-
İçerik Sayısı
196 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Pantheaa tarafından postalanan herşey
-
Bakın, Ben Tanrının Saati kurup bıraktığını kastetmiyorum. Bu deiszmin inancıdır. ben sadece örnek verdim. Yani eğer, saati çalması gereken saate ayarlarsanız, o saatte çalması için başka bir şey yapmanız gerekmez. saatin varoluşuna göre, gerekli şartlar sağlandıkça, o saat zamanı geldiği zaman çalacaktır. ancak siz isterseniz o saati ileri alabilir, isterseniz geri alabilirsiniz... Ben yine diyorum ki, Allah genel olarak evreni böyle yaratmıştır. yani temel yasaları yaratmıştır ve işleyiş böylelikle sürmektedir. Allah, herşeyi birden yarattığını söylemektedir. varlık birden varolmuştur, yasaları ile beraber, ve bunu bizim tam olarak kavrayamayacağımızıda belirtiyor... yani Allah, bugün yerçekimini yaratayım, yarın suyun kaldırma kuvvetini, başka günde şunu şunu yaratırım dememiştir anlatabildim mi? tüm doğa yasalarını da böyle bir anda yaratmıştır ve maddesel nedenlerle ilişkilendirmiştir. herhangibir depremin nedenini bilimsel olarak araştırdığımızda "Allah Yaptı" sonucu çıkmaz karşımıza. ama biliyoruz ki, o depremin nedenlerini, yasalarını Allah yaratmış, dolayısıyla da depremi Allah yaratmıştır. Allah'ın müdahalesi böyledir. ve öyle ki zaman zaman, dediğiniz gibi bazı kavimleri helak etmek için doğaya MÜDAHALE ETMİŞTİR, yani normalde doğanın (insanların sosyal ilişkilerine değil, dikkat edin) işleyişini en baştan tesbit etmiş ve gerek gördüğü zaman (kavimleri helak edeceği zaman) müdahil olmuştur... ancak Hak din tamamlandıktan sonra artık böyle bir şey yapmamaktadır... çünkü, o helak olan kavimleri bize örnek olarak sunmuştur zaten. artık hesap kıyamete kalacaktır. başka bir şeyde, eğer Allah'ın her depreme yada afete an an müdahale ettiğini düşünürsek, dünyada her saniyede onlarca deprem olmaktadır, Tabii ki Allah'ın her şeye gücü yetmektedir, ancak o bunu yapmamaktadır. bu kendisini kısıtlaması yada yapamaması değildir. o zaten yasaları tesbit etmiştir ve dünya o çerçevede, oluşumu ile beraber doğal süreç içersinde afetleri meydana getirmektedir. bir depremin tek nedeni vardır, yer yüzünün hareketleri... heyelanın nedenleri de bellidir. yada diğer afetlerin... Allah bunların yasalarını meydanan getirmiş ve yaratmıştır. mesela dünyanın dönmesi için an an müdahale etmemiştir, doğanın devinimi içersinde, dünyanın dönme kanunlarını yaratmış ve artık dünya dönmektedir... ben bunu anlatmaya çalışıyorum... takdir edersiniz ki, eski ilkel dinlerde, yıldırım ve şimşeğin bile İlahlar tarafından bir cezalandırıcı ve uyarıcı olarak gönderildiğinie inanılırdı, ancak bugün biliyoruz ki bu tamamen doğal yasalarla tesbit edilmiş bir vakadır... işte benim dediğim budur ve afetlerin Allah'ın insanları cezalandırmak için gönderdiği inancı bu inançların yansımasıdır. yoksa bir deprem sırasında ölen her insan günahkar değildir, yada ölen bebekler günahkar değildir. o yüzden hala ısrar ediyorum ki tüm doğal afetlerin yaratıcısı yine Allah olmakla beraber, Allah bunların yasalarını yaratmış ve her şey o çerçevede olmaktadır. her şey bir sebepler dairesi içinde sürmektedir. umarım daha açık olabilmişimdir...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Pantheaa şurada cevap verdi: Ya Sev Ya Sevr başlık Politika Bilimi
Arkadaşım, dünya dili diye birşey yoktur... Sömürge dili vardır. İngilizce, Sömürgecilik dilidir. gelişmiş avrupa ülkeletrrindeki İngilizce bilme olayından bahsetmişsiniz ancak şöyledir ki, Fransa'da herkes Fransızca eğitim almak ve Fransızca bilmek ZORUNDADIR. kendi dilini konuşma konusunda Fransızlar ve Almanlar bizden kat kat katıdır. kendi ülkelerinde başka bir dille konuşmama konusnda son derece dikkatlidirler. ama ingilizce bilmezler mi, bilirler tabii ki... gelelim inglizce eğitim konusuna. işte bazı örnekler vermişsiniz, iktisat falan diye. ingilizce eğitim verilmesi uygunmuş güya... bakın, geometride yabancı dilden başka eğitim verilmesinin imkansız olduğunun düşünüldüğü bir dönemde, Atatürk, Geometli kitabı yazmış ve öz ve öz Türkçe kelimeler, tanımlamalar bulmuş ve bügün üniversitelerde, evrensel bilgi veren üniversitelerde dahi bu tanım ve kelimeler hala kullanılar ve hatta çokta güze matematik ve geometri eğitimi verilir. yani bırakın arkadaşım bu kendi dilinize güvensizliğinizi... bilim dili diye bişey yoktur. insan sadece kendi dilinde düşünebilir. siz, daha Türkçeyi konuşamayan ortaokul öğrencisine, kimya dersnide "anot" "katot" gibi inglizce ifadeler öğretiyorsunuz. o çocuyk bunun ingilizce karşılığını mı bilecek, yoksa soruya mı yönelecek? mantık parçalanıyor ve başarısızlık ortaya çıkıyor. bu üniversitede böyle. ama siz her alanda eğitimi türkçe verin, türkçeleştirin,o adamın kendi alanına yeteceği kadar yabancı dil öğrenmesi işten bile değildir. öğrenim arası kurslarla ek ala öğrenilebilir ve çokta yararlı olur. bunun tartışmasını yapmak gereksiz bile. yabancı dille eğitim "Sömürge Zihniyetinin" savunabileceği eğitimdir... ne yazık ki, sizide böyle gördüm... Dünya Dili yada Bilim Dili diye birşey yoktur ve olamaz... Bu, zamanında, Arapların "Cennet Dili Arapçadır" iddiasının "İngilizce" versiyonudur. onun gibi palavra ve boş bir yutturmacadır. ancak ***** buna inanır. diyorum size, Geometri dersinin, Türkçe ile verilmesinin imkansız olduğunun düşünüldüğü bir dönemde, Atatürk bu dersi Türkçeleştirmiştir ve Türk Bilim Tarihine damgasını vurmuştur. bugün hala Dikdörtgen, üçgen, çokgen, açı vs vs vs... ifadeleri kullanmıyor muyuz? tüm bilimler için böyledir. yeter ki, sömürge anlayışına kurban olmayalım ve kendi dilimize güvenelim... ayrıca öyle ki, sizin "bilim dili" dediğiniz ingilizce, henüz en fazla 20 yıldır yoğun olarak bilime geçmiş haldedir. ondan önce türkiye ve diğer ülkelerde Fransızca ve Almanca hegemonyası vardı. bunu bilmemeniz büyük ayıp. daha 10 yıl öncesine kadar Türkiye'de Fransızca ve Almanca öğretmenler vardı ingilizce öğretmenlerden ziyade. yani, ingilizcenin güya bilim dili olması "değiştirilemez" diye bir şey içermez. rica ederim, ingilizceyi bu kadar gereksiz bir şekilde ve endi dilinizden bu kadar korkarak yüceltmeyin... ya çok manasız bir örnek vermişsiniz bence... şöyle düşünün, lisede sayısal bölüme giden bi öğrencisiniz... hocanız size geliyor diyor ki "bka bu "anot" bu "katot"... şimdi bunu kime söylerseniz söyleyin, anlamayacaktır mutlaka yanına işaretlerini kotmak zorunda kalırsınız. çocuğu hem yabancı dil boyuduruğuna soktuğunuz yetmezmiş gibi, işaretlerlede kafaasını yorarsınız... ama bırakın lise öğrencisini, herhangibir eğitim almamış birisine "eksi ve "artı" konusundan bahsederseniz, anlamaması için aptal ötesi bir zekaya sahip olması gerekir. ve ingilizce terimlerin tam karşılığı bulunamaz diye bir düşünce olamaz. bulunamadığını düşündüğünüz şeyler, sizin yetersiz kaldığınız şeylerdir. bakın, zamanında Arapça ve Farsça içinde böyle söyleniyordu, Osmanlılar zamanında... okuyun, Osmanlılarda Tercüma Faaliyetleri çok önemli bir dönemdir. çok büyük öneme sahiptir. ancak o dönemden sonra cumhuriyet döneminde bu zincir kırılmış ve dil özleştirilebilmiştir. çünkü kendine güvenen, devrimci kimseler, özellikle Atatürk vardır... bugün sizin "Türkçe Karşılığı olmadığını" iddia ettiğiniz bir çok tanımın bile, bilimde dünyanın çok çok gerisinde kalmış araplar dahi, karşılıklarını türetebilmektedirler... mesela: Prevantoryum: Nekahet-Hane... (bunun Türkçesini türetemiyecek kadar aciz sanıyosunuz kendinizi, ama Arap yapıyor işte...) Gouttes : Nekaris=Nikris (bu da ayak parmaklarında ve topuklarda meydana gelen ağrılı bir hastalığa verilen isimdir. Arap yapıyor, Ama Türkçe aciz öyle mi?) neyse, bir çok örnk verilebilir bu konuda, uzatmaya gerek yok... hiç bir dil, başka bir dil karşısında çaresiz değildir. mutlaka bir yolu vardır, bir karşılık bulunur. yalnızca zihinlerimizi satmış olmayalım... kendi dilinize güvenirseniz ve yeterince bilgiye sahipseniz, hangi kelimenin neye karşılık geldiğini mutlaka bulursunuz. ama kendi alanınızda bile yeterli değilseniz, bunun en temel kanıtı, uzmanı olduğunuzu sandığınız terimlere, kendi dilinizde karşılık bulamamanızdır. ya kendi alanınızda yeterli değilsinizdir, yada kendi dilinizi bilmiyorsunuzdur...- 119 cevap
-
- HYP
- Yaşar Nuri Öztürk
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Arkadaşım, Deizmin ne olduğunu biliyorum ve söylediğim bazı şeyler Deizm ile örtüşebilir, bilemem... ancak ben Bilim ile Dinin birbirini yalanlaması yada birbiriyle çelişmesi gibi bir şey olduğuna inanmıyorum. Bir başk şey ise, söylediklerimin İslam'a pek uymadığını söylemişsiniz, lakin uymaktadır. Allah her şeyi ta enbaşından yaratmış ve herşeyin sebebini, yasasını tesbit etmiştir, o yüzden müdahale etmez ve etmesine gerek yoktur... Yoksa, etmesi gereken dönemleri de yaratmış ve Peygamberleri göndermiştir. Ben bundan bahsediyorum... eğer bir Saati kurduysanız, çalması gereken vakitte çalması için hiç bir şey yapmanız gerekmez. Allah'ta doğayı yasalarıyla tesbit etmiştir ve sonradan müdahale etmesi gerekmez. buna "Allah'ın kendisini kısıtlaması" olarak bakmak çok saçma. Çünkü eğer kısıtlamak olarak görürseniz, Tanrı kendisini, Şeytan'ın, kendisiyle Kıyamet gününe kadar yarışmasına izin vermekle kısıtlamıştır diyebiliriz. Çünkü Allah istese Şeytanı yok edebilir ya da yakabilir, ancak bunu yapmamış ve Şeytan'ın, kendisiyle yarışmasına, onu yenmeyi iddia etmeye cüret göstermesine izin vermiştir. Buna izin vermesi, sizin mantığınızla, Allah'ın buna mecbur kalması gibi de algılanabilir belkide... Ancak Allah kendi iradesiyle böyle yapmıştır ve kendisini kısıtlamamıştır. Onun için kısıtlanmak diye birşey yoktur. O yüzden Allah, doğa yasalarını yaratmakla kendisini kısıtlamamıştır. Tabi ki hayır ve şer Allah'tan gelir ancak beinm kastettiğim, Allah'ın keyfen bir şer göndermediğidir. Allah her şeyi bir sebepler dairesi içinde yaratmıştır ve herşey bir sebebe bağlı olarak gelişir. Her Şer (deprem, afat vs...)'in bir sebebi vardır. Allah bu sebepleri yaratmıştır ve dolayısıyla Depremin yaratıcısıda O'dur. Ancak, insanlara kininden dolayı yaratmamıştır depremi falan... işre bunları bilebilmemiz için bize Bilim öğrenmeyi Emretmiştir Allah. Ben söylediklerimin Deist olduğuna ve İslamla Alakasız olduğuna inanmıyorum. Olaya yüzeysel değilde, biraz öz olarak bakmak lazım diye düşünüyorum... Şahsen benim, Allah'a ve O'nun eseri olan Doğaya ve Bilime sonsuz güvenim vardır... O yüzden söylediklerimi Deizm ile karıştırmamalısınız diye düşünüyorum. Çünkü deizmde Tanrı yaratmış ve bırakmıştır, diye bir öz tanım vardır. Ben bunu kastetmiyorum... Selametle...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
