-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Açılım Süreci ve Ortaya Çıkan Hukuksal ve Siyasal Sonuçlar...
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
Diyarbakır'da geçen Aralık ayında Kürdistan Toplulukları Birliği Türkiye Meclisi (KCK/TM) operasyonunda tutuklanan eski milletvekili Hatip Dicle, Diyarbakır 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmasında şunları söylemişti: Dicle'nin bu ifadesini İçişleri Bakanı Beşir Atalay yalanladı... Ancak !... Mahkemede dile getirilen ve zabıtlara geçen bu ifade mutlaka bir takım hukuksal ve siyasal sonuçlar doğuracaktır. Bu sonuçlar bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün ortaya çıkacaktır. Unutmayalım ki, bugünkü iktidar bundan çok daha gayri ciddi, üstelik de imzasız ihbarlar üzerine pek çok kişiyi mahkemeye vermiş ve hatta tutuklayıp hapse atmıştır. Önümüzdeki günlerde siyasette bazı kartların açılmasına ve olayların hem hızlanmasına hem de tırmanmasına tanık olursak hiç şaşırmayalım. -
Sayın Dominik İfade ettiklerinizde gerçek payı olan şeyler var elbette... Ve -"Herkes Ektiğini biçer" diyerek "oh olsun onlara beter olsunlar"demeye getirmeye çalışmanız dışında- yazdıklarınıza katıldığım yerler de var.. Ama "Türk ordusu düşman ordusu mudur?" diye bir soru sorularak başlık açılmasındaki amaç yüzeysel bir yaklaşım değil... Ve bu sorunun ardında duran gerçekler de sadece bulunduğumuz yerden değerlendirilecek kadar basit de değil. Özetle olaylara birileri bir zamanlar şunları yapmıştı beter olsunlar mantığıyla bakmaya kalkmamız bir çok gerçeği ıskalamamıza neden olacaktır. İsterseniz ne demek istediğimin daha iyi anlaşılması için sözleri işin içinde boğuşan insanlara bırakalım... Aşağıda yazılanlarda anlatılmaya çalışılanları farklı bir pencereden de bakmaya çalışarak, "Perde arkasında neler döndüğünü" anlamaya çalışmakta yarar var sevgili Dominik... *** Fatih Altaylı, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ile yaptığı konuşmayı yazısında şöyle aktarıyor: Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ yaptığı bu açıklamalarda kullandığı ifadeler ve işaret etmeye çalıştığı şeylerden öyle anlaşılıyor ki; Yakın gelecekte Genelkurmay'ın bazı açıklamalarına ve "suç duyurularına" tanık olacağız. Ve bu gelişmeler mutlaka bir takım hukuksal ve siyasal sonuçlar da doğuracak. Bu sonuçlar bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün ortaya çıkacaktır. *** Okudunuz değil mi sevgili Dominik... Umarım neyi kastettiğimi ifade edebilmişimdir.? Saygılarımla...
-
Orgeneral Başbuğ'un dikkatli konuştuğu bilinir. Fakat başını sonunu hesaplamadan şunları ifade etti geçenlerde; "Bildiklerimizi halkla paylaşmaya başlayacağız. Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız. Biz de hukuk yoluna gideceğiz. Hakkımızı arayacağız." Öyle anlaşılıyor ki, yakın gelecekte Genelkurmay'ın bazı açıklamalarına ve "suç duyurularına" tanık olacağız. *** Tabii kamuoyu bunlara ne kadar itibar edecek? Yandaş medya mensupları bunları nasıl yorumlayacak? Bilmiyoruz... Ama göreceğiz...
-
Ve son... Özal'ın Türkiye'ye dönmesinden hemen sonraki gün, yani 16 Nisan Cuma günü Abdullah Öcalan, Bekaa'daki bu kez HEP milletvekillerinin de katıldıkları bir basın toplantısıyla ateşkesi süresiz uzattığını açıkladı. Ancak hükümetin tavrı değişmedi. Ankara, "Silahlı insanlarla konuşulmaz, savaşılır" diyordu. Özal, tek başına sürdürdüğü diyaloğun böyle sonuç veremeyeceğini anlamıştı. O halde şimdi kafasındaki planı devreye sokacaktı. Aynı sıralarda HEP milletvekilleri Öcalan'ın karargahında PKK liderine Cumhurbaşkanı'nın çözüm konusundaki kararlılığını anlatıyorlardı. Artık Öcalan'ın kulağı Özal'dan gelecek bir mesajdaydı. Çözüme çok yaklaşıldığına inanıyordu. Yemekte, HEP milletvekilleri ile birlikte televizyonun karşısına kuruldu ve heyecanla haberleri açtı. Ancak spikerin dudakları arasından dökülen ilk cümle ile hepsi şok oldular: "Cumhurbaşkanı Özal, ani bir kalp krizi sonucu vefat etti...!" Kaynak: Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü / 3 bölüm CanDündar..
