irinçköl tarafından postalanan herşey
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: ayyildiz_betul@@hotmail.com Yer: Ankara/Çankaya Bir üyemizin iletisidir: "Yolda korkmuş bir halde bulduğum sevimli miniği beraberimde apartmanın önüne getirdim.Sokaktaki kedilerin ona rahat vermediğini fark ettiğimde kıyamadığım için eve aldım.Bu seferde evdeki asabi kedim Duman sıkıştırmaya başladı.Şuan Duman'dan ayrı bir yerde güvenle uyuyor.Sokakta inanılmaz aç kalmış,mamaya saldırdı resmen.İnanılmaz iyi huylu,insanlara çok alışık tam bir kucak kedisi.Fazla zamanı yok malesef yeniden sokaklara dönmeden ona yuvasını açacak bir aile çıkar mı?3-4 aylık yakışıklı erkek bir smokin."
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: utkuerdener@@gmail.com Yer:Gölbaşı/Ankara Sn üyemizin iletisidir:''3 ay önce sokaktaki köpeklerin saldırdığı yavru bir köpek buldum. Ben yardım etmek isteyince koşarak bana geldi, bende daha fazla saldırmasınlar diye hemen arabaya koydum. O günden beri benimle. Şu anda yaklaşık olarak 7 aylık. Evim apartman dairesi ve evde 2 tane kedim olduğu için evde besleyemiyorum, apartmanın bahçesinde ona bir yer ayırdım fakat apartman sakinleri bundan hoşnut değiller.Site yönetimi 2 hafta süre verdi Dost'un gitmesi için.Karma, iç dış parazit, bronşin, kanlı ishal ve gençlik aşıları tamam. Herhangi bir aşı ya da müdahaleye ihtiyacı yok. Aşı karnesi var. Çok sevecen, her şeye havlamaz, sessiz, oyuncu ve çocuklarla iyi anlaşıyor. Onun huzur bulacağı mutlu bir yuvaya ihtiyacı var.''
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0532 483 48 17 Yer: İstanbul Bir üyemizin iletisidir. ''Labrador oğlumuz sokağa terk edilenlerden...O kadar insancıl ve akıllı ki terk edilme nedeni onun suçu olmadığı belli.Muhtemelen ya alerji çıkmıştır yada bebek olmuştur... Erkek,Labrador Retriever,1 yaş altı,tuvalet eğitimli bir can o... Kedilerle ve köpeklerle anlaşabiliyor ama evde yanlız kalamıyor.Ya köpeği olan birisine yada evde devamlı insan olan birisine sahiplendirilecektir.Sözleşmeli ve takipli sahiplendirilecek,ormandaki köpek arkadaşları için mama talebi vardır.''
-
Kıyı Talanına Kızan RTE
Birden bire kıyı teftişinin nedeni bu olsa gerek
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0535 014 38 32 Yer: İstanbul/Gaziosmanpaşa Bir üyemizin iletisidir: "Bu sevimli miniği yol kenarında tek gözü kapanmış kir içindeyken buldum.Pirelerden dolayı kaşınmaktan derisinde yaralar vardı.Hemen kliniğe götürdüm,gözü temizlendi,pire ilacı uygulandı.Şuan antibiyotik ve gözü için damla kullanıyor.Fakat evimde bir anne ve 3 aylık 3 yavrusu var.Yanlarına koyduğumda hepsi birden saldırdığı için ayrı bir odada tutuyorum.Bebek yalnız kaldığı için sürekli ağlıyor ve ben öğrenci olduğum için hepsinin bakımı ile ilgilenme imkanım yok.Bunun yanında ailemde sorun çıkardığı için acil olarak bu bebeğe yuva arıyorum."
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0531 214 27 14 Yer: Kocaeli "Kuyruğunun alt kısmında dikişleri olan bu minik 2 haftadır bir klinikte.Sağlık sorunu olmamakla beraber bu halde sokaklara dönemeyecek kadar bakıma ve ilgiye muhtaç.3 aylık civarı yakışıklı ve uysal bir erkek.Kafeste inanılmaz sıkılmış durumda sürekli ağlayan bu güzel bebeğe yuvanızı açar mısınız?"
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İrtibat: 0541 731 04 36 Yer: Ankara / Eryaman. Bir üyemizin iletisidir: Kahve oğlan 1 yaşında. Günde en az iki defa gezdirileceği bahçeli evi olan bir "AİLE"ye sahiplendirilecektir. Kahve'nin bazı özel durumları var; KESİNLİKLE! kuru mama verilmemesi lazım çünkü kimyasal olan herşey O'na dokunuyor ve anında ishal oluyor, kilo kaybediyor. Beslenmesi; marketlerden ya da toptancılardan alınan parça etlerin sebzelerle haşlanıp verilmesi gerekiyor. Bu maliyetli bir iş değildir, Kahve'nin aylık mama masrafı 50 lirayı geçmemektedir. Temel eğitimini almıştır. Daha bebek olduğu için bulduğu herşeyi kemiriyor. Tuvalet terbiyesi daha yeni yeni oturuyor. Kısacası Kahve diğer köpeklerden biraz daha fazla emek isteyen bir köpek ve eğer uğraşamayacağınızı düşünüyorsanız lütfen aramayınız. Sahiplendirme şartları; Kahve EVCİL HAYVAN SAHİPLENDİRME SÖZLEŞMESİ ile sahiplendirilecektir. Sözleşmenin aslı internet üzerinde de bulunuyor, lütfen sözleşmeyi okuyup daha sonra iletişime geçin. Bu sözleşme tamamen Kahve'nin çıkarlarını gözetmektedir. 15 aylık olduğunda yani Kasım ayı gibi KISIRLAŞTIRMA OPERASYONU geçirecektir ve tarafımdan yaptırılacaktır.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim:0532 3182774 Bahçelievler/İstanbul Moly, 7 aylık, dişi, çok akıllı bir kız. Bulunduğunda ayağından yaralıydı, tedavisi oldu ve geçici yuvasında çok zor durumda. 5 Köpekli bir evde fazla vakti yok. Bu güzel Golden cinsi kıza yuvanızı açmak ister misiniz? O sizi çok mutlu edebilir.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0531 794 96 45 Yer: Balıkesir-Bursa Bir üyemizin iletisidir: "Gece yolda araba çarpmış bu bebek kediyi buldum.Onu orada bırakamadım,masraflarını karşılayıp ilaç tedavisine başladım.Şuan kullanımı ortak olan bir bahçede bakıyorum .Evde bir köpeğim var bu sebeple bir kaç gün içinde acilen ona iyi bakacak bir aile arıyorum.Tekrar sokağa salmak istemiyorum.Balıkesir-Akçay-Altınoluk-Bursa gibi yerlere kendim getirebilirim.Bu masum bebeğe bir şans verir misiniz ?
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0533 557 84 78 Yer: Büyükçekmece / İstanbul O henüz 1,5 yaşlarında bir oğluş. Bir sokakta besleme yapan üyemiz onuda her akşam görüyor mama veriyordu. Bir akşam mama yerken acı çektiğini,inlediğini farketti. Çok yabaniydi ve uzun uğraşlar sonucu yakalandı. Kliniğe alındı. Alt çenesi yoktu ve iltihap akıyordu. Bir klinikte 6 ay kaldı çenesi sürekli dikildi yırtıldı,defalarca sürdü bu. Sonunda yapabilecek bir şey yok denilip gönderildi. Bir süre bahçede yaşadı ve yine ağzından iltihap akıyordu. İltihap temizlensin diye başka veterinere götürüldü,orada yapay çene yapıldı ve artık sapasağlam bir kedi olduğunu düşünüyordukki bir ay sonra yine yemek yerken acı çekmeye kıvranmaya başladı.Tekrar veterinere götürüldü ve maalesef ağzında yaralar oluşmuş ve buda bulaşıcıymış. Onun yaşadığı bahçede onlarca sakat,bakıma muhtaç kedi var,tekrar klinikten alınıp oraya bırakılması orada yaşayan tüm kedilerin sonu demektir. Bu can klinikten çıkacak fakat gidecek yeri yok. Evinde başka kedisi olmayan veya aşıları tam olan kedileri olan biri sahiplenirse sözleşme yapılacak ve ömür boyu tüm mama,kum ve veteriner masrafları karşılanacaktır. Yeterki onun bir yuvası olsun. Ömrü acılar içinde geçmiş bu canında artık yüzü gülsün. Kısırlaştırılmuıştır.
