Zıplanacak içerik

Terapi

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Terapi tarafından postalanan herşey

  1. Ben cevaplarımı aldım sayın yam yam teşekkür ederim.. Çok güzel ve doyurucu cevaplar vermişsiniz suskun kalmakla saygılar :)))
  2. Alıntı yapmış olduğun yerde "Son olarak HY’nın kitabında geçen “Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci):” bölümü için birkaç şey söylemek istiyorum: Adamın soyadı Milikan değil Millikan’dır. Robert Millikan 1868-1953 yılları arasında yaşamıştır ve bu yazıyı 1925 yılında yazmıştır. Kendisi bir fizikçidir ve Nobel Ödülünü de fizik alanında almıştır. Fizikten sonraki en önemli ilgi alanı din ve felsefedir (bkz.). Bu adam için “ünlü bir evrimci” demek sanırım ancak HY’nın aklına gelebilecek bir sahtekârlıktır. "" deniyor. Bende diyorum ki bu zata SADECE HY değil bir çok farklı görüşlere sahip insanlar "evrimci" diyor. Verdiğim linklerde adama "evolutionist" deniyor ve alıntılar yapılıyor... Bu linklerin çoğunun harun yahyadan haberi bile yok... Ortada bir aldatmaca yok...!!!! Bizi kandıramazsınız... Burada aslında bir tek HY nın bu adamı evrimci olarak gösterdiğini ifade ederek karalama yapmak, işte esas sahtekarlık budur... Eğer birşeyi yapacaksanız öncelikle butür bütün siteleri tek tek tespit edeceksiniz hepsini ilazm edeceksiniz.. sonra sıra HY ya gelecek.... oldumu ?
  3. Yapmayın sayın yam yam dinimizin bütün öğretileri ve açıklamaları ortada da. Bana söylermisiniz: Ben bu dünyaya neden geldim ? Ölünce bana ne olacak? Birde çiçekler neden güzeldir.? Buyrun...
  4. Fırsat bulduğum an diğer konularada değineceğim inşallah. Merak etmeyin.. Fakat ben daha ilk konuya dah doyurucu cevaplar alamadım ki? Bakınız sayın arkadaşım. Bir insan fizikçi olabilir. Bu onun diğer alanlarda bilgisiz ve yetersiz olabileceği manasını taşımaz. Nice insanlar hem mühendis hem iktisatçı, yada nice insanlar hem ilahiyatçı hemde doktor olabilmişlerdir. Demek ki dünya literatüründe siz o şahsın bir "evrimci" olarak anıldığını kabul ediyorsunuz... Demek ki bu adama evrimci diyen ilk kişi HY değil. Dünyada başka bir çok kişide bu adama evrimci diyor. Buradan hareketli tutup bir insanı karalamak çok tutarsız ve haksızca bir harekettir kanaatindeyim.. Siz öncelikle alıntı yaptığınız sitede bu olayı bu şekilde bir yansıtın bu şekilde bir anlatın sonra diğer noktaları konuşalım olur mu?? Konuları çarpıtmak insanlığa açılmış en büyük savaştır bence.....
  5. Sizin yapmış olduğunuz tanımlamayı ve ismi kabul etmem mümkün değil, fakat "İslamiyet" insanlığın bütün açmazlarına doyurucu ve tatminkar çözümler getirmiştir. Önmeli olan bu çözümleri doğru öğrenip, doğru algılayıp uygulamakta. Eğer bit takım insanlar bu seviyeye ulaşamamışsa bu onların "algılama" ve "yorumlama" yanlışlıklarından kaynaklanmaktadır. Ben bu görüşü taşıyorum. Bunu algılayamamak= İslamiyet eksiktir denklemi yanlıştır. Burada eksik olan insan ve onun çıkarımlarıdır. Sorun bizlerde İslamiyette değil demeye çalışıyorum... Sevgiler Arkadaşım..
  6. Sayın yam yam arkadaş insan "seyyiatından tamamen sorumludur." İnsan akıl sahibi bilinç sahibidir. Ve İnsana cuzi irade verilmiş. Aklını kullan ve "inkar etme" yada ateist olma.. İmtihanda zaten budur. Eğer bu tercih etme hakkı olmasaydı. Melek olurdurk zaten. Demek ki insan yaratılmış Bunun bir sebebi var. Bu cuzi ihtiyari bir mucizedir. İspat mı istersiniz. Allah insanın cuzi iradesine asla müdahale etmiyor ama sadece aklına doğruyu ve yanlışı ögretiyor. Fakat tercih hakkı veriyor. Mesela bir araba yaptığınızı düşünün. Arabaya çok ufak bir tercih hakkı vermeye çalışında görelim bakalım. Bunu asla yapamazsınız. Demek ki araba, uçak vs.. bütün icatlar aslında halihazırda gözler önünde olan Allah 'ın koymuş olduğu kanunları kullanarak yapılan Allah 'ın bizlere sunmuş olduğu nimetlerdir. Bir şey yapıyorsunuz ve onun sizin iradeniz dışında çalışmasına müsade ediyorsunuz. bu nasıl bir durum ortaya çıkarır bir düşünün. Frene basıyorsunuz. Yok arkadaş bu sefer ben tutmuyorum diyor fren çünkü araba tutma dedi.....Halimiz nice olurdu bir düşünün..... İlave olarak denilebilir ki,,, Düşünün bu halihazırdaki kuralların dışına çıkınca neler yaşanıyor. Mesela arabanın bakımını yaptırmadınız. Artık düzgün çalışmıyor. Tutup burada arabayı suçlayabilir misiniz ? Araba artık büyük facialara sebep verebilir bu haliyle... İşte böylede siz size ulaşan uyarıcıları dikkate almazsanız kendi elinizle kendinizi faciaya sürüklerseniz bunun sebebi ve sorumluluğu size aittir. İnsan kendi tercihlerinin neticesinde elde ettiğin şeylerle ve hoşuna gitmeyen neticelerle karşılaşıyorsa bunun sorumlusu sadece "İNSAN" dır. Herkes tercihi neticesinde elde edeceklerini kabullenmelidir. İslam'ın inanç esaslarında Allah insanı uyarıyor. O na bir kitap ve öğretmen yolluyor.. Burada tercih hakkı insana bırakılıyor.. Tercihimizden sorumluyuz... İnkar edenlerin affedilmesi diye bir ayet sormak..İslamı temelde yanlış anlamanın büyük bir yansımasıdır... Sevgiler.
