-
İçerik Sayısı
196 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Pantheaa tarafından postalanan herşey
-
Sizde sağolun... Belki, tekrar tekrar söylemem artık sıkıcı gelicek ancak yine söylemek istiyorum, eğer geçmişle ve kimi bilgilerle ilgili tesbitlerde bulunacaksanız göz önünde bulundurmanız ve dikkat etmeniz gereken koşullar vardır ve doğru tesbitler yapabilmek için belli yöntemleri uygulamak lazımdır. Aslında bu yazı, o uygulanması gereken yöntemlerden bi-haber arkadaşlara da yardımcı olur umarım... Bence, bu konuda, öncelikle gidip Öncelikle Avrupanın Hıristiyanlık Tarihini iyi bi şekilde okumanız ve Yahudi İsrail Devletinin Yapısını bi gözden geçirmeniz gerekmektedir... O zaman belki görürsünüz hangi din; toplumu ve devleti yönetmek bakımından kendisini aday gösteriyor? İslam'ı ve diğer dinlerin nüvelerini kavramadan, böyle saçma tesbitlerde bulunmayınız... Umarım hala o görüşünüzü savunmuyorsunuzdur...
-
Bakın, Öncelikle Atatürk'ün örneğini verdiğiniz konuşmasını tahlille başlayayım. Bu konuşma, nedense, Atatürk'ün "Din Eleştirisi" olarak ele alınıyor... Ancak ben size şöyle bir çıkarım yapayım... 1-1933'te Almanya'da Hitler başa gelmiş ve başa gelir gelmez tüm Siyasal Parti ve Kuruluşları kapatarak kendi Doktrinini egemen kılmıştır 2-İtalya'da yine kendi Faşist doktrinini egemen kılan ve sorgulanamayan bir Diktatör vardır: Mussolini 3-Rusya'da yine Sorgulanamayan Komünist Doktrin esas kılan Stalin baştadır (1953'e kadar). Ve öyle ki, en ufak Siyasi fikir ayrılıklarını yada farklı görüşleri dahi Ölümle cezalandırmış, Siyasisini bir Doğma haline getirmiştir (bkz. Sultan Galiyev ve diğerleri) 4-Atatürk ilkeleri artık Anayasa'ya geçmiş ve Atatürkçülüğün'de bir doktrin olup olmayacağı düşünülür olmuş, hatta olması yönünde kimi meclis üyelerince talepler gelmiştir... 5-12 Ağustos 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası ve ondan önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuş ve çok partili hayat denemeleri başarısız olmuş ve Atatürk'ün Diktatör olduğu tartışılır olmuştur... 6-Atatürk İlkelerinin Anayasaya girmesi ile Atatürkçülüğün Doktrin olmasını gerekli görenlere Atatürk şu cevabı vermiştir: "Doktrin demek, durmak demektir. Bizim durmaya değil, ilerlemeye ihtiyacımız vardır" 7-Tek Parti sisteminin savunanları, Atatürk bizzat görevlerinden almıştır. Örnekleri mevcuddur... Hatta bu konuda inatçı olduğunu bildiği İsmet inönü ile karşı karşıya gelmişlerdir. Ve bilindiği gibi İsmet İnönü, Atatürk'ten Sonra kendisini, Mussolini ve Hitler gibi Milli Şef ilan etmiştir. Bu bir yana, Temmuz darbesi gibi bir darbe yapabileceklerini bildiği ittihatçıları en baştan devra dışı bırakmıştır... 8-O nutuk, yukarıdaki tür Olguların, Tartışmaların, Sorunların yaşandığı bir dönemde söylenmiştir. Artık Atatürk hakkında eleştiriler vardır ve onun dış basında da Doktriner bir yapıda olduğu söylenmeye başlanmıştır. Hatta, bir süre sonra Hitler, Atatürk'e bir doktrin benimsemesi teklifinde bulunacak ve açık açık Anadoluda Kafatası ölçümünde bulunmasını, Türk Irkı tespitinde bulunmasını teklif dahi edecektir... Kısacası, okonuşma oysa ki Dini konular, o dönemde çoğunlukla halledilmişti. Tekke ve Zaviyeler çoktan kapatılmış, eğitim birleştirilmişti. Anayasa'dan "Devlet Dini İslam'dır" ibaresi çoktan kaldırılmıştır. Şimdi bu tür olgulara bakıldığında 1- Cumhuriyet Bayramının, Dini Bir Bayramdan öte, Milli bir bayram olduğu 2- Bayramın, Atatürk'ün Milleti övücü konuşma yapmak için en uygun fırsat olduğu 3- Bayramın, Kendisine yapılan bu "Doktriner Olacağı" "Diktatör Olacağı" eleştirilerini de Millete yapacağı bir konuşma ile ayyuka çıkaracağı bir konuşma için fırsat olduğu 4- Atatürk'ün; dışarıdaki, 2inci dünya savaşına götürecek olan gelişmeler karşısında, Millete, öyle bir sisteme, o devletlerin sistemlerine maruz kalmayacaklarını hatırlatmak ve açık açık söylemek isteğinde olduğu gibi şartlara... 5- Kısacası sadece nutka bakarak değil, Nutkun söylendiği tarihin şartlarına ve tehayyüllerine bakarak söyleyebiliriz ki, Atatürk bir Din Eleştirisi yapmamaktadır... Çünkü O'na göre Din, Zaten bir vicdan meselesidir ve zaten konuşmanın yapıldığı dönemde Din Yönetimde hiç bir etkide değildir, kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin en Laik dönemidir. Ortama bakıldığında, Atatürk'ün bu konuşmasını, Kendisinin bir Doktriner olmadığı, Ülkenin Diktatörlük olmayacağı açıklaması olarak görmek çok yerinde bir tesbit olur... Kaldı ki, Atatürk İlkelerinin, CHP tarafından Anayasaya kabulü, kimi kimselerce Atatürk'ün Diktatör olduğu eleştirilerini yoğunlaştırmıştır. Öyle ki, bu yüzden Atatürk, her konuşmasında, bu ilkeleri Millete ithaf etmiş ve milletin kabulleri olduğunu söylemiştir. Hatta bu yüzden, SCF olayında, Cumhuriyet Gazetesinin açık mektubuna verdiği cevapta, CHP'nin Müdafai Hukuk Cemiyetlerinden vücut bulduğunu, kendisinin partiye gönülden bağlı olduğunu ve bu partinin milletin partisi olduğunu açık açık söylemiş ve İlkelerini, diğer konuşmalarında da hep Milletin kendi öz kabulleri olarak değerlendirmiştir... Bu yüzden, bunları göz önünde bulundurmadan, nasıl olurda, o nutku "Din Eleştirisi" olarak ele alabiliyorsunuz anlamıyorum... Kaldı ki bunu bir tek siz yapmıyorsunuz, bir çok art niyetl sahte Atatürkçüler, kasıtlı olarak yapmaktadır. Bu gibi Art niyetler, Atatürk'ü sahtekar olarak göstermektedir. Çünkü, bilirsiniz ki, Atatürk İslam Dininin, Akla ve Mantığa Uygun Tek Din olduğunu, açık açık söylemiştir... İşte, eğer, kafanıza göre yorumlarsanız Nutku ve Deyişlerini, Atatürk'ü bir Sahtekar olarak lanse etmekten başka bir şey yapmamış olursuınuz... Diğer bir konu ise; Din hakkında "GÜNÜN KOŞULLARINA CEVAP VEREMEZLİĞİ" meselesi ve yorumunuz... Bunu bi türlü anlamış değilim... Yani dinden ne bekliyorsunuz ki, Günün koşullarına cevap versin... 1- Din bir vicdan meselesidir ve kişinin kendi ruhsal ihtiyaçlarını tatmin seçeneğidir... 2- Dinler Siyasi Kabuller içermezler, Politik tahayyülleri yoktur, Bilimsel Formüller sunmazlar, Sportif aktivitelere zaten karışmazlar vs vs vs... 3- Dinler, tarihsel olarak, toplumsal birlikteliği yada şöyle söyleyelim, İnsan ilişkilerini sağlayan bir sistemdir... Ve özellikle İslam katı bir Din ayrımı gözetmez millet içinde, isteyen Hz. Muhammed'in bizzat yazdırdığı 622 Medine Sözleşmesine bakabilir. Net'ten araştırabilirsiniz. 4- Dinlerde zaten amacımız; kişinin kendi inancını yaşaması değil mi? Laik bir sistem savunmuyor muyuz? Müslümanları sadece Müslümanlar ilgilendirmez mi? Hıristiytanları sadece Hıristiyanlar... ki bu da sadece Dinlerini yaşama konusunda... Mesela Ramazan Ayın ve Bayramında Müslümanlar birbirleriyle iletişim kurarlar, Noel Bayramında Hıristiyanlar birbirleriyle... ve deriz ki, kimse birbirine karışmasın, etki etmesin bu konuda... Siz kendi inancınızı, biz kendi inancımızı bu topraklarda yaşayalım... bunu demiyor muyuz? yada en azından ben böyle düşünüyorum... Peki sizde bunu düşünüyorsanız, Dinin sadece bir vicdan meselesi olduğunu biliyorsanız, Bilim için dinden yola çıkılamayacağını, değişip duran politika için Dinin bir formül üretmediğini (ki İslam'da kesinlikle öyle bir formül yoktur) biliyosanız; Günlük hayatta din neyinize, hangi koşulunuza cevap verememekte... Yani Dinin neye cevap vermesini bekliyorsunuz bu açıdan? Bu günün koşulları 5 rekat ve 1 vakit namaz kılmak gerektiriyo da ona mı cevap veremiyo. Ya da 8 saat oruç tutmak gerekiyo da ona mı cevap veremiyo? belki de artan nüfusla beraber 8 Büyük Melek gerekiyo da, 4 Melek yetmiyo, ona mı cevap veremiyo? Bırakın kardeşim bu "Din Cevap Veremiyo" masallarını... Duyduğum en saçma tanımlamadır bu... Bir Bilim adamının Müslüman olması, Onun Kimyayı araştırmasına engel değildir, çünkü din Kimya formülleri içermez... yada Müslüman bir Fizikçinin, araştırmalaraına engel olmaz, çünkü Din Fizik konusunda bilimsel bir deney tavsiye etmez... Günün Koşullarına Cevap Veremeyen Sizin İdrak Kapasitenizdir... Ne yani, Günün koşulları Zina falan gerektiriyo da, din buna mı cevap veremiyo? yada Futbol'un kurallarına mı yetmiyo? Bunlar sizin Dini anlamlandıramamazlığınızdan ileri gelmektedir... Dinin öz yapısını anlayamamanızdan ileri gelir... Dinden korkmanızdan ileri gelir... Ben Müslümanım ve Atatürk'ün dediği gibi "Gerçeklere ne kadar inanıyorsam, Dinime de o kadar inanıyorum" ve Din benim hayatımda hiç bir meselemde cevap verememezlik etmiyor... Çünkü ben, Dinimin neleri gerektirdiğini biliyorum, dinim tanıyorum, gayette güzel yaşıyorum... ya, neyse... demek istediğim şu dur ki "Kişinin; Dinin, Günün Koşullarına Cevap Veremediği Düşüncesi, Kişinin Kendi Öz İdrak Yetersizliğinden ve Kendi İdrakının Cevap Verememesinden Kaynaklanır"
-
Bakın işte, yine art niyet, yine yanlış anlama... Emretmiyorum arkadaşım Rica Ediyorum... Emir kipi değildir bu kelime... Boşuna demedik git Türkçe öğren diye, bak bunu emir olarak algılayabilirsin... Çünkü, eğer öğrenmezsen, daha beter yanlış anlamalarda bulunacağın bellidir... Ben sana bidaha vereyim yazımı da, gör emir mi etmişim, rica mı etmişim, insan gibi...
