Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

muki

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muki tarafından postalanan herşey

  1. Gelinliklerin rengi neden beyazdır? Çocuk annesine sormuş: 'Anne gelinlerin giysisi neden beyaz renkte?' Annesi cevaplamış: 'Beyaz renk masumiyetin ve mutluluğun sembolüdür.' Çocuk tekrar sormuş: 'Peki o zaman damatlar neden siyah giyiyorlar?' Eski Roma'da gelinliklerin rengi sarıydı. Gelinler yine sarı renkte peçe takıyorlardı. Peçe evli ve bekar kadınları ayırt ediyordu. Ortaçağlarda ise gelinliğin rengi üzerinde pek durulmadı. Kumaşın kaliteli ve gösterişli olması daha önemliydi. Herkes en iyi elbiselerini giyiyordu, renk de herkesin kendi tercihine göreydi. Beyaz gelinlik adetinin yaygınlaşması 16. yüzyılda olmuştur. Bu yıllarda kraliyet ailesi gelinlerinin gümüşi renkte gelinlik giymeleri gelenekti. Kraliçe Viktorya bunu reddetti ve beyaz gelinlik giymekte ısrar etti. Bundan sonra İngiliz ve Fransız yazarlar, beyaz rengin masumiyetin simgesi olduğu konusunu işlemeye başladılar. O dönem ahlakına göre bekaret evliliğin vazgeçilmez koşulu olduğu için beyaz gelinlik adeti tuttu. Evlenirken beyaz giysi giymek genç kızların bekaretlerini topluma ilan etmelerinin vasıtası oldu. Gelinlikle ilgili bazı batıl inançlar da var. Bunlara göre gelinin gelinliğini bizzat kendisi dikmesi, damadın düğünden önce gelini gelinlikle görmesi, gelinin gelinliği düğünden önce giymesi uğursuzluk getiriyor. Söz evlenmeden açılınca evlilik yüzüğünden de bahsetmek gerekiyor. İnsanların evlenince yüzük takmaları eski Mısırlıların inançlarına dayanıyor. Milattan 2800 yıl önce Mısır'da yaşayanlar dairenin veya halka şeklindeki cisimlerin, başlangıç ve bitiş noktalarının olmaması nedeni ile sonsuzluğu - temsil ettiklerine inanıyorlardı. Yüzük evliliğin sonsuza dek süreceğini simgeliyordu. Sonra bu inanç ve adet Romalılar vasıtası ile iyice yaygınlaştı. Kazılarda o devirlere ait çok ilginç evlilik yüzüklerine rastlanılmıştır. Evlilik yüzüğünün sol ele ve sondan bir önceki parmağa takılmasının sebebi ise modern tıbbın gelişmesinden önceki devirlere ait yanlış bir insan anatomisi bilgisidir. O zamanlarda dolaşım sistemimizdeki ana damarın sol elimizde bu parmaktan başlayıp kalbimize gittiği sanılıyordu. Böylece buraya takılan yüzükler evli çiftin kalben bağlılığını simgeliyordu. Gerçi şimdi damarların nereden gelip nereye gittiği biliniyor ama bu da bir adet olarak kaldı.
  2. Erkek bebeklerin giysileri neden mavidir? Yüzyıllarca önce insanlarda şeytani güçlerin, bebeklerin veya küçük çocukların odalarında dolaştıklarına, onların vücutlarına girmek için fırsat kolladıklarına ilişkin ortak bir inanç vardı. Ayrıca bu şeytani güçlerin, mavi renk tarafından kovulduğuna da inanılıyordu. Çünkü mavi göklerin rengi idi. Hatta bugün bile hala Ortadoğu'da şeytanı kovmak için, bazı evlerin kapıları maviye boyanmaktadır. O zamanlarda, sülalenin devamı için, erkek bebeklerin önemi daha fazla olduğu için, şeytan korkar da gider diye, erkek bebeklerin ve küçük erkek çocukların giysilerinin mavi olması adet haline geldi ve yüzyıllar boyunca devam etti. Çok sonraları kız bebekler de 'erkek bebekler kadar önem kazanınca', onların giysilerine de bir renk verilmesi ihtiyacı doğdu ve de çiçeklerin en güzeli olan gülün rengi, yani pembe renk verildi.