arkadaşım, ben bilimin dediğin gibi bir şey olmadığını iddia etmedim, bu birincisi... ikincisi, Allah'ı bilimle de açıklamaya çalışmadım, tabi yazımdan bunu mu anladın bilemiyorum. Elbette ki "İlah" inançları toplumsaldır. Ancak Allah inancı evrensel bir nitelik taşır. bunun nüvelerini saymaya gerek bile yoktur. benim asıl anlatmak istediğim ise, Tanrı ile Bilim'in kesinlikle zıt düşemeyeceğidir. ve Tanrı'nın bilimi, insanlara öğütlediğidir. çünkü öyledir ki, "Akla Uygun Olan, Dine'de Uygundur" der M. Kemal. "Gerçekleri Söylemekten Korkmayınız. Gerçeklere Ne Kadar İnanıyorsam, Dine'de O Kadar İnanıyorum" der. Ama bu bir yana, yine bu doğrultuda dinde şöyle bir temel vardır, Allah'ın yarattığı hiç bir şey (Doğa) Allah'ı yadsıyamaz. yani düşünün, Allah doğa'yı yaratıyor, doğanın O'nu Yalanlaması diye bir şey söz konusu olamaz. O yüzden Bilimden ve senin sözde bilimsel açıklamalarında zerre kadar korkmam. Mevlana'nın dediği gibi, yaratılmış her şey Allah'ı Tavaf ve Tasdik eder. o yüzden Bilim'in arkasında durmamak, bilimle ilgilenmemek düpedüz cahillik ve manasız bir korkudur. diğer açıklamalarıma gelince, ben olabildiği kadar, Allah'ın "Doğa Kanunlarını Yarattığını" ancak bu doğa kanunlarının işleyişine, yani bugün deprem olacaksa olmasına veya insan klonlamak mümkünse bile klonlanmasına karışmadığını yani etki etmediğini dini olarak anlatmaya çalıştım. Allah yasaları ve kanunları yaratmış sonra işleyişine bırakmıştır. Mesela insan klonlamak dahi mümkünse, klonlanmasını pek tabiidir ki karışmayacaktır ancak onun klonlamanın yasalarını yarattığı da aşikardır. aslına bakarsanız bilimin işleyişi bakımında pek ayrı düşündüğümüzü sanmıyorum ancak o yasaları Allah'ın yaratması konusunda ayrı düşünüyoruz sanırım. Yani ben Tanrı'nın "Doğayı ve İnsanı Yarattığını" düşünüyorum, siz ise İnsanın "Tanrıyı Yarattığını" düşünüyorsunuz. Ancak açıklamalarınızı ve bilimsel tesbitlerinizi "Tanrı'yı Yalanlamak" manasına zoraki bürümeseniz, inandığınız şeyde, gözümde daha inandırıcı olursunuz. Çünkü ben, temel olarak, Allah'ın yarattığı hiç bir şeyin (ki Bilim, Doğa... her şeyi o yaratmıştır) O'nu yalanlayamayacağına inanıyorum ve bunun aksini kanıtlayanıda göremedim şimdiye kadar ve sizde bunu başaramıyosunuz. O yüzden bence boşu boşuna bu kadar kasmasanız diyorum "Bilimsel"cilik uğruna. Bende bilime en az sizin kadar inanırım ve gördüğümüz depremler vs gibi doğa olayları tamamen bilimsel bir denge sonucunda olmaktadır. Yani Allah durup dururken "Dur bi deprem yaratayım" dememektedir. Deprem'in oluşabilmesi içn gerekli şartları, doğa kanunlarını Allah yaratmıştı ve o şartlara göre deprem ya olur yada olmaz. Bu en basitinden Ozon tabakasının delinmesi ile de anlatılabilir mesela; Ozon tabakasının yapısı ve oluşum koşulları ile ilgili yasalaları Allah yaratmıştır ve olumsuz şartların oluşumuna göre o tabaka delinir, o şartlar ortadan kalkınca da kendiliğinde yenilenir... umarım yeterince açık olabilmişimdir bu konuda. Bilindiği gibi bilimsel veriler ne kadar değişken olsada temel yasaları vardır doğanın. Ve bunları insan değiştiremez. İşte "Takdir-i İlahi" derken asıl anlatılmak istenen, Allah'ın canı sıkıldıkça yada kızdıkça Deprem falan yapıp can aldığı değil, bu Doğa'nın Temel Yasalarının Allah Tarafından Yaratıldığı ve Gerekli Koşullar Oluştukça O Olayların Meydana Geleceği ve Gelmesidir. Suya taş atarsanız dalga oluşturur ve taş suya batar değil mi? yada buzulların küresel ısınma ile eriyip sıcak ve soğuk su akıntılarının tesirlerini bozması... bunlar hep Doğa Olaylarıdır ve Temelleri Allah tarafından yaratılmış ve Belli bir Dengede bırakılmıştır. Dünyanın ekseni ve güneş etrafında dönmesi falan... hepsi böyledir. Haa... bunun böyle olduğunu bilimle açıklayabilir miyiz? Açıklayabildiğimiz, doğanın/evrenin belli yasalara tabi olduğu ve bu yasalar çerçevesinde hareket ettiği, yaşadığıdır. o yasaları kimin yarattığı konusunda Bilim bize bir veri veremez. Bazı bilim adamları, Tanrı'nın varlığını %66.6666666__ gibi devirli bir oranla ispatladıklarını söylemekteydi. Tabi ne kadar inandırıcı bilemem ama bu konuda kitap bile yazdılar, ki mutlaka görmüş olmalısın... ancak şu var ki, Allah tüm Maddi Oluşumların Nedenini ve kaynağını yine maddeye bağlamıştır. yani Eğer rüzgar esecekse, yine bu maddi olayın, yine bir Maddesel nedeni ve onunda maddesel nedeni vardır. öyle olmasa idi, Allah'ın bilimi emretmesi çok saçma olurdu. Şimdi diyeceksin ki, "Peki Tüm Maddeler/ Yaratılmışlar nasıl oluyoda Allah'ı Tavaf ediyo" (yani O'nu destekliyor?). Anlattığım şeylere bakarsak, Doğaya bakarak "Allah"a dair veriler alamayız gibi görünüyor. Ancak en temel olarak şu var ki, Doğaya bakarak kesinlikle alamayacağımız ilk veri "Allah'ın OLMADIĞINA" dair verilerdir. Çünkü Hiç Bİr Bilimsel Araştırma "Acaba Allah var mı, yok mu?" diye yapılmaz ve bu sonucu vermez. Bir Doğa Araştırması Maddesel sonuçları tesbit eder. Ancak Oluşun birde en temel ve ilk yasası vardır ki, İlk Oluşumda (yani Büyük Patlama'da), o Katrilyonlarca Kat Ton'luk, iğne başı kadar yoğun atomu neyin aktif hale getirdiği sorusunun cevabıdır. Yani uzayda, kendisinden başka hiç bir madde ve uzaydaki dalga boylarını harekete geçirebilecek bir başka madde olmadığı halde, bu durağan madde nasıl olurda aktif hale gelir ve patlama olur... İşte Tanrı bunların yasalarını kendisi koymuş ve yaratmış, doğa'yı oluşuna bırakmıştır. Hepis bir denge halinde olmuş ve olmaktadır. İslam, Bilim ile ilişksini bu şekilde açıklar. Bilim'in Allah'ı açıklamasına ihtiyacı yoktur yani, çünkü o Allah'ın öğrenilmesi için emrettiğidir ve Allah'ın kudretinin kavranılması için emredilmiştir. Yeterince Açık olabildim mi bilmiyorum. Yine de, dürüst olmak gerekirse Bilimselci arkadaşım, Bilimsel olma konusundaki çabalarını takdir ediyorum. Umarım sende, o yasaların kaynağının ne olduğunu kavrarsın... Selametle...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ya çok komiksiniz yaa... hayır, anlamadığım, sizve Allah'ın kundaktaki bebeğe kini var da mı depremi yada tsunamiyi yaratıyo ve canlarını alıyo? arkadaşım "Takdir-i İlahi" teriminin temel açılımı "Allah'ın Yarattığı Kader" manasına gelir. "Takdir" kelimesi "Kader" kelimesinden türemiştir. bilindiği gibi, kelimeler yüzyıllar geçtikçe anlam kayması yaşarlar ve farklı manalara gelirler. o depremler ve tsunamiler yada savaşlar tabii ki "Takdir-i İlahi" dir, ancak sizin düşündüğünüz manada "Allah kızdı ve deprem yarattı" gibi bir olay yoktur. Kur'an-da "Kader" bilindiği gibi "Ölçü" manasında da kullanılmıştır. bu "ölçü kavramında kasıt Doğanın bir dengeye tabi oluşudur. yani "Yerçekimi Kanunu"ndan tutunda "Ayın Evreleri"ne kadar her şey bir ölçü dahilindedir. Har yaratılmış bir Kadere, Ölçü'ye, Denge'ye tabidir. herşeyin bir Kaderi, Ölçüsü, Dengesi vardır. işte Depren ve Tsunamilerle ilgil "Takdir-i İlahi" bunu kastetmektedir. Savaşlarla ilgili "Takdir-i İlahi" ise, toplum-bilim okuyanlar bilirler. özellikle "İbn-i Haldun"u okuyanlar daha iyi bilirler, toplumların tarih içersinde ilerleyişlerinin belli başlı kaideleri vardır. ayrıca savaşların keyfiyetten olmadığı ve çeşitli toplum-bilimsel nedenlere dayandıkları ispatlanmıştır. yani toplumların tarih içersinde ilerleyişleri de belli yasalara, ölçülere ve kaidelere bağlıdır. kısaca toplumlarında bu manada bir "Takdir-i İlahi" özellikleri vardır. savaşlarıda bu manada düşünün isterseniz. Bilimselci arkadaşım, sanırım yeterince Bilimselci ve Din-Bilimselci davrandım. bence sizde biraz daha gerçekçi olsanız iyi olur. ve bence ne kadar bilimsel yorumlar yapmaya çalışsanızda kavramların gerçek manalarını bilmediğiniz için zerre kadar bile bilimsel olamıyorsunuz ne yazık ki, kusura bakmayın... Kısaca Allah, artık kimseye kin güdüp te canını almak gibi bir heves içinde değildir. Zamanında, helak etmesi gereken kavimleri helak etmiştir ve bunları bir nedene bağlamıştır. son dinle beraber bunları bildirmiş ve artık cahiliye devrini kapatmıştır. ancak ne yazık ki hala o cahiliye dönemlerine dönmek isteyen güya bilimselci kimseler vardır... İslam'da Kadercilik yoktur. yani şunu Allah yaptı benim suçum yok diyemezsiniz. İslam'da Kader vardır... Selametle...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Kardeşim, anlattıkların hakkında Kuantum teorisinden etkilenmişsin, belli... ve şunu söylemeliyim ki, ispatlıyacağını iddia ettiğin hiç bişey yok ortada. bundan eminim. çünkü Allah'ın ihtimallerle uğraşmadığını bilmemen çok büyük bi gaflet. Bak kardeşim, eğer "OLASILIK HESAPLARI"na gireceksen, ben sana daha köklü bir örnek vereyim. adını hatırlamadığım bir bilim adamı "OLASILIK=İHTİMAL" konusunu içeren bir kitap yazmıştı ve tüm olasılık hesaplarının sonuçlarının "%"lerle ifade edilemeyeceğini söylemişti. çünkü olayların sadece iki sonucu vardır: Ya Olur, Ya Olmaz... Bir araba ya çarpar, ya da çarpmaz... bi markete ya gidersin ya gitmesin... para ya yazı gelir ya da tura... ama şu var ki, Allah; sen masa başında otururken "Ulan bu adam %20 ihtimalle uzanıcak, %45 ihtimalle mutfağa gidecek, % 35 ihtimalle oturduğu yerde duracak" diye bi çıkarım yapmaz ve ihtiyacı da yoktur... çünkü o ihtimaller dışında, senin yapacağın tek tercihi biliyo zaten anlatabildim mi? yani benim bu yazı ile ilgili iki ihtimalim var, bu yazıyı ya yazıcam veya yazmıycam... bak bunu sen, ben bi başkası yani her insan biliyor... diğer tüm ihtimalleri tabii Allah'ta biliyor... Ancak Allah'ın asıl bildiği, benim bu yazayı yazacağımdan ziyade, neler yazacağımdır, yani ayrıntıdır... sem markete ya gidersin ya gitmezsin, ancak nasıl gideceğin, markete ulaşıp ulaşamayacağın, sen saymasanda kaç adım atacağın elbette Allah tarafında bilinir. Allah oturupta senin için olasılık hesapları yapmıyor sayın arkadaşım anlatabildim mi? senin yapacağın yada yapmayacağın her eylemi elbette ki biliyor, ancak diyorum ya, bunu bizde tahmin edebiliriz... orada otururken, yanında duran kardeşine sor "ben şimdi ne yapacağım" diye, mutlaka sana hemen bir çok olasılık sunacaktır. bu çok basittir. ancak Allah'ın temel olarak bildiği "Senin Aslında Ne Yapacağındır", anlatabildim mi? yani Allah'ın iradesinde "Tahmin eden" gibi bir sıfatı yoktur, "Bilen" diye bir diye bir sıfatı vardır. Allah olmasının temel özelliğide budur zaten, bizim bilemeyecek olduğumuz şeyleri bilebilmesidir... Tahminlerle uğraşmaz, sadece senin neler yapabileceğini bilir ancak temel olarak ne yapacağını bilir. ve öyle ki Allah'ın iradesinde, senin Asıl Yaptığından başka, diğer olasılıkların zerre kadar önemi yoktur. Yani, ben bu yazıyı bitirebilirsem eğer, yazmayacak olma ihtimalimin hiç mi hiç önemi yoktur. Eğer önemli olsa idi, Allah Kuantum Fiziği'ni gerçek kılar ve benim bu yazıyı yazmadığım bir evren oluştururdu. ve tabi bu yazıyı yarım bırakma ihtimalim olduğu için bir başka evren daha oluştururdu. çünkü o kadar önemli ise "Yapmadığımız Şeylerin İhtimalleri" Allah mutlaka o yapmadığımız eylemleri gerçekleştirdiğimiz bir evren daha yaratırdı... yani arkadaşım, sen anlaşılan bazı şeylere "Mistik" açıdan çok takılmışsın ve aklınca ve kendince bazı işaretler yada sadece senin farkına varabildiğini sandığın bazı imgeler arıyorsun. ama acı gerçeği söyleyim sana, ne Matrix'te yaşıyoruz, ne de sen Neo'sun... Allah'ın neyi bileceği ile ilgili her şey apaçıktır. başka söze gerek yoktur kanımca. "O Herşeyi Bilir" diye bir kaideye inanıyorsak eğer, buna bizim yapacağımız yada yapmayacağımız tüm ihtimallerde girer tabii ki, mutlaka onlarıda bilmektedir Allah, ancak O'nu ve Bizi asıl ilgilendiren "Diğer Yapabilecek Olduklarımız" değil, "Asıl Yapacak Olduklarımız"dır. Umarım yeterince açık olmuşumdur... yani, eğer biraz daha mantıklı düşünürsek, mesela bugün sabah bir kaza yaptık ve bir çocuğa çarptık, şu an o çocuğa çarpmamış olma ihtimalimizin zerre kadar önemi yoktur öyle değil mi? Allah, o çocuğa çarpmama ihtimalimizin olduğunu tabii ki bilir ama asıl konu çarpacak olduğumuzu bilmesidir ve diğer ihtimali bilip bilmediğin konuşmanın hiç bir önemi yoktur. Veya geçen günlerde "Kasten" bir adam öldürdük diyelim, adamı öldürmeme ihtimalimiz elbette vardır ve Allah bu ihtimali elbette ki bilir, ancak şu an o ihtimalin ne Bizim için, ne Ölen Kişi için, ne de Allah için zerre kadar önemi yoktur. Yani Allah "senin bu adamı öldürmeme ihtimalinde vardı, o yüzden sana günah yazmıyorum" diye bir kaide koymamış di mi? yani yazdıklarından anladığım kadarıyla sen Allah'ın diğer ihtimalleri de bildiği konusuna takılmışsın. ben sana diyeyim, bu diğer sıfatlarının manasına bak8ıldığında aslında bilinmeyen bir şey değil; evet Allah bizim yapacak ve yapmayacak olduğumuz tüm ihtimalleri bilir tabii ki, ancak O'nu ve Bizi ilgilendiren "Yapabilecek Olduklarımız" değil, "Yapacak Olduklarımız"dır... umarım yeterince açıktır...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
