Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

muki

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

muki tarafından postalanan herşey

  1. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Sayın 4mevsim. Sara hastalığı öyle üşüyordum... üstümü orttürdüm...le olmuyor. Sara hastası o anda kendinden geçiyor ve kendine geldiğinde ne olduğunu bile bilmiyor. Bir arkadaşım vardı sara hastası ve ben bu haline iki kez şahit oldum.
  2. Ha ayrıca google'ı tıklayın ve van der Hoven yazın, van den Hoven yazın, ister birleşik yazın ister ayrı yazın, nasıl yazarsanız yazın böyle bir profösörün adına sanına rastlamayacağınızdan emin olabilirsiniz.
  3. Sevgili BrainSlapper, böyle bir soruya cevap veremeyecekleri için işi yokuşa sürüp olmadık karşı sorularla geliyorlar. Komik olan da 'Vahy ile uydurma arasındaki farkı biz görebiliyoruz' denmesi. Onlarda, imandan başka acaba ne gibi bir fazlalık var da görüyorlar?
  4. Bu Hollandalı profösörün bir üniversitede hocalık yaptığı söyleniyor, fakat nedense hiç bir üniversitede ismi cismi geçmiyor!!!! Yayımlanmış bilimsel hiçbir makalesi bulunmuyor!!!! Gene bu adı var kendi yok profösörün, bu araştırmayı yaptığı üniversitenin ismi açıklanmamış!!!! Bilimsel olarak böyle bir araştırma hiçbir üniversitede yapılmamış!!!! Psikolojik hastalıkların kalp ve ciğerlerle ne alakası var??? Aslında hiçbir alakası yok!!!! Bu ismi var kendi yok profösörün kimliği bilinmiyor. Hayalde imal edilmiş bir figüran. Ve bu figüranın sözüm ona yazdığı bilimsel makale de ciddi bir bilimadamının kaleminden çıkabilecek sözler değil. Böyle batılı bir bilimadamını figüran olarak imal etmek ve sunmak müslümanlara ne kazandırıyor??? Ancak Kuran'ı ve İslam'ı daha fazla gülünç malzemesi yapmaya yarıyor.
  5. muki şurada cevap verdi: rıza başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Bu konu ile ilgili bir başlık var sanıyorum. Yeni bir başlık açmadan bir göz gezindirseydiniz forumda.
  6. Muhammed şöyle demiş: 'Çörek otunda, ölüm hariç her türlü hastalığın şifası vardır.' Herhalde çörek otunu çok seviyordu... Kabak içinde şunları demiş: 'Ey Ayşe, çorba pişirdiğiniz zaman kabağını bol koyunuz. Zira kabak üzüntülü insanın gönlünü güçlendirir.
  7. Bizler, sizler gibi 'yerler mi acaba'dan yola çıkmıyoruz. Demişler ya 'kişiyi kendin gibi bil' diye. Ama bizleri kendiniz gibi bilmeyin lütfen.
  8. Öyle ya gelecek nesillerden bize ne! Bize kulluk etmek yeter! Dünyanın hali bizi ilgilendirmez! Bilim hele hiç ilgilendirmez! O zaman size bir soru: Diyelim ki kanser olduğunuz... Bir doktora gidiyor ve bu hastalığı yenmek için çareler arıyorsunuz... Ne gerek var hayatta kalmak için o kadar çabalamaya veya ne gerek var bilimin bu kanser denen hastalıkla uğraşmasına. Zamanım geldi gidiyoruummmmm, gittim dersiniz olur biter.
  9. Kim kimin hakkına tecavüz ediyor? Camileriniz mi kapatılıyor? İbadetiniz mi engelleniyor? Yoksa sokak ortasında dayak mı yiyorsunuz? Nedir o zaman bu savaşa hazır, karşı duruş pozisyonu? Şayet buradaki ve başka bir yerdeki tartışma ortamını zulüm olarak görüyorsanız uzak durun. Kimse kimseyı zorla bir tartışma ortamına sürüklemiyor.
  10. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    E valla aferin!... Çok akıllıca ve zekice düşünülüp, kaleme alınmış bir yazı.
  11. SAATİN İCADI VE EN ESKİ SAAT TÜRLERİ İnsanoğlu başlangıçtan bu yana zaman denilen anlaşılması zor kavramla uğraşmış, yıldızlara ve güneşe bakarak zamanı anlamaya ve hesaplamaya çalışmıştır. İlk başta insanlar için sadece yağmurun, karın, soğuğun, sıcağın zamanını bilmek yetiyor, mevsimler insanların hayatlarını yönetip, hasat zamanını, göç zamanını, barınma zamanını söylüyorlardı. Gittikçe daha küçük zaman birimlerine ihtiyaç duyan insan, yılı aylara ve haftalara bölmeye başlamışlardır. Zamanın geçişinin en belirgin göstergesi olan gün, güneş doğunca başlıyor ve çalışma süresi aydınlık zamanı kaplıyordu. İnsanların geceyi gündüze benzer kılma çabaları, günü daha küçük zaman birimlerine ayırmayı gerektiriyordu. Dakika ve saniyeler daha çağdaş dönemlerin ürünü olmakla birlikte, insanlar günü birkaç bölüme ayırmaya çalışmışlar ve gittikçe daha küçük zaman dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır. Daha küçük zaman birimlerinin tarihi takvimle paralellik gösterir. Yılı ilk olarak birimlere bölen Sümerler, günü de ilk bölenler olmuşlar ve zamanı ölçmeye başlamışlardır. Mısırlılarla devam eden bu çabalar Yunanlılar ve Romalılarla iyice gelişmiştir. Güneş Saatleri Zamanı ölçmek için ilk çabalar güneş saatiyle başlamıştır. Bu ilk saatler, yüzyıllar boyunca zamanın ölçülmesi için kullanılan en yaygın araç olmuşlardır. Güneş saatleri, özel olarak hazırlanmış bir milin gölgesinin, Güneş'in görünen hareketine uygun olarak yine özel olarak hazırlanmış mermer, taş veya madeni bir zemin (kadran) üzerindeki hareketine göre zamanın ölçülmesine yarayan araçlardır. Saat, güneşin oluşturduğu gölgeyi ölçer. Bu yüzden güneş saatleri ancak bol güneşli ülkelerde ve gündüzleri kullanılabiliyordu. Saat sisteminin gelişmesi tamamıyla dinî sebepler yüzündendi. Mısır dilinde saat anlamına gelen "wnwt" aynı zamanda rahiplerin yaptığı dini görev anlamına da geliyordu. Gündüz saatleri, Güneş Tanrısı Ra'nın ilerleyişine göre ölçülüyordu ve rahipler güneşin yolunu izlemek için değişik şekillerde yapılmış güneş saatleri kullanıyorlardı. M.