-
Deccal'in Tövbesi : Sen Ancak Kendine Ağlarsın
Pi sayısından dolayı Allah'a inanıyorum. Evrim teorisinin Allah'a bir methiye olduğunu düşüyorum Büyük Patlama'dan(Big Bang) önce ne vardı sorusu yüzünden ateist günlerime geri dönmem zor. Ama Kuran'ı da sorgularım, Peygamber'i de. Müslümanlık adına bir dedemle kıldığım namazlar ve bir kaç Kur'an Kursu günü kaldı geçmişimden. Bir de hala dedemin mezarlığının yanındaki camide kıldığım bayram namazları. Fakat senin uzmanlık alanın olan şirk koşma riskini göze alarak iddia ederim ki; bu ateistten bozma, Kur'a ve Peygamber sorgulayan cüretkarlığım ve binbir "günahımla" bile senden daha Müslüman'ım.. Tek bir dayanağım var mahşerde ; kul hakkı yemedim ya da en azından yememek için çok dikkat ettim. Ve tek bir şey biliyorum ki; o mahşer mahkemesinde kim verecekse amel defterini elimize , senin savcılarının, mahkeme başkanlarının verdiklerinden çok daha adil bir karar olacak. Diktiğin bütün camilerin, yediğin bir kulun hakkı karşısında kumdan kaleye dönüşeceği o günde. Dün yine televizyonda izledim seni. Karşında gazeteci kılıklı tiplere röportaj veriyordun. Saçtığın öfke ve nefretle örselenmiş bir suratı fondöten ne kadar kapatabilirlerse kapatmışlardı. Parçaladığın bir ülke, parçaladığın bir coğrafya, parçaladığın bir ümmetin bütün vebalinin batınında nüksettiği çok belli artık. İç organları acıyan bir adam gibi oturuyorsun ama içi hiç acımayan bir adam gibi konuşuyorsun. İhvan liderlerinden Muhammed Biltacı'nın, ***** bir kurşunla katledilen kızına yazdığı o iç paralayıcı mektup getirildi ekrana ve sonrasında senin gözyaşların. (Bkz: Esma'ya Mektup) http://www.youtube.com/watch?v=Xzqi5LYlQkw Mısır'daki suretin olan Sisi'nin ***** kurşunları ile katledilen o gencecik kız için ağladığına inanmamız beklendi herşeyi ile çalışılmış bir sahne sonucunda. Halbuki sen kendinden başkasına ağlamazsın. Herşeyin kendinde ve kendinden vücud bulduğuna inanacak bir zihniyet ancak kendine ağlar. Kendin dışında bir cana ağlayacak kadar vicdan olsaydı sende... Bu ülkede binlerce Türk/Kürt anayı ağlatan bir narko-katili başımıza lider diye sarar mıydın... Kuddusi Okkır'ı mapushane yatağında bile bile ölüme mahkum edenleri savcı diye başımızda tutar mıydın.. "Çoğunluğun seçtiğine boyun eğeceksin" ; "çocuk yapıp hibe edin" diyecek kadar şirazesinden çıkmış laflar eder miydin... Kendi dışında bir cana ağlayacak kadar Müslüman olsaydın sen... Irak'ta milyonlarca Müslüman'ın kanına giren ABD'lilere o üsleri açıp, füzelerine hava sahası izni verir miydin... Grönland'daki üslerinin ABD tarafından kullanıldığı ortaya çıkınca utanan "gavur" Danimarka Başbakanı kadar utanmadığına eminim, kendi üslerinde yenilen haltlar ortalığa çıkınca... Sen Danimarka Başbakanı kadar bile Müslüman değilsin... Olsaydın; Van'da Ermenilerin binlerce Müslüman kadına tecavüz ettiği bir adada adada , Ermenistan'ın egemenlik sembolü olarak o kiliseyi açtıracağına iktidardan vazgeçerdin... Vazgeçemek bir yana, iktidarını perçinledin. Tırnağını geçirmişsin bu dünyaya iktidar havliyle, emanet bir cana sahip olduğunu unutmuşcasına. Sen bırak teslim olmayı, dünyaya hakim olduktan sonra hedefine Allah'ı koyan Deccal'in safındasın... Boşuna demiyorlar senin için.."Allah'a inanır ama güvenmez" diye... Ve "ahlak" adına bu ülkeyi öyle derin bir ahlaksızlık çukuruna sürükledin ki teşkilatında senle "nikahlı" olmakla övünen kadınlar türedi.. "Akıl" da yok lügatında.. Olsaydı utanırdın; "İlim Çin'de bile olsa gidip alınız" diyen bir Peygamber'e inanıp, 50 Matematik sorusundan ortalama 3 soru çözebilen bir gençliğin Başbakanı olmaktan... "Dindar gençlik" övünmelerin de bahane... Şeytan seçmeni isteseydi; "herkesin Tayyip Erdoğan'a inandığı ama Allah'a inanmadığı bir dünya ile; herkesin Allah'a inanıp bir Allah'ın kulunun sana inanmadığı bir dünya" arasında gözün kapalı seçerdin birincisini... Akıl ve ahlakın ülkesinde en ateisti bile bulur Allah'ı.. En dindarı bile sana "tapar" akıl ve ahlakın müptezelleştiği bir yerde. Ve şimdi hissediyorsun ki gözünü diktiğin bu iktidar dünyası yavaş yavaş ayağının altından kayıyor... İçin açıyor... Hiç bir fondötenin örtemeyeceği, hiç bir terapinin tedavi edemeyeceği bir şey kemiriyor içini. Esma'nın ölümü sana asla elde edemeyeceğin ; uğruna o kadar günah işlediğin o şeytani hedefi hatırlatıyor ve ömrünün bu hedefe yetmeyeceğini çok net görüyorsun. Sen o ***** kurşunla babasının kalbine kurşun gibi düşen Esma'ya değil, kendine ağlıyorsun. Esma'nın babasının cenaze namazını kılamamasına üzülüyorsun ama Reyhanlı'da cenazesi kılınacak bir vücudları bile kalmayanların hatırası üzerinden ; "33 sünni vatandaşımız öldü" diyecek kadar şeytani bir mezhep oyunu oynamaktan çekinmiyorsun. Bu yüzden; Ali İsmail Korkmaz öldüğünde ağlamadın.... Abdullah Cömert öldüğünde ağlamadın... Ethem Sarısülük öldüğünde ağlamadın... Mehmet Ayvalıtaş öldüğünde ağlamadın... Bu yüzden Ordu'daki eylemler sırasında senin polislerinin sıktığı gaz sonucu kalp krizi geçirip ölen Metin Lokumcu ile ilgili Ruşen Çakır sana bir soru sorma curetini gösterdiğinde... "Onu ben bilmem" gibi ancak Stalin'in polis şefinin verebileceği duyarsızlıkta bir cevap verdin. Çünkü o insanların hiç biri sana kendi faniliğini hatırlatmadı. Aksine, o canların gidişi senin iktidarının ve dolayısıyla o şeytani ölümsüzlük duygusunun mührünü taşıyordu. O canlar sana ne kadar güçlü olduğunu hatırlattı. Esma ise sana faniliğini. Bu nasıl bir şeytan ayinidir ki; kendi ölümsüzlüğün için hala Irak'ta, Suriye'de