Zıplanacak içerik

gloria

Φ Süper Üye
  • Katılım

  • Son Ziyaret

gloria tarafından postalanan herşey

  1. gloria şurada yorum gönderdi Admin'nın blog başlığı içinde Admin Blog (Günlüğü)
    Söylemesi kolay, uygulaması zor işlerden birisi bu... Misal ben, bazen bir şarkıya takılıp kalıyorum... Durmadan ama durmadan ve de hiç ama hiç sıkılmadan bütün gün o şarkıyı dinleyebiliyorum... Acaba bu benim basit anlamıyla takıntılığı biri oldugumdan mıdır yoksa ilerlemiş derecede obsesif kompülsif bozukluğu olma ihtimali olan birisi olmam mı demektir? Düşündüm de aslında saplantılı bir insan değilim ben... Hayatım boyunca takıldığım çok şey olmuştur belki ama saplantılı takıklığım hiç olmamıştır... Ben sıkılgan biriyim, çünkü... çabuk vazgeçerim ama vazgeçmek için bir süre takılmam gerekiyorsa da takılırım... Şimdi beni, "değişkensin, sıkılgansın" diye eleştirenlere bu sözüm; Saplantılı değilim en azından, o daha kötü be...
  2. Dokunmadan da sevilebilir tabii ki ve hatta dediğin gibi sevgiyi göstermenin başka yolları da vardır mutlaka ama sevgi asıl dokunabilirsen eksiksiz olur... aksi takdirde eksiktir... Sevmediğin insana dokunmak istemezsin... Dokunmak istedigin insanı ise seversin... Ayrılmak bence bu ikili... Ayrıldığında ise birşeyler eksiktir kanımca...
  3. gloria şurada yorum gönderdi Admin'nın blog başlığı içinde Admin Blog (Günlüğü)
    Şimdi 1 Haziran'da yılbaşı kutlamak nasıldır bilmem açıkçası tahayyül de etmek istemem çünkü ben yılbaşını kış mevsiminde, soğuk, karlı bir havada (karlı olmasa da en azından kar yağma ihtimali olan bir mevsimde) ve sıcak şarap eşliğinde kutlamayı tercih ederim... Bu beşlinin bileşimi benim çok hoşuma gidiyor... Yani Ben, Yılbaşı, Soğuk, Kar ve Sıcak Şarap... Ama bu dedikleriniz yani "haziranda 40 derecede yılbaşı kutlamak nasıl olur" fikrini yaşayanların pek de hoş karşılamadığını biliyorum. Şili'li bir arkadaşım var, malumunuz G.yarımküre bizim kışımızı yaz olarak yaşıyor, Yani onların Ocak ayı bizim Temmuz ayımıza denk düşüyor... Ona sorarsan o da benim gibi kar delisi bir insan ve onun da en çok istediği, şu yılbaşı kar yağarken acaba nasıl olur sorusunun bir an once cevabını bulmak... Aslında düşündüm de dünya mükemmel bir yer.. Tüm sorularımızın, tüm meraklarımızın cevabını giderebilecek kadar mükemmel... Yani admincim, sorun cevapsız değil anlayacağın; "Acaba 1 Haziran olsaydı ne yapardım diye düşünmedimde değil 40 derecenin altında Yılbaşı nasıl olurdu" Yani istersen bu dünya senin yılbaşını 1 haziran yapamaz belki ama istersen yaz yapabilir ve 40 derecenin altında yılbaşı nasıl olurmuş sana bunun cevabını çok net olarak verebilir... Yapman gereken tek şey, rotanı birazcık kuzeyden güneye doğru kaydırmak o kadar işte... Yine de benden söylemesi; Bunun çok hoş bişi olacağını sanmıyorum
  4. gloria şurada yorum gönderdi Admin'nın blog başlığı içinde Admin Blog (Günlüğü)
    Ben bu yazıya imzamla karşılık veriyorum Sayın Admin
  5. Güzel bir başlık, başlığa katkım olması açısından islami bir siteden alıntıladığım Kur’anın cihad (adil savaş) ile ilgili olarak belirlediği ilkeleri eklemek isterim... Ben bu işlerden çakmam, ama çakanlar ne demiş bi bakalımm madem... 1- Haklı savaş gerekçesi ilkesi: Kuran-ı Kerimdeki savaşın sebebi, düşmanın saldırı ve zulmüdür. Düşman Müslümanların yurtlarını basar, hicrete zorlar, can, mal ve din ve namus güvenliğini tehdit ederse, bu durum; savaşı zorunlu ve mecbur kılar.Kur’ana göre, düşman güçlere karşı verilecek savaşın gerekçesinin makul ve haklı olması gerekir. Esasen “istila”, “sömürü” ve “tecavüz” için yapılan savaşları tanımayan İslam dini ( Bakara Sûresi, 205 ; Nisa Sûresi,94 ; Kasas Sûresi,83 ; Şura Sûresi,41-42) savaşa ancak :Müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, İslama ve İslam ülkelerine yönelik saldırıları önlemek amacıyla başvurulacağını hükme bağlamış ve meşru gördüğü bu savaşı da diğerlerinden ayırmak için ona cihad adını vermiştir. 