-
İçerik Sayısı
1.848 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
muki tarafından postalanan herşey
-
Matemde bayraklar neden yarıya indirilir? Bu geleneğin kökeni eski deniz savaşlarına kadar uzanıyor. O devirlerde her bir savaş gemisinin direğinin tepesinde dalgalanan kendine özgü renkli bir bayrağı vardı. Bir deniz savaşından sonra yenilen gemi, galip tarafın bayrağını asmak zorundaydı, bunun için de kendi bayrağını yarıya çekerek üstte yer bırakırdı. Günümüzde böyle bir durum söz konusu değilse de, bayrakları yarıya indirmek bir saygı ifadesi olarak kaldı. Milletlerin matem günlerinde, önemli devlet adamlarının ölümünde, diğer milletlerin de bayraklarını yarıya indirmeleri, mateme katılmak anlamında uluslararası bir gelenek haline geldi. Hangi ulustan olursa olsun denizde birbirinin yanından geçen gemilerin, geçiş süresince bayraklarını yarıya indirmeleri geleneği, saygının bir ifadesi olarak günümüzde hala devam etmektedir.
-
Benim, insanlar üzerinde oynanan oyunlara ve bazi insancıkların bu oyunlara çanak tuttuğunu görmem, başımı döndürüp, midemi bulandırıyor. Kendi sonlarını düşünmeyen insancıklar; bari evlatlarınızın torunlarınızın ve bunların evlatlarını düşünün. Başınızı öne eğin ve ben neyi niçin yapıyorum diye sorun kendinize. Vicdanınızın verdiği cevap (varsa tabii) sizi rahat uyutuyormu? Bütün bu oyunlara rağmen uyutuyorsa şayet, sizlerin şah damarı çatlamış demektir.
-
Bence de sınır ötesi bir harekat yanlış ve boşu boşuna onca cana mal olur. Çözüm bu değildir. Çözüm, Türkiye'nin doğusunda yaşayan insanların (elbette diğerlerinin de) bilgi ve yaşam standartlarını yükseltmekten geçer.
-
NATO Genel Sekreteri Gül'ü aradı: Partiler itidalli davransın NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’in Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü arayarak Irak’ın kuzeyine operasyon konusunda itidal çağrısı yaptığı bildirildi. NATO Sözcüsü James Appathurai, Genel Sekreter de Hoop Scheffer’in Gül’e, "ilgili tüm tarafların özellikle tansiyonun yükseldiği bu zamanda mümkün mertebe itidal göstermeleri gerektiği görüşünü dile getirdiğini" söyledi. NATO’nun PKK’yı terör örgütü olarak gördüğünü hatırlatan sözcü, Türkiye’nin ittifaktan herhangi bir askeri yardım ya da NATO sözleşmesinden kaynaklanan haklarını kullanmak için resmi başvuruda bulunmadığını ifade etti. Sınır ötesi operasyon yapmaya izin veren tezkerenin TBMM'de oylanmasına saatler kala yapılan bi çağrı ilginç bulundu. MALİKİ, ERDOĞAN'I ARADI: PKK FAALİYETLERİNE SON VERECEĞİZ Irak Başbakanı Nuri El Maliki’nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayarak, terör örgütü PKK’nın Irak topraklarındaki faaliyetleri ve varlığına son verme konusunda kesin kararlı olduklarını ve Kuzey Irak’taki bölgesel yönetime de bu konuda kesin talimat verdiklerini söylediği öğrenildi. Edinilen bilgilere göre, Başbakan Erdoğan’dan yeni bir fırsat verilmesini isteyen Irak Başbakanı Maliki, "Şehitleriniz için acınızı paylaşıyoruz" dedi. Maliki’nin, görüşmede, terör örgütü PKK’nın Irak