-
Üç günlük "Özal-Apo pazarlığı" dizimizin sonuna geldik. 6 yıl önce yaşanan ve ayrıntıları pek gün ışığına çıkmayan bu gizli trafiğin, nasıl dramatik bir şekilde son bulduğunu yazacağız bugün... *** Apo'nun ateşkes çağrısını yaparken vaat ettiği gibi 1993 nevruzunda "yaprak kımıldamadı". Öcalan, örgütüne sahip olabildiğini göstermişti. Ancak mesaj trafiğinin Köşk tarafında işler o kadar kolay yürümüyordu. Özal'a, Apo'nun mesajının ulaşmasının hemen ardından düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu toplantısında askerler tepkilerini ortaya koydular. Daha önce Iraklı Kürt liderlerle sürdürülen pazarlıklarda "sessiz diplomasi" öneren Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş "Eşkıya ile masaya oturulmaz" diye kestirip attı ve İrlanda örneğini verdi: "Orada IRA meselesi var. Şin Pen mi, Şun Pen mi denilen bir parti var. O, onlar adına aracılık yapıyor. Ama öyle bir masaya oturup onların başıyla konuşmak... öyle şey olmaz". Bu sözler, Cumhurbaşkanı'nın girişimlerine tepki olarak söylense de Özal'ın işini kolaylaştırdı. Çünkü Org. Güreş'in verdiği örnek Özal'ın düşündüğü çözüme uygundu. O da PKK ile doğrudan temas yerine, HEP'lilerle görüşmeyi ve mesajını bu kanaldan iletmeyi düşünüyordu. Ateşkesin önemli bir şans olduğu kanısındaydı. Nevruz'un olaysız geçmesinden umutlanmıştı. Kafasındaki "PKK'lıları afla dağdan indirme planı"nı uygulamaya koymak için en uygun ortamı yakaladığına inanıyordu. Ancak Başbakan Süleyman Demirel'in, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü'nün ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in basmakalıp demeçlerle barış sürecini baltaladıklarını düşünüyordu. Oysa "her yeni durum, bu yeni duruma uygun politikalar gerektirir"di. Kendi teklifinin o gün itibariyle Meclis'ten geçmesinin olanaksızlığını biliyor, buna bir çare arıyordu. Zamana ihtiyacı vardı. 25 günlük ateşkesin mutlaka uzatılması gerekiyordu. Köşk'ün siyasi danışmanı Cengiz Çandar o günlerde Celal Talabani ile telefonla görüştü: "Söyle Apo'ya, tekrar, şartsız ve süresiz uzatsın ateşkesi" dedi. Özal: Askerin bir kanadı da benim gibi düşünüyor Ateşkesin süresinin dolmasına 2 hafta kala önce Celal Talabani çıktı Köşk'e, sonra da HEP milletvekilleri... Özal onlara zamana ihtiyacı olduğunu hissettirdi. O görüşmenin ayrıntılarını Sırrı Sakık şöyle anlatıyor: "'Gidip ateşkes sürecini uzatmalısınız' dedi. Hatta şunu söyledi: 'Tepki alabilirsiniz. Size saldırabilirler, ama bana da saldıracaklar. Hep birlikte bunu göğüslemek zorundayız. Çünkü bu sorun el yakıyor. Bazı siyasiler Kürt sorunu diye korkabilirler, ama görebildiğim kadarıyla askerlerin bir kanadı da artık benim gibi düşünüyor!' dedi bize... Ve giderken de 'Ben arkanızdayım, gidin' dedi." Nisan ayı başında HEP'liler bu mesajla Apo'ya giderlerken Özal da o uzun Türki Cumhuriyet gezisine çıktı. Müthiş bir arabulucu trafiği başlamış ve herkes bu kanlı düğümün Nisan ayı içinde çözülmesi için seferber olmuştu. İlk mesaj Suriye'den geldi. Talabani, Cengiz Çandar'ı arayarak "Öcalan'la görüştüm" dedi. "Hemen bir basın toplantısı düzenleyerek ateşkesi şartsız ve süresiz uzattığını açıklayacak. Sayın Cumhurbaşkanı'na bildirebilirsin". Uçakta tarihi konuşma Çandar hemen ilk uçakla Azerbaycan'a uçtu, Özal'la buluştu. Gezinin sona erdiği 15 Nisan Perşembe günü, heyet Türkiye'ye dönerken uçak Türk hava sahasına girince Cumhurbaşkanı'nın yanında oturan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, yerini Cengiz Çandar'a verdi. Özal "Nedir vaziyet, anlat bakalım" diye sordu. Çandar: "Apo yarın basın toplantısı yapıp, ateşkesi uzattığını açıklayacak" dedi. Özal düşünceliydi: "İyi de açıklasa ne olacak" dedi. Sonra sorusunu kendisi yanıtladı: "Bu iş böyle devam edemez. Eğer önümüzdeki bir ay zarfında da bu işi çözecek bir tavır ortaya konmazsa terör geri dönebilir ve korkarım ki eski dönemi arayacağımız şiddette geri dönebilir." Hükümetin "Güneydoğu ahalisinin hissiyatını ve PKK'nın pozisyonunu" hesaba katmadan açıklamalar yapıp işi güçleştirdiğini kanısındaydı: "Aslında kanun hükümünde bir kararnameyle hemen kademeli bir af çıkarılabilir ve PKK'lılar dağdan indirilebilir. Yöneticileri de 5 sene sonra legal siyasi hayatın içine çekilebilirler, ama şimdi ben bu öneriyi getirsem Süleyman Bey, hem asker korkusundan, hem de bu işi çözme şerefi bana maledilmesin diye engeller" diye dert yandı. "O halde korkuyu temelinden çözmekte yarar var" diye konuştular. Yani? Yani "önce askeri ikna etmek..." Asıl cephede savaşan asker buna ikna olursa hükümet "Başüstüne Paşam" der ve imzalardı. "Zaten asker, birçok konuda sivillerden daha esnek, hiç şüphen olmasın" dedi Özal ve sonra, kimi zaman yaptığı gibi üst dudağını alt dudağının içine gömüp düşünceye daldı. Uçak Esenboğa'ya yaklaşırken tarihi kararını Çandar'a şöyle açıkladı: "Eğer bu bir ay zarfıda bunlar (hükümet) hiçbir adım atmazlarsa her şeyi göze alarak ortaya çıkacağım ve çözüm formülünü ilan edeceğim. Bu benim Cumhurbaşkanı olarak bütün halkıma karşı tarihi sorumluluğumdur. Bu momentumu kaçıramayız çünkü..." Halkın karşısına çıkarak çözüm formülünü açıklayacak ve devleti harekete geçiremezse, belki de yeni bir oluşum içinde siyasete dönerek tarihi saydığı bu misyonu bizzat uygulamaya koyacaktı.