  3. En önemli sorunlardan biri, bir çocuğa kitap okuma alışkanlığının aşılanmaması. Bir ailenin evine gittiğinizde kaçının oturma odasında kitaplığı var? Kaç aile, çocuk daha konuşmayı öğrenmemişken ona günde en az bir kere bir kitaptan hikaye okuyor? Çocuk okuma ve yazmayı öğrendikten sonra, kaç aile o çocuğa bilgisini genişletecek kitaplar alıyor? Ver eline simidi, sal sokağa oynasın. Sen de rahat, o da rahat.
  4. muki şurada cevap verdi: kaplan-200 başlık Güncel Konular
    Şaşırmamak lazım, din adamlarına ve dine verilen önem abartılıp devlet meseleleri arka sıralara kayarsa, sözde kürdistan şehitleri ve diğer bebek katilleri için el-fatihalar da okutulur, başka şeyler de.
  5. muki şurada cevap verdi: verdinaz başlık Havadan Sudan Konular
    Güle güle verdinaz, yolun açık olsun ve başarılar.
  6. Bu kişiler ne görgü'den, ne zarafet'ten, ne de incelikten nasiplerini alamamışlar. Anlaşılan odur ki, Tanrı bunlara boş geldin, boş gideceksin demiş. İnsanlarda biraz utanma duygusu olur, ama bunlarda nerde o duygu...
  7. muki şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Niçin bizde yasalar karga tulumba misali, açık artılmalardaki gibi kısa bir süre içinde satıyorum, satıyoruuumm, sattıımmmm'larla karara bağlanır? Bir yasa çıkartılacağı zaman bu yasanın aylarca, hatta yıllarca tartışılması, tüm kesimlere fikir danışılması ve sonunda bu fikirlerin sentez edilip, ulusal bir uzlaşma sağlanıp hayata geçirilmesi ancak gelişmiş ülkelere has olsa diye düşünüyorum. Enine boyuna tartışılmayan ve ulusal uzlaşma sağlanmayıp yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleri yetersizlik nedeniyle bir kaç sene sonra tekrar değiştirilmeye mahkum ediliyor. Oysa gelişmiş ülkelere baktığımız zaman bir değişiklik söz konusu ise, insanlar kafa kafaya verip o yasanın uzun bir süre geçerli olabilmesi için çaba sarf ediyor. Bizim, Anayasayı 'olmadı sil baştan' değiştirme lüksümüz, bazılarımızın yataktan nasıl kalkıp, güne nasıl başladıklarıyla ilgili herhalde. Şu ana kadar vatandaşın neye 'evet' neye 'hayır' demesi gerektiğini bildiğini de sanmıyorum. Gerçi bizim, millet olarak 'hayır' demeye yüzümüz tutmadığı için, içeriğini bilmediğimiz bir Anayasa değişikliğine de 'evet' deme ihtimalimiz daha yüksek olsa gerek.
  8. Sular yükseldikce balıklar karıncaları yer, sular çekildikce de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli... Çünkü, kimin, kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir... Gözler kendilerine, kulaklar başkalarına inanırlar. Ödünç alan, özgürlüğünü satar. Kargalarla yarenlik eden güvercinin tüyleri beyaz kalır, ama kalbi kararır. Birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek gelişmedir; birlikte çalışmak başarıdır.
  9. Tarihi Gerçekler Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse, eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün.1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu: İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran olmasına rağmen çok kötü kokmuyorlardı. Kokmaya başladıkları zaman ise gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar, içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın! -Don't throw the baby out with the bath water- deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yatıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce'deki "kedi-köpek yağıyor" (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir. Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi. Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. "Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük" (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna "yağ çiğnemek" (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bundan sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunlarIn öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor, aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu. İngiltere, eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti (graveyard shift) denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by the bell) bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu.