Pantheaa şurada cevap verdi: yağmur başlık Dini Konular - Din - Dinler
***Hz. Muhammed'e göre, aynı topraklarda yaşama kararlığında olan herkes, aynı millete mensubtur. Bu M. Kemal'in "Millet geçmişte aynı topraklarda yaşamış olan, bugün aynı topraklarda yaşayan ve gelecekte de aynı topraklarda yaşama azminde olan insan topluğuna denir" lafına ne kadar da çok benziyor öyle değil mi? işte size kanıtı "622 Medine Sözleşmesi" => Dünya Tarihinin, Laik Temele Dayalı İlk İnsan Hakları Sözleşmesidir kendisi ve Bizzat Allah'ın adıyla başlayıp, kelimesi kelimesine Hz. Muhammed tarafından yazdırılmıştır. Ümmetçilik fikrini biyerlerinden uydurup "Millet" adını yadsıyanlara tüm maddelerini okumalarını tavsiye ederim. özellikle 38 madde, yani "Her Zümre kendi mıntıkasından sorumludur" maddesi, evrensel olarak ta ele alınmalıdır. Çünkü evrensel bir devlet kurulamayacağı için, dünya huzuru için bunu "Her Milleti Kendi Topraklarından-Devletinden Sorumludur" şeklinde algılamamız gerekir. işte biz Türk Milleti olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarından sorumluyuz ve kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Siz bu beyannameyi Evrensel Boyutta okuyun, ondan sonra söylemek istediğiniz bir şey varsa buradayız... MEDİNE SÖZLEŞMESİ 622 Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla: 1. Bu yazı Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan iltihak edenler ve onlarla beraber cihat edenler içindir. 2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar. 3. Kureyş’den olan muhacirler, kendi aralarında adet olduğu üzere, kan diyetlerini ödemeye iştirak ederler. Onlar savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. 4. Beni Avflar, kendi aralarında adet olduğu üzere, önceki şekiller altında kan diyetlerini ödemeye iştirak edeceklerdir. Müslümanların teşkil ettiği her zümre savaş esirlerinin kurtuluş fidyelerini müminler arasındaki iyi ve makul bilinen esaslara ve adalet ölçülerine göre ödemeye iştirak edeceklerdir. (aynı maddeler, Beni Haris, Beni Saide, Beni Cuşem, Beni Neccar, Beni Amr b.Avf ve Beni Evsler için tekrarlanmıştır. Bu nedenle aynı tekrarı yazmadık.) 5. Müminler, kendi aralarında ağır mali mesuliyetler altında bulunan hiç kimseyi bu durumda bırakmayacaklar. Kurtuluş fidyelerini veya kan diyeti gibi borçlarını iyi ve makul bilinen esaslara göre vereceklerdir. 6. Hiçbir mümin diğer müminin mevlası (kendi ile akdi kardeşlik ilişkisi kurulan kimse) ile onun aleyhine olacak bir anlaşma yapmayacaktır. 7. Takva sahibi müminler, kendi aralarında, mütecavize, haksız bir fiili tasarlayana, bir cürüme veya bir hakka tecavüze ya da müminler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır. 8. Hiçbir mümin, bir kafir için, bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine hiçbir kafire yardım edemez. 9. Allah’ın zimmeti (himaye ve teminatı) tektir. Müminlerin en ehemmiyetsizlerinden birinin himayesi, onların hepsi için bağlayıcı bir hüküm ifade eder. Zira müminler, diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası (dostu) durumundadır. 10. Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır. 11. Sulh müminler arasında bir tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girişilen bir harbde, diğer müminleri hariç tutarak, bir barış anlaşması yapamaz. Bu sulh ancak müminler arasında genellik ve adalet esasları üzere yapılacaktır. 12. Bizimle beraber savaşa katılan bütün askeri birlikler, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir. 13. Müminler birbirlerinin Allah yolunda akıtılan kanlarının intikamını alacaklardır. 14. Takva sahibi müminler en iyi ve en doğru yolda bulunurlar. 15. Hiçbir müşrik, bir kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz, hiçbir mümine bu hususta engel olamaz. 16. Herhangi bir kimsenin bir müminin ölümüne sebep olduğu kati delillerle sabit olur da, maktulün velisi rıza göstermezse, kısas hükümlerine tabi olur. Bu halde, bütün müminler ona karşı olurlar. Ancak, bunlara sadece bu kuralın tatbiki için hareket etmek helal olur. 17. Bu yazının muhteviyatını kabul eden, Allah’a ve Ahiret Gününe inanan bir müminin bir katile yardım etmesi ve ona sığınak temin etmesi helal değildir. Ona yardım ve yataklık eden, kıyamet günü Allah’ın lanet ve gazabına uğrayacaktır. O zaman artık kendisinden ne bir para ve ne de bir taviz kabul edilecektir. 18. Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, Allah’a ve Muhammed’e götürülecektir. 19. Yahudiler, müminler gibi savaş sürdüğü sürece harb masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler. 20. Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet (toplum) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna, Mevlaları da dahildir. 21. Yalnız, kim haksız bir fiil irtikab ederse veya bir cürüm işlerse, o sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş olacaktır. 22. Beni Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler. (Bundan sonra; Beni Haris, Beni Saide, Beni Cuşem, Beni Evs ve Beni Salebe Yahudileri için 21 ve 22. maddelerdeki aynı kayıtlar olduğu için tekrar zikretmedik.) 23. Cefne ailesi Salebenin bir koludur. Bu nedenle Salebeler gibi mutalaa edileceklerdir. 24. Beni Şuteybe de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacaklardır. Kurallara mutlaka riayet edilecek ve bunlara aykırı davranılmayacaktır. 25. Yahudilere sığınanlar bizzat onlar gibi mülahaza olunacaklardır. 26. Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan, Müslümanlarla birlikte bir askeri sefere çıkamayacaktır. 27. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir. Biri bir adam öldürecek olursa neticede kendini ve aile efradını mesuliyet altına sokar. Aksi halde haksızlık olacaktır. Allah bu yazıya en iyi riayet edenlerle beraberdir. 28. Bir savaş vukuunda Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Bu sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Onlar arasında iyi davranma olacaktır. Kaidelere mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı davranış olmayacaktır. 29. Hiç kimse müttefiklerine karşı bir cürüm işleyemez. Zulmedilene mutlaka yardım edilecektir. 30. Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri sürece masrafta bulunacaklardır. 31. Bu sahifenin gösterdiği kimseler için Medine, vadisi dahil mukaddes bir yerdir. 32. Himaye altındaki kimse, bizzat himaye eden kimse gibidir. Ne zulmedilir ne de kendisi zulmedebilir. 33. Himaye verme hakkına sahip olanların dışında hiç kimse himaye veremez. 34. Bu sahifede yazılı kimseler arasında zuhurunda korkulan bütün öldürme ve münazaa vakalarının Allah’a ve Rasulüne götürülmeleri gerekir. Allah sahifeye en iyi riayet edenlerle beraberdir. 35. Ne Kureyşliler ne de onlara yardım edecekler, himaye altına alınmayacaklardır. 36. Müslümanlar ve Yahudiler arasında Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşma yapılacaktır. 37. Şayet; Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh yapmaya veya bir sulh aktine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya aktedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler, Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din konusunda girişilen harp vakaları müstesnadır. 38. Her zümre, kendine ait mıntıkadan sorumludur. 39. Bu sahifede gösterilen kişiler için ortaya konan şartlar, aynı şekilde Evs Yahudilerine, yani onların Mevlalarına ve bizzat kendilerine, yine bu sahifede gösterilen kimseler tarafından sıkı ve tam bir şekilde tatbik olunur. Kurallara mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı hareket edilmeyecektir. Haksız yollarla kazanç temin edenler, sadece kendilerine zarar ermiş olurlar. Allah, bu sahifede gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel riayet edenlerle beraberdir. 40. Bu yazı, bir haksız fiil veya cürüm işleyenin ceza görmesine engel olamaz. Harbe çıkan da Medine’de kalan da emniyet içindedir. haksız bir fiil işlemek müstesnadır. Allah ve Rasulü Muhammed himayelerini, bu sahifeyi tam bir sadakat ve dikkat içinde muhafaza edenler üzerinde tutacaklardır. -
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
Pantheaa şurada cevap verdi: yağmur başlık Dini Konular - Din - Dinler
Kardeşim bak, kimse doğumunu tayin edemez. kimse hangi IRKTAN geleceğine karar veremez. ancak insan hani MİLLETE TABİ OLACAĞINA pek ala karar verebilir. İnsanlar Ekonomik korkularından dolayı, gidip Almanya'ya yerleşir ve çocukları oranın vatandaşı olarak doğar, Alman milletine tabi olur ve olmuşturlar... böyle olmamış mıdır? 3 milyonluk aile var Alman Milletine Dahil Olmuş, ama Ataları Türk'tü? siz gidip, tabi bulabilirseniz, bir İslam devletine tabi olabilirsiniz, sizi tutan yok... İslam devleti olarak İran gösteriliyor bildiğiniz gibi, gidin orada yaşayın. orada "Türklük" gibi sorunlarınız olmaz. İran Milletine dahil olursunuz, olur biter... biz "Irkçı" değiliz ve "Türk Devletine - Türk Milletine" tabi olmakla GURUR DUYUYORUZ... siz bundan utanç duyabilirsiniz, bu sizin sorununuz... o kadar utanıyorsanız Çanakale'den ve Kurtuluş savaşından'da utanç duyuyorsunuzdur. malum, Kurtuluş savaşı Milli bir savaştı ve Çanakkale savaşlarını kazandıran kumandanda, Irkçı olduğunu iddia ettiğiniz M. Kemal Atatürk'tür. ve bu halinizle bunlarla GURUR DUYMAYA HAKKINIZ YOKTUR. nasıl ki bir İngiliz, bir Yahudi, bir Arap bu savaşlarla gurur duyamazsa, sizde duyamazsınız. ve benim için, düşüncelerinizle onların tümüyle aynı kefedesiniz. ve kanımca sizin Milli Bir Bağımsızlık Mücadelesi verilerek kurulmuş, Milli bir devlet olan TÜRKİYE CUMHURİYETİ'nde yaşamaya hakkınız yoktur. ister kaba bulun, ister acımazsız... Dünyada Ümmet ve Turan anlayışına dayalı bir devlet kurulmamıştır, kurulamamıştır ve kurulamayacaktır... 1400 yıllık İslam Tarihi, binlerce yıllık Türk Tarihi önümüde duruyor. isterseniz, biraz olsun açıpta bakın... biliyosunuz ki "İslam-İslam" nidalarıyla bir çok güya İslam alimi, kurtuluş savaşında İngiliz Muhipleri Cemiyelerini, Kürt Teali Cemiyetlerini kurmuşlardır... Bizi yaratan Allah bir Müslüman bir devlet kurulmasını istemiş değildir. Kur'an-da böyle devletin yada partinin tüzüğü yoktur. Kur'an seçim yada anayasa kitabı-kitapçığı değilir... İslam devletini kurmak Hz. Muhammed'e verilmiş bir görevdir ve onun Hakka ulaştığı gün o devlet son bulmuştur. kaldı ki Hz. Muhammed'in kurduğu İSLAM DEVLETİ'de ÜMMETÇİ değildir... Irkçı tabii ki değildir... bi yorumunuzda "söylediklerim tam anlaşılmadı" diyerek, konuyu "İnsan doğduğu ırkı seçemez" ayağına taşımaya kalkmışsınız ancak bu çok bilinen bir yöntemdir. yani bu söyleminizin devamında "Allah'ın istediğin devlet Ümmete dayanır" demeniz kaçınılmazdır, kaldı ki laf aralarında bunu açık açık söylüyorsunuz zaten. bende bu yüzden, daha sizin söyledikleriniz apaçık olmadan, sizin önünüze Hz. Muhammed'in 622 Medine Sözleşmesini, yani dünyanın ilk Laik İnsan Hakları Sözleşmesini dikiyorum. artık Hz. Muhammed'e tabi olup olmamak sizin elinizde arkadaşım... -