topraklarındaki faaliyetleri ve varlığına son verme konusunda kesin kararlı olduklarını ve Kuzey Irak’taki bölgesel yönetime de bu konuda kesin talimat verdiklerini söylediği öğrenildi. Maliki’nin, bunun için Başbakan Erdoğan’dan yeni bir fırsat verilmesini istediği belirtilirken, bu konuları görüşmek amacıyla Türkiye’ye göndermek için heyet oluşturduklarını ve terör örgütüne karşı birlikte hareket etmek istediklerini söylediği ifade edildi. "Ne gerekiyorsa birlikte yapalım" diyen Maliki’ye, Başbakan Erdoğan’ın da, gönderecekleri heyetle görüşülebileceğini, ancak daha fazla vakit kaybına tahammüllerinin olmadığını vurguladığı öğrenildi. Erdoğan’ın, görüşmede ayrıca terör örgütüne karşı Türkiye’nin her türlü tedbiri alma konusundaki kararlılığını güçlü ifadelerle Maliki’ye ilettiği kaydedildi. Alıntıdır AB, ABD derken NATO'da işin içine girdi. Basiretsiz, onun bunun ağzının içine bakan, ondan bundan direktifler alan politikacılarımız olduğu sürece Türkiye'nin sınırlarını koruması ve iç güvenliği sağlaması gerçek dışı gibi bir şey oluyor.
-
YSK referandumu ertelemedi, pazar günü yapılacak Yüksek Seçim Kurulu kararını açıkladı. Referandum ertelenmedi, 21 Ekim Pazar Günü yapılacak. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Muammer Aydın, toplantı sonrası yaptığı açıklamada, referandumun ertelenmediğini belirterek, "Halkoylaması, 21 Ekim Pazar günü yapılacak. Yapılan toplantıda çıkan karar bu yönde oldu" dedi. Aydın gazetecilerin oylama sonucunun kaça kaç olduğuna ilişkin sorularını ise yanıtlamadı. Aydın daha önce yaptığı açıklamalarda, gümrük kapılarında 16 bin civarında oy kullanıldığını, evet ve hayır oylarındaki farkın, bu rakamdan etkilenmesi durumunda konuyu yeniden ele alacaklarını açıklamıştı.
-
Çok anlamlı, eş anlamlı, iki anlamlı, ikiz anlamlı, karşıt anlamlı, tek anlamlı, yakın anlamlı, zıt anlamlı, zırva anlamlı, boş anlamlı, dolu anlamlı, ne varsa okumaya çalışıyorum. Okumak dünyamı zenginleştiriyor, yeni fikirler edinmemi sağlıyor.
-
Erkekler yönetiyor da ne oluyor? İlk önce bunun cevabını vermek lazım.
-
Hükümet eğer gerçekten öldürmek istiyorsa şarapçılık sektörünü çok iyi yapıyor..Devam etsin...Zam yapılacak ondan daha beter kötü bir şey daha yoktur !!!quote] Canavar hale gelmek, alkol içmekten mi kaynaklanıyor? Her bayram trafikte onca ölen ve yaralanan insanlar, sürücülerin alkollü araba kullanmasından dolayı mı hayatlarını kaybediyor? Evdeki ve mahalledeki huzursuzluk sadece alkol alanlar tarafından mı çıkarılıyor? Sağlığa gelince: Her insan kendi sağlığından sorumludur. İnsan basmakalıp sağlık dayatmalarıyla daha sağlıklı olacaksa, İslam dinine inanan ve sağlıkla ilgili olan talimatları yerine getiren hiçbir müslümanın hasta olmaması gerekirdi, öyle değil mi... Oysa hastalık ne müslümana, ne hristiyana vs. bakmadan buluyor insanları. *******
-