  10. İngiltere'de Guy's Hastanesi ve Kings College Üniversitesi doktorları, beynin egzersiz, vitamin ve mineral içeren besin maddelerin ihtiyacı olduğuna dikkat çekerek, hafızayı kuvvetlendirmenin 10 yolunu şöyle sıraladı: Soya: Soyadaki doğal östrojen hafızayı hem kuvvetlendiriyor hem kıvraklaştırıyor. Hafıza mineralleri: Vücutta demir ve çinko azlığı, belleği zayıflatıyor, çünkü azalan hemoglobin nedeniyle beyne yeterince oksijen taşınmıyor. Kahve: Kafein zihin performansını, hafıza ve konsantrasyonu artırıyor. Zihin egzersizi: Zihnini aktif tutanlarda bellek daha kuvvetli. Vücut egzersizi: Haftada üç kez yarım saatlik egzersiz, hafızayı zayıflatan stresi azaltıyor. Sakız çiğnemek: Sakız çiğnerken beynin 'hippocampus' bölümü daha iyi çalışıyor. Gingko Biloba: Aynı adlı ağaçtan elde edilen madde, damarları açıp beyne daha fazla oksijen taşıyor. Yağlı balık eti: Haftada üç kez yağlı balık veya üç gün 330 mg. balık yağı hapı, hafızayı güçlendirecek 'Omega 3' yağ asitlerini almanız için yeterli. Adaçayı: Zihin yorgunluğu için en iyi çare. Adaçayı familyasından limonun yağından elde edilen esansın da konsantrasyonu arttırdığı keşfedilmiş. B vitamini: Beyni serbest radikallerden koruyup beyne daha fazla oksijen gelmesini sağladığı için Niacin, B3, B13 vitaminleri bellek için çok önemli.
  11. muki şurada bir başlık gönderdi: Sağlık (Genel)
    Diabetes Care dergisinde yayımlanan habere göre, çaya atılan bir tarçın kabuğu bile, şeker hastalarının ensülin değerlerini iyileştirebilir. ABD'nin Beltsville kentindeki Tarım ve Beslenme Araştırma Merkezi'nde görevli bilim adamı Richard Anderson ve ekibi, tarçının içinde bulunan MHCP (metil hidroksi kalkon polimer) maddesinin kandaki şeker düzeyine olan etkisini, besinleri incelerken tesadüfen fark etti. MHCP, laboratuvarda yapılan deneylerde ensülin gibi etki ederek, hücrelerin glikoz tüketimini artırdı. Anderson, laboratuvarda yapılan deneylerden sonra, tarçının etkisini, Pakistan'da yaşayan 2. tip şeker hastası 60 kişinin üzerinde test ettiklerini kaydetti. 40 gün boyunca her gün birkaç gram tarçın verilen şeker hastalarının kanındaki şeker düzeyinin, kontrol grubuna göre yüzde 20 oranında daha düşük olduğu tespit edildi. Tarçın verilen hastaların bazılarında, şeker hastalığının belirtilerinin tamamen yok olduğu kaydedildi. Bilim adamları, belirtilerin tarçın tedavisi kesildikten sonra yeniden ortaya çıktığını söylediler. Anderson, MHCP maddesinin sadece kandaki şeker düzeyini değil, kandaki yağ ve kolesterol miktarını da düşürdüğünü ifade etti. Bilim adamları, şeker hastalarına günde 6 gram kadar çekilmiş tarçını yemeklere karıştırmayı önerdi. 2. tip şeker hastalığında, vücut ensülin hormonunu yeterli miktarda üretiyor, fakat bu hormona tepki vermiyor ve kandaki fazla şeker miktarını almayarak kanda bırakıyor..
  12. Cep telefonlarının sağlığa zararlı olup olmadığı konusunda yapılan son araştırma, sadece 5 dakika süreyle cep telefonu sinyaline maruz kalmanın vücutta kanser oluşumu sırasında meydana gelen bazı değişikliklere yol açabileceğini gösterdi. Araştırmacılar, çok düşük güçte bile olsa cep telefonu sinyallerinin, tümör oluşumunda olduğu gibi hücreleri bölünmeye teşvik ettiğini belirtti. Araştırmada, sinyallerin hücrelere ısı değişimine bağlı olmaksızın zarar verip vermediğinin test edildi. Deneyde fare ve insan dokusunu cep telefonlarının yaydığı sinyallerle aynı frekansta elektromanyetik radyasyona tabi tutuldu ve dokulara gönderilen elektromanyetik radyasyonun gücü cep sinyalinin 10'da birine düşürüldü. Araştırma sonucunda 5 dakika süreyle bu radyasyona maruz kalan dokularda hücre bölünmesini aktive eden kimyasallarda bir artış meydana geldiği gözlendi. Bilindiği gibi vücudun hücre bölünmesini kontrol edememesi tümör oluşumlarına neden oluyor.
