Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** ...Ve Sevgili Can Yücelde şöyle diyor.!.. YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN... Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek. Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? ''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek. Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun? Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek... Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun? Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak. Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun? Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek. Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun? Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak. Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun? Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime. Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun? Nereden bileceksin? Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken... Kıskanmazdım. Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım. Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni.. Ama sen hiç benimle olmadın ki... YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN... Can YÜCEL *tna ***
  2. Sevgili süheda; Başta belirtmem gerekirse, acını benimde yürekten paylaştığımı söylemek isterim... Görüyorumki, ister istemez başlık ve konu çok doğal olarak seni olumlu yada olumsuz bir şekilde etkilemiş... Başlığın sunumunda konunun bu yönlere gidebileceği düşünülerek, "Duygularla oynamamaya özen göstereceğiz, yaşanan acıları aktarırken, dönemleri ve o dönemlere damga vuran ruh hallerini de çözmeye uğraşacağız... Zor ve tatsız bir konu. Umarız 'yaşam'ı bir kez daha sorgulamak açısından faydası olur..." Konu bu yönde bir açılımla sunulmak istendi..."'yaşam'ı bir kez daha sorgulamak açısından " Gerçeklerle bir kez daha yüzleşerek yada karşımıza çıkacak bu gerçeklere daha şimdiden hazırlıklı olmak amaçıyla, Yaşamdan örnekler buralara taşınmaya çalışıldı... Daha sağlıklı bir düşünce yapısına,duygularımızı köreltmeden yada yıpratmadan yaşanan yada yaşabileceğimiz acılar ve ruh hallerimiz ele alınmak istendi... Gerçekten Zor ve Tatsız bir konu ama yaşamın bir gerçeği... "Gene her zamanki gibi konudan kaçmak istiyorum neden bilmiyorum." ifaden senin içinde bulunduğun durumu , bütün çıplaklığıyla öne sürüyor... Benide bir şekilde neden buraya taşıdım ki diye kendimi sorgulamama neden oluyor aslında... Fakat bir şekilde bununla yüzleşmemiz gerekiyor düşüncesi ağır basıyor... Bu nedenle bizimle paylaşman yada kendinle yüzleşmen açısından hepimiz adına bir kazanım olabilir diye de düşünüyorum.. Senden, açılarını hatırlatmaya neden olduysam içten olarak özür diliyor... Acını paylaştığımı bir kez daha tekrarlayıp sevgilerimi yolluyorum...
  3. *** FETTULLAH DOSYASI - 1 "Hocanın Okulluları". ''Hoca'nın Görünmeyen Yüzü: Okulları'' isimli kitaptan alıntılar: 2 Medya ile calisan Strateji Grubu Özellikle medya, Gülen cemaatine çok olumlu yaklaşıyor. Doğrusu cemaat, medyayı çok iyi kullanıyor. Başlangıçta, televizyonlarda ya da başındaki söyleşiler, özel olarak seçilmiş kişiler tarafından yaptırıldı. Bunlar anlaşmalı röportaj ve yazılardı. Bunlar nasıl yapılıyor? Bilinen şeyler bunlar... Çeşitli yöntemler var... Basında maddi ya da manevi çıkar temin etme geliyor. Cemaat, Fethullah Gülen’in temas edeceği, söyleşi veya TV programı yapacağı kişilerle ilgili olarak çok ayrıntılı bilgi toplar. Onları değerlendirerek, uygulanacak stratejiyi saptar. Zaten, kendilerine uygun önerileri kabul ederler. Medya ilişkileri ile çalışan, çok geniş bir strateji grubu vardır. Bunlar, yazılı ve görsel basınla iletişim kurmanın yani sıra, içlerinden bazılarını sürekli beslerler. F. Gülen cemaatinin çok uzun yıllar kapalı ve sessiz kalıp, sonra birdenbire kamuoyunun gündemine girmesi, kuskusuz, çok ince bir politikanın sonucudur. F. Gülen, 30 yıla yakin bir zamandır bu cemaati oluşturmuş. Hiçbir gazeteci, ciddi bicimde, bu cemaatin yetiştirdiği gençlerin dünyasına girmeyi düşünmemiş. Çok sağlıklı bir araştırma, bazı şeylerin Türkiye’de ne kadar ters gittiğini ortaya çıkarabilirdi. ''Nabza Gore şerbet vermek...'' Son günlerde cemaatle ve hoca ile ilgili haber söyleşiler çok arttı. Bizlere, zaten, 1998 yılı başı itibarıyla cemaatin çok önemli hale geleceği söylenmişti. Öyle de oluyor. Hele cemaatin ödüllerini alan Ünlü kişiler... Bugün yükselen radikal Islama karsı Gülen’i umut ışığı görenler, kısa zaman sonra ne denli yanıldıklarını anlayacaklardır... İstanbul Gazi Mahallesi'nde meydana gelen olaylar sırasında incinmiş olan Alevilerin, bir anlamda desteğini almak için, 'Ben de Aleviyim' diyor F. Gülen. Bunu ağabeylere sorduğumuzda, 'Hoca efendi, bu sözleriyle ne demek istedi?' dediğimizde, bize söylenen suydu: 'O Kızılbaşlara ulaşabilmenin, hareketimize engel olmalarını önlemenin yolu, biraz gururlarını okşamaktan geçer. Nabza Gore şerbet vermek gerekir. Hoca efendi, bunu yapmıştır.' Cemaat, Sünnilik dışında bütün mezhepleri kesinlikle reddeder ve dışlar. Doğu’dan gelmiş Safii mezhebindeki bazı arkadaşlar, zorla Hanefi yapıldılar... Takiyye, cemaatin temel felsefesidir. Kullanılan kod isimler, uzatılmış saclar, uzun favoriler, modern görünüşler, gerektiğinde kızların baslarını açmaya zorlanmaları, hep hedefe varmak için kullanılan göstermelik hareket ve aldatmacalardır... Oysa hizmette, sürekli olarak, yıllarca beyinlerimize 'cemaat dışında dost olmayacağı, cemaat dışındaki bütün insanların çok kötü insanlar oldukları' aşılandı. Burç FM, STV, Sızıntı, Aksiyon vs'den oluşan bu cemaatin medyası, propagandalarını yapmak ve kendilerini tanıtmak acısından çok önemlidir. Yayınlarda tarihi ve güncel olaylar çok değişik açıdan yorumlanarak verilmek istenen mesajlar topluma ulaştırılır. Ama bilir misiniz ki, bu yayınlar biz cemaat öğrencilerine yasaktır. Bizler STV, Burç FM'i izleyemeyiz. O yayınlardaki çağdaş bir konuşma, konuklarla sohbetler ya da müzik programları bizim kafamızı karıştırabilir diye... Çünkü yayınlar, cemaatin kamuoyuna yansıyan yüzü için özel olarak seçilmiş programlardan oluşur.(*) Cemaatte 'kadın sesi kesinlikle haramdır' fikri, ilk öğretilenlerin basında gelir. Oysa STV’ de Eser - Engin Noyan cifti birlikte program yapmaktalar. Hizmet evlerinde aynen STV gibi Burç FM'i de dinleyemeyiz. Ağabeylere sorduğumuzda, 'bu yayınların ehli dünya için olduğunu, topluma hoş görünmek, taraftar bulmak, kabul görmek için özel olarak hazırlandığını, bizler için hayırlı olmayacağını' söylerler. Öte yandan, zar zor geçinirken, bizleri mecburen Zaman ve Sızıntı gibi cemaatin yayınlarına abone yaparlardı. Yurt ve evlerde kalan herkesin bir görevi vardı; Zaman gazetesi, Sızıntı dergisi sorumluları gibi. Onlara kazandırdıkları her abone için, 'ahirette sana su kadar Huri verilecek ve sevap yazılacak' diyerek çalışmaları, gazete ve dergilerin tirajlarının arttırılması sağlanırdı. *tna ***
  4. *** *** İKİNCİ ÖYKÜ İlayda henüz yedi yaşındayken annesini yitirdi. Babasıyla hem arkadaş, hem de aralarında tuhaf bir rekabet var. Zaman zaman babasıyla tartıştığında, annesini düşünüp ağladığı oluyor... Kız çocuklarının yaşamında anne figürünün apayrı bir yeri var. Onların çekiştiği, didiştiği, dertleştiği, paylaştığı, sıkı sıkıya tutunduğu bir figür anne... Ve annesi olmadan yola devam etmek zorunda kalan kız çocuklarının hep bir yanı eksik, hep bir boşluk hissi yaşıyorlar. Hele çocuk yaşta annesini kaybedenler, çok daha zor bir hayata yalnız katlanmak zorunda kalıyorlar. Şimdi lise son sınıf öğrencisi olan İlayda henüz ilkokulun başında, sadece yedi yaşındayken annesini göğüs kanserinden yitirmiş. Ölümü ilk idrak ettiği anı şöyle anlatıyor: "Okuldaydım, babam bir arkadaşıyla gelip beni okuldan aldı. Aslında ben annemin hasta olduğunu biliyordum, tesadüf eseri öğrenmiştim. Bir de babam eve birkaç psikolog getirmişti, onların bana karşı konuşmalarından da bir şeylerin ters gittiğini anlıyordum. Fakat kimse bildiğimi düşünmüyordu. Ben de her şeyi anladığımı kimseye anlatmıyordum. Annemin öldüğü gün babam gelip beni okuldan aldı. Annemi kaybettiğimizi ilk söylediğinde pek bir farklılık hissetmemiştim. Zaten beklediğim bir şeydi belki de..." Fakat ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamış. İlk yıllarında tam bir parçalanmışlık var. Babası, eşini yitirmenin yanı sıra, varını yoğunu hastanelere, ilaçlara yatırmış olduğu için, her bakımdan boşluğa düşmüş. Çok iyi