Neden esneriz? Sadece uykumuz gelince mi esneriz? Esneme bulaşıcı mıdır? Aslında esnemenin ve fizyolojisinin ardında yatan gerçek hala tam olarak bilinememektedir. Önceleri esneme, insanın yorgun olduğu zamanlarda kandaki oksijen miktarını artırmak için vücudun yaptığı bir solunum sistemi refleksi olarak düşünülüyordu. Yapılan deneylerin sonucunda, esnemenin, solunum olayına kısa bir destek verdiği, ancak onun önemli bir fonksiyonu olmadığı tespit edilmiştir. Hem burnumuzla, hem de ağzımızla nefes alabilmemize rağmen, kapalı ağızla esnemek mümkün değildir. En çok ve sık esnemenin olduğu zaman, sabah uykudan kalkma vaktidir. Ortalama bir esneme 6 saniye sürer. Sadece insanlar değil, kediler, kuşlar, fareler ve birçok canlı türü de esner. Ancak farklı türlerdeki bu davranış biçimi, aynı fonksiyona yönelik olabilir mi? Örneğin insanların gülme olarak yaptığı yüzdeki kas hareketi diğer bazı canlılarda korkunun ifadesi olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda, hayvanların daha çok dikkat gerektiren bir olayı karşılama sırasında esnedikleri, insanların ise, tersine dış uyanlarda azalma olduğunda esnedikleri saptanmıştır. Derslerde canı sıkılan öğrencilerin değil de, canı sıkıldığı halde uyumamaya çalışanların daha çok esnedikleri gözlemlenmiştir. Bir diğer görüşe göre de, sınava girecek bir öğrencinin veya yarışa girecek bir atletin çok esnemesinin sebebi, organizmanın kendini sakinleştirmesidir. Esneme de gülme gibi bulaşıcıdır. Esneyen kişinin yüz hatlarında meydana gelen şekillenmenin, diğer insanlar üzerinde esnemeyi teşvik edici bir etki uyandırdığı tahmin ediliyor. Yani nasıl yemek yiyen bir insanı görünce acıkırsak, onun gibi bir şey. Esnemenin bulaşıcı olduğunu ileri süren bir görüşe göre ise ilk insanlardan kalma bir davranış olarak esnemekteyiz. İlkel atalarımız akşamları ateşin etrafında topluca otururken grubun lideri tüm dişlerini göstererek esner, oturumu kapatır, artık gecenin başladığı, herkesin sabaha kadar yatması ve hareket etmemesi gerektiği sinyalini verirdi. Grubun diğer üyeleri de esneyerek görüş birliği içinde olduklarını beyan ederlerdi. Günümüzde bu iş için daha karışık teknolojiler kullanılıyor. Baba televizyonu uzaktan kumanda ile kapatıp koltuğundan kalkıyor. Bu nedenle günümüzde esnemenin hiçbir faydası görülmemektedir ve önümüzdeki bir milyon yıl içinde ortadan kalkacağı sanılmaktadır.
-
Gazeteler neden enine düzgün yırtılamıyor? Denerseniz göreceksiniz ki, bir gazete sayfasını yukarıdan aşağıya düzgün olarak yırtabilirsiniz. Ancak sağdan sola yani enine yırttığınızda düzgün yırlamazsınız, muhakkak zikzaklar oluşur.Gazete kağıdının ana maddesinin ağaç olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir gazete kağıdında ağacın lifleri yukarıdan aşağıya olacak şekilde gelir. İşte bu sebeple bir gazete sayfasını düşey olarak yırtarsanız, yırtık, liflerin yolunu takip ederek düzgün bir şekilde aşağıya kadar iner. Enine yırtıldığında, her life rastlayışında yırtılma zikzak çizer. Peki lifler niçin düşey doğrultuda? Bunun nedeni kağıdın üretiliş biçiminde yatıyor. Bu lifler çok az su içeriyor ve üretim bandında, bandın hareketi boyunca yayılıyor. Üretim bandı sonunda su kuruyor ama, lifler kağıtta uzunlamasına yer alıyor.