-
1993 yılında Cumhurbaşkanı Özal'la Öcalan arasında yaşanan mesaj alışverişini, dönemin tanıklarının anlattıklarından aktarmaya devam ediyoruz: Apo, 1993 Mart'ındaki basın toplantısında gazetecilerin karşısına ilk kez üniforma yerine kravatla çıktı. Kendisine bu aklı, El-Hayat gazetesi yazarı Kamran Karadagi vermiş, "Öyle savaşçı gibi çıkma ortalığa" demişti. Apo, ateşkesi bu havada açıkladı: "Zorunlu bir meşru savunma durumuna düşmedikçe biz 20 Mart'tan 15 Nisan'a kadar ateş etmeyeceğiz" dedi. Bu süreci başlatan Iraklı Kürt lider Celal Talabani, basın toplantısı boyunca Apo'nun hemen yanında oturuyor, yaptığı işten memnun gülümsüyordu. Ateşkes başarılı olursa hem Kürt federe devletinin Türkiye ile ilişkilerini düzelteceğini, hem de kendisinin de başını ağrıtan PKK sorununu halledeceğini umuyordu. O ünlü basın toplantısından hemen sonra "arabulucu olup olmayacağı" sorusuna şu karşılığı verdi: "Eğer hem Türk hükümeti, hem de Öcalan arabulucu olmamı isterse barış istikrar ve demokratik bir çözüm için bunu kabul edebilirim." Özal ve Demirel'e mesaj O basın toplantısını izleyen gazeteciler içinde ikisinin özel misyonu vardı: Biri Başbakan Demirel'in danışmanı İlnur Çevik'in Daily News gazetesinde çalışan ve PKK konusuna hakimiyetiyle tanınan İsmet İmset, diğeri ise Cumhurbaşkanı Özal'ın siyasi danışmanı Cengiz Çandar... Basın toplantısı bittikten sonra Öcalan, kendisiyle özel görüşme talep eden Cengiz Çandar'ı yanına davet etti. Talabani de odaya buyur edildi. Talabani, "Siz işinizi kendi aranızda halledin" diyerek bu teklifi reddetti. Görüşmeye İsmet İmset de dahil olunca, Apo, Çandar'a "Başbaşa görüşelim" diye fısıldadı. Çandar, "Benim İsmet'ten gizli konuşacağım bir şey yok" yanıtını verdi ve durumu şöyle açıkladı: "Ben bu görüşmeyi Özal'a ileteceğim, İsmet de Demirel'e nakledecek. Biri Cumhurbaşkanı, diğeri Başbakan..." Artık Apo, vereceği mesajların kimlere gideceğini biliyordu. Ancak Çandar bir ekleme yaptı: "Yalnız şunu bil" dedi, "Benim adım Cengiz Çandar, O'nun adı İsmet İmset... Özal ve Demirel ile müzakere ediyor değilsin. Bizle konuşuyorsun. Biz sadece söylediklerini harfiyen bu isimlere naklederiz." Öcalan 45 dakika süren o görüşmede Özal'ın Kürt sorununa cesur yaklaşımını öven sözler söyledi. Ancak hükümetin ayrı, Köşk'ün ayrı dilden konuştuğuna dikkat çekti: Sonunda lafı somut teklifine getirdi: "Güneydoğu'da büyük çapta temizlik operasyonlarına geçmezseniz, ben de üzmem kimseyi..." dedi: "Birkaç gün sonra Nevruz geliyor, size taahhüt ediyorum ki, yaprak kımıldamayacak. Sayın Cumhurbaşkanı'na da, Sayın Başbakan'a da bunu söyleyebilirsiniz." "Bu adam deli mi?.." Cengiz Çandar görüşmeden çıkar çıkmaz hemen telefona sarılıp Köşk'ü aradı. Ama daha lafa girmeden hattın diğer ucunda Özal'ın öfkeyle bağırdığını duydu: "Bu herif deli mi... Ne Türkiye'ye dönmesinden bahsediyor bu!.." diye soruyordu Özal... Apo'nun o gün El-Hayat gazetesinde Kamran Karadagi'ye verdiği demeci okumuştu; yakında Türkiye'ye geleceğini söylüyordu Apo... Çandar, bu demecin, "iç tüketime dönük" olduğunu söyedi "Apo kendi tabanına hava basıyor. Önemsemeyin" dedi. Apo ile 45 dakika görüştüklerini ve bir mesaj getirdiklerini anlattı: "Tek ricam, ben dönene kadar bu konuda bir demeç vermeyin" dedi. Özal sakinleşmişti. "Peki" deyip kapattı. Özal'ın PKK'yı dağdan indirme planı Dönüşte İsmet İmset, ayağının tozuyla Ankara'da devletin zirvesine bilgi verdi. Kendi deyimiyle "son derece olumlu bir tepki aldı". Bir gazeteci olarak hem tarihi bir haberleşmeye tanıklık ediyor, hem de dökülen kanın sona ermesine katkı yapabileceğini düşünerek seviniyordu. Cengiz Çandar ise Özal'la ancak ertesi gece sahurda görüşebildi. Cumhurbaşkanı ilk olarak Türkiye'nin başına bunca dert açan Apo'nun ne menem biri olduğunu sordu: "Anlat bakalım, nasıl bir adam bu" dedi. Çandar kendine özgü üslubuyla "Bildiğiniz keko... bölgenin insanı" diye lafa girdi: "Olmaz ya, adam şu an herhangi bir partiden milletvekili olsa, İstanbul Çakıl Gazinosu'ndaki, Diyarbakırspor gecesinde bağış toplatıp dansöz oynatacak; sonra Diyarbakır'ın kanalizasyon meselesi için heyet gelecek, çözemeyecek. Yani durumu