2- Adil savaş ilkesi: Adil savaş ilkesi, cihat fiilen başladığı zaman uygulanacak bir ilkedir. Bu ilkeye göre, savaş sadece savaşa iştirak eden tarafa yöneliktir. İslam’da düşmanı öldürmekten ziyada insanı kazanmak esastır. Bu amaçla, savaştan önce düşman İslam’ı kabul etmeye çağrılır, kabul etmezse itaat ve cizye(savaş tazminatı) teklif edilir. Bunlar yapılmadan cihada teşebbüs edilmez. Düşmana sunulan bu gerekçeler kabul edilmediğinde Allah’tan yardım dilenerek savaşa girilir.Savaşa girildiğinde, Müslümanlar, “adil savaş ilkesi”ne göre adım atmak zorundadırlar. Bu ilkeye göre, savaşta vurulacak hedef sadece düşman askerleridir. Savaş sırasında çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yatalak hastalar, mecnunlar, sakatlar öldürülemez. Savaşa iştirak etmeyen din adamlarına ve ihtiyarlara silah çekilmez, savaşa katılmayanlar (esnaf ve çiftçiler gibi sivil halk) katledilemez (Bakara Sûresi,191).Savfan İbnu Assal (r.a) anlatıyor : “Resulullah (a.s.m) beni seriyyede savaşa gönderdi.Yola çıkarken şu talimatı verdiler :“Allah’ın adıyla, ALLAH YOLUNDA YÜRÜYÜN.Allah’ı inkar edenlerle savaşın, işkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyiniz” ( Müslim, Cihad 3,(1731), Tirmizi, siyer 48,(1617) Ebu Davut, Cihad 90, (2612,2613) 3- Savaşta aşırı gitmemek ilkesi: İslam, savaş halinde bile, insanî değerlere itibar eder. Savaş anında, dehşet ve vahşeti sergileyen şiddetli hiddetleri mutedil hale getirir. Savaşta bile ölçüyü kaçırmamayı bir temel prensip olarak kabul eder. İslam, aşırı ve haddi aşan tavırlara karşı müeyyideler getirmiştir. Bu nedenle, İslam hukukunda saldırıya ancak misli ile mukabele edilir; aşırı gitmek suçtur.Kur’an-ı Kerim, düşmanla yapılan yüz yüze savaşta bile, aşırı gidilmesini yasaklar. Bu husus, şu ayet-i kerime ile beyan burulmuştur: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın.Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez” (Bakara Sûresi,190)Nitekim bir başka ayette de şöyle buyrulur:“ Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir” (Bakara Sûresi, 194) 4- Sulh ve barış ilkesi: İslam, düşman tarafından teklif edilen sulh ve barış anlaşmalarına karşı barış ve sulh ile mukabele etmeyi prensip olarak kabul eder(Enfal Sûresi,61,62,63 ; Hucurat Sûresi,9). Kur’an “Sulh (daima) hayırlıdır”(Nisa Sûresi,128) mesajı ile bütün dünyaya bu hakikati 1400 seneden beri duyurmaktadır. “Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse,(şunu iyi bilin ki)Allah gafur ve rahimdir”(Bakara Sûresi,192) ayeti ile “Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur”(Bakara Sûresi,193) ayeti de sulhun önemini vurgulamaktadır. 5- Esirlere iyi muamele etme ilkesi: İslam, esirlere iyi muamele edilmesini emredir. Müslümanlar esirleri yedirmekle, aç ve susuz bırakmamakla mükelleftirler. Bu görevi de Allah rızası içi yaparlar.(Bakara Sûresi,177;Enfal Sûresi,69,70,71;Muhammed Sûresi,4; İnsan Sûresi, 8,9,10,11,12) Şener Dilek (Prof.) Savaş halinde yasak fiiller: a- İşkence. Öldürülecek olan kimseye dahi işkence edilemez; zulüm ve işkence bütün çeşitleriyle yasaktır. b- Savaşçı olmayanların öldürülmesi. Savaşçı, fizik bakımından savaşabilecek kimselerdir. Bunların dışında kalanlar kasten ve doğrudan öldürülemez. Bu cümleden olarak kadınlar, çocuklar, savaşçı sahiplerine hizmet için gelmiş köleler, körler, dünyadan el etek çekmiş din adamları, akıl hastaları, yaşlılar, hastalar, kötürümler vb. leri öldürülmez. c- İnsan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi. d- Verilmiş söze ve yapılmış andlaşmaya aykırı hareket. e- Savaş zarureti bulunmadıkça zirai mahsullerin, orman ve ağaçların yakılması. f- Namus ve şereflere tecavüz, zina ve gayr-i meşru münasebetler. Düşman kadınlarının ırzına geçen sivil ve askerler zina suçu işlemiş olur ve bunun cezasını çekerler. g- Düşmandan alınan rehineleri öldürmek. Bunlar misilleme yoluyla dahi öldürülemez. h- Ölülerin başını veya uzuvlarını kesip teşhir etmek. ı- Katliam. Hz. Peygamber ve raşid halifeler zamanlarında savaştan sonra esirler veya zaptolunan yerlerin ahalisi için katliam emri verildiğine dair bir tek örnek dahi yoktur. Mekke fethini müteakip Rasulullah (s.a.v.) bazı harb suçluları ve hainler dışında kalan düşmanlarını affetmiştir. i- Kesin bir meşru müdafaa söz konusu olmadıkça akrabayı öldürmek. Akraba düşman saflarında olsa dahi öldürülmez. j- Çiftçi, tacir, esnaf, işadamı gibi fiilen harbe iştirak etmemiş, savaş ile ilgili olmayan kimseleri öldürmek. k- Harb esirlerini rehine almak, kalkan yapmak, onların arkasında düşmana doğru ilerlemek. l- Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak. (Buhari, Cihad, 150 vd.; el-Benna, el-Fethu'r-Rabbânî (Tertibu-Müsnedi-Ahmed), C. XIV, s. 61 vd.; diğer kaynaklar için bak. Muhammed Hamidullah, İslam'da Devlet İdaresi, (trc. Kemal Kuşçu), İstanbul, 1963, s. 166 vd. ) ayrıca; İSLAMİ BİR KONUDA KARAR VERİRKEN O KONU İLE İLGİLİ TÜM AYET-HADİSLER BİR ARAYA GETİRİLİP, ÖYLE SONUCA ULAŞMAK GEREKİRmiş, bununla ilgili bulduklarıma da bakalım; "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah, aşırı gidenleri sevmez.Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur." (2 Bakara Suresi , 190-193) " Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır. Onlarla çarpışınız. Allah, onları sizin ellerinizle azarlandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin, mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya kavuştursun. Ve kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (9 Tevbe Suresi, 13-15) " Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip) gönder, bize katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (4 Nisa Suresi, 75) " Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. " (60 Mümtehine Suresi, 8) "Antlaşma yaptığınızda Allah’ın ahdini yerine getirin." (Nahl Sûresi, 91) "Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez." (Bakara Sûresi, 190) "O müşriklerle hiçbir fitne kalmayıncaya ve din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar savaşın" (Enfal Sûresi, 39) "Sizinle savaşanlarla sizde Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. Allah haddi aşanları sevmez." ( Bakara Sûresi, 190) "Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez." ( Bakara Sûresi, 190)
  6. Bunlarla bitse iyi... Eğitim Kurumunda çalışan biri olarak, Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlenen 17. Milli Eğitim Şurası'na gönderilmiş önerilere takılmıştım ben de... Bu öneriler, 81 ilde eğitimden sorumlu vali yardımcısı başkanlığında çalışan komisyonlarca hazırlanan önerilerdi. Paylaşmak isterim şimdi yeri gelmişken... Adıyaman: İlköğretim 8 yıllık zorunlu eğitim yerine, 4+4 şeklinde yapılandırılmalı. Bursa: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi haftada 2 saate çıkarılmalı. Seçmeli Kuran dersi konulmalı. Denizli: Kuran-ı Kerim seçmeli ders olmalı. İlköğretim 4+4 olarak düzenlenmeli. Elazığ: İlköğretim 5+3 veya 4+4 olmalı. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi süresi artırılmalı. Batman: İHL'ler (İmam Hatip Lisesi), meslek lisesi kapsamından çıkarılıp özel statüde değerlendirilmeli. Gaziantep: Zorunlu eğitim 5+3 şeklinde planlanmalı. İHL'ler meslek lisesi statüsünden çıkarılıp din eğitimi ağırlıklı sosyal bilimler lisesi olarak düzenlenmeli. Iğdır: 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ile 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nın hazırlık devresinin çok uzun olması eğitimin niteliğini düşürmekte, törenlerde yer alan çocuklar derslerden uzak kalmaktadır. Hazırlık aşamaları daha kısa tutulmalı. Genel tören havasından çıkarılarak okullarda kutlanmalı. Kahramanmaraş: İlköğretim 5+3 şeklinde düzenlenmeli. Kastamonu: Kitaplarda dini bayramlara, Selimiye Camii gibi tarihi değerlere yer verilmeli. Kırşehir: İlköğretimde 5+3 modeli uygulanmalı. Din eğitiminin ders saati artırılmalı. Niğde: İlköğretim 5+3 yıl olmalı. Uşak: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders saati artırılmalı. Van: İlköğretim 4+1+3 ya da 5+3 olmalı. *** Sonuç mu? 17. Milli Eğitim Şurası, ne yazık ki eğitim tarihine AKP’nin eğitim alanında izlediği politikaların meşrulaştırıldığı yada bu yönde kullanılmak istendiği bir Şura olarak geçti bile... Beş gün süren Milli Eğitim Şurası katsayı tartışmalarıyla, imam hatip mezunlarının üniversiteye girişlerini kolaylaştıracak kararların alınmasıyla şura gündemine damgasını vurdu. Düz liselerle birlikte, meslek liselerinde de sözel, sayısal ve eşit ağırlık alanlarının belirlenmesi ve katsayı farkının bu yolla ortadan kaldırılması öngörülüyor. İmam hatip liseleri sözel, anadolu imam hatip liseleri ise eşit ağırlıklı alana dönüştürülecek. İmam hatip lisesini bitiren bir öğrenci, coğrafya, tarih, arkeoloji, radyo televizyon gibi sözel puan isteyen fakültelere yüksek katsayı ile girebilecek. Şûrada 'Yaşam boyu eğitim' alt komisyonunda Türkiye'nin 'töre cinayetleri' gerçeği de görmezden gelindi. Alt komisyon, raporunda, AB'ye karşı küçük düşmemek için öğrencilere 'töre, namus cinayetleri, madde bağımlılığı eğitimi verilmeli' ifadelerini 'İnsan hakları, demokrasi ve çevre bilinci eğitimi verilmelidir' şeklinde değiştirdi. Komisyon, Lise türlerinin sayıca azaltılması ve 'üçlü çatı' altında yeniden yapılandırılması önerisini oylayarak kabul etti. Kabul edilen önergeye göre, liseler, 'Akademik', 'Mesleki-Teknik' ve 'Açık Lise' olarak üç çatı altında birleştirilecek. Bu karar, imam-hatiplerin akademik