arabi aleyhisselam çok büyük adetleri çok büyük bir toplumdan hem kısa bir sürede kaldırdı...şimdi bu kuran hak olmasaydı (haşa) bunca insan bu kadar kısa zamanda bu dine akın akın girermiydi...konu çok uzunya neyse...araştırmak isteyen arkadaşlar baksınlar nesh mensuh uzun konudur... vesselam...
  17. tabiki ............... Allah varken ki (ezel ve ebed herşeyi kuşatmışken) ondan başka hiç birşey yoktu.zamanda maddeye tabidir.veya iç içedir.maddenin olmadığı yerde zaman nasıl var olabilirki...bu ne kadar manalı bir sözdür sence... ....ve Allah , kıyam binefsihi ,yani varlığı kendisinden vardır...diledi ama hem ezeli hem ebedi kuşatmış olduğu ve her zamanda kuşatır olduğu bir halde...evet diledi , sonsuz ilminde var olanı dilemesiyle ortaya koydu ve bunu ezeli ve ebedi kuşatır halde yaptı...böylece zaman ona bulaşamaz diyorum... şanı yücedir O' nun ve yücelerin yücesidir.
  18. sonradan sözümü çarpıtıpta...zamanın içine Allahı kattığımı idda etmeye sakın yeltenme... Allah , her şeyi (ısrarla söylüyorum )zamanda buna dahildir yani ... yaratmış böylece zamanda ve diğer herşey de vucuda gelmiştir... ve Allah bunları yataratacığını ilminde zaman O 'na bulaşmadan (hem ezeli hem ebedi kuşatmış olduğu halde) biliyordu ve biliyor... ***yani onun Zatında değişiklik söz konusu olmadı...olmazda...zaten onun haricinde ( haricinde derken zatından başka demek anlamında) herşey zamana tabi oldu...ve onun dilemesiylede değiştirebilir oldu...ve fakat o bunların tümünden çok yücedir yücelerinde yücesinde...
  19. Al-i İmran 134 O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever. Yarattığı aciz kullarından böyle bir erdem bekleyen allah,kendine gelince asla öfkesini tutamaz.Kan davası güden insanlar gibi intikam peşindedir hep. Araf 136 Biz de ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan ****** kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk Zümer 37 Allah kime de hidayet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve intikam alıcı değil midir? Duhan 16 Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız Batıl sözlü vatandaşa derimki; Allah, affetmeyi evet kullarına erdemin gereği ve aynı zamanda dünya hayatının nizamı için tavsiye etmektedir...bunda bir sorun yok...kendisinin cezalandıracağını vaad etmeside bazı hikmetlere binaendir. * Allah kullarını tehdit etmektedir ki hepimizce malum olduğu üzre ceza ve tehdit caydırıcı bir unsurdur...tafsilata gerek yok *Allahı inkar etmek öyle bir cürmdirki sen bunu yapmakla tüm mahlukatın hakkına tecavüz etmiş oluyor hepsine birden sahipsiz demekle tüm varlığa küfrediyor manen büyük bir cinayet işliyorsun.anlamana yardımcı olayım:şimdi biri sana gayrı meşru (babası belli olmayan)dese ki bunun argodaki karşılığını buraya yazmıyorum, sana ağır gelmez mi...teşbihte hata olmasın Allahta tüm mahlukatı yoktan var etti ve tüm mahlukatın sahibidir.bu ünvanıyla senin mahlukata sahipsiz ve boşsunuz demen tümünün hatta kendi nefsinin hakkını bile gasb etmendir ve en büyük bir cinayettir...dolayısıyla senin bu fikrinden dolayı zerreden kürreye tüm varlık senden şikayetçi olcaktır...onun için kuranda ''muhakkak şirk büyük bir zulumdur ''denmiştir.ve bu hakları Allah adaleti gereği alacaktır... *hem bu tehditleri yapmakla (haşa) ey kullarım sizde saldırın demiyor ki...ey kullarım ben masıl merhamet sahıbıysem öylede ceza veririm anlamındadır... *Hem intikam....alırız derken bayağı bir heves uğruna yapılan bir işten bahsetmiyorki .kulların işlediklerinin karşılıklarını onlardan affa layık olmayanlara iade noktasında tessi adaletten bahsetmiştir...hem Ashâbım! Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır(415/2) ve yakınlık gütmeden ilk akrabasından başlamıştır bu işe Az **** be adam...ne yazdığına dönde bir bak...kimi neyle itham ediyorsun... vesselam...