  13. muki şurada bir başlık gönderdi: Alternatif Tıp
    Sonuçları İngiliz bilim dergisi "Nature"da yayınlanan araştırmayı yürüten ABD'nin Philadelphia'da faaliyet gösteren Monell Kimya Merkezi araştırmacılarının lideri Paul Bresling, sızma zeytinyağında "İbuprofen" adlı ağrı kesicilerde bulunan bir maddeye rastlandığını açıkladı. Bilim adamı, sızma zeytinyağının içinde bulunan ve genizden geçerken yakıcılık veren maddenin, aynı İbuprofen'e benzeyen özelliğe sahip olduğunu söyledi. Bresling, düzenli olarak günde 50 gram soğuk presle sıkılmış sızma zeytinyağı kullanımının, günlük olarak tavsiye edilen İbuprofen dozajının %10'una denk ağrı kesici etkisinin bulunduğunu belirtti. Araştırmada, önerilen düzeyde sızma zeytinyağı yemenin, migren gibi genellikle kronik ağrıların etkilerini azalttığı da ifade edildi.
  14. muki şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    İngiltere'de Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Trevor Philips'in Kraliçe Büyük Elizabeth'i İspanyollar'ın elinden Türkler'in kurtardığının tarih kitaplarında yazılması gerektiği şeklindeki teklifine İngilizler karşı çıktılar. Hâlbuki 16. Yüzyıl'ın sonlarında İngiliz elçisi birkaç gemi göndererek bizi kurtarın diye yalvarıyor, kraliçe Osmanlı padişahı bize mektup yazdı diye seviniyordu. Ancak İngilizler şimdi nankörlük ediyorlar. Bugün "si" yerine "yes" diyorlarsa sayemizde olduğunu unutmasınlar. 16.yüzyılda Habsburg İmparatorluğu akrabalık bağlarıyla Avrupa'nın önemli bir kısmında hakimiyet kurmuştu. Avrupa'nın büyük bir bölümünde hakimiyet kuran Habsburglar'ın önünde direnen tek güç Fransa ve İngiltere idi. Ancak onlar da Habsburglar karşısında acizdiler. Osmanlılar'ın Avrupa'daki bu mücadeleye karışmaları siyasi dengenin yeniden kurulmasını ve Avrupa'nın bugünkü şeklini almasını sağladı. Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi milli monarşiler, Osmanlılar'ın, Habsburglar'a karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. BİZE YARDIM EDİN İngiltere'de Eşitlik ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Trevor Philips'in birkaç gün önce Kraliçe Büyük Elizabeth'i İspanyollar'ın elinden Türkler'in kurtardığının tarih kitaplarında yazılması gerektiği şeklindeki teklifine İngilizler karşı çıktılar. Hâlbuki 16. yüzyılın sonlarında İngiliz elçisi birkaç gemi göndererek bizi kurtarın diye yalvarıyor, kraliçe Osmanlı padişahı bana mektup yazdı diye seviniyordu. Ancak İngilizler şimdi nankörlük ediyorlar. Unutmasınlar, bugün "si" yerine "yes" diyorlarsa sayemizdedir. İngiltere, 1580'lerde Habsburglar'ın İspanya kanadı tarafından işgal edilmek üzereydi. Daha önce Kanunî döneminde Osmanlılar'dan yardım isteyen Fransa, Türk desteğiyle Habsburg işgalinden kurtulmuştu. İngilizler, Fransa örneğinden hareket ederek Habsburglar'a karşı direnebilmek için tek şanslarının Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardım almak olduğunu anlamışlardı. Üçüncü Murad döneminde (1574-1595) Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkiye geçerek, İspanyol donanmasının İngiltere'yi işgalini engellemek için yardım istediler. Kraliçe Elizabeth'in askeri danışmanı Sir Francis Walsingham, Temmuz 1588'deki İspanyol işgal teşebbüsünden önce İstanbul'daki İngiltere elçisine bir mektup göndererek, İspanyol donanmasının dağıtılması için Türk donanmasının harekete geçirilmesini istemişti. İngilizler, şimdi bu mektuba dayanarak tartışıyorlar ve Türk yardımını reddeden muhalifler bir mektuba dayanarak Osmanlı yardımının ispatlanamayacağını söylüyorlar. Ancak bu konuda birçok mektup ve yazışma var. İŞTE O MEŞHUR MEKTUP Sir Francis Walsingham'ın mektubunu İngiltere'nin gündemine gelmesinden çok önce rahmetli Akdes Nimet Kurat yayınlamıştı. Walsingham, 24 Haziran 1587'de İstanbul'daki İngiltere elçisi William Harborne'e gönderdiği mektupta padişahı İspanyollar'a karşı