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
Pantheaa şurada cevap verdi: yağmur başlık Dini Konular - Din - Dinler
Arkadaşım, kimse babasının suçuyla suçlanamaz tabii ki ama, insan babasının suçu ile gurur duyuyor ise, hele bunu Türk'e karşı yapıyor ise, benim düşmanımdır... sen Arapların Yemen'e "Mekaberat'ül Etrak" yani "Türkler Mezarlığı" diyerek, yaptıklarını gururla isimlendirdiklerini biliyo musun? ve dikkat edin şimdiye kadar HİÇ BİR ARAP ve ARAP YÖNETİCİ, hiç bir konuda, BABALARININ yaptıklarını "HATA" olarak görmemiştir -ki Osmanlıya ihanet eden Şerif Hüseyin'in bile dile getirmesine rağmen... öyle ki, Araplar (Suriye, Lübnan, Irak, İran) zamanında, Türkiye'ye karşı PKK'yı desteklemişlerdir. bunun belgeleri düzinelerce yayınlandı... kimse babasının suçundan dolayı yargılanamaz ancak babasının işlediği bu suçal GURUR DUYAN bir millet benim apaçık düşmanımdır. Umarım, Araplar Babalarının işledikleri ihanetten utanç duyana, bunu dile getirene kadar ve gurur duymaktan vazgeçene kadar, çekecekleri ne varsa çekerler... Siz nasıl, Atalarınızı katleden insanları ve bununla gurur duyan çocuklarını benimseyebiliyorsunuz şaşıyorum... orada verdiğimiz Şehitlerin hiç mi acısı yok içinizde... çok yazık... Siz kendi toprağınız için savaşmaya gideceksiniz, kendi halkınız, kendi askerinizi katledecek, yıllar sonra katleden insanların torunları bununla "Özgürlük Mücadelesi Verdik" diyerek "Gurur" duyacaklar ve siz "Şehitlerinizin Kanlarını Ayaklar Altına Alarak" hala "-Babasının Suçunu Çocuğuna Yüklemeyin" diyeceksiniz... yok efendim, yok öyle yağma... zerre kadar acımıyorum askerimizi Şehit edenlere ve bununla gurur duyanlara... sizi bilemem... Tarih Karşımızda Duruyor... "Türk Demek Türkçe Demek, Ne Mutlu Türküm Diyene" Bu söz Irkçılık manası ile değil, "Milli" manada söylenmiştir. bu sözün "Irkçı" olduğunu iddia edebilmek "Aymazlık"tır. Atatürk'üm milliyetçilik anlayışını yine kendisinden öğren istersen... "Türkiye Cumhuriyetini Kuran HALK'a -TÜRK- Denir" "Millet: Geçmişte Aynı Topraklarda Yaşamış, Bugün Aynı Topraklarda Yaşayan ve Gelcekte de Aynı Topraklar Üzerinde Yaşama Kararlılığında Olan İnsan Topluluğudur" "Ümmetçilik ve Turancılık Gibi Fikirler Tarihte Gerçekleştirilememiş ve Gerçekleştirilmesi Mümkün Olmayan Fikirlerdir" Görüyorsun ya Arkadaşım, Atatürk ne kadar Irkçı ve ne kadar Turancı... Turancılık'ta tabii ki tam manası ile Irkçılıktan ayrıdır ancak şu vardır ki, Atatürk Milliyetçiliğinin "Misak-ı Milli" denen Ulusal Ant'ın sınırlarını ve bu sınırlar içinde yaşayan HALKI kapsadığını bilememek can alıcı bir cahilliktir. Atatürk Milliyetçiliği Irk Ayrımı Gözetmemektedir. Devletimize "Türkiye" adının verilmesi ise tamamen Tarih Teşekküller sonucu olmuştur. sabittir ki, 1000 yıldır Anadolu'nun kaderine Türkler yön vermişlerdir be bu coğrafya taki 19825'te "Kürdistan" ve "Ermenistan" diyerek ARD-KASITLI OLARAK niteleniceye kadar hep tüm dünyaca "Türkiye" olarak adlandırılmıştır. Bunlar bir yana, öncelikle "Türk" adının bir Üst Kimlik mi, yoksa Alt Kimlik mi olduğunu tesbiti önemlidir. Tarih bize göstermektedir ki "Türk" adı hem bir "Ulus/Millet"i ifade etmesiyle "Üst Kimlik", hem bir "Menşei"yi ifade etmesiyle "Alt Kimlik"tir. bakınız, Irk değil, menşei'dir. Çünkü Tarihte hiç bir Türk devleti "Irkçı bir yapıda" kurulmamıştır. "Türk" adının "Üst Kimlik" olarak tüm Türk devletlerinde kullanıldığı aşikardır ve bu Türkiye Cumhuriyetinde de böyledir. Hun'lar fethettikler yerlerdeki Halk için "Onlar Hun (Türkü) oldular artık" derlerdi. Saka (iskit)ların halkının büyük bölümü "Fars kökenli" -SOĞD-lu olmalarına rağmen devlet yöneticilerinin Türk Menşeili olmalrı nedeniyle Onlarda "Türk" olarak anılmışlardır. Selçuklu devleti mahiyetindeki kimseye "Irkçı" bir şekilde yaklaşılmamış ve bu Türk devletinde herkes yaşama fırsatı bulmuştur. Yine Osmanlılar zamanında, Ortaçağ'da "Türk" kelimesi özellikle Fransa'da "Türk kadar güzel olmak" manasında kullanıldığı gibi, "Türk" dendiği zaman tüm "Müslüman"ların kastedildiği hemen herkesçe bilirinir. bu da "Türk" adının bir dinin mensubları için bile "Üst Kimlik" olabilme tarihi gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Lütfen kendi MİLLETİNİZE DİL UZATIRKEN biraz daha Tarih bilgisi edinin... yoksa arkadaşımızın yaptığı gibi saçmalar durursunuz... "Tarihi Yazanlar, Yapanlara Sadık Olmazlarsa, Ortaya Çıkan Gerçek Şaşırtıcı Bİr Hal Alır." Atatürk'ün söylediği bu GERÇEK, Yağmur ve onun gibi düşünen diğer arkadaşlarımızın Tarih Karşısından nasıl bir hal almaları gerektiğini yeterince açıklar sanırım... önce yeterince bilgi sahibi olun ve sonra sadık kalarak yorum yapın... özellikle "Türk Olmak" konusunda tüm Türk Tarihi,Türk Yönetim Gelenekleri,Türk İnanç Sistemi ve Yaşam Hayatı hakkında bilgi sahibi olmadan sığ bilgiler sunmayın... yanlışların içinde boğulursunuz. Tarih sizi boğar, unutmayın... -
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
Pantheaa şurada cevap verdi: netman başlık Dini Konular - Din - Dinler
Konuyu açan yazıyı okudum da, onca yazı boşuna yazılmış... zerre kadar değeri yok... çünkü "Kader" "İrade" ve "Yaratılış" kavramlarının ne olduğunu tam olarak ve kesinlike bilmeyen birisi tarafından yazılmış... öncelike "Kader Yazılmışsa, Niçin Yaptıklarımızdan Sorumlu Tutuluyoruz" sorusunu soran bir insan "Kader" tanımlamasının sınırlarını ve ne olduğunu kesinlikle bilmiyore demektir. çünkü "Kader" ile "Sorumluluk" arasında herhangi bir bağ bulunmamaktadır ve bunu algılayamayanların temel çelişkisi de iki kavramı ilişkilendirmektir. tabi bu da, bu iki kavramı ve "İrade" kavramını bilmeyen müslümanlarıda bazı şeyleri "Yanlış Olarak" sorgulamaya itmektedir. tabii ki insan neye inandığını bilmeli, sorgulamalı ancak, tam ve manalı olarak yapmalı bunu. çünkü "Kader" ile "İrade" arasında ve "Sorumluluk" arasında bir bağ yoktur. Kader: özetle, bizim yaşayacaklarımızdır. Kaza: yaşayacak olduklarımızı yaşamamızdır. şimdi burada Kader'in yaşayacak olduklarımız manasına gelmesi, yaşayacak olduğumuz şeylerin Allah tarafından yazılmış olduğu manasına gelmez. Yani "İnsanı Özgür İrade İle Yaratmış" olan Allah'ın, insanın yapacaklarını yazmaya ihtiyacı yoktur. O sadece, insanın yapacaklarını GÖRÜR ve BİLİR. ancak yazmaz. çünkü eğer yazıyor olsa idi dırakın sorumlu olduğumuz günah ve sevaplarımız açısından olacak olan çelişkiyi, daha bir çok çelişki ortaya çıkacaktır. eğer Allah kaderi, satır satır yazmış olsa idi, öncelikle insanları yaptıklarından sorumlu tutmaması gerekirdi. ve öyle olsa idi, tutması "Tutarlı" olduğu bilinen Tanrı'nın en büyük çelişkisi olurdu. öyleyse Tanrı "Kader"i yazmaz... "Kader"i yaratmıştır ve "Kader"i görür... "Kader"i yaratmak, yazmak değildir. mesela "Kader"i bir defter gibi düşünün. üretici firma defteri üretmiştir... ancak içini dolduran bizlerizdir. Allah, sadece neler yazıcaamızı görür ve bilir... Defteri (Kader'i) yaratmıştır o kadar. eğer o defter'i yazılı olarak yaratsa idi, "Sorumluluk" ve "irade"den daha karmaşık bir çelişki daha meydan çıkardı, o da "DUA". her müslüman bilir ki, Tanrı ile Kul arasındaki en önemli bağ "Dua" yani "Niyaz"dır. Allah, Kul'un Dua etmesi durumunda kabul olacağını bildirmiştir mesela, bunu herpimiz biliyoruz. öyle ise, diyelim ki, birimiz, yoldan geçen bir kızla evlenmek için dua'da bulunduk ve Allah bunu kabul etti. bu demektir ki, Allah, yazılı olduğu düşünülen kader de bir değişiklik yaptı. şimdi o ufak değişiklik zinicirleme bir etkileşim sonucu tüm kainatı etkiler. buna "Kelebek Etkisi" denir bilimde. yani o kız, başka biriyle evlenecekken, sizinle evlendi. ve onunla evlenecek olanda başkasıyla. tabi ki bunun etki edeceği yan olaylarda var ki bu tüm evreni kapsar. kısacası, Tanrı her kabul ettiği dua ile, her an kaderi yeniden yazıp yazıp silmektedir. Ancak bu dinin mantığına aykırıdır. çünkü, ilk olarak, Allah hiç bir şeyi gereksiz yaratmaz, ki buna eğer kader kast edilen manada yazılsa idi, yazdıklarını da silmezdi, çünkü silmesi demek o yazılanın gereksiz olduğu manasına gelirdi. o yüzden Tanrı her an değişen, yazılı olduğu kastedilen bir kader yaratmamıştır. ikinci olarak ise eğer insanları öyle yazılı bir kadere tabi tutsa idi, O'nun adalet anlayışı bakımından insanları yaptıklarından sorumlu tutmaması gerekli idi. ancak madem ki insanlar yaptıklarından sorumludur, demek ki Allah'ın kastedilen manada bir Kader anlayışı yoktur. üçünü olaraksa, eğer "Kader" dediğimiz gibi yazılan biğr kader anlayışı demek, aynı zamanda "Dua"nın kabul edilmesi ile "Bozulabilen" bir kader anlayışı da demektir. ancak hepimiz biliyoruz ki "Kader" değişmezdir. işte bu yüzden de, herkesin yapacaklarının tayin edildiği, yazılmış bir Kader anlayışı yoktur. bu "Kader"in değişmezliğine terstir. Yazılmış Kader'in varlığının reddi, karşımıza "Yapacaklarımızın Kader Olduğu" anlayışını ortaya çıkarır ki, biz her an gelceğe yol alırken ve her an yaşayacaklarımızı yaşarken, bu anlamda bir kader elbetteki değişmezdir ve her zaman var olacaktır. çünkü biz her an bişeyler yaşamaktayız. yani, yazının başında söylediğimiz o defter her zaman vardır ve biz o defterde her zaman rol alacağız. işte bu anlamda "Değişmez Bir Kader" vardır. "Kaderin Değişmezliği" sırf bu manada değildir ancak. Kader aynı zamanda, insanın değiştiremeyeceği şeyleri de kapsar, ki bu doğa yasalarıdır. yani "Kader" sadece "yaşayacaklarımız" değildir. "Kader" aynı zamanda "ölçü"dür. "Doğa'nın Dengesidir". "Doğa Kanunlarıdır". bilindiği gibi yeryüzünde bir "Yerçekimi Kanunu" vardır, işte bu kaderdir ve insan bunu değiştiremez. işte bu da kaderdir. İnsanlar Kanatlanıp uçamazlar ve bu insanların kaderidir. solucanlar ayaklanıp yürüyemezler ve bu onların kaderidir. mesela tırtıllar kozadan kelebek olabilirler, bu da onların kaderidir. yani bu onların var oluşlarının ve varlıklarının yasasıdır ve kimse bunu değiştiremez. bi örnek olarak ta insanlar konuşma yeteneğine sahiptirler ve buda onların kaderidir. tabi Allah dilediğinden bu yetiyi alır, dilediğine