Ö. 3500'lerde yapılmaya başlayan ve ilk zaman ölçme aracı sayılabilecek obeliskler, aynı zamanda tarla parselasyonunda da kullanılıyorlardı. Uzun, yukarı doğru incelen dörtgen yapının üst sivrisi kare biçimindeki düzlemin ortasında değil kenara kaymış olarak yapılıyordu. Hareket eden gölge, günü ikiye bölerek zamanı gösteriyordu. Yılın değişik zamanlarında gölge uzunlukları işaretlenip en uzun ve en kısa olanı bulunuyor ve böylece yılın en kısa ve en uzun günü de belirlenebiliyordu. Güneş saatlerinin bir başka çeşidi de T şeklindeki saatlerdir. T biçiminde birbirine bağlanmış iki çubuktan oluşan bu saatlerde kısa çubuğun gölgesi uzun sapın üzerindeki numaralara düşüyordu. Sabahları doğuya doğru, öğleden sonraları ise batıya doğru tutulan saatte, 1'den 10'a kadar sayılar kullanılıyordu. Taşınabilen ilk zaman aracı olan bu saat, M.Ö. 1500'lerde kullanılmaya başlanmıştır. Bu alet, günü 10 parçaya ve sabah ile akşam olmak üzere iki 'alacakaranlık saatler'ine bölüyordu. T biçimindeki güneş saatlerinde, günün ilk ve son saatlerinde gölgenin sonsuza kadar uzaması ve kadran üzerinde izlenememesi sorun yaratıyordu. Güneş saati tasarımındaki en büyük gelişme, gündüz saatlerini eşit dilimlere ayırabilmeyi sağlayan yarım küre biçimidir. M.Ö. 300 yıllarında Keldani astronom Berossus'un bulduğu bu tip saatlerde yarımküre içbükey olarak yerleştiriliyordu. Herhangi bir günde gölgenin yarımküre üzerinde izlediği yol, Güneş'in gökyüzünde izlediği yörüngenin kopyası oluyordu. 12 eşit bölüme ayrılmış yarımküre üzerinde yörüngeler çizilip, her mevsimle ilişkili saat başları birer eğri ile birleştiriliyordu. M.Ö. 8. yüzyıldan önce yapılmış taşınabilir bir güneş saati. Saat, kısa parçanın gölgesinin sap üzerindeki sıkalaya düşmesi içingüneşe doğru tutuluyor. Sümerlerle başlayıp Mısırlılar ve Babillilerle devam eden güneş saatleri Yunanlılarla daha da geliştirilmiştir. Romalılar ilk güneş saatlerini M.Ö. 1. yüzyılda yapmışlardır. Mimar Vitruvius'un belirttiğine göre, Roma'da çok yaygın olarak kullanılan saatlerin 13 değişik türü bulunuyordu. O dönemin usta matematikçileri olan Araplar daha yaratıcıydılar. Saatçiliğe çok önem veren Araplar güneş saatlerinin birçok ilkesini geliştirmişlerdir. Arapların ünlü düşünürlerinden Abu'l Hasan, eşit saatlerle hesaplama sistemini bularak, 13. yüzyılın başlarında horoloji tarihinin en önemli adımlarından birini atmıştır. İlk çağlarda çabuk gelişme gösteren güneş saatleri ortaçağ boyunca 5-16. yüzyıllar arasında pek ilerlememişlerdir. Ancak, 1500-1800 yılları arasında astronomiye paralel olarak hem çeşit hem de kullanışlılık açısından gelişmişlerdir. En ayrıntılı ve hassas güneş saatleri İslâm güneş saatleridir. İslâmiyet'te namaz vakitlerini bilme isteği güneş saatlerini buna göre ayarlama zorunluluğu getirmiştir. Öğle namazı bir cismin gölgesinin en kısa olmasıyla başlar, gölge o cismin iki misli olduğunda, ikindi namazı başlamış olur. Bu iş için caminin avlusuna bir sopa dikilir. Cismin gölgesinin mevsimlere göre tespit edilmesi ve namaz vakitlerinin buna göre işaretlenmesiyle gelişmiş bir yatay güneş saati elde edilir. Bilinen en eski İslâm güneş saati 868-901 yılları arasında Mısır'da hüküm süren Tolunoğlu Ahmed'in Fustat'ta yaptırdığı camide bulunmaktadır. Güneş saatlerinde zamanın uzunluğu bir mevsimden ötekine değişiyordu. Mısırlılar günü 24 parçaya bölmüş olsalar da bu şimdikinden farklıydı. Güneşin doğumundan batımına kadar geçen zamanı ona bölüyorlardı, ancak bu birimler yazları daha uzun oluyordu. Geçen yıllarla ve her mevsim kayan gün doğumlarıyla gündüz ve gece saatleri tamamen değişiyordu. Daha sonraları gündüz ve gece süreleri 12 saat uzunlukta hesaplanmış olsa da, bu yine mevsimden mevsime değişmekteydi. Güneş saati karmaşık bir sistemdi ve çok esnekti. Daha basit sistemlere ve akşam saatlerini izlemeye duyulan ihtiyaç, değişik arayışlar getirdi ve insanlar zamanı ölçebilmek için gökyüzüyle ilişkisi olmayan başka araçlara yöneldiler. Su Saatleri Güneş saatleri kadar eskiye dayanan ancak, tam zamanı bilinmese de ilk tipleri Mısır'da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamana yeni bir bakış şeklini olanaklı kılmıştır. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin icadı zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir. Su saatlerine su hırsızı anlamına gelen "klepsydra" deniyordu. Bu saatleri, ilk olarak Mısırlılar icat etmiş olsalar da, Yunanlılar geliştirmişlerdir. Su saatleri yüzyıllar boyunca mekanik saatlerin bulunmasına kadar kullanılmıştır. Tek çanaktan oluşan su saatlerinde, içi su dolu ve altında bir delik olan çanağın içinden dışarı su boşaldıkça içindeki işaretler zamanın geçişini gösterir. Bu tip saatler daha çok duruşmalarda avukatların konuşma sürelerini belirlemede kullanılmıştır. Birkaç çanaktan oluşan türlerde ise, su bir çanaktan diğerine doluyordu. Fransa'da bilim ve endüstri şehri La Villete�de bir müzede bulunan bu su saati 6.44'ü gösteriyor. Su saatlerinin başka bir çeşidi de dibinde delik olan metal bir kaptan oluşuyor. İçi su dolu böyle bir kap daha geniş bir kabın içine konduğunda yavaş yavaş doluyor ve dibe batıyor. Mısır'dan başka, İngiltere ve Seylan'da da bulunmuş olan bu tip su saatleri, günümüzde hâlâ Kuzey Afrika'da bazı yörelerde kullanılmaktadır. Su saatleri popülerleştikçe daha çok özenilerek yapılmaya başlanmış ve karmaşık mekanizmalar üretilmiştir. M.Ö. 250'de Arşimet, yaptığı su saatine dişliler ekleyerek gezegenleri ve ayın yörüngesini de göstermiştir. Daha gelişmiş su saatleri M.