  7. Sevgili yam yam arkadaş konuyla ilgili yapmış olduğum alıntılar hakkında cevap vermemiş gene yorumlar eklemişsiniz.. Kimin evrimci olabileceğine siz karar veremezsiniz. Hangi sitelerin nelere hizmet ettiğinede siz karar veremezsiniz.. Sizin ismini bile yanlış yazmış dediğiniz ve ismine kadar detaya indiğiniz kişiyi bu kadar detaylı inceleyip, bir çok yerde kendisinden "evrimci" olarak bahsedilmesini es geçmeniz...Çok manidar... Bir çok yerde bu şahıstan evrimci olarak bahsediliyor. Bunu yalanlayamazsınız....Linklerde verdim. Bakıp görün linkler yeterli değilse daha bir çok link verilebilir..Bunların hepsi yabancı sitelerdir. HY nın değil... İsmi verilen şahış bir evrimcidir.. Fizik dalında da nobel almıştır.. Merak ediyorum bu evrim teorisi ne zaman teori olmaktan çıkacakta kanun halini alacak:)) Bir fikri yada görüşü kabul etmeyebilirsiniz sayın "yam yam" ama hemen o fikri ortaya atanları karalamayın.. Elinizden geliyorsa onları fikren ve zihnen ilzam ediniz.. Ben artık sizin HY hakkında yazdıklarınızdan da şüphe etmeye başladım... Açıkcası inandırıcı gelmiyorsunuz bana
  8. Sevgili arkadaşım. Sanırım gerçekten beni yanlış anlıyorsun. Yada kullandığımız kelimelere yüklendiğimiz anlamlar farklı. Benim yukarda yüklediğim anlamlar dinime aittir. Bana değil..O yüzden dikkat edin Allah'a şükrediyorum. Ben sadece bir insanım. Bir insan herşeyi nasıl bilebilir? Bir insan nasıl ben mükemmelim diyebilir..? İnsan olan varlık bu yükü taşıyamaz. Benim orada vurgulamak istediğim nokta inanç sistemimdir. BEN değil... Öyle anlaşılmışsam yada ifade hatalarım olmuşsa özür dilerim.. Bu açıklama yeterli olur sanırım.. Rabbim sizin bu araştırmalarınızı ve gayretlerinizi artırsın.. Sizi "Selman-i Farisi" gibi gerçeğe ulaştırsın inşAllah. Sizin için dua ediyorum. Bunu dayatma olarak algılamayın. Böyle inanıyorum. O sebeple söyledim... Bizim inanç sistemimizde insan sevdiği ve iyiliğini istediği birileri için dua eder..Beni yanlış anlamayın lütfen.. Benim inanç sistemime göre her insan değerlidir. Önemlidir. Yeter ki haksızlık zulüm ve adaletsizlik yapmasın...Ki öyleleri bile son ana kadar uyarmakla mükellefiz.. Ki sizi asla bu kefeye koymuyorum... Sevgiler.
  9. Size hak verdiğim noktalar var. Dışardan dayatmacı birisi olarak algılanıyorsam üzüldüm. Kendimi üslubum konusunda check edeceğim. Sizde bilirsiniz ki insanların hassas olduğu noktalar vardır. Mesela inanç, aile, ahlak vs.. Bazen inançlarımıza karşı hakaret edici cümleler yada alıntılar görmek beni üzüyor ve üslubum sertleşiyor. Bence hepimize düşen görevler var. Mesela üslubumuzu degiştirmek mümkün .. Sizler şöyle yapabilirsiniz.. İslamiyet inanç esaslarında bu konu hakkında şunları okudum. Bana tuhaf ve mantıksız geldi. Açıklama yapabilecek olan var mı? Yada bizler , Sizlerin fikirlerinize saygı duyuyoruz. Sizin görüş ve önerileriniz ve tezlerinize karşı dinimizdeki görüşler ve açıklamalar şöyledir şeklinde yaklaşabiliriz. İnanıyorum ki hepimiz yoğun ve iş güç sahibi insanlarız. Hepimizin vakti değerli.. Hepimiz önyargılarımızı bir kenara itip, samimi olup, güzel bir üslupla bu ortamı faydalı bir paylaşım zeminine taşıyabiliriz inancındayım.. Bence kişileri bir tarafa bırakıp ( cümlelerimizde dahi...) fikirleri münazara etmeliyiz.. Birbirimi şu ortamda rahatlatalım. Kızdırmayalım. Etrafta zaten yeterince kızabilacağimiz argüman var... Bari burası soluklanma ve rahatlama durağımız olsun ne dersiniz ? Saygılar..
  10. Eyvallah sagolasın biz inanların yazıları okuyup zevk almış olman çok sevindirici bende çok sevindim. Evet her insan bir yazardır. Kimileri "hakikati" yazar, "kimileride hakikatleri örter" "Karizma vs derdinde değiliz. Benlik duvarlarımızı çoktan yıkmışız ve hakikate ulaşmışız Hamdolsun" Bize bu nimeti veren Rabbe hamd olsun. Size de nasip olsun inşAllah. Allah'ım "narsisleşmiş ve balon gibi şişmiş benlikten" ve egodan sana sığınırım... Bizi "benliğin", " nefis " ve "şeytanın" kurgulamış olduğu vehimli dünyalardan al. Bizi hakikatle ve gerçekliğimizle yüzleştir. Bu yüzleşme kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşecek. Bundan kaçış yok. Gerçek işte bu. Lütfen Allah'ın bu yüzleşme ölünce olmasın... Sizi seviyorum...