de verir... o da onların kaderidir. yani her şey, yaratılan her şey, doğa bir ölçüye tabidir. belli başlı denge yasalarına tabidir. işte be da Kaderdir... yani, kader ile sorumluluk arasında, bu anlamda bir bağ yoktur... umarım yardımcı olabilmişimdir. sadece "kader" konusu bile bu kadar yazı ile anca açıklanabilşyo ki bu bence çok kabataslak bir yazı oldu hatta, o yüzden diğer maddeleri şimdi cevaplıyamıyorum. ancak umarım size, diğer maddelerede nasıl bakmanız konusunda bir fikir sağlayabilmişimdir. saygılarımla... arkadaşım, burada "Kader" konusunu çok alakasız ve yanlış ele almışsın. çünkü insan hiç bir şekilde Tanrı'nın özgürlüğünü kısıtlayamaz. bunun kanıtı Allah'ın insanı özgür yaratmasına rağmen kısıtlamamış olmasıdır. ki senin düşüncen Allah'ın sıfatlarına en baştan aykırıdır. yani "İnsan Özgür Olsaydı, Tanrı'nın Özgürlüğü Kısıtlanırdı" diye bir tanım yoktur islam dininde. böyle bir anlayışta yoktur. bu sadece "Kader"i alıgılayamayan zihniyetlerin, "Kader"i yorumlama çabasıdır, o kadar... ve yanlış bir yorumdur. oysa ki gerçekler vardır ortada... mesela şu örneğin, kader'in çok güzel bir kanıtı: Bilim'in, İnsanın algılayamadığı bir çok ışık ve renk tesbit etmesine rağmen, insanların bunları göremeyecek şekilde yaratılması. işte bu doğanın bir ölçütüdür ve kaderdir. Cüz'i İrade, bu anlamıyla "Kader"in bir parçasıdır. İnsanın iradesi ise, Tanrı'nın iradesiyle çelişmesi gibi bir anlayış hiç mi hiç yoktur. bilimsel olarak bakarsak, iki kavramın birbiriyle çelişmesi için eşit yetilerde olmsı gerekir. Oysa ki Allah Yaratıcıdır, İnsan Yaratılandır. o yüzden Allah, İnsan iradesini kendisi ile çelişecek şekilde yaratmamıştır. öyle ki ,her şeyin yaratıcısı olan Allah, hiç bir şeyi Kendisi ile çelişir halde yaratmamıştır. öyle ki insan fikri ve iradesi de dahil tüm canlı ve yaratılmışlar Allah'ı tavaf eder ve Allah'ı tesbih eder. kısaca Kader ve İrade anlayışını bi gözden geçirmen gerekmektedir. diğer yazdıkların doğru, onlar hakkında bişey demem gerekmiyor, ancak Kader konusuna çok çok sınırlı bir pencereden bakıyorsun. Tanrı ve İnsan bir aradadırlar ve İnsan "Allah"ın uygun gördüğü "Ölçü=Kader" çerçevesinde, son haddine kadar özgürdür. ve senin var olduğunu iddia ettiğin çelişki İslam'da kesinlikle yoktur. çelişkiyi insanlar kendileri yaratır ve İslam'a atfederler. olay sadece İslam'ı anlamaktan geçer... ben sizden daha iyi anladığımı falan iddia etmiyorum ancak biliyorum ki, ben İslam Dininde şu an zerre kadar çelişki görmüyorum. zamanında gördüğüm çelişkilerin ise, yanlış bir bakış açısından kaynaklandığını görmüş bulunuyorum. umarım sizde bakış açınızın farkına varırsınız... çelişkiye düştüğünüz başka bir şey varsa, mutlaka bu sizden kaynaklanıyordur, bundan emin olun... Yunus Emrenin bu konuda çok güzel bir lafı vardır "CÜMLELER (yaratılmışlar) DOĞRU OLUR, EĞER SEN DOĞU İSEN. HİÇ BİR DOĞRU BULAMAN, EĞER SEN EĞRİ İSEN". yani çelişkileri dinde aramak yerine, kendi bakış açınızda arasanız bence doğrulara daha kolay ulaşırsınız... Saygılarımla...- 298 cevap
-
- Düşündürücü Sorular
- Din
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
çok güzel bi tesbit hocam, tebrik ederim... ancak şöyle bir tamamlama yapmak isterim ben... "Mistik" arkadaşımıza yardımcı olma anlamında... bir romanda iki ve üç boyutlu ortamlarda yaşayan yaratıklardan bahsedilir. şöyle ki, iki boyut olarak bir defter sayfasını düşünün ve üzerine yaşayan iki boyutlu canlılar var. bunlar "uzunluk" ve "genişlikten" ibarettirler ve ancak "uzunluğu" ve "genişliği" algılayabilirler. onlar için "derinlik" diye bir algı ve kavram yoktur. eğer onlara "derinlik"ten bahsederseniz size inanmayacaklardır, çünkü öyle bir algıları ve idrakleri yok... öyle bir tanımlamaları yoktur... yani üç boyutlu olan bizleri kavrayamazlar, anlatabiliyormuyum? ve böyle bir boyutun olduğunu kesinlikle inkar ederler... çünkü öncelikle bunu "tesbit" edemezler. ancak biz biliyoruz ki "üçüncü boyutlu" bir mekan vardır. çünkü içinde biz yaşıyoruz öncelikle... genişlik, uzunluk ve derinlik sahibiyiz... işte bizde Tanrı'nın kapladığı, üçüncü boyutu aşan boyutların olduğu mekanı anlayamayız. aslında "Tanrı'nın olduğu" demek yanlıştır, çünkü o tüm boyutlardan ve zamandan ayrıdır. eğer ayrı olmasaydı, mutlaka ondan üst ve onun algılayamadığı bir üst boyut olacaktı. o yüzden ta en başında Allah zaman ve mekandan münezzehtir. o yüzden geleceği görmeme gibi bir sorunu yoktur. gelecek bizim için farklı bir boyuttur ve biz bu yüzden idrak edemeyiz. ama orumu açan arkadaşımız, iki boyutlu canlılar gibi davranmakta ve kendi bulunduğu boyuttan başka bir boyutu kabullenememektedir. oysa ki, başka bir boyut olsa yada olmasa dahi, Allah tüm boyut, mekan ve zaman'dan münezzehtir. Dediğimiz gibi bu O'nun sıfatıdır. Tanrı'nın geleceği bilmemesi için, bir boyuta tabi olması gerekirdi. Bu arkadaşımızın sıkı sıkıya bağlı olduğu ve herkese ahkam kestiği "Bilim"in bir tesbitidir. Zaman yani buna bağlı olarak "Gelecek" bir boyuttur ve bizim algılayamadığımız bir boyuta tabidir. Kısaca Tanrı'nın kendi içinde bir Boyut olan Geleceği "BİLEMEMESİ" için, kendisinin "Geleceği" içeren boyuttan daha alt bir boyuta ait olması gerekir. nasıl ki "iki boyutlu" ortamda yaşayan canlılar "üçüncü ve diğer boyutları", üçüncü boyutta yaşayan bizler "dördüncü ve daha üst boyutları" algılayamıyor ve ancak bilimle "ancak" tesbit edebiliyorsak, Tanrı'nın geleceği algılayamaması için, diyelim ki "Gelecek", "Zaman" kavramıyla beraber "Dördüncü Boyut"a tabi ise, Allah'ın bizlerle beraber "Üçüncü boyutta" yaşaması gerekirdi. Ancak bildiğimiz gibi böyle bir durum yoktur. Eğer "Gelecek", "Beşinci Boyut"un kavramı ise; o zaman "Tanrı" "Dördüncü Boyut"ta yaşamalı idi ve bildiğimiz gibi Allah "kendisinin Zaman ve Mekandan" yani daha genel bir ifade ile "Zaman ve Mekanı içine bulunduran Boyutlardan" ayrıdır ve münezzehtir. O yüzden Tanrı geleceği de görür, şu anda olanları da, geçmişi de... ister bilfiil olsun, ister bilkuvve olsun... İşin "Bilimsel" ve "Din-Bilimsel" kısmı bu şekildedir. Tasavvufi kısımını, eğer bu açıklama yeterli olmazsa anlatırım... ya neymiş, itirazı olan varmış... di mi?
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Ayrıca şöyle ki, o kadar emin olarak konuştuğunuz konuda şöyle bir çelişkiniz var: hem şöyle demişsiniz => "allahın geleceği bilmesi demek gelecekte meydana gelecek, yani gelecekte mümkün hale gelecek olan belirli bir şeyi, yani şu anda olmuş olan seçimleri bilmesi demek değildir. tanrı bunları bilmez. isterseniz daha da keskin hale getireyim, tanrı bunları bilemez" ve eklemişsiniz => "bu tanrının bilgisinin azlığı demek olur. tanrı daha çok şeyi bilir ve bildiği şeyler arasında da bu söylediklerim vardır."... ne demek ki bu? biraz daha anlaşılır yazın... ya bişey bilmiyosunuz, yada düşündüğünüzü anlatamıyosunuz... bide şöyle bir tanımın var ki, dostlar başına => "niye bana bilgisayardan, tren yolundan örnekler veriyorsunuz. bu dünyayla ilgili şeylerden verdiğiniz her örnek, düşünüldüğü anda çürütülmeye mahkumdur, çünkü bizim bahsettiğimiz alan daha farklı bir alandır."... e ben anlamadım, hangi alandan bahsediyosun? onu söyle bari açık açıkta ona göre tartışalım? o yönde fikir söyleyelim... ama tabi onuda belirtmemişsiniz... sonra da şu var ki =>"eğer yürekliyseniz, gelin bunu adım adım tartışalım, amacım birilerini ikna etmek değil, amacım öğrenmek ve doğruyu bulmak. sayfaya yazı yazıp yazmamak ise tamamen size kalmış, ilme cesaretiniz ve saygınız varsa buyrun. allah gelecekte olacak şeyleri bilfiil olarak bilemezk diyorum, var mı itirazı olan. ?"... hakkaten bence de daha çooook şey öğrenmen lazım... yani iki şey öğrenipte ahkam kesmek ve meydan okumak kolaydır. ancak umarım kendi kendinizi boğmazsınız... bakın, bir iki tesbitte bulunmuş olabilirsiniz... doğru yada yanlış olabilir. normaldir. sonuçta Allah insanlara, kendisini "Akıllarını kullanarak ve Düşünerek" bulmalarını emretmiştir. Bu Kur'an-da açık açık yazar. O yüzden Tanrı'yı anlama çabanı takdirle karşılıyorum. ancak Tasavvufta şöyle bir esas vardır, kapıdan yeni girmiş bir çırak kimseye bişey öğretmeye ehil değildir. tabii ki bişeyler keşfedersin ve bazı şeyleri algılarsın... ha bunlar yanlış ya da doğru, bilemem... ancak misal, bir ilkokul çocuğunun, diğer insanlara bişey öğretebilme yetisinde olmadığı aşikardır. kısaca demek istiyorum ki, bir iki kelime öğrenip, kendince bir iki (eksik) tesbitte bulunupta (nasıl bir özbenliğe sahipsiniz bilmiyorum ama) bunların gazına gelerek burada meydan okumak ve ahkam kesmek sizin harcınız değil... öncelike, madem aşama aşama tartışmak istiyorsunuz, aşama aşama anlatın ne demek istediğinizi, ancak şu var ki, akılda bir çelişki ve soru işareti bırakmamaya ve konuya her yönüyle hakim olmaya özen gösterin... bundan kastım sadece kendi tesbitlerinize (ki ne kadar güvenilir olduğu belli oluyor) güvenerek yola çıkmayın. öyle ki Allah'ın Peygamber göndermesinin ve Tek Bir Din göndermesinin nedeni, din kurmak insanlara bırakılmış olsaydı, ne kadar insan var ise, o kadar din olurdu esasından dolayıdır. kaldı ki, gördüğümüz gibi, kendisini Din konusunda yeterli ve yetkili gören herkes, kendi ahkamınca konuşmakta ve habire tarikat ve cemaatler türemektedir. İslami yada Gayri-İslami olsun bu böyledir. bence özbenliğinizi ve kendinizi Üstün görme huyunuzu bir kenara bırakın, ondan sonra insanları tartışmaya çağırın. nitekim doğruyu tek bilen siz olamayacağınız gibi Allah tek bir kimseye öyle bir özellik vermemiştir. Unutmayın ki Nasreddin Hoca kıssasında herkes için şöyle der "Sende Haklısın". bence olaya birde bu yönde bakın ve birazcık İslami, daha doğrusu Tasavvufi bir araştırma yapın derim ben...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Arkadaşım öncelikle "bilfiil bilmek" ne demek? "bilkuvve" ne demek? onun bi tanımını yapsan? yani bi kavram karmaşası var bence sence... Tanrı'nın bilgisinin azlığı diye bir tanım yoktur hiç bir dinde? yani yaratıcı, yarattıklrından ve yarattıklarının fiillerinden habersiz olduğu bilinci, öncelikle Tanrı'nın sıfatlarına birebir zıttır. sizin Tanrı anlayışınız nasıl bilemem ama, O herşeyi bilendir. Bu O'nun birebir sıfatıdır. ve buna bilinebilecek ve insanın bilemeyeceği herşeyde dahildir. Tanrı'nın bilip bilmemesi konusuna çok mitolojik bir manada bakıyorsunuz kanımca. "Bi'l-Fiil olarak bilemez"den kastınız ne onu bi açın önce, ondan sonra meydan okuyun... "Bilmek" Allah'ın sıfatıdır. eğer bilmiyorsa "Allah" değildir... bu konuda senin olduğundan daha cesaret sahibiyimdir de, şüphen olmasın, lakin kavram karmaşası yaratma bence, daha dürüst ol yani. Bilime ve İnanca da en az senin kadar sagılıyımdır. Allah gelecekte olacakları bilmekte ve görmektedir. Bu O'nun birebir ilminin yansımasıdır. Bunu bir nevi, insanlardaki "Öngörüsellik" dediğimiz olaya da benzetebiliriz. Tabi arada çok fark var ama, bu basit bi benzetme sadece... Bakın İslam'a isminiz gibi Mistik ve Mitolojik olarak bakmayın... Yoksa kavrayamazsınız... Bence olaya "Tasavvufi" olarak bakın ve Özü yakalamaya çalışın... yoksa daha çok saçmalamaktan öte gidemezsiniz...