Ö. 100 ve M.S. 500 yılları arasında Yunan ve Romalı horolog ve astronomlar tarafından yapılmıştır. Bu saatlerde damlama deliğinin aşınmasını ya da tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Su basıncı düzenlenerek akış sabit kılınıyordu. Bazı su saatleri zil çalan, çakıl taşı fırlatan mekanizmalarla donatılmıştı. Hatta bazılarında kapılar açılıp insan figürleri çıkıyor ve bunlar saati haber vermek üzere zil çalıyorlardı. M.S. 200 ve 1300 arasında Uzak Doğu'da mekanik göksel su saati yapımı gelişmişti. 3. yüzyıl Çin klepsydraları astronomiyle ilgili konuları gösteren değişik mekanizmaları içeriyordu. En karmaşık saat kulelerinden birisi Çin'de Su Sung'un M.S. 1088'de yaptırdığı dev saat kulesidir. Yedi-sekiz metrelik kulede gündüz ve gece her saat başında iki parlak bronz top yine bronzdan yapılmış iki şahinin ağzından bir bronz kabın içine düşüyordu. Kabın dibindeki delik, bronz topun yeniden yerine dönmesini sağlıyordu. Şahinlerin üstünde de günün her saati için bir dizi kapı ve daha yukarıda da yanmamış durumda birer lamba duruyordu. Her saat başında bronz toplar düştükçe bir çan çalıyor ve biten saatin kapısı kapanıyordu. Toplar gece saatlerini belirtmek üzere düştüğünde ise o saatin lambası yanıyordu. Yunanlı astronom Andronikos'un M.S. 1.yy'da yaptığı Rüzgâr Kulesi, klasik antik çağdan sağlam kalan ender binalardandır. Sekizgen biçimindeki yapıda, mekanik klepsydranın yanında güneş saati, yel değirmeni ve bazı bilimsel araştırmaların yapılmasına yarayacak düzenlemeler ve bir su tankı bulunuyordu. Su saatleri de sadeliklerine rağmen sorunluydular. Soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, deliğin tıkanması, suyun sabit akmaması gibi sorunlar vardı. Bütün bunlara rağmen su saatleri yüzyıllarca kullanılmıştır. Kum Saatleri Kum saatleri zamanın geleneksel sembolüdür. Saatin ilk tasarımı olan yumurta biçiminde cam kaptan akan kum yüzyıllar boyunca sabit kalmıştır. Saatlerde kumun yanında, zaman zaman pudra haline getirilmiş yumurta kabuğu, civa ya da ince toz siyah mermer de kullanılmıştır. Kum saati, Avrupa'da ilk kez 8. yüzyılda bir papazın buluşuyla kullanılmaya başlamıştır. Camcılık becerisi geliştikçe, kumun doldurulduğu ağız da eritilerek kapatılmış ve nemlenerek akışın zorlaşmasının önüne geçilmiştir. 16. yüzyıldan günümüze bu saatler sürekli zamanı ölçmek için değil, belirli bir sürenin başlangıcını ve bitişini göstermek için kullanılmıştır; kiliselerde dua süresi, gemilerde tayfaların nöbet süresi ya da gemilerin hızlarının belirlenmesi. Belirli sayıda kulaç aralıklarıyla düğüm atılmış ve ucuna bir kütük bağlanmış bir ip denize atılıyor ve bir gemici kum saatiyle belirli zaman dilimleri içinde kaç düğümün suya girdiğini sayıyordu. Eğer belirlenen sürede beş düğüm inmişse, geminin hızı beş deniz mili oluyordu. 19. yüzyıl sonuna kadar yelkenli gemilerde hız belirlemek için bu yöntem kullanılmıştır. Soğuk iklimlerde su saatine göre daha yaygın kullanımı olduğu halde, kum saati gün boyunca zaman ölçümü için çok uygun bir gereç değildi. Bunun için, ya çok büyük yapılması, ya da başında her an birinin beklemesi gerekiyordu. Bazı kum saatlerinde bulunan kadrandaki gösterge, saatin her başaşağı edilişinde bir saat ileri alınıyordu. Yine de, kum saati uzun bir dönem boyunca küçük zaman aralıklarının ölçülmesinde başarıyla kullanılmıştır. Bugün hâlâ ahçılar yumurta kaynatırken kum saati kullanıyorlar. Ateş Saati Zamanın ölçülmesi için değişik yöntem arayışlarıyla yapılan birçok deneme arasında ateş saati de bulunuyor. Petrol lambasının alevi ile çalışan saat mekanizmasında, tüketilen yağın bölmeli bir saydam kapta izlenmesi ya da kısalan mumun gölgesinin, arkadaki bir cetvel üzerindeki boyuna göre saatler belirleniyordu. Şimdiye kadar yapılmış saatlerin belki de en basiti olan, Kral Alfred tarafından tasarlanmış bir ateş saati. Çin, Japonya, ve Kore'de zaman ölçülmesi için ateş kullanımı değişik bir nitelik kazanmıştır. Bu ülkelerde özellikle tapınaklarda ödağacı ve benzeri kokulu nesneler dövülerek toz haline getiriliyor ve sonra da sıkıştırılarak saydam bir tüp içine yerleştiriliyordu. Zaman ölçümü tüp içinde ateşin ulaştığı yere göre yapılıyordu. Değişik türleri olan ateş saatleri alarm saati olarak bile kullanılıyordu. İstenen saat yerine iple bağlanan iki küçük ağırlık, alev ipi koparınca bakır bir yüzeye düşüp ses çıkarıyordu. Kral Alfred'in buluşu olan mum saati belki de bütün zaman ölçme araçlarının en basit olanıdır. Bu saat eşit aralıklara bölünmüş bir mumdan oluşuyor. Mum yandıkça zamanın geçişi ölçülebiliyor. Ateş saatlerinin de doğruluğu her zaman şüpheliydi. Yine de, bütün zaman ölçme araçları gibi kendi sınırları içinde bir amaca hizmet etmişlerdir. Mekanik Saatler Zamanın mekanik olarak ölçülmesi yönündeki ilk adımlar din adamlarından gelmiştir. Keşişler dua etmek için kesin saati bilmek zorundaydılar. İlk mekanik saatler, saati göstermek değil duyurmak üzere yapılmışlardı. Bu saatler birer ağırlığa bağlı olarak çalışıyorlardı ve belirli zaman aralıkları ile gonga vuran tokmaklarla donatılmışlardı. Daha önceki yüzyıllarda, eski saat sistemlerinin sesli birer uyarı vermesini sağlama çabaları olumlu sonuçlanmamıştı. Geçen süreyi ufak taş parçacıkları atarak ya da düdük öttürerek belirten karmaşık mekanizmalar üretilmişti. Güneş saati, su saati ve kum saati, değişik şekillerde süreyi göstermek amacına yönelikti. Mekanik saat ise manastır hayatında belli bir mekanik işlevi yerine getirmek, bir çekiç aracılığıyla ses üretmek ve böylece belirli zaman aralıklarını belirtmek amacını gütmekteydi. O dönemlerde saatlerin çan çalması gerektiğine inanılıyordu. İngilizcede saat anlamına gelen "clock" kelimesi Latince "clocca"dan gelmektedir ve çan anlamındadır. Ancak, daha sonra bu kelime bütün saatleri tanımlamaya başlamıştır. Ağırlıkla