  20. YA Lütfen az birileri baksın buraya...adamın mantığına bakarmısınız... ben kuran bilimseldir demişsem . burdan ;Allahın dilemesiyle ayı ikiye ayıramayacağını mı kasdetmiş oluyorum...burdan bu çıkarımı yapmak cidden zor iş ...zira herkes bu kadar kısır bir düşünceye sahip olamaz.sen şeftaliyi ikiye ayırırsın Allahta hem ayı hem güneşi hem tüm kainatı ve hemde seni ikiye ayırır...yeterki dilesin..şeftaliyi ikiye ayrırmak senin için nasılsa Allahın yanında da her şey onun gibi , hatta daha kolaydır... hem demişki hadi yere düştü diyelim onları bir daha kim yerine fırlatacak... cevap: Onu kim ikiye ayırdıysa elbette o birleştirecek ve birleştirdi... hem ********* bir kez daha sergilemişsin git mucizenin ne anlama geldiğine bir bak...sadece hezeyanına gülüp geçiyorum.... mucize Allahın tabii kanunlar dediğimiz sünnetullahını bir an olsun kendi dilemesiyle durdurmasıdır...olağan üstü olmasa mucize denmezdi zaten...yazılarımı okuyun lütfen sorusunun ne derece ****** olduğu anlaşılacaktır... vesselam... zilzal suresinnin malum son ıkı ayetının tefsiri hem birinci ağızdan resulullahtan nakledilen bir hadisle izah edildi zaten . ortada düzeltme yapılacak bir durum yok ...hadisi şerife ve tefsirlerine bir daha bakın saygılar vesselam...
  21. diyorsun ... böylece sana göre ; Allahın başlangıcı olmadığı için ilmininde başlangıcı olmuyor ve yaratacağı herşey ondan sudur etmiş oluyor(haşa) hemde ezelde...ve Allah bunun önüne geçemiyor diyorsun... peki ortada senin mantığına göre bariz bir acizlik olmuyormu...ve zatında acziyet olana(haşa) sen tutupta İlah nasıl diyebiliyorsun... cevaben derimki; Allah evet herşeyi ezelden ebede kadar kuşatmıştır.tüm başlangıcı olmayanı ve sonu olmayanı kuşatmıştır.ilmide dilemeside böyledir.ve kendi ZATI akdesinde bir değişiklik olmadan da zamana karışmadan da (zamana tabi olmadanda) varlığı vucuda getirmeye güç yetirendir.ve bunu ezelden bilir ama varlığında sudur olmasına gerek yoktur , bunu yapması için yani...gerek yoktur diyorum çünkü ilahtır herşeye güç yetirendir.hem yarattığı alem zatında bir değişiklik meydana getirmek değildir ki... yarattığı eşyaya, zatını karıştırmıyorki sudur olsun!!!zaman onunla değil ...dikkat et buraya...onun yaratmasıyla vucuda geliyor...
  22. Buhârî ve Müslim'in rivayet ettiğine göre hâdiseye bizzat şahit olan Abdullah b. Mes'ud şöyle nakleder: "Ay, Hz. Peygamber'in zamanında iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın bir tarafında, diğer parçası dağın diğer tarafında idi. Hz. Peygamber bize şahit olunuz." dedi. (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Kamer, 1; Müslim, Kıyame, 44). "Kıyamet saat(i) yaklaştı, ay yarıldı. Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve "süregelen bir büyüdür" derler. " (el-Kamer, 54/12).Sahabenin ileri gelenlerinden Hz. Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Huzeyfe, Enes, Cübeyr İbn Mut'im, İbn Ömer gibi zatların bildirdiğine göre; Peygamberimiz (s.a.s.) müşriklerin istekleri üzerine Mina'da ay yarılma mucizesi göstermiş ve bu vakayı görenlere "şahit olunuz" deyip onları tanık tutmuştur. Hâdisenin meydana gelişi ayet ve sahih hadisle sabit olup inkârı mümkün değildir. Bunun gibi daha çok misal verebiliriz ...velakin anlayana bu yeter bir örnektir.burada önemli olan bir husus şudur... mütevatir hadis: Aklın ve adetin yalan üzere birleşmelerini imkansız gördüğü bir topluluğun, senedin başından sonuna kadar yine Adı geçen topluluğun, senedin başından sonuna kadar, metnini aynı lafızla ve aynı şekilde rivayet ettiği hadistir. Alimlerin çoğu -mütevatir hadis'te her bakımdan lafzi mutabakatın (uygunluğun) bulunması şart koşulduğu takdirde-Kur'an-ı Kerim'den başka bir yerde bu şarta uyan bir naklin bulunmasını muhal (imkansız) görmektedir. Bazı alimler de bizzat hadis-i nebevide bir hayli lafzi mütevatirin bulunduğunu te'yit ederler (doğrularlar) ve buna delil olarak da, ayın yarılması, şefaat, kütüğün inlemesi, mest üzerine mesh, isra ve mi'rac, Rasulüllah (as)'ın parmaklarından su fışkırması ve az yiyeceği birçok askere yetiştirmesi gibi hadislerdir. hatta bunların bazılarında mucizelere bizzat müşriklerde şahit olmuşlardır. mesela ayın ikiye ayrılması olayına ebu cehil gibi kömür yürekliler '' yetimi ebu talibin (resulullahı kastedioyor) sihri semaya tesir etti demiştir. ayrıca: peygamber efendimizin mucizeler Allahın katındandır demesi sözü Allahın yaratması olmadıkça benden tesiri hakiki beklemeyin yaratıcı odur.siz benim sizi uyardığım meselelere kulak verin ve Bildikleri halde hakkı tanımak istemeyen, zulmü âdet edinmiş zalimler, nitekim o zalimler kitap ehlinin hakkı kabul etmeyen kısmı, Kur'ân'ın âyet, yani mucize olmasını inkâr ettiler de dediler Rabbin'den üzerine birtakım âyetler, yani Musa'nın asâsı, Salih'in devesi gibi mucizeler inse ya! De ki: Bütün âyetler ancak Allah'ın yanındadır. Yani gerek Kur'ân, gerek sizin istediğiniz mucizeler, hepsi Allah'ın katındadır. Kur'ân'ı indiren Allah olduğu gibi, öbürlerini indiren ve indirecek olan da yalnız Allah'tır, başkaları değil. Bundan dolayı, ne dilerse indirir, ben ona karışmam. Ve ben ancak açık bir uyarıcıyım, inanmayanlara azabın habercisiyim. uzatmak istemiyorum çünkü okunmamasından endişe ediyorum... vesselam...
  23. Amma ....şimdi ben sana soracam kürşatcım sıra bende... sende sorularıma sırasıyla ve kısaca cevap ver fazla tafsilata girişme... 1-sana göre Allah maddeyle ve zamanla yani tüm varlık alemiyle ezelden aynı andamı oldu...sudur etti...sana göre maddi alem ezelimi olmuş oluyor.Allah ile beraber yani( haşa) 2_sen ezel derken ne anlıyorsun başlangıcı olmayan mı .... bunlara kısa ve net cevap verirmisin...
  24. buyur burdan yak............ kürşat ne sorduğunu okuyor musun arkadaşım... ne demek zaman yaratılmadan önce zaman varmıydı yokmuydu.... zamanı Allah yarattı ve tüm aleminde yaratıcısı odur ve O zamanı yaratmıştır zaman ve mekan vucuda gelmiştir. ve O tüm bunları yaratırken kendisi hem ezeli hem ebediyeti kuşatmıştır zaten...dolayısıyla yarattığı hiç birşey ona değmedi dokunamadı o hepsinin çok yücesinde yücelerin de yücesinde.. zaten kıyaslarken hataya düştüğün nokta burda sen kıyasını kendi çapında yapmaktan öte yol bulamıyorsun ve bunda da seni kınamıyorum çünkü elinde olan bu kadar yani...seninde bizimde ...
  25. RAPOR _1_ Bana ithaf ederek , batılsözlü birinin sualine kral ve pantheaa arkadaşlarımın verdiği teknik cevaplar kafi olduğundan bu konuya girmeyecem. batılsözün hepsi gibi bir başka batıl sözünü ve iftirasını açıklayacam( Allah izin verirse) Uzun olmaması gayretindeyim zira farkettiğim bu cidden uzun yazılar okunmuyor. Belirtmem gereken bir diğer mesele şu; Belki batıl sözlü vatandaşlar batıl sözlerinin çürütülenlerine sahip çıksalar daha haysiyetlice olur .en azından ilim adına tekzip edilen uydurmaları için çıkıp tebrik etmeli veya iftiraları için özür dilemelidirler. zilzal__suresi celilesine yönelik haksız iddia çürütüldü__!!!okuyun göreceksiziniz. halat _deve meselesi__haksız iddia çürütüldü_!!!okuyun göreceksiniz. sonuç: şimdilik kararlı bir şekilde ilerleniyor.iddalar aydınlatılıyor.çalışmalarından dolayı kral ve panthea arkadaşlarıma ve tabiki katkısı olan herkese teşekkürler.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.