binlerce insanın kurban gitmesi için kendi topraklarını dünyanın en ****** katillerine yol geçen hanı yapıyorsun... Bu nasıl şeytani ayindir ki; kapına bağladığın köpekler her gün birini "dua edin ki sizi Gezi'de öldürmedik" diye tehdit ediyor.... Gün geçmiyor ki, ekranlardan bu ülkenin bir yarısını aşağılıyor, hakaret ediyorsun... Sen bizi sana tapan bir kul, seni kendinle "nikahlı" sayacak kadar aptal ve ahlaksız mı zannediyorsun? Başka kapıya... Diyorlar ki; o gözyaşları sahte... Aksine... Dünkü gözyaşların sonuna kadar gerçekti... Kendine ağlayan her insanın gözyaşı kadar samimi ve içten... Asla elde edemeyeceği hedefinin kendinden uzaklaştığını gören bir insanın gözyaşlarından daha gerçek ne olabilir? Şeytan çok istediği bir şeyle yanaşır in-sana, aç olduğu bir şeyle. Ve bir kere yerleştimi içine posanı çıkarmadan terketmez seni. Uzun yıllar önce yaşadığın bu yanaşmada elini verip ruhunu kaptırdın. İçindeki, seni gözündeki son fere kemirene dek uzun ömürler diliyorum sana. Hiç bir tövbenin kar etmeyeceği kadar uzun yaşa. Herkesin Allah'a ama hiç kimsenin sana inanmayacağı kadar ahlakın ve aklın hakim olduğu bir Türkiye'yi görecek kadar çok yaşa. Gün gelecek ; hikmetin kendinde değil, altına serilen iktidar halısında olduğunda anladığında, çevrende ailen ve 3. sınıf bir kaç devlet koruması dışında tek bir Allah'ın kulu olmayacak. Her zaman olduğu gibi ağlayacaksın; kendine. O gün hiç bir tövbe kar etmeyecek. B.G. *********************** AKP nin geleneksel ağlama sezonu açılmıştır
-
Kara kutu Tuncay Güney bile isyan etti!
Ergenekon’un kilit ismi tuncay Güney halinden çok memnun... 275 kişinin yargılandığı Ergenekon davasının kilit ismi Tuncay Güney, Kanada’nın Toronto kentinde yaşadığı, yıllık kirası 15 bin dolar olan evinin kapılarını ilk kez Hürriyet’e açtı. Fatma Aksu’nun haberine göre; Kendisini “Ergenekon’un soğuk mührüyüm” diye tanımlayan Güney, şehir merkezinde, giriş ve çıkışları özel güvenlik kameralarıyla denetlenen 1.500 dairelik bir sitede, bir oda bir salon, küçük bir mutfak, banyo ve balkondan oluşan 65 metrekarelik evde yaşıyor. Yatak odasında asılı duran İsrail bayrağı altında uyuyor. Güney, Toronto’da Beth Israil Center adlı bir Yahudi okulunda haham olarak Tevrat dersleri veriyor. Burası aslında MOSSAD’ın “Underground haham”larının yetiştiği bir istihbarat okulu. İçeride fotoğraf çekmek yasak. 20 kadar öğrenciye ders veren Güney’in yetiştirdiği öğrenciler 8 ay ile 1 yıl arasında sıkı bir eğitim görüyor. RUHTA YAHUDİYİM 2001 yılından beri yurtdışında yaşayan Güney, Kanada’da vatandaşlık aldığını, oturma ya da seyahat sorunu olmadığını söylüyor. Allah’a inanıyor. Hangi dine mensup olduğu sorulduğunda “Elhamdülillah Müslüman değilim. Ben Tanrı’nın İsrail’i için çalışıyorum. Ruhta Yahudiyim” diyor. Boynunda, İsrail yazılı altın kolye, kolunda da “Daniel” yazılı künye taşıyor. Kendisiyle Toronto şehir merkezinde bir kafede buluştuk. Üzerinde şık giysiler ve pahalı takılarla geliyor yanımıza. Kolunda seramik kordonlu saatinin değerinin 5 bin dolar olduğunu ve bunun gibi 20 saati daha olduğunu söylüyor. Burberry’den giyiniyor. “Bu lüksü Türkiye’de nerede bulacaktım” diyen Güney’le, kahve sohbetine daha sonra evinde devam ediyoruz. Nasıl geçindiğine gelince, “Tanrı’nın yardımlarıyla” diyor. “Allah rızıklandırandır. 14 yıla geliyorum. Ele güne muhtaç olmadık, Allah yine kimseye muhtaç etmesin” diyerek, kolundaki saati ve altın künyelerini gösteriyor: “Sizden daha lüks takılıyorum. Bir takımı satsam 5 bin 7 bin dolar eder. Bunun gibi 20 tane gösterebilirim. Bu saat 5 bin dolar. 20 tane var. Lüks hayatı seviyorum. Ama söylendiği gibi arkamda bir CIA, MOSSAD, MİT yok. Ama paralar geliyor, nereden geldiğini ben de bilemem.” Güney, görevi gereği Kanada yasasına göre bağış da toplayabiliyor. KİRASI KURUMDAN Kirası çalıştığı kurum tarafından ödeniyor. Fazla eşyayı sevmiyor. Salonunu, Seyit Kutibi’nin İslami Etütler kitabından Karl Marx’a, Hasan Cemal’den Dan Brown’a ve hakkında yazılan kitaplardan oluşan küçük bir kütüphanesi, sürekli güvenlik kameraları görüntülerinin açık olduğu ve bilgisayar ekranı olarak da kullanılan televizyon, deri koltuk takımı, üzerinde Mısır mitolojisini anlatan kedi figürlü firavun heykeli, sehpada köpeklerin üzerinde duran yılan başlıklı bıçak, duvarda çamurlu bir el içindeki Davut yıldızı fotoğrafından ibaret. Mutfakta, yemek ocağı ve üzerinde “Şabat”larda mum yakılan bir Yahudi Şamdanı bulunan bir buzdolabı ile duvarında mantar pano bulunuyor. Yatak odasında ise başucunda “Altında uyumak başka bir mutluluk dediği” İsrail bayrağı asılı. Evde güvenlik alarmı var. Kapının dışında, bütün Yahudi evlerinin girişinde bulunan “Mezuza” atlı Yahudi duası göze çarpıyor. Toronto’da yaptığı işin karşılığı olarak ayda 5 bin dolar alan ve kendisine özel şoförlü bir de araç tahsis edilen Güney, “Camide imamlık görevi verdiler de ben mi yapmadım. Bana camide imam olacaksın deselerdi, camide imam olurdum” sözleriyle, kendisini eleştirenlere göndermede bulunuyor. Kralı dokunamaz “Tehdit aldınız mı hiç?” sorusuna, tehditle yanıt verip meydan okuyor: “Bu komplolar üzerine bizim de kendimize göre çalışmamız oldu. Bunları göğüslüyoruz. Ama bana karşı fiziki bir saldırının bedeli herkes için çok acı olacaktır. Bunu karşılıksız bırakmayız. Şunu söylüyorum. Kralı bana dokunamaz. 2007 yılından, 2013’e geldik. Tuncay Güney için yaprak kımıldamayacak. Biz de onların buradaki kendi adamlarına öyle bir saldırıda bulunuruz ki, evlerindeki tüllerinin arkasından bakamazlar. Perdelerini kıpırdatamazlar. Böyle bir saldırının ne getireceğini kendileri de bilir”. 