-
Valla Arkadaşım, hakaret'e girer diye, bu kadar yazdım fıkrayı ve hakaret etmek istemem... ama neyse, mantığını verme açısından doğru bi tesbit oldu sanırım bu fıkra...
-
Ya kardeşim, rica ederim böyle mantık dışı tesbitlerinize bi son verin yaa... güya aklınızca çok büyük bi tesbitte mi bulundunuz... İnsanların Niçin Dostu Olur demişsiniz, Burada Allah'tan bahsediyoruz, İnsan'dan değil... Dediğiniz gibi Allah Sameddir, Uludur, yani ulaşılmazdır... İnsanlar Allah'a dost olurlar ve Allah'a dost olanlara müreffeh bir hayat sunulmuştur öte dünyada... İnsanların Allah'ı Dost edinmesi, Allah'ın ululuğunu etkilemez, azaltmaz... Kaldı ki, Şu da var o zaman, Hz. Muhammed'den "Allah'ın sevgilisi olarak bahsedilir, size kalsa, bu (Haşa) Allah dişidir demek olacak bu, demek ki sevgilisi var, o zaman demek ki Kadın... Yada Evliyalar "Allah"a aşık olduklarını söylerler, ki öyledir, Peygamberler de, Evliyalar da Allah'a aşıktırlar... yine sizce bu "Allah" (Haşa) dişidiri kadındır manasına mı gelmekte... Aşın kardeşim bu saçma mantığı... Ne bu ifadeler Allah'ın dişi olduğunu gösterir, ne de Allah'ın Samed olmadığını ve kimsenin ona Dost olamayacağını. Buradaki Dostluktan kastımız, Allah'ın yanlızlığını telafi edecek bir arkadaş değildir... Bunu özellikle bilmeniz gerekirdi... Size bi fıkra anlatiim, yürüttüğünüz mantığa binaen: Temel bi gün, bi psikolog'a Düz Mantık nedir demiş, Psikolog örnekle açıklamış: -Sizin evde akvaryum var mı? -Var. -E o zaman içinde balıkta vardır! -Var. -E o zaman o balıklara bakanda vardır! -Evet var. -E peki, balıklara bakan kimse bir kadın mı? -Evet. -O zaman, o kadın senin eşin mi? -Evet. -E o zaman sen Evlisin! -Evet. -E o zaman sen Eşcinsel değilsin! -Eveeeeet... Temel, sonra Dursunla karşılaşmış ve demiş ki; -Sen Düz Mantık nedir biliyo musun? -Bilmem nedir? -Öğreteyim, sizin evde Akvaryum var mı? -Yook... -O zaman sen Eşcinselsin... Umarım, yönteminiz ve mantığınız konusunda açık olabilmişimdir... -------------------- Bakın, bide şöyle ifade edeyim isterseniz... demişsiniz ki: Açık açık ortada, Allah'ın dostu vardır, ancak bu dostlar, Allah'ın acziyetinden ötürü dostları değildirler, Allah'a aşk duydukları için Allah'ın dostlarıdırlar, Allah bu aşkları için, onları dost olarak seçmiştir. Biraz Türkçe öğrenmeniz gerekli arkadaşım, zira kurduğunuz çok basit bir tümceyi bile anlamlandıramıyorsunuz... Yürüttüğünüz mantık, Temel'in yürüttüğü mantıktan farklı değildir. Daha başka, üçüncü bir örnek daha vereyim diyorum ama, "ilk örnek yetmez, ikincisinde de anlamazsınız o yüzden üçüncüsünü koydum" anlamına çekersiniz (zira mantığınız buna uygundur, o yüzden...) diye vermiyorum mantığınızın işleyişine dair bir örnek. Zira bu manaya gelebilecek bir örnekler bütünlemesini, hakaret olur sanıyorum ve bunu, ne sizin hakettiğinizi; ne de bana, söylememin yakışacağını düşünüyorum... Saygılarımla...
-
"Teist yada Ateistler burada hep bir arkadaşız "kardeşçe, demokratikçe" tartışıyoruz. Amacımız asla birisinin/birilerinin arkasında durup guruplaşmak olmamalı." Bak bunu altına imzamı atarım işte... Çok güzel... Size çarpıtmıyorum o "Akl-ı Evvel" kelimesini... kim dediyse, hata etmiş o cümleyi kurmakla... sadece açılımını yaptım... size itham ettiğim manası varsa ve siz söylememişseniz, kusura bakmayın... Bilim ve Teoloji konusunda ise, Dinin bir vicdan meselesi olduğunu, Allah, Şeytan, Cennet, Cehennem gibi kavramların manevi unsurlar olduğunu ve Bilimle kanıtlanamayacağını, sadece kişinin Vicdani meseleleri olduklarını ve bu surette Bilimle alakalı olamayacağı gibi, eleştirilemeyeceğini düşünüyorsanız eğer, aramızda hiç bir sorun yok arkadaşım...
-
Osman Turan okumanızı tavsiye ederim... Kendisi Eski Türkler konusunda otoritedir ve Profesör ünvanı ile son derece akadamik çalışmaları vardır... Bakın, Eski Türklerin İnancı, diğer inançlarla karıştırıldığı için, araştırmacılarca Gök-Tanrı Göğe yerleştiriliyor. Ancak, Eski Türklerdeki Tanrının Gökselliği inancı, İslam'daki "O Arşı İstila Etmiştir" ayetinin gösterdiği manadan öte gitmez. Mesela, elbette Türklerde Göğün kutsallığı vardır... Mesela, Camilerin kubbeleri ve kubbe tavanlarının (gökyüzünü temsilen) maviye boyanması, gök yüzüne dua için el açılması hep göğün kutsallığından gelir... Bu doğrudur, ancak Gök-Tanrı Gökyüzünde yaşayan, orayı ev tutmuş olan bir Tanrı değildir. Zeus, Enki gibi bir vasfı yoktur yani Gök-Tanrı'nın... Bunu anlatmaya çalışıyorum...