harekete geçirmek için elinden ne geliyorsa yapmasını ve İngilizler'in iyi insanlar olduğunu anlatmasını istiyordu: "Gönderdiğiniz 9 Mart 1587 tarihli mektubunuz ulaştı. Mektubunuzdan Osmanlı Sultanı ve danışmanlarıyla devam ettirilmesi gereken münasebetlerin, emirlerimiz doğrultusunda ihtimam ve basiretle yerine getirildiğini öğrendik. Padişahın Hocası Sadeddin Efendi vasıtasıyla sultanın kendilerine mektup göndermesinden dolayı kraliçemiz çok sevindi... Osmanlı padişahı Üçüncü Murad'ın İspanya Kralı'yla antlaşma yapmaya yazdığınız suretle yanaşmamasından dolayı kraliçenin fevkalade müteşekkir kaldığını sultan hazretlerine söyleyin... İspanyol kudretinin tehdidi, sultana tâbi Kuzey Afrika beylerinin göndereceği kadırgalarla engellenebilir. Az bir masrafla yapılabilecek saldırıyla, İspanyol Kralı büyük ölçüde rahatsız edilecek ki, bu durumda İngiltere'nin karışmasına bile gerek kalmayacak... Tebaamıza karşı Türkler'in teveccühlerinin artması için kraliçenin emri ile Sir Francis Drake'in, halen İspanyol deniz yollarında devam eden seferi sırasında kurtardığı Müslümanlar'ı ceplerine para bile koyarak serbest bıraktığını, İspanyollar'ı da Berberilere köle olarak sattığını söyleyebilirsiniz". İNGİLTERE KURTULDU İngiliz elçisi Harborne'un faaliyetleri ve Osmanlı siyaseti uyarınca harekete geçen Türk donanmasının Akdeniz'deki manevraları İspanyol donanmasını dağıttı. İspanyollar Türk tehdidi yüzünden bütün kuvvetleriyle İngiltere'ye saldıramadılar. Fransa'nın kuzeyinde Calais açıklarında 30 Temmuz 1588'de meydana gelen Gravelines Deniz Muharebesi'nde İngiliz donanmasının karşısına İspanyol donanmasının bir kısmı çıkabildi. İngiliz donanmasının komutanı Sir Francis Drake de, "Yenilmez Armada" diye anılan İspanyol donanmasını rahatlıkla mağlup etti. İNGİLİZ ELÇİSİ YALVARIYOR kuvvetle İngiliz temsilcisi Harborne, İspanyollar'a karşı yardım alabilmek için Üçüncü Murad'a sunduğu arzuhalinde diplomatik üslubu bırakmış, neredeyse yalvarıyordu: "Padişahın yüce katına arzuhal ilam olunur Saadetlü padişahım hazretleri sağolsun Devletlü ve saadetlü, alemin sığındığı padişah hazretlerinin yüce katlarına kullarının arzı budur ki, İngiltere Kraliçesi ile zat-ı şahaneleri arasında mukaddes bir sulhun vücut bulması hususunda Büyük Tanrı bu kulunuzu başlıca vasıta seçmek lütfunda bulunmuştu. Bendeniz dokuz yıl önce bu görevi sadıkane bir tarzda ve isteyerek ifade ettim ki, hususuyla zat-ı şahanelerine bahşedilen kudret ve kuvvet vasıtasıyla bizim müşterek düşmanımız olan bütün putperestleri imha edeceklerini ummuştumÖ. Büyük Tanrı'nın adıyla masum kulunuza acımanız için yalvarırım. Eğer bu putpereste karşı var kuvvetinizi göndermek niyetinde değilseniz, ona zarar vermek üzere hiç olmazsa 60 veya 80 kadırga gönderinizÖ Efendim kraliçe bir kadın olduğu ve cinsiyeti bakımından savaşa meyilli olmaması lazım geldiği hâlde Tanrı'nın bu konudaki emrini var kuvvetiyle yerine getiriyor. Eğer size çok sadık kalan bir hükümdar dostunuzu en nazik zamanda kendi hâline bıraktığınız takdirde, sizin hareketinize bütün dünya şaşıracak. Çünkü efendim sizin vaadinize ve dostluğunuza güvenerek gerek kendi hayatını, gerek devletini büyük bir tehlikeyle attıÖ Zat-ı şahaneleri, efendim ile birlikte hakimane bir tarzda vakit geçirmeksizin bir donanma çıkarırsanız bununla Büyük Tanrı'nın buyruğu şeriatın emri ve meydana gelen fırsatın icabı, yüce Osmanlı neslinin şan ve şerefi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun muhafazası yolunda hareket etmiş olacaksınız. Bu yapıldığı takdirde mağrur İspanyol ile sahte papa ve bütün taraftarları, yalnız zafer ümitlerinden mahrum edilmekle kalmayacaklar, belki de bu tür ********* cezasını bulacaklar. Tanrı ancak kendine yakın olanları himaye eder. Sizin vasıtanızla Tanrı putperestleri cezalandıracaktır ki, arta kalanlar bizler gibi hakiki Tanrı'ya tapanlar