çalışan ilk mekanik saatlerden. Kısa kısa aralıklarla dönen ve inen ağırlık, saat mekanizmasını günün uzunluğuna ya da kısalığına bağlı olmaktan kurtarıyor. Mekanik saatler için bulunan mekanizma, ağırlığın asılı olduğu ipi ya da zinciri kısa aralıklarla tutan ve bırakan bir vargel düzenidir ve tüm modern saatlerin de ortak özelliğidir. Böylece, kısa aralıklarla duran ve inen bir ağırlık, saat mekanizmasını günün uzunluğuna ya da kısalığına bağlı olmaktan kurtarıyordu. Bu mekanizmanın en eski türü "kamalı" olarak biliniyor. Ucuna ağırlık bağlı iki yanından atlamalı olarak tırnaklarla donatılmış bir metal çubuk ve yatay olarak gidip gelen bir milden oluşan mekanizmada, her gidişte bir tırnak salıveren bir düzen oluşturulmuş ve milin ivmesi de dış ucuna takılmış bir ağırlıkla kontrol edilmiş. Ağırlık uzağa çekilince salınım hızlanıyor, yaklaştırılınca da yavaşlıyor. Böylece, başlangıçta dakikaların ve daha sonra da saniyelerin belirlenmesi mümkün olmuştur. Mekanik saatlerin içinde en ünlülerinden olan Giovanni di Dondi'nin tasarımı, ağırlıkla işleyen mekanizmaya bağlı sarkaç ve sekteli rakkas dişlisinden oluşuyordu ve saatte kadran bulunmuyordu. Gündüz saatlerinin gece saatlerine uymayan saat sistemi, 14. yüzyılda mekanik saatlerin yapılmasına kadar devam etmiştir. Günü eşit saatler halinde bölen ilk saat, Milan'daki Saint Gottard kilisesi saatidir. Yüzyılın ortasına doğru büyük Avrupa şehirlerinin kulelerinde mekanik saatler görülmeye başlanmış ve gittikçe yayılmıştır. Vargel düzeniyle çalışan bu saatler 300 yıl boyunca devam etmiştir. 1500'lerde Nürnberg'de Peter Heinlein'ın zembereği bulmasıyla, büyük ağırlıklar kalkarak taşınabilir küçük saatler olanaklı kılınmıştır. İlk saatlerde kadran, akrep ve yelkovan bulunmuyordu. Okuma yazma oranının düşük olması, saatlere insanların bakıp anlayacağı yazılar koymak yerine çan sesleri konmasını gerektiriyordu. Süreyi görsel olarak göstermek için saatlere kadranı ilk olarak kullanan ve 1344'te 24 dilimlik saati yapan Dondi'dir. M.S. 1088'de Çin'de Su Sung'un yaptırdığı mekanik dev saat kulesi. Saat gelişiminde atılan başka bir büyük adım da sarkacın bulunmasıdır. Kilisede papazı dinlerken kürsünün üzerinde sallanan lambanın salınım zamanının sabit olduğunu farkeden Galileo, sarkacın salınım periyodunun, ağırlığına ya da genişliğine değil, uzunluğuna bağlı olduğunu bulmuştur. Galileo, ölümüne yakın, sarkaçla çalışan bir saat tasarlasa da bunu gerçekleştirememiştir. İlk çalışan sarkaçlı saati 1656'da, Galileo'nun ölümünden 14 yıl sonra, Alman astronom Christian Huygens yapmıştır. Huygens'in saati önceleri günde bir dakikadan az hata veriyordu. İlk olarak sağlanan bu hassaslığı, Huygens çalışmalarıyla hatayı günde 10 saniyeye düşürerek, artırmıştır. Sarkacın bulunmasıyla ilk defa olarak saatlere dakika ve saniye kolları eklenmiştir.1670'lerin ortalarında Huygens'in balans yayını geliştirmesi taşınabilir saatlerin gerçek bir cep saati haline getirilebilmesini sağlamıştır. Yay mekanizmasının bulunması, zamanın hem karada hem de denizde aynı doğrulukta ölçülebilmesini sağlamıştır. Balans yayının geliştirilmesi ile gittikçe küçülen saatler cepte ya da kolda taşınabilmeye başlamış, ilk ucuz cep saatleri ABD'de üretilmiş, kol saatleri ise 1890'larda ortaya çıkmıştır. Başlangıçta sadece kadınların kullandığı kol saatleri I. Dünya Savaşı sırasında erkekler arasında da yaygınlaşmıştır. Zamanı karada ve denizde aynı olarak ölçebilen bu yeni saatlerle zaman birimlerinin hassaslığı sorgulanmaya başlanmıştır. Bir saniyenin uzunluğu neydi? Basit bir hesapla saniye dakikanın 1/60'ı, dakika saatin 1/60'ı ve saat te günün 24'te biri olduğu için bir saniye ortalama güneş gününün 86 400'de biri olarak ortaya çıkar. 1820'de zaman aralıkları bu hesaba göre standardize edilmiştir. Kuvars Saatler 1920'lerde kuvars kristalli saatin bulunması, zaman ölçümünde yeni bir çığır başlatmıştır. Enerjisini bir yıl ya da daha uzun ömürlü pilden sağlayan bu saatlerin kurulmasına gerek yoktur. Kuvars saatler, kuvars kristallerinin piezoelektrik özelliğine dayalıdır. Eğer, yapısal simetri merkezi bulunmayan bir kristale elektrik uygularsanız biçimini değiştirir; ve eğer onu sıkıştırır ya da bükerseniz elektrik üretir. Uygun bir elektronik devreye bağlandığında kristal titreşir ve sabit bir frekansta elektronik saati çalıştırabilecek elektrik sinyali üretir. Kuvars kristalinin titreşimleriyle 24 saatlik bir gün milyonda bir saniyelik aksamayla belirlenebiliyordu. Ancak, kuvars kristali elektrik akımının etkisiyle bir süre sonra mekanik özelliklerini değiştirdiği için başlangıçta çok hassas olan saatler birkaç ay sonra geri kalmaya başlarlar. Kuvars saatler hassasiyetleri ve fiyatları ile piyasaya hakim olsalar da, daha hassas ve bu hassaslığı uzun süre koruyabilecek saatlere duyulan ihtiyaç arayışları devam ettirmiştir. Atom Saatleri Bilim adamları, atomların çok uzun zaman durağan kalabilen rezonanslara sahip olduklarını anladıklarında, hidrojen veya sezyum atomunun daha hassas saatler için potansiyel birer sarkaç olabileceğini buldular. 1930 ve 40'larda radar ve yüksek frekanslı radyo iletişimleri, atomlarla etkileşime girecek elektromanyetik mikrodalgaların üretilebilmesini olanaklı kılmıştır. 1949'da ABD'de NIST laboratuvarlarında amonyağa dayanan ilk atom saati yapılmıştır. 