  11. Teşekkür ederim arkadaşım birde ben sorduklarıma cevaplar alabilsem memnun olacağımm.. Gayretlerin için saol.. Sevgiler GeceKuşu inan seni seviyorum bundada samimiyim
  12. "BEŞİNCİ SÖZ" Dünya işleri namaza engel olabilir mi? Rızık için çalışmak ne zaman ibadet olur, ne zaman ibadete engel teşkil eder? "Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir." (Nahl Sûresi, 16:128.) NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye (insanlığın yaratılışının gayesi) olduğunu görmek istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: Seferberlikte, bir taburda, biri muallem (eğitimli), vazifeperver, diğeri acemî, nefisperver (nefsini seven) iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer talime (eğitime) ve cihada dikkat eder, erzak ve tayınatını (yiyeceklerini) hiç düşünmezdi. Çünkü, anlamış ki, onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hatta indelhâce (ihtiyaç anında) lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa, "Ne yapıyorsun?" "Devletin angaryasını çekiyorum" (karşılık beklemeden işlerini yapıyorum) der. Demiyor, "Nafakam için çalışıyorum." Diğer şikemperver (boğazına düşkün) ve acemî nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. "O devlet işidir, bana ne?" derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi. Birgün, muallem arkadaşı ona dedi: "Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et; O seni aç bırakmaz. O onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede (harp) ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir (isyankardır) der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri padişahın vazifesidir; bazan biz onun angaryasını çekeriz ki (işlerinde memur kılınırız ki) , bizi beslemektir. Diğeri bizim vazifemizdir; padişah bize teshilât (kolaylaştırma) ile yardım eder ki, talim ve harptir." Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın. İşte, ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı (karışık) dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. O iki nefer ise: Biri, ferâiz-i diniyesini (dinen yapması gereken farzları) bilen ve işleyen ve kebâiri (büyük günahları) terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikî’yi itham etmek (suçlamak) derecesinde derd-i maişete (geçim derdine) dalıp ferâizi (farzları) terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir (bilerek günah işleyerek zarara uğrayan kimsedir) . Ve o talim ve talimat ise, başta namaz, ibadettir. Ve o harp ise, nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip (harp edip) günahlardan ve ahlâk-ı rezileden (kötü ahlaktan) kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden (sonsuz mahvoluştan) kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise, birisi hayatı verip beslemektir; diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş edip (ibadet edip) yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir. Evet, en parlak bir mucize-i san'at-ı Samedâniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de O’dur, O’ndan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl (helal rızık yolu) iktidar ve ihtiyar (irade) ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene etmek (kıyaslamak) kâfidir. Demek, derd-i maişet (geçim derdi) için namazını terk eden, o nefere benzer ki, talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîm’in matbaha-i rahmetinden (mutfağından) tayınatını (yiyeceğini) aramak, başkalara bâr (yük) olmamak için bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir. Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi (manevi donanımı) gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ (en aşağı) bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar (tevazu) ile tazarru ( dua ve yakarış) ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir. Demek, ey nefsim, eğer hayat-ı dünyeviyeyi (dünya hayatını) gaye-i maksat (esas maksat) yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi (ahiret hayatını) gaye-i maksat (esas hedef) yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezra (tarla) etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar (her daim duada olan) bir abdi (kulu), mükerrem (hürmet edilen) ve muhterem bir misafiri olursun. İşte sana iki yol ( “şükür” ve “küfür” yolu)-istediğini intihap edebilirsin (seçebilirsin). Hidayet ve tevfiki (yardımı) Erhamü'r-Râhimînden ( En Yüce Merhamet Sahibi’nden c.c) iste.
  13. Defalarca anlattım ama anlamıyorsunuz vede anlayamacaksınız... Abdürreşid abi inana bir yürektir. Bize aittir. Ve yukardaki yazıda onun sesidir. Ne oldu? Problem nedir? Kaç defa söyledim. Bizler inananlarız ve görüşlerimiz bu sen yazının nereden alındığına bakmada içindeki verilen cevaplara bak önyargılarını artık bırak... Ben bizzat görüştüğüm ve tanıştığım insanların fikirlerini benim fikirlerimi desteklediği için buraya aktarıyorum..Zorunuza mı gitti.? İçinde sizin hiç bilmediğiniz yerlerden yaptığınız kopyala yapıştırlar gibi hakaretler mi var... Boşa kürek çekmeyi bırakalımda... Fikirleri tartışalım fikirleri Bu arada karakalemi biliyorsan sanşlısın.... Faydalanmaya çalış bence
  14. Sayın arkadaşım cevapları tek tek almanız sanırım sizi iyice sıkıntıya sokmuş.. Öncelikle siz benim sorularıma tutarlı ve mantıklı cevaplar verin, sizin sorunuza da sıra gelir korkmayın.. Aldığım tek cevap sizden : "Ama bu güne kadar ARMUDUN SAPI, ÜZÜMÜN ÇÖPÜ"" Artık başka cevaplar verecek misiniz ? Bak mesela kimler ateizme meraklıdır kısmında da vinci diye birinden yapılan kopyalardan sadece bir tanesini inceleme fırsatım oldu....Tesptlerimi yaptım... Neredeyse 10 gün oldu. Bi zahmet cevap verirseniz... Ben genede ilk soruna cevap vereyim... Eğer bir insan ihtiyaç sahibi ise, gerçekten mağdursa ve imkanımızda varsa karşılıksız veririz bunada "İnfak" denir.. Dinimizin yardımlaşmaya, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye verdiği önemi siz daha iyi bilirsiniz... Referans din dir insanlar değil... İlave olarak bir şeyi döviz olarak alır dövüz olarak verirsiziz. Siz bence "faiz" in ne demek olduğunu dahi bilmiyorsunuz... Döviz yada altında her zaman kazanma yada kaybetme durumları vardır. Garanti yoktur. Ayrıca aldığınız malı aynen kendi cinsinde ve miktarında geri ödersiniz peki "faiz" de ne olur. Sürekli kazanırsınız. Sadece kazancınız azalabilir. Ortada bir risk yoktur. Siz faizin toplum üzerindeki sosyolojik etkilerini ve insanlığı nasıl bir yıkıma sürüklediğini inceleyin önce .... Boşa cırpınmayın birşeyler bulamayacaksınız...
  15. Sayın yam yam sorularımıza mantıksız sorular demek yerine tutarlı cevaplar verirseniz sevineceğim.. Konuları çarpıtmayalım İslam'da tevekkül denen bir şey vardır. İsterseniz öğretelim... Bilmemek ayıp değildir..Ögrenmemek ayıptır.... Sen hayretle izlemeye devam et bakalım...