normalleşse, efsane bitecek." Özal güldü: "Tip bu mu yani". "Ya ne olacak" dedi Çandar, "Bizim memleketin insanı... Türkiye'de siyasette aktif olmak istiyor, hesap bu..." Cumhurbaşkanı, Apo'nun ilettiği sözleri dikkatle dinledikten sonra kafasındaki çözüm önerisini ilk kez açtı. Bu "Özal'ın PKK'yı dağdan indirme planı"ydı: "Şimdi önemli olan ateşkesi kalıcı kılmak. Bunun için de dağdaki adamları indirmek gerek. Onun için af çıkarmak lazım. Üstelik affa önder kadrosunu ilave etmezsen sabote ederler. O yüzden kademeli bir affa ihtiyaç var. Hiç kimseyi öldürmemiş olanlara silahlarını bırakmaları halinde dağa çıkmadan önceki hayatlarını aynen garantilemek lazım. Yöneticiler için de şartlı bir madde ilave etmek gerekir. Mesela 5 yıl yasaklı tutup, o 5 yıl içinde suç işlemezlerse otomatikman siyasi haklara kavuşmaları gibi bir şey yapmak lazım..." Özal adeta kafasında yasayı oluşturmuş gibi konuşuyordu. Çandar hayretle: "Bu Meclis'ten bu yasa çıkar mı" diye sordu: "Çıkmaz" dedi Özal... "O yüzden bir yol bulmak lazım. Ben de bunu düşünüyorum." "Yeni bir süreç başlıyor" Gün ışımıştı. Özal bir yandan bunları anlatıyor, bir yandan da oruç ağızla, saat 10.00'da yapılacak MGK toplantısına gitmeye hazırlanıyordu. Toplantının ertesi günü Nevruz'du ve bayram tatili başlıyordu. "Şimdi hemen böyle heyecanla 'Apo bilmem ne dedi' diye devlet toplanıyor, MGK tepki veriyor gibi bir görüntü vermemek lazım" dedi. Kurul'da ateşkes meselesini hiç gündeme getirmeyecek, bayram tatilinden de yararlanarak zaman kazanmaya çalışacaktı. Ayrılırken, "Yeni bir durum var ortada. Yeni bir süreç başlıyor gibi" dedi.
-
"2. Mustafa Kemal olmak..." Mart 1992'de Türkiye, tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde tam 57 kişi öldü. Cumhurbaşkanı, sorunun şiddetle çözülemeyeceğini görüyordu, ancak PKK'nın uyguladığı şiddete karşı da başka kozu yoktu. Kendisinin "Double track" dediği planı yürürlüğe kondu: Bundan böyle işi "iki koldan" yürütecekti: Bir yandan şiddete en sert yöntemle karşılık verecek, öte yandan da gizli diyalogla çözüm arayacaktı. HEP'lilerle temas o aşamada başladı: HEP Milletvekili Sırrı Sakık Özal'la görüşmelerini şöyle anlatıyor: "Bir arayış içerisindeydi. 'Ülkenin en büyük sorunu bu... Bunu çözmek istiyorum' diyordu. Kendisine `Bu sorunu halleden 2. Mustafa Kemal olur' dedik. Çözüm için, parlamentodaki Kürt milletvekillerine büyük görev düştüğünü, silahın ve şiddetin Türkiye'nin gündeminden çıkması için büyük özveriler gerektiğini söyledi." "Kürt sorunu nasıl çözülmez" 1992 yazında Özal'ın "siyasi çözüm önerisi" kağıda döküldü. ANAP Milletvekili Adnan Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor hazırladı: Bu raporda "Kürt meselesinin ciddi bir çözüm bulunamaması halinde bir iç harbe dönüşebileceği" belirtiliyor ve şöyle deniliyordu: "Askeri çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek, Kürtler'in siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp, PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır." Özal, bu rapor üzerinde kendi el yazısıyla bazı değişiklikler yapıp, "kendi raporu" olarak Başbakan Demirel'e gönderdi. O yaz, bu yaklaşım doğrultusunda adımlar atmaya başladı: MGK'da GAP televizyonundan Kürtçe yayını savundu. Ağustos ayında Kürtçe eğitimin serbest bırakılması gerektiğini söyledi ve "Ben karşıyım ama federasyonu bile tartışmalıyız" dedi. İşte bu noktada askerler itiraz ettiler. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş "Bunun tartışılması bile askerin moralini bozar, beni de sıkıntıya sokar" dedi. Apo'nun mesajı Köşk'te 1992 kışında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin büyük operasyonu başladı. PKK, Kuzey Irak'ta ilk kez Iraklı peşmergelerle ortak harekat yapıyordu. Bu işbirliği büyük oranda Eylül ayında Köşk'te yapılan Iraklı Kürt ve Türkmen liderler zirvesinin sonucuydu. Barzani güneyden bastırıyor, TSK da Hakurk'tan sıkıştırıyordu. Bir yandan operasyon sürerken, bir yandan da Nevruz yaklaşıyor, Türkiye, bir önceki kanlı Nevruz'un tekrarlanacağı kuşkusuyla gerginleşiyordu. İşte o aşamada Talabani bir girişim yapıp Apo'yu ateşkese ikna etti. Bu mesajı Türkiye'ye iletmesi için de