5 yıl daha yatarlar Ergenekon davasının sonuçlarını değerlendiren Tuncay Güney, acaba vicdanen rahat mı? İlker Başbuğ’un aldığı ceza hakkında ne düşünüyor? Cezaları ağır buldu mu? Ergenekon deşifre edildi mi? 1 numara kim? İşte yanıtları: Bu beklenen bir şeydi. 5 yıl yattılar, bir 5 yıl daha yatarlar. Bu insanları müebbet olarak hapislerde tutamazsınız. Eğer savunma yapmasalardı halkın gözünde kahraman olurlardı. Mahkemeyi kilitlemelisiniz. Hiçbiri savcılıkta ifade vermeseydi, dosya mahkemeye gitmezdi. Mahkemeyi kilitleyebilirdiniz… Zaten yatacaksınız. Savunma yapsan da yatıyorsun, yapmasan da. Türkiye’de adalet aramak, genelevde bakire kız aramaya benzer. Neyin adaletini arıyorlar bilmiyorum. Ergenekon bir terör örgütü değil, sistemin, rejimin kendi teşkilatı. Bu sistem kendi mitolojisini, efsanesini yargıladı. Cezalar tabii ki ağır. Zaten bekliyorduk. Benim için sürpriz olmadı. İnsanlar sorguluyor, çünkü neyin ne olduğunu bilmiyor. Halk bu olayın yüzde 1’ini, mahkeme yüzde 5’ini biliyor. Mahkeme de bilmediği bir şey üzerine müebbet verdi zaten. ‘Bu Ergenekon neydi?’ deyin, hiçbiri bir açıklama yapamayacak. ‘Ergenekon bir terör örgütü’ demek bir haksızlık. ‘Ergenekon bitti demek’ de bir hayalperestlik. Bazıları zafer sarhoşluğunda. Buzdağının görünen bir kısmı sadece. İçeridekiler için tamamen haksızdırlar diyemem. Beni önce kara kutu diye servis yaptınız, sonra maçtan çıkardınız. Beni diskalifiye ettiler. Sistem beni çıkarmak istedi. Ergenekon’dan yargılananların ve Ergenekon’a karşı olanların hemfikir olduğu bir şey vardı: Tuncay Güney’i maçtan çıkaralım. Ve çıkardılar. Sonuç müebbetti, müebbet oldu işte. Ben tanık olmadım. Gizli tanık da olmadım. ‘Sen bize tanıklık için başvur’ dediler. ‘Uluslararası Tanıklık Yasası’nı uygulayın o zaman’ dedim, uygulayamadılar. Eğer uygulamış olsalardı, bugün cezaevindekiler içeride olmamış olabilirlerdi. 1 numara yoktu Başbuğ’u koydular İlker Başbuğ’un neden yargılandığını bilmiyorum. Daha doğrusu, Ergenekon mahkemesi neyi aydınlattı? Faili meçhul cinayetler çözüldü mü? Bu insanları da neden yargıladıklarını da bilmiyoruz. Ergenekon’un ortada 1 numarası yoktu. Üst düzeyde birisi yoktu. İlker Başbuğ’u koydular. Okey tamamlanmış oldu. Ergenekon’a lider lazımdı. Aldılar Genel kurmay Başkanı’nı, adamın başını yaktılar. Ergenekon bir Batı Çalışma Grubu da değildir. Ergenekon, rejimin ve sistemin kendisidir. Ergenekon, Ergenekon’la gizlenmiştir, Ergenekon deşifre edilmemiştir. Ergenekon, reforme etmiştir kendini. Ergenekon’un bir kolu suç. Günaha bulaşmıştı. Miladı dolmuştu. O kolu kestiler. Bu, buzdağının sadece görünen kısmı. Şimdi vesayet değişti. Yargı mitolojisini, yani hukuk, efsanesini cezalandırdı. Tuncay Güney kimdir? Farklı medya kuruluşlarında gazetecilik yapan 41 yaşındaki Tuncay Güney, 02 Mart 2001’de çalıntı bir aracı İstanbul da satmaya çalışırken, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi’nce yakalandı. Şubenin o dönemki müdürü Adil Serdar Saçan ve ekibi tarafından sorgulanan Güney’in evinde yapılan aramalarda, Ergenekon davasının temelini oluşturan 6 çuval belge bulundu. Belgeler arasında, örgütün şeması da ele geçirildi. Emniyette kamera karşısında verdiği ifadelerde başta Veli Küçük olmak üzere birçok asker, siyasetçi ve bürokratı Ergenekon’a üye olmakla suçlayan Güney, bu iddiaları, katıldığı birçok televizyon programında da tekrarladı. Güney, Ergenekon davası kapsamında ifadeye çağırılınca, 2009 yılında Kanada’ya kaçtı. Halen Kanada’da hahamlık yapan Güney, daha sonra emniyette verdiği ifadelerin doğru olmadığını ve Adil Serdar Saçan ile ekibinin kendisine işkence yaptığını iddia etmişti. Ergenekon davasının karakutularından biri olan Güney hakkında, CIA ajanı, MİT çalışanı, Cemaat üyesi, İsrail ajanı olduğu gibi iddialar sık sık gündeme gelmişti.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İrtibat: amethyst80@@gmail.com Yer: Küçükçekmece İstanbul. Sn Kini iletisidir: Annemin ciddi sağlık problemleri nedeniyle, kedim Nohut'a acilen yeni bir yuva bulmam gerekiyor. 5 aylık erkek. Tüm aşıları tamamlandı. Sahiplenecek kişiye, taşıma kabı, tuvaleti ve iki ay yetecek kadar mama ve kum da devredeceğim. Çok sevdiğim ve üzülerek ayrılmak zorunda kaldığım Nohut'um umarım en kısa zamanda yeni yuvasını bulur. İlgilenenlerin mesajla ulaşmalarını rica ediyorum.
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
Yer: İstanbul / Avcılar İletişim: hanife_eee@@hotmail.com / 0535 541 85 61 Üyemizin iletisidir: “Dün akşam avcılarda boynunda tasmasıyla bulduğum, iki aylık civarı, dişi, Ankara kedisi yavrusuna çok acil olarak yuva arıyorum. Evimde 6 yaşında erkek kısır kedim var ve onu çok fazla kıskandı, ikinci kediye bakmam mümkün değil. Sokağa tekrar bırakmak istemiyorum ama hafta sonuna kadar yuva bulamazsam mecbur olarak sokağa geri bırakacağım lütfen bana yardımcı olabilir misiniz?“
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0539 889 85 83 Yer: Balıkesir/Ören Bir üyemizin iletisidir: "Tatile geldiğim Ören'de bu yavrucağı yolun ortasında,araçların arasında ne yapacağını şaşırmış bir halde koştururken buldum.Şuan için 1 haftadır benimle,burada sahiplendirmeye çalışıyorum fakat umut yok gibi.Cuma günü Ankara'ya dönüyorum.Acilen ya Ören'de yada Ankara'da yuva arıyorum.Gelirken Ankara'ya getirebilirim.3 aylık sevimli bir Golden olan bu bebeğe bir heves değil ömürlük aile olur musunuz?"