-
Akıl= Zeka, Zihin, Düşünce (yada Fikir yürütme yeteneği)... bildiğiniz "Akıl" işte... Evvel= Önce, Geçmiş, Geri/Geride Kalmış... bildiğiniz "Evvel" işte... Akl-ı Evvel'in Türmçe tecümesi "Geri Zekalı" , "Geri Kafalı" , "Eski Kafa" ; yada daha kibar tabiri ile "Algılamadan Uzak" "Algılama Yeterliliği Olmayan" manasına tekabül etmektedir... Bence kullandığımız kelimelere dikkat edelim. "Her şeyi sorgulayan ve bilimsel düşünen bir insan olabilsen toplum senden çok yararlanacak." Yani Ateist olmak mı gerekiyor? Hani sadece Ateistler Bilimsel düşünce sergiliyebiliyor gibi bir imge yaratılıyor burada da, o yüzden sordum!!! Ayrıca bakın, Bilimsel olarak gözlenemeyen şeylere inanmıyorsunuz ama, Matematik, Geometri, Felsefe, Mantık; gözleme dayalı olmayan bilimlerdir... Sadece akılcı düşüncelerle ispat edilen ve kanıtlanan bilimlerdir... O zaman bunlara da itibar etmeyelim... Arkadaşım, inançtan bahsediyoruz... Yani Bilimle kanıtlanamayacağı çok açık olan bir konudan... Diyoruz ki, bu bir Vicdan meselesidir... Vicdanın Bilimsel olarak Deneylerle ispatı yoktur. Bu yüzden İnancında bu yönde bir ispatı olamaz... Siz Bilinçsel deneyimleriniz sonucu; inanırsınız ya da inanmazsınız... Hayır, anlamadığım, bunları pek ala çok iyi bilen biri olarak (ya da ben öyle tahmin ediyorum) hala niçin "Bilimsel olarak kanıtlanamıyor, görülemiyor" diyorsunuz ki? Yoksa, elinizdeki, inanmamak için geçerli tek kanıtınız bu mu? Bakın, Bilim'e son derece inancım vardır. Siz kabul etmesenizde, İnancımın emirleri gereği bilimi rehber tutarım... Sizde rehber tutuyorsunuz öyle ki... O zaman, Vicdanın tartışmasının yapılamayacağını pek ala biliyorsunuzdur... Benim için doğru olan, size yanlış gelebilir, pek ala ortadadır... Beni tatmin eden bilgi, size yeterli yada yanlış gelebilir. Burada 2*2=4ten bahsetmiyoruz... Lütfen Alllah'ın yada daha doğru tanımı ile İnancın; Bilimsel olarak kanıtlanıp kanıtlanamayacağı tabirin kullanmayın, çünkü son derece içi boş bir tabirdir bence... Allah'ı, Allah'ın da bildirdiği gibi, Aklınızı kullanarak bulabilirsiniz. Buradan kasıt Mantıktır... Sizin mantığınız kavrıyorsa kabul edersiniz, kavramıyorsa kabul etmezsiniz. Budur...
-
Haksöz'ün "Sık sık" yaptığı hatalardan sadece tek bir örnek desek biz buna? Bence daha uygun olur...
-
KALEM SURESİ Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. 2- Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. 3- Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. 4- Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. 5- Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. 6- Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını.' 7- Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. 8- Şu halde yalanlayanlara itaat etme. 9- Onlar, senin kendilerine yaranmanı (uzlaşmanı) arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı. 10- Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık, 11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), 12- Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar, 13- Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik; 14- Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, 15- Kendisine ayetlerimiz okunduğu zaman: "(Bunlar) Eskilerin uydurma masallarıdır" diyen. 16- Yakında Biz onun hortumu (burnu) üzerine damga vuracağız. 17- Gerçek şu ki, Biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi. 18- (Bu konuda) Hiçbir istisna yapmıyorlardı. 19- Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. 20- Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. 21- Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. 22- "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." 23- Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: 24- "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." 25- (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler. 26- Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler. 27- "Hayır, biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık." 28- (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?" 29-Dediler ki: "Rabbimiz Seni tesbih eder, yüceltiriz; gerçekten bizler zalim imişiz." 30- Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. 31- "Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız" dediler. 32- "Belki Rabbimiz, onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimiz'e rağbet eden kimseleriz." 33- İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise, muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. 34- Doğrusu, muttaki olanlar için Rableri Katında nimetlerle donatılmış cennetler vardır. 35- Öyleyse, Müslümanları suçlu-günahkar olanlar gibi (eşit) kılar mıyız? 36- Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz? 37- Yoksa (elinizde) ders okumakta olduğunuz bir kitap mı var? 38- İçinde, neyi seçip-beğenirseniz, mutlaka sizin olacak diye. 39- Yoksa sizin için üzerimizde kıyamete kadar sürüp gidecek bir yemin mi var ki siz ne hüküm verirseniz o, mutlaka sizin kalacak, diye. 40- Onlara sor: "Hangisi bunun savunuculuğunu yapacak? 41- Yoksa onların ortakları mı var? Şu halde eğer doğru sözlü kimselerse, ortaklarını getirsinler. 42- Ayağın üstünden (örtünün) açılacağı ve onların secdeye çağrılacakları gün, artık güç yetiremezler. 43- Gözleri 'korkudan ve dehşetten düşük', kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, (daha önce) sapasağlam iken secdeye davet edilirlerdi. 44- Artık bu sözü yalan sayanı sen Bana bırak. Biz onları, bilmeyecekleri bir yönden derece derece (azaba) yaklaştıracağız. 45- Ben, onlara süre tanıyorum. Elbette Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. 46- Sen, onlardan bir ücret mi istiyorsun ki, onlar, haksız bir borçtan dolayı ağır bir yük altında kalmışlar? 47- Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar? 48- Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus) gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu. 49- Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, mutlaka yerilmiş ve çıplak bir durumda (karaya) atılmış olacaktı. 50- Fakat Rabbi onu seçti ve onu salih olanlardan kıldı. 51- O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar. 52- Oysa o (Kur'an), alemlere bir zikr (öğüt, hatırlatma, hüküm ve üstün bir şeref)den başka bir şey değildir. ---------------------------------------------- Görüldüğü gibi, Allah, kendisini kastetmemekte, boş yere, Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve bunun için yemin edip duranları kastetmiştir... Tabi "yemin etmek" illaki "Andolsun" demekle de olmaz... Ayet Nerede inmiştir peki... Ayet Mekke'de Fatiha suresinden sonra inmiştir... Şimdi, bundan önce, Arapların Hz. Muhammed'e "Muhammed'ül Emin" yani "Güvenilir Muhammed" dediklerini biliyoruz. Hz. Muhammed, İslam çağrısına bulunduktan sonra, kendisi Mekkelilerce yalanlanmaya ve aşağılanmaya başlanmış ve "Deli" yaftası yapıştırılmaya çalışılmıştır. Allah öncelikle Hz. Muhammed'i teselli için ve Hz. Yunus peygamber hatırlatılıp, tebliği bırakmaması için indirilmiştir. Yemin olayına gelince; burada kastedilen, Hz. Muhammed'i yalanlamak için yemin eden kimselerdir. Öyle ki, ardılı gelen ayetlerde de bu açıkça görülür... Zira Allah kendisi için kullanıyor olsa idi bu ayeti; diğer ayetlerdeki kötü fiillere sahip kimsenin de kendisi olması gerekirdi, öyle değil mi? Ayetin uzun uzun açıklamasına gerek yok. Şimdi burada şunu söylemek te istiyorum. Biliyorum ki; 11- Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren (gizlilik içinde söz ve haber taşıyan), Ayetine takılan olacak. Ve bize, Hz. Muhammed'in eşleri ile olan bir alaksında, Hz. Muhammed'in eşini "Sana bunları kim haber verdi" olayının örnek vericek ve dicek ki "Allah kendisi de söz getirip götürüyor". diyecek... Öncelikle Allah vahiy verir, yani bildirir. Kaldı ki, Allah insanların fiilleriyle takdir edilemez. Çünkü o bizim gibi değildir. İslam çerçevesince, Allah'ın, İnsan fiillerinden uzak olduğunu, bu fiillere sahip olmadığınjı bilirsiniz. O yüzden Allah, burada belirtilen İnsani Fiillere sahip değildir. Keza, Kur'an-ın bir çok yerinde, Hz. Muhammed'e Müşriklerin işlerinin haber verildiği, bildirildiği açık açık geçmektedir... Bu da sizin yorumlayacağınız gibi "İspiyonculuk, yada Dedikoduculuk" değildir... Sonuçta o herşeyi bilen ve herşeyi Peygamberine bildirendir ki Peygamber yalnız kalmasın... Kaldı ki, Allah'ın herşeye gücü yeter... O'nu insanların fiileriyle yargılayamayacağınız gibi, O'na hesapta soramazsınız... Şöyle düşünün, Askerde, Komutanınıza, verdiği emirden dolayı hesap soramazsınız mesela... Belki çok hafif bir örnek ama, en azından İnsan ile Allah arasındaki düzeni biraz olsun algılamaya yeter diyedüşünüyorum...
-
KAMER SURESİ Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla 1- Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve ay yarıldı. 2- Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: "(Bu,) Süregelen bir büyüdür" derler. 3- Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.' 4- Andolsun, onlara (kendilerini şirkten ve bozulmalardan) caydırıp vazgeçirtecek nice haberler geldi. 5- (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor. 6- Öyleyse sen onlardan yüz çevir. O çağırıcının 'ne tanınmış, ne görülmüş' bir şeye çağıracağı gün... 7- Gözleri 'zillet ve dehşetten düşmüş olarak', sanki 'yayılan' çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. 8- Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: "Bu, zorlu bir gün." 9- Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.' 10- Sonunda Rabbine dua etti: "Gerçekten ben, yenik düşmüş durumdayım. Artık Sen (bu kafir toplumdan) intikam al." 11- Biz de 'bardaktan boşanırcasına akan' bir su ile göğün kapılarını açtık. 12- Yeri de 'coşkun kaynaklar' halinde fışkırttık. Derken su, takdir edilmiş bir işe karşı (hükmümüzü gerçekleştirmek üzere) birleşti. 13- Ve onu da tahtalar ve çiviler(le inşa edilmiş gemi) üzerinde taşıdık; 14- Gözlerimiz önünde akıp-gitmekteydi. (Kendisi ve getirdikleri) İnkar edilmiş-nankörlük edilmiş olan (Nuh)a bir mükafaat olmak üzere. 15- Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? 16- Şu halde Benim azabım ve uyarıp-korkutmam nasılmış? 17- Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? undefined Kamer/10 belirttiğiniz gibi bir ayet değildir... Şimdi de ayetleri tümden değiştirmeye mi başladınız. Bari siz yapmayın... O mana da bir ayet dahi olsa, bu şekilde ele alamazsınız. Kendisi için Alçak demezdi sanırım Tanrı.