Arap dünyasının etkili gazetelerinden El-Hayat'ın yazarı Kamran Karadagi'yi seçti. Karadagi sonrasını şöyle anlattı: "Talabani bu barış girişimi çerçevesinde Öcalan'ın ateşkese hazır olduğunu Türk tarafına iletmemi isteyince hemen Türkiye'deki dostlarımı aradım. Mesajı Özal ve Demirel'e ulaştırdım." Karadagi'nin aradığı dost, Cengiz Çandar'dı. Çandar, ertesi gece Köşk'teki bir iftar yemeğinde mesajı Özal'a iletti: Özal "Açıklasın bakarız" diye kestirip attı. Basın toplantısına gidecek gazeteciler arasında Cengiz Çandar da vardı ve Apo'nun O'nunla baş başa görüşüp, kendisine iletilmek üzere bazı mesajlar vereceğini biliyordu. Bu, hiç deklare edilmedi. Yarın işler sarpa sararsa Özal, "Benimle ilgisi yok" deyip çekilecekti. İş, olumlu yönde gelişirse Çandar devreden çıkacak ve konuyu asıl sahiplerine devredecekti. Çandar böylece Apo'yla görüşmeye Bekaa'ya gitti. Görüşme biter bitmez Özal'ı arayacaktı. Özal: "Anlat bakalım, nasıl bir adam bu Öcalan!"
-
Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü: Bugünleri Kavramak için geçmişin iyi anlaşılması gerekiyor. Amaç bu olunca içinde bulunduğumuz açılım tartışmalarına ışık tutacağını düşündüğüm Can Dündarın nette yayınladığı "Özal - Apo Pazarlığının İçyüzü." yazı dizisininin son bölümünü buraya alıntılamak istedim... "Sessiz diplomasi" Her şey Körfez Krizi'nde başladı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD Başkanı Bush'la sık sık görüşüyor ve Irak'ta daha aktif bir politika izlemek istiyordu. Elinde bir "Türkmen kartı" vardı, ama zayıf bir karttı. Irak'ta söz sahibi olabilmek için "Kürt kartı"nı da elinde bulundurması gerektiğini düşünüyordu. İşte tam o günlerde Iraklı Kürtler'den "Bizim vatandaşlarımızın soydaşları" diye söz etti. Türkiye nasıl Batı Trakya'da, Kıbrıs'ta soydaşlarına yapılanlar karşısında sessiz kalmadıysa, bu tezle, Kuzey Irak'taki soydaşlarına karşı da duyarsız kalmayacak ve böylece müdahale zeminini yaratmış olacaktı. Yalnız bir sorun vardı: Iraklı Kürtler'den "soydaşlarımız" diye söz edebilmek için Türkiye'nin önce kendi Kürt vatandaşlarının kimliğini tanımış olması gerekiyordu. O dönem Özal'ın siyasi danışmanı olarak görev yapan gazeteci Cengiz Çandar, Cumhurbaşkanı'na bu konuyu hatırlatınca "Elbette bu yönde adımlar atacağız. Ama zaman lazım" yanıtını aldı. Çandar tam o günlerde Talabani ile bir röportaja gidiyordu. Özal'a "Bu görüşlerinizi Talabani'ye iletebilir miyim" diye sordu. Olumlu yanıt aldı. Çandar, "Türkiye kapısının açık olduğu" mesajıyla Talabani'ye giderken, Özal da konuyu MGK gündemine getirdi ve "Irak Kürtleri'ne sahip çıkma" planını askerlere açtı. Söylediği şuydu: "Talabani ve Barzani, Türkiye'ye her bakımdan muhtaçtır. Bunları itip PKK'nın ya da ABD'nin kucağına atmak yerine iletişim kuralım ve kontrolümüze alalım." Bunun üzerine dönemin Genelkurbay Başkanı Org. Doğan Güreş şöyle dedi: "İngilizce'de 'Silence process' denilen bir yöntem var, yani sessiz diplomasi... Bu konuyu aleni, açık bir şekilde gündeme getirmeyelim. Çok düşük seviyede sessiz bir diplomasi uygulayalım." Kürt realitesi tanınıyor Nitekim öyle yapıldı. Irak krizi patladıktan iki ay sonra Mart 1991'de Iraklı Kürt lider Celal Talabani gizlice Türkiye'ye geldi. Teması, Köşk'ün diplomat kökenli basın sözcüsü Kaya Toperi sağladı. Talabani, o gelişinde Cumburbaşkanı ile değil, Dışişleri yetkilileri ve ihtihbaratçılarla görüştü. Ancak burada somut bir sonuca ulaşamayınca 1991'in Haziran ayında bu kez Özal'la randevulaştı. Özal görüşmesi öncesi heyecandan titriyor, şunları söylüyordu: "İlk kez bir Türk Cumhurbaşkanı bir Kürt liderlerle görüşecek. Bunun Kürtler için ne anlama geldiğini, nasıl bir kilometre taşı olduğunu kimse anlayamaz." O dönemde Irak Kürtleri, PKK'ya karşı Türkiye'yle ortak hareket etme kararı aldılar. Özal Kürt sorununa ilişkin en cesur çıkışları da o yıl yaptı. Önce Kürtçe konuşmanın serbest bırakılmasını gündeme getirdi. Ardından meselelerin diyalogla çözülmesi gerektiğini söyledi: "Adam kendine 'Kürt' diyorsa, 'Hayır, Sen dağ Türküsün' denmemeli" dedi. Başbakan Demirel'in Diyarbakır'da yaptığı "Kürt realitesini tanıyoruz" açıklaması da o yıl sonuna denk geldi.