  16. "İnanan Bir Yüreğin Sesi" RESÛLULLAH (S.A.V.) SAHABİLERİYLE sohbet ettiği bir vakitte dışarıda tanımadık biri huzura kabulünü talep eder. Resûlullah gelenin şeytan olduğunu söyleyerek onu yanına getirmelerini ister ve karşılıklı konuşmaya başlarlar. Resûlullah sorar, şeytan cevap verir. Şeytan ve hilelerini tanımam açısından bir hayli istifade ettiğim bu uzun hadisi aktarmayıp, sadece konuyla alâkalı kısmını nakledeceğim ve Resûlullah’ın o hadiste sunulan bir tavrından bahsedeceğim. Mü’minlere şeytanın mahiyetini bildirmek maksadıyla onu konuşturan Allah, aynı zamanda Resûlünün şeytana karşı hadiste geçen tavrıyla da Kendi rahmetinin nihayetsizliğini ders veriyor. Şeytanın uzun itirafından sonra Resûlullah (s.a.v.) şeytana kendisinden şefaat talep ettiği takdirde Allah’ın izniyle ona şefaat edebileceğini söyler, fakat şeytan bu teklifi reddeder. Milyarlarca insanın kanına girip onları cehenneme sürükleyen, bütün âlemi fesada verip rahmeti nihayetsiz bir surette Allah’a düşmanlık sergileyen birine karşı Resûlullah’ın bu tavrı beni bir hayli etkiledi. Elbette hevasından konuşmayan o kudsî resul bu davranışını da Allah’ın ilhamıyla sergilemişti. Hali, kavli ve etvârıyla ümmete imam olup, vahy-i ilâhî olan Kur’ân’a elçiliği ve ayinedarlığıyla ‘yaşayan Kur’ân’ olarak anılmaya liyakat kesbeden Habibullah (s.a.v.), bu tavrıyla rahmeti gazabını aşan Rahman-ı Rahîm’in hadsiz rahmetine ayinedarlık ediyordu. Habibinin dilinden rahmetinin nihayetsizliğini ders veren Rabbim, bu hadis vesilesiyle ezberimde olup da mânâsına nüfuz edemediğim bir âyetin ardında yatan bir sırrın kalbime açılması için bir anahtar verdi. Âyet mealen şöyle: “Biz onlara, olur ki dönerler diye, azabın en büyüğünü tattırmadan evvel küçük azap(lar) tattırırız.” (bkz. Secde sûresi, âyet: 21) Bu âyetin yorumuna geçmeden evvel âyetin mânâsının açılmasıyla birlikte dünyamda anlamca yepyeni bir boyut kazanan bir hadisten bahsedeceğim. Hatırladığım kadarıyla devesinin üzerinde bir grup sahabeyle birlikte seyahat eden Allah’ın Resûlü çölde bir kadına rastgelir. Ateşin önünde duran bu kadın, çocuğunu göstererek, Resûlullah’a “Bir anne çocuğunu hiç ateşe atabilir mi?” diye sorar. Cevap çok açıktır: “Elbette ki hayır.” Kadın tekrar sorar: “Peki, o halde Allah kendi kullarını nasıl cehenneme atar?” Bu soru karşısında Resûlullah (s.a.v.) devesinden iner ve secdeye kapanır. Şimdi bir anne düşünelim: Çocuğu sehpanın üzerinde duran çaydanlıkla oynamak istiyor olsun. Annenin ikazına rağman çocuk hâlâ ısrar ederse anne ne yapar? Aklıma gelen en uygun çözüm, çocuğun elinden tutup çaydanlığın yakmayacak fakat sıcağı da hissedebileceği bir yerine elini değdirmesine müsaade etmektir. Çoçuk sıcağı hisseder, çaydanlıkla oynamanın tehlikeli oduğunu farkeder ve ondan vazgeçer. Çocuk tekrar ısrar ederse anne sıcaklığı daha fazla hissetmesini sağlar; tâ ki vazgeçsin. Burada anne daha şiddetli bir azaptan korumak için çocuğunun küçük azapları çekmesine müsaade etmiştir. Yoksa niyeti ona ızdırap vermek değildir. Şefkati buna müsaade etmez. Bu âyetin muhatabı olan insan elbette küçük bir çocuk değildir. Heva ve hevesine uyup yanlışta ısrar eden insana, sonsuz şefkat sahibi olan Allah tarafından hatasından geri dönsün, kendini daha büyük azabın içine atmasın diye küçük azaplar verilir. Bu âyetle, Rabbimiz çekilen ızdırapların genelde Allah’ın bir gazabı değil, çok daha büyük azaptan alıkoyan bir rahmet tecellisi olabileceğini müjdeliyor. Bir mânâda kendi çektiğimiz azaplara bu nazarla bakabileceğimiz gibi, başkasının, hatta kâfirlerin yaşadıklarına aynı nazarla bakabiliriz. Bu şu demeye gelir: İkaz ettiğimiz halde yanlışta ısrar edip azaba duçar olan birine karşı tavrımız, “Oh iyi oldu. Beni dinlemedin, şimdi cezanı çek!” demek yerine, şefkatli bir ifade olan “Niyetim seni bundan korumaktı. Keşke dinleseydin de bu hale düşmeseydin” tarzında olmalı. Etrafımızda yaptığı yanlıştan dolayı azap çeken birini gördüğümüzde, Alllah’ın merhametiyle ebedî azaptan korumak istediği biri nazarıyla bakmak daha mü’minâne bir tavır gibi geliyor bana. Bu tavır nefreti öldürüp şefkati ikame eder kanaatindeyim. Resûlullah’ın (s.a.v.) şeytana karşı tavrında da bu sır saklı gibi... Cehenneme gelince;İnsan kendini sever. Rabbine ait muhabbeti kendi nefsine sarfetmekte o derece ileri gider ki, Rabbe meydan okuyan bir firavun olur. Bu tavır bir yönüyle insanın var olmaya karşı duyduğu şedit aşkın bir tezahürüdür. Enesi uğruna cehenneme girmeye bile razı olur. Kendince yokluğu cehenneme tercih ettiğinin bir tezahürüdür bu. Varlığa âşıktır insan ve varolmak istemiyorum tavrı günahını Allah’a karşı meşrulaştırmak için şeytanın öne sürdüğü bir desisedir (hiledir). Bu kısa izahla şunu demek istiyorum: Yokluğun azabı ebedî cehennemden daha da şedittir. Yokluk zaten yoktur. Öyleyse bu bağlamda cehennemi ademe (yokluğa) gore küçük bir azap olarak görebiliriz. Cehennem bile Allah’ın bir nevi rahmetidir diyebiliriz. Duygularımıza bakalım; yok sayılıp adam yerine konmamaktansa, ceza çekip dayak yemeyi bile yeğleriz. Özellikle eşler ve sevgililer arasında yokmuş gibi davranılmak en büyük ızdırap vesilesidir. Şekvaları dinlersek bunun doğru olduğuna ikna oluruz. Rabbim yokluğun ızdırabını tattırmasın ve de gerçek azabı çekmeden yanlışı anlayıp ondan korunan kullarından eylesin. Cehennemin Yaratılması= İnsan yanacak, azab görecek denklemi büyük bir hatadır. Cehennem var edilmiş fakat insana tercih hakkı verilmiş, Akıllı olalımda cehenneme gitmeyelim. Cehenneme müşteri olmayalım. Bir malın üretilmesi kesinlikle müşterisi çıkacak sonucuna götürmemeli bizleri..Demek ki sorun bizlerin tercihlerinde... Ki yukardaki cehenneme girme konusu en gayri müsait durumlardan birisidir. Buna ragmen yokluğa karşı bir rahmettir. Birde sonsuz güzellikteki cennetlere ulaştığınızı düşünün cennetler mi? yokluk mu ? bunu iç aleminize bir sorun.... Son sözüm: “Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette hasene ver ve bizi cehennem azabından koru.” Amin. Bu arada sevgili bilimselci yukardaki mesajıma cevap alamadım. Bekliyorum.. Saygılar...