-
Bozuk paraların kenarları neden tırtıllıdır? Özellikle kağıt para devrinden önce, alışverişte kullanılan paralar altın ve gümüş içeriyorlardı. Her devirde olduğu gibi, o devirde de bulunan bazı düzenbazlar, bu paraları kenarlarından kazıyarak, çok az miktarda da olsa, bu değerli madenleri biriktiriyor, parayı da tekrar kullanabiliyorlardı. O devirlerde tüccarlar, parayı tartıyorlar ve ağırlığı eksikse kabul etmiyorlardı. Tabii, para da elinizde kalıyordu. Antik para kataloglarında dikkat ederseniz, paraların büyük bir kısmının tam yuvarlak olmadığını görürsünüz. Bu sorunu çözmek ve halkı eksik paraya karşı korumak için bozuk paraların kenarları tırtıllı yapılmaya başlandı. Bu tırtıllar sayesinde paranın kenarının kazındığı hemen belli oluyordu ve kenarı kazınmış parayı kimse almıyordu. Bu adet günümüze kadar devam etti. Artık içinde değerli bir maden bulunmamasına rağmen, bozuk paralarımızın kenarlarında ya tırtıl ya da bir yazı vardır. Günümüzde madeni paralar 'bozukluk' veya 'ufaklık' adı altında sadece küsuratları ödemede kullanılıyor. Bozuk paralar da para olma niteliklerini kanundan almalarına rağmen, kullanılmalarında bazı sınırlamalar vardır. Gerek kağıt, gerekse madeni para olsun, her ikisiyle de yapılan ödemeleri kabul etmemek mümkün değildir. Buna 'Kanuni Tedavül Mecburiyeti' denilir ki, kağıt paralarda bu mecburiyet sınırsızdır. Ödenen miktar ne kadar büyük olursa olsun, bunu karşı taraf kabul etmek mecburiyetindedir. Madeni paraların ise mecburiyeti sınırlıdır. En çok üzerlerinde yazan değerin 50 katını tamamen bozuk para ile ödeyebilirsiniz. Örneğin 50 bin liralıklarla, 2,5 milyona kadar ödemelerinizi yapabilirsiniz ama daha fazlasını da bozuk para ile ödeme isteğinizi karşı taraf kabul etmeyebilir. Kağıt paraların Merkez Bankası tarafından basıldığı bilinir de, madeni paraları Maliye Bakanlığı'nın çıkardığı pek bilinmez. Madeni paraların toplam para stoku içindeki oranı da yaklaşık yüzde l civarındadır. Hiç dikkat ettiniz mi? İnsan yüzleri kağıt paralarda önden, madeni paralarda ise yandandır. Madeni paralarda yer çok küçük olduğundan, kabartma tekniği ile bir yüzün tam detayını vermek mümkün olamamaktadır. Yandan bir profil kişiyi daha iyi tanınır kılmaktadır.
-
Gelinliklerin rengi neden beyazdır? Çocuk annesine sormuş: 'Anne gelinlerin giysisi neden beyaz renkte?' Annesi cevaplamış: 'Beyaz renk masumiyetin ve mutluluğun sembolüdür.' Çocuk tekrar sormuş: 'Peki o zaman damatlar neden siyah giyiyorlar?' Eski Roma'da gelinliklerin rengi sarıydı. Gelinler yine sarı renkte peçe takıyorlardı. Peçe evli ve bekar kadınları ayırt ediyordu. Ortaçağlarda ise gelinliğin rengi üzerinde pek durulmadı. Kumaşın kaliteli ve gösterişli olması daha önemliydi. Herkes en iyi elbiselerini giyiyordu, renk de herkesin kendi tercihine göreydi. Beyaz gelinlik adetinin yaygınlaşması 16. yüzyılda olmuştur. Bu yıllarda kraliyet ailesi gelinlerinin gümüşi renkte gelinlik giymeleri gelenekti. Kraliçe Viktorya bunu reddetti ve beyaz gelinlik giymekte ısrar etti. Bundan sonra İngiliz ve Fransız yazarlar, beyaz rengin masumiyetin simgesi olduğu konusunu işlemeye başladılar. O dönem ahlakına göre bekaret evliliğin vazgeçilmez koşulu olduğu için beyaz gelinlik adeti tuttu. Evlenirken beyaz giysi giymek genç kızların bekaretlerini topluma ilan etmelerinin vasıtası oldu. Gelinlikle ilgili bazı batıl inançlar da var. Bunlara göre gelinin gelinliğini bizzat kendisi dikmesi, damadın düğünden önce gelini gelinlikle görmesi, gelinin gelinliği düğünden önce giymesi uğursuzluk getiriyor. Söz evlenmeden açılınca evlilik yüzüğünden de bahsetmek gerekiyor. İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır'da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu - temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır. Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu. Gerçi şimdi damarların nereden gelip nereye gittiği biliniyor ama bu da bir adet olarak kaldı.