lise statüsüne alınarak meslek lisesi kapsamından çıkarılacağı yönünde iddiaları gündeme getirdi. Bu arada, Anadolu ve fen liseleri, özel okullar ve yüksek öğretimde yabancı dille eğitim kaldırılmalı' kararı da alındı. Ha bir de şu karar var ama ben kötü niyetli değerlendirme yapmak istemem yine de siz de bi bakın İlköğretimde seçmeli ders sayısı artırılmalı. *** ve Şuranın taraflılığının tartışılması üzerine Bakan Çelik'in yaptığı açıklama: ''Bu emeğe rağmen, 'Eğitim dinselleştirilmek isteniyor', 'Laik eğitim elden gidiyor' şeklinde de karşı toplantılar yapılıyor. Özellikle şuraya yönelik bu ithamları reddettiğimizi, şura adına bunları kabul etmediğimizi ifade etmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti devletinin olmazsa olmaz vasıflarından birisi laik olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri, bir kez daha vurguluyorum, bizim ortak paydalarımızdır. Hükümet olarak, ben Hüseyin Çelik olarak, Milli Eğitim Bakanı olarak din üzerinden, imam hatip okulları üzerinden, kutsallarımız üzerinden günlük küçük politika yapılmasını tek kelimeyle ********* bulurum. Ama bunlar üzerinden muhalefet yapmayı, bu unsurlar kullanılarak Milli Eğitim Bakanlığına, benim şahsıma veya hükümetime karşı bir muhalefet stratejisi geliştirmeyi, bunu sadece siyasi partiler düzleminde söylemiyorum, tek kelimeyle etik bulmadığımı, ********* bulduğumu ifade etmek istiyorum. Din, siyasete alet edilmemelidir, din muhalefete de, medyaya da alet edilmemelidir.'' *** Neyse kii alınan tüm kararlar bunlar değildi... İlköğretim 8. sınıfın sonunda yapılan OKS kaldırılmalı; bunun yerine öğrenci başarısının zihinsel ve sosyal gelişimlerinin izlenmesine yönelik rehberlik hizmetlerine, öğretmenler kurulu ile ailelerin kararına dayalı bir yöneltmeye ağırlık verilmeli. Liselerin sonunda bitirme sınavı anlamında olgunluk sınavı düzenlenmeli. Liseler, 'akademik, mesleki ve teknik ile açıköğretim' liseleri olarak 3'e indirilmeli. Okulöncesi eğitimin 60-72 aylık çocukları kapsayan bölümü zorunlu hale getirilmeli. İlköğretimin ilk 3 sınıfında not ve karne verilmemeli, çocukların davranışları değerlendirilmeli. Özel sektörün eğitime yatırım yapması özendirilmeli ve özel sektörden hizmet satın alınması sağlanmalı. Mesleki eğitimi seçen öğrenciler ilgili kurumlarca ekonomik ve sosyal yönden desteklenmeli. Üstün zekalı çocukların eğitimi ve istihdamı konularında politikalar oluşturulmalı. Belediyeler, il özel idareleri, kamu iktisadi teşekkülleri, vakıflar ve diğer müteşebbislerin okulöncesi eğitim kurumları açmaları teşvik edilmeli ve bu kurumlar desteklenmeli. Yöneltme 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflarda, çocuğu ve meslekleri tanımaya yönelik olarak ailelerle işbirliği içinde yapılmalı. Sınıf öğretmenliği 1, 2, ve 3, sınıflara kadar olmalı, 4, ve 5, sınıflara branş öğretmenleri verilmeli.
  7. Mevzuyu çözdüm arkadaşlar, Meğer Hayrünnisa Hanım'ın endişesi şu sebepten dolayıymış Soru Domuz derisinden yapılan elbise giyilebilirmi, domuza dokunmak haram mıdır? Cevap Değerli Kardeşimiz; Domuz derisinden yapılan elbise, ayakkabı vb. giyilmez. Bazı hayvanlar vardır ki, onların etinden, derisinden veya herhangi bir uvzundan istifade mümkün değildir. Şer’i ölçüler içinde öldürülse ve derisi tabaklansa bile yine de kullanılmaz. Çünkü o, necis bir hayvandır. Çünkü domuz “necisü’l-ayn”’dir. Yâni tamamen pistir. Örneğin necaset bulaşmış bir mendil düşünelim. Bu mendili yıkamakla temizlemiş oluruz. Ama necasetin kendisi örneğin bevlin veya gaitanın temizlenmesi nasıl olacak. İşte bunlara necisü'l-ayn denilir. Domuz da bunlar gibi olduğundan yıkamakla, tabaklamakla veya dezenfekte etmekle temizlenmez. Domuzun eti, derisi, kemigi hiçbir suretle temizlenmez, temizlik kabul etmez. Bu sebeple domuzun ölüsü söyle dursun, dirisi bile alınmaz, satılmaz. Insan tabiatı bundan nefret duyar. Etiyle, kemigiyle, derisiyle pis olan bir mahlûku satmak, pisligi satmak demektir ki, bu da alan ve satan için câiz olmaz. Bu nedenle tabaklansa bile derisi temiz olmaycağından giymek caiz olmadığı gibi bununla namaz kılmak da caiz değildir. Selam ve dua ile... (Kendisi, bu bilgiyi alıntıladığım siteye üye olabilir mi ki acaba? )