para kazandığı bilgisayar şirketini elinden çıkarmak zorunda kalmış. Yani yaşamında pek çok şey altüst olmuş. Eşini kaybetmiş olmak, İlayda'nın babasını epey sarsmış. Hal böyle olunca, İlayda da o yılları hep bölük pörçük yaşamak zorunda kalmış: 'İki seneyi hafızamdan silmişim' "Annemin hastalığı sırasında hiç evde kalmadığımı hatırlıyorum. Halamda kalıyordum. Ara sıra görüşebiliyordum. Son zamanlarında, durumu kötüleştiği için annemle hiç görüşememeye başladım. O evde kalıyordu ama ben gidemiyordum. Annem öldüğünde de, bir süre okula gitmediğimi hatırlıyorum. Ondan sonraki iki sene ise neredeyse tamamen silindi zihnimden. O iki seneyle ilgili hiçbir şey hatırlayamıyorum desem yeri var. Sadece ilkokulun iki yılını Sinop'ta okuduğumu hatırlıyorum. Annemin bütün akrabaları oradaydı. İlk önce bana İstanbul'dan ayrılacağımla ilgili bir şey söylemediler. Bütün eşyalarım evden toplanınca bir yerlere gittiğimi anladım. Annem için okutulacak mevlit bahane edildi, Sinop'a gidildi. Babamın işleri kötüleşmişti, ardından deprem de geldi, İstanbul'da deprem olacağı söyleniyordu, bunlar hep bahane oldu galiba. Bir süre annemin akrabalarıyla yaşadım işte..." Daha sonra babası işlerini yavaş yavaş yoluna koymuş ve İlayda yeniden babasıyla birlikte yaşamaya başlamış. Aslında bu başlı başına zor bir durum. Çocukluğunu ve genç kızlığını annesiz geçirmek, babayla baş başa kalmak, bütün meselelerini onunla konuşmak zorunda olmak. Babası İlayda'yla arkadaş gibi yaşamayı tercih etmiş. Son derece anlayışlı bir 'arkadaş' olmasına rağmen, onu kendi prensipleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışması zaman zaman can sıkıcı oluyor. İlayda, babası kimi arkadaşlarından hoşlanmadığında ya da ona belli davranış kalıpları dayatmaya kalktığında bunlardan hoşlanmıyor. Mesela evde bir sürü kitap var ama sırf babası okuması için ısrar ettiğinden, o kitap okumak istemiyor. Tabii bir de evin yükü var. Evin temizliğini birlikte yapıyorlar, köpekleri Casper nöbetleşe dışarı çıkarılıyor, yemek işini ise pratik bir yöntemle halletmişler, genelde yemekler dışarıdan söyleniyor. Aslında İlayda çok bir şey paylaşma şansı olmayan annesini son derece gündelik meselelerde özlüyor: 'Babam da çok acı çekti...' "Keşke şimdi annem yanımızda olsaydı diye zaman zaman düşünüyorum tabii. Özellikle de babamla sorunlar yaşadığım zamanlarda. Annem hayatta olsaydı hayatım daha sakin olabilirdi diye düşünüyorum. Babamdaki değişiklikler de olmazdı. Mesela zaman zaman fazla alkol alıyor. Benim hatırladığım kadarıyla, annem hayattayken böyle bir durum yoktu. Hayatımız daha düzenliydi. Tabii annemin hastalığı onun işlerini bozdu, toparlanması zor oldu. O da epey acı çekti. Aslında babam anlayışlı bir insan ama, bence annem hayatta olsaydı daha anlayışlı olabilirdi. Beni tek başına yetiştirmekten dolayı tüm sorumluluk onun üzerine bindi. Bu yüzden bazen aşırı üzerime geliyor." İlayda babasıyla hem bir tür arkadaşlık, hem de tuhaf bir rekabet geliştirmiş. Babasının kadın arkadaşları olabileceğini biraz zor kabul etmiş mesela. Bir zamanlar halası ve babaannesi onun yeniden evlenmesi için çok ısrar etmişler, İlayda da zaman zaman babasıyla bu ihtimali konuşuyormuş ama babası yeniden evlenmeyi tercih etmiyormuş. Bütün bunlar bir yana, tartıştıklarında, mesela babası suratını astığı zamanlarda, onun herhangi bir kadın arkadaşıyla eğlenmesi İlayda'nın sinirini bozuyormuş. Buna bir çeşit kıskançlık da denebilir. Annesini düşünüp ağladığı durumlar da ancak böyle zamanlarda oluyormuş: "Annem öldüğünde hiç ağlamamıştım. Aslında büyüdükçe ve her şeyi daha iyi anladıkça da ağlamadım hiç. Durup dururken aklıma gelip de ağladığım olmuyor mesela. Belki de çok küçükken kaybettiğim için, durumun ciddiyetini o an fark edemedim, onu bana sürekli hatırlatacak çok bir şey paylaşma şansımız da olmadı. Sadece babamla tartıştığımız zamanlarda, keşke şimdi annem yanımda olsaydı diyorum ve ağlıyorum..." Onun için geçmişin puslu bir döneminde kalmış olan anne figürünün yerinde, belki de olmasını istediği 'mükemmel' bir figür yaratmış kendisine. "Bana çok düşkün olduğunu söylüyor herkes" diyor, "Yanımdan ayırmam, üniversiteye de gitse onunla giderim dermiş hep..." Elbette yitirilmiş ve insanların yaşamında büyük boşluklar yaratmış figürler, hep kafalarda olması istenen yerde konumlanır. İlayda da annesini öyle tasavvur ediyor. Ama yaşamın gerçekliği çok daha somut sorunları beraberinde getiriyor. Mesela İlayda'nın çocukluktan çıkmaya başladığı dönem, kuşku yok ki annesine en çok ihtiyaç duyduğu dönemdi. Babasıyla arkadaş gibi olmasına rağmen, konuşabileceklerinin, danışabileceklerinin bir sınırı vardı elbette. Anneannesiyle ya da akrabaları olan pek çok kadınla birlikte epey vakit geçiriyor olmasına rağmen, hiçbiri annesinin yerini tutmuyor. Kadın cinsine dair pek çok şeyi, babasının bir kadın arkadaşından öğrenmiş mesela. Oysa elbette her şeyi paylaşabileceği bir annesi olmasını istermiş... *tna ***
  5. *** *** Annesiz hayat çok zor İnternette,Ekşisözlük, Privatesözlük ve itiraf.com'da 'annenin ölmesi' üzerine yazılanlardan: # Başınız sıkıştığında teklifsiz aranandır anneler. Hüznün diyarında sıkışıp kalmışken gelen telefonla yalnız olmadığını hissettirir sana. Sevgilerin en güzelini ve karşılıksızlığını sunar. İleride onsuz geçirilecek zamanı düşünüp kısa bir panik yaşarsın bazen. Kendi kendine yetmeye çalıştığın zamanlarda bile uzaktan seni izleyen ve ihtiyacın olduğunda hemen yanında beliren annen yerine gölgeyle karşılaşacağını bilmek tarifsiz bir burukluğa bırakır kendini. Yanındayken özlersin. Zaman geçmesin istersin, bazen gözlerini kapatıp çocukluğuna döner ve ağlarsın. Bünyede yakıcı bir tat bırakır. Zordur annesiz kalmak. En zoru da annesizlikle bir anda tanışmak... # Gece olmuştur her şey normal gözükmektedir, anne neşelidir, kızına 'aşkım' diye hitap etmektedir... Ve sonra yan yana uyurlar, ne bir değişiklik vardır, ne anormallik ne de duygusallık ve sabah ezanında uyanılır, anne hemen yanda yatmaktadır fakat bir gariptir yatış şekli, nedendir bilinmez, uyandırılmaya çalışılır fakat uyanmaz, saatler önce içtiği bir kutu hap yavaşça kanına yayılmıştır, kalp durmuştur, sonrası hastane, elektroşok, koma, vücutta geri döndürülemez hasarlar, çok geç kalındığı beyanatı, yapılabilecek hiçbir şey olmadığı gerçeği, sessizce planlanmış ve uygulanmış bir intiharın altı gün sonra alınan sonucu. üstüme karabasan gibi çöken bu gerçekten aklımı söküp alamıyorum, dindirmeye çalıştığım gözyaşları, yanlarında olamadığım dostlar oldu, Tanrı'dan o melek anneye rahmet dilemekten başka elimden hiçbir şey gelmedi... # Hayatta yaşanabilecek en ağır ve acı duygulardan biri. Hiç kimse ölümü kendine ve yakınlarına yakıştıramaz. Ölüm, bize hep uzaklarda olan, televizyonlarda haberlerde duyduğumuz kötü bir şey gibi gelir. O bize uzak olan ölüm artık çok yakınımıza kadar gelmiş ve anneyi almıştır bu dünyadan. Ateş düştüğü yeri yakar lafının ne olduğunu işte o zaman anlar insan. İçin, sanki hiç bitmeyecek gibi acımaya başlar ama kimseler anlamaz senin acını senden başka. Anne toprağa konulur, üzerine bir kürek toprak da sen atarsın. Kış olur, kar yağmaya başlar. Annenin toprağının üzeri bembeyaz karlarla örtülüdür artık. İçin donar ve ağlarsın... # Bugün benim doğum günüm fakat gözlerim ıslak. Hiçbir zaman kutlayamayacağım bir günde doğmuşum. Benim doğumum annemin ölümü. Bir annemin olmasını o kadar çok isterdim ki... Heyecanlarımı, kaygılarımı, sıkıntılarımı, aşklarımı anlatmayı, onunla alışverişe çıkmayı, tartışmayı, sarılıp saatlerce ağlamayı... Tanrı'ya isyan edemiyorum 'Neden?' diye. Görmediğim annemi deli gibi özlüyorum. Sizler o kadar şanslısınız ki, lütfen sahip olduklarınızın değerini bilin... *tna ***
  6. *** 18'inci 2006 FIFA Dünya Kupası Almanya'da Başladı... Kupanın altındaki teknoloji Yüz binlerce kişinin sahalara koşmasını, milyarlarcasınınsa ekran başına çakılmasını sağlayan Dünya Kupası'nda bu yıl teknoloji dünyasına yönelik ilkler de görücüye çıkıyor HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLA>>> http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=sa&haberno=2981 *tna ***
  7. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bence Çok Haklısın Arkadaşım... ASLINDA BU KADAR MASRAFA DA GEREK YOK HEPSİNİ İÇİNDE BARINDIRAN İMAM HATİP KÜLLİYESİ AÇMAK YETERLİ... ZATEN KIZLARI OKUTMAYA DA GEREK OLMADIĞI İÇİN BU KÜLLİYEDEN ÜLDE BİR TANE OLMASI DA YETERLİ... AYRICA HER MAHALLE YERİNE HER SOKAĞA CAMİ YAPILSA DAHA İYİ OLUR...