  17. Sevgili Bilimselci,,, İyi niyetine itimat ederek bazı sorular sordum. Merak ettiğim tekrar edeyim istersen.... "Annen ve baban tasarım yapabildimi? Erkek olacak, yüz şekli şöyle olacak, saçları böyle olacak, boyu şöyle olacak, şu kadar yıl yaşayacak...vs vs vs...? Madem annen ve baban getirdiyse senin sahibinde annene ve babandır. Peki o zaman seni her türlü tehlikeden korusunlar ve sana diledikleri kadar ömür versinler bakalım........ Seni getirebilecek kadar güce sahip olan bunu da elbette yapabilecektir.... Haydi yapsınlarda görelim..." İyi niyetli cevaplarınız için teşekkürler Sevgiler.
  18. Peki annen ve babanı kim getirdi? Yada annen ve baban tasarım yapabildimi? Erkek olacak, yüz şekli şöyle olacak, saçları böyle olacak, boyu şöyle olacak, şu kadar yıl yaşayacak...vs vs vs...? Madem annen ve baban getirdiyse senin sahibinde annene ve babandır. Peki o zaman seni her türlü tehlikeden korusunlar ve sana diledikleri kadar ömür versinler bakalım........ Seni getirebilecek kadar güce sahip olan bunu da elbette yapabilecektir.... Haydi yapsınlarda görelim... :))))
  19. Amacım birşeyler söyletmek değil...Fakat kusura bakma eğer psikoloji bilimi "artık oğlunuz öldü.Artık onu asla göremeyeceksiniz. Ahiret yani öbür dünyada yok. O artık yok. çürümeye başladı. Ama hayat devam ediyor. Sabretmeye çalışın. Size bizler sakinleştirici ve yatıştırıcı bazı ilaçlar verelim ki; ( bunların bir kısmı tamamen insanı uyuşturur ve yeşil reçete ile satılır "xanax" bir kısmı ise "antidepresanlar" tedavi eder fakat birçok yan etki bırakır...) Rahatlayın.....Derseniz bu iş olmaz...ki olmuyor da Bu tazr yaklaşımlardan fazla bir netice alınamamıştır. Eğer farklı bir görüşünüz var ise buyrunuz... Ama "Psikoterapi" dediğimiz ve insanın olaylara yüklediği manaları sorgulayan ve bir aşamadan sonra inanç sistemlerini devreye sokan bir yöntemde vardır. Bu da bilimsel literatürde yerini almıştır. Yani sadece ilaç yeterli olmamaktadır. Psikoterapi gereklidir. Psikoterapi ise sadece madde boyutuyla açıklanamaz.. Mesela psikoterapide ölüme yüklenen anlam çok önemlidir bu örnekte... Mesela sizin ölüme yüklediğiniz manayı öğrenebilir miyiz. Sayın bilimselci Teşekkür..
  20. Düşününüz siz "doğum yılınız"-"n" = Bu zaman diliminde neredeydiniz...? n=1,2,3,4.....i Evet siz o zaman derin unutulmuşlarda ismi dahi anılmayan derin yokluklar içindeydiniz.. Sizi o halinizden bu halinize kim getirdi.... "Hangi güvendiğiniz şey" size o zaman nerelerde olduğunuzu izah edebilir ve haber verebilir söyleyin Allah aşkına Siz değerlisiniz önemlisiniz, Bir'in gözetimi altındasınız...Öylesine anne ve babanızın birleşmesiyle buraya gelmiş kadar basit mi görüyorsunuz kendinizi. Hayır Bin defa hayır.. Siz çok değerlisiniz.....Çok özelsiniz.... Sizden bir tane daha yok!!!!!! .... Bunu asla unutmayınız.... Ey insan aklını başına al.... Henüz hiçbirşey için geç değilken haydi gel... Kendini bil, gerçekliğinle yüzleş ..... Acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak sın, fanisin... Bu halinle neye güveniyorsun...? Haydi gel ruhun ve her şeyinle ebediyyet istiyorsun Haydi gel ele ele ebediyyete gidelim... Haydi gel katıl bize bekliyoruz..... Saygılar...