-
Erkek bebeklerin giysileri neden mavidir? Yüzyıllarca önce insanlarda şeytani güçlerin, bebeklerin veya küçük çocukların odalarında dolaştıklarına, onların vücutlarına girmek için fırsat kolladıklarına ilişkin ortak bir inanç vardı. Ayrıca bu şeytani güçlerin, mavi renk tarafından kovulduğuna da inanılıyordu. Çünkü mavi göklerin rengi idi. Hatta bugün bile hala Ortadoğu'da şeytanı kovmak için, bazı evlerin kapıları maviye boyanmaktadır. O zamanlarda, sülalenin devamı için, erkek bebeklerin önemi daha fazla olduğu için, şeytan korkar da gider diye, erkek bebeklerin ve küçük erkek çocukların giysilerinin mavi olması adet haline geldi ve yüzyıllar boyunca devam etti. Çok sonraları kız bebekler de 'erkek bebekler kadar önem kazanınca', onların giysilerine de bir renk verilmesi ihtiyacı doğdu ve de çiçeklerin en güzeli olan gülün rengi, yani pembe renk verildi.
-
En önemli sorunlardan biri, bir çocuğa kitap okuma alışkanlığının aşılanmaması. Bir ailenin evine gittiğinizde kaçının oturma odasında kitaplığı var? Kaç aile, çocuk daha konuşmayı öğrenmemişken ona günde en az bir kere bir kitaptan hikaye okuyor? Çocuk okuma ve yazmayı öğrendikten sonra, kaç aile o çocuğa bilgisini genişletecek kitaplar alıyor? Ver eline simidi, sal sokağa oynasın. Sen de rahat, o da rahat.
-
Şaşırmamak lazım, din adamlarına ve dine verilen önem abartılıp devlet meseleleri arka sıralara kayarsa, sözde kürdistan şehitleri ve diğer bebek katilleri için el-fatihalar da okutulur, başka şeyler de.
-
Güle güle verdinaz, yolun açık olsun ve başarılar.
-
Bu kişiler ne görgü'den, ne zarafet'ten, ne de incelikten nasiplerini alamamışlar. Anlaşılan odur ki, Tanrı bunlara boş geldin, boş gideceksin demiş. İnsanlarda biraz utanma duygusu olur, ama bunlarda nerde o duygu...