  8. *** FETTULLAH DOSYASI - 1 "Hocanın Okulluları". ''Hoca'nin Gorunmeyen Yuzu: Okullari'' isimli kitaptan alıntılar: ''Bugun ortaya cikarak, yillarca birlikte yasadigim bu cemaatin aldatmacalarini ortaya koymanin altinda iki onemli neden var: 1. Onlarla birlikte oldugum sure boyunca yapilan baski ve zorlamalar sonucu, iki bucuk yil depresyon tanisiyla tedavi gormus olmam... Benzer bir durumu halen yasamakta olan bir diger ogrencinin babasini tanimam. 2. Din adina korkunc bir somuru duzeni kurarak, insanlari aldatan ve toplumu ortacag karanligina goturmek isteyen bu salgina, vatanini ve degerlerini seven bir kisi olarak dur diyebilmek... Okulun en basarili ogrencisi olarak 2. ve 3. siniflarda Imam-Hatip Ortaokullari bilgi yarismasinda yer aliyordum. Son sinifta okulun yakininda bir evde yasayan bazi agabeyler, bizimle ilgilenmeye basladilar. Bizi evlerine davet ederek, 'derslerimize yardim edeceklerini' soyluyor, ayrica bize cok hos ikramlarda bulunuyorlardi. 1989-90 ogretim yili boyunca evlerinde bize ders veren bu agabeyleri, siniftaki bir arkadasim araciligi ile tanidim. Saatlerce bize ders anlatir, bilmediklerimizi ogretir, bu arada sohbet ederlerdi. Bu agabeylerin, bizi calistirmalari karsiliginda maddi hicbir sey istememeleri bizim icin bulunmaz firsatti. Verdikleri derslere devam eden 6-7 ogrenciydik. Birgun geldi, 'neden boyle bize iyi davrandiklarini' sordugumuzda; 'Bizler okullarimizi bitirdigimizde ogretmen olmak istiyoruz. Sizlere ders anlatarak deneyim elde ediyoruz' dediler. Sozunu ettigim agabeyler, bana ilimli olmayi ogrettiler: Bizlere verilen egitimin amaci Imam-Hatip okullarinda da, Fethullah cemaatinde de ayniydi. Yani, Islami bir toplumu yaratmak... Islam devleti kurmak. Bu amaca ulasmada yol ve yontem farkliydi. RP ve onun gibi tanimlayabilecegimiz radikal gruplar , kendilerini soylem ve faaliyetleriyle ortaya koyarken; F. Gulen cemaati, cok daha yumusak ve ilimli bir goruntu cizmeye calisiyordu. Toplumsal tepki ve engellemeyle karsilasmamak icin, bize ogretilen yontem 'nabza gore serbet verme' anlayisi idi. Diger insanlar, 'Islamda kadinla tokalasmak haramdir' deyip kadinlarla tokalasmazlarken ve bir bakima zihniyetlerini acikca ortaya koyarken, bizim cemaatin elemanlari-insanlari tarafindan kabul gormek icin -kadinlarla birarada olmaktan kacinmazlar... Bu durumu baska bir ornekle daha aciklamak istiyorum: Mesela, Isik Evleri'nde kalan biz Nur talebeleri icin, coca-cola icmek kesinlikle haramdir. Fakat cemaate yeni girecek veya yeni girmis insanlarin evine gittigimizde, bize ikram edilen cola'lari, 'haram ' diyen agabeyler, bizden once davranir icerlerdi. Daima uyumlu ve ilimli bir goruntu vermek tedbir olarak vasiflandirilir. Agabeylerle oldugumuz 9-10 ay suresinde, bizden hicbir sey istemediler. Oylesine siki bir tedbir uyguluyorlardi ki, o insanlari onca sure taniyor olmamiza ragmen, namaz kildiklarini, Zaman gazetesi ve Sizinti dergisi okuduklarini, Fethullahci olduklarini anlamamistik. Bunlari, geriye donusumuzun artik olmayacagi bir zamanda ogrendik. Bu uzun zaman diliminde gazetelerini, kitaplarini, namazlarini, ibadetlerini bizden siki bicimde sakladilar. Daha sonra bu yontemi biz de ogrencek ve yeni gelenlere, bize ve dostlugumuza alisincaya kadar, hicbir sey belli etmeyecektik. Bu gizlilige, 'hizmette temel egitim' yani 'tedbir' deniyor. Cemaat mensuplarina herhangi bir onyargi ile bakilmamasi, onlarin tehlike olarak gorulmemesi icin, bu yonteme basvuruyorlar. Bu yontem 'Isik Evleri' icin cok gerekli. Ayrica, kamuoyu icinde cok olumlu bir goruntu veriyorlar. Gercek yuzlerini gostermezler. Bizi Izmir'e getiren ve o cok guvendigimiz agabeylerin gercek yuzunu gormeye basladik. Bize, kalacagimiz yurt icin cok guzel seyler anlatmislardi. Oysa, kalacagimiz yurt daha insaat halindeydi. Ve yurdun bitirilmesi icin, bizim de isciler gibi gunlerce calismamiz gerekiyordu. Bize, 'Ataturk Lisesi'nde okuyacaksiniz' demislerdi, oysa beni Buca Lisesi'ne, N'yi ise Sirinyer Lisesi'ne kayit yaptirdilar. Yeni yasam, yeni bir dunya...'' Donmemek uzere butun gemileri yakmis; butun belgeleri onlara vermistik. Okullara kaydimiz yapilmisti... Agabeyler de zaten bunu cok iyi biliyorlardi. Boylece ailelerinden cesitli vaatlerle kopartilmis, dunyayi tanimayan, hicbir sey bilmeyen bir suru zavalli cocuk... Artik, bu tarihten sonra bizim icin yeni bir yasam basliyordu: Fethullahcilik. Gercek boyle... Sonra da kati bir disiplin ve Said-i Nursi'nin ogretileri ile dis dunyadan tamamen kopuk, Fethullah Hoca'nin gorusleri dogrultusunda bir sisteme dahil ediyorlar, hizmete sokuyorlar... Bu cemaatin kendisiyle misyon edindigi 'Ilay-i Kelimetullah' yani Islami dunyanin her yanina ve her insanina goturmeye, Allah'in dini olan Islami ve anayasa hukmunde olan Kur'an-i Kerim hukumlerini hem fen hem de toplumsal yasamda etkin kilmaktir. Diger adiyla 'Kur'an hizmeti'.. Tedbir ise, Kur'an hizmetini yaparken bu hizmete hic kimse tarafindan zarar verilmesin, bu is yarim kalmasin diye alinan birtakim onlemlerdir. Bu onlemlere, diger adiyla takiyle ya da tev'il yoluna gitme de denir. Orneklemek gerekirse, cok ilimli ve yumusak gozukmek, kod isimleri kullanmak, yeni ogrencilerden uzun bir sure asil kimliklerini saklamak gibi... Kendine, 'Hakki tutup kaldirma' ya da 'Islami yeniden herseyi ile hem bireyin hem de toplumun tum yasamina etkin ve egemen kilma' diye tanimlayabilecegimiz bir misyon yukleyen bu cemaat, kod isim kullanmayi 'tedbir' acisindan zorunlu gormektedir. Nihai hedefe ulasana kadar, her yontem ve yol mubahtir. Bunun icine yalan soylemek de, insanlari aldatmak da girer. Yeter ki, 'hizmet' kesintiye ugramasin. Hizmet denilen calismanin en buyuk ozelligi, sessiz ve derinden olmasidir. Bu gizlilik de guclu oluncaya kadar devam edecektir. Gulen'in deyisiyle, bunun olcusu, 'Gelinen hicbir noktadan, hicbir guc tarafindan geri adim attirilmayacak kadar guclu olmaktir'. Cemaatin temel felsefesi budur... Agabeyler, kapmak icin ogrencinin evine tanisma yemegine gitiklerinde, sayet evin reisi icki iciyorsa, Agabey de ona eslik ediyordu. Bir defasinda arkadasimin evine gitmistik. Yemekte icki vardi; agabey, arkadasimin babasina katilmak icin orada icki de icti. Gozlerime inanamadim. Daha sonra, sordugumda, 'hizmet icin' dedigini hatirliyorum. Disarida entelektuel gorunmeye calisilir, pantolon giyilir, kravat takilirdi. Evlerde ise salvar giyer, sarik takarlardi. Yani disarida tedbir uygulanirdi... (*) (*) Gorustugumuz eski bir cemaat mensubu boyle bir olaya rastlanmadigini, disarda modern icerde salvar giyinmenin cok lokal bir davranis olmasi gerektigini belirtti. *tna ***
  9. *** Sayın yeniçeri; Neden silahlı eylem yok demişsiniz... Dosya ilerledikce bunların örneklerini bir bir göreceksiniz.! Şimdilik en azından iki örnek vermek istiyorum ardından Fettulah Gülen sizin sorunuzu yanıtlasın... Satır aralarından neden silahlı eylem yok sorusuna nasıl taşeron kullanıldığını herkes görüp anlayacak... Ahmet taner Kışlalı "Fettulahcılar dosyası"nı açtıktan kısa bir süre sonra,"Necip Hablemit oğlu'nun da "Fettulahcılar ve Hizbullahcılar" dosyalarını açıp bazı delillere ulaştıktan sonra öldürüldüklerini sağır sultan bile duydu ve biliyor... ve diğer öne sürdüğünüz soruların yanıtlarını da, bu dosya ilerledikce herkes gerçekleri görüp öğrenecek... Biraz sabredin ve Sorduğunuz ilk soruya Fettullah Gülenin "Pendik Camii'nde 1992 yılında yaptığı konuşmada" neler söyleyerek sizi yanıtladığını bir okuyalım isterseniz... Gülen'in, Pendik Camii'nde yaptığı konuşma kaseti ortaya çıktıktan sonra dönemin yayın organlarında hangi yazılar çıkmış bir de ona örnek verelim...Daha devamı da var ama şimdilik bu kadar yeterli...Yavaş yavaş sindire sindire ilerliyelim...Hatta daha da kısa alıntılarla ilerlemekte yarar var uzun yazıları okumaktan sıkılanlar bile sıkılmadan okuyabilsinler... İçinizden bazılarının bu konuşmanın çok yerinde ve doğru olduğunu söyleceğiniz malesef bir gerçek... Sadece hatırlatmam gereken şu.! O dönemin Şeriat kasaplarını övemekle,aynı ruhu taşındığını söylemekle, Fettullah Gülen'nin kendisi, Onun lideri olduğu Nur cemaati ve onları şu yada bu şekilde destekleyenler, hoş görenler, hoş göstermeye çalışanlar ile Şeriatçı kasaplar, taşeron katiller arasında ne fark vardır.? *tna ***
  10. *** FETTULLAH DOSYASI - 1 Devamı... "Hocanın Okulluları". Tam 206 sivil toplum örgütünün desteğiyle geçenlerde yayımlanmış bir kitap var: Okuyun ve eğer dehşet içinde kalmazsanız, madalyayı hak edin! Kitap, korkularından ismini veremeyen iki gencin iki ayrı öyküsü.. Yoksul aileler.. Devşirilmiş zeki çocuklar.. uzanan "insan" eli.. Yavaş yavaş yıkanan beyinler.. Cumhuriyeti yıkmak için koşullandırılan bir gizli ordu.. Başkaları, işçiyi, esnafI, memuru elde etmeye çalışırken, tüm gücünü "başarılı öğrencilerin beyinlerini kendi felsefesi ile doldurmaya" yöneltmiş bir cemaat.. Anlattıklarının her satırı, noter kanalıyla belgelenmiş.. İmzalanmış.. Ve, "onlar yalandı, biz kandırıldık!" demeleri için kendilerine önerilen milyonlarca dolar iddiaları.. Olayın içyüzünü en yakınlardan bilen birisi olan Prof.Dr. Turkan Saylan’ı deyimiyle: "Adeta bir bilimkurgu yaşıyor gibiyiz.. Altımız oyuluyor!" O kitabı, bu ülkenin üzerindeki kara bulutlardan endişe eden herkes okumalı.. Ve, Fethullahcılık hakkında öne sürülenlerin ne ölçüde inandırıcı olup olmadığına, herkes kendi vicdanında karar vermeli! Refah seçmeni üzerinde araştırma yapmış olan birisi anlattı geçenlerde. Deneklerle yüz yüze yapılan görüşmelerde, en çok bir söz kendisini etkilemiş. ürkütmüş.. Kanını dondurmuş. "-Tavşanı karşısından yaklaşarak yakalayamazsınız.. Arkasından sessizce dolanmak, acele etmemek gerekir!" Refah’ın "acilciler “i karşıdan yaklaştılar. Takunyalarının tüm gurultusu ile.. Ve uyuyan tavşanI uyandırdılar. Sabırlı, yalınayak avcılar ise yollarına devam ediyorlar.. Köprüyü gecene kadar "ayıya dayı" demeyi sürdürerek.. Ve de, "Biz onları ehlileştiriyoruz!" diyenleri yavaş yavaş ehlileştirerek.. Anadolulular bilirler. Fare, insan kulağını çok sever. Uykuda iken yaklaşır. Kemirirken büyük özen gösterir. Acıtmaz, sadece tatlı tatlı uyuşturur.. uyanıp da yokladığınızda, elinize artık kulağınız gelmez, kan gelir.. Demirel, Ecevit.. Fethullahcı subayları kurtarmak için geçmişte çaba sarf etmiş olan Çiller.. Yılmaz.. Cindoruk.. Fethullahcıların yakın ilişki içinde olduğu öne sürülen Moon TarikatI’nIn, ABD’deki toplantısına koşan Baykal.. Basında, Fethullah olayını "Ilımlı ve olumlu İslam" olarak göstermek için çırpınan saygın kalemler, TV programcıları.. Olasılıklar zaten belli.. Ya kandırıldılar, ya yanıltıldılar.. Ya -parasal veya siyasal- cıklar ilişkisi içine girdiler.. Ya da Nurculuk ve Fethullahcılık ile -Pof. Şerif Mardin gibi- bir gönül bağı oluşturdular.. şimdi çok merak ediyorum.. Acaba bu somut gerçekler karşısında ne yapacaklar, ne diyecekler? Herkes kendi başına bir açıklama yapmak zorunda! Kaynak: Ahmet Taner Kışlalı, 15 Mart 1998: *tna ***
  11. "SİZCE" SORUSUNU CEVAPLAYACAK BİR KİŞİ EĞER ; 1-Ateist değilse... 2-Psikoloji dalında eğitim almamış uzman biri değilse... VERİLECEK HER YANIT NE OLACAKTIR.? 1- Gerçek mi?...Kurgusal mı? 2- Tespit mi?...Ön yargı mı?