-
Bu Ders Kitapları Çocukları “Salaksı” Yapıyor…
Evet, artık ilkokuldaki çocuklarımız “salaksı” olmuş haldedir, bakar körlük yaşıyorlar. İlkokulda çocuğu olan kiminle konuşsam benzer cevaplar alıyorum; çocuğum atlayarak okuyor, harf atlıyor, harf karıştırıyor, hece atlıyor, görmeden geçiyor, Türkçe okuyor ama okuduğunu anlamıyor, soruyu anlamadığı için matematik yapamıyor, doğru cümle kuramıyor, dün ile yarını karıştırıyor, uzak ile yakını karıştırıyor, okunaksız yazıyor, defter kullanmayı bilmiyor, büyük harf küçük harf karışık yazıyor, paragraf bilmiyor, anafikir çıkartamıyor, vb. Bir eğitim düşünün, kendi çocuklarını salaklaştırıyor. Böyle bir eğitim ancak milli iradesini kaybetmiş sömürgelerde olur. 5.sınıfa gelmiş çocuğunuzu psikologa götürüyorsunuz, “Çocuk bazı şeyleri karıştırıyor, zekâ yaşı iki yıl geride, bu çocukta disleksi var, özel eğitime götürün” diyor. Çocuğunuz okulda salaklaştırıldı, bu kitaplar çöple dolu, bunları kullanmayın, eskinin ders kitaplarını kullanın, demiyor. Eğitim kavramlarıyla öylesine oynandı ki artık eğitimcilerin bile kafası karışıyor, veliler ne yapsın? Örneğin, “disleksi” sözcük olarak bilimsel bir terim olduğu halde ona ikinci bir anlam yüklendi. 1.Disleksi: Anlambilime uymayan, leksikolojiye aykırı, anlam dışı, bilim-dışı. 2.Disleksi: Salak gibi, salaksı. Algıda azlık sorunu yaşayan. Aileler çocuğunda salaksı belirtisi görmeye başladığında çocuğunun gizli bir rahatsızlığı var diye düşünüp onu böyle kabullenmeyi tercih ediyorlar. Bu duruma neyin sebep olabileceği evde hiç konuşulmuyor. Asıl tehlike de burada başlıyor, sorumlusunu aramıyor. Devlet eliyle çocuklarının bu hale getirilebileceği hiç akıllarına gelmiyor. Çünkü; a-Türk toplumunun töresinde çocuklarını devlet eliyle koruma kültürü vardır. b- Devlet babadır. Çocuğunu korumayan nasıl baba olur, bunu aklı almaz. Konuştuğum veliler, “Disleksi yapıyorsa neden bu kitapları basıyorlar ki?” diye safça soruyor. Bunun nedeni devletten çocuğuna zarar gelebileceğine dair herhangi bir şüphesinin bulunmaması. Okula güven vardır. Okul, devlet babanın güvenli kollarıdır. Oysa o güvendiğimiz dağlara çoktan kar yağdı, okullara disleksi virüsü sokuldu, “ne kaa hasta o kaa para” sitemine geçildi. Yanı sıra, her yıl toplanıp hurdaya gönderilen ve yeniden basılan bu bilim-dışı kitaplar üzerinden muazzam para kazananlar vardır. Asıl parayı SPAN Amerikan Eğitim Şirketi kazanmaktadır, çünkü 24 Haziran 2004’de Ankara’da yayınevleriyle yaptıkları toplantıda “Knov How” merkezinin kendileri olduğunu ilan etmişlerdi. MEB yetkilileri eğitimin yükünü aileye devredeceklerini söyleyip duruyor. Ama benim insanım bunun ne anlama geldiğini bilemiyor. Çocuğu 4 yıl boyunca salaklaştırdıktan sonra bakanlık topu veliye atıyor. Diyor ki, “Al çocuğunu, bundan sonra paran varsa özel ders aldır, istersen özel okula ver, istersen internetten çalıştır, sınavla üst sınıflara geçir, bundan sonra sınav şirketleri kazansın”, vb. İşte eğitim piyasası bu! Eskiden çocuğu okula verirken “eti senin kemiği benim” derlerdi. Bunda bile devlete güven vardı, “adam et çocuğumu” demekti. Şimdi devlet çocuğu alıyor, dört yıl sonra “akli dengesi” sakatlanmış olarak çocuğu ailesine geri veriyor. Bütün bunlar halkın iradesi dışında oluyor, milli devletimize ne oldu? *** İşin perde arkası… Bu işin arkasında SPAN Eğitim Şirketi adıyla bir tane Amerikan eğitim şirketi var. Ders materyalleri hazırlama tekelidir. Piyasacı müfredatlar dünyaya buradan yayılır. Kitaplar, kitapların içindeki görseller, çizimler, tabletler, vs her bir malzeme psikolojik harp silahı olarak orada üretilir. Şirketin sayısız ajan profesörü vardır. Bu şirket GATS (Hizmetlerin sektöre devredilmesi sözleşmesi) uyarınca 1995 yılında Tansu Çiller tarafından Ankara’ya getirildi, YÖK Dünya Bankası Dairesine yerleştirildi. Kamucu Türk eğitiminden piyasacı Amerikan eğitim modeline geçiş için on yıl hazırlık yapıldı. Şirketin Teo Savelkous, Marjan Vernooy, Johan Gademan, Paul Vermoulen adındaki danışmanları Ankara’da MEB ile birlikte çalıştı. Amerika’da vakfiye kürsülerinde doktora yapmış Gazi Eğitim Fakültesi öğretim üyeleriyle birlikte çalıştılar. TTK Başkanı Ziya Selçuk bunlardan biridir. Milli Eğitimde Emperyalist Kuşatma kitabımda bunları belgeleriyle anlattım. Şimdi Eğitim Fakültelerini de bu ekip kapatıyor, öğretmenlik piyasa kurslarına iniyor. SPAN Danışmanları piyasaya geçiş hazırlıklarını tamamladıktan sonra, YÖK Dünya Bankası Dairesinde çalışmayı bırakıp 2006’da Mesleki Yeterlilik Kurumu (MYK) yasasını çıkarttılar ve 10 yabancı uzmanıyla buraya yerleşti, sonra da Eğitim Bilişim Ağında (www.eba.gov.tr) gördüğümüz bilim-dışı ders kitaplarını Yenilik ve Teknoloji Müdürlüğü binasında TÜBİTAK’la birlikte servis etmeye başladılar. Mevcut sosyal Anayasamıza aykırı olarak çalıştıkları halde, 2006’da kapalı oturumda geçirdikleri 5544 sayılı yasayla koruma altındadırlar. Yani, piyasacı parçalı Amerikan eğitim sistemine geçirildik, onun için çocuklarımız salaksı oluyor. Hatırlayalım, ABD emperyalist kapitalist ülke olarak şirketler devletidir, devlet, şirketlerin daha fazla kazanması için yolu açar, buna da demokrasi derler. Biz ise kamucu-halkçı toplumsal temellerde kurulmuş bir devletiz, bireyci değil, sosyal ve paylaşımcı töremiz vardır, anayasamızda da bu yazar, değiştirilmesi için bu kadar yırtınmaları bu nedenledir. Hatta BOP’un eğitim ayağını tanımlarken, “eğitimi daha ileri safhalara taşımak içindir” ifadesini kullanırlar. Her yol onlara mubahtır; onun için kamucu eğitim programlarını lağvedecek yöneticiler iş başına getirildi ve milli eğitimin amacı “küresel ekonominin ihtiyacı olan eğitim programlarını uygulamak” şeklinde değiştirildi. Bakan H.