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
DİNİMİZDE MİLLİYETÇİLİK YOKTUR
Pantheaa şurada cevap verdi: yağmur başlık Dini Konular - Din - Dinler
Hah ha haaa... gerçekten çok güldüm söylediklerine... bu kadar mı bilmiyosunuz kendi tarihinizi... 1= Osmanlı devleti Tarihinde HİÇ BİR ZAMAN "Ümmetçi" bir devlet olmamıştır. Bırakın ümmetçiliği, Osmanlı devleti bir "DİN DEVLETİ" dahi değildir. Bunun açıklamalarını uzun uzadıya yapmaya gerek bile yoktur. 2= Arladaşım, bu Arapların Türkleri arkadan vurması konusuna, istersen zaman-dönem açısından bak olur mu? Öncelikle, Araplar, o dönemde (ve hala) kabilecilik zihniyetinden kurtulabilmiş değillerdi. Yani, Kabile (yada Devlet) reisinin söyledikleri, onlar için doğruydu. bilindiği gibi, Araplar, Osmanlı korumasında yaşadıkları için kendi askeri birlikleri yoktu ve ingilizlerin "Halktan" tesis ettikleri birliklerle Osmanlıya karşı savaşmışlardır. Yani "Arap Halkı" Türk Askerini arkadan vurmuştur. Tabi bunlara Anadolu arapları dahil değildir. Türkiyenin Lübnan'a asker gönderme meselesini ise, ABD'ye ve İsrail'e uşaklık yapan (kim olduğu besbelli) kimselere soruver lütfen... 3= Türkiyenin "Bir Dini Kabul Etme" gibi bir lüksü yoktur ki Hıristiyanlığı kabul etsin? Ayrıca merak etme, zamanında mecliste "Hıristiyanlığı kabul edelim" diyen zihniyetlerde olmuş, ancak Atatürk bunu kabule imkan görmemiştir. Yani Türkler hiç bir zaman Hıristiyan olamaz korkma. Ayrıca "Müslüman'ın Müslümandan Başka Dostu Yoktur" demişsin? sana şöyle örnek veriim: -1nci Dünya savaşında Araplar'da Müslümandı, Türk askeride? -İran-Irak savaşında her iki tarafta müslümandı? -Irak-Kuvet savaşında her iki tarafta müslümandı? -Yıldırım-Timur 1402 Ankara savaşında her iki tarafta müslümandı? -Yavuz Selim-Şah İsmail savaşlarında her iki tarafta müslümandı? -Osmanlı-Memlük savaşlarında her iki tarafta müslümandı? -Osmanlı-İran savaşlarında her iki tarafta müslümandı? -Hz. Ali'de, O'nu Şehit edenlerde müslümandı? -Hz. Osman ve O'nu şehit edenlerde müslümandı? -Cemel savaşında her iki taraf hem arap hem müslümandı? -Hz. Hüseyin Evliya idi ve O'nu şehit eden-ettiren Yezit müslümandı (babası Muaviye, Hz. Muhammed'in sahabesiydi)? ... ... sana onlarca, yüzlece örnek verebilirim... Tarihin ispatladığı tek gerçek vardır "Türk'ün Türk'ten Başka Dostu Yoktur" 3= Ayrıca yabancı ülkelerdeki insanları (avrupa'daki) Türk saymak bence o kadar kolay değil. Mutlaka vardır tanıdığınız... adamlar daha Türkçe konuşmıyorlar. "Ben Türk'üm"ü Almanca falan söylüyolar. bunlar mı Türk? hiç sanmıyorum... Türkçe konuşamayan Türk olur mu? adama soruyosun "Nerelisin?" "Almanyalıyım ama babamlar bilmem nerden gelmiş" diyorlar. bunlar mı Türkiye'li? bırakın Allah aşkına... şahsen ben, Türkiye de işe yaramaz ne kadar adam varsa, Avrupaya gitmelerini, yerleşmelerini istiyorum... komik ama, hem nüfus azalmış olur, hem belki bazı kimseler akıllarını kullanıp oradaki nüfusu kullanır... ya Adamların arasında en azından 40yıldır falan Almanya'da oturan var, hala siyasi bi güç elde etmiş değiller. niye? çünkü Türkiye umurlarında değil. Adamlar Ermeni tasarısını kabul ederken, Almanya'da bir partinin Türk üyesi "Üzüldük ama O Türkiye'nin Sorunu" demişti? söyler misiniz, o kadar gurbetçi dediğimiz "Türk!!!" kaç tanesi Türkiye yanlısı bir protesto yaptı şimdiye kadar... bırakın, boşverin... "Türk'ün Türk Kalabilenden Başka Dostu'da Yoktur" 4= "Milliyetçilik Denildi, Ümmetçiliği Kaldırdılar" demişsin ama, şu var ki, Türkler Hiç Bir Zamam, "Ümmetçi Anlayışa Dayalı Bir Devlet" kurmamışlardır ki, ümmetçilik kalksın? Ayrıca Hz. Muhammed'in kurduğu devlet bile "Müslüman Birliğine Dayalı Ümmetçi Bir Devlet Değildir". inanmayan, gidip, Hz. Muhammed'in KENDİ YAZDIRDIĞI "622 MEDİNE SÖZLEŞMESİ"nr bakabilir. Ümmetçiliği atfettiğiniz Dinin Peygamberi, bizzat kendisi "Ümmetçi" DEĞİLDİR. bu yazdırdığı Tarihi ve Dünyanın İLK İNSAN HAKLARI BEYANNAMESİ sayılabilecek ve öyle olması gereken SÖZLEŞME ile sabittir. nerenizden çıkarıyosunuz bu ÜMMETÇİ laflarını... önce gidin "TÜRK YÖNETİM GELENEKLERİ" hakkında bilgi sahibi olun, Türklerni kurdukları devletlerin yönetim özelliklerine bakın, sonra Ümmetçiliğin ne olduğuna bakın, öyle karar verin bazı şeylere... -
arkadaşım dediklerin her ne kadar doğru olsa da ve ne kadar bir şii olsanda sende bilmeden yazmışsın... çünkü Hz. Cafer es-Sıdk Alevi değildir... sen bu kaideleri Alevi-Caferi kaideleri olarak yazmışsın ancak Alevilik ve Caferillik tamamen apayrıdır... ayrıca, eğer biliyosan, her Şii ve Alevi mezhebi 12 imam'a inanmazlar... kimisi 6,7,8,9,10,11inci imamlarda son bulduğuna da inanır. Ayrıca şu vardır ki, 4Hak Mezhep demek çok yanlıştır. çünkü insanların imanını sadece Allah bilir. ikinci olaraki, mesela 4hak mezhepten olan "Hanifilik"in kurucusu "İmam-ı Azam Hanifi" büyük bir Şia (Ali Taraftarı) idi. ve Hanifi Mezhebini, Emevi hanedanının zoruyla ilan etmişti. hatta öyle ki bu mezhebi ilan edinceye kadar zindanlarda tutulmuş ve ilanı kabul ettiği ve ilan ettiği sırada aklının yerinde olmadığı söylenmiştir. ayrıca İmam Hanifi, 8 sene Cafer es-Sıdk'ın yanında eğitim görmüş ve şöyle demiştir "Eğer Cafer es-Sıdk olmasaydı ve İmam-ı Azam olamazdım". yani eğitimini Caferiliğin kurucusu olduğu söylenen İmam'dan almıiştır. diğer imamlarda Cafer es-Sıdk'tan ders almışlardır. Osmanlılar döneminde ilan edilen 4hak mezhep uydurması olmasına karşın, çoğu zaman "Caferilik" 5inci Hak mezhep olarak anılmımştır. ancak aslen 4Hak Mezhep diye bir ayrım yoktur. Tek bir Din ve Tek bir Mezhep vardır. Herkes Hz. Muhammed'in gösterdiğinden başkasını yapamaz... mezhepler tarihini incelediğinizde, mezheplerin aslında, bize uydurulduğu gibi, dini kolaylaştırmak için değilde, sırf siyaset için ortaya çıktığını görmemeniz için hiç bir neden yok... İslamın, şükür ki kolaylaştırılmaya ihtiyacı yoktur. şükür ki anlaşılır bir dindir. bu hizipleşmenin bahanesidir ve ancak çocuklar yer bu bahaneyi... İmamların hiç birisi, mezhep kurmak amacı ile ortaya çıkarmamışlardır yapıtlarını. mezhep kurma iddiasında olmamışlardır. ancak siyasi tercilerde kullanılmaktan kaçamamışlardır. umarım yardımcı olabilmişimdir...
- 104 cevap
-
- Hak mezhepler
- Şiilik
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Türklerin "Şamanist" dininden kastınız, eğer "Gök-Tanrı" inancı ise, bu inanç "Şamanist" bir inanç değildir. Tek Tanrılı bir inançtır. Eğer Kur'an-da geçen "Biz her Millete Bir peygamber gönderdik, onlardan kimisi hidayete erdi, kimilerinin üzerine sapkınlık hak oldu" ayetine inanıyorsanız, Türklerin bir peygamberce son peygamberden önce bir peygamber vasıtasıyla Allah yoluna girmiş olmaları gerçeği yadsınamaz. bilindiği gibi, hiç bir put perest din, Gök-Tanrı dini ile örtüşemez ve ufak bir benzerlikleri dahi bulunamaz. bu yüzden tüm putperets kavimler peygamberleri reddetmişlerdir. bunlar Kur'an-da açık açık yazar... ancak Türklerin İslamı, kaç bin yıllık inançlarına, çok kolayca tercih edebilmelerini bir kenara bırakın, Gök-Tanrı dini ile İslam dininin benzerlikleri iki inancında aynı İlahi kökene sahip olduğunun kanıtı olabilir. ayrıca "Gök-Tanrı" "Gök-Türk" isimlerini dil-bilimsel olarak anlamları, bu inancın ve bu dine inanan eski Türklerin, Allah tarafından islam'la şereflendirildiklerini ve son peygamberle müjdelendiklerinin kanıtı olabilir... ancak şunu hemen ifade edeyim, Eski Türklere, Allah tarafından gönderilen Gök-Tanrı dini, İslamın gelmesiyle Hıristiyanlık ve Musevilik gibi Batıl olmuştur... "Gök-Tanrı" adını iki kelimeden meydana gelir "Gök" "Tanrı" "Gök" kelimesi bugünkü manada "Gök" yüzü manasında olsada, yine bugünkü manada "Göksel"liği ifade etmektedir. "Göksel" teriminin arapça karşılığı ise "Semavi"dir. "Gök" arapçada "Sema" demektir ve hem "Göksel" hem "Semavi" kelimeleri "Allahtan gelen, Allahtan olan, Allah'a ait" manaları içerir. o yüzden "Gök" kelimesi, gökte yaşayan bir Tanrı'yı değil, "Semavi" bir İnancı temsil eder... "Tanrı" kelimesi ise, "Allah"ın Türklere bildirdiği adıdır. Bilindiği gibi, Allah, ilk peygamberden beri dünyaya müjdelediği dinini, İslam'la tamamlamıştır. ve o yüzden kendi özel adı olan "Allah"ı bu dinle bildirmiştir. bu sebeple Türklere, Türklerin dilindeki bir ismini seçmi ve onlara adını "Tanrı" olarak bildirmiştir. bunun en temel kanıtı, "Gök-Tanrı"nın, İslam'ın Allah'ıyla aynı sıfatlara sahip olmasıdır. ahiret inancı, cennet-cehennem inancı, yaratılış inancı, sırat köprüsü inancı vs vs vs, bu iki dinin (aslında birbirinin ardılı olan aynı dinlerdir) en temel benzerlikleridir. bu nedenle "Gök-Tanrı" adı "Semavi Yaratıcı" manasına gelmektedir. "Gök-Türkler" adı da "Semavi Türkler" yada "Semavi (İman Etmiş, Hidayete Ermiş, Allah'la olan) Türkler" manasına gelir. bunun için, Kur'an-ın ilgili ayetine bakabilirsiniz... Ayrıca, Gök-Tanrı dininin, sanıldığı gibi tam anlamıyla "Şaman" bir din olmadığı çok açıktır. öncelikle din-bilimsel olarak, hem kur2an-ın belirttiği, hemde tarihi bir gerçek olmak üzere, hiç bir şamanist, putperest ve totemcilğe dayalı din, İslam'la veya Tek Tanrılı dinlerle örtüşemez ve taban tabana zıttırlar... ancak Gök-Tanrı dini, diğer inançların aksine, Allah'ın gönderdiği din olan İslam'a birebir benzer ve islam'la örtüşür. eğer bildiğimiz manada bir totem, şaman veya putperest bir inanç olsaydı, kur'an-da da belirtildiği gibi İslam'la tamamen zıt olması gerekirdi ki, Türklerin eski inançlarının, onların İslam olmasının temel nedeni olduğu bilinir... eski Gök-Tanrı dinindeki "Kam" "Şaman" geleneği ise, diğer Şamanist inançlardakilerden farklıdır. Dede Korkut, bir Kam olmakla beraber bir Evliyadır. yani aslında, Evliyalık, Kamlık geleneğinin, İslamdaki bir tezahürüdür. Türkler, İslam'la beraber eski inançları batıl olduğu için Gök-Tanrı inancını bırakmışlar (ki aslında aynı ikiside temele dayalı dinler olduğu için buna bırakmakta denemez, geliştirmişlerdir) ancak İslam dini, inancı yaşayış açısından bir gelenek getirmediği için, Gök-Tanrı inancının geleneği olan Kamlığı/Evliyalığı sürdürmüşlerdir. bakın burada dikkat edilmesi gereken husus, Gök-Tanır Dini ve İslam ne kadar aynı temele dayansada, İslam'ın gelmesiyle Gök-Tanrı dini batıl olmuştur. Yani Türkler, Allah tarafından kendilerine bildirilmiş öz dinlerini bırakıp, yine Allah tarafından bildirilmiş ve kendi dinlerinin en son hali olan islamı seçmişlerdir. Türklerin Semavi Kökeni: Türk yazıtlarında, Türklere Hükümdarlığın "Gök-Tanrı" tarafında verildiği söylenmektedir. ne tesadüftür ki, Kur'an-da Allah, İslamı koruyucu bir millet yarattığında ve bu milletin, İslama zarar verileceği zaman ortaya çıkıp, İslamın bayraktarlığını yapacağı yönünde ayet vardır. bu ayet muhtemelen Türkleri işaret etmektedir. öyle ki, Haçlı seferlerinin İslamiyeti hedef aldığı dönemde Türkler ortaya çıkmış, önce Çin'e karşı Talas Savaşında, Sonra Haçlı Savaşlarında "İslam"ın bayraktarlığını ve koruyuculuğunu yapmışlar, 1000yıl süreyle de bu böyle sürmüştür. bu iki benzerlik, benzerlikten çok İlahi bir Hak'tır. ve apaçıktır. Türklere gelen peygamberlerin Hızır ve Zülkarneyn Peygamberler olduğu söylenmektedir. Ayrıca Türkler, Hz. Nuh'un oğlu Yafes'in oğlu Türk'ten gelmişlerdir. Yafes'in oğlu Türk, Tufandan sonra ateşi bulan kişidir ve Türklerdeki Ateşin bulunuşu ile ilgili bir efsanenin onu kastettiği sanılmaktadır. Kısacası arkadaşlar, Atalarınız büyük ihtimalle cennettedirler, merak etmeyin...