  12. *** FETTULLAH DOSYASI - 1 "Ilımlı, alçakgönüllü uzlaşmacı.. Cumhuriyetin kurucusuna ve temel değerlerine karşı dikkatli.. Müslümanlığın çağa açık güzel yüzü.. Fethullah Hoca bu mu? Demirel’in elinden ödül almakta mutlu olduğu.. Kardeşi Şevket Demirel’in bir çırpıda 400 burs sağladığı.. Öpüşmeyi sevmeyen Ecevit’in öpüştüğü.. Sevgili Toktamış’ın elele tutuştuğu.. Basının saygın kalemlerinin övgüler düzdüğü Fethullah Hoca, gerçekten de bu mu? Onlar mı yanılıyorlar?.. Yoksa devletin üç ayrı güvenlik biriminin hazırladığı üç ayrı "gizli" rapor mu yanlış bilgilerle dolu? İlk rapor, Emniyet Genel Müdürlüğüne ait.. 10 Mart 1992 tarihli. Şu satırlar var: "Fethullah Hoca’nın Talebeleri adlı örgüt.. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini değiştirerek, yerin Şeriat düzenini getirmeyi amaçlamaktadır.. (Bütün bilgiler) Tam anlamıyla ideolojik literatürde illegal bir örgütlenmenin varlığını ortaya koymaktadır." Rapor, yasadışı gizli örgütün -devletin başka birimlerine olduğu gibi- polise de sızdığını anlatıyor. Sadece Ankara Polis Koleji’nde, öğrencilerden %50’sine ulaşmayı başardığını vurguluyor. İkinci rapor, MIT’e ait.. 22 Aralık 1996 tarihli "Liderler Zirvesi"ne sunulmuş. Abdullah Çatlı ile Fethullah Hoca’nın ilişkisi.. Haluk Kırcı’nın, Hoca’nın örgütü tarafından korunup kollanması.. Mehmet Ağar ile İbrahim Şahin’in, Hoca ile Özer Çiller arasında aracılık yapması.. Hoca’nın, Büyük Birlik Partisi’ne büyük oranda parasal destek sağlaması.. Asya Finans’ın gerçek kuruluş amacı.. Hoca’nın ABD ve bazı Amerikan örgütleriyle ilişkisi.. vb. Doğru mu, değil mi? üçüncü ve son rapor ise, Genelkurmay’a ait.. Ve, bu rapora göre: Seksen ilin valisinden yaklaşık otuzu Fethullah’cı.. Fethullahcı’ların 257 okulunda, 4 bin öğretmen, 40 bin öğrenci var.. Öğrenci başına yaklaşık 650 dolar harcama yapılıyor.. Bu büyük parasal kaynak legal (yasal) değil.. Hoca’nın, okulları Milli Eğitim Bakanlığı’na devredebileceği yolundaki sözleri sadece "takiyye".. Fethullah’cı grubun amacı, uzun vadede bir İslam devleti kurmak.. Ve, devletin üç ayrı güvenlik biriminin hazırladığı üç ayrı "gizli" raporu, şu hükme varıyor: Fethullahcı örgüt, "Türkiye’deki siyasal Islamacılar içindeki en tehlikelisi!.." Kaynak: Ahmet Taner Kışlalı, 15 Mart 1998: *tna ***
  13. TÖRE CİNAYETİNDE...Yine törelere uygun olarak ailenin kadınları cenaze törenine katılamamışlar... Kadın dernekleri varmış sadece son durağına götürülürken... En hazinide cenaze namazında orada bulunan erkekler imam sorunca ona haklarını helal etmişler.!.. YA YASEMİN ...O ... HAKKINI ONLARA HELAL ETTİ Mİ.?
  14. *** *** İLK ÖYKÜ: Mecit, Rize Çayeli doğumlu. İstanbul'da kıraathane işletiyor, bir de giyim mağazası var. "Allah'a çok şükür, durumum iyi," diyor. Babasını 1979'da, henüz 10 yaşındayken kaybetmiş. O günden bugüne, hep kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışmış. Becermiş de... Yüzünde hep müstehzi bir ifade var. Küçük yaştan itibaren kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda kalan, pek çok güçlüğe tek başına göğüs geren, pek çok şeyi kendi başına öğrenen adamların iddiasını taşıyor. Akıl yürütmeleriyle, en karmaşık sorunları bile çözebileceğine inanıyor. Kim ne derse desin, o hep kendi kararlarıyla hareket ediyor. Gelin görün ki, söz babasından açılınca, yüzündeki o müstehzi ifade, yerini uzakta kalmış bir acıya bırakıyor. Başlıyor anlatmaya: "Babam Rize'de, çay fabrikasında aşçı olarak çalışıyordu. Gece geç vakit giderdi işe. Belinde hep çift silah taşırdı..." İyi de neden? Düşmanları mı vardı? "Babamın hiç düşmanı yoktu, çok sevilen bir adamdı. Eh, malum, Karadeniz'de insanlar silaha düşkün oluyor. Bir de o zaman ortalık karışıktı. Terör her yerdeydi. İşe gece geç vakit gidiyor ya, ne olur ne olmaz diye silah taşıyor. Sene 1979, altıncı ayın 15'i, fabrikada arkadaşlarıyla şakalaşıyorlar, gülüşüyorlar. Arkadaşları babamı yakalamış, sallıyorlar, 'Yapmayın!' diyor, 'Üzerimde silah var.' Arkadaşları dinlemiyor, devam ediyorlar. Babam yere yuvarlanıyor, üzerindeki silah ateş alıyor..." Mecit ufacık çocuk. Annesi, kendinden bir yaş büyük ağabeyi, dört de küçük kardeşi, sabah hep birlikte babasının vurulduğu haberiyle uyanıyorlar. Büyük bir acı yaşıyor Mecit. Ama acının ötesine geçen bir şey var kafasında. Babasının şakalaşırken vurulduğuna inanmak istemiyor. Bir insan bu kadar basit ölemez diye düşünüyor. Dayısı, "Boşu boşuna başka şeyler düşünmeyin, şakalaşırken silah ateş almış," diyor ya, Mecit'i ikna edemiyor. Ufacık yaşında olayın nasıl gerçekleştiğini araştırmaya başlıyor. Ölümün acısını bastıran bir şey bu kuşku. İntikam farz mı? Fabrikada o sırada gece vardiyasında çalışan, olay sırasında orada bulunan işçileri, babasının arkadaşlarını dinliyor. "Araştırdık, soruşturduk, düşündük, babamın gerçekten kaza eseri vurulduğunu anladık. Rahatladık" diyor... Peki ya aksi olsaydı, yani babası kaza eseri değil de, biri tarafından kasten vurulsaydı? "O zaman ne yapacaksın? Büyüdüğün zaman intikamını alacaksın babanın. Yapacak başka bir şey yok," diyor Mecit, "O yaşta çocuk ne düşünür ki, hemen büyüyüp gereğini yapmaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Sonra baktık ki, böyle bir şeye gerek yok..." Anlatılanların ayrıntıları bugün gibi aklında. Babasının silahı fabrikadaki havuzun başında yere düşüp ateş alıyor, kurşun göğsünü deliyor. Arkadaşları hemen hastaneye kaldırıyorlar. "Hep beni anmış ölmeden önce, 'Mecit'im, Mecit'im' diye..." 'Kadın dediğin çalışmaz!' İntikam alma işlerini falan bir fasıl kazasız belasız geçtikten sonra, babasızlık gerçeği ufacık çocuk olan Mecit'in üzerine olanca ağırlığıyla bastırmaya başlamış tabii. "Ağlamışımdır... Hep ağlamışımdır. Çok severdim babamı. Öldüğüne inanamıyordum bir türlü. İlk öldüğü zamanlar, mezarına gider gider ağlardım." Babasını kaybettikten sonra yaşamı da hızla değişmeye başlamış Mecit'in, "Babasızlık çok kötü bir şey. Annem bize hem annelik, hem babalık yapmak zorundaydı artık." Annesi o sıra gencecik kadın, evlenmeyi hiç düşünmedi mi peki? "Yok yahu, bizde olmaz öyle bir şey. Olamaz yani. Aklından bile geçmez" diyor Mecit. Annenin bir kadın olarak yaşamı, kocasının öldüğü yerde bitiyor. Dahası var, Karadeniz köylüsünün hafsalası, bir kadının düzenli bir işe girip çalışmasını da almıyor. Çayeli'ne bağlı bir köyde, kadın dediğin çalışır mı hiç? Evinde oturacak, yemek yapacak, temizlik yapacak, çocuklarına bakacak. Çalışmak olmaz... "Babam çok genç yaşta çalışmaya başladığı için emekliliği vardı. Öldükten sonra maaşı anneme bağlandı. Ama yetmiyor tabii. Ben de pazarcılık yapmaya başladım. Ağabeyim biraz sakindi, bu yüzden ben çalışıyordum. İlkokulu bitirdikten sonra okumadım. Ama en ufaklarımız okudu. Babamın vasiyeti vardı, bu en ufakları okutun diye. Kız kardeşim Kuran'ı hatim etti, erkek de liseyi bitirdi, üniversiteye verdik ama sonrasında devam etmedi, bıraktı. Açık öğretime yazdırdım, gene okumadı. En sonunda bir elbise dükkânı açtım ona." 