Çelik NTV ekranından “Desantralizasyona geçiyoruz” dedi(2006) ve kimse ona bunu sormadı. Yine “disleksi” gibi halktan saklanan bir şey vardı, açıktan “Eğitimi piyasaya atarak merkezi dağıtıyoruz” diyemezdi. Çünkü, Türk töresinde çocuğu korumayan yönetici bir daha başa getirilmez. Halktan gizlemek için kullandıkları terimlerden biri de Multiple İntelligence dedikleri “Parçalanmış zekâ” kuramıdır. Ziya Selçuk ekibi, bunu Türkçe’ye “Çoklu zekâ” diye çevirip yaldızlayıp sattı, buna atıf yapmayanların tezleri onaylanmadı. Amerikan yöntemidir, şirket profesörlerinin böyle bilim-dışı kuramları iyi bir şeymiş gibi algılatmak görevleri vardır. Bir örnek daha verelim; Konstraktif Yaklaşım. Bilgiyi parça başına piyasadan toplamak sistemidir, okuldan diplomayı kaldırmak gerektirir, kalkmıştır. Müfredatların parçalanması ve seçmeli ders sayısının artması, sonra da piyasaya atılması demektir. Adına ilkin “Oluşumcu” dediler, şimdilerde “Yapılandırmacı” diyorlar. Parçacı sistemin temel felsefesi olan “dağıtmak” ediminin üzerini “yapmak” fiiliyle örtüp olumlu imaja çeviriyor!.. Algı yanıltma tuzağını gördünüz. Amaç veliye para harcatmak olunca… Dünyada “eğitim piyasası” diye yeni bir rant alanı açılırken, algı yanıltma tuzaklarıyla aileleri piyasacı sisteme hazırlamanın yolları bulundu. Çünkü parayı onlar verecekti, daha iyi bir şey olduğuna inandırılmalıydı. Örneğin, ailenin çocuğu için daha uzun süre para harcamasına çözüm düşündüler, diplomaları kaldırıp yaşam boyu sertifikalı kurslar açılmalıydı, adına “yaşam boyu öğrenme” dediler. Ders kitaplarının içindeki bilginin azalması gerekiyordu, “az olan iyidir” dediler. Örneğin, 1972 Matematik İlkokul 5.sınıfın son konusu, bugün Lise 2.sınıf son ünitede veriliyor. Kitapların içini bozuk resimlerle şişirmek gerekiyordu; “görsel öğrenme” dediler. Çocuk sosyal varlıktır pedagojisini unutturmak, çocuğu yalnızlaştırmak gerekiyordu; “öğrenci merkezli eğitim” dediler, “çocuk bireydir” dediler. Sınıfta öğretmenliği kaldırmak gerekiyordu; “video kameralı internetten öğrenme” dediler, “koçluk” dediler, “mentörlük” dediler. Çocuğu internetin başına oturtmak gerekiyordu; “Öğrenmeyi öğreniyorum” dediler. Ve sonunda; Çocuğa öğrenme güçlüğü yaşatmak gerekiyordu, ona da “disleksi” dediler. Ailelerin en zor fark edeceği budur. Biricik çocuğuna konduramadığı sıfat budur. Pırıl pırıl zekâsı olan bir çocuk üçüncü sınıfa geldiğinde yazısı okunamamakta, okurken harf atlamakta, hala b-d harflerini, 4-7 rakamlarını karıştırmaktadır. Artık “kral çıplak” diye haykırmanın zamanı gelmiştir. Eğitim rant kapısı olursa… Maksat daha fazla kâr olunca, SPAN Şirketi, psikologlarla, nörologlarla, pedagoglarla ve hatta fizik bilimcilerle çalıştı. İnsan beyni zihinsel faaliyet sırasında kullandığı enerjiden mahrum bırakılırsa bunun sonuçları nasıl görülür, bunu bile araştırdılar. Kimi kuantumcular “Evrende her şey tekildir” diyerek parçalamayı sınırsız hale getirdiler, parçalar bir daha buluşamayacak kadar üniteleri parçaladılar, sıralamayı karıştırdılar, şempanzenin önüne bozuk pazıl koyarak sonucun delilik olarak görüldüğünü bile test ettiler, vb. Renkleri silah gibi kullanarak dalga boyu düşük renkleri kitaplara boca ettiler, çocuğa azcık bir bilgi için çok fazla enerji harcattılar. Beynimizin bilgiyi dosyalayarak kaydetme özelliğini, gözümüzün aynı düzlemdeki objeleri kümeleyerek görme özelliğini bozacak şekilde kiç-estetik yazı ve görselleri kitaplara doldurdular. 2005’den beri ücretsiz dağıtılan kitaplara bakan herkes bunları görebilir. Sonuçlarını 2013’de açıkça görmeye başladık. Aileler çocuklarında gördüğü bu sonuçlara isim koymakta zorlanıyorlar, çünkü bildikleri şey değildi. Kimisi şaşkınlık içinde rehberlik servislerine, psikologa gidiyor, çocuğun algılama sorunu belirtiliyor, “disleksi” tanısıyla karşılaşıyorlar. Veli anlamıyor. Şimdi adını koyalım, veli anlasın. Buna salaklık denir, adına “salaksı” diyelim. Bir şeye herkesin anlayacağı bir ad koymadığımız zaman, o şey halktan saklanıyor demektir. Fizikbilim sempozyumundan örnek vereceğim: 2007’de izleyici olarak katıldığım Karaburun Fizik Sempozyumda “Spin camları altında bunalım ve kaos” adlı görseli bol bir sunum vardı. Prof.Nihat Berker’in makalesiydi. Yansıda resimlerle göstererek anlatmıştı. Makalenin adından hiç bir şey anlaşılmıyordu. Bu cümle içinde “spin” nedir diye sonradan araştırdım, sonunda insan aklının çalışırken oluşan ışıklı bağcıklarını ifade için kullanıldığını anladım. Ancak bunun “cam” ile bir bağı yoktu, anlaşılan bu bir şaşırtmaçtı. Cümle burada zaten bozuluyor, zihinsel bunalım ve kaos cümlenin kendisinde başlıyor. Disleksi de böyledir. Kelime, anlamdışı olmayı ifade ediyorken bir hastalık tanısı gibi kullanılıyor, yani kaos daha burada başlıyor. Bu bir dilbilim terimi iken, neden çocuğun algı sistemindeki bir bozukluğa ad olsun ki! Bu da, bilinen bir kavramı farklı düzleme taşımak ve bu yolla aklı karıştırmaktır. Yani, bilinen bir kavrama farklı anlam yükleyerek algıda kaos yaratılıyor. Dönelim Nihat Berker’in sempozyumdaki sunumuna. Yansı üzerinden bir takım görsellerle anlatıyordu. Ben müzikçiyim, eğitimciyim. Aslında buraya “evrende tekillik vardır” diyen bir konuşmacıyla kapışmaya gelmiştim. Bence “parçacı zekâcı”larla birlikte çalışanları var; çocuk bireydir, talep varsa ders var diyorlar; eğitimde birliği ve ortak müfredatı çocuk başına ayrı müfredata kadar parçalıyorlar. Eğitimci olmadıkları halde eğitimi paramparça edenlere teorik malzeme üretiyorlar, buna kızıyordum. Orada rastladığım “Spin camları altında bunalım ve kaos” makalesi fazlasıyla ilgimi