  8. Ekşi sözlükten ilgili başlığa uygun alıntılar Domuz Pişmemiş Tava başlığının devamında açılmış yeni başlıklardan örnekler: (bkz: içki değmemiş bardak) (bkz: sarhoş oturmamış koltuk) (bkz: akıl değmemiş kafa) (bkz: akıl fikir) (bkz: helal tava ve tencere standardı) (bkz: islami koşullarda üretilen teflon tava) (bkz: hayati teflon tava modunda yasayan insan) (bkz: domuz pişmemiş tava gibi helal) (bkz: zina yapılmamıs yatak) (bkz: kumar oynanmamış kahvehane) (bkz: domuz prenses ve yedi tavalar) (bkz: tava sıfır ama aşçı yahudi) (bkz: kendi tavasini yaninda tasimak)(bkz: kendi tavasini yaninda tasimak) (bkz: kaybolmayan sakız istiyorum) (bkz: bunlar reklam kokan hareketler) (bkz: tefal her seyi dusunuyor niye beni hic dusunmuyor) Domuz Pişmemiş Tava başlığından seçmeceler: "pek muhterem first lady'miz,hayrünisa hanımefendimizin new york kentinde gittiği restoranlarda yemek sipariş ederken garsonlara sorduğu sorunun ana konusu. o tavada daha önce domuz piştimi, pişmedimi; yok piştiyse tavayı değiştirin. eğer yeni tava yoksa köşedeki wal-mart'dan yeni alın. orda da kalmamışsa köşedeki benzinliğe gidip depoyu fulleyin, promosyon olarak versinler. ne biliim yapın bişeler. hiç müslüman adam daha önce domuz eti pişmiş tavada yapılan yemeği yermi. töövbe töövbe. güzeel. memleketime yeni polemik. artık daha ne yapsam mantıklı bürokrat kafasıyla yapılan müslümanlık. aferin devam edin." *** "domuz pişmemiş tava, evlenmeden önce bakire olması şart koşulan kadınlar gibidir. kirletilmemiştir. evde kalmaz mesela bu tava. çünkü sapasağlam, tertemiz ve sıfır kilometredir. domuz hayvanı müslüman bir tavanın hayatında utanç ve tercih edilmeme göstergesidir." *** "olaya başka bir açıdan aristo mantığı ile yaklaşırsak. bir tavanın domuzdan temizlenemeyeceğine inanan insanlar kendi kafalarının değiştiğine nasılda rahat inandırıyorlar şu milleti. gel de yanma." *** "domuz eti pişmemiş bir tava, müslüman bir tavadır" *** "ulaşabileceği boyutları görmek için bir enstantane için de kullanmak istediğimiz sıfat tamlamasıdır. olayın kahramanı, bu haberleri okuyan, kendisine rol model olarak hayrünnisa hanımı alan bir kişidir. - menüyü alabilir miyim? - buyrun efendim - rica etsem siz tutun menüyü, muhtemelen alkol kullanan veya domuz eti yiyen birisi dokunmuştur menüye önceden - elbete buyrun birinci sayfada ara sıcaklar var, seçiminiz? - seçimden önce, aklıma takıldı da yemeği pişirdiğiniz kaplarda daha önce domuz eti pişirilmiş midir? - evet ama makinada yıkanıyor, kaplarımız tertemiz, calgonit de katıyoruz içine soda da, tabaklar tavalar gıcır gıcır - olsun, ben sizden tavayı, tencereyi ve tabağı değiştirmenizi istiyorum - değiştirelim efendim - ha bir de, aşçı var - evet - aşçı, daha önce alkol almış mıdır? - çalışırken almaz efendim - ama öncesinde almıştır ve domuz eti de yemiştir - yememiştir diyemem efendim - o zaman size zahmet olacak ama aşçıyı da kovun - ...? - mutfakta da daha önce domuz buharı çeken davlumbazı sökün, üzerinde domuz pişen ocağı atın - doktor çağıralım mı? - yoo hayır teşekkür ederim, çekaptan yeni çıktım." *** "100 kisiye sorduk... x: domuz pismemis tava istiyorum. y: tribüne oynamayan müşteri istiyorum. x: domuz pismemis tava istiyorum. y: içinde senin olmadığın bir dünya istiyorum. . . . . ...ve 97'sinden dayak yedik." *** "raflardaki yerini almıştır. bugün bir alışveriş merkezinde ucuz bir kalemle büyük harflerle yazılarak reklamı yapılmış, gördüm; domuz pişmesi mümkün olmayan first leydili helal tavalarımız gelmiştir. hayırlı günlerde kullanınız, din, iman, kuran..." ***
  9. Açıklama: (Kişisel bir açıklama gibi görünse de bir yanlış anlaşılmaya neden olabileceğini düşündüğüm iletilerimle ilgili bir açıklamadır) Sevgili Yayamaz Kayımca, Ben kendi adıma bir yanlış anlaşılmayı düzetmek isterim... Sevgili Marcus'un yazmış olduğu alttaki yazıyı onaylamış olmanız, sizin de aynı düşünceye sahip olduğunuzu gösterir... Aslında o gece yazılmış olan yazılarımın gırgıra alma, alay etme, polemik yaratma gibi herhangi bir maksadı söz konusu bile degildir. Yazdıklarım en başından itibaren okunursa tamamen başlıkla ilgili oluşmuş olumsuz bir görüşü kendimce yermek ve eleştirmek üzere yazılmıştır. Kesinlik bir polemik yaratmak veya başlığı amacından saptırmak gibi bir maksadım yoktur. Amacım tamamen sizin ve Sayın Marcus'un yazdığı eleştiriyi görmezden gelmemek ve ilgili bir açıklama yapmaktır. Kişiliğinize saygım sonsuzdur. Umarım yanlış anlaşılmamış ve üzülmenize sebep olmamışımdır. Saygılarımla
  10. İşin şakasını bir yana olay aslında başlıbaşına vurdumduymazlık, inançsızlık olayı... Olabileceklere inanmayınca ya da inanamayınca insan vurdumduymaz ya da vurdumduyamaz oluyor işte.. Sorun burada...