- 104 cevap
-
- Hak mezhepler
- Şiilik
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Özgürlük ve Din... Hz. Ali'nin bir kıssası vardır... Adam diyor ki Hz. Ali'ye... "-Ali, sen zevkten, günahtır diye kaçıyosun, zekat diye paranı başkalarına veriyorsun, yetmezmiş gibi bide görmediğin bi şeye inanıyorsun, ya Allah yoksa?" adam Hz. Ali'nin özgür olamadığını kastediyor aslında... Hz. Ali cevap veriyor "-Ben gönlümün isteğiyle zevk dediğin günahtan kaçıyorum, yüz çeviriyorum. kendi rızamla zekat veriyoum ve kalbimin isteğiyle Allah'a inanıyorum. Allah vardır..." Kısacası, özgür olup olamamak din ile ilgili bir kavram değildir. Allah herkesi özgür iradeile yaratmıştır. ister inansın ister inanmasın her insan günah işleme kabiliyetine sahiptir ve Allah günah işlenmesini önlemez... Hz. Muhammed'in gelmesiyle artık cezalandırma devri bitmiş, sadece ikaz etme, öğüt verme devri başlamıştır. yani arkadaşım, Din senden başkasını sınırlamıyor merak etme... Ayrıca...: ayrıca, özgürlük, eğer tam manasıyla düşünüyorsanız, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter. gerisi anarşidir. ayrıca özgürlük hiç bir koşula bağlanamaz. daha önce Özgürlük kavramını öğrenmeniz ve sonra "Özgür olmak için Dine inanmıyorum" tümcesinin manasını kavramanız lazım. Özgürlük bir kavramam bağlanamaz. "Dine inanmazsam özgür olurum" "Türban takarsam özgür olurum" "açık gezersem özgür olurum" "kimselere laf atarsam özgür olurum" "istediğim gibi gezer dolaşırsam özgür olurum" "istediğimi yapar, istediğim gibi cinsellik yaşarsam özgür olurum" düşünceleri, özgürlüğü bir kalıba sığdırır ve bunlar özgürlüğü tanımlayan şeyler değildir. özgürlük koşul gerektirmez. yani özgür olmanın dindar yada dinsiz, açık yada türbanlı, namuslu yada namussuz olmayla ilgisi yoktur. Özgürlük; benliğinin, yani ruhundan yada yüreğinden gelenleri, bilincinin (kişiliğin) elverdiğince yapabilmek, biraz kendine özgü yaşayabilmektir. Yani diyorsun ki: "Din Özgürlüğü Sınırlıyo, o Yüzden Dinsizim..." sen asıl şimdi özgür değilsin ki? çünkü Özgürlüğü,Dinsizlikle sınırlamışsın... oysa ki içinden geleni yapabilmektir özgürlük... ben özgürüm mesela... şu an içimden gelipte yapamadığım hiç bir şey yok... illa yapadığım bişey yok derken, nefsi arzular gelmesin aklınıza... ama sanırım arkadaşın kasttediği sınırlama bunlar... yani heralde, cinsi ve nefsi sınırlamalara takılmış, o yüzden Dinin özgürlük karşıtı olduğunu düşünüyo... oysa ki, o dinsizlik değil, iffetsizliktir, arsızlıktır... inanan bir insanda iffetsiz ve arsız olabiliyor. günahı kendine... Ne demiş Nesimi: "Ben Melamet Hırkasını Kendim Giydim Kendime Ar Namus Şişesini Taşa Çaldım Kime ne? Kah giderim Medreseye İlk Alırım Hak İçin Kah giderim Meygedeye, Mey İçerim Aşk İçin" Yani hangi dine mensup olursan ol, seni dizginleyen ancak vicdanın olabilir, din değil... Öncelikle Özgürlük ve Din kavramlarını, Allah'ın ne olduğunu iyi öğrenin ve ondan sonra bunların ilişkilerini öğrenin ve savunun düşüncelerinizi... yoksa cahillikten öteye gidemiyosunuz gördüğümüz gibi... Eğer, Özgürlükten kastınız, bazı zevkleri yaşayabilmekse; Zina, İçki vs vs vs... e ben bunları yapmak istemediğim için yapmıyorum mesela, sence özgür değil miyim? özgür olabilmek için bunları yapmak mı şart? peki bunlar Özgürlüğün Şartlarıysa, o şey hakkaten Özgürlük olabilir mi? şartları var mı özgürlüğün? kaç tane şartı var peki? bunlar küçük zekaların ürünü arkadaşlar, takılmayın bunlara...
-
Selam, öncelikle daha yeni üye oldum ve tüm yazıları okuyamadım ama şunu söyliim, konuyu açan arkadaşımızın yazılarını dikkatlice okudum ve sanıyorum ki, kendisi İslam Felsefesi ve Tasavvuftan bi-haber... öncelikle Tanrı'nın bilmesi durumunu anlatmak isterim. Allah'ın Bilmesi ve Kader: Allah Kur'an-da "Ben Bilirim Lakin Siz Bilemezsiniz" demektedir. burada öncelikle, şu an evinde oturan bir insanın, evinden çıkıp sokakta kavga yapabileceği ve adamı öldürebileceği, bunun insanlar tarafindan bilinmeyipte, Allah tarafında bilineceği kastedilmemiştir. Ayrıca demişsin ki, "bilim bile Allah'ın bazı şeyleri bilemeyeceğini söylüyor" gibi bir ibare kullanmışsın, böyle bir şey yok kardeşim. kimse bunu iddia edemez ve kanıtlayamazda. Neyse, öncelikle Allah'ın İnsanın bilemeyeceğini söylediği şeyleri burada sayarsak çok uzun olacaktır, bunlar Kur'an-da ayetlerde açıkca geçmektedir. Allah'ın olacakları önceden bilmesi, en basit anlamıyla, taslağını hazırladığımız bir ortaoyununu izlememiz gibidir. bir yönetmen vardır ve konu bellidir. ancak oyuncular doğaçlama yaparlar ve yönetmen, gösteri sırasında buna müdahaleda bulunmaz. Sadece genel olarak konsept ile ilgilenir. Allah'ın buradaki tek farkı, gelişmeleri önceden görmesi ve bilmesidir. Kader ise, Allah'ın bizim yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı Allah'ın yazıp çizmiş olması değildir. bu tamamen bir batıl kökenli inançtır. Kader Kur'an-da genel olarak "Ölçü" anlamında geçer ve diğer anlamlarıylada "Allah'ın olacakları bilmesi-görmesi" manasına gelir. Ölçü olarak kader şöyle tanımlana bilir... Yerçekimi bir ölçüdür ve Kaderdir, değiştirilemez. Kuşların uması ve bunun doğla yasaı yada suyun kaldırma kuvveti bir ölçü ve ölçüttür, değiştirilemz yani kaderdir. yada insanların kanatlanıp uçamamasıda bir ölçü ve ölçüttür, kaderdir. Kader temel anlamıyla, insanın değiştirmeye gücünün yetmeyeceği doğa yasaları ve kanunlarıdır. mesela, Ozon tabakasını deliyoruz, doğaya etki ediyorz, ancak öyle görünüyor ki, Ozon tabakasının kendisini yenileme kabiliyetine etki edemiyoruz, işte bu da kaderdir. kısaca kader sadece olacakları görmesi demek değildir. şimdi, demişsiniz ki, eğer Allah herşeyi bileseydi, bağışlayan bir Tanrı olarak "İnsanın Günah İşlemesini Önlemelidir". bu tamamen çok bilgisizce bir tanım. Allah öncelikle insanı kendi davranışlarından sorumlu tutmuştur. ve kendisi bu davranışlara karışmamaktadır. yanisen taş atarken sana zorla attırmaz ve sen öldürmekten vaz geçerken, seni vaz geçirende o değildir. bunları tamamen yapan kendinsinidir. Allah sadece senin neler yapacağını bilir ve görür... bu biraz Deist bir inanca benziyor ama, Kader konusunda, İslam biraz deisttir. Yani Allah zamanı kurmuştur ve zaman ilerler... eğer, Allah bizim davranışlarımıza müdahil olsa idi ve yapacaklarımızla yapmayacaklarımızı belirlese idi, temel olarak insana "Dua Etmesini" emretmezdi. Bilindiği gibi "dua" etmek İslam'ın en önemli unsurlarındandır. Dua, bir dileğin kabul olması demekse, sizin dediğiniz gibi olsaydı, Allah dua'yı emretmemeli idi... madem ki dua edilmesini istemiş, eğer dua karşısında kader dediğiniz şeyi (ki kader o değildir) değiştirecekse, bu O'nun koyduğu ve yarattığı yasalara tamamen ters düşer ki o anlamda duanın kabul olması demek "Kader"in değişmesi demektir ve kader değiştirilemez. yani diyelimki biz bir adamı öldürmeye niyetlendik, kararlıyız. ancak diyoruz ki "Allah'ım sen bana mukayyet ol" ve sonuçta biz adamı öldürmüyoruz. şimdi eğer sizin kader dediğiniz şey, bizim adamı öldürmemiz ise, Allah kendi ile çelişmiş ve kaderi silip yeniden yazmıştır. tabi buda zincirleme bir reaksiyon yaratır ve Allah tek bir duayı kabul ederek tüm varlığın kaderini değiştirmek durumunda kalır. bizim o adamı öldürmemizle, öldürmememiz arasındaki fark tüm evreni etkileyebilecek bir etkileşim yaratır. bu bilimsel olarak ta kanıtlanmış bir konudur. kısaca eğer Kader adamı öldürmemiz idiyse ve Allah duamızı kabul edipte adamı öldürmemizi engellediyse, kendisi ile çelişip Kader'in değişmezliğini bozmuş ve her insanın her kabul edilen duasıyla, kaderi devamlı değiştirmiş olmaktadır. tabi böyle bir inanç yoktur ve olamazda. ama kader, o bıçağı, o adama soktuğumuzda ve adamın biyolojik yaşamına son verdiğimizde o adamın cansızlaşması ise yani bizim değiştirmeye gücümüzün yetmediği (adamı öldürmek değil kastım, ölüm gerçeği ve ölümün bilimsel değiştirilemeliği) şeyler ise, Allah duamızı kabul etmiş, adamı öldürmemizi engellemiş ve Kader'i değiştirmemiş olur. yani hala ölüm gerçeği ve şartları olduğu yerde durmaktadır. işte Kader bundan ibarettir. sağlam bir insanın yürüme kabiliyetinde olması ve elektrik akımının lambayı yakması dahi kaderdir. Allah'ın bilmesi ise, biz nasıl düğmeye bastığımızda lambanın yanacağını biliyosak, Kader de öyledir. yoksa Allah, denilen manada herkesin nasıl davranacağını neler yapacağını belirleyen bir kader yazsaydı öncelikle "dua" kavramını yaratmamalı idi. ve sonra da bizleri günah ve sevaptan sorumlu tutamazdı. çünkü biz kendi yazdıklarını yapar olurduk ve buda onun kendi en büyük çelişkisi olurdu. demek ki Allah insanı özgür irade ile yaratmıştır. işte meleklerin insan önünde diz çöktürülmesinin nedenide budur. çünkü melekler Allah'ı, Allah'ın emriyle tanırlar, ancak insanlar özgür iradeleri ile tanıdıkları için bu daha değerlidir. en büyük örnek, Hz. İbrahim'in Allah'ı bulmasıdır. bu konuda yazacak şey çok ve verilecek örnek bol. kısaca demek istediğim, Allah yapılacakları ve olacakları önceden bilir ve görür. Dua, kader konusunu anlamamızda çok önemli bir kilittir. Kader ve Allah'ın bilmesi konusunu şöyle bir hikaye ile anlatmak isterim: Bir adam, bir Müslümana; -Kader Allah'ın sana yaptırdıkları ise, Allah seni nasıl yaptırdıklarından sorumlu tutar? -İnsanların İyiliğini istiyorsa, niçin kötülük yapmalarını engellemiyor? -Şeytan Ateşten yaratılmışsa, nasıl olurda Ateşte yanar ve acı çekebilir? gibi sorular sormuş ve müslüman tutmuş, o adama bir topraktan kerpiç atmış adamın canı yanmış. dava açmış. kadı'nın karşısında müslüman şöyle demiş, *Eğer Kader Allah'ın bana yaptırdıkları ise, sen beni nasıl olurda dava edersin, Allah'ı etsene? *Allah İnsanların iyiliğini dediğin gibi istiyorsa, neden beni sana kerpiç atmaktan alıkoymadı? *Sen Topraktan yaratıldığın halde, Topraktan kerpiç nasıl senin canını acıtabilir ki? demiş ve sonra açıklamasını yapmış: +Kader, Allah'ın yapacaklarımı görmesi ve beni bunu yapmada özgür bırakmasıdır. Kader, o kerpiçi sana attığımda, canını acıtacağı gerçeğidir. +Allah insanın iyiliğini istemektedir, ancak bunu yaptırmaz sadece yolu göstermiştir. İnsan kendi iyiliğini kendisi yapar. İnsan kendi kendisini kurtarır, Kader'in ve Kaza'nın özü budur. +Allah dilerse, Şeytanı Ateşte de yakar, Topraktan yaratılmış insanında taşla canını acıtır. Allah için zor değildir. Allah her şeyi bir Kader (ölçü) dahilinde yaratmıştır... Ateşin yakıcı olması ve suyun boğucu olması da böyledir... Dua... Diyelim ki, Kader; Allah'ın insanın her nefea alışı dahil, tüm yaptıklarını Allah'ın tesbit etmesidir, rastlayabileceğimiz şöyle bir olayı ve sonucundaki kaosu düşünelim... Siz bu şekilde tanımladığınız bir kader anlayışının var olduğu bir evrende yaşıyorsunuz. Allah tüm her şeyi belirlemiş. Siz gündelik sıradan yaşamınızda, bir dua ediyorsunuz (Böyle bir kader yaratmasına rağmen nasıl olupta Dua'yı yaratma çelişkisine düştüyse artık Tanrı?) "Tanrım, bugün işlerim yerinde gitsin.) ve Allah, Duaları kabul edeceğini de söylemiş ya (bu kader anlayışına rağmen -kader değiştirilemez), kabul ediyor duanızı. ve ogün herşey güzel geçiyor ve bir kızla tanışıyorsunuz mesela. seviyorsunuz birbirinizi, işte günün en güzel olayı bu, ve Allah'ın kabul ettiği dua doğrultusunda yaptığı da bu... ancak şöyle birşey varki, artık ortada Tüm dünyayı kaplayan, tüm herkesi etkileyen bir kader değişimi mevcuttur. çünkü eğer o kızla tanışmasaydınız olağan kader değişmez ve devam ederdi. işt bu haliyle herşey yarli yerindedir. ancak, kağıttan evlerdeki gibi, tek bir kağıtla otnarsanız, tüm ev yıkılır ve yeniden düzenlemeniz gerekir. bu zincirleme bir reaksiyondur. ve Allah'ın sizi o kızla tanışmanıza vesile olarak artık yeni bir kader yaratmaz zorundadır. bunu şuan dünyada yaşayan insanlara oranlarsanız. Allah her duayı kabul edişinde, yaklaşık her saniyede milyonlarce kere kader yazıp silmektedir. bu öncelikle, dinlerdeki temel yapıya aykırıdır... yani Allah her ne kadar herşeye gücü yetende olsa, kesinlikle boşyere tek bir şey dahi yaratmamıştır. buna yazdığı kader kavramıda dahil. en ufak bir zerre dahi boşa yaratılmadığı için, emin olunki bozacağı bir yazgıda yazmaz. bunu en baştan yapmış ve anladığınız manada bir kader olgusu yaratmamıştır. bu onun acizliği değil, ilmidir. eğer, bilinçsiz yani onun yazdıklarını yapan bir insan imgesi yaratsa idi, mutlaka onu, kendisini tanıyacak şekilde, yani meleklerden farksız yaratırdı. bu ise, onun Allah'lığına terstir. oysak ki, O'na inananlar olduğu gibi, inanmayanlarda vardır görüldüğü üzere... bu konu çok dallı budaklı bir konudur, ben burada kesiyorum... umarım özü kavramışsınızdır.