-
Niçin bizde yasalar karga tulumba misali, açık artılmalardaki gibi kısa bir süre içinde satıyorum, satıyoruuumm, sattıımmmm'larla karara bağlanır? Bir yasa çıkartılacağı zaman bu yasanın aylarca, hatta yıllarca tartışılması, tüm kesimlere fikir danışılması ve sonunda bu fikirlerin sentez edilip, ulusal bir uzlaşma sağlanıp hayata geçirilmesi ancak gelişmiş ülkelere has olsa diye düşünüyorum. Enine boyuna tartışılmayan ve ulusal uzlaşma sağlanmayıp yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleri yetersizlik nedeniyle bir kaç sene sonra tekrar değiştirilmeye mahkum ediliyor. Oysa gelişmiş ülkelere baktığımız zaman bir değişiklik söz konusu ise, insanlar kafa kafaya verip o yasanın uzun bir süre geçerli olabilmesi için çaba sarf ediyor. Bizim, Anayasayı 'olmadı sil baştan' değiştirme lüksümüz, bazılarımızın yataktan nasıl kalkıp, güne nasıl başladıklarıyla ilgili herhalde. Şu ana kadar vatandaşın neye 'evet' neye 'hayır' demesi gerektiğini bildiğini de sanmıyorum. Gerçi bizim, millet olarak 'hayır' demeye yüzümüz tutmadığı için, içeriğini bilmediğimiz bir Anayasa değişikliğine de 'evet' deme ihtimalimiz daha yüksek olsa gerek.
-
YAŞAMA DAİR "A N L A M L I " SÖZLER:
muki şurada cevap verdi: UMUDA TÜRKÜ başlık Havadan Sudan Konular
Sular yükseldikce balıklar karıncaları yer, sular çekildikce de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli... Çünkü, kimin, kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir... Gözler kendilerine, kulaklar başkalarına inanırlar. Ödünç alan, özgürlüğünü satar. Kargalarla yarenlik eden güvercinin tüyleri beyaz kalır, ama kalbi kararır. Birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek gelişmedir; birlikte çalışmak başarıdır. -
Tarihi Gerçekler Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse, eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün.1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu: İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran olmasına rağmen çok kötü kokmuyorlardı. Kokmaya başladıkları zaman ise gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar, içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın! -Don't throw the baby out with the bath water- deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yatıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki "kedi-köpek yağıyor" (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir. Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi. Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. "Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük" (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna "yağ çiğnemek" (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunlarIn öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu. İngiltere, eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu.
-
İngiltere'de Guy's Hastanesi ve Kings College Üniversitesi doktorları, beynin egzersiz, vitamin ve mineral içeren besin maddelerin ihtiyacı olduğuna dikkat çekerek, hafızayı kuvvetlendirmenin 10 yolunu şöyle sıraladı: Soya: Soyadaki doğal östrojen hafızayı hem kuvvetlendiriyor hem kıvraklaştırıyor. Hafıza mineralleri: Vücutta demir ve çinko azlığı, belleği zayıflatıyor, çünkü azalan hemoglobin nedeniyle beyne yeterince oksijen taşınmıyor. Kahve: Kafein zihin performansını, hafıza ve konsantrasyonu artırıyor. Zihin egzersizi: Zihnini aktif tutanlarda bellek daha kuvvetli. Vücut egzersizi: Haftada üç kez yarım saatlik egzersiz, hafızayı zayıflatan stresi azaltıyor. Sakız çiğnemek: Sakız çiğnerken beynin 'hippocampus' bölümü daha iyi çalışıyor. Gingko Biloba: Aynı adlı ağaçtan elde edilen madde, damarları açıp beyne daha fazla oksijen taşıyor. Yağlı balık eti: Haftada üç kez yağlı balık veya üç gün 330 mg. balık yağı hapı, hafızayı güçlendirecek 'Omega 3' yağ asitlerini almanız için yeterli. Adaçayı: Zihin yorgunluğu için en iyi çare. Adaçayı familyasından limonun yağından elde edilen esansın da konsantrasyonu arttırdığı keşfedilmiş. B vitamini: Beyni serbest radikallerden koruyup beyne daha fazla oksijen gelmesini sağladığı için Niacin, B3, B13 vitaminleri bellek için çok önemli.