'En çok 12 yaşımda ağladım' Babasını ufak yaşta kaybeden pek çok erkek çocuk, birdenbire kendini 'evin reisi' konumunda buluveriyor işte. Aslında, bir yandan babayı kaybetmenin verdiği acı var, bir yandan da o sorumluluğu üstlenmenin getirdiği bir gurur. Mecit o dönemdeki ruh halini şöyle anlatıyor: "En çok 12 yaşındayken ağladım. Etrafıma bakıyorum, herkesin babası var, benim yok. Onlar okula gidiyor, ben gidemiyorum. Babaları onları alıyor, çarşıya götürüyor, sonra eve dönerken elleri fileli dönüyor... Altı kardeşiz. Annem çalışmaz, bizim Çayeli cemiyetinde öyle bir şey yok. Kadın çalışsın da, eve ekmek getirsin. Öyle şey olmaz. Bütün yük benim üzerime kaldı. Ağabeyimle aynı zamanda askere gitmeyeyim diye yaşımı bile o zamandan ufalttırdım. İlkokulu bitirene kadar hep sabahçı okudum. Okul biterdi, Çayeli'ne pazara giderdim. Çok iş vardı o zaman. Odun da keserdim. Oduncuda da çalışırdım yani. Sonra akşamları yattığımda, başlardım, 'Ah bir babam olsaydı' diye ağlamaya... Sonra, sünnet olurken, bir de apandisit ameliyatı olurken çok istedim babamın yanımda olmasını. Bir de şu günümü bir görseydi..." Aslında, erkekler tam ergenliğe adım atacakken, babalarının otoritesi hep engeldir, arzu edilmeyen bir şeydir. Kendi kimliğini yaratma çabasıyla, karşısındaki otorite ilk rekabetlerini yaşamaya başlar. Ama Mecit'in aklında hiç öyle bir rekabet kalmamış. O babasını hep iyi bir adam olarak anımsıyor. Çalışkan, eşine, çocuklarına, çevresindekilere hep iyi davranan bir baba olarak. "Hepimizi çok severdi. Bize ne alırsa komşuların çocuklarına da aynısından getirirdi. Köyümüzdeki herkes severdi onu..." İstanbul'da tombalacı oldu Mecit 12 yaşını bitirdiğinde, Türkiye'de askeri darbe olmuş, diktatörlük 'olaylar'ı kendi yöntemiyle bastırmıştı. Artık İstanbul onun için 'gidilebilir' bir yerdi. İnşaatlarda çalışma umuduyla İstanbul'a yola koyuldu. "Dayıoğullarım, amcaoğullarım vardı İstanbul'da. Öyle tek başımıza geldik işte..." Tabii son derece naif başlayan bu yolculuk, İstanbul gerçeğiyle tanıştığında işler biraz değişiyordu. "1982'de Şirinevler'de tombalacılık yapmaya başladım," diye anlatıyor Mecit İstanbul'da tutunma macerasını, "Sonra amcam duydu tombalacılık yaptığımı, geldi, buldu beni, dövdü. Ondan sonra aldı inşaatlara götürdü. Bu sefer inşaatlarda çalışmaya başladım, Etiler tarafında. Beşiktaş'ta, şu ileride, Günaydın Kıraathanesi vardı, oraya komi olarak girdim. Komi dediysem, kül tablalarını falan silerdim. Garsonluktu, şuydu, buydu derken, öyle öyle bu seviyeye geldik yani..." Askere gidip geldikten sonra, Beşiktaş'ta belediyeye ait dükkânlardan birini kiralamış, esnaflık yapmaya başlamış Mecit. Daha sonra esnaflığı öğrenip yeni işlere girmiş. Bugün geriye baktığında, onca işin altından babasız bir çocuk olarak kalkmasından dolayı bayağı gurur duyuyor da, bu onun açısından tercih edilir bir durum değil tabii. Babasının ölümünün üzerinden tam 27 sene geçmiş ama Mecit hâlâ, "Babam olsaydı da, 100 milyar borcum olsaydı," diye düşünüyor. Bayramlarda Çayeli'ne gittiği zaman, babasının mezarını ziyaret ediyor, Fatiha okuyor, gözleri doluyor. Kafasında meseleler varsa, koskoca adam olduğuna bakmadan, ağlıyor... *tna ***
  15. Görünen Köyün Kılavuz istemez halleri.! Hata kaza ekipten birine eleştiride bulunularak sorulma cüretinde bulunulan bir soru üzerine : "Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin..." Başlık sorumlusu berceste olduğuna göre, bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp tercüme etsin... Birde buna bakarak samimiyetini ve amacını test edelim.!.. Kendi deyimleriyle "Saz ekibinden darbukacı Balık Ayhan ve Saz arakadaşları"nın sazlı sözlü muhabetleri Duyuru: Bu polemik oyunların çok uzayacağı anlaşıldığı için ... Bahse konu olan Ekibin Artık soru soranları dikkate almadan kendi aralarında sazlı sözlü eğlenmeleri rica olunur...
  16. *** *** BAŞLARKEN... Ölüm her gün, her yerde... Ve bize yaklaşmadığı ölçüde çok doğal. Bir yanda insanlar ölüyor, diğer yanda yaşam devam ediyor. Bir coğrafyada kitleler yok olurken, başka bir yerde havai fişekler patlıyor, bayramlar ya da doğum günleri kutlanıyor. Aslına bakarsanız, ölüm dediğiniz, bomba gibi bir şey; her ölümün kendi etki alanı var. Bir yakının ölümü, pek çok kişiyi, yaşamın beklenmedik bir anında yakalıyor ve belki de bütün o yaşamı birdenbire değiştiriyor. Aynı zamanda, her ölümün kendi içinde koskoca bir hikâyesi var. Sizin için hiçbir şey ifade etmeyen insanlar, bir başkası için yaşamın tüm anlamını yüklediği bir varlık olabiliyor. O varlığı birdenbire kaybedince, Cemal Süreya'nın 'Sizin Hiç Babanız Öldü mü?' şiirindeki gibi yalın bir acı saplanıyor, ardından yitirilen kişi olmadan hayatın artık nasıl seyredeceği düşünülmeye başlıyor. Ve 'özleme', onu bir daha göremeyecek olma çaresizliği... Bu yazı dizisinde, son derece sıradan insanların, en önem verdikleri yakınlarını, yani annelerini ya da babalarını kaybettiklerinde neler yaşadığını, acıya nasıl katlandıklarını, uzaktan son derece doğal gelen ölümlerin, yaklaştığında nasıl göründüğünü anlatmaya çalışacağız. Duygularla oynamamaya özen göstereceğiz, yaşanan acıları aktarırken, dönemleri ve o dönemlere damga vuran ruh hallerini de çözmeye uğraşacağız... Zor ve tatsız bir konu. Umarız 'yaşam'ı bir kez daha sorgulamak açısından faydası olur... *** İnternette,Ekşisözlük'te 'Babanın Ölmesi' başlığı altında oldukça dokunaklı yazılar yazılmış. İlk alıntılar olarak onları buraya almakta ve onları okumakla çıkarılacak çok dersler var.! Babanın ölmesi # Yetim kalmak. Bir yanın eksilmesi. Dünyada kapladığınız yerin küçülmesi. Bir mezarlıkta ziyaret edilmesi gereken bir ölü sahibi olduğunuzu herkesin bildiğini sanmak. Yolda yürürken aniden gözlerin dolması, hatta ağlamaya başlamak. Gittikçe yiten giden bir hayali eskisinden de çok sevmek, özlemek ama yanına gitmeye de korkmak... # Babanın ölmesi her erkeğin ölümünün başlangıcını belirleyen, belirten bir işarettir. Her erkeğin ölümü babasının ölümüyle başlar. (Orhan Pamuk) Babası ölmüş bir erkek hayatta her zaman güçlü durmak zorunda olan, herkese destek olmak zorunda olan kişidir. Artık en yalnızdır, etrafta kendisini küçük bir çocuk olarak görecek başka bir erkek kalmadığı için. Bir şeye başlamak bitirmenin yarısıysa babası ölmüş bir erkek yarı yarıya ölmüş demektir. # Bir cenaze törenini baştan sona başka birine aitmişçesine izleyebilmek, tüm kalabalıkların önünde tek damla gözyaşı dökmeden tüm kapakları kapatılmış dev bir baraj gibi dimdik durabilmek ve kimsenin bir barajın suyunu gözlerinizle tuttuğunuzu bilmemesidir. İnsanın kendi içine büküp ağladığı anlar, geride kalan aile fertlerinin size tutunduğunu bilerek adım atmak. Hele insanın kendi babasını yıkarken o pamuk gibi olmuş tenine dokunması.. Delilikle aklı başında olmak arasında yalpaladığınızı hissedersiniz... Sanki bir anda nefes almaya başlayıverecekmiş gibi gelir. Ölmüş olmayı konduramazsınız babanıza. Sanki nefes alıyormuş gibi inip kalkıyor diye görürsünüz göğsünü. Alnını okşarsınız, koluna dokunursunuz. Koltukta uyuklarken uyandırdığınızda yüzündeki o hafif şaşkın ama bayıldığınız ifadesiyle bakınarak uyanıvermesini beklersiniz, delice istersiniz bunu ama o memnundur gittiği yerden ki uyanmaz. Babam dersiniz sadece, babam... Sonra sarmalarlar babanızı kefeninde... O kefen bağlanırken son kez görürsünüz babanızın yüzünü, eski hatıralar siliniverir de bir şey kalmaz diye korkuyla gördüğünüzü en ufak ayrıntısına kadar ezberlersiniz ve siz bütün bunları yaşarken gözden uzak bir okyanusta, dışarıdan metin görünürsünüz... Ağlamamayı başarırsınız ama yüzünüzdeki acıyı gizleyemezsiniz kimseden... Sonra babanızı ellerinizle indirirsiniz rahat edemez diye zeminini ellerinizle düzelttiğiniz bir mezarın içine ve ellerinizle gömersiniz... Kendinizi parçalarcasına, gücünüz