1957'de ise yine NIST, ilk sezyum atom saatini gerçekleştirmiş ve 1967'de atomun doğal frekansı, yeni uluslaraarası zaman birimi olarak tanınmıştır. Buna göre, 1965 yılına kadar bir yılın 31 556 925.974 7'de biri olarak kabul edilen saniye sezyum atomunun rezonans frekansının 9 192 631 770 salınımına eşittir. Bu, sezyum atomunun ileri geri titreşim yapması için geçen süreye karşılık gelir. Şu anda 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen atom saatleri de geliştiriliyor. NIST labaratuvarlarında yapılmakta olan yeni sezyum atom saati 300 milyon yıl 14. ondalık haneye, ABD'de Ulusal Standartlar Enstitüsü'nde üzerinde çalışılan cıva iyonu saati ise 30 milyar yıl boyunca 16. ondalık haneye kadar şaşmadan çalışabilecek. Atom saatinin keşfiyle sağlanan uzun süreli hassaslığın yanında çeşitli olaylar ve süreçler birbiriyle mükemmel bir şekilde senkronize edilebiliyor ve yer tayinleri kesin bir doğrulukla hesaplanabiliyor. Kesin zamana bağlı modern hayatta her geçen gün daha hassas saatlere ihtiyaç duyuluyor ancak bu hassaslığın sonu nereye varacak, bu bilinmiyor.
  12. Dost düşman, düşman dost!!! Kuran'ın dostu da, düşmanı da belli değil ki! Muhammed başka dinden olanları bir övüyor, bir yerlere vuruyor. E bu durumda sizlerin de kafalarınızın karışık olması doğaldır elbette. Bakara 87 ...Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. (Ne var ki) gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi geldikçe ona karşı büyüklük tasladınız. (Size gelen) peygamberlerden bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürdünüz. Al-i İmran 45 Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir Kelime'yi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesîh'tir; dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır. (Burada Kuran, Mesih'in ne anlama geldiğine açıklık getirmez.) Maide 51 Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez. Maide 69 Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.
  13. Bir de Kurban Bayramı diye tutturmuş gidiyoruz. Ama Kuran Kurban Bayramından söz etmez. Ne zaman başlamış bu Bayram olayı? Bilgisi olan var mı?
  14. Bu yazdiklarınızı okuduktan sonra pes dedim... Bu ülkede yaşayan insanların dini nedir acaba diye sordum kendime... Demek ki insanımız dindeki şekilciliğe verdikleri önemi, bir insana verilmesi gereken önemden daha üstün tutuyorlar. Bu durumda yapılan ibadetler gösterişten öte gitmiyor desenize! Kurban da yardım amaçlı kesilmiyor o zaman. Bakın!.. Ben dini ödevimi, boyun borcumu yerine getirdim diyebilmek için kesiliyor bu durumda. Hem sonra, bir insan kurbanı kapısının önünde kesip, bu etten bir parçasını gene kapısının önünde kurban kesen diğer bir komşusuna gönderirse, fakire yardım nerede kaldı bu durumda? Bunlar şahit olduğumuz manzaralar...
  15. Sorduğum sorunun ölçüye dayandırılmayan bir açıklaması yok mu?
  16. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
  17. Depremden sonra yeni YAPILANDIRMASI YAPILAN VE EKSİKLERİ BİR HAYLİ FAZLA OLAN OKULUMUZ İÇİN GÖNÜLLÜ HERKESTEN BÜYÜK YADA KÜÇÜK YAPABİLECEĞİ HER TÜRLÜ YARDIMI BEKLİYORUZ.BİZ OKUL AİLE BİRLİĞİ OLARAK 1400 KALBİN ATTIĞI OKULUMUZU YAPILANDIRMAK İÇİN HER TÜRLÜ YARDIMA AÇIĞIZ.BİZİ SEVİNDİRECEK GÖNÜLLERE ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER GÖLCÜK BARBAROS İLKÖĞRETİM OKULU OKUL AİLE BİRLİĞİ ÜYESİ YEŞİM ŞENSAYER 05373625836 [email protected] ------------------------------- Merhaba, Mersinin Tarsus ilçesinde SINIF ÖĞRETMENLİĞİ YAPIYORUM.EVET OKULUM BİR KÖY OKULU DEĞİL.DOĞU BÖLGESİNDE DE DEĞİL.ANCAK ÖĞRENCİLERİMİN HEPSİ DOĞU İLLERİNDEN GÖÇÜP GELMİŞ,ÇADIRDA YADA TEK GÖZ ODADA YAŞAYAN DÜNYAYI SADECE KENDİ MAHALLELERİ KADAR ZANNEDEN HERŞEYDEN HABERSİZ YÜREKLER.ÖĞRETMEN OLARAK ELİMİZDEN GELENİ YAPMAYA ÇALIŞSAKDA İMKANLAR ELVERMİYOR,ÇARESİZ BIRAKIYOR BİR YERDE.İŞTE O NOKTADA BU LİNKE YAZMAYI DÜŞÜNDÜM.BU, NE YAZDIĞIM İLK YER, NE DE SON YER OLACAK.YARDIMSEVER İNSANLARDAN OKUL VE ÖĞRENCİLER İÇİN YARDIM EDİLEBİLECEK NE OLURSA MALZEME AYIRTETMEDEN BEKLİYORUM.SAYGILARIMLA Okulun Adresi: EMİNE BORO İLKÖĞRETİM OKULU TARSUS/MERSİN ---------------------------------- Ben şanlıurfa nın halfeti ilçesine bağlı aşağı göklü ilköğretim okulunda görev yapmakta olan bir öğretmenim.25 öğrencim var .öğrencilerimin çoğu beklediğimden iyi performans gösteriyor.Onların durumu hakkında bilgi sahibi olunca velileriyle görüştüm. Sıkı sıkı tembihledim ne olur bu çocuğa ilgi gösterin okutun dedim. Veliler bana “durumumuz pek yok elde avuçta yok ilerde inşallah olursa göndeririz”dedi. Zaten öğrencilere bakınca az çok anlaşılıyor. Kalemlerinin boyu 5-6 cm, sosyal bilgiler, türkçe aynı defterde.. matemetik ve fen-teknoloji ise aynı defterde.. yeni bile değil geçen yılki defterleirnden boş kalan sayfalara yazıyorlar.... maddi güçleri zayıf olup zeki olan bu öğrenciler için elimden geldiği kadar özveride bulunuyorum ama artık bende yetişemiyorum.. yapılandırmacı eğitim ile dersleri işliyoruz. Sürekli birşeyler üretmek zorundalar. Bu yüzden kırtasiye harcamalarında zorluk çekiyoruz. Özellikle serbest okuma saatinde okuyacak hikaye kitapları yok. Sınıfımızın bir kitaplığı dahi yokeğer sizlerden hikaye kitabı ve kırtasiye yardımı alabilrsek çok çok minnettar olacağız.. sevgiyle kalın ------------------------------------ Evet, bir çok iletinin içinden bu sadece üçü... Sitemizin 'Yardım - Gönüllü Yardım - Okul - Dernek - Yardım Kuruluşları' bölümüne bir göz atarsanız: Kalemin, defterin, silginin, ders kitaplarının, okulların kütüphanelerini dolduracak diğer kitapların ve diğer eksik malzemelerin, kesilen kurban etinden aile başına paylarına düşecek belki bir kilo etin insanların karınlarını bir iki günlüğüne doyurduğunu, buna karşılık yukarıda saydığım çocukların gereksinimlerinin giderilmesinin bir ömür boyu kalıcı olduğunu anlamanız umuduyla...