  11. böyle düşünmeye devam edilirse gerçekten de birlik ve beraberlik kalmayacaktır... Bu düşünce yapısında da artık bir ayrılıkçılık sözkonusu degil midir? Düşünce özgürlüğü demek tam da budur... Bazen insanlar hiç istemedikleri şeyleri de düşünmek zorunda kalır, hem de istemeyerek istemeyerek... Sevdiği birinin öleceğini düşünmek gibi... Bu düşüncenin yapı olarak ne kadar özgür olduğunun birebir kanıtıdır aslında, kimse engelleyemez düşünmeyi, kısıtlayamaz da... Düşüncenin kişiliği özgürdür yani anlayacağın... Ha şöyle diyebilirsin, istediğini düşün ama istediğini dile getirme, o zaman belki bunu daha iyi anlayabilirim ama buna da yine düşünce özgürlüğü denemez, buna dense dense ifade özgürlüğü denir... Ama yine unutmamalısın ki herkes bireysel olarak ifade özgürlüğüne de sahiptirler... Tıpkı şimdi senin ifadelerini rahatlıkla ifade edebilmen gibi... Bu hak nasıl senin için geçerliyse herkes için de geçerlidir... Kimse düşüncelerini ifade etme özgürlüğünden de alıkonamaz.. Konmamalıdır da... Bu bahsettiğin örneklerdeki durumlar, tekrar ediyorum ki Atatürk ya da Atatürk'ün kastettiği Türk miliyetçiliği değildir... Atatürk'ün milliyetçiliği özünde ırkçılık zihniyeti taşımaz... Buna karşılık burada senin verdiğin örnekler milliyetçilikle bağdaşan örnekler değil, ırkçılıkla bağdaşan örneklerdir... Bunu baştaki yazımda da aynen böyle dile getirdim, yine getiriyorum.. Bunu söylerken ne demek istediğini tam anlayamadım... Ne demek istediğini tam olarak açıklayabilirsen sevinirim... Benim yazdıklarını şöyle anladım, altta tarfi edeceğim ama eger yanlış anlamışsam sen açıkla çünkü yanlış bir kanıya sahip olmak istemem, söylediklerin konusunda... Kürt milliyetçiliği diye bir şey olamaz çünkü milliyetçilik kendilerini birleştiren dil, din, tarih veya kültür bağlarından dolayı millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun siyasi birliğini ve egemenliğini savunan siyasi görüştür. Kürtlerin bir millet veya ulus değildir... Bunu mu kastediyorsun Eğer kastettiğin buysa Baskın Oran'ın tarif ettiği milliyetçilik kelimesi senin anladığınla aynı anlamda degildir... Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki kürt milliyetçiliği kavramı yeni bir kavram değildir. Kürt milliyetçiliği, 19. yüzyılın başından beri var olan ve son 10 yılda özellikle daha bir yükselen etnik bir miliyetçiliktir. Ulusal bir milliyetçilik değil yani... Onların milliyetçiliği daha çok hanecilikten/soyculuktan, aşiretçiliğe doğru dayanan (evdeki küçük bebekten, aşiret ağasına) kuvvetli bir bizciliğe hakim feodal bir miliyetçiliktir. Zaten bu bizcilik kavramından yola çıktığımızda Türk milliyetçiliği ile Kürt milliyetçiliğinin birbirinden farklı olduğu görülebilir. Türk milliyetçiliği, başındam itibaren çok ulusluluk ve çok kültürlülük bağlamında geliştiğinden bu bizcilik ilkesiyle hareket etmez, edemez... Türk milliyetçiliği, Türklerin kendilerine yönelmeleri demek değildir ama kürt milliyetçiliği kürtlerin kendilerine yönelmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Türk milliyetçiliği, grup kapanması veya içe kapanma yaşamaz amakürt milliyetçiliği grup kapanması yaşayan etnik bir milliyetçiliği temsil etmektedir. Bu açıklamadan sonra Baskın Oran'ın kastettiği milliyetçilik kavramlarının, aslında milliyetçilik olmadığını hatta senin burada geçen miliyetçilikten anladığının, Baskın Oran'ın anlattığı milliyetçilik kavramına göre basit ve masum kalabileceğini söylememe hala gerek var sanırım... Orada bahsedilen milliyetçilik; sonu ırkçılığa, faşizme varacak/varan milliyetçiliktir... Eğer miliyetçilik doğru ve ayarında yaşanırsa sonu ırkçılığa falan dayanmaz... Oysa ki Baskın Oran burada yanlış giden birşeyler olduğuna kanaat getirdiğinden DTP'ye bu eleştiriyi yapmıştır. Yukarıda yazdıklarımla, senin bu yazdılarını tekrar değerlendirmen gerekecek... Kimse senin anladığın milliyetçiliğe tukaka mesajı vermiyor... Boyutlar farklı... Gerçekten de ne okudupunu gayet iyi biliyor musun yoksa okurken bildiklerini de mi okuduklarına ekliyorsun anlamak biraz zor... Artık diyecek birşey kalmamıştır.... Kısırdöngüleri sevmiyorum ben, ne anlatırsan anlat, hep aynı döngünün içinde kalmak rahatsız edici... Sen beni anlamdıkça, ben sana hep anlatmaya çalışacağım. Ben kendi kısırdöngümde, sen de kendi kısırdöngünde dönüp duracağız... Ben artık aynı şeyleri anlatmaya devam edeceksem yokum... Anlatacağımı anlattım... Benden eyvellah.. Bunları bir hikayenin sonunda okumuştum, paylaşmak isterim: “Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten her zaman kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar"
  12. Zaten tüm bu yazılanlardan cıkardığım bir sonuç var ki o da cep telefonunun uyku yaptıgı yonunde Uykusuzlara siddetle tavsiye edilir Yalnız yan etkilerine dikkat.. Beyinde tümör yapıyormuş haaa yoksa acaba mmtk5 kardeş bunu mu ima etmeye calışıyordu, ben hala anlamadım daaa
  13. Siizn ön yargılarınızla uğraşmayacağım. Yazdıklarımı anlamını tam olarak kavramamış, anlamamış birinin, yazdıklarımdan bir iki cümleyi kendince seçip beni bu polemiğin içine sokmasına izin veremem... Kusura bakmayın... Once okuyun, anlayın ondan sonra gerekirse konusuruz, tartışırız... Benim birşeyin kavgasını verdiğim falan yok, aksine gayet rahatım. Kimseyi zorlamıyorum, kimseyi soykırıma inandırmaya falan da çabalamıyorum. Ayrıca kimseyi savunduğum falan da yok, herkes kendini savunur. Baskın Oran'ın da ne benim savunmama ihtiyacı var ne de benim onun düşüncelerini olduğu gibi benimsemeye... Bir insanın düşüncelerini olduğu gibi benimsemek normal değildir, bu kişilik bozukluğunun göstergesidir. Kendi kişiliğinizin kendi düşüncelerinizin oluşamamasından dolayı başkalarının düşüncelerini olduğu gibi benimsersiniz... Kimi yerlerde bir kişinin düşüncelerine katılınır, kimi yerlerde katılınmaz... Düşünce yapınız bu şekilde sağlamlaştırılır. İnsanlar mükemmel değildir, yeri geldiğinde korkmadan, saygıda kusur ederim diye düşünmeden karşındaki insanı eleştirmeyi bilmek lazım ama eleştirmeden önce o insanın ne anlattığını iyice anlamak lazım, bir de tabii karşı tezlerinin de olması lazım ki eleştirme tam olsun... Aksi takdirde bu eleştirme olmaz .... atmak olur. Aynı şeyi sizin için de söylüyorum... Siz de okuyun o halde... Siz hiç Elif Şafak ya da diğerlerini okudunuz mu da beni boyle eleştirebiliyorsunuz... Bunu yapmamışsanız, beni boyle eleştirebilme hakkınız yok... Ben Elif Şafak okudum dedim mi yazdıklarımda hiç, ya da diğerlerini okudum dedim miiiii? Beni tanımadan daha yazdıklarımı bile okumadan hakkımda bu derece fikir sahibi olabileceğinizi mi sandınız yoksa bu kadar kolayca... <eee yanılmışsınızzzz, ne diyimmmm... Şimdi oturun da hakkımda yeni yargılar oluşturun, sonra gelip burada paylaşın yine Ben size olmuş ya da olmamış derim, merak etmeyin...