-
Geçen gün nette dolaşırken aşağıya alıntılayacağım yazıyı ve anektotları okuyunca, yaşadığımız bu günleri anlamak için geçmişi anlamak ne kadar da önemli diye düşündüm. Bu günleri yaşarken mangalda kül bırakmayanların geçmişte neleri yapmakta erindiklerini kavramak bir o kadar önemliydi benim için... Bir şey daha aklıma geldi ve şunu sordum kendime, bu günün liderleri, onun gibi özgülükleri sınırlandığında beş parasız bir yaşamın içine düşerler mi acaba diye? Hatırlarsanız herkes Ecevit'çiydi bir günler... Adaylar en çok DSP'ye rağbet ediyorlardı. Her gazete köşesinde, her kahve sohbetinde Ecevit'in erdemleri konuşuluyordu. Öyle olunca da insan ister istemez merak ediyor; "Mazlum severliği ile ün yapmış toplumumuz, acaba Ecevit'i, altından koltuk çekildiği dönemde de bu kadar çok seviyor muydu" diye... Bu sorunun yanıtını en iyi bilebilecek insanların, Başbakan'ın 12 Eylül dönemindeki hapishane arkadaşları olabileceğini düşününce bir gazeteci ve Ecevit'in o dönemine tanıklık etmiş insanlarla konuşmuş. Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'ndeki gardiyanından, avukatından, hapishane arkadaşlarından "Mahpus Ecevit"i anlatmalarını istemiş. Ve dinleyip yazıya döktüklerini okuyunca sizlerde anlayacaksınız ki; Ve hele içinde bulunduğumuz dönemde yaşatılmaya çalışılan mazlum edebiyatının yansımaları üzerine düşündükçe aslında... Türkiye halkının mazlumseverliği efsanesi yerine, "Ye kürküm ye" masalına inanmak daha gerçekçi olacaktır.
-
Açılım' çocuklarla mahkeme arasından çıkamıyor
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Sayın Jan; Ulusal mücadeller, sokakta taş atan çocuklarla yapılmaz. Ulusal kazanımlar bilinci olan toplumlarca sonuçlandırılır. Bunu kavramak için kurtuluş savaşının gerçeklerini gözlemlemek yeterli olacaktır. Ortadoğunun kargaşa toplumlarının temelsiz yaklaşımlarını ulus bilinci ve mücadelesi olarak sunmak bir hatadır. Size yazılan her yazıda anlatılmak isteneni görmezlikten gelmenizi kısır çekişme, Kendinizi bakın ben kürt değilim ama onların ulusal haklarının destekçisiyim diye sunmanızı şark kurnazlığı olarak değerlendiriyorum. Eğer kendinizi olduğunuzdan farklı tanıtıyorsanız bilinki, Kurtuluş savaşı, İngiliz, Fransız, ve Yunan halklarının içinden destekçilerle değil ulusun kendi bilinci ve haklı mücadelesiyle kazanılmıştır. Diğerinde ise şark kurnazlığı yüz yıllardır kendi haklılığında bile hiç bir olumlu sonuç elde edememiştir. Sevgilerimle . -
" TEKEL işçilerinin eylemi, Hükümete karşı bir darbe hazırlığı mıdır? "
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Ezel'in Ramiz Dayısı, Başbakan Erdoğan'a Tekel işçileri için öğüt verirse... Bu haftaki Leman dergisinin kapağında izleyicileri ekrana kilitleyen Ramiz Dayı ve Başbakan Erdoğan vardı. Bakın Leman, Ramiz Dayı'nın öğütlerini nasıl gündeme uyarladı. www.radikal.com.tr 10/02/2010 11:56 -
Açılım' çocuklarla mahkeme arasından çıkamıyor
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Açılım' çocuklarla mahkeme arasından çıkamıyor... Taş attın ama çocuksun; cezan 5 yıl! Şırnak'ta izinsiz gösterilerde polise taş attığı gerekçesiyle yargılanan 14 yaşındaki bir çocuk, 10 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, sanığın yaşının küçük olması nedeniyle yarı oranında indirildi. Devlet Güvenlik Mahkemeleri 13 yılda 2 bin 601 çocuktan 624'ünü mahkûm etmişti. Ağır ceza mahkemeleri ise sadece son dört yılda 2 bin 400 çocuktan 175'ine ceza verdi, birçok dosya da Yargıtay'da... Kaynak: www.radikal.com.tr 10/02/2010 02:21 -
MHP , Başbakana teşhis koydu: Dunnig-Kruger sendromu MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, MHP ve Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye yönelik, "Biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz" şeklindeki sözlerini eleştirerek, "Ben Başbakan'a teşhisi koydum. Dunning-Kruger sendromu (cahil cesareti).... Nobel ödülü kazanmış bir tespittir" dedi. Kaynak: www.radikal.com 10/02/2010 01:59