  18. Bunu daha önce de belirtmiştik. Bizler ateist veya dinsiz olarak doğmadık. Çelişkieri ve yanlışları okuyup öğrendikten sonra ne olacağımıza karar verdik. Bu yüzden ateist de olsak, dinsiz de olsak tartışmaya hakkımız vardır. Hem sonra burada 'iyi din', 'kötü din' diyen ne bir ateist ne de bir dinsiz var, zira dinlerin başı sonu eski masalların devamı olduğu için ne bir ateist ne de bir dinsiz şu din şu dinden daha iyidir demez ve ben şimdiye kadar burada bunu iddia eden ne bir ateist, ne de dinsiz bir arkadaşa rastladım.
  19. Sayin Muallim, ben size sizin yorumunuzu sormadım. Ben Kuran'da buna değinilmiş mi diye sordum, değinilmişse nerede? Olur ya, ben gözden kaçırmış olabilirim.
  20. Bence de... Siz en iyisi dininizi kendi içinizde yaşayınız. Çünkü tartışma alanları ne inatlaşılan, ne ayak diretilen, ne de laf ebeliği yapılan yerlerdir. Tartışma alanı, sizin hoşunuza gitse de gitmese de, insanların hür düşüncelerini ortaya koydukları bir yerdir. Kuran'da geçen ve sitede yıldızlarla ifade edilen sözcükleri bir gözden geçirin, buna göre de kimin utanması gerektiğini başınızı önünüze alın ve tekrar bir düşünün. Beynini gerçeklere kapatan bir insan ancak Kuran'ın tümünün kulağa hoş geleceğini iddia eder. Siz kendinizi başkaları için parçalamayın. Bırakın kim neye inanmak istiyorsa ona inansın. Bir insan Kuran'ı okuduktan sonra, Kuran'ın içindekiler ona hakikat gelmiyorsa ona daha hala 'güzeldir' demenin bir anlamı yok. Kaldı ki, gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapatıpta, Kuran'da yazılanlara inanmakla kim kendine yazık ediyor, o da ayrı bir konu ya. Asıl sorun da bu ya! Kuran'da ki yalan yanlış bilgiler, korkutmalar, tehditler, yakıp yıkmalar insanları bu dinden soğutuyor. Bunun da ayak diretmekle bir alakası yok. Yararlı bir şey olsa neden insan ayak diretsin ki? Sizin imanınız kaybetme korkusundan ibaretse, benim söyleyecek bir şeyim yok. İman yoksa kaybedecek ne var ki demişsiniz. Bir insanın imanını kaybettiğinde başka kaybedecek şeyleri yok mu diye düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz bu konuda. Bir insanın onurunu, haysiyetini, şerefini kaybetmesi imanını kaybetmesinden daha vahimdir. Hoş bir tabir icat etmemişsiniz doğrusu! Ve aşağılama konusunda: Evet aşağılama konusunda size hiç gerek yok, bunu Kuran tek başına da beceriyor. Gene ayrıca 'benden bin kat üstün derecelere gelseler sevinirim' demişsiniz. Kendinizin nerelerde olduğunu sanıyorsunuz? Şimdi size sormak uygun mudur, değil midir? Büyüklenerek kim yüceldi, kim küçüldü??? (Bakınız aşağıya)
  21. Ben mi anlatamıyorum, siz mi anlamak istemiyorsunuz? Tekrar soruyorum: Müslüman bir kadın, kendisine daha önce kitap verilen iffetli bir erkekle evlenebilir mi?