  21. Konumuzun Arasına Duaları ekleyelim nasipse... "İnananların yüreklerinden dökülmüş inciler." Sevgili Senai Abimizden.... "Bir Esma Bir Dua" Esmâ-i hüsnâ duamızın ekseni, yakarışımızın yörüngesidir. Rabbimize muhatap olurken, hâlimize göre isteyeceklerimiz, ihtiyacımıza göre dileyeceklerimiz O'nun hâlimize ve ihtiyacımıza karşılık esmâsının gölgesinde olmalıdır. Her bir esmâ, bizi Rabbimize hitap etmeye götüren bir yoldur. Şimdi bu yolda yürürken dilime ve gönlüme derlediğim dua çiçeklerini paylaşıyorum. Esmâ-i hüsnânın tadıyla dilimizin duaya değmesi duasıyla. "Ve semâya irtifa verdi ve mizanı vaz'eyledi. Mizandan taşmayasınız [diye]. Doğru tutasınız adaletle tartıyı da, aksatmayasınız mizanı [diye]." Rahmân; 7-9 Sen ki her şeye zarif oranlarla, hassas ölçülerle bedenler giydirirsin. Sen ki her şeye lâyık olduğu sureti verirsin. Sen ki her şeye ihtiyaç duyduğu yetenekleri bahşedersin. Sen ki her varlığa, varlığı ve hayatı için gerekli her duyguyu, her organı hikmetlice verirsin. Sen ki her canlıya hayatını sürdürecek en uygun, en güzel bedeni verirsin. Sen ki yerinde ve haklıca yapılan bütün isteklere mutlaka cevap verirsin. Sen ki gerçek ihtiyaçları seslendiren her yakarışa karşılık verirsin. Sen ki zorda kalmışların imdadına, çaresiz kalmışların feryadına sonsuz adaletinin gereğince yetişirsin. Sen ki adalet ve hikmetinle her şeye hayat hakkı verirsin, yokluğa varlık hakkı tanırsın. Sen ki her varlığı ona zarar verebileceklerin şerrinden ve saldırısından koruyansın. Sen ki mahşerde zerre kadar iyiliği, zerre kadar kötülüğü hiç şaşmadan tartarsın. Sen ki zalimleri zulmüyle bırakmazsın; ebedî cehenneminde hakkını alırsın mazlumların. Sen ki mazlumları mazlumiyetiyle bırakmazsın; ebedî cennetinde sonsuz lûtuflara boğarsın hepsini. Sensin zulme uğrayanların dayanağı. Sensin mahzun kalplerin sığınağı. Sensin mazlumun âhını işiten. Sensin zalimin zulmünü bilen. Senin adaletindir sığındığımız. Senin mizanındır güvendiğimiz. Senin hesabındır tesellimiz. Nefsimize zulmetmekten alıkoy bizi. Senin adaletine razı olanlardan eyle bizi. Senin adaletinin korkusuyla terbiye et hepimizi. Adaletinin korkusuyla yumuşat kalplerimizi. Amellerimizin tartıldığı 'mizan'da güzel eyle akibetimizi. Mizanında ağırlığı olanlardan eyle bizi. Kolaylaştır sorgu sualimizi. Sana hesap verme inceliğiyle yaşat bizi. Hükmüne razı eyle bizi. Zulmetmekten ve zulme uğramaktan uzak eyle hepimizi. Amin....Amin....Amin... Sevgiler
  22. Evet arkadaşlar ibretle hadiseleri gözlemliyorum. Gene aynı yaklaşım ve tavırlar.. Bazı arkadaşlar gene klasik olarak oradan buradan hemen kopyalamalarla ortama giriş yaptılar. Böylesine büyük hatalar beklemezdim kendilerinden çünkü bu güne kadar azda olsa kendilerinin samimiyetine inanıyordum. Fakat sağ olsun kendileri bunu yıkmayı başardı hayırlısı olsun. Halimiz şuna benziyor. Üretken olamıyoruz bu seferde sürekli laf üretiyoruz, yorum üretiyoruz ve hedef saptırıyoruz. Çünkü buradan besleniyoruz. Maksat ne? Hakikati bulmak paylaşım ve istifade mi HAYIR? Maksat gene hadiseleri istediğimiz gibi yorumlama ve bazı insanları karalama yöntemine gitmek.. Konuyu Risale-i Nur olarak açtık. Maksadımız Kur’anın nurlu iklimine giriş yapmaktı. Peki ne oldu birden sayın arkadaşlar, Bu neden yapılıyor. Ne oldu da hemen Bediüzzaman’ın şahsına karşı bu saldırı başladı… Kimse ortada bir saldırı yok demesin alıntı yapılan yerlerin isimleri yukarıdaki mesajlarda aşikar.. Bu tarz karalama hareketleri çok doğal ve normal..Belki de ne dersiniz… Çünkü bugün insaflı dost ve düşman kabul eder ki Said Nursi Bu asırdaki dine karşı yapılan bütün inkar tuzaklarını büyük bir başarı ile bertaraf etmiş. Allah’ın izniyle Efendimizin (s.a.v) bu asırdaki en önemli varislerinden birisi olduğunu ispatlamıştır. İşte Said Nursi kim ne derse desin ortada büyük ve somut örnekler gösteriyor ki inkarın karşısına çıkmış ve inkarın bütün saldırı ve tuzaklarına öyle büyük ve beliğ bir tarzda cevaplar vermiştir ki bu sayede inkarcıların bütün gayretleri boşa çıkmıştır. Matbaanın olmadığı bir zamanda Anadolu’nun o güzel insanları tek tek elle bu risaleleri çoğaltmış ve bu metotla yüz binlerce risale elle çoğaltılmıştır. Bütün kaynaklar gösteriyor ki Bu Zat ömrünün büyük kısmını zindanlarda geçirmiştir. Fakat suç olarak ortaya atılan her türlü iftira mesnetsiz kalmıştır. Bir çok kez beraat etmiş bir çok kez de haksız bir şekilde zindanda hapse mahkum edilmiştir. Ortada ne bir hırsızlık, ne bir tecavüz, ne bir gasp nede bir yerleri hortumlama vardır….Ortada sadece fikirler vardır… Kendisi elinizden geliyorsa beni vicdanen ilzam ediniz, Yani fikirlerimi çürütün ve beni yalanlayın , Yoksa başka cezalar bana ceza değil diyor du. Dikkat ediniz Said Nursi ile neden uğraşırlar o günün ve bugünün inkarcıları.. Çok basit fikirlerini asla çürütemezler de ondan. O kadar sağlam bir mantık vardır ki risalelerde biraz iyi niyetle okuyan insanların bu iklime kendisini kaptırır ve bir daha asla o iklimden kurtulamaz. Bu iklim “iman iklimidir.” Bakınız o zamanlar eserlerini yazmasına bile müsaade etmemeye çalışıyorlar dı? Peki ne oldu? Hiçbir şey tarih boyu bir şey olmadığı gibi gene bir şey olmadı..Ve olmayacakta inşAllah Çünkü ortaya çıkan eserler insanların gönüllerini ve ruhlarını fethetti. İstekleri kadar uğraştılar ama asla başaramadılar..