-
İstanbul'da tiyatro mühürlendi! Vakit Gazetesinin hedef gösterdiği oyuncular koruma istedi... Vakit Gazetesi tarafından kutsal değerlere hakaret edildiği iddia edilerek hedef gösterilen Yala Ama Yutma oyununun sahnelendiği Kumbaracı 50, Beyoğlu Belediyesi tarafından mühürlendi. Oyunda yer alan sanatçılar valilik ve emniyete başvurarak koruma talep etti.Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (IATC) Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen: Bu mühür, tiyatroya balyoz indirilmesiyle, buldozer saldırısıyla eş değerdir. “Yala, ama Yutma” başlıklı tiyatro oyununun gösterimi böylece engellenmiştir, ancak asla ve asla yalanıp yutulacak bir olay değildir. Kaynak: haber.kanald.com 10.02.2010 10:30 Bu Gelişmelerin, özellikle böyle bir 'mühürlenme' surecinden sonra, halk ve duyarlı sanatçılar tarafından her şekilde protesto edilmesi gerekiyor. Biz uyurken zaten kısıtlı olan ifade özgürlüğümüz bu iktidarın elinde eriyip gidiyor. Sansürsüz bir hayatın asla iktidar/güç odaklarından gönderilen iyi niyet zarfının içinden çıkmayacağını artık anlamak ve gittikçe muhafazakârlaşan dini bir atmosferin boğucu kısıtlamalarını istemiyorsak, medeni cesaretimizi sergilediğimiz zamanın ve faaliyetin televizyon önünde mayıştığımız zamanla bir mukayesesi de gerekiyor. Yıl 2010 ve bu yaşananlar üzerine, Yüce Önderimiz, ATA'mızın şu sözünü hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. Ve anlaşılmasını dilemek... " SİZ; BAŞBAKAN, CUMHURBAŞKANI, GAZETECİ OLABİLİRSİNİZ AMA SANATÇI OLAMAZSINIZ. "
-
Vakit'in 'SANAT' düşmanlığı sürüyor... Vakit gazetesi "Yala Ama Yutma" oyununun ardından "Dar-ül Love" isimli operayı hedef gösteren bir haber yaptı. Haberin ardından oyunun ilk gösteriminde küçük bir grup olay çıkartmak istedi. Vakit gazetesi yaptığı haberde oyundan şöyle söz ediyor: "Ölüm döşeğindeki bir travesti Aleaddin Keykubat'la içoğlanı Hamel'in sözde aşkı konu ediliyor. Tahrikçi operaya 18 yaş sınırı konulması hedef kitlesinin de kim olduğunu belli ediyor. Müslüman-Türk milletinin manevi değerlerini bozarak yıpratmaya çalışan Garanti Bankası'nın bu etkinliği son dönemdeki ahlaki yozlaşmanın boyutunu gösteriyor." Ali Cem Köroğlu'nun yönettiği, performansını Nuri Harun Ateş'in yaptığı oyunun özeti ise şu: "Erkeğin erkeğe aşkında herkesin rolü kayıp. Bir travesti zaman ve mekânını yitirmiş son rüyasının içinde sokakların bilediği topuklarıyla karanlığın bilediği yalnızlığında yürüyor ölümüne doğru... Ne kendinde izini sürdüğü kadın kadın, ne dokunduğunu sandığı erkek erkek... Ama ihanet aynı ihanet, nefret aynı nefret, ölüm aynı ölüm..." "Dar-ül Love" yalnızlık, yaşlanmak ve korkmak üzerine bir yeni opera. Yıl 2010 ve bu yaşananlar üzerine, Yüce Önderimiz, ATA'mızın şu sözünü hatırlatmak gerekiyor. Ve anlaşılmasını dilemek... SİZ; BAŞBAKAN, CUMHURBAŞKANI, GAZETECİ OLABİLİRSİNİZ AMA SANATÇI OLAMAZSINIZ.
-
Farkında olmadan konu dışına çıkmaya başladık değerli arkadaşlarım... Konuyu tartışmaya açan arkadaşımız, "Cumhuriyet Halk Partisi (Chp) partinin geçmişini size anlatmayacağım en köklü parti olan ve deniz Baykal ile özdeşleşen 6 oklu parti eğer gereken yapılmazsa parçalanacak." diyerek konuyu başlatmıştı... Konunun kendi içinde akışıyla farkında olmadan farklı bir yere gitmemiz elbette doğal, bunda kimsenin farklı bir amacı olmadığıda ortada... Şuradaki başlık yazısına dönüp hatırlarsak eğer... http://www.turkish-m...post__p__853179 Sanırım son söz şu olmalı... Nerede Kalmıştık... Yararlı paylaşımlarda buluşmak dileklerim ve saygılarımla..
-
İkizler Kadını ile Kova Erkeği arasındaki uyum
GeceKuşu şurada cevap verdi: berceste başlık İkizler Burcu
-
Kürt Halkına Karşı Top Yekün Savaş...