çekti. Prof.Berker, ABD’de MIT(em-ay-ti)’de 20 yıl öğretmen 10 yıl dekan olmuş, emekli olup gelmiş, Koç Üniversitesinde çalışıyordu. Daha sonra Sabancı’ya rektör olacaktı. Yansıda gösterdiği şekillerde göz yanılmalarından söz ediyordu. Bir resim şu noktadan bakarken şöyle algılanır, bu noktadan böyle algılanır, pembe noktalar insanı şöyle şaşırtır, vs. Püf noktalarını anlatmadığını tahmin edebiliyordum; işin sırrını saklamak bu dönemde ortak özellik olmuş. Gösterdiği bazı resimleri eğitim dergilerinde görmüştüm. Sıra sorulara geldiğinde parmak kaldırdım: “Nihat Bey, siz fizikçisiniz, bulgularınızı diğer alanlara servis edersiniz. Örneğin, ben müzikçiyim, siz LA sesi 440 frekanstır dersiniz, ben o bilgiyle keman teli yaparım. Şimdi sunduğunuz bu makalenizi hangi alanlara servis ettiniz ve bununla ne üretildi?” Cevabını yazıyorum, lütfen dikkatle okuyun: “Fransa’da bir grup fizik bilimci benim bu kuramımla sanal bir şirket kurdular ve şu anda borsada en yüksek puanı topluyorlar.” Salonda tuhaf bir sessizlik oldu, başka soru gelmedi. Birçok genç fizikçi dışarı çıktığımızda etrafımı aldı; böyle bir soruyu biz ona soramazdık, dediler. Ortada ürün yok, fabrika yok, işçi yok, sermaye yok, vergi yok, hiçbir şey yok, ama insanlar bu sanal şirkete para yatırıyor! İşte, kapitalizm buraya geldi, kuyruğunu yiyen yılan gibi kendini de bitirecek, “hiç” üretiyor ve “hiç”i satıyor. TÜBİTAK’ın en itibarlı bilim adamları eliyle bunlar oluyor. 2007’de kullanılan 2.sınıf Matematik kitabında gördüğüm “Gökkuşağının üzerinden uçakla geçerken aşağıya baktığımızda görünen şekil çember biçimindedir” cümlesini hangi akıl oraya yazdı, ipuçlarını o sempozyumda gördüm. Anlamsız kelimeleri yan yana koyarak çocuktan bu cümleyi anlamasını bekliyoruz! Ve artık ders kitapları kiç-estetik(çöp) dolu, bunu fark ettim, davalar açmaya karar verdim. Çocuklarımızın beyinleri hiçlerle şişirilerek salaklaştırılıyorlar, beş tanesine iptal davası açtım. Bir küçük örnek daha: 2012’de Ankara okullarında bedava dağıtılan 1.sınıfın Türkçe Okuma kitabında “İçimden yazmak gelmiyor” diye bir yazı cümlesi var. Negatif yüklü bir cümledir, eğitsel hiçbir değeri yoktur. Benzetirsek, elinizde bardakla çay içiyorsunuz ve bu sırada “Çay içmek içimden gelmiyor” diyorsunuz; bu bir dengesizliktir, duruma uygun konuşmamaktır, özü-sözü bir olmamaktır. Çocuk, bunu yazmak zorunda ve yazarken “yazmayı istemiyorum” diyor; çocuğa yaşatılan bu ikilem bunalım yaratır. Kendine ters düşmek algılanabilir değildir. Eğer çocuk gerçekten bunu kendisi olarak yazıyorsa, bu çok salakça olurdu! Ama bu salaklığı ona biz kendi ellerimizle yaşatıyorsak, ya da bilmeden buna ortak oluyorsak bu aymazlığımıza ne demeli? Çocuklarımızı salak yapmak affedilecek şey değildir! Özetle; Bu kitapların içerisinde çocuğu akıldan mahrum edecek kötülükler var. Bunlar çocuğun önüne konulacak kitap değildir, bunlar yakılacak kitaptır. Aksi halde sonuçlarını “salaksı” nesiller olarak göreceğiz. Sonra, her sokakta açılmaya başlayan özel eğitim kurumlarına bakıp neden bu kadar çoğaldılar diye merak ediyoruz. Çocuklarımızı SALAKSI (DİSLEKSİ) yapan bu ders kitaplarına davalar açmak ve 1970’lerin ders kitaplarını yeniden kullanmak daha akıllıca ve hatta daha ekonomik olmaz mı? Mahiye MORGÜL 20 Ağustos 2013
-
Hz. Mehdi (as)'ın Çıkacağı Ortamın Özellikleri
33-Çernobil 34-İstanbulda yaşanan deprem 35-Büyük deprem ve tsunami Japonya da 36-Mısırdaki darbe 37-Gezi direnişi 38- Doğu Türkistanda olan ama halen kimsenin umursamadığı zulümler vs vs Daha ne bekliyor mehdi kırmızı mumlu davetiye mi?
-
Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
Teşekkürler .İmzamı attım. Ayrıca bugün bir haber okudum. Adana da sokak çocuklarının bir köpeğe zincir bağlayarak defalarca sulama kanalına atarak işkence yaptığı ile alakalıydı ve yorum olarak " bu çocukların elinde fotoğraf ya da telefon yok çok yoksul görünüyorlar fotoğrafları çekene ne demeli" diye düşüncemi belirtmiştim. Evet gerçekten fotoları çeken bir muhabirmiş ve haysev ailesi bir metin hazırlayarak bu muhabirin işten atılması için DHA ya mesaj yollamamız konusunda bir kampanya başlattı. İlgili adres ve metini buraya paylaşıyorum . Umarım okuyan gören arkadaşlarımız gerekli ilgiyi gösterirler: NOT: iletişim ve yollabilecek metin aşağıdadır. Sonuna kadar okuyun lütfen. #haysev Bu fotoğraflar Adana'da çekildi ve haber olarak servis edildi. Çocukların bir hayvana saatlerce yaptıkları eziyetin görüntüleri ve bunu çeken muhabir (görevi gereği) sadece görüntülemeyi tercih etti. Köpeğin imdadına ise başka bir çocuk yetişti. Soru şu: haber ne kadar önemli olursa olsun, ortada hayat olduğunda müdahale şart değil midir? Eğer hayat haberden değerlidir diyorsanız, lütfen aşağıdaki yazıyı kopyalayarak DHA'nın adresine yollayın. Karar sizin! Metin: Fatih KARAÇALI/ADANA, (DHA) adlı muhabirinizin görevden alınması konusunda gereğinin yapılmasını rica ediyorum. Adana'da köpeğe yapılan eziyete müdahele edip kurtarmak yerine, bir cana yapılan eziyeti fotoğraflamayı tercih eden kişi ne gazeteci ne de insandır. Gazetecilikten önce İNSAN olmak gerektiğinin anlatılması, vahşete seyirci kalması sebebiyle de acilen psikolojik tedaviye alınması gerekmektedir. Bu konuda gereğinin yapılması konusunda yardımlarınızı rica ederim. Haber linki: http://www.dha.com.tr/adanada-bir-grup-cocuk-yakaladiklari-sokak-kopeginin-boynuna-zincir-baglayip-kopruden-sulama-kanalina-atarak-iskence-yapti_514301.html DHA iletişim: http://www.dha.com.tr/iletisim/iletisim.asp
-
GÜNÜN KARİKATÜRÜ... (Kendi dilini oluşturmak için, karikatür, metafor yaparak kendine has bir anlatım dili oluşturuyor... :). :(. :|...)