İnsanlara laf üretmeyi bırakıp insanların işine yarayacak somut faydalı eserler ve fikirler üretmek gerekmektedir. O sebeple bizler çok rahatız ve asla korkmuyoruz. Varsın ehl-i inkar korksun… Kuytu bir köşede risaleler reşha reşha kalemlere dökülüyorken o anki yazan zat Üstadım biz burada bin bir zorlukta bu eserleri yazıyoruz ama bunları kim okuyacak ki ? diye sorduğu zaman. Vazifemizi yaparız Hakk’ın vazifesine karışmayız diyordu. Ve inşAllah “bir gün gelecek bu eserler milyonlar tarafından kabul görecek ve okunacak diyordu.” Evet işte bugün bizler buna şahitleriz. Bunca engele rağmen bu eserler inkarın bütün oyununu bozmuş ve kendisine milyonlarca muhatap bulmuştur. Ve ben diyorum ki yapmayın arkadaşlar biraz mantıklı olalım. Mesela bir arkadaşımız demiş ki: bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin (zavallı, aciz) adamın “ayağını öpüp” hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet (ahmaklık) ise… Ayağını öpmek terimine takılıyor. Bilirsiniz ki orada verilmek istenen mana farklıdır. Orada bir teşbih vardır. Kısaca demek ister ki “ Diyelim ki siz birisine çok önemli ve kıymetli ve hayati bir hediye gönderiyorsunuz kargo yolu ile. Hediye yi gönderdiğiniz kişi sizin bu ince düşüncenizi dikkate almıyor. Ve kargocuya teşekkür ediyor. Sizi hiç mi hiç önemsemiyor. Kale bile almıyor. Bu ne büyük bir hatadır. ” Burada kısaca anlatılmak istenen budur. Altında bir şeyler aramayın baylar…İsterseniz derinlemesine cümle cümle gireriz şimdilik burada kesiyorum. Artık bu konuyla ilgili lütfen zorlamaları bırakalım. Tekrardan cevap yazmak zorunda kalmayalım…. "Risale-i Nur Nedir? ( Bir başka açıdan….)" İnsanın bu dünyaya “gelişinin hikmeti ve gayesi nedir” (buyrun bunu izah edin bize??) sorusu yıllardır insanlık âleminin kafasını karıştıran, aklını meşgul eden ve beynini fırtınalara boğan en düşündürücü sır olmuştur. Bu soruya insan nedir, ? nereden geliyor? ve nereye gidiyor? soruları da eklenince mesele içinden çıkılmaz bir hal almış ve hatta bazı filozofları akıldan istifa ettirerek onlara kâinatın ve insanın varlığını yok saydırmıştır. İnsanlığın ilk zamanlarından yani Hz. Adem’den itibaren akıl ve göz sahibi her insan önce başını kaldırdığında yıldızlarla süslenmiş gökyüzündeki muhteşem intizamı ve harika güzelliği hayranlıkla seyretmiş, sonra başını eğdiğinde yeryüzünde serilmiş olan sanatlı çiçekleri ve latif meyveleri takdirle temâşâ etmiştir. Güneşten, aydan tutun da nar ağacına, papatya çiçeğine, serçe kuşuna kadar canlı cansız her mevcudun son derece sanatlı ve vazifesine bağlı olduğunu fark eden bu insan şu soruyu da aynanın karşısına geçip kendi kendine sormak zorunda kalmıştır: Canlı ve cansız bütün varlıkların kainat içinde belli güzellikleri, görevleri ve sorumlulukları var o halde benim; insan ve özellikle kâinatın efendisi olarak onlarınkinden çok daha mühim bir vazifem ve sorumluluğum olmalı değil mi? Kâinat fabrikası benim için çalışıyor ve çarklar benim için dönüyorsa ben kimin için çalışmalıyım ve amacım ne olmalı? Benim bir yaratılış gayem yoksa meyvesi olduğum kâinat ağacı abes olmaz mı? Her ağacın en az beş yüz meyvesi varsa insanın da öldükten sonra çürüyüp toprak olmak yerine ebedi bir hayatta ebedi meyveler vermesi gerekmez mi?.. Bunun gibi daha nice sorular insanlık âleminin yetiştirdiği dahilerin gündelik medyasını oluşturmuştur. Mükemmel bir nizam içinde dönen cansız ve şuursuz koskoca yıldızlar ve en güzel tablonun bile sahte olduğu için onun yanında beş para etmediği ağacıyla, kuşuyla gerçek tabiat tablosu en büyük sanatkârı ve sonsuz kudret sahibi Allah’ ı aklı başında her insana açıkça haber verir. O zaman bütün bu soruların cevaplarını bu kâinatın yaratıcısından sormak en mantıklı çözümdür. Zira bir kitabın niye yazıldığını en iyi bilen o kitabı yazandır. Şu kâinat da baştan başa ilim ve hikmetle donatıldığı için bir kitap gibidir. Kâinat kitabının mânâsını ve bu kitabın en geniş ve en önemli konusu olan insanın gayesini bu kitabın sahibinden sormak yapılabilecek en akıllıca iştir. Rabb’imiz de bu yüzden kendi yazdığı kâinat kitabını bizim anlayabileceğimiz başka bir kitapla tefsir etmiş ve yorumlamıştır. Bu kitap Kur’ân-ı Kerîm’dir. Hatta her kitaba bir de muallim lazım olduğu için peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) da Kur’an-ı Hakîm’in muallimi ve öğreticisi olarak bize gönderilmiştir. Şu halde insanın kendi istemediği, kendi düşünmediği ve kendi kara vermediği halde bu dünyaya gelişinin daha doğru bir ifade ile gönderilişinin hikmetini Kur’ân-ı Kerîm’den öğrenmek îcâb etmektedir. Burada yine büyük bir müşkil karşımıza çıkmaktadır: Peygamber (S.A.V.) ‘ın zamanı 14 asır önce gelmiş ve geçmiştir. Peki, bu zamanda bize Kur’ân’daki mânâları ve sırları Cenâb-ı Allah’ın kastettiği şekilde ve tam doğru olarak kim açıklayacak ve beyinlerimizi aşındıran meseleleri Kur’ân’a tam uygun olarak kim îzah edecektir? Evet bize öyle bir eser lâzımdır ki Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’daki âyetlerinin mânâlarını; bizim dilimizde, yazarının aklını hiç karıştırmadan ve bulaştırmadan bildirsin ve Kur’an hakikatlarını sâfi, hâlis, aynen olduğu gibi aktarsın. İslâmiyet’i ve Kur’ân’ı gönderen Âlemlerin Yaratıcısının bu dini ve bu kudsi kitabı yine kendisinin koruyacağı ve yayacağı muhakkaktır ve Kur’an âyetleri ile sabittir. Peygamber efendimizin bir hadîs-i şerîfinde de kıyamete kadar her yüz senede bir; dini ve mâneviyâtı