-
Söylemek istediğim, Gök-Tanrının Gökselliği değil, Gökte var olan bir Tanrı olmadığıdır... Gök-Tanrı adı ise, birlikte kullanıldığında, yine sadece Yaratıcının özel adı olarak kullanılmıştır ve bunun aksini kanıtlayacak her hangi bir kanıtta yoktur. Gök-Tanrı'nın özel adıdır... Bu manada Semavi bir anlam taşır demek istiyorum. Yoksa, Gök yüzü ile ayrıdır... Sanrım, yazımda anlatım eksikliği vardı... Bende bunu diyorum zaten... Dikkat ederseniz, yazımdan, Türklerin bu inancını "Şamanizm" olarak algılamadığımı anlarsınız. Ben sadece genel kanı olarak "Şamanizm" dendiği için o ibareyi kullandım. Ayrıca Kam sözcüğünün, Sihirbaz manasından başka, bu kimselerin, bilindiği Tanrı ile iletişimde olduklarına, hastaları iyileştiridiğine ve Hakan'ın, kendilerine Kut ve hükümranlık ve savaşlar hakkında İlahi adalet uyarınca danıştıkları bilinir, Yani Kamların halkı eğlendirmek için sihirbazlık yapma gibi bi imajları yoktur arkadaşım... yani bunlar dini temsilcilerdir ve dini yönlendiricilerdir. Kamlık'ın dini temsilci olduğunu sanmaktan başka, tam olarak dini temsilci oldukları bakidir zaten, sanmanıza gerek yok... Öyle ki, Eğer İncelerseniz, Türklerin Evliyalık kurumu ile, Araplarn evliyalık kurumları arasında fark vardır. Ancak İslam'ın genel Evliyalık anlayışı ile, Türklerin Kamlık kurumu örtüşmektedir... Farklılık ise iki toplumun geleneklerinden gelir... Mesela, Dede korkut'u okursanız, hem Evliya, hem Kamlık özelliklerini görürsünüz... Ayrıca şu var ki, Türkler için Ahmed Yesevinin önemini bilirsiniz, Araplar içinde Veysel Karani önemli bir Evliyadır. İkisini incelerseniz eğer, Ahmet Yesevini Kamlık özellikleri sergilediğini, Veysel Kayaninin ise bu özellikleri barındırmadığını görürsünüz. Türklerde Kamlık devam etmiş ve Evliyalık kurmuna evrilmiştir... Yani birbirinin devamı niteliğinde olmuşlardır... Her ne şekilde olursa olsun, gerek Eski Türklerdeki Kamlık, gerek Müslüman Türklerdeki Evliyalık birbirlerinin ardıllarıdır veya şöyle diyelim, birbirleri ile kaynaşmış geleneksel kurumlardır... Bu bir iddia değildir yam yam, bu kanıtlanmıştır. Evet Atalara saygı için de kurban kesilirdi ancak yine bunlar Atalara Adanmaz, dediğiniz gibi Atalara saygı için kesilirdi, Ancak Gök-Tanrı'ya kurban kesmekle, Atalara saygı amacıyla kurban kesmek arasında fark vardır... Adamak anlamında kastediyorum ben kurban kesmeyi... Türklerin kurbanları Atalarına Adanmazdı, Ancak Gök-Tanrıya Adanırdı... Atalar için kurban kesme adeti bile hala sürmektedir. Zira bir evde vefat eden biri olursa, çok bilinir ki, Anadolu'da hala, o kimsenin hayrına Et dağıtılır veya hayvan kesilir... İşte bunun Eski Türklerin yaptıklarından hiç bir farkı yoktur. yani verdiğiniz bilgi, benim söylediğimi çürütecek yada karşı tezi olacak bir görüş değildir ancak doğru bir bilgidir verdiğiniz, o ayrı... Oğuzlar Müslüman olmadan önce, Arapların Harezme kadar taarruzlarda bulundukları ve darbettikleri doğrudur ancak, verdiğiniz örnek Türklerin kılıçla Müslüman olduklarının kanıtı değildir. Bu sadece sizi tatmin eden, yetindiğiniz bir bilgidir... Eğer, Oğuzların göçleri hakkında fikir sahibi iseniz, özellikle Selçukluların, İslam oldukları dönemde Araplardan daha kuvvetli olduklarını biliyorsunuzdur. Daha güçlü bir topluluk, kendisini savunmaktan aciz bir Abbasi Halifesinin dinini mi kabul ediyor? Ya da Talas savaşında, yine Türklerin üstünlükleri ve burada Müslümanlığı topluca kabul eden kavimlerin olduğu (Karluk, Yağma- Çiğil) vakidir. Kaldı ki, Türkler sizin dediğiniz şiddete sadece Emevi Döneminde maruz kalmışlardır, Ancak Abbasi döneminde, Türkler halifenin koruyucusu halindedirler ve kendilerine Samerra gibi şehirler dahi kurulmuştur... Halifenin ve Şia'nın imamlarının özellikle Türkçe öğrenmiş olması ve buna önem vermeleri, Türklerin gücünün bir kanıtıdır. Yani o dönemde hiç bir Müslüman topluluk, Türklere İslamı kılıçla kabul ettirecek kadar Türklerden kuvvetli değildirler. Kaldı ki, Araplar Harizme yaptıkları son baskından büyük yenilgi ile çıkmışlardır da... Abbasiler döneminde Türkler özellikle Şia yanında olmakla birlikte Müslümanlığı seçmişler ve zorlanmamışlardır. Oğuzlar ise, Anadoluya geldiklerinde yine çok kolay bir şekilde müslüman olmuşlardır. Ancak bunu bugünkü hali ile anlamamak gerekir. Ayrıca İtil ve Volga Türklerinin'de Arap Taarruzlarında uzak oldukları ve topluca Müslüman oldukları hatta ilk Müslüman Türkler oldukları kanıtlanmış bir bilgidir. Bunun daha bir çok misalleri ve kanıtları vardır... Yani eğer Tarihten bahsedecekseniz, öyle kolay olmamıştır deyipte, temelsiz bir nükte sunmanız olmaz... O nükte gerçektir, ancak şöyledir; Türkler İslam olmadan önceki Arapların Harezme olan akınlarını ve kıyımlarını anlatmaktadır ve Türklerin Müslüman olmaları ile alakalı değildir ve o mana da çıkmaz... bakın siz, görmek istediğiniz gibi görüyorsunuz... Oysa ki, benim kastettiğim, 4 büyük melek gibi bir anlayış değildir... Bakın, İslam Tasavvufunda herşeyin Özünde Hakk olduğuna inanılır. Bu Hakk her cismin özüne sirayet etmiştir. Hak Nurdur ve Meleklerde Nur'dan yaratılmışlardır... Bu anlamda, İslam'da ki "Tek Bir Kar Tanesinden Dahi, Bir Melek Sorumludur" inancının özü budur. Yani cisimlerin de özünde Nur, yani Melekler vardır. Bunu bilinç sahibi bir melek olarak algılamayın. Bilindiği gibi, Melekler Allah'ın verdikleri emir mucibince hareket ederler ve düşünmezler. Öyle ise, bunları doğanın kanunlarının soyut kabulleri olarakta ele almalıyız... Neyse, burası çok daha uzun bir açıklama gerektirir ve İslam Tasavvufunun ilmindedir... Neyse; işte Türklerin de her doğa unsurunun bir ruhu olduğuna inanması bununla paralellik göstermektedir... Ağaçların, Suyun, Dağın vs vs vs hep bir ruhu ve kutsiyetleri vardır bu anlamda... Ancak onlar İlah değillerdir... Mesela Eski Türklerde Ağaç en önemli unsurdur. Yerin içine uzanan kökleri ve göğe uzanan dalları ile bir nevi Bilgeliğin ve Soyluluğun (Osman Gazinin Rüyasında da vücut bulmuştur) simgesidir. Türkler ulu yaşlı bir ağaç gördüklerine başlıklarını çıkarıp, saygıda bulunurlardı. Ancak bu onu Tanrı olarak addettikleri manasına gelmemektedir... Dinlerin Göksel sayılacagı konusun da ise, tam olarak açık değiliz sanırım... Bakın Semavi kelimesinin eş anlamlısı olarak Göksel: Allah'tan gelen anlamına gelir... Ancak sanırım siz, Gök'te yaşayan İalh manasında Göksel tanımını yapıyorsunuz. Oysa ki Türklerin Gök-Tanrı'sı, Gökte Yaşayan İlahlardan farklıdır. Bu çok açıktır... İslam Dini de bu manası ile Gök'te yaşayan bir Tanrı edinmemiştir... Allah insana şah damarından daha yakındır inancı vardır ve yine Allah, Hakk olarak tüm yarattıklarına sirayet etmiştir, heryerdedir... Yarattıkları ile birdir... Tevhiddir... O yüzden İslam'da, Gök-Tanrı inancı da dediğiniz manada göksel değildir... Semavi(=Göksel)dirlerler. Bu ayrıma dikkat etmenizi isterim...
-
Düzeletmedir... Doğrusu şu şekildedir... ... ... ... Hz. İBrahim ve diğer Tüm Peygamberler "Allah'a Teslim Olmuşlardır = yani Müslimdirler". Hz. İbrahim bu yüzden Müslim'dir... Hıristiyan değildir, çünkü Hıristiyanlık (İsevilik), bilindiği gibi, Hz İsa'nın Latince adı olan "Christ" adını almış ve Hz. İsa'nın MÜJDE(İncil)lediği İslam (Teslimiyet) inancından başkalaşmış bir inanç sistemidir ve Hz. İsa'da Müslim'dir, yani Allah'a Teslim olmuştur...