  14. Ben o yazdıklarımla düşündüklerimi, düşüncelerimi paylaşmadım.. yani yazdıklarımdan ne benim Atatürk milliyetçisi, ne miliyetçi, ne komunist, ne sağcı, ne solcu, ne soykırım idiasında bulunan ne de bulunmayan birisi oldugumu cıkarabilirsiniz. Ben sadece tartıştım, iddia edenlerle iddia ettikleri konuyu tartıştım... Bu öncelikle böyle biline... Eğer ne olduğuma dair bir iddianız oluşmuşsa bu sizin kendi iddianızdır üstüme alınmam..Siz beni kendi belirlediginiz kalıpların içine sokabilirsiniz belki ama ben sizin belirlediginiz kalıpların içinde değilim sayın kaplan-200... Ve ayrıca Baskın Oran için Atatürk milliyetçisi, Atatürkçü falan demiyorum, bunu diyecek kadar mantıksız olamam... Her zaman kutuplaşma yaratan biri dediğinize göre çok iyi tanıyor olmanız lazım, o halde bana böyle bir soru sormanız mantıksızlığın dik alası olur... Ne
  15. Kimin beynine konuyor bu bomba... Benim mi, senin mi, hangimizin? Kim seni düşündüklerinden çevirebilir ki... Bomba mı? Bombayı koyanlar mı? Kim? Herkes düşündüğüyle vardır... Düşünce özgürlüğü denilen şey bomba değildir... Bomba olan, düşüncenin özgür olamayışıdır...Düşünceye silah işlemez, çünkü düşünce etten kemikten yapılmamıştır... Düşünce bu yüzden işte özgürdür... Düşünce özgürlüğünün bombayla da hiçbir ilgisi yoktur... oyle bir mesaj vermiyor... aksine diyor ki eger kürt milliyetçiliği yapacak olursanız sizin de karşınızdayız diyor.. Tekrar okumanı tavsiye edeceğim Frozen “Milliyetçiliğin, her yerde başını alıp gittiğini savunan Oran, "Biz sizi Türk milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik. Yalnız bir milliyetçiliğin bir günden bir güne, bir başka milliyetçilikten hiçbir farkı yoktur. Biz sizi aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine karşı desteklemeye geldik" dedi.” Buradaki yergiyi anlamamış olma şansın yok… kimseye gelmez... Gelmemiş de zaten... Benim de anlatmaya çalıştığım buydu ama işte demek ki anlatamamışım ya da anlaşılmamış... sorun da burada hiçbir şey görüldüğü gibi degil... hatta yazıldığı ya da okunduğu gibi de değil, öyle de görülmüyor... nasıl istenirse öyle görünüyor, nasıl istenirse öyle yorumlanıyor... Önemli olan ne istediğin ve nasıl istediğin... Ne gördüğün, ne görmediğin, ne göremediğin, ne görebildiğin ya da ne görmeye çalıştığın değil...