zümresine dahil olacaklar. Hak yolunda mücadele eden bizleri Tanrı zafere ulaştıracak ve birçok nimetlere kavuşturacak." ELVEDA RUMELİ Balkanlar'daki ilk milliyetçi isyan Sırbistan'da meydana gelmişti. Bu isyan, varlık sebebi Rumeli olan imparatorluğun tarih sahnesinden ayrılacağının ilk işaretiydi. Sırp isyanları, modern Sırp toplumunun siyasi, askeri, ekonomik ve sosyokültürel yapılarının gelişimini etkiledi. Bu isyanlarda ortaya çıkan Karacorceviç ve Obrenoviç hanedanları 19. yüzyıl boyunca Sırbistan'ın kaderine hükmetti. Bir domuz tüccarı olan Kara Yorgi 1804 Şubat'ında Osmanlı'ya karşı isyan edince Sırp tarihinin en meşhur simalarından biri oldu. Hakkında romanlar, tiyatro oyunları yazıldı, filmler çevrildi, kahramanlıklarına türküler yakıldı. Ancak bütün kahramanlık hikâyelerine rağmen Sırplar'a Rusya'nın desteği olmasaydı, Osmanlı Devleti karşısında varlık göstermeleri imkânsızdı. Asilerin önce yeniçeri dayılarının idaresine, daha sonra da Osmanlı yönetimine karşı mücadeleleri, Sırp tarihçiler tarafından "Türk köleliğine" karşı girişilen milli bağımsızlık hareketi olarak ele alındı. İlk isyan aynı zamanda yıkılana kadar imparatorluğun başına bela olacak başka bir gelişmenin de habercisiydi: Avrupalı devletlerin Osmanlı'nın içişlerine müdahalesi. Sırp Meselesi, 1807'den sonra devletlerarası bir nitelik kazandı. Rusya ile yapılan savaşın sonunda 1812'de imzalanan Bükreş Antlaşması'yla devletlerarası hukuki bir metne girerek Avrupa devletlerinin Osmanlılar'ın iç işlerine müdahale sürecini başlatan önemli etkenlerden biri oldu. Sırp isyanları Osmanlı tarihinin en önemli hadiselerinden biri olmasına rağmen bu konuda şimdiye kadar doğru düzgün bir araştırma yoktu. Dr. Selim Aslantaş, Osmanlı ve Sırp kaynaklarını kullanarak 1804 ile 1815 yılları arasındaki isyanların tarihini yazdı ve eseri "Osmanlıda Sırp İsyanları" adıyla Türk tarihçiliğine yayınladığı kitaplarla tarihe geçecek bir katkı yapan Kitapyayınevi tarafından yayınlandı. Selim Aslantaş'ı bu önemli araştırmayı hazırladığı için tebrik ediyor ve ileriki yıllarda Sırbistan'daki 1815 sonrası durumu da yazacağını umuyoruz. Alıntıdır
  15. Karamanlı yedek subay Ahmet Altınay`ın günlüğünü su yüzüne çıkaran Ahmet Duru`nun, İmge yayınlarından çıkan "Katran Kazanında Sterilize" adlı kitabından... Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır'ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı'na hapsedildi. Kampın tam adı, 'Seydibeşir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı' idi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12Haziran 1920'ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, agır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi... Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları , azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı... Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyorlardı. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözler yanmıştı ... Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayıs 1921 tarihinde TBMM'de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler bir önerge vererek, Mısır'da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması için TBMM'nin teşebbüse geçmesini istediler. Tabii ki yeni kurulan devletin bin türlü sorunu vardı. Bu hesap sorma işi de unutuldu gitti. Ama onlar unutmuyorlar... Kendi ihanetlerini bile soykırım ambalajına sarıp, dünya kamuoyuna sunuyorlar. En üzücü olanı da malum birilerinin, bu karalama kampanyalarına çanak tutması... ******* İnglizce bilenler, şuraya da bir göz atmanızda yarar var. http://www.tallarmeniantale.com/index.htm
  16. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    AKP'nin başındakiler alın teriyle para kazanmanın ne olduğunu bilmedikleri için, alın teriyle kazanılan ve vergisi ödenen paranın kıymetini de bilemeyip ona göre harcama yapıyorlar.