-
Bak arkadaşım, Hz. İbrahim ile ilgili yazını kudum ve sana İslam'dan "İyi Bir Müslüman" olduğun dönemde de, şu anda ne kadar anlamdığını ispatlıcam... Öncelikle demişsin ki: Arkadaşım, öncelikle "İbrani" kelimesi, Hzç İbrahimi'in soyundan gelenlere ad olmuştur... yani Hz. İbrahim'in adı değildir... Mesela Osmanlı Hanedanının İlk kurucusu kabul edilen Osman bey'in adı "Osmanlı Osman" değildir mesela... Ancak Ona "Osmanlılı Osman" denmesi de bir Tezat oluşturmaz... Yani "İbrani" kelimesi Hz. İbrahim'in soyundan gelen (tabi Hz. İbrahim'in, eşi Sare'den doğan oğlu Hz. İshak soyu için) kimseler için kullanılmıştır ancak Hz. İbrahim'in adı ise "Abram-Abraham"dır... İnanç açısında ise, Hz. İbrahim Yahudi olamaz ve değildir... Öncelikle "Yahudi" ismi Hz. Yakub'un İbranicedeki adından kaynaklanır... Yani, Hz. Yakup'tan önceki İbraniler Yahudi olamazlar... Kaldı ki Hz. Yakup, Hz. İbrahimden sonra gönderilmiş, 12 oğlu, Yahudilerin 12 kabilesini teşkil etmişlerdir... Sizin çelişkiniz buradan kaynaklanmaktadır... Hz. İbrahim, Millet olarak Yahudi değildir ve olamaz... Peki İnanç olarak niçin olamaz? Çünkü Hz. Musa'ya inen Musevilik inancı (yada Yahudilik) da, Hz. İbrahimden çok sonraları inmiştir... Yine, kendisinden sonra indiği için Hırisityan da olamaz... Peki diceksiniz ki "Müslümanlık sanki Hz. İbrahim'den sonra inmedi...", ki demişsiniz zaten... Bakın "İslam" kelime anlamıyla, "Allah'a Teslim Olan" demektir... Allah, ilk indirdiği dinden itibaren, yani Hz. Adem'den itibaren, her peygambere öncelikle, kendisine teslim olmalarını emretmiştir... Buda insani "Müslim" yapar... Yani ilk insandan itibaren, Allah'a teslim olmuş, O'na inanmış bir kimse Müslimdir... Dolayısıyla, Kur'an Hz. İbrahim'e "Müslüman" diyemez ve dememektedir... Çünkü "Müslüman" kelimesi öncelikle Farsçadır ve Kur'an-da, Arapça olarak "Müslim" adı ile geçer... Kaldı ki Farslar, "Müslim"lere "Müslüman" adını kendi diileri nedeniyle takmışlardır. Bu bir yana, Adem'den itibaren tüm peygamberlerin ve onlara inananların, Allah'a teslimiyet içinde oldukları nasıl su götürmez bir gerçekse, onların bu sebepten dolayı "Müslim" olmaları da o kadar doğaldır... Dolayısı ile Hz. İBrahim ve diğer Tüm Peygamberler "Allah'a Teslim Olmuşlardır = yani Müslimdirler". Hz. İbrahim bu yüzden Müslim'dir... Hıristiyan değildir, çünkü Hıristiyanlık (İsevilik), bilindiği gibi, Hz İsa'nın İbranice adı olan "Christ" adını almış ve Hz. İsa'nın MÜJDE(İncil)lediği İslam (Teslimiyet) inancından başkalaşmış bir inanç sistemidir ve Hz. İsa'da Müslim'dir, yani Allah'a Teslim olmuştur... Musevilik'te bilindiği gibi Hz. Musa'nın "Moşe" adını almış Muse, Musevi değildir... Çünkü O'da Müslim=Allah'a Teslim olmuştur ve inancı İslam'dır... Dolayısıyla, İslamiyet inanıc Hz. Muhammed'le yani Hz. İbrahim'den 2500 yıl sonra inmemiş, tam aksine en baştan beri indirilen tek din olmuştur... Öyle ki Hz. Muhammed bunu açıkça şöyle söyle veda haccında "Size İslamı Tamamladım" der... Çünkü İnsanlık tarihinin başlangıcından beri indirilen tek dini artık o tamamlamıştır... Yani "Müslim" adı, Hz.Muhammed'e inananlara has bir ad değil, Allah'ın tüm peygamberlerinin ve onlara inananlarının kullandığı bir kavramdır. Hz. Musa, Shalom kavramını kullanır ve "Teslimiyet" manasına gelir... Kaldı ki, İbranice ile Arapça birbirine çok benzer... bunu uzun uzun anlatmaktansa, geçelim, esas meseleye gelelim... Bir kaç bilgi verelim: *SLM = Esenlik (kök Halindedir) *ShaLoM = Manevi olarak arzu ve barış, huzur manasıda iken canlı ve maddi olarak tefsir edilirse Tesis olarak “islam” dır. *İbranice “Şalom”, Süryanice “Slama”, Arapça “Selam” kelimesi, Sami dil ailesinde “Şlama-Şalam” kökünden gelir ve “teslim olmak” demektir. *"Şalom" kelimesi Latincete çevrilmiş olan İncil'e "Eiriny = Eudokia (Eudoxia)" olarak geçmiştir. Bunlardan sonra, tüm Peygamberlerin; kendilerini gönderen Allah'a "Teslimiyetleri" ve bu tabiri aynı anlamıyla kendi dillerinde (ki Hz. Musa ile Hz. İsa İbranice konuşudur ve Shalom-Şalom kelimesini kullanmuşlardır) bildirdikleri göz önüne alınırsa, niçin; Arapların dilince Müslim ve Farsların dilince Müslüman olduklarını inceleyelğm: SHL: Esenlik, Teslimiyet... (Allahla Teslim oluş kaynaklı esenlik duymak) *Arapça'da Müf'il Kalıbındaki hali: "müSLiM" olur... Anlamı "Teslim Olmuş" demektir. *Arapça'da Tef'il Kalıbındaki hali: "teSLiM" olur... Anlamı "Kendisini Adayan" demektir. *Arapça'da İf'al Kalıbındaki hali: "iSLaM" olur... Anlamı "Esenlik Bulmak" demektir. Tesis olarak bir din adıdır. *Arapça'da 12 kalıp vardır ve "SLM" kökünü "Müslüman" şekline sokacak bir kalıp yoktur, zaten "Müslüman" kelimesi Farsça bir kelimedir ve Kur'an-da geçmemektedir... Peygamberler için geçen "Müslüm" kelimesinin anlamına bakacak olursanız eğer, onlara "Müslim" denmesinin nedeni, Hz. Muhammed'le alakalı değil, onların Allah'a olan Sadakat ve Teslimiyetlerinden, yani Peygamberlik özelliklerindendir. Hiç bir Peygamberin Allah'a Sadakatle, Gönül Rızalarınca Kendilerini Adamaları, yani Teslim olmaları, yani Müslim olmalarından daha doğal bir şey yoktur sanırım... Demişsiniz ki, bu beni açıkçası güldürdü... çünkü, Din konusu ile ilgilenen herkes bilir ki, "Kitap"tan kast edilen şey, Sayfa Sayfa basılmış bir yapraklar bütünü değildir... Din'de Kitap'tan kastedilen şey, Bilgi Bütünlüğüdür... Zira ne Hz. İsa, ne Hz. Musa, ne de Hz. Muhammed, gökten sayfa sayfa kitap toplamamışlardır... İncil, Hz. İsa'dan en az 30 ve 40 yıl sonra kitap halinde yazılmıştır, ki derilere falan geçirilmiştir... Kaldı ki gerçek İncil'de değildir o... Çünkü gerçek İncil, anladığımız kadarıyla Allah'ın yasalarını içermektedir... Ancak yazılmış İnciller ise hem birbirlerinden farklı olmaları bir yana, hem de öncelilkle Hz. İsa'nın hayatını, Sonra Hırisityanlığa çağrıyı içeriri ki, Allah'ın yasalarını bilgi olarak ancak içermektedir... Ki İncilleri okursanız, bunu çok rahat görebilirsiniz... hep 2nci yada 3üncü ağızdan anlatılır olaylar... Hz. Musa'ya indirilen kitap ise, taşa yazılmıştır ve bildiğim kadarıyla, bir döneme kadar bazı bilgiler küçük bir sandıkta Yahudilerce saklanırmış... ne olursa olsun, anlayacağımız şudur ki, Kitaptan kastımız, derlenmiş, toplanmış, yazılmış bir Sayfalar bütünü değildir... Kitaptan kastımız Bilgi bütünlüğüdür... Allah her peygambere yetecek kadar bilgi vermiş, en büyük bilgileri, en ihtiyacı olan toplumlara göndermiştir, ki bunlar Yahudiler ve Araplardır... Bunlara indirilen Kitaplar, yani Bilgi Bütünlükleri Büyük Kitapları oluşturur... Bunlardan başka bir çok Peygamberede Kitap indirilmiş, Ancak bu "Suhuf" veya "Mushaf" olarak adlandırılmıştır, ki Küçük Bilgi Bütünlüklerini temsil etmektedir... Bak Arkadaşım, Nebukadnazar, Hz. İbrahim'in çağdaşıdır... Zira, Hz. İbrahim Yahudi olamayacağı gibi, Hz. İbrahim döneminde yaşamış hiç kimse de Yahudi olamaz... Dediğimiz gibi, "Yahudi" adı Hz. Yakub'un adıdır... ve 12 oğlu, Yahudilerin 12 kabilesini oluşturur. Hz. Yakup, Hz. İbrahim'in torunudur, yani neslinden gelmiştir ve Hz. İbrahim'den çok sonra gelmiş, Hz. İbrahim'i görmemiştir bile... Yahudilik, bir Din olarak ise, Hz. Musa'nın bildirdiği İslamlığın değişmesiyle oluşmuştur... Kladı ki Hz. Muda'da Hz. Yakup'un çok çok sonraları soyundan gelmiştir... ve Yahudilik diye bir din iletmemiştir... Kaldı ki, Yahudilik olarak başkalaşan inanç sisteminin asıl adı "Musevilik"tir, ki "Yahudilik" denmesinin nedeni, bu inancı "Bir Millete AitOlarak" gören ve öyle olmasını isteyen Yahudilerce benimsenmiş olmasıdır... Yani bu, o inancın, kendilerine, kendi ırklarına has bir inanç olduğu fikrini benimsetme amaçlarıdır... Yai, Nebukadnazar'a 3 Yahudi'nin başvurması imkansız bir vakaadır... Arkadaşım, bence bir şeye inanmadan önce, enine, boyuna öğrenmelisiniz ve araştırmalısınız. Zira 18 yaşında her hangi bir dini seçebilecek yeterlilikte olamamaktadır insan... Öyle ki, Dinleri çok iyi tanımak, 18 yaşındaki bir bilinçle değil, daha ileriki yaşlarda ve alınmış belli bir eğitim ile mümkün olabilmektedir... Zaten mü'min olmanın özü de budur... Dinini hakkıyla tanıyabilmektedir... Yoksa herkes alelade Müslim olabilmektedir,ancak Kur'an-ın dediği gibi bir de Mü'min vardır ki, kimse belirli bir olgunluğa erişemeden, belli bir bilinç düzeyine erişemeden mü'min olamaz, kaldı ki kimin Mü'min olduğunu sadece Allah bilir... O yüzden, bence bir dini tanıdığınıza, 18 gibi bir yaşta, çok erken karar vermişsiniz... Yine de sizin inancınız sizi bağlar, kimsenin karışmaya hakkı yoktur... Saygılarımla...