yettiğince bağırarak ağlamak geldiği halde o an içinizden, 'babanızın oğlu' olmaklığa sakince taziyeleri kabul edersiniz... O zaman fark edersiniz hayatta sevdiklerinizle sanki onlar hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığınızı özellikle babanızı oturttuğunuz tahtın ölümden çok uzakmış gibi geldiğini. Babam geri gelse onu çok daha mutlu kılarım... Kılardım... Gelmez ki... # Babamın 80'li yıllarda lanet olası bir sarı ışığa güvenerek hayattan jübilesini yapması, benim Edison'a kızgınlığım, zengin şoförün rüşveti... Her ölüm erken ölümdür, evet ama 47 yaş, bu laf için premature bir yaş. Üniversiteye başlama zamanımdır bu aynı zamanda. Babam, ölerek beni hayat üniversitesine yazdırmıştı yedinci doğum günümden birkaç gün sonra. Annem kömürlükten bir kova kömür alıp çıkmıştı o akşam merdivenleri. Ölüm haberini aldığında elindeki kömür küreği yere düşmüştü. Demir sobanın dibindeki kızgın kor tanelerinden biri de yüreğine... O zamanlar doğalgaz yoktu doğal olarak. Kestane pişirdiğimiz sobanın üzerine mandalina kabukları dizerdik, tropikal oda spreyi niyetine... Kapıyı ben açmıştım yeşil üniformalı polis amcaya. Kötü haberlerin kapıdan, iyi haberlerin telefondan geleceğini o zaman öğrenmiştim. "Evet, Orhan beyin evi"ydi burası. "Sen onun arkadaşı mısın yoksa? Babam daha gelmedi ama birazdan gelir amca. Sen geç otur, babamın tam eve dönüş saati çünkü. Anneeee sofraya bi tabak daha koy, misafirimiz var..." O salı akşamı babaannemi iskeleden almaya giderken kösele ayakkabılarını giyiyordu antrede. Saçlarımı okşadı, bacağına sarıldım. Annem yeni ütülemişti pantolonunu, hâlâ ılıktı kumaş. Babamı bir dahaki görüşümde, o soğuk odada üzerinde beyaz bir çarşaf vardı. Annem beni kucağına almıştı da öyle görebilmiştim aslan babamın karizmatik yüzünü. Hızlı yaşayıp genç ölmüştü ve cesedi gerçekten yakışıklıydı. 47 yaş, ölmek için çok erkendi ama o soğuk demir sedyede yatan benim babamdı. Cerrahpaşa'nın rutubetli duvarlarında yankılanan çığlıklar ise, üç çocuğuyla 41 yaşında dul kalmış annemin... *tna ***
  17. *** SEVGİLİ EVRENSEL YAZINI İLGİYLE VE DİKKATLE OKUDUM... Yerinde sorularla bunlara farklı açılardan bakarak yerinde tahliller yapmışsın... tamamına katıldığımı belirtmek isterim...Ve devamında gelecek yazılarını da okumak isterim... Örneğin; Bu kesim şu anda kendi ataları olan, başörtülüleri de beğenmiyor, onları köylü yerine koyuyor. Son model jiplere kullanıyor, en modern binalar giriyorlar, en lüks evlerde oturuyorlar. Bu maddi imkanlara nasıl kavuştuklarını ise başka bir yazımda anlatırım, şu anda konu dağılmasın. Bu meselenin tek bir çözümü vardır. Onuda şimdi yazmak istemiyorum. Ancak merak edenler olurda sorarlarsa onuda yazarım. Sizin olumlu bakış açınızı desteklememe ve olması gerekenin bu olduğuna inanmama karşın... "Birbirinize küsmeyin. Anlamaya çalışın." cümlenizin her zaman havada kalacağını vurgulamak istiyorum... Çünkü, Foruma girdiğim günden bu yana bu yaklaşımı gösteren sizinkilerde dahil bütün çağrıların, Örneğin"Çözümden yana taraf olan, objektif, sağduyulu, duygudaş arkadaşlar aranıyor.(!) bu foruma" çağrıları ve bu çağrıyı yapanların, tam tersi bir yaklaşımla demagojik yaklaşımlarla polemiklerin içine çekilmeye çalışılarak hep birilerinin ellerinin tersiyle itilmeye yada kişilikleriyle oynanarak rencide edilmeye çalışıldılar...Arkasındaki gerekçede çok basitti, bizim gibi düşünmüyor... Ve bunun yansıması olarak örnek yaklaşımlarda şöyle, Yazılan yazının ana fikri yada ne anlattığı ne olursa olsun okuduklarından sadece kendi çıkarımlarını anlamak, eğer yazılanlar onların yaklaşım, tutum ve görüşlerindeki hatalarını eleştiriliyorsa, durumu hazımsızlığa, reddetmeye, grup saldrılarına kadar götürüp kişilerin yazdıklarını bir kenara bırakın kişiliklerine kadar uzanan uygunsuz ithamlarda bile bulunmak... Bu yaklaşımlardan bir kaçına da sizin bu yazılarınıza gelen yaklaşımlarla sizde muhatap oldunuz...Ve görüyorumki yinede tutarlı olarak,çizginizi korumaya ve görüşlerinizi aktarmaya çaba harcıyorsunuz...Ve ben bunu ve çizginizi taktir ettiğimi bir daha belirtmek istiyorum...Ve yine sabrınızın taşacağı bir noktada tavrınızda oluşacak değişiklere de şaşırmayacağımı ve aslında ne kadar olumlu bir yapınız olduğunu hep hatırlayacağımı da belirtmek istiyorum... Ama ne olursa olsun sizinle yararlı paylaşımlarda ,karşılıklı bilgi aktarımlarında bulunabilmek tek dileğim.. Size selam ve sevgilerimi yolluyorum... *tna ***
  18. İyice anlaşıldıki, açıklamanızı istenen bir şey olduğunda yazılan her kelimeye dikkat edip, içinden çekilip alınarak saptırılmasına neden olacak, polemiğe döndürülecek kelimeleri kullanmamak lazım... o nedenle ilk yazdığım iletiyi tekrar ele alıp elimden geldiğince ayıklayıp tekrar yazıcam...bakalım bu sefer yanıt vermek yerine hangi kelimeler ele alınıp polemik yapılacak.? Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin... Bir araştırma yapılmış...Bazı rakkamlar var ve yakın,uzak ve çok uzak diye kavramlar... Milliyetciliğe çok yakın ,yakın,çok uzak,uzak... sosyalist düşünceye çok yakın,yakın,çok uzak ve uzak... Bu kadar kavram karışıklığı ürettikten sonra işlerine gelip hangi rakkamlar bir araya getirilip toplandıysa... sonuçlar açıklanmış...yüzde 52’... Net olarak kabul edilebilecek çok yakın ve çok uzak iki tespitin dışında... ( yüzde 17,1’i milliyetçi düşünceye ‘çok yakın’,)..................... % 17.1 (Milliyetçiliğe ‘çok uzak’ olanların oranı yüzde 19,3, ) ............ % 19.3 Diğer yakın ve uzak kavramları içiçe karıştırılarak neye ulaşmak istiyorlarsa o yapılmaya çalışılmış... Şimdi bu karmakarışık yaklaşımları ve bunları buraya bilinçli yada bilinçsiz neden taşındığını eleştirip... Hep bunu yapıyorsunuz...Dendiğinde yine bağırılıp çağırılacak... Kırıldım..Üzüldüm..benim amacım bu değildi...Bir dolu duygu sömürüleri, Taraftar korumacılığı adına ve telaşıyla yapılacak Demagojik yaklaşım ve saldırılar... Ayrıca bu eleştirler yapılıyor diye (demokrat,objektif,sağduyulu) değilsiniz diyerek seviyesizlik ithamları... Ama gerçek bu işte bu son paylaşım da bunu ortaya koyuyor... kızacak bir şey yok...gerçek ortada Bence hata bende değil alıntı yaptığım sitelerde demek yerine...Üzüldüm hep böyle yapıyorsunuz demek yerine.. İyisimi başvuru kaynaklarının güvenirliğini ve tutarlılığını test etmekte (çok yakın) fayda var.!.. Çünkü, burada tutarlı ve yararlı bir şeyler paylaşmaksa amacınız bunu yapmak zorundasınız.!.. Yok eğer amaç saptırılmış ve çarpıtılmış bir şeyleri dayatmak ve kafa karıştırmaksa... O zaman yapılan eleştiri ve bu yapılanların arka planlarının göz önününe serilmesine kızmayacaksınız.!.. **** Ayrıca "sosyoekonomik" denmesine karşın kişilerin hem toplumsal hem ekonomik alanı ve aralarındaki ilişkileri ilgilendiren, bunun ifade ettiği kapsamı ele alan bir tek veri sunulmamasını bile ele almıyorum...Hadi bunu geçelim... "Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin..." Başlık sorumlusu berceste olduğuna göre, bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp... Bu araştırmayı yapanların hangi verileri toplayarak bu yüzde %52,2 sonucuna ulaştıklarını bize açıklasın...
  19. Sevgili 'Ayhan' istersen polemiği girmeyelim... Onun gibi düşünmeyip onere etmeye çalıştığın için teşekkür ederim... Şİmdi maç zamanı... Sen seyretmeyeceksen yazdıklarımı ve yazılanları baştan sonra okursan... Anlatmak istediklerim görülecektir... Selamlar...