  17. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Fransa'ya yaptırım uygulamak için herkes birbirine boy boy mailler gönderiyordu, şu şu Fransız malını almayın, boykot edin diye. Bizim insanımızın bu boykota pek kulak vereceğini tahmin etmemiştim o zamanlar ve hatta gülmüştüm, nerde bizde o birlik, beraberlik diye. Bazılarımız yasayı çıkaran Fransa'ya hükümetin yaptırım uygulaması gerekir diyordu. Evet gerekirdi, millet ve hükümet elbirliği ile bir şeyler yapması gerekirdi. Ama nerede bizde o birlik, o beraberlik. Hükümet ayrı telden, millet ayrı telden çalıyor.
  18. Sevgili Tengerin, soyut bir Tanrı'yı nasıl tarif edebilsin ki insan? Hristiyanlar da bu tarifi yapamadıklarından, işin içinden çıkabilmek için İznik konseyinde İsa'nın Tanrı'yla aynı öze sahip olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Soyut bir Tanrı, İznik konseyinde gözle görülebilir, kulakla işitilebilir bir Tanrı haline getirilmiştir. M.S. 325’te İznik konseyinde hazırlanan ve bugünkü Mesih İnanlıların mezheplerinin hemen hemen hepsince kabul edilen inanç bildirgesi şöyledir: Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen, bütün şeylerin Yaradanı olan bir tek Baba Allah’a inanıyoruz; Bir tek Rab İsâ Mesih’e inanıyoruz: Allah’ın Oğlu, Baba’dan doğan biricik Oğul, yani Baba’nın öz varlığından oluşan Allah’tan Allah, Nurdan Nur, gerçek Allah’tan gelen gerçek Allah, yaratılmış değil, doğurulmuş, Baba’nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her sey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni almış ve insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş ve üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş, dirilerle ölüleri yargılamaya gelecek olan O’dur; Ve Kutsal Ruh’a da inanıyoruz. Bizlere gelince: Hem Yahudi dininden olan, hem de İslam dininden olan insan sayısınca Tanrı tarifi vardır herhalde. Soyut olduğu için de herkesin kendine özgü bir Tanrı kavramı vardır diye düşünüyorum.
  19. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ateizm
    O zaman da şu soru çıkyor karşımıza: Neden istemiyor? İnandırmak istemeyişinin sebebi ne?
  20. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sayın 4mevsim, hani bizler (dinsiz ve ateistler) Kuran'ı açıp okuyun diyoruz da, sizin dememeniz gerekir, çünkü İslam'a kulaktan dolma olarak inanan insanlar İslam dininin barış ve iyilik dini olduğunu sanıp inanmaya devam ediyorlar. Evet doğru, Kuran'ı okuyan orada Tanrı'nın yarattığı insanı görecek ve bu Tanrı'nın kendi yarattığı insanlara -sadece Muhammed'in Kuran'ına inanmadıkları için- ne eziyetler ettiğini de görecek. Kuran geçmişle gelecek arasında köprü değildir. Kuran çağın arkasından topallayan bir kitaptır. İnsan değişmeyebilir fakat etrafı, çevresi değişiyor ve bu değişime ayak uyduramayanlar birilerinin boyunduruğu altında ezilmeye mahkum ediliyor. Bakın ne de güzel okuyun, sormaktan korkmayın, korkutanlara aldırmayın demişsiniz. Fakat sakın 16 yaş altında çocuklara okutmayın Kuran'ı, yoksa ruhsal dengeleri bozulabilir.
  21. Ha bırakılsın da 4 hatun alın öyle mi? Elbette her koyun kendi bacağından asılır, ama dayatmacı olunmadığı sürece. Yoksa bana ne başını örtmüş veya açmış. Yoksa bana ne kaç rekat namaz kılmış veya kılmamış. Yoksa bana ne oruç tutmuş veya tutmamış. Ayrıca bir insana insan olarak sarılmak varken neden sizinle aynı dini paylaşana sarılıyorsunuz ve bir tek onu dışlamıyorsunuz? Sizin insalık anlayışınız bu mu?
  22. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Ateizm
    Allah'ın ne gibi bir çıkarı var, bazı insanları kendi yolundan saptırıp hidayete erdirmemezlikle?