-
Kardeşim, Türklerdeki Gök-Tanrı inancının, Tanrıyı Gökte var eden bir inanç olduğunu sanıyorsan, bu yanlış bir tesbit, bunu söyleyeyim... Bakın, size sayfalarca Gök-Tanrı'yı anlatacak kadar mesaim ve vaktim yok, ancak şu vardır ki, Allah yani İslam Dini; Hıristiyanlık (İncil) ve Yahudilik (Tevrat ve Zebur) için Semavi demez... Semavi kavramı İslam Feslefesinin bir ürünüdür saygı değer arkadaşım... Zira bu Dinler için Kur'an-da kullanılan Terim "Ehl-i Kitap"tır, ki siz zaten bunu biliyor olmalısınız öyle değil mi? geçelim... "Semavi" kavramına gelince... Bu kavram Arapça'da "Allah'la olan, Allah'tan gelen" manasına gelir... Yani, Gökteki bir Tanrı için kullanılmaz... Zira Allah gökte değil, her yerdedir... Bu neyse de, asıl konu şu? Acaba, Gök (Kök) Türkler, Gök-Tanrı'ya nasıl inanıyorlardır... Bakın, "Semavi" kelimesinin Türkçe karşılığı, Tam olarak "Gök-Kök" demektir... Bundan, bugünkü manada Gök-Yüzünü anlamayınız.. Zira "Tanrı" adı ile birlikte kullanıldığı vakit, bu kelime "Semavi" Manasına gelmektedir... Bu yüzden "Gök-Tanrı" "Semavi Tanrı" demektir... Yani, Allah'ın Kur'an-da "Biz her Millete tağuttan kaçının diye bir peygamber gönderdik" ayeti uyarınca, Türklere de bir peygamber göndermiş ve Dinini öğütlemiştir... öyle ki "Şamanist" bir inanç olduğu söylenen Gök-Tanrı dini, diğer şamainst dinlerden oldukça farklıdır nedense? Öyle ki, Gök-Tanrı Tektir, Bir bedene sahip değildir, affedicidir, her şeyin nedeninde o vardır, her şeyi o yaratmıştır, affedicidir, Uçmağ (cennet) ve Kamu (cehennem)yu yaratmıştır, tüm insanları bir gün sorguya çekecektir ve diğer Hükümdar Peygamberlerin iniş şekli gibi Bumin Kağan'ı da o tutup baş etmiştir... Bunun açıklaması çok uzundur... Bakın diğer Putperest ve Totem içerikli dinlere bakın, hiç birisi İslama zerre kadar benzemez... Ancak Gök-Tanrı inancı; Allah'ın sıfatlarına da sahip olmak sureti ile, inanılmaz derecede benzer... neyse, yeteri kadar araştırma yaptığınız vakit, Gök-Tanrı inancının Semavi bir inanç, yani Allah'tan gelen bir inanç olduğunu göreceksinizdir... Bir de şu var ki, Türklerde ki Kam'lık, nedense, İslam'ın Evliyalık kurumuna inanılmaz ölçüde benzemektedir ve ikisi çok güzel bir şekilde kaynaşmıştır... Bakınız, diğer inançlara sahip toplumlara baktığınızda, Türklerin İslamı çok çok kolay kabullenip yaşayabildiğini görürsünüz... Bunun tek nedeni, inançların aynı kökene dayanmasıdır... Ayrıca, Şamanizm diye tabir ettiğiniz inancı ne olarak algılıyorsunuz bilmiyorum ancak, şöyle ki Türklerin Şamanist inancının özelliklerini yukarıda biraz olsun verdim. öyle ki Türklerin Şamainst inancı, özellikle Gök-Türklerin (Semavi Türklerin) Şmanist inancı, diğer belli bir toteme sahip şamanist inançlardan apayrıdır... Türkler put yada totem ednmemişler ve doğa ruhlarına tapmamışlardır... Sadece Doğa'nın bir ruhu olduğuna (İslam'da ki Melekler) inanmışlar ve saygı duyulmasını öngörmüşlerdir... Öyle ki sadece Gök-Tanrı'ya, İslam'da da yaptığımız manada Kurban Keserlerdi... Gök-Tanrı inancının İslam'la tek farklı tarafı, Atalar Kültünün oluşudur, ancak burada da, Ataların Ruhları sadece saygı duyulması gereken varlıklar yada ruhlardır... tapınılacak kadar kutsiyetleri olmamıştır... Bakınız, Diğer dinleri öğrenmeden, özellikle Atanızın İnancını öğrenmeden, diğer totemlere şamanist inançlarla kıyaslamadan, farklarını anlamadan basit yorumlar yapmayınız... yoksa Semavi nedir, ne değildir hala daha anlayamazsınız... Türklerin Gök-Tanrı inancına Putperest demek o da olmazsa Totemlere Bağlı Şamanist İnançlarla karıştırmak ve "Tanrı" adını "İlah" manasında kullanmak sadece Art niyetli Arapçı zihniyetteki kimselerin ve bu konuda bilgi sahibi olmayan cühelanın yapabileceği bir tanımlamadır... Ayrıca "Tüm Dinler Semavidir" demişsiniz... Tüm dinler dediğiniz mana da bile semavi olamaz arkadaşım... çünkü "Semavi" adının açılımı "Allah'la Olan" demektir... yani "Allah'tan Gelen" demektir... öz olarak Tapınılanın Gökyüzünde olduğu inancına sahip olmamaktır... kısaca, Semavi inançlarda Yaratıcı bir bedene sahip değildir... ölye olmadığı gibi, aynı zamanda sabit bir yerde de değildir... Ancak diğer inançlarda Tanrı maddeselleştirlmiştir... Gök-Tanrı inancında buna rastlayamazsınız... Kavramları, bugün anlamlandırdığınız manada algılamayınız... şunu unutmayınız ki, Gök-Türkler, "Gök-Kök" kelimesini, sizin anladığınız manada anlamlandırmıyorlardı "Gök-Tanrı" tamlamasını yaparlarken... buna dikkat etmelisiniz... yoksa ortaya çıkardığınız tespit, Gök-Türklerin neye inandığı değil, Sizin Gök-Türklerin inandığını sandığınız şey olur... E tabi bu da doğru bir tesbit olmaz ve yanıltıcı olur di mi?