  20. Ben sizden Laf salatası değil Forum taşıdığınız bu Araştırma hakkında bilgi istiyorum... Yaptıklarınıza ve halen yapmakta olduklarınıza örnek olması açısından o diyaloğu buraya taşıdım... Ve siz "Bence sen anlarsın ya kendine haksızlık etme;) Bu cümleleri kurmakla ne yapmaya çalıştığınızı pek ala hem de çok iyi biliyorsunuz Anlamamazlıktan gelip ince espiriler yaptığınızı sandığınız bu lafların peşini bırakacağımı sanmayın.! Bu forumda yüz kişi bu cümleyi okuyupta 99 tanesinin ne anlama geldiğini anlamayacağını mı sanıyorsun... Bu şekilde davranarak kendine de nasıl davranılmasını gerektiğini gösteriyorsun.. Ve ben hala sana bahsettiğin seviye laflarının altına inmeden düzeyli yaklaşmaya çalışıyorum... Bu şekilde oradan buradan taşıdığın saptırma bilgi ve düşünceler birileri tarafından sorgulandığında onlara karşı gösterecek akıllı uslu davranışların olamıyacaksa sessiz kalmayı öğrenmelisin... "Yazacak bir yanıtın yoksa, ortaya koyabileceğin bir fikrin yoksa çamur atma. " Çünkü, burada tutarlı ve yararlı bir şeyler paylaşmaksa amacınız bunu yapmak zorundasınız.!.. Yok eğer amaç saptırılmış, çarpıtılmış bir şeyleri dayatmak, kafa karıştırmaksa ve sıkıştığında hakaret etmekse... O zaman yapılan eleştiri ve bu yapılanların arka planlarının göz önününe serilmesine kızmayacaksınız.!.. Karizma yapma derdiyle herşeye ilgili ilgisiz laf yetiştirme telaşı ve aymazlığına devam edersen... Bir gün bu karizma sevdanın birileri tarafından fena halde çizildiğini görürüsen hiç şaşırma... O zaman daha önce sıkışıp duygu sömürüleri yapmanın da kar etmediğini görüp üzülme.. Ve bu dediğimi sakın unutma...Bence bir an önce aklını başına alıp toparlanmanda yarar var... Soru gayet net ve açık... "Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin..." Başlık sorumlusu berceste olduğuna göre, bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp tercüme etsin... Talep gayet açık ve yine geçerli bunun yanıtını vermek zorundasın ve vereceksin.!
  21. Yukarıdaki alıntıda yazılanlarda bu araştırmada karışık olan bir şeyler var ...Açık değil,saptırmalar var.. Başlık sorumlusu bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp tercüme etsin...Denmiş Ve işte Cevap...Bakalım sonuçlara yönelik bir açıklama varmı? Bu açıklamalarda Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlatan bir tek ifade görbildiniz mi? Nedenmiş peki...kısaca; Topiğin konusu birde sizin yazdıgınıza bakın... KONUYU SAPTIRMAYIN LÜTFEN.... Topiği bu denli önemseyip buna rağmen anlayamamanız ve anlayan anlatsın demenizde beni sevindirdi ama onu da size bırakıyorum... Peki nedemek istemiş.... "Bence sen anlarsın ya kendine haksızlık etme ;) " sen aptalsın demek istemiş... Peki ben öylemiyim o bunu ima etti diye... Bu yakıştırmayı yaparken Onun farkedemediği ne olabilir ? Sanırım insanlar kendini nasıl hissediyorsa karşısındakileri öyle görürmüş ya.! Farkedemediği gerçek bu.... Soru gayet net ve açık... "Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin..." Başlık sorumlusu berceste olduğuna göre, bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp tercüme etsin... Talep gayet açık ve yine geçerli bunun yanıtını vermek zorundasın ve vereceksin.! Bunun yanıtını vermek yerine karşındakileri aptal ilan etmekle bir yere varamaz... Sadece kendini tarif etmiş olursun.! Aynı benzer yaklaşımlardan birini yine bir başkasına yapmışsın aynen şöyle: Oda senin bu mesnetsiz itham ve yakıştırmalarına şöyle cevap vermiş.. Bence hiçte haksız değil...Sen ve birkaç arkadaşın bu tavrı herzaman sergiliyorsunuz.!...
  22. "Yazacak bir yanıtın yoksa, ortaya koyabileceğin bir fikrin yoksa çamur atma. " Yorumsuz...
  23. Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin... Bir araştırma yapılmış...Bazı rakkamlar var ve yakın,uzak ve çok uzak diye kavramlar... Milliyetciliğe çok yakın ,yakın,çok uzak,uzak... sosyalist düşünceye çok yakın,yakın,çok uzak ve uzak... Bu kadar kavram karışıklığı ürettikten sonra işlerine gelip hangi rakkamlar bir araya getirilip toplandıysa... sonuçlar açıklanmış...yüzde 52’... Net olarak kabul edilebilecek çok yakın ve çok uzak iki tespitin dışında... ( yüzde 17,1’i milliyetçi düşünceye ‘çok yakın’,)..................... % 17.1 (Milliyetçiliğe ‘çok uzak’ olanların oranı yüzde 19,3, ) ............ % 19.3 Diğer yakın ve uzak kavramları içiçe karıştırılarak neye ulaşmak istiyorlarsa o yapılmaya çalışılmış... Şimdi bu karmakarışık yaklaşımları ve bunları buraya bilinçli yada bilinçsiz neden taşındığını eleştirip... Hep bunu yapıyorsunuz...Dendiğinde yine bağırılıp çağırılacak... Kırıldım..Üzüldüm..benim amacım bu değildi...Bir dolu duygu sömürüleri, Taraftar korumacılığı adına ve telaşıyla yapılacak Demagojik yaklaşım ve saldırılar... Ayrıca bu eleştirler yapılıyor diye (demokrat,objektif,sağduyulu) değilsiniz diyerek seviyesizlik ithamları... Ama gerçek bu işte bu son paylaşım da bunu ortaya koyuyor... kızacak bir şey yok...gerçek ortada Bence hata bende değil alıntı yaptığım sitelerde demek yerine...Üzüldüm hep böyle yapıyorsunuz demek yerine.. İyisimi başvuru kaynaklarının güvenirliğini ve tutarlılığını test etmekte (çok yakın) fayda var.!.. Çünkü, burada tutarlı ve yararlı bir şeyler paylaşmaksa amacınız bunu yapmak zorundasınız.!.. Yok eğer amaç saptırılmış ve çarpıtılmış bir şeyleri dayatmak ve kafa karıştırmaksa... O zaman yapılan eleştiri ve bu yapılanların arka planlarının göz önününe serilmesine kızmayacaksınız.!.. **** Ayrıca "sosyoekonomik" denmesine karşın kişilerin hem toplumsal hem ekonomik alanı ve aralarındaki ilişkileri ilgilendiren, bunun ifade ettiği kapsamı ele alan bir tek veri sunulmamasını bile ele almıyorum...Hadi bunu geçelim... "Bu araştırma sonuçlarının,net çıkarımlarını anlayabilen varsa beri gelsin..." Başlık sorumlusu berceste olduğuna göre, bize bu sonuçların bir yorumunu yapıp tercüme etsin... Birde buna bakarak samimiyetini ve amacını test edelim.!..
  24. *** 18'inci 2006 FIFA Dünya Kupası Almanya'da Başladı... Bir ay sürecek Dünya Kupası heyecanı Almanya-Kosta Rika maçıyla başlıyor Milyarlarca insan, 9 Temmuz'a kadar futbolla yatıp kalkacak. 18'inci Dünya Kupası, bugün start alıyor. Günlerdir yaşanan heyecan, saat 19:00'daki Almanya-Kosta Rika maçıyla yerini futbol keyfine bırakıyor. Almanya'da düzenlenecek olan FIFA 2006 Dünya Kupası'nda 32 takım zirveye çıkabilmek için çarpışacak. 4 takımlı 8 grupta lig usulü oynanacak maçların sonunda, ilk ikiye giren takımlar, 16 arasına girmeye hak kazanacak. Grup maçları 23 Haziran'a kadar devam edecek. Grupları takımların eşit puanda bitirmesi durumunda ikili averaja değil, genel averaja bakılacak. 16 takımlı ikinci turda, A-B, C-D, E-F, G-H gruplarının birincileri ile ikincileri tek maçlı eliminasyon sistemine göre karşılaşacak. İkinci tur maçları 24-25-26 ve 27 Haziran'da oynanacak. 