- 2.558 cevap
-
- Allahın varlığı
- Allahın yokluğu
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
arkadaşım verdiğin bilgiler, kusura bakma ama beş para etmez... çünkü, Hz. Meryem'e "Harun'un kardeşi" diyerek hitap edilirken, orada aynı soydan gelme oldukları kastedilmiştir. ki bu Hz. Meryem'in soyunun nereye dayandığını gösterir. Bu şu şekildedir; nasıl ki Hz. Adem'e "Adem Baba(mız)" derken, öz babamız olduğu manası ile söylemiyor ve Hz. Havva için "Havva Ana(mız)" dediğimizde, öz anamız olduğunu kasttemeyip onların silsilelerinden geldiğimizi ima ediyorsak, bunda da öyle bir hal geçerlidir. Zira Hz. Harun ve Hz. Musa kardeşlerle, Hz. Meryem arasında yüzlerce yıl fark vardır ki, eğer kendi bile yazmış olsa, Kur'an gibi bir kitabı yazan insanın, böyle basit bir şeyi gözden kaçırması olanaksızdır. Seni çürütecek Ayet'i bulmayı bırak, söylediklerin en baştan çürük ve zerre kadar islam felsefesi ve dininden anladığını sanmıyorum. çünkü devamlı Nick değiştirmenden belli olduğu üzere ve hatta İmzanda da belirttiğin gibi hala bir o yana, bir bu yana dönmekte ve çok çabuk fikir değiştirebilmektesin. Mesela Yahudiler, Tanrı'ya (Elohim) bir yaratıcı ve bağışlayıcı olarak ululuğunda dolayı "Abba" yani "Baba" derler... peki sence bu, Hıristiyanlıktaki "Baba" anlayışının aynısı mıdır? tabii ki değildir. Yahudiler Hıristiyanlıktaki "Baba" kavramını kastetmemektedirler. Kısaca örnek çoktur bu konuda. Yani Kur'an-da Hz. Meryem'le, Hz. Harun'un kardeşliği biyolojik olarak değildir... çok ********* bir İslam Karalama artniyeti gütmüşsün ama sadece bu konuda zerre kadar bilgisi olmayanları ve anca kendini kandırabilirsin. Bununla ilgili olarak aynı şey Hıristiyanlıkta da vardır mesela. Hz. İsa (aslınsa Yahuda İşkariyot) ile Barabba arasında, hangisini öldürülmesi konusunda tercih yapılması olayında; bilindiği gibi Barabba serbest bırakılmış ve Hz. İsa [bilindiği gibi Yahuda İşkariyot, ne derse desin (İsa olmadığını söylese bile) kendisine inanmıyacaklarını söylemiştir] çarmıha gerilmeye bırakılmıştır. ancak şöyle bir açmaz vardır, "Barabba" adı "Tanrı(Baba)-Oğlu" demektir. Bar=Oğul, Abba=Tanrı(Baba)... Hz. İsa'da bilindiği gibi Hıristiyanlarca Tanrı-Oğlu, yani "Barabba" olarak tanımlanır. peki burada bir soru: acaba, Vali hangi Barabba'yı serbest bıraktı... Barabba'yı mı? yoksa Barabba'yı mı? kısaca arkadaşım, bi konu üzerinde yorum yapacaksan ve eğer bu öz be öz kendi yorumun olacaksa, öncelikle o konu üzerine yıllarını vermiş olman, uzmanlaşmış olmaz ve otorite olman lazım... değilse, bir iki örnek vererek, bir iki yanılsama vererek kendini ispatlayamazsın... Tarihte nice din alimleri ve Evliyalar geçmiştir. ki hepsi bırak İslam Dünyasını, Hıristiyan aleminde de kabul görmüş insanlardır. Mevlana, Yunus Emre, Ahmed Yesevi... o insanlar bu senin verdiğin örneği görememişte, sen o küçük aklınla mı gördün? hemde zerre bilgi sahibi olmadan? öncelikle böyle şeyler iddia etmeden önce uzmanlaşmanı tavsiye ederim. ve Kur'an-ı ve ayetleri öyle kendi başına, bir iki bilgi zerresiyle sorgulyamazsın... hiç bi kitap için geçerli değildir bu. İncil ve Tevrat içinde böyledir. sıradan bir müslümanda, İncil ve Tevrat'ı iyi bilmeden sorgulayamaz, senin gibi Kur'an-ı çarpıtma ve yanılsama eğiliminde ve hevesinde olan kimselerde Kur'an-ı sorgulayamaz... Ayetleri öncelike tek başına değil, Kur'an-ı bir bütün olarak ele almalısın. senin yaptığın, Hıristiyanların Kur'an-a saldırmalarında kullandıkları cahilliğin bir örneğidir. Bir çok Hırisityan sitesinde gördüğüm üzere, Kur'an-daki ayertleri örnek göstererek, İncilin değişmemiş olduğunu kanıtlama çabasına girmişler, ancak şöyle ki, Ayet'i alıyor ve sadece o ayette iki-üç kelimeyi alıp geri kalanınını noktalıyor ve diyor ki "işte bu kelimeler bizi haklı çıkarır"... yok kardeşim, Din-Bilim böyle olmaz... Din-Bilim yalanlamayla olmaz... adı üstünde Din-Bilim, hangi dinde olursan ol önce Tarafsız olmayı gerektirir ve sen kesinlikle tarafsız değilsin... ve Din-Bilim, diğer bilimler gibi diğer dinlere saldırmayı ve yalanlamayı değil sadece tesbit etmeyei gerektirir ve sen en başından Kur'an- yalanlama yada yanlışlama yoluna girdiğin için, en baştan kaybediyosun. kısaca verdiğin bilgiler bilimsel değildir ve çok çürüktür. bunun için Kur'an-dan ayet bulmaya lüzum bile yoktur...
-
Batılılaşma projesini bu ülkeye zorla dayatanlarla, yerli kimliği savunanlar arasındaki mücadele; gücü ve iktidarı elinde tutan birinci tarafın manipülasyonu sonucunda sıcak çatışmaya dönüştü. İşte, Şeyh Said hareketi, handiyse 300 yıldır süren bu tartışmanın çatışmaya döndüğü dönemlerden birinde, yabancılaşmayı savunan iktidara karşı, yerli kimliği temsil eden bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. yazının en çok güldüğüm kısmı bu oldu... doğrudur, Osmanlı devleti son 250yılını batılılaşmaya yönelen bir siyasetle iştigal ettirmiştir. lakin anlamadığım, Atatürk'ün batıcılık anlayışıyla, Osmanlının anlayışını aynı mı tuttuğun? düpedüz cahillik... Yabancılaşmayı Savunduğunu söylediğin iktidar ise "Atatürk İktidarı" yada öz ifadesiyle "Millet İktidarı"mı? Burada yabancılaşmaktan kastın önemli? Kürtçülüğe mi yabacılaşmak, Müslümanlığa mı, Türkçülüğe mi? Ayrıca Şeyh Said yerli kimliği mi temsil ediyordu, yoksa musul'un alınmasını engellemek isteyen İngilizleri mi? Bakın bir konu üzerinde boş iddialarla gelmedn önce, o dönemin, zamanın ve mekanın özelliklerini iyi bilmeinz ve yorumlamanız gerekmektedir. kendi namınıza "Kürtçülük" yapmak için bir kaç boş lafza dayanarak tarihi yanıltmayınız... Tarih'e sadık olunuz. Atatürk: "Tarih Yazanlar, Tarihi Yapanlara sadık kalmazlarsa, ortaya çıkan gerçek şaşılacak bir hal alır." kısaca Tarih'i kendi keyfinize göre, siyasi anlayışınıza göre yorumlayamazsınız. yoksa, gerçekler karşısında, yukarıda yazdıklarınız gibi gülünç hale gelirsiniz...
-
Arkadaşlar, iyi hoş ta... ben çoğunuzun tam bir "Tarih-Bilimsel" olarak düşündüğünüzü sanmıyorum... öncelikle, bırakın bir Türk devletini, geçmişteki her devlet için, Tarih'in şu şartını unutmayalım... "Zaman"... olayları, zaman ve mekana göre yorumlamazsanız eğer ve kendi siyasi ve duygusal düşüncelerinizi ön planda tutarsanız, ortasa çıkan tarih şaşılacak bir hal alır... mesela, bazı arkadaşlarımız bu ahvalde, öyle saçmalıklar iddia edebilmişlerdir ki, bu Gök-Türk diye bir devletin olmadığı iddiasına kadar gidebilmiştir... mesela Türkler le ilgili olarak hep söylenen şey (güya) "Barbar" olduklarıdır. oysa ki "Barbar" Helen olmayanlar için kullanılmış bir kelimedir. yani Türkler cani idiyse, tüm milletler ne kada cani diyse, Türklerde o kadar cani idi... tamam... konuyla alakasız oldu ama, asıl gelmek istediğim nokta, burada nitelediğiniz olaylar ve kardeş katli gibi kanunlar, zamanının gerekleri sonucunda olmuştur... bu sadece Türk tarihinde değildir. diğer Devletlerin Yönetim Geleneklerinde de daha başka ve daha kötü olaylarda görülmektedir. tarihte yargılayabileceğimiz tek nokta, muharebelerde Masumların katledilmesinden öteye geçemez... hiç bir hükümdar, en azında aklı başında hiç bir hükümdar keyfi olarak savaş yapmaz yada kanun koymaz. aksi hep kışkırtıcılıktır... Fatih Sultan Mehmet kardeş katlini serbest bırakmamıştır, sadece meşru hale getirmiştir ve bunun yasal çerçeveleri vardır. tabi o döneme göre... o kanunun konmasına karşın, Fatih Sultan Mehmet'in kardeşi öldürülürken ağladığı rivayet edilir hatta... kaldı ki hanedandan kimsenin kanı yere akıtılmazdı da... neyse, bunlar çok uzun konular. ben kim olursa olsun her hangi bir yönetimi ve hükümdarı suçlarken önce o zamanın şartlarını, gereklerini çok iyi bilmeniz gerektiğine inanıyorum... iyi bilmeden yorum yapmak cahilliktir. yani "padişah kardeşini öldürtmüş" dendiğinde "aaa cani bu cani... ********* adam" demeden önce şöyle bi araştırma yapmak ve nedenlerini anlamak gerek... unutmayın Tarihçilik yargılamak ve esir etmek değildir... Tarihçilik "Tesbit Etmek"tir... Tarihle ilgilenen kimsenin en asli görevi sadece Tesbit Etmektir... Atatürk'ün dediği gibi "Tarihi yazanlar, Tarihi Yapanlara Sadık Kalmazsa, Ortaya Çıkanlar Şaşırtıcı Bir Hal Alır". Ulu Önder her zamanki gibi en doğru tesbitte bulunmuş bence...
-
Arkadaşım Türklüğe ve Türklere ne garez'in var anlamadım ama bu konuda son derece bilgisiz olduğun belli ve kendi inancın doğrultusunda, her bulduğun dala sığınabilecek çaresiz bi halin var... Gök-Türk devletinin varlığını ilk olarak Türkler değil, aksine Avrupalı bilim adamları tesbit etmişlerdir... bunu nasıl olurda bilmezsin ve bu devleti Türklerin uydurduğunu söyleyebilirsin? bu düpedüz cahilliktir... ikinci cahilliğin ise, hasbel kadar, diyelim ki Gök-Türkler diye bir devlet yoktu... Gök-Türk yazıtları ne peki? o yazıtlar hangi devlet hükümdarlarınca dikilmiştir ve hükümdar, Tanrı tarafından hangi devletin başına Hakan olmuştur... yuh yani... Türk düşmanlığı yapıcam diye kendi *********liğinde boğulma arkadaşım... koskoca Tarih duruyor önünde... Bırak Türkleri, Gök-Türk devletinin varlığını tüm yabancı uyruklu bilim adamları da kabul etmiştir... tabi senin gibi art niyetli Türk düşmanları hariç... ben seni Bernard Lewis'e benzettim. Kendisi Amerikalıdır. Yıllarca onun kitaplarıyla da eğitildik... iyi tarihçidir dedik... kendisi yıllarca Atatürk'ü övdü övdü övdü... ama en sonunda, 2 sene kadar önce ne dedi; "M. Kemal kurtuluş savaşı vermeyip ABD mandasını kabul etseydi, hem o kadar genç ölmez, hem daha güçlü bir devlet kurmuş olurdu. Bugün Türkiyenin yapması gerekende budur.". ve bunu neye rağmen söyledi biliyo musun o koskoca, bize örnek olan tarihçi, o dönemde ABD başkanı olan Wilson'un Türk düşmanı olduğu, bügün resmen kanıtlanmasına rağmen söyledi. buna rağmen o aymazlığı yaptı... işte bu da senin türediğin zihniyettir. kısacası, çekemiyosunuz kardeşim bu milleti... küçük adamlarsınız... ha koskoca dediğimiz profesör Bernard Lewis, ha küçücük sen... ufacıksınız...