  16. o zaman sen uyanma... uyumaya devam et
  17. cep telefonlarına ne olacakk pekii atsınlar mı onları da elinden
  18. aynen katılıyorum saygılarımla
  19. Tamam işte sorun burada... Sürekli bir kısırdöngü içerisindesin... Diyorsun ki; ortadan kaldırılmak istenen Türkler'di biz kendimizi savunduk yani bu durumda sen de açık olarak ifade ediyorsun ki kendimizi korumak için, biz bunu yaptık... Ama Türkiye'nin bu konudaki tezi bu değildir...Şöyle ki; "Osmanlı bir çok cephede savaşırken, Ermenilerin doğuda Ruslar’la birlikte Türklere saldırarak katliamlarda bulunuyorlardı. Ayrıca Osmanlı’nın bir çok şehrinde isyanlar sürüyordu. Osmanlı İmparatorluğu bu katliamların ve ayaklanmaların önüne geçebilmek için ve daha fazla kan dökülmemesi düşüncesiyle önce çeşitli şehirlerdeki Ermenileri tutuklama kararı aldı. (24 Nisan 1915) 27 Mayıs 1915’te de Sevk ve İskan Kanunu’na göre özellikle doğudaki Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nun yine toprakları olan Irak, Suriye ve Lübnan gibi şehirlere göç ettirilmesi kararlaştırıldı. " Yani bize göre soykırım olmamıştır, zorunlu göç yani tehcir gerçekleştirilmiştir. Fakat senin "soykırım, insanları durup duruken yerinde öldürmektir," şeklindeki tanımın, savaş ortamı için çok geçerli bir söz değildir. Çünkü ortada bir savaş varken birilerini durduk yere öldürme durumu söz konusu olamaz... Ayrıca soykırımın haklı veya haksız tarafı yoktur... Yani kendimizi savunduk derken sen onları öldürdük çünkü kendimizi savunmamız gerekiyordu, aksi takdirde onlar bizi öldürecekti gibi bir anlam arama çabası içerisindesin...Bu bir savaş getirisidir. Savaş varsa ölümler de olur... Yani bir savaşın içerisindeyiz, herkes kendince bir çıkar bulmaya çalışmakta... Ermeniler de buna dahil... Bu durumda ben de senin dediklerinden cıkardığım bu sonucu yukarıda verdiğim soykırım tanımından yola çıkarak şu maddeyle istersem çürütebilirim; “Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen; Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, soykırım suçunu oluşturmaktadır.” Burada yaptığım aslında başından beri soykırımın var oldugunu savunmak degildi... Bunu savunmuyor olmanın ne kadar arkasında oldugunu kavrayabilmekti ki sen bile farkına varmadan bunun var olduğunu söyleyebildin... Bence kendini biraz daha tart, bu konuyu biraz daha araştır... Bu konuda tartışmak için yeterli bilgiye sahip olduğunu zannetmiyorum.. Daha sonra istersen yine tartışırız... Demem o ki; ben ne soykırımı kabul edenleri ne de etmeyenleri kınıyorum... Düşünce ne olursa olsun saygılıyımdır. saygılı olamayacağım tek şey kötü veya zararlı, canlı varlığını tehdit eden, herhangi bir düşüncenin eyleme geçirilmesidir. Bu benim genel tavrımdır... Umarım anlayabilirsin... Bir örnekle anlatmam gerekirse; İnsan sevdiğini kıskanır, ama kıskandığı için öldüremez... Ya da Nefret ettiğin birisinin ölmesini istersin bunda kınanacak birşey yoktur, bu senin düşüncendir ve senin duygularınla senin yaşantınla oluşmuştur, bunu senden başka kimse anlayamaz ama eger nefret ettiğin kişiyi öldürürsen o zaman bu kınanmalıdır... Cezalandırılmalısın... İşte bu yüzden düşünce suç olamaz... Düşüncelerinden dolayı insanlar yok edilemez, hayattan ve bir takım yaşam haklarından alıkonulamaz. Başından beri tartışmak istediğim konu soykırım değil diyorum ama sen beni ne yaptın ne ettin bu noktaya kadar getirdin… Fakat ben bir yolunu bulur yine anlatmak istediğimi anlatırım… Nihayetinde başa dönmenin zamanı gelmiştir.. En başından beri gelmek istediğim nokta şudur. Asıl tartışılması gereken de budur… Soykırım sen veya ben tarafından tartışılarak çözülecek bir konu degildir… Bu konu tarihçilerin kapsamı içindedir… ben daha mütevazi takılmayı ve şu konuyu tartışmayı öneriyorum.. Böyle düşündüğünüz için sizi suçlayamam, ama size katılmak zorunda da değilim… Sizi eleştirmeyeceğim, siz kendinizi eleştirin, bu söylediklerinizin düşünce özgürlüğüyle ilgisini siz bulun… Ha düşünce özgürlüğü diye bir şey yoktur diyorsanız o halde tartışmaya da gerek yok… Ee biz böyle düşünüyoruz bize ne diye saygı duymuyorsun madem bu durumda, diyorsanız zaten sizi böyle düşündüğünüz için suçlamıyor olmam size size saygı duyduğumdandır, kendinizi eleştirin demem ise kendinize saygı duyup duymadığınızı anlamanız içindir. Benden bu kadar..
  20. Soykırım böyle tanımlanamaz, bu soykırım tanımı değildir... istersen sen de bir bak, belki senin dediklerini daha iyi anlatacak uygun bir tanım da sen bulabilirsin... Biraz daha düşünerek, heyecanlanmadan, sakinliğini koruyarak yazarsan sanki daha iyi olacak gibime geliyor... Çünkü ne dersen de, cümlelerinden çıkan anlam şu; Bunlar bize hainlik etti, bizi öldürmeye kalkıştı, biz de kendimi savunmak için onları kırdık".. Hani meşrulaştırılmış bir soykırım durumu çıkardın ortaya yazdıklarınla... Eee öyle diyorsan öyle olsun, düşüncene saygım var, ne diyimmmm Bu arada ben de araştırdım, bi bak istersen... Zahmet olmazsaaaa... genel kabul görmüş soykırım tanımı, 31 Temmuz 1950 yılında resmen yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yerini bulmuştur. Bu tanıma göre; “Ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen; a. Gruba mensup olanların öldürülmesi, b. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi, c. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek, d. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak, e. Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek, fiillerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturmaktadır.”
  21. Bu "Önce düşünüp sonra yapma" felsefesinin alternatifi sanırım Güzel fikir beğendimmm... Böylece o kadar uğraşıp, düşünüp, taşınıp da sonunda beklediğimiz sonucu alamama ihtimalimiz azalır değil mi? Hem önce düşünüp sonra yaparsak bir de boşu boşuna "O kadar da düşündümmmm, taşındım bide sonuca bak" diye hayıflanacağız boşu boşuna.. Önce yapıp, sonra düşünürsek hiç olmazsa "neyse artık zaten düşünmeden yapmıştım" deriz.. Güzellllll... Güzelllllll....
  22. Herkes böyle düşündüğü için olmasın sakın bu...
  23. Burası enteresan olmadı mı yine... Sen o halde soykırımı kabul ediyorsun yaniiii "Soykırım olmuştur" diyorsun bu durumda yanlış mı anladım..
  24. Boyle düşünen sen olduğuna göre kurtarılacak hiçbirşeyin yok... O yüzden kaç bari kendin kurtul... Çünkü kurtarılacak birşeyler olduğunu düşünenler, hala buradakiler...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.