-
Ben size söyleyeyim o zaman; Albay J. Churcwall Nacaal Tabletleri ve Mu Kıtası araştırmalarını Mensubu olduğu Mason'luğun Dinsel ve Tarihsel kökenlerini kendince ispat için bu araştırmaları yapmıştır... Araştırmalarında ortaya çıkardığını iddia ettiği semboller ve resimler Masonik ifadelerdir... Ayrıca J. Churcwall, gerçekten de Mu Kıtası halkının inançlarının Tanrısal kökenli olduğuna inanıyordu, yada yazdığı üç eserden biz bunu anlıyoruz. Ve diğer dinlerinde "İnisiye" olmuş Peygamberlerce öğretildiği için yine "Tanrısal" olduğu görüşünü savunuyordu. Ona göre, Mu Kıtasının Dini, Atlantis', Oradan'da Mısır'a ve Yunanistan'a geçmişti... Bu inisiyeler Mısırda da sürmüş ve Musa ortaya çıkmıştır... Hz. İbrahim'de aynı inisiyeye mensuptur ve İsa'nın ortaya çıkmasına vesile olmuştur... gibi bir çok iddiası vardır... Gelelim Tahsin Mayatepek'e... Kendisinin 14 raporunu okuduğunuzu söylemişsiniz ancak buna imkan yoktur, çünkü 7nci Rapordan sonraki raporlar elimizde değildir, kayıptır... Yeterince araştırma yapmamışsınız bu konuda anlaşılan... Ayrıca J. Churchwall Tanrısal bir inanca sahipken, Mayatepek Ateist bir görüşe sahiptir... Yani iki araştırmacı birbirinin dayanağı olamaz... Güneş kültü her toplumda muhakkak görülen bir simgedir... Ancak İslam, Güneş kültünü içermez... Mayatepek'in bahsettiği "Güneş Kültü uyarınca etrafında döndükleri yapı" Güneşi veya Güneşi temsil eden İlahı sembolize eder... Ancak Arapların putperst inançta oldukları dönemde bile Kabe tavaf edilmezdi ve İlahları/putları temsil etmezdi... Sadece İlahların/Putların bulunduğu tarihi geçmişi olan kutsal bir mekandan ibaretti... Bilindiği gibi, Müslümanlar ilk başlarda Kabe'yi de tavaf etmemişler, Kabe çok daha sonra, inen ayet uyarınca kıble olmuştur... Eğer Kabe güneş kültüne ait bir yapı olsa idi Kabe ve İslam o yapıda bir inanç olsa idi, bir evden çok bir puta benzemesi veya en azından kıble olarak ilk baştan beridir tercih edilmesi gerekirdi... Öyle ki Kıblenin, Kabe olması dahi insanları düşündürmüş, acaba Putperestliğe bir ricat olarak algılanmasın diye, Peygamber açıkça da uyarmış ve bildirmiştir... gibi bir çok açıklaması vardır bu konunun... yani, Kabenin Güneş kültüne dair bir yapı olmadığı veya en azında İslama bu yüzden geçmediği, İslam'da bu anlama gelmediği ortada ve kesindir... Öyle ki, O yapıyı İhya eden kimse de Güneş kültüne inanmıyordu... Hz. İbrahim, Güneş kültüne inanmıyordu... Bunu, İslamı ve Kur'an-ı bir tarafa bırakın, şöyle izah edelim... Hz. İbrahim'in yaşadığı dönem ele alınırsa, çok ciddi araştırmalar göstermektedir ki, o dönemde ve Hz. İbrahim'în Kabeyi inşa ettiği yere gedene kadar geçtiği güzergahlardaki, o döneme ait kabartmalı ve süslü sembollerde, dönemde dini tartışmaların ve anlaşmazlıklrın olduğu görülüyor ve zayıf tarafın Tek Tanrılı bir İnancı yeğlediklerini ortaya koyuyor... Tarihsel olarak ele alınırsa, İslam yada diğer dinler gerçek olmasa dahi, Hz. İbrahim diye bir şahsiyet yaşamıştır ve yaşadığı döneme damgasını vurmuştur, o dönemi tabletlere geçecek kadar etkilemiş ve en sonunda Mekkeye göçmüştür... Bu konuda Ahmet Susa ve diğer bir çok yazarın eserlerinden fikir edinebilirsiniz... İşte Tek Tanrı inancına sahip bir kimsenin, Güneş Kültüne ait bir yapı inşa etmesini bekleyemezsiniz... kaldı ki Hz. İbrahim o yapıyı en başta, özellikle tapınmak için yapmamış, ev ihtiyacı için yapmıştır, inandığımız kadarıyla da Allah tarafından yol gösterilerek yapmıştır... Saygılarımla...
-
Şimdi bakın, Semavi, Tek Tanrıli dinlerin hepsi Arap yarımadasından çıkmamıştır... Hz. İbrahim Anadolu'da ortaya çıkarmıştır Tek Tanrılı inancını... Hz. Musa, Mısırda gelmiştir... İsa ise Kudüs'te... Türkler Orta Asya'da iken Tek Tanrılı Gök-Tanrı inancına sahipti... Ayrıca Mısırlı Firavun Akhnetom, m.ö. 1300de Tek Tanrılı bir inanç ortaya koymuştur... Yani, çok araştırma yapıpta bunları bilmemek imkansız di mi ama? Bunun bir çok örneği var... Eğer Çok İlahlı dinlerin dahi özüne bakacak olursanız, Ten Tanrılı dinlerden bozulmuş olduklarını görebilirsiniz... Muazzez İlmiye Çığ, çok sevdiğim ve bence en önemli bilim adamlarımızdandır (adamlık erkeklikle olmaz ) .Ancak kendisi, diğer tüm dinlerim, Sümer İnancı kaynaklı olduğunu savunuyor. Hıristiyan bir din-adamı tüm dinler için geçerli olacak güzel bir cevap vermişti bi tartışma da: "Tanrı en baştan beri indirdiği dini farklı farklı indirecek değil ya... Sümerlere de aynı şekilde indirmiş demek ki?" şimdi bunun DNA ile yada bilmem ne ile alakası falan yok... bunu herkes kendi inancına göre yorumlayabilir... Ben bir Müslüman olarak, o Hıristiyanın dediği şeyi gayet mantıklı buldum ki zaten İslam inancında da böyle bu, ha siz mantıklı bulmazsınız o ayrı konu... o sizin kendi içsel görüşünüzdür... Ancak şu var ki, Tek Tanrılı dinlerin nerelerde çıktığı konusunda yanlış fikirlere sahipsiniz... En eski kökenli Türk Kavim olan ve Hala yaşamakta olan Uygurların en eski Ataları'da Uygurlar olarak anılırlar, eğe yeterince araştırdıysanız, onların inançlarınında Tek Tanrılı özellikteolduğunu görürsünüz... Kaldı ki Arabistanda değil, Asya'da yaşamışlardır...
-
Bakın, şuna dikkat ettim; insanların inancıyla alay edilmemesi konusunda duyarlı olan arkadaşlarımız dahi, kimi zaman bu yargısına ters düşüp, aşşağılama eğilimine girişmiş ve o yönde cümleler kurmuştur, bunlar vakidir... bu bir yana, aşşağılayan yargılar sunmuşlar yada sunanlara tiryakilikle destek vermişlerdir... Her zaman diyorum ki, yeterli yöntemlere sahip olduğu sürece elde edilmiş her bilgi Değerlidir... Ancak burada İslam olmayan arkadaşların, İslam'la ilgili herhangibir düşünceye, saygıyla yaklaştıklarını pek görmedim açıkçası... genelde hep İslam olanların inançları yadırganıyor... Neyse, bu bir yana, asıl öze geleyim... Şimdi bir Ateizmdir, Müslümandır, Bilicidir, Değildir tartışması vardı, bide Kemalisttir tartışması çıktı... Şimdi, bakınız, diyorum ki, İnanmamakta yerden göğe kadar haklı olabilirsiniz, ancak insanları inançlarıyla yargılamayın... Öyleki en Bilime duyarlı arkadaşlar bile, gayet bilim dışı davranarak her İnananı aynı kefeye koyabilmekte... Hiç bir şey bilmeyenler de, çok şey bilirmişçesine ahkam kesebilmekte... Arkadaşlar, siz inanmamakta ne kadar haklıysanız, merak etmeyin, inananlarda inanmakta o kadar haklıdır... Tek düşünebilen insanlar İnanmayanlar değildir... Bunun aksini savunmak Tarihte görülmüş bir çok Evliya-İlim adamına çok büyük haksızlık olur kanaatindeyim... Bilim ve Bilimsel düşünce İnanmayanların mülkü de değildir ve öyleymiş gibi ima da yaratmayın... Neyse asıl söylemek istediğim şu ki, Bilimselci arkadaşımız hakkındaki görüşüm yazdım, ancak burada da bir eleştiri yapmak istiyorum.... Bakın, İnanmıyo olablirsiniz ancak o "Ünlem İşareti" dolu yazınız son derece Bilim dışı... Tamam, belki burada bulunanan tüm inançlılardan daha zekisinizdir, onu bilemem ama, ben o ünlemleri bir inanan olarak, açıkçası alındım ve İslamı hiç eleştirmeyen, Doğmatik kabul eden, Yobaz bir kisvedeymişim hitabın bulunduğunuzu anladım... Şimdi bakınız, Bilime gönül vermiş olabilirsiniz ancak sizinde tekrar tekrar söylediğiniz gibi, inandıkğımız şey, Deney ve Gözlemle kanıtlanacak bir şey değil... Öyle değil mi? Yani buradan inanç meselesinin kişinin bir iç hesaplaşması yani vicdani bir eylemi olduğu kanaatini ortaya çıkarmış oluruz... Özellikle siz kabul edersiniz ki, Din, sandığınız gibi, diyelim ki İnsanların düşünsel çabalarının bir ürünü olsun, yani felsefi çabaların bir sonucu... İşte Bilim İnsanı olarak öncelikle sizin insanların Düşün çabalarına saygı duymanız ve öyle "Ünlem İşaretleri" ile falan küçümsememeniz gerekir... Her Müslüman, sizin rastladığınız Müslümanlar gibi Doğmatik kaba taslak bir inanca sahip olmayabilir çünkü... Her inananı aynı kefeye koymamanın İlim gereği olduğunu düşünüyorum... Özellikle şu da var ki, hala Tanrı'dan "Göremedik, Edemedik" diye bahsediyosunuz ki, bu bence Bilime inanmış biri olarak, öncelikle size yakışmıyor... Çünkü, Allah'ın İslam inancına göre Görünmez olduğunu ve İnancın en başta Hissiyattan kaynaklandığını biliyor olmanız gerekir... Soyun bir İnanç içinde devamlı Bilimsel olarak kanıtlanamayacağından dem vurmanız açıkçası garip... Kimse deneyle falan Allah'ın yada diğer ruhani varlıkların ispat edilebileceğini iddia edemez zaten... Edene deli derler... Ancak şu var ki, İnanç bir Vicdan meselesidir ve Vicdanı İnanmakla yada İnanmamakla Rahat olan kimseyi, kimse yargılayamaz... O kimsenin İnancına da, diğer kimselerin inançlarına kastetmediği sürece, kimse laf dahi söyleyemez... Buradan hareketle, kimlerin inançlarının daha saygıdeğer olduğu görülmektedir... Rica ederim, kimsenin inancını, yada inandığı değerleri küçümsemeyin aşşağılamayın... çünkü, herkes, emin olun ki inandığı şeyi biraz da olsa anlama çabasındadır... ve, diyorum ya, Kur'an, islama Doğmatik inanan Müslüman ile Akıl ile inanan Mümin ayrımı yapar... Kimin Mümin olduğunu Allah bilir ama, olur ya, aramız da, belki Hakkını vererek, gerçekten düşünerek inanan insanlarda vardır mutlaka... Bilmem anlatabildim mi... Saygılarımla...