- Kıyı Talanına Kızan RTE
Bayramda tekneyle tur atıp tebdili kıyafet kıyı teftişi yapan RTE, Üç beş ağaç için kıyameti koparan sözde çevrecilere çok kızmış . Kıyıların talanına" insaf yahu" diye tepki göstermiş Tabi karşısındaki evde zor tuttuğu ve bir tarafının kılı olmaya meraklı adamların bunlara inanması normal. Sürekli makarnayla beslenmenin doğal sonuçları İNSAF YAHU EVET İNSAF Ben de bazı şeyleri kendisine ve sıkı fanatiklerine hatırlatayım dedim: "Erdoğan’ın Bodrum’da yat turunda gördüğü “kıyı talanı” 2009 yılında AKP’nin Türk Ceza Kanunu’nun 154. Maddesini değiştiren 5841 sayılı kanun sonrasında başladı. Yasa ile kamu arazilerinin işgali suç olmaktan çıkarılınca 7 bin davada verilen mahkûmiyet kararları kalktı" Rixos otellerinin gizli ortağı olduğunu da sağır sultanlar bile duydu- Sadece belli burçtan olanları çalıştırıyorlar
Aslında ben sizin kadar bu durumun ayrımcılık olduğu kanısında değilim. Fiziksel özelliklerle ilgili durumlar hariç. Çünkü işini iyi yapıyorsa fiziksel özelliklerin bir önemi olmamalı .Ama bunun da istisnaları mümkün. Fiziksel özelliklerle ilgili işler yapılıyorsa dış görünüş gerekebilir. Düşünsenize diyetisyene gidiyorsunuz, gittiğiniz diyetisyen 100 kilo onun gibi.Onun dışında ODTÜ ,Boğaziçi gibi üniversitelerden mezun olmak iyi yetişmişliği de birlikte getiriyor. Zira bu ülke de mantar gibi üniversiteler açılıyor olmasına karşın iyi öğrenci yetiştiren, uluslararası düzeyde öğrenci yetiştiren üniversite sayısı iki elin 10 parmağını geçmez. Özellikle büyük kurumsal yerler bu tip tercihleri daha çok yapıyorlar haklı olarak. 30 yaşını geçmemiş durumu da, genellikle alınan elemanın yetiştirilmesi söz konusu olduğunda geçerli bana göre. Askerlik keza öyle. Adamı işe alıyorsunuz ,yetiştiriyorsunuz ,hadi askerlik .Üniversite mezunuysa en az 5 ay 5 gün yok oda izin kullanmazsa. Yedek subay olarak yaparsa 12 ay. Bu da o yetişmiş elemanın hem boşluğunu doldurmak hem de yeni birini tekrardan yetiştirmek için oldukça uzun bir süre. Hem askere giden için hem de iş sahibi için elemanını yeniden işe almak durumu olmayabilir. Hoş bazı yerlerde sözleşme imzalatıldığını duydum ama her iş için geçerli değil. Seyahat özgürlüğü olan bayan aramak belki de o işin nitelikleri gereğidir. Bu ülkedeki aile yapısı düşünülecek olursa; "ben seni yollamam demiyorum ama bu iş yapılması için seyahat etmen gerekiyorsa babam yollamadı, kocam yollamadı ,çocuğumu bırakamam bahanelerini kabul etmiyorum "demektir. Eş veya baba konusunda böyle sıkıntıları olmayan bayanlar için evli olup olmamak yada çocuk sahibi olmak konusu önemli değildir zaten. Dil konusunda ise iş gerektiriyorsa zaten kullanılıyor. İş gerektirmiyorsa ; böyle bir şartın aranması gereksizdir. Dıştan bakıldığında ayrımcılık gibi gördüğünüz yada gördüğümüz bir sürü özellik iş hayatında aslında oldukça önemli noktalar. Hele bir de özel sektörse hiç acımaları yok.- Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İrtibat: 505 719 54 40 veya 0507 958 80 86 veya sekerrrr_@@hotmail.com Yer: Şirinyer-İZMİR Bir üyemizin iletisidir: 25 Temmuz'da okulun bahçesinde karşılaştık ilk kez. Sadece durdum... Öylece bakıştık... Bir an güvendi bana, eğdi boynunu attı kendini yere: arka bacağı ve kuyruğu kan içinde. Yine savunmasız bir can yollarda, kimsesiz!!! Şu an Karabağlarlar Belediyesi Veterinerliği'nde. Tedavisi bitince gidecek hiçbir yeri yok. Öncelikle sahibini ama eğer vicdansızın biriyse yeni sahibini arıyoruz. Adı Oskar... 1 yaşında Erkek. Bugün Karabağlar RM den çıktı. Tuvalet eğitimi var tasmaya ve yıkanmaya alışık. Çok enerjik ama başka köpeklerle anlaşamıyor. Kısırlaştırılmış sağlıklı ve çok yakışıklı fakat biraz zayıf kalmış. Eeee tabi barınak ortamı evden atılmış patilere göre değil. Evimize çok çabuk uyum sağladı fakat evdeki diğer patiler onun varlığından rahatsız. Çok ürkek kimbilir neler yaşadı? Öncelikle tabi ki kalıcı yuva ama iyi bir ortam buluncaya kadar da geçici bir yuva arıyoruz. Ona yaşattıklarını unuttururum derseniz bize ulaşabilirsiniz. Not; 18 yaş altına,öğrencilere ve bekarlara verilmeyecektir.- Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
Yer: İstanbul İletişim: 0535 829 33 86 Rıfkı bebek, cami içinde yaşayan bir pisicikti, onu ve arkadaşlarını bir besleme sırasında fark ettik. Birçok kör olmak üzere olan yavru arasındaydı. Onun kansızlık, parazit, ishal gibi sorunları vardı. Bir arkadaşı ile beraber hemen oradan alındı. Tedavisine başlandı, tedavi sırasında olduğu iğne iltihap yaptı bu sefer kalçasında yarası oluştu. Şuan tedavisi bitti, bende kedi nüfusu fazla olduğu için babam bakıyor. Ama onda da süresi kısıtlı maalesef uzun süre bakamayacak. Rıfkı bebek çok uysal, tırnak çıkarmayı bile bilmeyen sevgi arsızı bir ufak adam. Elinizi daha dokunmadan uzattığınızda gırlamaya başlar, sevdiğiniz zaman hemen kendini geriye atıp göbeğini açar. Bu kadar naif, sevilesi bir kedi daha görmedim. Tekrar sokağa dönmesi onun için çok kötü olur. Bu bebek şansını bir kere denedi ve tedavi oldu. Bu sefer de şansı ona yuva buldursun. Kuru mama, yaş mama yiyor. Tuvalet eğitimi var, sadece eksiği sıcak bir yuva- Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim:0507 376 17 48 (21:00 den sonra aranmaması ricası ile) veya ezginurokur@@hotmail.com Yer: İzmir Öğrenci olan üyemizin sokakta gözleri görmeyen bir canı sahiplenmesinin ardından hamile olduğu anlaşıldı. 8 yavru dünyaya getirdi minik anne ancak 4 'ü doğumda melek oldu. Kalan yavrunun 2si yuvalandı şimdi diğer ikisi için de ömürlük yuva aranmaktadır. Bebekler henüz 1.5 aylık kadarlar. Öncelikle İzmir içi yuva aranmaktadır ancak gelip bizzat teslim alınmasın halinde diğer illerede yuvalandırılabilecekler.- Yuva Arayan Hayvan Dostlarımız
İletişim: 0532 292 41 63 Yer: İstanbul/Merter Bir üyemizin iletisidir: "2-3 gündür iş yerimin yakınlarında görüyorum onu.Terk edilmiş yada kayıp olabilir,henüz tasma izi boynunda duruyor.Sersem sersem dolaşıyordu az daha araçların altında kalacaktı.Son anda tutup çalıştığım iş merkezinin önündeki barakanın bahçesine koydum.Bir kaç gün diye yalvar yakar izin aldım,asla istemiyorlar,geceleri kovalıyorlar.Dişi,1 yaşlarında,uslu,daha önce doğurmuş gibi gözüküyor.Belki de üreticilerin elinde,bebekleri alındıktan sonra sokağa atıldı.Sokaklarda telef olmasını istemiyorum ama onu burada tutamam.Acilen geçici kalıcı yuva arıyorum. - Kıyı Talanına Kızan RTE
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.