  23. Evlenmiştim. "Kiminle evlendin?" "Dul bir kadınla..." "Neden dul kadınla evlendin. Onun seninle, senin de onunla cilveleşeceğiniz bakire yok muydu?" buyurdu. Buhârî. Bunu söyleyen Muhammed, kötü yolda olanı kurtarmak için onunla evlenebilirsiniz cümlesini kullanmayacaktı herhalde. Hem siz kaç erkekte kaçının bu kötü yola düşmüş olan bir hatunla evlenmek isteyebileceğini düşünüyorsunuz. Sizin mantığınız alıyor mu böyle bir şeyin olabilirliliğini? Hadi diyelim ki erkek karar verdi böyle bir hatunla evlenmeye, boyalı basından önce ailesi ve çevresi var bu erkeğin ve bu erkek etrafına gülünç duruma düşmeyi ister mi? Kimin çevresinde böyle bir hatunla evlenen bir tek erkek varsa söylesin de, gidip onu alnından öpeyim. O mayoyu giyip podyuma çıkan hatunlar kendileri karar veriyorlar neyi nasıl yapmak istediklerine. Kimse onlara zorla mayo giydirip bu podyuma çıkmak zorundasın demiyor. Ne demişler: ''Her koyun kendi bacağından asılır.'' Medenilerimiz diyorsunuz. Ramazan ayında dini vecibelerini yerine getirip geri kalan 11 ayda vur patlasın, çal oynasın hayatı yaşayanlar ne oluyorlar sizce?
  24. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Şirk diyorsunuz da, benim anlamadığım Allah'ın kendisi aşağıda alıntıladığım bazı ayetlerde -ki bir çok ayet var buna benzeyen- 'BİZ' derken, yani bir'den çok olduğunu söylerken ne yapmış oluyor? Ey insanlar, şüphe yok ki biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi,.... Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa Yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz?
  25. Bizim örnek almamız gereken ne Yunan, ne Roma, ne Rus, ne de Araptır. Örnek alınması gerekenler aşağıda yazılanlardır. Dünün, bugünün ve yarının en değerli varlıklarına” Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk Milleti’nin tek bereket kaynağıdır. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir. Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyuyla algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanı’nda, Allah’a insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Yakutlar’da “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan kitabesinde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar. En eski Türk inancına göre, “Han ile Hatun” gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Dede Korkut hikayelerinden olan “Deli Dumrul”da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadın ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim, Dede Korkut’taki Bamsı Beyrek hikayesinde yer alan “Banu Çiçek” bunun en güzel misalidir. Kırgızların Manas Destanı’nda kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklar’da kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır.” Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün murad alıp vermeden yalnız kalan kadın kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına and içerdi. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Oğuz Kağan Destanı’nda ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir. İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de “Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler.” derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen “Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu” gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbni Batuta Şehnamesi’nde Kırım’daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.” İslamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O sürekli erkeğin yanındaydı. Hakanın buyrukları yalnız “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır. Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime’de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: “Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım.” Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağları’nın en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir. İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir. Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa, Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela; Yakutlar’da kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna “and” veya “nemse” adı verilir. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; bunun mirastan iki hali olur. 1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir, 2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı. ------------- 1.)Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanı’nın da Yaratan’a ilham veren "Ak Ana" adında ki kadındır. 2.)Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan, diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır. 3.)Bilge Kağan kitabesinde Kağan "Sizler Anam Katun, Büyük Annelerim, Hala ve Teyzelerim, Prenseslerim.." sözleri ile hitabına başlar. 4.)Eski Türk inancına göre "Han ile Katun" gök ve yerin evlatlarıdır. Kadının yeri yedinci kat göktür. 5.)Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır. Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi. 6.)Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi savaşan, iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler. Örnek olarak Korkut Ata’nın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun’u verebiliriz. 7.)Eski bir Türk atasözü; "Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik kadındır." 8.)Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı. 9.)Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi. Arap gezgini Ahmed bin Fadlan, Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir. 10.)Yine Arap gezgini olan İbn’i Batuta şöyle der: "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki, o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür." 11.) Kağanın buyrukları yalnız "Kağan buyuruyor ki" ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. 12.) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han'ın Katunu imzalamıştır. 13.) Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır. 14.) Kadının yüceliği Altay Dağları'nın en yüksek tepesine "Kadınbaşı" ismi verilerek yaşatılmıştır. 15.)Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı. 16.)Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi, kadında kocasını boşayabilirdi.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.