GeceKuşu şurada cevap verdi: ''biji tirkiye'' başlık Gazete Haberleri Paylaşımı
Başlık öylesine iddialı olarak atılmıştı ki, nasıl bir topyekün savaş olduğunu anlamak için haberi bende araştırdım.. Ne yazık ki bu topyekün imha savaşına sadece iki haber kanalı yer vermiş haberlerinde... Onları buraya alıntılamakta yarar olduğunu düşünüyorum. Tek kaynaktan beslenmemek adına. Başlığa bakar mısınız "Kürt Halkına Karşı Top Yekün Savaş..." alıntı yapılan kaynakta bile "Şırnak'ta minibüs tarandı!" denirken neden arkadaşımız böyle bir başlık atma ihtiyacı duydu? Bu nasıl bir bakış açısıdır anlamak çok zor. Böylesine dezenformasyon yaklaşımlara inanası gelmiyor insanın... -
" TEKEL işçilerinin eylemi, Hükümete karşı bir darbe hazırlığı mıdır? "
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Gazete Haberleri Paylaşımı
Anka: 8 Şubat 2010 50 günü aşkın bir süredir Başkent Ankara'da hak arama mücadelelerini sürdüren TEKEL işçilerine karşı yapılan uygulamaların mücadelelerinin ilk gününden beri tartışma konusu. Kimi milletvekilleri ile birlikte coplanan, biber gazına maruz bırakılan TEKEL işçilerine ilişkin kamuoyunda tartışma konusu olan uygulamalar, açlık grevine başladıkları günlerde de sürmekte. Bunun son örneği ise kendilerine çeşitli malzeme taşıyan belediyelere suç duyurusunda bulunulmasıdır. Basına yansıyan haberlerde, Ankara polisinin Çankaya Belediyesi ile İstanbul'daki 2 ayrı belediye hakkında tutanak düzenlediği, düzenlenen tutanağın İçişleri Bakanlığı'na gönderildiği öğrenilmiştir. İddialara göre; söz konusu belediyelerin TEKEL işçilerine yaptıkları odun, bank, çadır, naylon, çadır kurmakta kullanılan profil demir gibi yardımların belediyeye ait araçlarla yapıldığını tespit edilmiştir. Tespit doğrultusunda, 237 sayılı Taşıt Kanunu gereğince Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulduğu belirtilmiştir. *** Ortaya çıkan her başarısız uygulamalarının ardında "Ergenekon" paronayasını ortaya atan. İşin içinden çıkamadıkları zaman cinler,periler, şeytanlarla açıklamalar yapanlara şu soruları sormak gerekiyor aslında... _" Hak arama mücadelesi veren Tekel işçisi yurttaşlarımız bu ülkeye nereden gelmiştir? " _" TEKEL işçilerine soğuktan korunmak için yardımda bulunan yurttaşlara da herhangi bir soruşturma açılması düşünülmekte midir? " _" Hükümet üyesi Bakanlardan birinin 'şeytan karıştığını' ve bir diğer Bakanın da 'hak arama değil, Hükümete karşı provokasyon olduğunu' iddia ettiği TEKEL eylemi hakkında, Hükümete karşı bir darbe hazırlığı olup olunmadığı konusunda bir araştırma yapılmış mıdır? " _" Sayın Bakanların sözlerinden yola çıkarak, kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen davayla TEKEL eylemi arasında bir ilişki olduğuna dair araştırma yapılması söz konusu mudur? " _" Benzeri bir uygulama nedeniyle son 5 yıl içerisinde hangi belediyelere ceza verilmiştir? " Bu cezaların verilme nedenleri arasında çeşitli tarikatlara kurban derisi toplama, görevleri dışında seçimlerde oy kazanmak uğruna yapıldığı iddia edilen beyaz eşya ve erzak taşıma gibi nedenler var mıdır? . -
Bülent Arınç'ın Türk Silahlı Kuvvetleri'ne Karşı Husumetinin Kökeni ...
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Politika Bilimi
Sadece ona mı?.. Seçimler yaklaştıkça yine mağdurları oynamaya başladılar. Tabi yersek... Eh...Yersek tabi de, bazı arkadaşlarda Nobel ödülüne aday bile gösterebiliyorlar... . .- 53 cevap
-
- Bülent Arınç
- Türk Silahlı Kuvvetleri
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Bilim Dini Yok Etmelidir."Din ve bilim arasındaki bu uyuşmazlık doğaldır."
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Din Felsefesi
Sayın "ambrosia" Kutluyorum sizi iyi kurgulamışsınız... Ancak, önce var saymışsınız, ardından bu varsayımlar üzerinden kendinizce mantıki kanıtlar öne sürmüşsünüz... Tıpkı şu paradoksta öne sürülen mantıki kanıtlarda olduğu gibi... Mantık aynı, kurgu aynı okuyup çürütmek ister misiniz?- 8 cevap
-
- Bilim
- Tevrat İncil ve Kuran
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sanırım şu özdeyiş satırlarınızda anlatmak istediklerinize katkıda bulunuyor ... "Bazı insanlar hayatta hiçbir gayeye sahip olmadan yaşarlar. Böyle insanlar bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmezler; ancak suyun akışına kapılarak akarlar." Size eğer hoş görürseniz bir öneride bulunmak istiyorum. Şiirlerinizi sadece büyük harflerle yazmamalısınız. sevgilerimle
-
Teşekkürler sayın Dominik; Bizleri bilgilendirdiğiniz için... Umarım sizi yormadım, "Konuyu kamu oyuna bilinçli olarak olduğundan farklı yansıtan sayın Arınç ile ilgili ne düşünüyorsunuz?.." diye sormuş Ve bu soruya karşılık sayın Arınç ile ilgili görüşünüzü almak istemiştim aslında... Saygı ve sevgilerimle ...
-
Yürümez bu bisiklet.. Millet kafayı yedi azar azar... Arka tekeri yok bunun, iki başlılığa tam bir örnek olmuş bence...