kuvvetlendirmekle vazifeli birisinin gönderileceği haber verilmiştir. Bize de bu zamanın yani ilim ve fen asrının gerektirdiği gibi Kur’ân’ı ve îmânı; ilmî, mantıkî, aklî olarak îzah eden aynı zamanda şahsi yorumlar karıştırılmadan ilhâmen kaleme alınan eserler lâzımdır. Ancak böyle kuvvetli, kudsî ve halis bir eser ilim ve fen asrı 21. yüzyılın evlatları olan bizleri tatmin edebilir. Evet, bu zamanda ve bugünde milyonlarca insan bu bahsettiğimiz eserleri okumakta, dinlemekte, mütâlaa etmekte hatta bıkmadan usanmadan yıllarca derinden derine incelemekte ve neticede şu karara varmaktadır: Bu asrın sâfi, hâlis ve hakîki Kur’ân tefsiri 130 risâleyi içeren 12 kitaptan oluşan ve Bediüzzaman Said Nursi’ nin kaleme aldığı RİSÂLE-İ NUR KÜLLİYÂTI’ dır. Dikkat edilmesi gerekir ki Bediüzzaman’ ın kendisi dahi Risâle-i Nurların şahsına ait olmadığını, kendi fikrinin mahsulleri bulunmadığını ve risalelerdeki harikalığın ve yüksekliğin Kur’an âyetlerinden geldiğini bir eserinde bizzat şöyle ifade etmiştir: Risâle-i Nur Kur’ân’ındır ve Kur’ân’dan çıkan bürhânî bir tefsirdir. Bu meyanda ne kadar söz söylesek bu eserlerin kıymetini tam takdir etmiş olamayız. Zira balı anlatmak yerine tattırmak lâzımdır. Risâle-i Nur’ u insafla okuyan her akıllı insan bu eserlerin bu zamanda hem Kur’ân’ın bir elmas kılıcı; bürhanlı ve delilli bir tefsiri hem de onun parlak bir yansıması ve parıldaması olduğuna tam kanaat getirecektir. Son olarak tekrar baştaki soruya dönüyor ve cevap olarak Bediüzzaman Said Nursi’nin Risâle-i Nur Külliyâtı içindeki Âyet-ül Kübrâ adlı eserinden bir cümleyi fakat mânâca içinden koca bir kitap çıkabilecek bir cümleyi olduğu gibi aktarıyoruz: SUAL: İNSANIN BU DÜNYAYA GELİŞİNİN HİKMETİ VE GAYESİ NEDİR? CEVAB: “ İNSANIN BU DÜNYAYA GÖNDERİLMESİNİN HİKMETİ VE GAYESİ HÂLIK-I KÂİNÂT’I TANIMAK VE O’NA ÎMÂN EDİP İBÂDET ETMEKTİR.” “İnsan” Ey insan, aklını başına al! Hiç mümkün müdür ki, bütün enva-ı mahlukatı (bütün yaratılmış türleri) sana müteveccihen muavenet (yönelterek yardım) ellerini uzattıran ve senin hacetlerine ”Lebbeyk!” dedirten Zat-ı Zülcelal seni bilmesin, tanımasın, görmesin? Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de O’nu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve katiyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, aciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fani, küçük bir mahluka koca bir kainatı musahhar etmek (hazırlamak) ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inayet ve ilim ve kudreti tazammum eden (içine alan) hakikat-i rahmettir. (Rahmet gerçeğidir.) Elbette böyle bir rahmet, senden külli (büyük) ve halis bir şükür ve ciddi ve safi bir hürmet ister. İşte o halis şükrün ve o safi hürmetin tercümanı ve ünvanı olan “bismillahirrahmanirrahim”i de; o rahmetin vusülüne vesile ve o Rahman’ın dergahında şefaatçı yap.
  23. Allah senden razı olsun kardeşim... Vay be 10 altın kural aslında sitenin isminden de anlaşılacağı üzere hakaretler içeren ve hiçbir doğruluğu ve gerçekliği olmayan bir siteden kopyala yapıştır yapılmış.. ama sagolsun Gecekuşu a,b,c,d, diye devam eden kısımları 1,2,3,4.. şeklinde düzeltmiş bence artık kopyalamış diyemeyiz.....o kadar uğraşmışşş Allah rızası için iyi niyetli olalım arkadaşlar....Maksadımız paylaşım ve birşeyler öğrenmek olsun..... Saygılar..
  24. Sayın arkadaşım sen sıralamaya devam et.. Bu asırda Allah ile Peygamberi birbirinden ayırmak isteyenler "sünneti inkar ettirme çabasında" Bunu başaramayanlar bu sefer bir alt basamak olan dinin diğer kaynaklarını hedef almakta... Bu silsile bu şekilde devam etmekte... Bu zaten her zaman planlı bir şekilde vizyona giren bir oyun.. Şunu unutmayınız.... Bizler biriz bir bütünüz. Aramıza nifak ayrılık tohumları sokulmaya çalışılacak her zaman... Ama bu oyun tutmayacaktır... Bediüzzaman Said Nursi'nin Kur'an Bakışı, Sünneti Seniyye bakışı, İslama ve inanç esaslarına bakışı aşikar bir şekilde ortadadır... Bizlerin referansları bellidir. Biz oraya bakarız.. Müslümanlar bir tuzağa bir kez düşer ikince kez düşmez bunu unutmayınız.... Tek bir somut örnek vereyim.. bugün bir çok "tıp doktoru psikiyatrist" bizzat risaleleri kullanarak "bilimsel tedavi yöntemleri" uygulamaktadır..Ortada doğma olan birşey bulunmamaktadır.. .Özellikle narsizm konusunda.. Gecekuşu rahat ol. Herkesin aklı var kafası çalışıyor.. Burada paylaşılan fikirleri begenen alır. Uygular begenmeyen " ignore "eder. Olay bu kadar basittir. Bu fikirlerin burada paylaşılmasından korkmayalım .. Madem bu kadar degersiz ve önemsiz sizler için...O zaman bu çaba ve korkuya gerek yok...Sakin olun.. Fikir kimseyi öldürmez...Anlatacak birşeyleri olanları dinlemek lazım... Neyse artık bu konuya daha fazla eğilmek israf olacağı için konumuza dönmek durumundayız... Saygılar..
  25. Bu kadar komik ve tutarsız doğmalara ancak burada rastladım... Neyse konumuza dönelim inşAllah Ahir zaman katılımda bulunmuş... Ortada apaçık "Eserler var" "kafamızdaki ordan burdan alınan doğmaları" bir kenara bırakalımda eserlere bakalım..... Eserler hakkında fikir üretin...Bence bu daha tutarlı ve güzel bir yol...Buyrunuz..... Nelere katılıyoruz. Nelerden istifade ettik. Nelere itiraz ettik bunlara bakalım... Şimdi çıkıyorum. Sizlere kolay gelsin..."İnşAllah foruma yazma iznim alınmaz da" devam ederiz hayırlısı ile.... Saygılar....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.