  22. muki şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Kalıtımsal mı, değil mi? Bu konuda son noktayı turkepilepsi.org.tr koysun en iyisi... Epilepside Kalıtım Epilepside belli değişiklikler gösteren kalıtım şekilleri rol oynamaktadır. Bu sorumlu olan gen veya genlerin kuşaktan kuşağa geçişi ile ilgilidir. Otozomal dominant (OD), otozomal resesif (OR), X'e bağlı kalıtım ve mültifaktöryel kalıtım ismi verilen, anne-babadan çocuğa aktarımın belli özellikler gösterdiği kalıtım şekilleri vardır. Bu kalıtım şekli aile ağacının doktor ve genetik uzmanı tarafından hazırlanmasıyla belirlenmeye çalışılır. Böylece risk belirlemeleri yapılır. Önemli olan otozomal resesif kalıtım şeklinin akraba evliliği, hatta hastalığın sık görüldüğü aynı köy ve bölgedeki evlilikler ile artmasıdır. Ülkemizde sık yapılan akraba evlilikleri sonucu hastalıkların görülme sıklığının arttığının bilinmesi önem taşımaktadır. Çoğunlukla basit kalıtım özelliği gösteren, sara nöbetlerinin hastalığın sadece bir kısmını oluşturduğu, birçok başka bulgunun da beraber görüldüğü 160 kadar tek gen hastalığı bilinmektedir. Kalıtımda bir tek gendeki bozukluk sorumludur. Bu hastalıklar çoğunlukla belirlenebilen bir nedene bağlı (semptomatik) epilepsilerdir, çoğunluğunda zeka geriliği görülür ve epilepsilerin küçük bir kısmından, %1`inden sorumludur. Tuberoz skleroz, Lafora cismi hastalığı, Fenilketonüri, Tay-Sachs hastalığı, Progressif miyoklonik epilepsileri bu grupta yer almaktadır ve sorumlu genleri belirlenmiştir. Daha önce sözü edilen idyopatik jeneralize epilepsi grubunda kalıtım şekli semptomatik epilepsiler kadar net değildir. Bu nedenle genetik araştırmalar daha güçlük arzetmektedir. Bu olgularda birden fazla gen aynı epilepsi sendromuna yol açabilmekte (poligenik), edinsel ve çevresel faktörler rol oynayabilmektedir (mültifaktöryel). Ayrıca aynı epileptik sendroma birden fazla genin neden olması (heterojenite) genetik temelin aydınlatılmasını güçleştiren özelliklerdir. Buna rağmen bu grup içinde yer alan özel hastalıkların genleri bulunmuştur. Febril nöbet artı jeneralize epilepsi (FNJE), OD noktürnal frontal lob epilepsisi (ODNFLE), Selim ailesel yenidoğan konvülzüyonları (SAYK), Selim ailesel infantil konvülzüyon (SAİK) gibi hastalıklar örnek olarak verilebilir. Bu grupta yer alan hastalıkların bazılarında sorumlu genin kromozomlardan hangisinde ve hangi bölgesinde yerleştiği belirlenmiştir. Bu bölgeler toplumdan topluma farklılık gösterebilmektedir. Genlerin bulunmasına yönelik çalışmalar devam etmekte ve aylar-yıllar içerisinde yeni buluşlar yapılmaktadır. Bu hastalıklara örnek olarak Çocukluk çağı selim miyoklonik epilepsi, Çocukluk çağı absans epilepsisi (ÇÇAE), Jüvenil absans epilepsisi (JAE), Jüvenil miyoklonik epilepsi (JME) verilebilir. Basit ve karmaşık kalıtım şeklini belirlenmesi moleküler genetik araştırmalar (geni bulmaya yönelik bilimsel çalışmalar) açısından son derece önemlidir. Karmaşık kalıtım şekli gösteren hastalıklarda genin bulunduğu bölgeyi belirlemek (bağlantı analizi) ve sorumlu geni saptamak daha güçtür. Ailesel Epilepsi ne anlama gelir? Epilepsi (sara) hastalığının aynı ailede birden fazla kişide görülmesi durumunda ailevi epilepsi hastalığından söz edilmektedir. Ailesel epilepsi tanımı aynı ailede birden fazla kişinin, özellikle de birinci derece akrabaların yani anne, baba veya kardeşlerin etkilendiğini ifade etmektedir. Epilepsi ailesel ya da genetik bir hastalık mıdır? Bu soruya bugünkü bilgilerimizin ışığında büyük ölçüde olumlu yanıt vermek mümkündür. Bu durum uzun yıllardır bilinen ailesel geçişin önemini göstermektedir. Hipokrat 2500 yıl önce epilepsiyi tanımlamış, doğa üstü güçler tarafından meydana gelmediğini, kalıtsal bir hastalık olduğunu açıklamıştır. İkiz kardeşlerde yapılan bilimsel çalışmalar, bazı hayvan türlerinde yürütülen deneyler, insan genom çalışmaları ve polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) gibi gelişen çeşitli yeni teknikler ile birlikte epilepsinin genetik temellerinin aydınlatılması geçtiğimiz yüzyılda hız kazanmıştır. Annesi ya da babasında epilepsi olduğunda çocukta epilepsi görülme riski var mıdır? Tüm epilepsilerin %40-60'ının temelinde genetik yani kalıtsal etkilerin olduğu düşünülmektedir. Ancak bu faktörler tek başına epilepsi gelişen tüm olguları anlamaya yeterli değildir. Epilepsili olguların yaklaşık yarısını nedeni bilinmeyen, daha doğrusu nedenin genetik olduğu düşünülen grup (idyopatik epilepsi) oluşturmaktadır. Bu hastalıkta nöbet şekilleri farklılık gösterebilir, dalma, sıçrama ve kasılmalı büyük nöbet şeklinde olabilir. Özellikle bu epilepsi türlerinde ailede epilepsi varlığı daha dikkat çekicidir. Bu tür epilepsisi olan anne-babaların çocuklarında epilepsi riski artabilmektedir. Beyinde sonradan oluşan bir hasara bağlı epilepside ise genetik faktörlerin etkisi yine varolmakla birlikte daha düşüktür. Anne ya da babadan birinde epilepsi olduğunda çocukta epilepsi riski bu nedenle önce uygun incelemelerle epilepsi tipinin araştırılması ve ilgili doktorlara danışılarak öğrenilebilir. Anne ve babası epilepsi olsa da çocukta epilepsi görülmemesi yüksek olasılıkla mümkündür. Akraba evliliği epilepsi açısından risk oluşturur mu? Evet, bu durum ailede epilepsi hastası varsa çocukta epilepsi olma olasılığını çok arttırır. Ayrıca epilepsi ile birlikte zeka geriliği, ve diğer beyin özürleri ile giden bazı hastalıklar açısından da akraba evliliği risk yaratmaktadır. Kimi zaman çok uzak diye düşünülen akrabalıklarda bile bu tip ağır genetik hastlalıklar görülebilmektedir. Epilepsi görülmesi açısından ülkeler, etnik köken ya da ırklar arasında fark var mıdır? Epilepsi tüm ırklarda ve ülkelerde sık karşılaşılan hastalıkların başında gelmektedir. Genel olarak görülme sıklığı ortalama % 1'dir. Ancak bazı nöbet tiplerinde etnik köken önem taşıyabilmektedir. Örneğin ateşli havale (febril nöbet) Japonya'da diğer toplumlara göre daha sıktır. Dünyada hesaplara göre 100-200 milyon kadar epilepsi hastası birey