-
Al işte, söz konusu iddiaya örnek bir tanımlama, aslında fazla söze gerek yok... Yıllarca İslamı sorgulayıp, öyle atezmi seçen kişlermiş... Öyle olmayan, hiç araştırmadan, sadece İnanç ağır geldiği yada işine gelmediği için, zere kadar din konusunda bilgisi olmadan Ateizmi seçen Cahil Ateist olduğunu sana kanıtlarsam ne yapacaksın peki? Tükürdüğünü yalayacak mısın? İstersen birebir tanıştırabilirim seni böyle kimselerle... Hayır, anlamadığım, neye dayanarak savunuyosun bu görüşünü? Tüm Ateistleri tanıyarak mı vardın bu genellemeye? Çok merak ediyorum doğrusu, oldukça güldürdün beni, sağol... Bide demiş ki, isteyen tartışsın bi Ateistle, merak etme, çok Ateist susup kalmıştır bir Müslümanın karşısında, çokta Müslüamna bi Ateistin karşısında susup kalmıştır... Nedeni Ateizmin yada İslamın çok tutarlı olması değildir ki bunun? Hangisi daha kıvrak bir zekaya ve daha çok tutarlı bilgiye sahipse, o kazanır? sizin hiç bir şey bilmeyen bir Müslümanı düşüncenizle ezebilmeniz, sizin haklı olduğunuzu göstermeyeceği gibi, tersi de geçerlidir... Zira, burada kimin ne kadar bilgi sahibi olduğunu görüyoruz... Ama merak ediyorum, siz Ateist değilseniz nesiniz yaa... Hem tüm inançları birbiriyle aynı görüyosunuz, Al birini vur ötekine diyosunuz hem Ateist değilsiniz, Deistte değilsiniz anladığım kadarıyla, Teist olmadığınız zaten açıktır... E bütün inanç kategorilerini saymayayım di mi ama?
-
Ben söyleyeyim arkadaşım... kast ettiği şey, körükörüne Ateizme sarlan ve bu uğurda önüne gelen inanca saldıran kimseler... Nasıl ki bazı Müslümanlar, "Aşırı Dinci" tanımlamasını kabul edemiyorsa, bazı Ateistlerinde "Aşırı Dinsiz" tanımlamasını kabul edememeleri normaldir... Ancak sizde takdir edersiniz ki, her Ateist bilinçli olarak Ateist olmuyor... nasıl ki bir şey bilmeden, sadece ön kabullerle Ateist insanlar varsa (ki burda örneğini çok açık görüyoruz), aynı şekilde öyle Müslümanlarda olabilir... Nasıl ki, Aşırı dinci kimseler varsa, inancını abartarak yaşayan kimseler varsa, yine Ateizmi başka inançlara haksızca saldıracak kadar abartarak yaşayan kimselerde vardır (ki bunun da örneğini gördük)... Burada sizi kastettiğimi sanmayın, üstünüze alınmayın...
-
Arkadaşım, çok güzel yazmışsın? başka bir şey yok yazacak...
-
Bunu neye Hikmetle söylediğini açıklar mısın? Tasavvuf, İslam'la birbirine uymaz diyosun yani tam olarak?... Bence öncelikle Tasavuftan neyi anladığına bakmalısın... Ben tasavvufla ilgilenen biri olarak, İslam'la Tasavvuf arasında en ufak bi ayrılık göremiyorum... Ya ben bunca zamandır Tasavvufu yanlış anlıyorum, yada sen?
-
Boşver arkadaşım, arkadaşın normal hali böyle, biz alıştık, sen de alışırsın :)
-
Yalnız şu var ki Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet, ne var ki, o Hilal'i bayrağına seçmiştir... Öyle ki, Tarihin kanıtıdır, Hilal İslam'dan önce de Türklüğün Simgesidir... İslam'dan sonrada... eski Gök-Türk paralarında Hilal ve Yıldız sembolleri, aynen Türk Bayrağındaki şekliyle geçer... Dil uzattığınız şeye dikkat ediniz, zira manasını bilmiyorsunuz... uzun uzadıya açıklama yapmak gerekmez, kaldı ki kişinin imzasını üstünüze alınmışsınız, özellikle buna çok güldüm...
-
Siz Hurafe olarak görebilisirsiniz... Sizi İkna etmek gibi İlahi bir görevim yok... Biraz düşünebilen insanlar olarak siz bunlara inanmayabilirsiniz, eğer ben hiç düşünmeyen bir kimse isem, ve düşünmek sadece size aitse, tek zeki siz iseniz, size tavsiyem bildiğiniz yolda devam ediniz o zaman, sizi yolunuzdan alıkoymak gibi bir niyetim yok... Benim Vicdanım İslama inanmakla rahattır... Hurafe olarak addettiğiniz Dine inanmayanlara saygısızlık yaptığımı ya da inançlarına saygı duymadığımı nereden çıkardınız bilmiyorum ancak, iyi niyetime rağmen böyle addetmeniz kötü olmuş, bunu bilmelisiniz... Yöntemli araştırmanın ne olduğunu sizin kadar bilebiliyorum, merak etmeyin... Siz hala benim bir dinin gerçek olup olmadığını ispat etmeye çalıştığıma inanıyosunuz sanırım ancak, sizde ne yazık ki, ne demek istediğimi anlamış değilsiniz... Benim İslamın gerçek olup olmadığını ispat etme gibi bir niyetim yok... Benim inanmam benim için kafidir... Ben bir inancın kendi içinde tutarlı olup olmamasından bahsediyorum... neyse, o kadar açıklamama rağmen, hala anlama çabasında bulunmamanız, benim tekrar bir açıklama yapmamı gereksiz kılmaktadır... Ancak şunu söylemeliyim, bildiğiniz gibi, Soru/Sorun ile Cevap/Sonuç arasında sıkı bir ilişki vardır, nitekim sizin yaptığınız yorum, benim söyledikleimle yada anlatmak istediklerimle hiç bir alaka teşkil etmemektedir ve ne cevap olabilmektedir ne de sonuç olabilmektedir... Bu yüzden yüze yüze geldiğimiz yer, sizin en başa döndüğünüz yerdir... Hala siz, bir dine inanıp inanmamak noktasında takılmışsınız, oysa ki ben herhangi bir inancı anlayabilmek ve idrak edebilmekten bahsediyordum... Bir inancı anlayabilmeniz için, illa ki o inanca sahip olmanız gerekmez... Ateizm'i çok iyi anlıyorum ancak Ateizm beni tatmin etmemektedir ve eksik kalmaktadır benim için... Ben bunu hiissedebiliyorum ve anlıyorum, çünkü Ateizm nedir biliyorum, ancak siz benim en basit bir yazımı bile yanlış anlayarak, kininizi kusma derecesine gelebildiğize göre İnanmanın ne demek olduğunu anlamamış olmanız gerek... ve bu tatminsizliğinizi tatmin olacağını sanmıyorum... Ancak şunu söylemeliyim ki, sizin inancınızın bana çok ters düşmesine rağmen, ben sizin ve sizin gibiler için "Batıl" kelimesini dahi kullanmamıştım, çünkü ben her bilginin değerli olduğuna inanırım, ancak sizin hiddetinize yenilip "Hurafe" diyerek aşşağılamanız çok talihsizce olmuş ve objektifliğinizin ne derece berbat bir halde olduğunu ortaya koymuştur... öncelikle bana, inançlara saygılı olmayı öğretirken, öncelikle kendiniz bu erdeme sahip olmalısınız... Yoksa kimse size inanmaz, öyle değil mi? Birde şunu belirtmek istiyorum, bakın hala ya anlamamakta ısrar ediyorsunuz, yada bilerek göz ardı ediyorsunuz, ben Dini bilgilere ulaşmanın yöntemlerinden bahsetmiyorum... siz hala bunu konu ediyorsunuz... rica ederim yazımı tekrar okuyunuz ve ondan sonra da artık anlamazsanız, yapabilecek bir şeyim yoktur... oysa ki açık açık yazdım... Benim size Allah'ı, Melekleri, Şeytanı, Sevabı, Günahı ispat etmek gibi bir niyetim yok ve hiç kimse içinde olmamıştır... o yüzden ben bu gibi Dini bilgilein ispatlanması hakkında konuşmuyorum... yukarıdaki yazımda özellikle vurguladım neyi anlatmak istediğimi, ancak siz bu konuda ne samimisiniz ne de dürüst... öyle ki hala benim yazıma son derece alakasız bir cevap!!! veriyorsunuz... yazık... hemde bunu, Bilim'i bildiğiniz (yada artık bildiğinizi iddia edebildiğiniz) halde yapıyorsunuz (öyle ki Bilimsel anlayışınızdan şüphe etmeye başladım)... yazık olan bu... biraz dürüst olabilirsiniz oysa ki... Saygılarımla...