-
Diabetes Care dergisinde yayımlanan habere göre, çaya atılan bir tarçın kabuğu bile, şeker hastalarının ensülin değerlerini iyileştirebilir. ABD'nin Beltsville kentindeki Tarım ve Beslenme Araştırma Merkezi'nde görevli bilim adamı Richard Anderson ve ekibi, tarçının içinde bulunan MHCP (metil hidroksi kalkon polimer) maddesinin kandaki şeker düzeyine olan etkisini, besinleri incelerken tesadüfen fark etti. MHCP, laboratuvarda yapılan deneylerde ensülin gibi etki ederek, hücrelerin glikoz tüketimini artırdı. Anderson, laboratuvarda yapılan deneylerden sonra, tarçının etkisini, Pakistan'da yaşayan 2. tip şeker hastası 60 kişinin üzerinde test ettiklerini kaydetti. 40 gün boyunca her gün birkaç gram tarçın verilen şeker hastalarının kanındaki şeker düzeyinin, kontrol grubuna göre yüzde 20 oranında daha düşük olduğu tespit edildi. Tarçın verilen hastaların bazılarında, şeker hastalığının belirtilerinin tamamen yok olduğu kaydedildi. Bilim adamları, belirtilerin tarçın tedavisi kesildikten sonra yeniden ortaya çıktığını söylediler. Anderson, MHCP maddesinin sadece kandaki şeker düzeyini değil, kandaki yağ ve kolesterol miktarını da düşürdüğünü ifade etti. Bilim adamları, şeker hastalarına günde 6 gram kadar çekilmiş tarçını yemeklere karıştırmayı önerdi. 2. tip şeker hastalığında, vücut ensülin hormonunu yeterli miktarda üretiyor, fakat bu hormona tepki vermiyor ve kandaki fazla şeker miktarını almayarak kanda bırakıyor..
-
Cep telefonlarının sağlığa zararlı olup olmadığı konusunda yapılan son araştırma, sadece 5 dakika süreyle cep telefonu sinyaline maruz kalmanın vücutta kanser oluşumu sırasında meydana gelen bazı değişikliklere yol açabileceğini gösterdi. Araştırmacılar, çok düşük güçte bile olsa cep telefonu sinyallerinin, tümör oluşumunda olduğu gibi hücreleri bölünmeye teşvik ettiğini belirtti. Araştırmada, sinyallerin hücrelere ısı değişimine bağlı olmaksızın zarar verip vermediğinin test edildi. Deneyde fare ve insan dokusunu cep telefonlarının yaydığı sinyallerle aynı frekansta elektromanyetik radyasyona tabi tutuldu ve dokulara gönderilen elektromanyetik radyasyonun gücü cep sinyalinin 10'da birine düşürüldü. Araştırma sonucunda 5 dakika süreyle bu radyasyona maruz kalan dokularda hücre bölünmesini aktive eden kimyasallarda bir artış meydana geldiği gözlendi. Bilindiği gibi vücudun hücre bölünmesini kontrol edememesi tümör oluşumlarına neden oluyor.
-
Sonuçları İngiliz bilim dergisi "Nature"da yayınlanan araştırmayı yürüten ABD'nin Philadelphia'da faaliyet gösteren Monell Kimya Merkezi araştırmacılarının lideri Paul Bresling, sızma zeytinyağında "İbuprofen" adlı ağrı kesicilerde bulunan bir maddeye rastlandığını açıkladı. Bilim adamı, sızma zeytinyağının içinde bulunan ve genizden geçerken yakıcılık veren maddenin, aynı İbuprofen'e benzeyen özelliğe sahip olduğunu söyledi. Bresling, düzenli olarak günde 50 gram soğuk presle sıkılmış sızma zeytinyağı kullanımının, günlük olarak tavsiye edilen İbuprofen dozajının %10'una denk ağrı kesici etkisinin bulunduğunu belirtti. Araştırmada, önerilen düzeyde sızma zeytinyağı yemenin, migren gibi genellikle kronik ağrıların etkilerini azalttığı da ifade edildi.