vardır. Az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında epilepsi sıklığı açısından çok büyük fark olmasa da epilepsi başlangıç yaşı ya da neden olan faktörler açısından belirgin farklar görülebilir. Örneğin bazı infeksiyon hastalıklarının beyinde yarattığı hasara bağlı epilepsiler az gelişmiş ülkelerde daha sık görülmektedir. Ailemizde epilepsi var, bunu araştırmak için ne yapmalıyız? Böyle bir durumda hasta ve sağlam aile bireylerinin epilepsi polikliniği yürütülen bir merkeze başvurması gerekmektedir. Epilepside kalıtım rolünün aydınlatılabilmesi için titiz bir çalışma yapılması ve belli basamaklara uyulması gerekir. Ayrıntılı klinik değerlendirmeyi takiben amaç moleküler genetik incelemelerin planlanmasıdır. Bu da klinisyen ve genetikçi arasında ortak bir çalışmayı gerektirir. Öncelikle hastanın, sonrasında diğer hasta yakınlarının doğum öncesini de içeren ayrıntılı özgeçmiş, nöbet veya nöbetlerin başlangıç yaşı, detaylı özellikleri, eşlik eden nörolojik bulguları, EEG ve beyin görüntüleme özellikleri incelenerek epilepsi hastalıkları tanımlanır. Aile ağacı çalışmaları: Tüm bu bilgilerle aile ağacı hazırlanmalı, her ayrıntı, özellikle doğum tarihi, isim değişiklikleri, ölü doğumlar, akraba evlilikleri, doğum bölgesi işaretlenmelidir. Her görüşmede aile ağacının yenilenmesi, yeni doğumlar ve etkilenen bireylerin eklenmesi unutulmamalıdır. Ancak ayrıntılı hazırlanmış bir aile ağacı üstünde kalıtım şekli anlaşılabilir. Etik (ahlaksal) kurallar: Ailenin değerlendirilmesi ve genetik incelemelerin planlanması sırasında etik kurallar titizlikle uygulanmaktadır. Her hasta hastalık, yapılacak incelemeler, amaç, olası sonuçlar hakkında ayrıntılı olarak bilgilendirilmektedir. Her hasta sözlü ve yazılı metinle bilgilendirildikten sonra yazılı izin alınır, 18 yaşından küçükler için ebeveyn izni eklenmektedir. Hastanın ismi, alınan bilgiler, kan dokusu titizlik içinde saklanmakta, doktoru dışında kimseye gösterilmemektedir. Ailedeki epilepsi tüm kişilerde aynı şekilde mi seyreder yani anne ya da babadakine göre hastalık çocukta daha ağır seyredebilir mi? Aynı ailedeki hastalar arasında nöbet başlangıç yaşı, nöbet tipleri ve şiddeti açısından farklılıklar görülebilir. Çocukta hastalıkta şiddetlenme şart değildir ama olabilir. EEG'nin epilepsi genetiği açısından yardımı olabilir mi? EEG hastalığın beyin aktivitesi açısından özelliklerin belirlenmesinde önemli rol oynar. Ayrıca epilepsi genetiği çalışmalarında önemlidir. Görünüşte hasta olmayan aile bireylerinde epilepsiye ilişkin EEG özellikleri saptanabilir. Kardeşlerin %30-40'ında, çocukların %10'unda bu bulgular görülebilir. Özellikle ışık duyarlılığı ailesel özellik gösteren EEG bulgularındandır.
  23. Soru erkeğin ikinci, üçüncü, bilmem kaçıncı yaptığı/yapacağı evlilik değildi, sayın muallim. Soru: Müslüman bir kadının, kendisine daha önce kitap verilen iffetli bir erkekle evlenmesinden söz edilmeyişi idi.
  24. Yaz ve Kış Saati Uygulaması Romalılar, günün güneşin göründüğü kısmını 12'ye bölen bir saat sistemi kullanıyordu. Her evde saat olmadığından, yani merkezi su satleri kullanıldığından bu ayarlama sorun olmuyordu. Herkesin kolunda saat varken, her gün bir satin uzunluğunun değiştiğini bir düşünsenize! Mesela Roma'da kışları bir gündüz saati 44 dakika sürüyordu, haliyle gece saati uzuyordu. Yazın ise bir gündüz saati 75 dakikaya kadar uzayabiliyordu. Bu fikri ortaya atan ilk kişi, 1784 yılında Amerikalı politikacı ve fizikçi Benjamin Franklin oldu. Franklin, yazın sokaklarda top atılarak ve kilise çanlarıyla herkesin uyandırılıp güne erken başlamasını, geceleri de erkenden yatılmasını önermişti. Franklin, saatlerin ayarlanmasıyla ilgilenmemişti, çünkü 18. yüzyılda saat uygulamasını kimse ciddiye almıyordu. 20. yüzyılın başında, İngiliz avukat William Willet, bir yaz sabahı, atıyla bir kasabadan diğerine gittiğinde, kasaba ışıklarının yandığını, ama dükkânların panjurlarının kapalı olduğunu görünce, bu elektrik kaybını bir gazetede dile getirdi. 1907'de yaz saati uygulamasını taslak olarak İngiltere'nin dikkatine sundu. Bunun üzerine İngiliz Parlamentosu her yıl Nisan ayının Pazar günleri saatleri 20 dakika ileri, Eylül ayının Pazar günleri de geri almayı kararlaştırdı. Bu karar, 1910 yılında "ışık tasarrufu bölgeleri" adıyla yasalaştı. 1916 yılında 20'şer dakikalık süreler yeniden düzenlendi ve Nisan-Eylül aylarında, saatlerin 60 dakika ileri ve geri alınması uygulamasına geçildi. Almanya 1916 yılında, devam eden birinci dünya savaşı sebebiyle yakıt tasarrufu amacıyla yaz saati uygulamasını ilk yapan ülke oldu. Fransa bu uygulamayı cephedeki askerlerin daha iyi uyuyup, güçlerine kavuşmaları için 1916'da kabul etti, 1917'de diğer Avrupa ülkeleri. ABD'de ise ilkini dünya savaşı yıllarında da uygulanmakla beraber, asıl olarak 1973 petrol krizi sırasında Kongre gündemine girdi. 1986 yılından itibaren ise her yıl Mart ayının son hafta sonu ile, Ekim ayının son hafta sonu arasında yaz saati uygulaması yapıldı. İngiltere'de Petts Wood kasabasında, avukat William Willet'in anıtı bulunuyor. HORAS NON / NUMERO / NISI ÆSTIVAS can be translated "I will only tell the summer hours." (Sadece yaz saatlerini sayacağım.)
  25. muki şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Maıde Suresi 5: Bu gün size temiz ve hoş şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yiyecekleri size helâl, sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Her kim de inanılması gerekenleri inkar ederse bütün işlediği boşa gider. Ahirette de o, ziyana uğrayanlardandır. Burada müslüman bir kadının durumundan söz edilmemiş, müslüman bir erkeğin ise ağzına bir parmak bal çalınmış. Daha önce kendisine kitap verilen iffetli kadın/larla evlenmek serbest denmiş? Müslüman bir kadının, kendisine daha önce kitap verilen (iki değil, üç değil, dört değil, hiç olmazsa) iffetli bir erkekle evlenmesi de normal değil mi bu durumda? Hani deniliyor ya 'İslam'da erkeğe ayrıcalık tanınmıyor' diye, merak ettim de...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.