12 ŞEHİR EV SAHİBİ Çeyrek final 30 Haziran-1 Temmuz, yarı final 4-5 Temmuz, üçüncülük maçı 8 Temmuz, final ise 9 Temmuz'da yapılacak. Maçlara ev sahipliği yapacak olan şehirler ise Berlin, Dortmund, Frankfurt, Gelsenkirchen, Hamburg, Hannover, Kaiserslautern, Köln, Leipzig, Münih, Nürnberg ve Stuttgart. GRUPLAR VE MAÇLARI PROGRAMI: A GRUBU 1 Almanya 2 Kosta Rika 3 Polonya 4 Ekvador MAÇ PROGRAMI 09.06.2006 19:00 München Almanya-Kosta Rika= _-_ 09.06.2006 22:00 Gelsenkirchen Polonya-Ekvador= _-_ 14.06.2006 22:00 Dortmund Almanya-Polonya= _-_ 15.06.2006 16:00 Hamburg Ekvador-Kosta Rika= _-_ 20.06.2006 17:00 Berlin Ekvador-Almanya= _-_ 20.06.2006 17:00 Hannover Kosta Rika-Polonya= _-_ B GRUBU 1 İngiltere 2 Paraguay 3 Trinidad ve Tobago 4 İsveç MAÇ PROGRAMI 10.06.2006 16:00 Frankfurt İngiltere-Paraguay= _-_ 10.06.2006 19:00 Dortmund Trinidad ve Tobago-İsveç= _-_ 15.06.2006 19:00 Nürmberg İngiltere-Trinidad ve Tobago= _-_ 15.06.2006 22:00 Berlin İsveç-Paraguay= _-_ 20.06.2006 22:00 Kaiserslautern Paraguay-Trinidad ve Tobago= _-_ 20.06.2006 22:00 Köln İsveç-İngiltere= _-_ C GRUBU 1 Arjantin 2 Fildişi Sahili 3 Sırbistan ve Karadağ 4 Hollanda MAÇ PROGRAMI 10.06.2006 22:00 Hamburg Arjantin-Fildişi Sahili= _-_ 11.06.2006 16:00 Leipzig Sırbistan ve Karadağ-Hollanda= _-_ 16.06.2006 16:00 Gelsenkirchen Arjantin-Sırbistan ve Karadağ= _-_ 16.06.2006 19:00 Stuttgart Hollanda-Fildişi Sahili= _-_ 21.06.2006 22:00 Frankfurt Hollanda-Arjantin= _-_ 21.06.2006 22:00 München Fildişi Sahili-Sırbistan ve Karadağ _-_ D GRUBU 1 Meksika 2 İran 3 Angola 4 Portekiz MAÇ PROGRAMI 11.06.2003 19:00 Nürmberg Meksika-İran= _-_ 11.06.2006 22:00 Köln Angola-Portekiz= _-_ 16.06.2006 22:00 Hannover Meksika-Angola= _-_ 17.06.2006 16:00 Frankfurt Portekiz-İran= _-_ 21.06.2006 17:00 Gelsenkirchen Portekiz-Meksika= _-_ 21.06.2006 17:00 Leipzig İran-Angola= _-_ E GRUBU 1 İtalya 2 Gana 3 Birleşik Devletler 4 Çek Cumhuriyeti MAÇ PROGRAMI 12.06.2006 19:00 Gelsenkirchen Birleşik Devletler-Çek Cumhuriyeti= _-_ 12.06.2006 22:00 Hannover İtalya-Gana= _-_ 17.06.2006 19:00 Köln Çek Cumhuriyeti-Gana= _-_ 17.06.2006 22:00 Kaiserslautern İtalya-Birleşik Devletler= _-_ 22.06.2006 17:00 Hamburg Çek Cumhuriyeti-İtalya= _-_ 22.06.2006 17:00 Nürmberg Gana-Birleşik Devletler= _-_ F GRUBU 1 Brezilya 2 Hırvatistan 3 Avustralya 4 Japonya MAÇ PROGRAMI 12.06.2006 16:00 Kaiserslautern Avustralya-Japonya= _-_ 13.06.2006 22:00 Berlin Brezilya-Hırvatistan= _-_ 18.06.2006 16:00 Nürmberg Japonya-Hırvatistan= _-_ 18.06.2006 19:00 München Brezilya-Avustralya= _-_ 22.06.2006 22:00 Dortmund Japonya-Brezilya= _-_ 22.06.2006 22:00 Stuttgart Hırvatistan-Avustralya= _-_ G GRUBU 1 Fransa 2 İsviçre 3 Kore Cumhuriyeti 4 Togo MAÇ PROGRAMI 13.06.2006 16:00 Frankfurt Kore Cumhuriyeti-Togo= _-_ 13.06.2006 19:00 Stuttgart Fransa-İsviçre= _-_ 18.06.2006 22:00 Leipzig Fransa-Kore Cumhuriyeti= _-_ 19.06.2006 16:00 Dortmund Togo-İsviçre= _-_ 23.06.2006 22:00 Hannover İsviçre-Kore Cumhuriyeti= _-_ 23.06.2006 22:00 Köln Togo-Fransa= _-_ H GRUBU 1 İspanya 2 Ukrayna 3 Tunus 4 Suudi Arabistan MAÇ PROGRAMI 14.06.2006 16:00 Leipzig ispanya-Ukrayna= _-_ 14.06.2006 19:00 München Tunus-Suudi Arabistan= _-_ 19.06.2006 19:00 Hamburg Suudi Arabistan-Ukrayna= _-_ 19.06.2006 22:00 Stuttgart İspanya-Tunus= _-_ 23.06.2006 17:00 Berlin Ukrayna-Tunus= _-_ 23.06.2006 17:00 Kaiserslautern Suudi Arabistan-İspanya= _-_ 2.TUR 24.06.2006 18:00 München A1-B2= _-_ 24.06.2006 22:00 Leipzig C1-D2= _-_ 25.06.2006 18:00 Stuttgart B1-A2= _-_ 25.06.2006 22:00 Nürmberg D1-C2= _-_ 26.06.2006 18:00 Kaiserslautern E1-F2= _-_ 26.06.2006 22:00 Köln G1-H2= _-_ 27.06.2006 18:00 Dortmund F1-E2= _-_ 27.06.2006 22:00 Hannover H1-G2= _-_ ÇEYREK FİNAL 30.06.2006 18:00 Berlin 1. MAÇ GALİBİ-2. MAÇ GALİBİ= _-_ 30.06.2006 22:00 Hamburg 5. MAÇ GALİBİ-6.MAÇ GALİBİ= _-_ 01.07.2006 18:00 Gelsenkirchen 3. MAÇ GALİBİ-4. MAÇ GALİBİ= _-_ 01.07.2006 22:00 Frankfurt 7. MAÇ GALİBİ-8.MAÇ GALİBİ= _-_ YARI FİNAL 04.07.2006 22:00 Dortmund 1. MAÇ GALİBİ-2. MAÇ GALİBİ= _-_ 05.07.2006 22:00 München 3. MAÇ GALİBİ-4. MAÇ GALİBİ= _-_ ÜÇÜNCÜLÜK MAÇI 08.07.2006 22:00 Stuttgart YARI FİNAL MAĞLUPLARI= _-_ FİNAL 09.07.2006 21:00 Berlin YARI FİNAL GALİPLERİ= _-_ **** TARİH SAAT YER MAÇ 1.TUR GRUP MAÇLARI 09.06.2006 19:00 München Almanya-Kosta Rika= _-_ 09.06.2006 22:00 Gelsenkirchen Polonya-Ekvador= _-_ 10.06.2006 16:00 Frankfurt İngiltere-Paraguay= _-_ 10.06.2006 19:00 Dortmund Trinidad ve Tobago-İsveç= _-_ 10.06.2006 22:00 Hamburg Arjantin-Fildişi Sahili= _-_ 11.06.2006 16:00 Leipzig Sırbistan ve Karadağ-Hollanda= _-_ 11.06.2003 19:00 Nürmberg Meksika-İran= _-_ 11.06.2006 22:00 Köln Angola-Portekiz= _-_ 12.06.2006 16:00 Kaiserslautern Avustralya-Japonya= _-_ 12.06.2006 19:00 Gelsenkirchen Birleşik Devletler-Çek Cumhuriyeti= _-_ 12.06.2006 22:00 Hannover İtalya-Gana= _-_ 13.06.2006 16:00 Frankfurt Kore Cumhuriyeti-Togo= _-_ 13.06.2006 19:00 Stuttgart Fransa-İsviçre= _-_ 13.06.2006 22:00 Berlin Brezilya-Hırvatistan= _-_ 14.06.2006 16:00 Leipzig İspanya-Ukrayna= _-_ 14.06.2006 19:00 München Tunus-Suudi Arabistan= _-_ 14.06.2006 22:00 Dortmund Almanya-Polonya= _-_ 15.06.2006 16:00 Hamburg Ekvador-Kosta Rika= _-_ 15.06.2006 19:00 Nürmberg İngiltere-Trinidad ve Tobago= _-_ 15.06.2006 22:00 Berlin İsveç-Paraguay= _-_ 16.06.2006 16:00 Gelsenkirchen Arjantin-Sırbistan ve Karadağ= _-_ 16.06.2006 19:00 Stuttgart Hollanda-Fildişi Sahili= _-_ 16.06.2006 22:00 Hannover Meksika-Angola= _-_ 17.06.2006 16:00 Frankfurt Portekiz-İran= _-_ 17.06.2006 19:00 Köln Çek Cumhuriyeti-Gana= _-_ 17.06.2006 22:00 Kaiserslautern İtalya-Birleşik Devletler= _-_ 18.06.2006 16:00 Nürmberg Japonya-Hırvatistan= _-_ 18.06.2006 19:00 München Brezilya-Avustralya= _-_ 18.06.2006 22:00 Leipzig Fransa-Kore Cumhuriyeti= _-_ 19.06.2006 16:00 Dortmund Togo-İsviçre= _-_ 19.06.2006 19:00 Hamburg Suudi Arabistan-Ukrayna= _-_ 19.06.2006 22:00 Stuttgart İspanya-Tunus= _-_ 20.06.2006 17:00 Berlin Ekvador-Almanya= _-_ 20.06.2006 17:00 Hannover Kosta Rika-Polonya= _-_ 20.06.2006 22:00 Kaiserslautern Paraguay-Trinidad ve Tobago= _-_ 20.06.2006 22:00 Köln İsveç-İngiltere= _-_ 21.06.2006 17:00 Gelsenkirchen Portekiz-Meksika= _-_ 21.06.2006 17:00 Leipzig İran-Angola= _-_ 21.06.2006 22:00 Frankfurt Hollanda-Arjantin= _-_ 21.06.2006 22:00 München Fildişi Sahili-Sırbistan ve Karadağ= _-_ 22.06.2006 17:00 Hamburg Çek Cumhuriyeti-İtalya= _-_ 22.06.2006 17:00 Nürmberg Gana-Birleşik Devletler= _-_ 22.06.2006 22:00 Dortmund Japonya-Brezilya= _-_ 22.06.2006 22:00 Stuttgart Hırvatistan-Avustralya= _-_ 23.06.2006 17:00 Berlin Ukrayna-Tunus= _-_ 23.06.2006 17:00 Kaiserslautern Suudi Arabistan-İspanya= _-_ 23.06.2006 22:00 Hannover İsviçre-Kore Cumhuriyeti= _-_ 23.06.2006 22:00 Köln Togo-Fransa= _-_ 2.TUR 24.06.2006 18:00 München A1-B2= _-_ 24.06.2006 22:00 Leipzig C1-D2= _-_ 25.06.2006 18:00 Stuttgart B1-A2= _-_ 25.06.2006 22:00 Nürmberg D1-C2= _-_ 26.06.2006 18:00 Kaiserslautern E1-F2= _-_ 26.06.2006 22:00 Köln G1-H2= _-_ 27.06.2006 18:00 Dortmund F1-E2= _-_ 27.06.2006 22:00 Hannover H1-G2= _-_ ÇEYREK FİNAL 30.06.2006 18:00 Berlin 1. MAÇ GALİBİ-2. MAÇ GALİBİ= _-_ 30.06.2006 22:00 Hamburg 5. MAÇ GALİBİ-6.MAÇ GALİBİ= _-_ 01.07.2006 18:00 Gelsenkirchen 3. MAÇ GALİBİ-4. MAÇ GALİBİ= _-_ 01.07.2006 22:00 Frankfurt 7. MAÇ GALİBİ-8.MAÇ GALİBİ= _-_ YARI FİNAL 04.07.2006 22:00 Dortmund 1. MAÇ GALİBİ-2. MAÇ GALİBİ= _-_ 05.07.2006 22:00 München 3. MAÇ GALİBİ-4. MAÇ GALİBİ= _-_ ÜÇÜNCÜLÜK MAÇI 08.07.2006 22:00 Stuttgart YARI FİNAL MAĞLUPLARI= _-_ FİNAL 09.07.2006 21:00 Berlin YARI FİNAL GALİPLERİ= _-_ *tna ***
  25. BÜYÜK LOKMA YE BÜYÜK LAFLAR ETME DEMİŞ ATALARIMIZ.! Görünen köy kılavuz istemiyor... Cumhuriyetci ve Atatürkcü olmak lafla olmuyor... Yazdıklarının Her Kelimesi seni TEKZİP ediyor... Vaktim olursa ve sen bu şekilde işkemBeyi kübradan atmaya devam edersen yazılarından bir özet hazırlayacağım... Başlık şöyle olabilir RADİKALDEN TAKİYELER... Yada Demagoji yapılarak nasıl Cumhuriyetci ve Atatürkcü olunur... Sen örneklerini vermeye devam et...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.